eskisehirspor.com Giriş Sayfası
Forum Forum > Diğer > Türkiye'de ve Dünya'da Futbol
  Aktif Konular Aktif Konular
  FAQ FAQ  Forum Arama   Takvim   Kayıt Kayıt  Giriş Giriş

Eko-Spor: Süper Lig özelleştirilebilir mi?

 Cevapla Cevapla Sayfa  <1 34567>
Yazar
Mesaj
  Konu Ara Konu Ara  Konu seçenekleri Konu seçenekleri
tatar ilker Liste gör
Usta Yazar


Tatar İlker
Yaş: 41
Katılım: 30/Tem/2007
Yer: Istanbul
Online Durum: Offline
Mesajlar: 2637
  Alıntı tatar ilker Alıntı  CevaplaCevapla Direct Link To This Post Tarih: 07/Haz/2010 saat 18:42
Dünya Kupası mı, Para Kupası mı?

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
taksar@gmail.com

07.06.2010 - 09:00

 

11 Haziran'da Dünya'nın en büyük futbol organizasyonu Güney Afrika'da başlıyor. 11 Temmuz'da sone erecek bu turnuvaya ev sahibi Güney Afrika dört yıldır hazırlık yapıyor. Tüm hazırlıklar tamamladı. Geçen üç buçuk sene içinde Güney Afrika Cumhuriyeti altı stadı yenilerken, altısını da yeni inşa etti. Güney Afrika'nın dört bir yanında inşa ettiği bu statlardan içlerinde gerçekten göz kamaştırıcı olanlar var. Her şey futbol oyunu için dizayn edildi. Çok güzel görsel bir şölenle başlaması beklenen turnuvanın açılışı maçı da Johannesburg'da ev sahibi ile Meksika arasında oynanılacak.

Biz bu turnuvaya ne yazık ki gidemedik. Bu nedenle maçları televizyondan izlemek durumundayız. 32 ülkenin yer aldığı, dokuz farklı kentte ve 12 ayrı stadyumda oynanacak 64 maçın tamamı TRT'den yayınlanacak.

Tüm Türkiye'nin nefesini tutarak izleyeceği dünyanın en büyük futbol organizasyonu, TRT aracılığıyla daha önce eşi görülmemiş bir pazarlama iletişimi faaliyetine de ev sahipliği yapacak. Türkiye'nin yerli ve çokuluslu bir çok markasının yoğun ilgi gösterdiği advertorial uygulamaları "60 saniyelik tanıtıcı reklam" şeklinde maç yayınlarına dahil olacak ve futbol heyecanını, ürün ve hizmetlerle ortak noktada buluşturacak.

Turnuva gerçekten tutarı ciddi boyutlara ulaşan önemli ekonomik bir katma değer yaratıyor. Yaratılan bu katma değerin kaynaklarını sizlerle burada kısaca analiz etmeye çalışacağız. Bu turnuvanın G.Afrika'ya maliyeti ve faydaları üzerinde duracağız. İşin sosyal, ekonomik ve mali boyutları söz konusu. Güney Afrika'nın sadece statların yenilenmesi ve yapımına ilişkin harcadığı para 3 milyar dolara yaklaşıyor. Tabi ki olayın ironik yanları da yok değil. İşsizliğin yüzde 24'e ulaştığı, kişi başı gelirin bazı bölgelerde 200 dolara kadar düştüğü, bütçe açığının 15 milyar dolar civarında gerçekleştiği, yıllık büyüme hızının -1.8% olarak gerçekleştiği, açlığın, yoksulluğun hüküm sürdüğü, şiddet ve terörün kol gezdiği, su, enerji, eğitim, güvenlik gibi temel gereksinimlerin devletçe karşılanmakta zorlanıldığı bir ülkede Dünya Kupası'nı organize ediliyor. Gerçekten bu yazımızı da okuyunca göreceksiniz ki, bir Dünya Kupası neye rağmen düzenleniyor ve bu Kupa'nın olası ekonomik getirilerinin beklenildiği gibi olup olamayacağını da hep birlikte değerlendireceğiz.

Afrika'nın incisi Güney Afrika

1,219,090 km2 büyüklüğündeki coğrafyası ile Afrika kıtasının en güneyinde yer alan, nüfusun %79'unun siyah, %10'unun beyaz ve geri kalanının da Hint ve Asyalılardan oluştuğu toplam 49.109.107 kişilik nüfusu ve 2009 tahmini rakamlarına göre 491 milyar dolar büyüklüğündeki Gayri Safi Milli Hasılası ile kişi başına yaklaşık 10.000 dolara ulaşan milli geliri ve yüzde 24'e ulaşan işsizlik oranıyla Afrika kıtasının en değerli madenlerine sahip bir ülke Güney Afrika.

Gelir dağılımındaki dengesizlik sürekli artıyor

Ülkede uzun yıllar siyahlarla beyazlar arasında süren savaş ve ırk ayrımcılığı nedeniyle bir zamanlar tüm dünyanın dışladığı bir ülkeydi Güney Afrika Cumhuriyeti. Uzun yıllar beyazlara karşı verdiği mücadele nedeniyle 1990'da cezaevinden çıkan ve 1994'te de genel seçimlerle başkan seçilen Nelson Mandela ile Güney Afrika'nın makus talihi de değişmeye başladı. Öncelikle siyahi liderin başkan seçilmesiyle dünyada adeta ırk ayrımcılığının ikonu haline gelmiş Güney Afrika bu olumsuz imajdan kurtuldu ve ülkede siyahların egemenliğinde çok hızlı bir demokratikleşme hareketi başladı.

Mandela in 2008

Her ne kadar sosyal anlamda çok olumlu gelişmeler yaşandıysa da ekonomik anlamda durum tam bir felaket. Nüfusun yüzde ellisi yoksulluk sınırının altında. Gelir dağılımının en dengesiz olduğu ülkelerin başında gelen Güney Afrika'da en yüksek gelire sahip %10'luk kesim toplam gelirin %44.7'sini kendi aralarında paylaşırken, gelir düzeyi en düşük %10'luk kesimin ise milli gelirden aldığı pay sadece %1.3. gelir dağılımın dengesizliğini gösteren önemli katsayılardan Gini katsayısı da yıllar itibariyle bu dengesizliğin gelişimini açıkça ortaya koyuyor. 1994 itibariyle 0.59 olan katsayı 2005 itibariyle 0,65'e çıkmış durumda. Bilindiği üzere gelir eşitsizliğini tek bir değerde özetleyen Gini katsayısı, kişisel gelir dağılımını ölçmede en çok kullanılan ölçülerden birisi. Sıfır ile bir arasında değişen Gini katsayısı gelir dağılımı iyileştikçe sıfıra, gelir dağılımı bozuldukça bire doğru yaklaşıyor.

Yıllık bütçesi 11,4 milyar dolar iç açık, 18,2 milyar dolar dış ticaret açığı ve 15,6 milyar dolar düzeyinde de cari açık veren Güney Afrika'nın kamu borçlarının milli gelire oranı ise %35.7'e ulaşmış durumda. Yıllık enflasyon oranı %7.2 civarında olan ülkede aynı zamanda şiddet ve terör de ciddi boyutlara ulaşmış durumda.

En fazla kazanan ülke: brezilya

İlki 1930 yılında yapılan ve bu Haziran'da 19.su düzenlenecek olan Dünya Kupası'nı bugüne kadar yedi farklı ülke kazandı. Bu ülkelerin içinde Brezilya bu kupayı beş kez kazanırken, geçen kupanın sahibi İtalya ise bu kupayı Brezilya'dan sonra en fazla kazanan ülke oldu. Dört kez bu kupayı kendi müzelerine götüren İtalyanları bugüne kadar yine üç kupayla Almanlar izliyor. Diğer ülkelerden Uruguay ve Arjantin ikişer kez bu kupayı kazanırken, İngiltere ve Fransa birer kez bu kupayı havaya kaldırma başarısı gösterdiler.

Bugüne kadar bu kupaya kimlerin ev sahipliği yaptığını ve kimlerin kazandığını aşağıdaki tablodan görebilirsiniz.

FIFA DÜNYA KUPASI ŞAMPİYONLARI

  Yıl Ev Sahibi Ülke Kazanan Ülke

1 1930 Uruguay Uruguay

2 1934 İtalya İtalya

3 1938 Fransa İtalya

4 1950 Brezilya Uruguay

5 1954 İsviçre Almanya

6 1958 İsveç Brezilya

7 1962 Şili Brezilya

8 1966 İngiltere İngiltere

9 1970 Meksika Brezilya

10 1974 Almanya Almanya

11 1978 Arjantin Arjantin

12 1982 İspanya İtalya

13 1986 Meksika Arjantin

14 1990 İtalya Almanya

15 1994 ABD Brezilya

16 1998 Fransa Fransa

17 2002 Güney Kore & Japonya Brezilya

18 2006 Almanya İtalya

19 2010 Güney Afrika Cumhuriyeti ?

20 2014 Brezilya ?

11 Haziran'da Güney Afrika'da düzenlenecek 19. FIFA Dünya Kupası'na kadar geçen seksen yıllık süreçte kimlerin bu şampiyonaya ev sahipliği yaptığını ve kimlerin bu turnuvada en iyi sonuçları aldığını coğrafik olarak aşağıdaki tabloda görüyorsunuz.

Güney Afrika kupaya ne kadar harcama yaptı?

Güney Afrika geçen dört yıllık süre içinde bu turnuvayı organize edebilmek için yaklaşık 3 milyar dolar harcama gerçekleştirdi. Bu harcamalarda en önemli kalemi toplam on iki stadın yenilenmesi ve yeniden inşasına ilişkin ana kalem oluşturdu. Toplam harcamanın yarısına karşılık gelen stat inşası ve yenilemeler toplamı 1.5 milyar dolara ulaşmış durumda. Bu harcamalar içinde en yüksek tutar ise Cape Town'daki Green Point Stadına gitmiş vaziyette. 66 bin kapasiteli stada bugüne kadar toplam 400 milyon dolar harcama yapılmış. Statların yanında inşa edilen diğer spor tesisleri ve sporcuların konaklamaları için inşa edilen diğer konaklama üniteleri, statlara ulaşım için yapılan yeni yol ve diğer lojistik ve alt yapı yatırımları, güvenlik ve emniyeti sağlamak için yapılan ek harcamalar toplamı 3 milyar dolara ulaşıyor.

Bu harcamaların yaklaşık 1.3 milyarlık kısmının finansmanı FIFA tarafından sağlanırken, kalan 1.7 milyar dolarlık harcama ise Güney Afrika devleti tarafından karşılandı. Bu harcamaların yarattığı ilave katma değer ile ekonomiye sağlanan dışsal etki beş milyar dolara ulaşıyor.

Güney Afrika ve diğer ülkeler ne kazanacak?

Dünya Kupası öncesi ve sonrasında yapılan bazı araştırmalar, bu organizasyonun kupayı düzenleyen ülke ekonomisine dışsal etkiler dahil olmak üzere milli gelirlerinin %1'i ile 1.5'u arasında bir ekonomik katkı yaptığını ortaya koyuyor. En son 2006 Dünya Kupası'nı organize eden Almanya'nın bu organizasyon sonrası yaklaşık 7.5 milyar Euro'luk bir katma değer sağladığı yapılan araştırmalarla ortaya konulmuştu. Ancak bununla beraber bu tür organizasyonların aslında düzenleyen ülke ekonomisine daha sonraki yıllarda bazı etkilerinin olduğunu ifade ediyor.  Bu kapsamda ortaya konulan araştırmalara göre son kupada ev sahibi Almanya yaklaşık 7.5 milyar Euro'luk bir toplam kazanç elde ederken, bu kupayı kazanan İtalya'nın ise bu turnuvadan yaklaşık 3.5 milyar Euro civarında bir gelir elde ettiği ifade edilmişti.

Bu kapsamda değerlendirildiğinde Güney Afrika'nın sportif sonuçlardan bağımsız olarak elde edebileceği olası getiri dünyadaki genel küresel krizin de etkisiyle geçmiş yıllardaki turnuva getirilerine görece daha az miktarda gerçekleşmesi bekleniyor. 2008 yılının Kasım ayından bu yana ekonomisi küresel mali krizin de etkisiyle bunalıma giren Güney Afrika'nın toplam kazancının Alp Ulagay'ın Cnbc-e Business'in Haziran 2010 sayısında ele aldığı çalışmasında belirttiği Grant Thornton Danışmanlık firmasının verilerine göre yaklaşık 3 milyar dolar civarında gerçekleşmesi bekleniyor. Bu tutarın izleyen yıllardaki etkisinin ise 6.5 milyar dolara kadar yükselmesi tahmin ediliyor.

Turnuvaya katılan ülkeler ne kazanacak?

19. FIFA Dünya Kupası'na katılan 32 ülkeye bu turnuvada FIFA yaklaşık 420 milyon dolar para dağıtılacak. FIFA'nın 2006'da dağıttığı tutar 261 milyon dolar civarındaydı. 2010 Dünya Kupası'nda bu tutar %61'lik bir artışla 420 milyon Dolar'a ulaşacak. Bu tutarın 380 milyon dolarlık kısmı takımların sportif başarısına göre dağıtılırken, kalan tutar ise takımlara eşit olarak dağıtılacak. Şampiyon takımın kasasına 30 milyon dolar girerken, FIFA ayrıca bu turnuvada kadroya giren her oyuncu için de ilgili federasyonlara toplam 40 milyon dolar düzeyinde tazminat ödemesi gerçekleştirecek. Buna göre takımların kazanacağı parasal ödül tutarı aşağıdaki tablo ile bilgilerinize sunuluyor.

PARASAL ÖDÜL (MİLYON $)

Şampiyon 30

Finalist 24

Yarı Finalist 20

Çeyrek Finalist 18

İkinci Tur 9

Birinci Tur 8

Statlar

Turnuvaya ev sahipliği yapacak Güney Afrika dokuz ayrı kentte 12 farklı stadyumda bu organizasyonu gerçekleştirecek. Bu amaçla altı yeni stat yapıldı ve diğerleri de yenilendi. Bu organizasyonları aşağıdaki fotoğrafta görebilirsiniz. Bu statlar için yapılan toplam harcama tutarı yaklaşık 1,5 milyar dolar.

Turnuvanın Güney Afrika'ya faturası

Genel kanı o ki, bu turnuvalara çok ciddi para yatıran, harcama yapan ülkeler bunun karşılığını ve geri dönüşünü bugüne kadar bir şekilde fazlasıyla geri alabildiler. Ancak bu turnuvalara ilişkin yapılan yatırımların ne kadar geri döndüğü ise ülkeden ülkeye değişiyor. Futbolun bir endüstri olduğu ve çok önemli gelirlerin elde edildiği ekonomilerde yapılan statlar ve tesisler gerçekten o ülkelerin sportif gelişimlerine çok olumlu katkı sağlayabiliyor. Ancak böylesi ortamın ve birikimin olmadığı ülkelerde bu statlar ne yazık ki birer atıl yatırım olarak kalabiliyor. Özellikle 2002'de Kore ve Japonya'da yapılan Dünya Kupası nedeniyle inşa edilen bazı statların turnuva sonrası söküldüğünü ve bazılarının da atıl olarak durduklarını biliyoruz. Bu durum şu anda Güney Afrika için de geçerliymiş gibi duruyor.

Bir yanda yoksulluk diğer yanda milyon dolarlık şahane stadyumlar

Yokluğun, yoksulluğun, açlığın ve işsizliğin bu kadar yüksek ve yaygın olduğu, gelir dağılımındaki dengesizliğin adeta zirve yaptığı, toplam nüfusun neredeyse yarıya yakın kısmının yoksulluk sınırında bulunduğu ülkede çok önemli sosyal, politik, ekonomik ve mali sorunlar bulunması ve bunlara ilişkin somut çözüm önerileri mevcut hükümet tarafından ortaya konulamazken, merkez bütçeden yaklaşık 1,7 milyar dolarlık bir paranın sadece bir ay sürecek bir organizasyona aloke edilmesi Güney Afrika'da bazı muhalif seslerin de yükselmesine neden oldu. Cnbc-e Business'in bu konuda kaleme aldığı aşağıdaki pasaj gerçekten çok önemli. Hep birlikte okuyalım isterseniz. "…halkın büyük bir bölümünün ayda kişi başına 200 dolarla yaşam sürdürdüğü ülke için bu yatırımları Güney afrika'daki bazı kanaat önderleri gereksiz derecede lüks buluyorlar. Örneğim, Fahrenheit 2010 adlı belgesel, Nelspruit şehrinde 110 milyon dolara mal olan Mbombela Stadyumu'nun yoksulların devam ettiği bir okulun yerine inşa edildiğini anlatıyor. Üstelik stadyum en yeni teknolojilere sahipken civar semtin sakinleri su ve elektrikten yoksun olarak derme çatma barakalarda yaşam sürdürüyor. "

Dünya Kupası'nda dikkat edilmesi gereken 7 futbolcu

CRISTIANO RONALDO

Portekiz, Kanat oyuncusu

132 milyon dolara Real Madrid futbol kulübüne satılan Ronaldo, driplingleri ve hızıyla bakışları üzerinde topluyor, ama Dünya Kupası'nda kendisini kanıtlaması gerekiyor.

- Real Madrid formasıyla ilk 35 maçta 33 gol kaydetti.

LIONEL MESSI

Arjantin, Kanat oyuncusu

Ani "dur-kalk" hareketleri ve ataklarıyla Avrupa'da seyretmesi en heyecan verici oyunculardan. Ancak milli takımla anlaşıp anlaşamayacağı merak konusu.

- Avrupa'da Yılın Oyuncusu ödülü büyük bir farkla kazandı.

MAICON

Brezilya, Savunma oyuncusu

Başarılı bir savunma oyuncusu olduğu kadar hücumda da tehlikeli. Inter lehine, Juventus'a karşı kaydettiği gol bunun açıkça gösteriyor.

- Brezilya, Kupa'ya gelinceye kadar maç başına 0.6 gol yedi.

WAYNE ROONEY

İngiltere, Forvet

2006'da kırmızı kartla oyun dışı kalan oyuncu artık daha soğukkanlı. Ayrıca o dönemden beri futbol yeteneğini de geliştirdi.

- 2009-2010 sezonunda gol krallığında İngiltere'de 26 gol ile ikinci oldu.

SAMUEL ETO'O

Kamerun, Forvet

Afrika'da futbol severlerin idolü. Üç kez Yılın Futbolcusu seçildi. Şampiyonlar Ligi finallerinde üç maçtan ikisinde gol attı.

- Kamerun'un gelmiş geçmiş en oyuncusu. Kupa'ya gelinceye kadar 9 golü var.

IKER CASILLAS

İspanya, Kaleci

Kimilerine göre dünyanın en iyi kalecisi. Ona 'Aziz Iker' diyorlar. Keskin refleksleri, İspanya'nın en büyük avantajı.

- Avrupa elemelerinde hiç gol yemedi.

CLINT DEMPSEY

ABD, Orta saha oyuncusu

Amerika'nın şimdiye kadarki en çok tanınan ve yaratıcı orta saha oyuncusu. Antrenörü onu, Pete Maravich'e benzetiyor.

- 2006'da ABD'nin tek golünü Gana'ya karşı kaydetti.

http://www.dunyagazetesi.com.tr/tugrul-aksar_109_0_yazar.html
Feel the Difference, Feel the Excellence
Yukarı
tatar ilker Liste gör
Usta Yazar


Tatar İlker
Yaş: 41
Katılım: 30/Tem/2007
Yer: Istanbul
Online Durum: Offline
Mesajlar: 2637
  Alıntı tatar ilker Alıntı  CevaplaCevapla Direct Link To This Post Tarih: 21/Haz/2010 saat 14:14
Futbola mali kural uygulanabilir mi?
 
Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
taksar@gmail.com

21.06.2010 - 08:49
 

Bu hafta ele alacağımız  "Futbola Mali Kural",  aslında bizim bu sütunlarda uzunca süreden beri üzerinde durduğumuz bir konu. Bu bağlamda geçen hafta iki farklı konuda ancak felsefe olarak aynı anlayışa sahip iki önemli olayla karşı karşıyaydık. Bunlardan ilki, makroekonomik disiplini sağlamak amacıyla meclisten geçirilmek için hazırlanan "Mali Kural" yasa tasarısı; diğeri ise sportif anlamda tüm profesyonel futbol kulüplerini yakından ilgilendirecek Türkiye Futbol Federasyonu'nun "Futbola Mali Kural" deklarasyonu…

Ekonomik ve sportif olarak iki farklı alanda gündeme gelen ancak temel olarak benzer felsefi ve mali hedeflere odaklanmış iki değişik konuyu burada değerlendirmeye çalışacağız. Her ne kadar birisi spor, diğeri de ekonomi ile ilgi olsa da, öz itibariyle parasal borçlanmanın disipline alınmasıyla ilgili bu iki benzer konu genel olarak mali bir amaç peşinde uygulamaya alınmaya çalışılıyor.

Biz öncelikle kısaca isterseniz, ekonomik anlamda "mali kural"ı kısaca anlamaya çalışalım. Daha sonra "futbolun mali kuralı'" üzerinde durmaya çalışalım.

Nedir mali kural

Kamuoyunda daha çok "Mali kural" olarak bilinen bu yasa tasarısının temel amacı: Ekonomide güven ve istikrarı güçlendirmek, mali disiplin anlayışını kalıcılaştırmak, ekonomi politikalarına uzun vadeli perspektif getirerek mevduat ve kredi vadelerinin uzamasını sağlamak, kamunun uzun vadede finansman ihtiyacını netleştirerek özel sektörün daha uzun vadeli ve daha düşük maliyetle kaynaklara ulaşmasını sağlamak…

Tasarıya göre Mali Kural, genel yönetim, KİT'ler ve bağlı ortaklıklar ile sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan işletmeci kuruluşlar ile fonları kapsayacak. Döner sermayeli işletmelerin bütçelerinde gelir ve gider denkliğinin sağlanması esas olacak. KİT'ler ve bağlı ortaklıkları ile sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait işletmeci kuruluşlar toplulaştırılmış bazda borçlanma gereği oluşturamayacak.

Kısacası: bahse konu yeni mali politika anlayışına göre borç artışının kontrol altına alınabilmesi için bütçe açıklarının bu süreç içinde sürekli kontrol altına alınması gerekiyor. Yani sözün özü,  bu yasa tasarısı ile borçlanmaya bir disiplin getiriliyor.

Yukarıda anlattığımız "Mali kural" makro ekonomi için yaşamsal öneme sahip. Olayın makro ekonomik görünümü yukarıda anlattığımız gibi. Ancak bunun etkilerini önümüzdeki günlerde hep birlikte göreceğiz. Olayın sportif yönünde ise "Mali kural"  neyi hedefliyor, hayata nasıl geçirilecek? Ona bakalım isterseniz…

Futbolun borcu gelirlerini aşıyor!

Futbolun günümüzde giderek parasallaşıp ticarileşmesi ve endüstriyel bir karaktere bürünmesi futbol pastasının on milyar Euro'lara ulaşmasına yol açtı. Öyle ki Deloitte'un  en son raporuna göre Avrupa futbolu yıllık 14.6 milyar Euro bir gelir yaratıyor.  Yaratılan bu gelir doğal olarak futbolun parasal giderlerini de artırıyor. Gelirler ve giderler arasındaki bu orantısız büyüme süreç sonunda gelirler ve giderler arasında uçurumun giderek büyümesine yol açıyor. Başta transfer harcamaları, oyuncu ücret maş ve primleri, statlara yatırılan yüz milyonlarca Euro olmak üzere kulüplerin yapmış oldukları harcamalar ne yazık ki bir türlü futbolun parasal gelirleriyle karşılanamıyor.  Gelirlerin kaynağını artırmak ya da yeni gelirler elde etmek kolay olmuyor. Statların kapasiteleri artırılarak, ilave gelir elde etmek her zaman mümkün olamıyor. Her sene bir önceki yıla göre daha fazla logolu ürün satışı gerçekleştirilemiyor, taraftar sayısı artmıyor. Kısacası futbolun gelirleri sınırlı kaynaklardan elde ediliyor. 

Bir bütün olarak bakıldığında, futbolun  gelirlerinin  giderlerini karşılamakta yetersiz kalması, kulüp borçlanmalarının her geçen giderek artmasına yol açıyor. Temelde rekabet dinamiğinden kaynaklanan bu yetersizlik,  futbol gelirlerinin elde edilmesi sürecinde önemli bir finansman ihtiyacı doğuruyor. İşte futbol kulüplerinin, kendi rekabet güçlerini artırabilmek adına yöneldikleri bu süreçte giderlerin gelirlerden fazla olması, sezon sonlarında kulüplerin "gider fazlası" vermelerine neden oluyor.  Bir türlü "gelir fazlası" veremeyen futbol kulüplerinin giderlerindeki  bu dramatik artış, aslında futbol kulüplerinin  finansal, ekonomik ve sportif sağlıklarını olumsuz etkilemeye başlıyor, bağışıklık sistemini zayıflatmaya başlıyor. Doğal olarak bu aşırı borçlanma kulüplerin mali yapıları üzerinde finansal bir baskı yaratıyor. Bu finansal baskıdan kendisini kurtaramayan kulüpler ise süreç içinde geri dönemeyecekleri bir yola giriyorlar. Sonuçta, kulüp iflasları, küme düşmeler, kapanan ve tarih olan kulüpler gerçeği ile karşılaşıyoruz.

Gelir ve borçlanma arasındaki açık artıyor

Deloitte'un  düzenlediği  "En Zengin 20"  sıralamasında yer alan kulüplerin bir önceki yıla göre toplam borçlanmaları, toplam gelirlerinden yaklaşık 280 milyon Euro fazlayken; bu tutar 2008/09 sezonunda tam 2.2 kat artarak 898 milyon Euro'ya yükselmiş durumda. Yani kulüplerin gelirlerindeki artış, giderlerini karşılamakta yetersiz kalınca, bir önceki yıla göre en zengin 20 kulüp 618.4 milyon Euro daha fazla borçlanmaya gitmiş. Kulüp başına borçlanmadaki artış tutarı yaklaşık 40 milyon Euro'ya ulaşıyor.

Şüphesiz gelirler ile borçlanma arasındaki makasın bu kadar çok açılmasının en önemli nedenlerinden birisi; gelirler çok fazla artmazken, başta transfer harcamaları olmak üzere kulüplerin operasyonel giderlerinde çok önemli artışlar yaşanmış olmasıdır.

Gerçekten de bugün Avrupa'nın en zengin ve en büyük liglerine bakıldığında  Alman Bundesliga ve Fransız  Lig 1 hariç olmak üzere diğer 3 büyük ligin borçlanmaları, gelirlerinin üzerinde seyrediyor. Bu liglerin içinde İngiliz Premier Lig'in yıllık finansman açığı yaklaşık 4 milyar euro civarındayken; bu tutar İspanyol la Liga'da 3.5 ve İtalyan Serie-A'da ise 1.2 milyar Euro düzeyine yükselmiş durumda.

En zengin 20'deki toplam finansman açığı ise 898 milyon Euro. 900 milyon Euro'ya ulaşan bu açık kulüplerin doğal olarak mali disiplinlerini de bozuyor ve onları çok ciddi sıkıntıların içine itiyor.

Bu somut durum bir kez daha bizim Kutlu Merih hoca ile birlikte ortaya koyduğumuz "Bir futbol kulübünde gelirler arttıkça, giderler ve buna bağlı olarak borçlanmalar artar" tezimizi de doğruluyor. Bunun somut örneklerini ne yazık ki futbol kulüpleri  çok acı yaşıyorlar.

Ülkemizde durum nasıl?

Ülkemizde yıllık yaratılan futbol gelirleri toplamı yaklaşık 525 milyon Euro civarındayken, 2010 başında yapılan yeni naklen yayın ihalesiyle bu tutar 287 milyon Euro artarak   812 milyon Euro'ya yükseldi.

2008/09 rakamlarına göre Süper Lig kulüplerinin yıllık gider  toplamları 685 milyon Euro düzeyindeydi ve Türkcell Süper Lig ekipleri  yaklaşık 160 milyon Euro açık vermekteydi. Ya da kulüplerimizin ifadeleriyle Gelir Gider tabloları 160 milyon Euro "Gider Fazlası" veriyordu. Son on yılda oluşan  birikimli  zarar toplam ise 585 milyon Euro'ya ulaşmış durumda. Süper Lig ekiplerinin oluşan gider fazlaları ve zararlarını finanse edebilmek için bilançolarındaki toplam borçlanmaları ise 695 milyon Euro'ya kadar yükseldi. Yani buna göre Turkcell Süper Lig ekiplerinin ortalama borçlanma tutarları 38.6 milyon Euro düzeyinde.

Yukarıdaki verilerin bir başka ifadeyle açıklaması:  Turkcell Süper Lig her yıl ortalama 160 milyon Euro gider fazlası verirken, ortalama 58.5 milyon Euro da zarar ediyor.

Futbola mali kural ne demek?

Gelirlerin giderleri karşılayamadığı ve her yıl bu amaçla aradaki açığı borçlanmayla kapatmaya çalışan Turkcell Süper Lig, yıllık önemli bir finansman baskısı altında rekabetçi gücünü ayakta tutmaya çalışıyor. Yeni yayın sözleşmesiyle artan gelirler bu anlamda Turkcell Süper Lig ekiplerine önemli bir soluklanma olanağı sağlayacak. Tabi ki, bu gelirin sürdürülebilirliği ise ligin kalitesi ve marka değeriyle yakından ilintili. Yayıncı kuruluşun vergiler dahil her yıl ortalama 400 milyon Euro kulüplere ve federasyona ödeme yapmak durumunda kalması, kulüpler açısından olumlu olmakla birlikte yayıncı kuruluş açısından ciddi bir finansman da gerektiriyor.

Kulüplerimizin yetersiz gelirlerini aşacak şekilde harcamaya yönelmesi ve bunun yarattığı "Gider fazlası" yıllar itibariyle kulüp borçlanmalarının geometrik olarak artmasına neden olmuştur. Kulüp borçlanmasındaki artış ise ilave finansman gerektirdiğinden, kulüplerin birikimli zararları da artmaya başlamıştır. Bu durum rekabet açısından sürdürülebilir ve kontrol edilebilir bir durum olmaktan çıkmasına neden olurken; bu durumun kontrol altına alınabilmesi "futbola mali kural" uygulamasını da bir zorunluluk haline getirmiştir.

Yukarıdaki olumsuz gidişat ve UEFA'nın 2004 yılında yayınlamış olduğu "Kriterler"  ile 2009 yılında almış olduğu "Finansal Fair Play" uygulaması çerçevesinde Türkiye Futbol Federasyonu da harekete geçerek geçen hafta bir deklarasyon yayınlamak durumunda kaldı. Bu deklarasyona göre bundan sonra kulüplerimiz gelirlerinin yaklaşık yüzde yetmişini kendi operasyonel  giderleri için harcayabilecekler ve transfere ayıracakları tutar ise bütçelerinin bir buçuk katı kadar olabilecek. Futbola getirilen bu mali kurallara uymayan kulüpler ise lisans alamayacaklar. Bu bağlamda "… Kendi dönemlerinde kuralları her kulübe aynı şekilde uygulandığını" belirten Federasyon Başkanı Mahmut Özgener, ''Belki sizleri üzdük, ama uzun vadede ne yapmak istediğimizi anlayacağınızı sanıyorum. Borcu olan hiçbir kulübe lisans vermedik. Bu kararı verirken üzüldük, ama biz mali disiplini sağlamadığımız taktirde futbolu bugünkü sıkıntılarından kurtaramayacağımız inancıyla kararlarımızı aldık. Görevde olduğumuz sürece kurallar, tüm kulüplere aynı şekilde uygulanacaktır'' ifadelerini kullandı. Konuşmasına  "…liglerde mücadele edecek takımların lisans alabilmeleri yolundaki denetlemeleri eksiksiz uyguladıklarını ve herkese adil davrandıkları" şeklinde devam eden Özgener,  "Göreve geldikleri dönemde, kulüp lisans uygulamasıyla ilgili var olan kuralların aksine, farklı uygulamaların yapıldığını tespit ettiklerini" dile getirerek, ''Kurallar gereği futbolcusuna, antrenörüne borcu olan bir kulübe lisans verilmemesi lazım. Ama bizden önceki federasyon döneminde keyfi uygulamalarla önemli sayıda kulübe bu lisans borçlarına rağmen verilmiş. Bazı kulüplere kurallar ciddi bir şekilde uygulanırken, bazılarına ise farklı davranılmış. Örneğin Samsunspor, borcu nedeniyle kadrosuna ikinci bir kaleci dahi alamazken, 20 küsur kulübe bu hak ayrıca tanınmış'' şeklinde konuştu.

Futbola mali kural çalışır mı?

UEFA 2004 yılında "UEFA Kriterleri" adı altında yayınlayıp, 53 ülke federasyonuna bu  Lisanslama Kriterlerini gönderdiğinde, o günün koşullarında bu kriterleri uygulamanın çok da kolay olamayacağı lokal Federasyonlarda tartışılmaktaydı. Hatta bazı Federasyonlar 2008 yılına kadar kulüplerini bu değişen yaşama adapte edebilmek için ilave süreler bile aldılar. Ancak sistem UEFA'ya gidecek takımlar için çalıştırıldıysa da, UEFA organizasyonlarına katılmayan kulüpler için çalıştırılmadı. Bu nedenle de her yıl Turkcell Süper lig'de lisans alan ortalama kulüp sayısı altıyı geçmedi. Oysa bu seneden itibaren artık sadece UEFA'ya gitmek için değil, aynı zamanda Turkcell Süper Lig'de ve diğer profesyonel liglerde mücadele edebilmek için de bu kriterlerin yerine getirilerek lisans alınması bir zorunluluk haline getiriliyor.

Finansal fair play uygulaması ne zaman hayata geçirilecek?

UEFA'nın 2009 yılında yönetim kurulundan geçirerek, 2012-13 sezonundan itibaren uygulamaya almayı planladığı "Finansal Fair-Play" uygulamasıyla kulüpler; 1) Gelirlerinden daha fazla harcama yapamayacaklar, 2)Kulüp yöneticilerinden, başkanlardan ve diğer futbol dışı kurum ya da kişilerden alınan fonların kaynaklarına iade edilmesi amaçlanmaktaydı. Ancak daha sonra başta İngiliz kulüpleri olmak üzere bazı üst düzey lig takımlarının itirazları üzerine bu uygulamanın başlaması 2012-13 sezonu yerine  2014-15 sezonuna  kaydırıldı.  Bu amaçla Türkiye Futbol Federasyonu'nun da bu kriterlere kulüplerimizi uyarlaması gerekiyor.

Kulüpler mali kriterlere uyacak durumdalar mı?

Kulüplerin mali kriterlere uyabilecek konumda olduklarını bugünden söylemek çok zor. Kısa süre içinde mali disiplinin sağlanarak harcamaların kontrol altına alınması, denk bütçe uygulamasına geçilmesi, gelirlerin yüzde yetmişinden daha fazla harcamaya yönelinmemesi, transfer harcamalarında kulüp bütçesinin bir buçuk katının aşılmaması, kulüplerin şeffaf, hesap verebilir, denetlenebilir bir yönetsel yapıya kavuşturulması kulüplerimizi bu yapıya uymada gerçekten zorlayacakmış gibi görünüyor.

Ancak ne olursa olsun bu yapılanmanın içine de bir an önce girmek gerekiyor.

Sonuçta,

Makro ekonomide harcamaların ve borçlanmanın disiplin ve kontrol altına alınarak, bütçe açıklarının azaltılıp  bazı makro dengesizliklerin önüne geçilmeye çalışılması  ne kadar önemli ise, futbolda da kaynakları verimli kullanmayan, gelirlerinin çok üzerinde gider yaparak aşırı borçlanmaya yönelen kulüplerimizin rekabet güçlerini koruyabilmek için bu kuralın hayata geçirilmesi çok önemlidir. Bu amaçla Federasyonu böylesi bir karar alma ve uygulamaya gitmesi nedeniyle tebrik etmek gerekiyor. Ancak bu işin ne kadar zor ve uzun bir yol olduğunu da hep birlikte yaşayarak göreceğiz. Federasyonun burada çok dik durması ve eşitlik ilkesine göre hareket etmesi, uygulamanın başarısı açısından yaşamsal bir öneme sahip. Bu kararların hayata geçirilmesinin  orta ve uzun vadede Türk futboluna çok yararlı olacağını, rekabetçi dengeyi yükselterek  Türk futbolunun kalitesini ve marka değerini artıracağını düşünüyorum.

Bu uygulamaya yönelik gördüğüm eksiklik ve bazı aksaklıkları da önümüzdeki hafta bu sütunlarda ve www.futbolekonomi.com  'da yazmaya devam edeceğim.

http://www.dunyagazetesi.com.tr/tugrul-aksar_109_0_yazar.html
Feel the Difference, Feel the Excellence
Yukarı
tatar ilker Liste gör
Usta Yazar


Tatar İlker
Yaş: 41
Katılım: 30/Tem/2007
Yer: Istanbul
Online Durum: Offline
Mesajlar: 2637
  Alıntı tatar ilker Alıntı  CevaplaCevapla Direct Link To This Post Tarih: 05/Tem/2010 saat 14:37
Transfer nasıl yapılma(ma)lı?

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
taksar@gmail.com

05.07.2010 - 08:47

Transfer taraftarı uyutan bir illüzyon mu yoksa?

Her sezon bitiminde futbol düşkünleri için yeni ve heyecanlı bir dönem başlar. Bu heyecanlı bekleyişin ana nedeni ise "Transfer"dir. Taraftarın dört gözle beklediği transfer haberleri gazetelerin manşetlerinden okuyucuya servis edilirken, taraftar çok da kendisine sunulan bu haberlerin doğruluğunu irdeleme ihtiyacı hissetmez. Çünkü bu haberlerin önemli bir kısmının gerçek olmadığının bilincindedir ancak yine debu haberleri görmek ve rüya yıldızların takımının kadrolarını süsleyeceğini düşünmek ona tarifi mümkün olmayan bir keyif verir. Rüya görür hülya kurar. Hatta yapılmayan transferlerden mutsuz bile olmaz.

Transferin taraftarı böylesine mest edici ve uyuşturucu bir özelliği vardır ki, takımlarımız bunu ne yazık ki çok iyi kullanıyorlar. Ortaya atılan ya da gazete sayfalarına düşen sayısız futbolcu transferinin nasıl gerçekleşeceği ise ayrı bir muammadır. Adı geçen oyuncuların hangi bütçeye, kaç paraya, nasıl ve şekilde satın alınacağı üzerinde çok da durulmaz. Oysa bu, taraftarın rüyadan uyanması için çalar saatin zilidir, ne var ki, yine de taraftar bu haberleri tüketmeye devam eder. İşte bu tüketim doğal olarak kendi ekonomisini de beraberinde getiriyor.

Toz duman bulutu içinde takımlarımız transfer mevsimini açarlar ve bir önceki senenin gerisinde kalmadan transfer dönemini tamamlamaya çalışırlar.

İşte küplerimiz transfer mevsimini bu sene de hızlı açtı. Tüm kulüpler gereksinimi olan mevkilerine oyuncu transfer etmeye çalışıyor ve inanılmaz paralar harcıyorlar. Gün geçmiyor ki, gazetelerimizin manşetlerini transfer bombaları süslemesin…

Transfer borsasına Dünya Kupası'nın etkisi henüz yansımadı. Şüphesiz ki, Dünya Kupası sonrası transfer piyasası daha da hareketlenecek.

Transfer mevsiminde harcanan paralar transferin tozunu attırıp okuyucuya ulaştırılırken, ben de gayri ihtiyari bu değirmenin suyunun nereden geldiğini araştırmak istedim. Sadece transfere harcanan parayı araştırmak değil amacım, kulüplerimizin transferleri hangi mantık ve bütçe ile yaptıklarını da incelemek, irdelemek.

Bunu incelerken aslında kulüplerimiz nasıl transfer yapmamaları gerektiğini bir kez daha görmüş oldum.

Yapılan transferler önemli bütçeler gerektiriyor. Bu bütçeler nereden ve nasıl sağlanıyor, nasıl finanse ediliyor? İşin finansal kısmı bir yana, kulüplerin transfer ettikleri oyuncular ne ölçüde onların dertlerine çare olacak? Transfer edilen oyuncu yeni takımında ortaya ne performans koyacak? Hayal kırıklığı mı yaratacak yoksa yeni ufuklar mı açacak?

İşte biz bu sütunlarda bu sorulara yanıt bulmaya çalışacağız…

Her gün bir gazetede bir transfer haberiyle karşılaşıyoruz. Bunları olağan karşılamak gerekiyor ama transfere harcanan paralar, içinde yaşadığımız küresel kriz ortamında gerçekten düşündürücü…transfere harcanan milyonlarca Euro, akla bu paraların nasıl ödeneceğini sorusunu da beraberinde getiriyor. Gerçekten de hiçbir fayda maliyet analizi yapılmadan ve finansman kaynağı bulunmadan transfere oluk gibi akıtılan bu paralar, kulüplerimizin başını fena ağrıtacak gibi görünüyor.

Bu çılgınlık sadece ülkemizde değil, aynı zamanda Avrupa'da da devam ediyor. Ancak şu anda Avrupa'da transfer hareketi Dünya Kupası yüzünden geçen yıla göre biraz sönük gidiyor. Aslında geçen yaz Real Madrid ile başlayan hızlı transfer dönemi, geçen yıl daha hareketliydi. 2009/10 sezonunda daha çok Avrupa kulübü transfere para harcamış ve daha çok futbolcu sirkülasyonu olmuştu. Bu sene transferin birkaç kulüp ve futbolcu dışında çok hareketli geçmemesinde şüphesiz ki, ekonomik krizin olduğu kadar Dünya Kupası'nın da büyük etkisi bulunuyor.

İki yeni kitap ve transfer konusuna iki farklı yaklaşım

Transfer konusunu gündemime alırken size iki yeni kitaptan bazı önemli tespitler aktararak yazıma devam etmek istiyorum. Bunlardan ilki, "Soccernomics", diğeri ise "Futbolun Ekonomi Politiği". İzninizle kitapları burada kısaca sizlere tanıtmak istiyorum.

"Soccernomics", ünlü futbol ekonomisti Prof. Dr. Stefan Syzmanski ile çok popüler gazeteci Simon Kuper'in birlikte kaleme aldıkları bir kitap. Bu kitap bu ay içinde İthaki yayınlarından "Futbolun Şifreleri" başlığıyla yayımlandı. Akıcı dili ve konulara yaklaşımı ile okuması çok kolay, futbola hayranlık uyandıran güzel ve yararlı bir çalışma… Bu çalışmanın ele aldığı konulara istatistiksel yaklaşımı gözünüzü korkutmasın, kitap gerçekten bir çok önemli konuya cesurca ve keyifle yaklaşmış.İlginç yaklaşımlar sergilemiş ve daha şimdiden bir başucu kitabı olmaya aday bir kitap…

İkinci kitap ise ben denize ait… Haziran ayı içinde Literatür yayınları tarafından basılan "Futbolun Ekonomi Politiği"… Futbolun sadece paraya dönüşen bir show business olmadığını, rekabetin içinde önemli politik dinamiklere yer vererek, çoğu önemli ve güncel konuyu sizlere sunuyor. Özellikle futbolun küresel ekonominin krize girmesiyle birlikte karşılaştığı sorunlar, yönetim ve rekabet dengesi ile Futbolun ekonomisi ve politiği üzerine temel konular bu kitapta yer alıyor…

Ancak biz bu kitapların özellikle transfere ilişkin bölümlerinde yer alan ilginç olduğu kadar çarpıcı tespitlerle konumuza kaldığımız yerden devam edelim.

Transfer Piyasasındaki Sistemik hatalar

"Futbolda transfer işi başlı başına incelenmesi gereken bir olgu. Avrupa kulüpleri her yıl birbirlerine transfer ücreti olarak 1-2 milyar dolar arası para ödüyor. Ancak bu paranın büyük bir kısmı yanlış transferlerle çarçur ediliyor." (Futbolun Şifreleri, sh. 79).

Transfer piyasasında boşa harcanan paralar ciddi bir savurganlık yaratıyor ve verimsizliğe yol açıyor. Bu savurganlığa neden olan sistemik transfer yanlışları olarak karşımıza çok farklı ögeler çıkmakla birlikte bunların içinde en önemlileri:

1.Yeni teknik direktörün takımına damgasını vurmak için yaptığı transferler.Acaba şu sırada Beşiktaş'a yeni gelen Schuster de bu taktiği izliyor olabilir mi? Ne dersiniz?

2.Dünya Kupası veya Avrupa Şampiyonası'nda yıldızı parlayan oyuculara asıl değerlerinden daha yüksek meblağlar ödenmesi. (Bir oyuncu almanın en kötü zamanı, yaz aylarında büyük bir turnuvada parlak bir performans gösterdiği dönemdir.)

3.Bazı milletlerin oyuncularına asıl değerlerinden daha fazla tutarlar ödenmesi. (Kulüpler daha revaçta olan futbol ülkelerinden gelen oyunculara daha fazla para öderler. Özellikle Brezilyalı, Hollandalı, Fransız oyuncular için her zaman daha çok transfer ücreti/bonservis bedeli ödenir.)

4.Emekliliğinin sonuna gelmiş, sadece paranın konsantrasyonu ve motivasyonuyla ayakta kalan eski popüler oyuncuların yüksek ücretlere transfer edilmesi. (Bu konuda tüm takımlarımız ne yazık ki çok büyük hatalar içindeler. )

Doğru transfer için fırsatlar

1.Transfer piyasasında altın kural bir futbolcuyu değerini bulduğunda satmaktır. Formunun zirvesine çıkmış, yaşı ilerlemeye yüz tutmuş, tam olgunluk çağında ancak hala takım için iş yapan oyunculara talip çıktığında hemen satmak, transferin altın kuralı olarak karşımıza çıkıyor. (Acaba Galatasaray Arda'yı böylesi bir konjonktürü yakaladığında satsaydı çok daha mı fazla para kazanırdı? Ne dersiniz?)

2.Sorunlu ama yetenekli futbolcuyu ucuza al, rehabilite et ve değerini bulduğunda sat…(Bu konuda Avrupa'da ve ülkemizde bir çok örnekle karşılaşabiliriz. Örneğin, Beşiktaş'ın asi ve sorunlu, ancak yetenekli oyuncusu Batuhan'a bu kapsamda yaklaşabilir miyiz? Beşiktaş bu fırsatı daha iyi değerlendirebilir miydi acaba?

3.Her zaman başkalarının görmediği oyuncuları sapta, onları izle, çok genç yaşta atın al, hatta memleketlerinden ailesiyle birlikte onu kulübe getir, öğrenimini karşıla, ailesine destek ol. (Barcelona'nın bugün ele avuca sığmayan süper bücürü Messi'nin Arjantin'den daha onüç yaşındayken İspanya'ya getirilip, kulübe kazandırılması buna çok tipik örnektir. Bizde ise daha birkaç yıl öncesine kadar geleceğin Maradonası olarak gösterilen ve Barcelona'ya gideceği konuşulan Beşiktaşlı küçük Muhammet acaba şimdi nerde, ne yapıyor? Neden bir Messi olamayacak?)

4.Arsenal'de Arsen Wenger'in gösterdiği cesareti göster. Gerekirse yetenekli "çocuklar"dan kurulu bir takımla mücadele etmeyi göze al.

5.Kesinlikle scouting (Futbolcu izleme-değerlendirme) uygulamasının kulüplerde hayata geçirilmesi ve bu şekilde daha çok genç yaşta, değişik iklimlerdeki oyuncuların takıma kazandırılması.

Transferde O.Lyon kuralları

O.Lyon daha bundan on yıl öncesine kadar 10 milyon Euro bütçesi ve sıradan bir ikinci lig takımıyken, bugün piyasa değeri 200 milyon Euro'ya bütçesi 300 milyon Euro'ya ulaşan, Fransız Lig 1'i üst üste sekiz kez kazanan ve Şampiyonlar Ligi'nde hemen hemen her yıl ortalama en az çeyrek final oynayan bir takım nasıl oldu da bu noktaya geldi?

İşte bu sorulara yanıtlar, futbolun şifrelerinde detayıyla yer alıyor. Şimdi kısaca bunların üzerinde duralım.

1.Kitlelerin erdemlerinden yararlan… Bu teori tamamen Olympique Lyonnais (Olimpik Lyon) damgasını taşıyor. O.Lyon'un efsane başkanı Aulas'a göre, farklı görüşteki insanları bir araya getirerek, onların görüşlerinden bir uzlaşmaya ve en iyi fikre ulaşmak, tek bir uzmanı dinleyerek yapılan transferden daha iyi ve isabetlidir.

2.Bir başka O.Lyon kuralı ise: Bir oyuncunun alınacağı en iyi dönem, yirmili yaşların başıdır. Genelde 20-22 yaşları arasında üniversitede okuyan veya lisede öğrenim gören oyuncular transferde çok avantajlıdır.

3.Özellikle ümit milli ve 17 yaş altında oyuncuların oynadığı turnuvaları sıkı takip et ve yetenekli oyuncuları hemen ikna edip, takımın kadrosuna kat.

4.Yabancı transferlerin yerleşmesine ve adaptasyonuna özel önem ver. Onların yanına onları anlayacak menejerler ver. Sorunlarını hallet.

5.Eğer bir kulüp bir oyuncunuza değerinden fazla para ödüyorsa, oyuncuyu hemen sat. O.Lyon başkanı Aulas'a göre "oyuncu almak ve satmak, futbol performansını geliştirmekle ilgili bir şey değil. Bu büyük bir kar elde edilen ticari bir aktivite" (Futbolun Şifreleri, sh.108)

Transferin nasıl ve ne şekilde yapılması gerektiğini Futbolun Şifreleri isimli kitaptan aldığımız bilgi ve ip uçlarıyla zenginleştirerek sizlerle paylaştık. Paranız olsa bile transfer yapmak gerçekten meşakkatli bir iştir. Ancak tüm bu sıkıntıların sonucunda bir fiyasko ile de karşılaşma olasılığı her zaman mevcut…bunu da göz ardı etmemek gerekiyor.

Peki transferin ekonomisi nasıl çalışacak? Transfer için ne kadar bütçe ayırıyoruz ve bütçeye uyuyor muyuz?

Transferin Ekonomi Politiği

Transferin teknik, taktik ve yönetsel ip uçları üzerinde yukarıda kısaca durduk. Peki bu işin ekonomini nasıl ayarlamak gerekiyor?

UEFA'nın en son almış olduğu "Finansal fair Play" kararları doğrultusunda, artık bir futbol kulübü gelirinin üzerinde gider yapamayacak ve futbol dışı fonları futbolda kullanamayacak…

Ülkemizde de Türkiye Futbol Federasyonu'nun en son aldığı mali kararlar çerçevesinde de bir futbol kulübünün transfere harcayacağı tutar, bütçesinin 1.5 katından fazla olamayacak…

Transferin ekonomisi ve politikasına ilişkin benim kaleme aldığım ve literatür yayınlarından çıkan Futbolun Ekonomi Politiği isimli kitabımızda bu konuya bir bölüm ayırmış durumdayız.

Son beş yılda transfere ne kadar harcadık?

Turkcell Süper Lig'de son beş yılın transferine ilişkin hazırladığımız tablo aşağıda dikkatlerinize sunuluyor. Söz konusu tabloya göre Türkcell Süper Lig son beş yılda toplam 310 milyon 791 bin Euroluk transfer harcaması gerçekleştirmiş. 2009/10 sezonu yapılan transfer harcamaları 31,4 milyon euroya ulaşırken; son beş yıllık süreçte en fazla transfer harcamasının yapıldığı sezon olarak karşımıza 2008/09 sezonu çıkıyor. Bu dönemde TSL ekipleri toplam 102 milyon 643 bin TL'lık transfer gideri yapmışlar ve bir rekora imza atmışlar. 2008 yılı futbol pastamızın büyüklüğü dikkate alındığında bu tutar, toplam büyüklüğün %21'ine karşılık geliyor.

Yine aynı tablo bize son beş yıllık süre içinde TSL ekiplerinin yapmış oldukları toplam 310 milyon 791 bin Euroluk transfer harcaması karşılığında, oyuncu satımından sadece 84 milyon Euroluk bir transfer geliri elde ettiklerini; buna göre net 226 milyon 715 bin Euro cari transfer açığına yer verdiklerini; TSL'nin ithal ettiği oyuncuların dışsatımından para kazanamadığını (yani net borçlanmak durumunda kaldığını) gösteriyor.

Bu süreçte yabancı oyuncu transferine giden toplam tutar 178 milyon euroya ulaşmış durumda. Bu tutar ise transfer açığımızın yüzde 79'unu oluşturuyor.

 Turkcell Süper Lig ekiplerinin son beş yıllık transfer harcamaları ve gelirleri konsolide açık tablosu (Bin Euro)

  2009/10 2008/09 2007/08 2007/06 2006/05 Son Beş yıl

  Gelir  Gider Gelir  Gider Gelir  Gider Gelir  Gider Gelir  Gider Gelir Toplamı Gider Toplamı

  4.681 -31.447 9.165 -102.643 24.628 -51.386 31.280 -77.872 14.322 -47.443 84.076 -310.791

Net açık -26.766 -93.478 -26.758 -46.592 -33.121 -226.715

Yukarıdaki tablodan çıkan genel sonuçlar:

1.TSL transferde net borçlu bir lig. Yani transfer gelirleri, transfer giderlerini karşılamakta yetersiz kalıyor.

2.Transferde ithalatçı bir yapımız var. Oyuncu dışsatım gelirlerimiz, giderlerimizin sadece üçte biri kadar (%27). Yani transfer bütçemizin üçte ikisini transfer harcamaları oluştururken; transfer gelirlerimiz bütçenin sadece üçte birine yakın bir kısmını oluşturuyor.

3.Transferde net borçlu olmak, kulüplerimizde önemli finansal sorunları beraberinde getiriyor. Transfer gelir ve gider dengesindeki, gider fazlası durumu, süreç içinde kulüplerin borçlanmalarını artırıyor.

4.Bu kapsamda kulüplerimizin son beş yılda transfer açıklarının 226.7 milyo euroya ulaşması, kulüplerimizin transfer finansmanında yabancı kaynağa yöneldiğini ortaya koyuyor.

5.Son beş yılda kulüplerimiz yabancı oyuncu transferine toplam 226,7 milyon euro para harcamış durumda.

6.Kulüplerimiz genelde transfer ettikleri yabancı oyuncuları tekrar nakde dönüştüremediklerinden, (son sahibi olduklarından) transfer gelir ve giderleri arasındaki farkın, giderler lehine daha da açılmasına neden oluyor.

7.Transferde net açığın yıllar itibariyle giderek büyümesi, kulüplerin finansman ihtiyaçlarının artmasına yol açıyor. (Bu dinamik kulüplerimizin sürdürebilecekleri bir durum değildir.)

8.Kulüplerimizin sağlıklı ve sürdürülebilir bir transfer bütçesi yönetimi sergilemediklerini, artan cari açıktan gözlemliyoruz.

9.Ülkemizde transfer ekonomisi, doğal olarak futbol pastasının büyümesine yol açmakla birlikte; futbol ekonomimizdeki toplam borçluluk oranının yükselmesine; net borçluluğun artmasına neden olmaktadır. Yani kulüplerin net borçlulukları giderek artmaktadır.

Sonuçta; transfer ekonomisinde kulüplerimizin futbol gelirlerini ve kıt olan kaynaklarını verimli ve karlı kullanamadıklarını; bu nedenle transferin futbol ekonomisine sağlayacağı marjinal katkının giderek azaldığını gözlemliyoruz. Yani transfer ekonomisinin futbol ekonomisine sağladığı toplam fayda, katlanılan toplam maliyetin altında kaldığından bu süreç,kulüplerin net borçluluğunu artırıcı bir etki yaratmaktadır. Bu durum ise, zaman içinde transfer ekonomisinin futbol ekonomisine olan katkısını negatife dönderebilecektir. Çünkü, artan transfer maliyetleri nedeniyle giderek büyüyen kümüle transfer zararları (açıkları) süreç içinde kulüplerin aktiflerini zayıflatacağı için rekabet güçlerini de geriletebilecekir.

Transferde üç büyüklerin yıkılmaz egemenliği

TSL'nin sportif, iktisadi ve mali egemenliğini elinde bulunduran Üç Büyükler aynı zamanda transferi de domine ediyor.

Yıllar itibariyle Üç büyüklerin transfer harcamalarını ve bunların TSL'nin toplam transfer harcamaları içindeki paylarını gösteren aşağıdaki tablo bize burada da, İstanbul triosu lehine amansız ve haksız bir rekabetin olduğunu ortaya koyuyor. Üç Büyükler, son beş yılda toplam 205 milyon Euroluk bir transfer harcaması yapmışlar. Aynı dönemde TSL'nin yapmış olduğu kümüle transfer harcamaları ise 333 milyon 44 bin Euro olarak gerçekleşmiş. Buna göre toplam transfer harcamaları içinde üç büyüklerin payı %62'ye ulaşmış durumda. Yani 18 takımın bulunduğu Süper Lig transfer bütçesinin %62'si Üç büyüklere gitmiş.Diğer 15 takımın toplam transfer bütçesinden aldığı pay ise %38'te kalmış.

Süper Lig pahalı transfer yapıyor

Bir başka farklı konu da transfer harcamalarının, takımın piyasa değerinin gelişimine ve sportif performansına ne kadar katkıda bulunduğu konusudur. Olaya bu açıdan bakıldığında Süper Ligimizin bu konuda çok yol alamadığını gözlemliyoruz. Özellikle kariyerinin sonuna; yeteneklerinin sınırına gelmiş, sakat ve çoğu zaman da yaşlı futbolcuların TSL'ne transferi, kıt kaynaklarımızın heba olup gitmesine neden olmaktadır.

Transfer gelirlerimizin giderlerimizle kıyaslanmayacak kadar düşük kalması, zaman içinde futbol kulüplerimizin finansal bir darboğaza ve sıkıntı içine girmesine neden oluyor. Yani transfer ettiğimiz oyuncuların son sahibi olmak; onları yeni pazarlara satamamak transferlerin hem pahalı yapıldığının (paraya tahvil edilemeyen her şey, son kullanıcı için her zaman çok pahalıdır), hem de kaynaklarımızın yerli yerinde kullanılmadığının bir göstergesi...

Bu anlamda baktığımızda Süper lig'in transfer politikası "pahalı bir transfer politikası" olarak karşımıza çıkıyor. Bu sürdürülebilir ve kabul edilebilir bir yapı olmaktan ne yazık ki çok uzak görünüyor. Bu yükün altından kalkabilen kulüp sayısı da Avrupa dahil çok az görünüyor.

Sonuç

Bugün gelinen noktada TSL önemli bir parasal büyüklüğe ve piyasa değerine ulaşmış durumda. Bu süreç içinde futbol kulüplerimizin gelirleri ve giderlerinde önemli artışlar yaşandığı görülüyor. Gelirlerde yaşanılan bu artış en çok transfer harcamalarının artmasına neden oldu. Kendi içinde bakıldığında normal olarak değerlendirilecek bu durumun, doğal sonucunun da sportif performans olması beklenir. Özellikle günümüz endüstriyel futbolunda sportif performansın mali performansa, mali performansın da tekrar sportif performansa dönüşmesi kulübün orta ve uzun vadeli geleceği açısından çok önemlidir. Çünkü bu süreç içinde takımın piyasa değeri ve buna bağlı olarak ta futbol gelirlerinin büyümesi sağlanmış olur. Bu kapsamda olaya bakıldığında TSL'nin parasal gelirlerinde önemli artışlar kaydedilmiş olmakla birlikte; sportif performansta istenilen noktaya gelinememesi, süreç içinde önemli sıkıntılara yol açabilir. Çünkü, borca dayalı bir büyüme modeliyle futbolumuzun finansmanının sağlamaya çalışıyoruz. Bu başarı döngüsü içinde mali performans sportif performansı getirmezse, kulüplerimiz önemli finansal sıkıntılara katlanmak durumunda kalıyor. Bu bağlamda kulüplerimizin yapmış olduğu transfer harcamaları bugünkü yapısıyla sürdürülebilir bir dinamik olarak görünmüyor. Naklen yayın gelirlerinin neredeyse tamamı bugün transfere harcanıyor ve kulüplerimiz isabet yüzdesi düşük çok pahalı/maliyetli transferler yapıyor. İçinde bulunduğumuz ekonomik konjonktürün olumsuz etkisi de dikkate alındığında; elimizdeki kıt kaynakları çok etkin ve verimli kullanmak durumundayız. Oysa bugünkü uygulama tam anlamıyla bir transfer çılgınlığına doğru yol alıyor. Fayda maliyet analizinin yapılmadığı; kurumsal yönetişim temelinde varlık ve risk yönetiminin gerçekleştirilemediği futbolumuzda, içinde soluklandığımız dinamikler sürdürülebilir dinamikler değildir. Yapılan transfer çılgınlıklarının logolu ürün satımı, reklam ve sponsorluk geliri gibi gelirlere çıkartılabileceği savı da çok gerçekçi görünmemektedir. Nitekim, bu sorun aynı zamanda UEFA'nın da gündemindedir. UEFA Başkanı Michel Platini, her platformda futbol kulüplerinin abartılı derecede yüksek transfer harcamalarının önünü geçmek istediklerini belirterek, "Önümüzdeki 2-3 yıl içerisinde getireceğimiz sıkı finansal düzenlemelerle futboldaki bu büyük harcama alemine de son verileceğini" dile getiriyor.

Transfer ekonomisi çok sağlıklı ve sıkı kontrollerle yürütülmesi gereken bir ekonomidir. Bu konuda yapılacak yanlışlıklar, otomatikman kulüplerimizi etkileyecektir. Burada yapılacak hatalı uygulamalar, bir yandan kıt kaynakların heba edilmesini gündeme gelirken; diğer taraftan yetenek havuzumuzdaki gençlerimizin önlerinin kesilmesine de neden oluyor.

Özellikle yanlış transferleri en aza indirebilecek scouting uygulamasının kulüplerimizde olmayışı; bu işe gerekli kaynağın ayrılmaması, bizleri çok daha büyük maliyetlere katlanmak durumunda bırakıyor. Federasyon tarafından bir zorunluluk olarak Bu uygulamanın kulüplerin bütçeleri içinde yer alması sağlanmalıdır.

http://www.dunyagazetesi.com.tr/tugrul-aksar_109_0_yazar.html
Feel the Difference, Feel the Excellence
Yukarı
tatar ilker Liste gör
Usta Yazar


Tatar İlker
Yaş: 41
Katılım: 30/Tem/2007
Yer: Istanbul
Online Durum: Offline
Mesajlar: 2637
  Alıntı tatar ilker Alıntı  CevaplaCevapla Direct Link To This Post Tarih: 12/Tem/2010 saat 09:12
Ne olacak bu Avrupa futbolunun hali?

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
taksar@gmail.com

12.07.2010 - 09:01

Tanıl Bora'nın dediği gibi "Dünya Kupası futbolun Ramazan'ı" ve bu Ramazan siz bu yazıyı okuduğunuzda bitmiş, kupa da sahibini çoktan bulmuş olacak. Kıran kırana bir mücadele sonucunda kupaya uzanacak takım ister Hollanda, isterse İspanya olsun bir ilk gerçekleşmiş olacak. Futbol tarihlerinde ilk defa bu takımlardan birisi şampiyon olmuş olacak.

Hollanda bugüne kadar iki kez final oynayıp kaybetse de, bu kez portakallar ilk defa ev sahibi bir ülkeye karşı oynamayacaklar. Hollandalılar 1988 yılında Eurocup'ı kazanırlarken, bugüne kadar üç kez de finale yükselme başarısı gösterdiler. 1974, 1978 ve son olarak ta 2010. 1974'te ev sahibi Almanya'ya, 1978'te de yine ev sahibi Arjantin'e karşı finalde kaybeden Hollanda Milli Takımı bu kez işi sıkı tutmaya çalışacak. 1970'lerde üstün bir performans ortaya koyan Hollanda futbolu aynı zamanda Total futbolu da, futbol oyun anlayışı ve sistemine armağan eden bir ülke…

İspanya ise bugüne kadar en iyi performans olarak yarı finali görmüş bir ülke. 1950 Dünya Kupası'nda dördüncü olan İspanya bugüne kadar tam on üç kez Dünya Kupası elemelerine katılabilme başarısı göstermiş. Ancak 2010 Dünya Kupası'na kadar çok önemli bir başarıya ulaşamamışlar. 2008 yılında Avrupa Futbol Şampiyonası'nda kupayı müzesine götüren İspanyollar şu an Dünya kupasını da evlerine götürebilme şansına sahip olacaklar.

İki farklı sistem sahibi ve futbol anlayışına sahip iki değişik milli takımın mücadelesine tanık olacağız. Bir yandan sürekli futbolcu üretip bunu yurtdışına ihraç eden ve bundan çok önemli futbol geliri elde eden bir ülke, diğer taraftan borç yükü altında olmakla birlikte dünyanın en ünlü takımları ve oyuncularına sahip, futbolcu ithalatının çok önemli boyutlara geldiği bir İspanya'yı izleyeceğiz.

Bugüne kadar ortaya konan futbol, saha içindeki oyun anlayışı, fizik kondüsyon, taktik ve teknik olarak İspanya'nın ağır bastığı final maçı öncesinde Hollanda'nın tecrübesi ve final motivasyonu onları da kupaya ortak edecek gibi görünüyor. Ancak İspanya'nın turnuvanın en iyi pas yapan ve organize olan ekibi olması, istediklerinde tempoyu artırıp düşürebilmeleri, dar alanda olağanüstü yetkinlikte top oynamaları ve birbirlerini çok iyi tanıyan ve bir makine dişlisi düzeninde doksan dakika boyunca aynı kalitede oyunu zorlayabilmeleri ve turnuvanın en favori takımlarından Almanya'yı adeta sürklase ederek elemeleri onları Hollanda karşısında bir adım öne çıkartıyor.

Dünya Kupası boyunca futbolun hep güzel yanına yönelik yazılar yazmak istedim. İç karartıcı yazıları sizlerle paylaşmaktan, kötü haberleri sizlere aktarmaktan uzak durmaya çalıştım ama ne yazık ki, hayatın acı gerçeğinin önüne geçilemiyor. Bir yandan Güney Afrika'daki futbol şöleni devam ederken, diğer taraftan futbola ilişkin kötü haberler medyada kendisine yer bulmaya devam ediyor. Bu yüzden yazımızın başlığı biraz arabesk oldu.

Geçen haftanın en iç karartıcı haberlerinden ikisini sizlerle kısaca paylaşmak istiyorum.

Barcelona oyuncuların ücretlerini ödemek için kredi arıyor!

Bu haberlerden ilki Avrupa'nın ve Dünyanın en büyük ve en iyi kulüplerinden Barcelona ile ilgiliydi. Medyaya düşen son haberlere göre Barcelona oyuncularının maaş ve ücretlerini ödeyebilmek için borç arayışına çıkmıştı. www.futbolekonomi.com'un BBC'den aktardığı habere göre: " La Porta'dan sonra koltuğu devir alan Barcelona'nın yeni başkanı Sandro Rosell, kulübün sanıldığı gibi bir zenginlik ve nakit bolluğu içinde olmadığını; likidite sıkıntısı çeken kulübün acilen oyuncuların 145 milyon Euro'ya'e ulaşan ücret ve maaşlarını ödeyebilmek için nakit paraya ihtiyacı bulunduğunu ve bu amaçla banka kredisi arayışına girdiklerini; şu anda tüm ümitlerinin Shakhtar Donetsk'e satılan Dmitro Chygrynskiy'den ve Manchester City'e satılan Fildişili oyuncu Yaya Toure'den gelecek toplam 50 milyon Euro'ya bağlı olduğunu; her ne kadar kulüp kendi faaliyetlerinden gelir yaratabiliyor olsa da taze nakit paraya ihtiyaçlarının olduğunu ve bankalara bu borçlanmaya ilişkin iş planlarını sunduklarını, şimdilik durumun kontrol altında tutulduğunu" ifade ediyordu.

46 yaşındaki Katalan işadamı Rosell katıldığı bir konferansta gerçekleri dile getirdi. Deloitte'un rakamlarına göre Barselona'nın 20008/09 gelirleri 365.9 milyon, borcu ise 437.8 milyon Euro… Rosell 2009/10 sezonunda bu gelirlerin 445 milyon Euro'ya yükseldiğini ifade ediyor. Ancak Barcelona'nın bu sezon Valencia'dan David Villa'yı satın alması ve Arsenal'dan da Fabregas'ı takıma dahil edebilmesi için kulübün ilave 90 milyon Euro daha para bulması gerekiyor. Bu transferlere bağlı olarak kulübün borçlanması da daha şimdiden 490 milyon Euro'ya yükseldi. 

İkinci finansal kriz haberi de İtalyanların en zengin ve en popüler kulüplerinden birisi olan Roma'dan geldi.

Roma kulubü Satıldı

İtalyan futbol devi ve Deloitte'un en zengin 20 kulüp sıralamasında 146.4 milyon Euro'luk geliriyle 12'nci sırada kendisine yer bulan Roma kulübüyle ilgili www.futbolekonomi.com 'da çıkan haberi aşağıya olduğu gibi alıyoruz.

İtalyan futbol devi AS Roma'yı 17 yıldır elinde tutan, Italpetroli'nin sahibi Sensi Ailesi, içine girdiği borç batağından kurtulamayınca kulübü borçlu olduğu Unicredit Banca di Roma'ya devretmek zorunda kaldı. Bir alıcı çıkana kadar Rosella Sensi'nin kulübün yönetimini sürdürmesine karar verildi.

Rosella Sensi, AS Roma'yı 1993 yılında satın alan babası Franco Sensi'nin ölümünden sonra mali kriz içindeki kulübün yönetimini devraldı. Sensi, 2 yıllık başkanlık süresince kulübü krizden kurtarabilmenin yollarını aradı. Sensi, kemer sıkma politikası başlatarak, mali durumu biraz rahatlatsa da 325 milyon Euro'yu bulan borç batağından çıkamadı.

Sensi Ailesi'ne ait olan Italpetroli'nin yüzde 100 hissesine sahip olduğu AS Roma'nın satışıyla ilgili alıcılarla görüşmeye başlamıştı.

Ünlü yatırımcı George Soros ve Emirates Grup'un kulübe talip olduğu söylentileri ortalıkta dolaşırken Italpetroli, kredi borcunu ödeyemediği Unicredit Banca di Roma'yla masaya oturdu. Dün akşam geç saatlerde başlayan toplantı sonunda kulübün bankaya devredildiği açıklandı.

230 Milyon Euro karşılığında kulübü devrettiği belirtilen Italpetroli, grup bünyesinde bulunan bazı gayrimenkulleri de bankaya vermek zorunda kaldı. Unicredit'in CEO Yardımcısı Paolo Fiorentino, toplantı sonrası yaptığı açıklamada, şirket ve banka arasında imzalanan anlaşma gereği bir alıcı bulunana kadar Rosella Sensi'nin Roma Kulübü başkanlığını sürdürmesine karar verildiğini söyledi.

Kısacası Avrupa'nın iki devi Roma ve Barcelona mali anlamda önemli sıkıntı içinde görünüyor. Bu iki üst düzey kulübün çok ciddi nakit sıkıntısı çekmesinin temelinde aşağıda dile getireceğimiz genel ve konular yatıyor.

Avrupa futbolu borç batağında 

Dünya Kupası finalini iki Avrupalı'nın oynaması ve yarı finalde üç Avrupa ülkesinin bulunması, bir kez daha dünya futbolunun patronunun Avrupa olduğunu bize gösterdi.

Gerçekten de sportif performans ve sahip olduğu Şampiyonlar Ligi gibi bir organizasyon ile endüstriyel futbolun göz bebeği konumundaki Avrupa futbolu ne yazık ki, inanılmaz bir borç batağı içinde yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Gün geçmiyor ki Avrupalı kulüplere ilişkin bir borç, bir iflas haberini medyadan görmeyelim, okumayalım. Bir yandan dünya futbol pastasının üçte ikilik kısmını tek başına üreten bir futbol coğrafyası, diğer taraftan borçtan yakasını kurtaramayan bir Avrupa.

Futbol kulüplerini bu denli borçlanmaya iten faktör ne? Böylesi bir borçlanmanın altından futbol kulüplerinin kalkma şansı var mı? İsterseniz buna kısaca bir bakalım öncelikle…

Futbolun borcu gelirlerini aşıyor!

Futbolun günümüzde giderek parasallaşıp ticarileşmesi ve endüstriyel bir karaktere bürünmesi futbol pastasının on milyar Euro'lara ulaşmasına yol açtı. Öyle ki Deloitte'un en son raporuna göre Avrupa futbolu yıllık 14.6 milyar Euro bir gelir yaratıyor. Yaratılan bu gelir doğal olarak futbolun parasal giderlerini de artırıyor. Gelirler ve giderler arasındaki bu orantısız büyüme süreç sonunda gelirler ve giderler arasında uçurumun giderek büyümesine yol açıyor. Başta transfer harcamaları, oyuncu ücret maş ve primleri, statlara yatırılan yüz milyonlarca Euro olmak üzere kulüplerin yapmış oldukları harcamalar ne yazık ki bir türlü futbolun parasal gelirleriyle karşılanamıyor. Gelirlerin kaynağını artırmak ya da yeni gelirler elde etmek kolay olmuyor. Statların kapasiteleri artırılarak, ilave gelir elde etmek her zaman mümkün olamıyor. Her sene bir önceki yıla göre daha fazla logolu ürün satışı gerçekleştirilemiyor, taraftar sayısı artmıyor. Kısacası futbolun gelirleri sınırlı kaynaklardan elde ediliyor.

Bir bütün olarak bakıldığında, futbolun gelirlerinin giderlerini karşılamakta yetersiz kalması, kulüp borçlanmalarının her geçen giderek artmasına yol açıyor. Temelde rekabet dinamiğinden kaynaklanan bu yetersizlik, futbol gelirlerinin elde edilmesi sürecinde önemli bir finansman ihtiyacı doğuruyor. İşte futbol kulüplerinin, kendi rekabet güçlerini artırabilmek adına yöneldikleri bu süreçte giderlerin gelirlerden fazla olması, sezon sonlarında kulüplerin "gider fazlası" vermelerine neden oluyor. Bir türlü "gelir fazlası" veremeyen futbol kulüplerinin giderlerindeki bu dramatik artış, aslında futbol kulüplerinin finansal, ekonomik ve sportif sağlıklarını olumsuz etkilemeye başlıyor, bağışıklık sistemini zayıflatmaya başlıyor. Doğal olarak bu aşırı borçlanma kulüplerin mali yapıları üzerinde finansal bir baskı yaratıyor. Bu finansal baskıdan kendisini kurtaramayan kulüpler ise süreç içinde geri dönemeyecekleri bir yola giriyorlar. Sonuçta, kulüp iflasları, küme düşmeler, kapanan ve tarih olan kulüpler gerçeği ile karşılaşıyoruz.

Avrupa'nın en zengin 20 kulübünün gelir ve borçları arasındaki açık artıyor!

Deloitte'un her yıl düzenlediği "En Zengin 20" sıralamasında yer alan kulüplerin 2007/08 sezonunda toplam borçları, gelirleri toplamından yaklaşık 280 milyon Euro fazlayken; bu tutar 2008/09 sezonunda tam 2.2 kat artarak 898 milyon Euro'ya yükselmiş durumda. Yani kulüplerin gelirlerindeki artış, giderlerini karşılamakta yetersiz kalınca, bir önceki yıla göre en zengin 20 kulüp 618.4 milyon Euro daha fazla borçlanmaya gitmiş. Kulüp başına borçlanmadaki artış tutarı yaklaşık 40 milyon Euro'ya ulaşıyor.

Gerçekten de bugün Avrupa'nın en zengin ve en büyük liglerine bakıldığında Alman Bundesliga ve Fransız Lig 1 hariç olmak üzere diğer 3 büyük ligin borçlanmaları, gelirlerinin üzerinde seyrediyor. Bu liglerin içinde İngiliz Premier Lig'in yıllık finansman açığı yaklaşık 4 milyar Euro civarındayken; bu tutar İspanyol la Liga'da 3.5 ve İtalyan Serie-A'da ise 1.2 milyar Euro düzeyine yükselmiş durumda.

En zengin 20'deki toplam finansman açığı ise 898 milyon Euro. 900 milyon Euro'ya ulaşan bu açık kulüplerin doğal olarak mali disiplinlerini de bozuyor ve onları çok ciddi sıkıntıların içine itiyor.

Avrupalı kulüplerin 2008 sonu itibariyle konsolide bilançoları

Yine bu sütunlarda 15 Nisan 2010 tarihinde yazdığımız "Kulüplerin 2008 Sonu İtibariyle Konsolide Bilançoları" başlıklı yazımızda da detaylıca ele aldığımız gibi, UEFA'nın hazırlatmış olduğu "The European Club Footballing Landscape" raporuna göre Avrupa'nın 2008 itibariyle 732 kulübünden 631'inin gönderdiği finansallarından hareketle oluşturulan konsolide bilançoya göre kulüplerin toplam varlıkları 20 milyar Euro'ya; özkaynakları da 1.8 milyar Euro'ya ulaşıyor.

Bilançonun borç ve yükümlülükler kısmını oluşturan pasif tarafa bakıldığında en önemli pasifin 5.5 milyar Euro'luk ve %28'lik payı ile bankalara ve ticari kurumlara olan borçlar ve krediler olduğu görülüyor. Toplam banka borçlarının %69'luk kısmının 20 kulüpten geldiğini vurgulayan raporda; bu kulüplerden dokuzunun İngiltere'den, beşinin de İspanya'dan olduğu belirtiliyor. Banka borçlarını takip eden bir başka borç kalemini ise 4.2 milyar Euro'luk nominal değeri ve %22'lik payı ile kulübün başta oyunculara olan yükümlülüklerini ve diğer faaliyetlerinin gerçekleştirilmesi sürecinde borçlanılan kısa vadeli borçlar oluşturuyor. Pasifte yer alan bir diğer önemli borç kalemi de 2.2 milyar Euro ve %11'lik payı ile kulüp sahibi, ortağı ve yöneticilerine olan borçlar.

En büyük 20 kulübün borcu 4.8 milyar Euro

Deloitte'un her yıl düzenlediği ve önemli bir referans noktası haline gelen "En Zengin 20" sıralamasına giren kulüpler içinde kendisine yer bulan Avrupa'nın en büyük 20 kulübünün borcu 4.844 milyon Euro'ya ulaşmış durumda. Bu kulüplerin gelir ve borçlarını sizlerle aşağıda paylaşıyoruz.

2008/09 Sezonu En Zengin 20 kulüp (milyon Euro)

Sıra Kulüp Gelir Borçları  Gelir- Borç

1 Real madrid 01.4 62.8 -161.4

2 FC Barcelona 365.9 437.8 -71.9

3 Manchester United 327 777.3 -450.3

4 Bayern Munich 289.5 0.0 289.5

5 Arsenal 263 462.6 -199.6

6 Chelsea 242.3 779.5 -537.2

7 Liverpool 217 440.0 -223.0

8 Juventus 203.2 120.0 83.2

  Ortalama 197.34 242.2 -44.9

9 Inter 196.5 284.9 -88.4

10 AC Milan 196.5 220.0 -23.5

11 Hamburger SV 146.7 0.0 146.7

12 AS Roma 146.4 42.0 104.4

13 Olympique Lyonnais 139.6 35.0 104.6

14 Olympique Marseille 133.2 28.0 105.2

15 Tottenham Hotspur 132.7 72.3 60.4

16 Schalke 04 124.5 193.8 -69.3

17 Werder Bremen 114.7 0.0 114.7

18 Boruissia Dortmund 103.5 107.3 -3.8

19 Manchester City 102.2 163.5 -61.3

20 Newcastle United 101 118.1 -17.1

  Toplam   3.946.8   4.844.8 -898.0

20 Kulübün toplam gelirleri ile borçları arasındaki fark 898 milyon Euro. Yani anlayacağınız Dünyanın en fazla gelir yaratan ve futbolunu domine eden Avrupa futbolu yarattığı gelirleriyle giderlerini karşılamakta yetersiz kalıyor ve borçlanmaya yöneliyor.

Avrupa'nın en üst düzey 20 kulübünün ortalama geliri 197,3 milyon Euro iken, ortalama borçları da 242 milyon Euro civarında. Buna göre net 45 milyon Euro civarında açık veren bu kulüplerin içinde bulundukları bu durumdan kurtulabilmeleri için acilen kendilerine Roma ve Barcelona örneğinde de olduğu gibi ilave nakit para bulmaları gerekiyor ya da tam aksi yönde hareket ederek ellerindeki değerli oyuncuları satarak mali disiplini sağlamaları gerekiyor. Aksi taktirde Avrupa futbolu içinden çıkamayacağı bir yola girmiş durumda ve futbolun tüm parasal göstergeleri, Avrupa'nın genel ekonomik makro göstergelerinden çok da farklı görünmüyor. Bunun için UEFA'nın "Finansal fairplay"inin büyük önemi ve rolü bulunuyor. Avrupalı kulüplerin ve de bizim kulüplerimizin acilen kendilerine mali anlamda çeki düzen vermeleri gerekiyor.

http://www.dunyagazetesi.com.tr/tugrul-aksar_109_0_yazar.html
Feel the Difference, Feel the Excellence
Yukarı
tatar ilker Liste gör
Usta Yazar


Tatar İlker
Yaş: 41
Katılım: 30/Tem/2007
Yer: Istanbul
Online Durum: Offline
Mesajlar: 2637
  Alıntı tatar ilker Alıntı  CevaplaCevapla Direct Link To This Post Tarih: 09/Ağu/2010 saat 17:15
Futbolun zengin ve yoksulları arasındaki fark giderek açılıyor!

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
taksar@gmail.com

09.08.2010 - 08:46
 

Futbolun zenginleriyle yoksulları arasındaki fark her geçen gün artıyor. Giderek parasallaşıp ticari ve endüstriyel bir karaktere bürünen futbol, bir yandan kendisine yeni gelirler yaratırken, diğer yandan küçük kulüpler ile büyük kulüpler arasındaki gelir farklarının da açılmasına neden oluyor. Kulüplerin finansal olarak birbirlerinden uzaklaşmaya başladıkları bu durum "finansal polarizasyon" konusunu gündeme getiriyor. Yani futbol kulüplerinin gelirleri arasındaki fark açıldıkça kulüpler arasında kutuplaşma da giderek artıyor. Bu ise, büyük kulüplerin daha büyümesi; küçük kulüplerin ise giderek daha da küçülmesi anlamına geliyor. İşte bu polarizasyon sonuçta kulüpler arasında haksız rekabetin filizlenmesine ve büyük kulüplerin daha dominant olmalarına neden oluyor.

Finansal polarizasyonun zaman içinde sportif performanslar arasında belirleyici bir özelliğe sahip olması, bu konunun önemini daha da artırıyor. Parasal gelir olarak güçlü olan kulüp süreç içinde rekabet gücünü artırıyor. Bu durumda da rekabetçi dengede büyüklerin lehine, küçüklerin aleyhine bir durum ortaya çıkıyor. Bu ise futbolun uzun vadede ölümü anlamına geliyor. Rekabetin ve yarışmanın bittiği bir ortamda futbol kendi üretimini yeniden sağlayacak gelirler yaratamaz. Rekabetin olmadığı bir ortamda reytingden; reytingin olmadığı bir futbol ekonomisinde de gösteri endüstrisinden (show business) söz edemeyiz. Bugün endüstriyel futbolun ya da futbol ekonomisinin ana dinamiğini "reyting" oluşturuyor. Futbolun damarlarında dolaşan kan yani parayı "reyting" pompalıyor. Hal böyle olunca "finansal polarizasyon" çok önemli hale geliyor.

Deloitte Sport Business Group'un en son yayınladığı "National Interest- Annual Review of Football Finance 2010" raporunda önemli bir yer tutan bu konuyu sizlerle bu hafta paylaşmak istedim.

Aslında "finansal polarizasyon" futbol gelirlerinin dağıtımı sorunsalıdır ve futbolun politik ekonomisi konuları içinde de en önemli bir yeri işgal eder. Yani daha öz itibariyle futbol gelirlerinin dağıtımındaki dengesizliğin sebep olduğu haksız rekabet ve bunun sonucunda ortaya çıkan sportif performans tamamen "rekabetçi denge"nin nerede ve nasıl kurulduğuyla ilgilidir. 

İyi Yönetişim kavramı, genellikle içine kapalı, şeffaflıktan uzak futbol kulüpleri ve hesap vermek ve şeffaf olmak istemeyen futbol yönetim organları dünyasında özellikle önem taşıyan bir kavramdır. Futbol yönetim organlarının kulüplerdeki yönetişim sistemlerinin geliştirilmesine destek olmak için için daha fazla çaba göstermeleri gerekiyor. İyi yönetişim kulüplerim kendi başlarına başarabilecekleri bir uygulama olmaktan uzak görünüyor.Bu sürece taraftar örgütlerinin de katılmaları gerekiyor. Bu anlayış uygulamaya geçmeden bütün dünyada futbolum geleceği çok parlak görünmüyor.

Otoriteler aynı zamanda futbol gelirlerinin dağılımındaki adaletsizlikleri giderecek çareleri de geliştirmelidir. Yayın gelirleri daha adaletli dağıtılabilir. Gerçekte bu gelirlerin daha önemli bir kısmı alt ligler ve futbol alt yapısının geliştirilmesi için pay olarak ayrılmalıdır. Diğer taraftan maç günü gelirlerinin ve diğer ticari gelirlerin de yeniden dağılımı için teknikler geliştirilmelidir.

Bu yaklaşıma önemli bir itiraz, kötü yönetilen kulüplerin neden iyi olanlar sırtından finanse edilmeleri gerektiğidir. Buna cevap iyi yönetişimin bütün kulüplere yaygınlaştırılmasının etkinliği arttıracağıdır. İki temel stratejik hedef; gelirlerin daha adil dağılımı ve kulüplerin etkin yönetimi birbirleri ile tutarlıdır. Futbol yönetim otoriteleri gelirleri daha dengeli dağılan ve daha etkin yönetilen bir futbol modeli üzerinde ısrarlı olmalıdır. Burada taraftar dernekleri ve bunların federasyonları da iyi yönetişim modeline dahil edilmelidir. Taraftarların kulüp yönetimindeki etkinlikleri bir çok Avrupa liginde görülebilmektedir.

Avrupa futbolunda gelir uçurumu 

Deloitte Sport Business group raporuna göre 2008/09 sezonunda Avrupa'da beş büyük ligde en zengin kulüpler ile en düşük gelirli kulüpler arasındaki uçurum daha da açıldı.

Avrupa futbol pazarının 2009/10 sezonu toplam gelirleri 15.7 milyar Euro'ya ulaştı. Olumsuz ekonomik koşullara rağmen büyümesini bir önceki yıla göre yaklaşık 1 milyar Euro artırabilen Avrupa futbolunda toplam gelirin yaklaşık 7.9 milyar Euro'luk kısmı beş büyük lig olarak nitelendirdiğimiz İngiltere, İspanya, İtalya, Almanya ve Fransa tarafından yaratıldı. Yüzde 50'lik bir dilimi kendi aralarında paylaşan Beş Büyük Lig'in ekonomik büyüklüğü bir önceki sezona göre yaklaşık 200 milyon Euro'luk bir artış gösterdi.

Kalan 48 ülkenin Avrupa futbol pastasına katkısı ise 7.8 Milyar Euro düzeyinde gerçekleşti. Buna göre 48 değişik ülke toplam futbol pastasına %50'lik bir katkı sağlamış oldu.

Yine Deloitte'un her yıl düzenlediği "En Zengin 20- Para Ligi" sıralamasında yer alan kulüplerin toplam gelirleri ise 3.9 milyar Euro'ya ulaşıyor.

En büyük polarizasyon La Liga'da

Beş Büyük Lig'de yer alan en zengin ve en yoksul kulüpler sıralaması yapıldığında ise en zengin ile en yoksul kulüp arasındaki önemli farklar olduğu görülüyor. Aşağıdaki tabloya göre beş büyük lig içinde en yüksek polarizasyon İspanyol la Liga'da…İspanyol La Liga'da yer alan 20 takım içinde en yüksek gelir ile en düşük gelir arasında tam 25 kat fark bulunuyor.

Beş büyük lig ve Süper Lig'de polarizasyon

 Milyon Euro 

 En yüksek En düşük Kaç katı olduğu

La Liga 401 16 25X

Premier Lig 327 55 6X

Bundesliga 290 33 9X

Serie A 203 26 8X

Ligue 1 140 24 6X

Süper Lig 110 10 11X

2008/09 sezonunda La Liga'da Barcelona ve Real Madrid'in toplam kazançları 767 milyon Euro'ya ulaştı. Toplam gelirin yaklaşık %51'ine karşılık gelen bu tutar, La Liga'da inanılmaz bir finansal polarizasyon olduğunu gösteriyor. Bir önceki sezon bu iki kulübün toplam gelir içindeki payı %47 civarındaydı. Yani La Liga'da finansal polarizasyon bir önceki yıla göre %4 daha fazla artmış durumda.

Yukarıdaki tabloya göre La Liga'da en yüksek gelir 401 milyon Euro iken, en düşük gelir 16 milyon Euro düzeyinde. Buna göre en yüksek gelir ile en düşük arasında tam 25 kat fark bulunuyor.

Beş büyük lig içinde ikinci büyük polarizasyon Bundesliga'da görülüyor. Bundesliga'da en yüksek gelir 290 milyon Euro iken, en düşük gelir 55 milyon Euro düzeyinde. Yukarıdaki tabloya göre, diğer büyük liglerden Premier Lig'de en zengin ile en yoksul arasındaki fark 6 kat iken; Serie-A'da bu oran 8, Lig1'de ise 6 kat civarında gerçekleşmiş görünüyor.

Beş Büyük Lig'de polarizasyonun nerden kaynaklandığına bakıldığında ise şunlarla karşılaşıyoruz.

İspanya'da en büyük fark naklen yayın gelirlerinden ve maç günü gelirlerinden gelirken; İngiltere'de ise ticari gelirler ile maç günü gelirleri polarizasyonun temel kaynağını oluşturuyor. Alman Bundesliga'da ise kulüp gelirleri arasındaki derin uçurumun kaynağı ise ticari gelirler ve sponsorluk gelirleri…İtalya'da ise yine naklen yayın gelirleri ve ticari gelirler kulüpler arasındaki gelir farklılığında derin uçurumlara yol açıyor.

Fransız Lig1'de ise havuz gelirlerinin %83'lük kısmı tüm kulüplere eşit dağıtılmasına karşın, polarizasyonun kaynağı ticari gelirler ve maç günü gelirlerinden kaynaklanıyor.

Ülkemizde finansal polarizasyon

Ülkemizde de yukarıda anlatılanlara benzer bir durumla karşı karşıyayız. Deloitte'un hesaplamasına göre 342 milyon Euro tutarındaki Türk futbol pastasının (hangi kalemlerden ve nasıl oluştuğu ne yazık ki raporda yer almıyor. Bize göre futbol pastamızın büyüklüğü yeni naklen yayın bedelleri ile 812 milyon Euro'ya kadar yükselmiştir.) paylaşımında da önemli farklılıklar bulunuyor.

Ülkemiz futbol pazarındaki polarizasyonu iki şekilde ele almaya çalıştık. Bunlardan ilki, havuz gelirlerinin dağılımı baz alınarak yaptığımız analiz ve sportif performans açısından polarizasyon analizi.

Beş Büyük Lig analizinde yer alan tutarlar üzerinden konuya yaklaştığımızda, Süper Lig'de en yüksek kulüp geliri 110 milyon Euro iken, en düşük gelir olarak ta 10 milyon Euro'luk geliri görüyoruz.

Buna göre 110 milyon Euroluk gelire ulaşan Fenerbahçe ile yaklaşık 10 milyon Euroluk gelire sahip Denizlispor arasında tam 11 kat gelir farkı bulunuyor. Yani Süper Lig'de de polarizasyon kendisini bu şekilde somutluyor.

Türkcell Süper Lig'de en düşük - en yüksek gelir

  Toplam Sportif

 gelir olarak performans geliri olarak

En yüksek gelir (milyon Euro) 110 8.5

En düşük gelir (milyon Euro) 10 3.2

En yüksek / en düşük 11X 1,5X

Yukarıdaki tablodan da görülebileceği üzere, toplam gelirler üzerinden aradaki gelir uçurumu 11 kata kadar çıkarken, havuz gelirlerinin dağıtımı baz alındığında sportif performansa göre dağıtılan gelirler arasındaki fark 1.5 kat civarında olabiliyor. Örneğin 2009/10 sezonunda sportif performans nedeniyle Bursaspor 8.5 milyon TL ile en yüksek geliri elde ederken, en son sırada yer alan Denizlispor'un sportif performans geliri 3.2 milyon TL düzeyindedir. Sportif performans geliri olarak biz sadece havuz gelirleri içinde kulüplerin kazandıkları ve berabere kaldıkları maçlarda, maç başına kandıkları puanlardan elde ettikleri gelirleri dikkate aldık.

Yukarıdaki tablodan da görülebileceği üzere, 2009/10 sezonunu şampiyon olarak tamamlayan Bursaspor toplamda 27.8 milyon TL'lık bir gelire ulaşırken, 17. Sırada yer alan Denizlispor'un toplam geliri 10.9 milyon TL civarında gerçekleşmiştir.

Bursaspor'un şampiyon olmasına karşın Süper Lig'de en yüksek gelire ulaşamaması ise özel olarak analiz edilmelidir. Ancak şunu belirtmekte yarar var ki, özellikle dört büyük kulübün şampiyonluk nedeniyle aldıkları primler toplamı, toplam gelirin %13'ünü oluşturuyor.

Dört büyük kulübün havuz gelirleri toplamı 124 milyon TL civarında olup, bu tutar toplam 314.6 milyon TL'lık havuz gelirlerinin %39.4'üne karşılık geliyor. Buna göre dört kulüp başına ortalama gelir 31 milyon TL seviyesinde gerçekleşirken, diğer 15 takımın ortalama gelirleri ise 12.7 milyon TL civarında kalıyor. Buna göre dört büyükler ile diğer 15 kulüp arasındaki ortalama gelir farkı 18.3 milyon düzeyine çıkıyor. Bu ise diğer 15 kulübün ortalama gelirlerinden %43 daha fazla bir tutarı işaret ediyor.

Analizimizden çıkan sonuçlar;

·Bir ligde havuz gelirleri ne kadar adaletli ve dengeli dağıtılsa bile, eğer kulüpler arasında çok önemli gelir farkları var ise bu noktada karşımıza finansal polarizasyon çıkıyor. Örneğin, Premier Lig'de havuz gelirleri %50 - %25 - %25 kuralına göre dağıtılmasına (%50 dayanışma payı, %25 sportif performans ve %25'te popülerlik payı) karşın, kulüplerin gelirleri arasındaki fark 6 kata kadar çıkabiliyor. Ya da daha çarpıcı olması nedeniyle Fransız Lig1'i örnek verebiliriz. Lig1'de toplam gelirin %83'ü eşit dağıtılmasına karşın polarizasyon katsayısı 6'dır.

·İspanyol La Liga örneğinde olduğu gibi eğer havuz gelirleri uygulaması yoksa polarizasyon en yüksek seviyede gerçekleşebiliyor. İki kulübün toplam gelirlerinin İspanyol futbol pastasının %51'ine karşılık gelmesi bunu net olarak ifade ediyor. Bu ligde polarizasyon katsayısı tam 25 kat. Gerçekten bunu, rekabetçi dengenin artık tamamen büyüklerin lehine kaymış olduğunun bir göstergesi olarak yorumlamak gerekiyor.

·Finansal polarizasyonu yüksek liglerde rekabeti belli başlı birkaç kulübün domine ettiği ortaya çıkıyor. İspanyol La Liga'da Real Madrid ve Barcelona'nın sportif etkinliği buna en iyi örnektir. Son on yılda La Liga'da sadece 2 takımın şampiyonluk sayısının 8'e ulaştığını görüyoruz. Premier Lig'de son on yılda sadece 3 takım (Manchester United, Chelsea, Arsenal) şampiyonluğa ulaşırken; Italyan Serie-A'da da yine 3 takımın (Milan, Inter ve Juventus) şampiyon olduğunu gözlemliyoruz. Bu bağlamda en ilginç sonuçlardan birisi de Fransız Lig1'de gerçekleşti. Olympique Lyonnais son 10 yılın yedisini şampiyon olarak tamamladı.

·Ülkemizde de finansal polarizasyon futbolun geleceğini tehdit ediyor. Her ne kadar Bursaspor geçen sene Süper Lig'i şampiyon bitirse bile, İstanbul kulüpleriyle Anadolu kulüpleri arasında çok önemli gelir ve bütçe büyüklük farkları belirli ölçüde regüle edilemediği sürece, Üç büyüklerin finansal, ekonomik ve stratejik üstünlükleri devam edecekmiş gibi görünüyor. Bu bağlamda son on yılda Üç Büyüklerin dışında Anadolu'dan bir şampiyonun çıkması, Ligimizde de polarizasyonun ne kadar etkili olduğunu gösteriyor.

Polarizasyona karşı ne yapmalı?

Futbolun giderek parasallaşıp endüstriyel bir karaktere bürünmesi, kulüpler arasında çok önemli finansal dengesizliklere, haksız rekabete ve üstünlüklere yol açtı. Buna biz kısaca "finansal polarizasyon" diyoruz. Bu patolojik durum zaman içinde rekabetin yok olmasını da beraberinde getirdi. Doç.Dr. Kutlu Merih ile birlikte kaleme aldığımız Futbol Ekonomisi isimli kitabımızda bu durumu çok detaylıca ele aldık. Ve bunu futbolun en önemli paradokslarından birisi olarak nitelendirdik ve bunu "Üstün finansal güç, rekabeti geriletiyor" cümlesiyle formüle ettik.

Hal böyle olunca futbolun geleceği ve selameti açısından futbol otoritesinin mutlaka bazı regülasyonları uygulamaya alması gerekiyor. Çünkü polarizasyonun en önemli kaynaklarından birisi kulüplerin aşırı borçlanmaya gitmeleri ve bu şekilde sağladıkları fonlarla kendilerine haksız rekabet üstünlüğü sağlamaları…Bu bağlamda UEFA'nın "finansal fair play"i ve Türkiye Futbol Federasyonu'nun "mali kural"ı çok önemli bir misyona sahip…

Otoriteler aynı zamanda futbol gelirlerinin dağılımındaki adaletsizlikleri giderecek çareleri de geliştirmelidir. Yayın gelirleri daha adaletli dağıtılabilir. Gerçekte bu gelirlerin daha önemli bir kısmı alt ligler ve futbol alt yapısının geliştirilmesi için pay olarak ayrılmalıdır. Diğer taraftan maç günü gelirlerinin ve diğer ticari gelirlerin de yeniden dağılımı için teknikler geliştirilmelidir.

"Bu yaklaşıma önemli bir itiraz, kötü yönetilen kulüplerin neden iyi olanlar sırtından finanse edilmeleri gerektiğidir. Buna cevap iyi yönetişimin bütün kulüplere yaygınlaştırılmasının etkinliği arttıracağıdır. İki temel stratejik hedef; gelirlerin daha adil dağılımı ve kulüplerin etkin yönetimi birbirleri ile tutarlıdır. Futbol yönetim otoriteleri gelirleri daha dengeli dağılan ve daha etkin yönetilen bir futbol modeli üzerinde ısrarlı olmalıdır. Burada taraftar dernekleri ve bunların federasyonları da iyi yönetişim modeline dahil edilmelidir. Taraftarların kulüp yönetimindeki etkinlikleri bir çok Avrupa liginde görülebilmektedir."

***

(Kutlu Merih, Futbol Sektöründe Finansal polarizasyona karşı kurumsal Yönetişim, http://www.futbolekonomi.com)

Feel the Difference, Feel the Excellence
Yukarı
tatar ilker Liste gör
Usta Yazar


Tatar İlker
Yaş: 41
Katılım: 30/Tem/2007
Yer: Istanbul
Online Durum: Offline
Mesajlar: 2637
  Alıntı tatar ilker Alıntı  CevaplaCevapla Direct Link To This Post Tarih: 16/Ağu/2010 saat 10:54
53. sezona sorunlarla başladık!

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
taksar@gmail.com

16.08.2010 - 08:58

Geçen yılın Türkcell, bu yılın Spor Toto Süper Ligi Cumartesi ve Pazar günü yapılan maçlarla perdelerini 53'üncü kez yeniden açtı ve gösteri başladı. Başladı başlamasına ama sorunlarımız diz boyu… Parasal, yönetsel, ekonomik sıkıntılar ve problemler Spor Toto Süper Lig ekiplerinin peşini bırakmıyor.

Önceki yıllar Süper Lig'in isim hakkı sahibi Türkcell Digitürk ile anlaşamayıp ta ligin isim hakkını Digitürk Spor Toto'ya satınca bazı Anadolu kulüplerimiz göğüs reklam ve gelirlerinden mahrum kaldı. En acısı geçen yılın şampiyonu Bursaspor göğüs reklamı konusunda en büyük sıkıntıyı yaşadı.

Geçen hafta bu konuya ilişkin Cnbc-e televizyonunda bir program gerçekleştirildi. Programa katılan kulüp başkanları göğüs reklamı alamadıklarından, doğal olarak reklam geliri elde edemediklerinden şikayetçiydiler. Konu gerçekten can sıkıcıydı. Süper Lig'in şampiyonu göğsüne reklam alabilecek firma bulamıyordu. Ya diğer Anadolu takımları ne yapsın? Konuya ilişkin bazı yorumlar yapıldı. Bu hafta bu konuyu ele almak bana en doğru iş gibi geldi.

Sadece yeterli gelir elde edememek değil, aynı zamanda çok ciddi borç baskısı altında bulunan ve bu nedenle oyuncusunun, teknik adamının parasını ödemekte zorlanan kulüplerin başka sorunları da bulunuyordu.

Spor Toto Süper Lig'de 2010-2011 sezonu, 14 Ağustos Cumartesi günü yapılan 4 maçla başladı. 16 Mayıs 2010'da yapılan son maçlarla 2009-2010 sezonunu kapayan Süper Ligde heyecan yeniden start aldı.

13 ilden 18 takım, toplam 282 gün sürecek yeni sezonda, yeni transferlerle güçlendirdikleri kadrolarıyla belirledikleri hedeflere ulaşmaya çalışacak.

52'nci sezonunu Bursaspor'un şampiyonluğuyla geride bırakan Süper Lig'de geçen sezon ligden düşen Diyarbakırspor, Denizlispor ve Ankaraspor'un yerlerini bu sezon Kardemir Karabükspor, Bucaspor ve Konyaspor aldı. Tüm Spor Toto Süper Lig takımlarımıza başarılar dileyerek, biz değerlendirmelerimize geçelim.

Bursaspor tarih yazdı ama formaya reklam bulamadı!

Bu başlık futbolun ekonomisine ilişkin günlük yazılı medyada yaptığı müthiş haber yorum ve söyleşileriyle haklı bir taktir alan sevgili arkadaşım Kenan Başaran'a ait. Kenan Başaran 12 Ağustos 2010 tarihli Referans Gazetesi'nde konuya ilişkin yaptığı haber yorumda konuyu tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor.

Yıllık yayın geliri 325 milyon dolara ulaşan bir Lig'de kulüplerimizin hala parasal sıkıntı içinde olmaları ve kendilerine göğüs reklamı bile bulamamalarını acaba nasıl yorumlamamız gerekiyor?

Evet ligimizde hala rekabetçi denge, dengede rekabeti sağlayacak şekilde konumlandırılmış değil. Hala kulüplerimizin gelirleri arasında büyük uçurumlar var. Kulüplerimizin bazıları rekabette kendilerine haksız üstünlük sağlayabiliyorlar. Tüm bunlara evet ama bir takımın göğüs reklamı bile almakta zorlanması acaba sadece futbolun genel yapılanmasındaki temel problemlerden mi kaynaklanıyor sizce? Bunda kulüplerimizin herhangi bir sorumlulukları yok mu?

Bu konuda Kenan Başaran'ın haber yorumundan kısa bir pasajı sizlerle paylaşmak istiyorum.

"Bir iki gün içinde bir anlaşma olmazsa tarih yazan ve Şampiyonlar Ligi'nde Türkiye'yi tek başına temsil edecek olan Bursaspor, göğüs reklamı almadan lig maçlarına başlayacak. Sadece Bursaspor değil, Sivasspor, Kasımpaşaspor, Gaziantepspor, Gençlerbirliği, İstanbul BB ve Kayserispor gibi diğer Süper Lig takımları da harıl harıl göğüs reklamı arıyor. Oysa bu takımlar böyle bir sorunla karşılaşacaklarına pek prim vermiyordu zira Türkcell ile yola devam edeceklerini düşünüyorlardı. Ancak, Turkcell geçen sezon göğsünde yer aldığı 10 Anadolu kulübüyle yeni sezonda çalışmayacağını açıkladı.

Turkcell'in sözleşmesi mayıs sonunda bitti ama kulüpler yeni bir anlaşma yapılmasını umuyordu. Fakat, Türkcell "buraya kadar" dedi. Peki ne oldu da Turkcell, Anadolu takımlarının göğsünden düştü."

Heber yorumda da vurgulandığı gibi bazı takımlarımız böyle bir sorunla karşılaşacaklarını hiç düşünmüyorlardı. Ama düşünülmeyen oldu ve Türkcell takımlara verdiği reklam desteğini kesti.

Bu yılın başlarında yani Şubat ayında naklen yayın anlaşmasında fahiş bir rakama ulaşılıp ta, takım başına ödenecek havuz gelirlerinin %140 yükselmesi bende farklı bir endişeye neden olmuştu. Bu denli yüksek bir kaynak bir yandan takımlarımızı maddi anlamda ciddi rahatlatırken, diğer taraftan başka bir gelir kaynağı yaratma arayışlarına yönelmemelerine de neden olabilirdi. Bu ise tam bir felaket olurdu. Çünkü göbeğinden naklen yayın gelirlerine bağlı bir yaşam ile varlığını devam ettirmeye çalışan bir kulüp bir süre sonra "gelir tembelliği" içinde yeni kaynaklar yaratmadan, yeni harcamalara yönelmeyi tetikleyebilir ve buna bağlı olarak verimsiz, israfçı bir anlayışla var olan kaynaklar hovardaca kullanılabilirdi. Bu endişem ne yazık ki hala gitmiş değil…

Kulüplerimizin mutlaka kendilerine naklen yayın gelirlerinin dışında ilave ve değişik gelir kaynakları yaratmaları gerekiyor ki, en son göğüs reklamı krizinde olduğu gibi sıkıntılar yaşamayalım.

Bu gelirleri yaratmak kolay mı?

Özellikle Süper Lig'de oynayan takımlarımızın mutlaka kendilerine çok farklı kaynaklardan ilave gelirler yaratıyor olmaları lazım. Ama bunun için kulüplerimizin mutlaka sportif performanslarını belirli bir istikrarda tutabilmeleri ve buna bağlı olarak taraftar tabanlarını daha da genişletecek etkinliklere ağırlık vermeleri gerekiyor. Mümkün olduğunca taraftarını müşteri olarak görüp ona göre yatırım yapıp gelirlerini artırmaya çalışmak en akıllıca yol gibi görünüyor. Unutmayalım ki, kulüp taraftarını ne kadar müşteri görürse, taraftar da kendisini o ölçüde tüketici taraftar olarak görür. Buna uygun satış ve pazarlama stratejileri oluşturup, taraftar başına ya da statta koltuk başına yaratılacak katma değeri maksimize edebilmek ilk akla gelenlerden birisi. Çünkü sonuçta devlerle rekabet edebilmenin yolu sağlıklı ve sürekli gelir elde edebilmekten geçiyor. Bunu yapan kulüplere baktığımızda; yüzyıla ulaşan bir tarihsellik, istikrarlı bir sportif performans ve milyonlara ulaşan bir taraftar kitlesi görüyoruz. Bunun sonucunda da o kulübün izlenilirliği yükseliyor ve zaman içinde kulüp mevcut ortalama sportif performansını devam ettirdiği sürece sportif performanstan bağımsız bir parasal performansa kavuşuyor. Bugün Avrupa'da üst düzey kulüplerin sportif performansları zaman zaman düşse bile her yıl standart bir parasal gelir elde edebiliyorlar. Bunun arka planında aslında markalaşmak yatıyor.

Yani takımlarımızın öncelikle ortaya kabul edilebilir bir sportif performans koymaları ve daha sonra bu performansı mali performansa çevirebilmeleri gerekiyor. Bu şekilde buradan gelecek yeni ve ilave fonlarla alt yapıya ve sportif tesislere yatırım yapmak, daha rekabetçi bir sportif performans ortaya koyarak, parasal anlamda refaha ulaşmak temel amaç…ancak bunları yapabilmek kolay olsaydı zaten tüm kulüplerimiz bu saate kadar bunları yapar ve rekabet üstünlüklerine ulaşırlardı. Özellikle böylesi bir yapı kulüplerimizde kurumsal yönetim ve yönetişimi bir zorunluluk haline getiriyor. Böylesi bir örgüt modeli kurmadan hayal edilen sportif ve parasal refaha ulaşmak zor görünüyor.

Transferler yapılıyor ama hangi bütçelerle?

Süper Lig ekipleri hız kesmeden transferlere devam ediyor. Ama sormak lazım hangi bütçelerle? Özkaynakları neredeyse tamamen yok olmuş bir kulübümüz transfer şampiyonu. Anadolu'daki kulüplerimiz de fayda maliyet analizi yapmadan yabancı kontenjanını doldurmak için transfer yarışındalar. Bütün bunlar olurken, kulüplerimiz oysa ciddi finansal sıkıntı içinde. UEFA kriterleri adeta göz ardı edilmiş durumda. Mevcut varlıkları borçlarını karşılayamayan yani pasif açığı veren kulüpler hala delicesine transfere para harcıyor. Oysa UEFA'nın finansal fair play kuralları ve UEFA kriterleri kulüplerin başında "Demoklesin kılıcı" gibi sallanıp duruyor.

Geçen yıl sadece sekiz kulübümüz UEFA kriterlerini gerçekleştirerek lisans alabildi. Bu durum bile Süper Lig'de mücadele eden diğer kulüplerimizin durumlarını ortaya koyuyor.

Mali yapılarındaki yetersizlik ve olumsuzluklara karşın borçlanma yoluyla transfer yapan kulüplerimiz sonuçta rakiplerine karşı önemli bir rekabet üstünlüklerine kavuşuyorlar. Ne var ki, yapılan isabetsiz transferler takımlarımızın kaynaklarının israf edilmesine neden olurken, diğer taraftan borç yükünü de artırıyor. Bu nedenle mutlaka transfer bütçelerinin futbol otoritesi tarafından sıkı bir şekilde kontrol edilmesi gerekiyor.

6+2+2 Transferde savurganlığa yol açıyor

Bilindiği üzere geçen sezon bazı kulüplerin yaptığı ısrar ve lobiler sonucunda Türkiye Futbol Federasyonu 6+2+2 kuralını getirmişti. Buna göre kulüplerimiz sahada 6 yabancı futbolcuyu oynatırken, 2 yabancı kulübede, 2 yabancıyı da tribünde tutabileceklerdi. Bu kural gelir gelmez de tüm takımlarımız kalite, ihtiyaç, fayda ve maliyet analizi yapmadan yabancı oyuncu transferlerine başladılar ve bugün Süper Lig'de yabancı oyuncu sayısı 150'yi geçmiş durumda. Ancak verimlilik açısından olaya bakıldığında ise bu oyuncuların sadece yüzde elliye yakın kısmının takımlarında oynadığı diğerlerinin ise yedek kulübesinde veya tribünde oturduğu yaptığımız araştırmalarla ortaya çıkıyor. Yani takımlarımız bu kontenjanı çok verimli kullanamıyor. Aksine yetenekli genç futbolcularımızın önünü kesiyor.

Teşvik, şike ve şiddete karşı yeni futbol yasası mutlaka çıkmalı

Milyar dolarlık bir endüstride rekabeti düzenleyen koşulların sadece yönetmelik ya da idari çözüm yollarıyla değil kendi yasalarıyla yönlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Sadece şike için ceza yasasında bir düzenlemeye gidilmesi sorunların önünü kesmez sadece öteler. Avrupa'da bazı ülkelerde olduğu gibi mutlaka sporda ve futbolda her türlü hukuksal anlaşmazlık, teşvik, şike ve şiddet olayları için spor mahkemeleri kurulmalı; özellikle futbolun bağışıklık sistemini çökerten teşvik ve şikeye ağır yaptırımlar getirilmeli, tribün terörü ve küfür için yeni yasal düzenlemeler zaman geçirmeden yapılmalıdır.

Sonuç

Elli üçüncüsüne merhaba dediğimiz bu sezonda Spor Toto Süper Lig sürprizlerle başladı ve umarım ki sürprizlerle de son bulur. Yıllık 325 milyon dolar havuz gelirinin dağıtıldığı; galibiyet priminin 750 bin, beraberliğin 375 bin TL olarak belirlendiği yeni sezonda kıran kırana rekabetin yaşanacağı geçen hafta oynanan maçlarla belli oldu. Tüm takımlarımıza başarılar diliyoruz. Ancak mevcut sorunlarımızı da görmezlikten gelemeyiz. Bir an önce bu sıkıntılara çözüm bulmalıyız.

http://www.dunyagazetesi.com.tr/tugrul-aksar_109_0_yazar.html
Feel the Difference, Feel the Excellence
Yukarı
Berkay ÇİFTER Liste gör
Usta Yazar


Berkay
Yaş: 32
Katılım: 03/Oca/2010
Online Durum: Offline
Mesajlar: 1078
  Alıntı Berkay ÇİFTER Alıntı  CevaplaCevapla Direct Link To This Post Tarih: 16/Ağu/2010 saat 11:33
İyi ki varsın ETİ !
Yukarı
tatar ilker Liste gör
Usta Yazar


Tatar İlker
Yaş: 41
Katılım: 30/Tem/2007
Yer: Istanbul
Online Durum: Offline
Mesajlar: 2637
  Alıntı tatar ilker Alıntı  CevaplaCevapla Direct Link To This Post Tarih: 23/Ağu/2010 saat 10:53
Futbolda Süper Lig’e 5 yılda 125 milyon $

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
taksar@gmail.com

23.08.2010 - 08:50

Süper Lig isim hakkını bildiğiniz üzere geçen hafta Spor Toto beş yıl için 125 milyon dolar ödeyerek satın aldı. Bu nedenle Turkcell Süper Lig Spor Toto Süper Lig'e dönüştü. Bu konu yani isim haklarının satın alınması ya da satılması günümüzde önemli bir ticari konu.

Konunun bence ilginç olan yönü devletin elindeki tüm kamu hizmeti veren kurum ve kuruluşları satarak özelleştirmeye çalıştığı bir dönemde Spor Toto'nun böyle bir aksiyonda bulunması gerçekten ilginç. Bu eylemin arka planında hangi saikler olabilir. Bu hafta bu konuyu sizlerle paylaşmak istedim.

Öncelikle konuyu bir anımsayalım isterseniz…

Beş yıl için 125 milyon dolar

Süper Lig'in isim sponsoru Spor Toto oldu. Beş yıllığına 125 Milyon Dolar verecek olan Spor Toto 2010-2011 sezonundan itibaren geçerli olacak anlaşmaya göre Süper Lig'in isim haklarına sahip olacak. Süper Lig'in yanı sıra, TFF 2. Lig ve TFF 3. Lig'in isim hakları da 5 yıl süreyle Spor Toto tarafından alındı. Artık yeni dönemde liglerin adları, Spor Toto Süper Lig, İddaa 2. Lig ve İddaa 3. Lig olarak kullanılacak.

On beş gün önce Swiss Hotel'de düzenlenen basın toplantısında Süper lig'in "İsim hakkı " spor Toto'ya geçmiş oldu. Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Faruk Nafız Özak ve Spor Toto Teşkilat Başkanı Bekir Yunus Uçar, Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Mahmut Özgener, TFF Başkanvekili Lutfi Arıboğan, TFF Yönetim Kurulu Üyeleri Zafer Yıldırım ve Yunus Egemenoğlu ile Digitürk Genel Yayın Yönetmeni Ertan Özerdem katıldığı basın toplantısında Türkiye profesyonel liglerinde ve Türk futbolunda yeni bir dönem de başlamış oluyor.

Konuya ilişkin Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Mahmut Özgener şunları söyledi: "14 Ocak 2010 tarihinde gerçekleştirilen ve Türk futbolu için bir milat olan "Yayın İhalesi" sonucunda, Süper Lig'de mücadele eden kulüplerimize yüzde 126 artışla yılda 321 milyon dolar aktarılacak olması Türk futbolu açısından gurur verici. Türk sporunun en değerli markalarından biri olan Süper Lig'in 5 sezondur devam eden isim sponsorluğu, bugünden itibaren ülkemizin bir başka değerli kurumunun ismiyle devam edecek. 2 gün sonra 53'üncü sezonuna merhaba diyecek olan Süper Lig bundan sonra Spor Toto Süper Lig adıyla anılacak."

Yeni yayın ihalesi ile Avrupa'nın en değerli ligleri arasındaki yerini sağlamlaştıran Süper Lig'e duydukları güven ve yaptıkları yatırım için Spor Toto Teşkilatını kutlayan Başkan Özgener, 2005 yılından bu yana isim sponsorluğu yaparak futbolumuza önemli bir kaynak aktarımı sağlayan Turkcell firmasına da özel teşekkürlerini iletti.

"Futbol ekonomisinde çağı yakaladık"

Mahmut Özgener şöyle devam etti: "Bu güç birliğinin yaratılmasında, futbolumuzda sağlanan güven ortamının, futbola aktarılan kaynak artışının payı büyük. Bugünkü mutluluğumuz sadece Süper Lig'in isim sponsorluğundan kaynaklanmıyor. Spor Toto Teşkilatı, Türk Futbolunun atar damarlarından TFF 2. Lig ve TFF 3. Lig'e de ismini verdi. Böylece, ülkemizde yer alan 4 profesyonel ligin tamamının isim sponsoru olmuş oldu. Bu gelişmeler, futbolun endüstrileştiği bir ortamdan geri kalmadığımızı, çağa ayak uydurduğumuzun en güzel kanıtı. Futbola aktarılan bu ekstra kaynaklar, tüm liglerdeki kulüplerimiz için önemli bir itici güç olacaktır."

2. Lig ve 3. Lig'in ön adı Spor Toto oldu

Türkiye Futbol Federasyonu (TFF), bugün Süper Lig, 2. Lig ve 3. Lig'in isim haklarının kullanımıyla ilgili gerçekleştirilen lansman sonrası, düzeltmeye gitti. Daha önce 2. Lig ile 3. Lig'in ön adı olarak "İddaa"nın kullanılacağı duyurulurken, daha sonra TFF'den yapılan açıklamada, Süper Lig'de olduğu gibi bu iki ligde de ön adın "Spor Toto" olacağı kaydedildi.

Ciro yüzde 10 Artar(mı?)

Spor Toto olarak geçen yıl 2 milyar dolarlık ciroya ulaştıklarını anlatan Bekir Yunus Uçar, şu değerlendirmeyi yaptı: "Bu çalışma Spor Toto'nun cirosunu yüzde 10 artıracaktır. Bu tür sponsorluklar şirketlere maddi ve manevi önemli katkılar sağlıyor. Yasal olmayan bahis pazarına da ağır bir darbe vuracağımıza inanıyorum."

4 büyükler önemli

Süper Lig'in isim hakkıyla birlikte yapılacak çalışmaları anlatan Bekir Yunus Uçar, şöyle konuştu: Öncelikle 4 büyüklerin kollarındaki Süper Lig logosuna şirketin adının da yazılması gerekiyor. Futbol topunun üzerindeki logoda da adımız bulunacak. Hakemlerin üstündeki formalarda da Spor Toto Süper Lig logosu yer alacak. Maç başlamadan önce ve maç sonralarında da görünürlük ön planda olacak.

Süper Lig'in adı nasıl değişti?

Her şey Digiturk'ün geçen sezon ligin yayın hakkı için 321 milyon dolar vermesiyle başladı. Süper Lig'in isim hakkının satışını da elinde bulunduran Digiturk, bu alanda yeni ihale istedi. Turkcell'den yılda 10 milyon dolar alan Digiturk, daha fazla para kazanacağını hesapladı. Ancak Turkcell'in sözleşmesi 2010-2011 sezonunu da kapsıyordu. Digiturk önce bir başka GSM operatörü Vodafone ile görüştü. Vodafone Süper Lig'e yıllık 35 milyon dolar verdi.

Turkcell Genel Müdürü Süreyya Ciliv, bu işi mahkemeye götürdüklerini belirtti.

Daha sonra araya Spor Toto girdi ve ligin isim hakkına talip olduğunu açıkladı.

Turkcell, Süper Lig'in isim hakkı için Spor Toto'ya yeşil ışık yaktı.

Şirketler kapıştı Spor Toto kârlı çıktı

Şirketlerin çekişmesinden Spor Toto'nun da kârlı çıktığını dile getiren Bekir Yunus Uçar, şu değerlendirmeyi yaptı: "Bu konuda Vodafone'da önemli çalışmalar yaptı. Süper Lig'in isim hakkı için Vodafone 35 milyon dolar verdi. Ancak Spor Toto'nun futbol kulüplerine olan desteği göz önüne alınarak 25 milyon dolar vermemize rağmen Süper Lig'e adımızı yazdırmayı başardık. Şirketlerin çekişmesinden Spor Toto olarak kârlı çıktık."

Spor Toto Süper Lig isim hakkını neden satın aldı?

Bildiğiniz üzere Spor Toto yasal olarak "Spor Tahmin Oyunu" oynatan bir devlet kurumu. Aslında Yurtdışında Spor Tahmin Oyunu isminde ya da bu işi yapan bir devlet kuruluşu üst düzey liglerde (İngiltere, İspanya, Almanya, İtalya ve Fransa'da) yok. Hemen hemen hepsinde bu işi yapan özel bahis şirketleri var ve bu şirketler kulüplerle ya doğrudan ya da dolaylı olarak anlaşıyor ve sponsorluk hizmeti veriyorlar. Ancak ülkemizde Bahis oyunları yasak olduğu için biz ancak "Spor Tahmin oyunları" ismiyle bu oyunları oynuyoruz ya da oynatıyoruz. Bu bağlamda aslında siz eğer İddaa kuponu dolduruyorsanız yasal olarak "bahis oyunu" değil bir "spor tahmin oyunu" oynuyorsunuz. Yasamız böyle tanımlamış. Bunda yapılacak bir şey yok. Ancak bu oyunlar bildiğimiz üzere bir "bahis oyunu"dur ve yıllık hacmi dünya genelinde 95 milyar dolar civarındadır.

Bu kapsamda olaya bakıldığında Spor Toto'nun bir devlet kuruluşu olarak bu olaya ilgi duymasının ve ihaleye girip Süper lig isim hakkını almasının nedeni nedir? Bunun üzerinde durmaya çalışalım biraz.

Spor Toto'nun tarihçesi

Spor Toto'nun daha doğrusu ilk yıllardaki adıyla "Bahs-i Müşterek"in Türkiye'ye gelmesi ve uygulamaya alınması da gerçekten çok enteresan olmuş. O dönemin Beden Terbiyesi Genel Müdürü Vildan Aşir Savaşır, Spor Toto fikrini ortaya atan ilk öncü kişi olmuş ve 1949 yılında İsveç'ten özel bir kuryeyle getirttiği Spor Toto mevzuatını bizatihi kendisi Türkçe'ye çevirerek, dönemin futbol federasyonu başkanı Ulvi Yenal ile birlikte Spor Toto organizasyonun kurulabilmesi için çalışmalara başlamış.

Spor Toto organizasyonunun, Türkiye'de kurulması için yoğun çaba harcayan Futbol Federasyonu Başkanı Ulvi Yenal, o günlerde yaşadıkları sıkıntıları Tercüman gazetesinde 1986 yılında çıkan yazısında şöyle anlatıyor: "Savaşır'dan sonra gelen genel müdürler, teftiş ve tetkik gibi konularla uğraştığından Spor Toto'ya ilgi göstermediler. Müracaat ettiğimiz makamlardan, çocukları kumara mı alıştıracaksınız? Profesyonelliğe geçtiniz yetmedi mi? Gibi sözlerle karşılaştık. Madem uygar ülkelerin hepsinde oynanıyor neden Fransa'da bu oyun yok gibi laflar işittik. Avrupa'da birçok ülke spor tesislerini spor totodan gelen gelirlerle tamamlarken, biz kısır bütçelerle yılları geçiriyorduk. 1950 yılında Rize Milletvekili Zeki Rıza Sporel ile Konya Milletvekili Saffet Gürol Spor Toto ile ilgili birlikte bir kanun teklifi hazırladı ve Meclis'e sundu. Ancak o teklif hiç bir sonuca ulaşamadı ve encümende eriyip gitti."

10 yıllık mücadele

Meclis'te o yıllarda DP milletvekilleri Spor Toto'nun kumar olduğunu ileri sürerek kanunun reddine çalıştı. Meclis'te kimi vekiller karşı çıkarken, kimileri de kanuna olumlu yaklaşıyordu. Orhan Şeref Apak, Sait Selahattin Cihanoğlu, o zaman ki Genel Müdür Mehmet Arkan, Nizamettin Kırşan ve Muhlis Peykoğlu, Spor Toto'nun oynanması (o zamanki adıyla Bahsi Müşterek) için yoğun çaba harcadı. Kanun 1959 yılında 10 yıllık gecikmeyle çıktı.

Spor Toto'nun Uygulamaya Geçirilişi

Meclisteki ekişmeli bir mücadeleden sonra, Futbol Müsabakalarında Müşterek Bahisler Tertibi Hakkında'ki 7258 sayılı Kanun 29 Nisan 1959 tarihinde kabul edilmiş ve Spor Toto resmen kuruldu ve adı "Futbol Müsabakalarında Müşterek Bahis Teşkilatı" oldu.

Spor Toto Teşkilat Başkanlığı

Spor Toto Teşkilat Müdürlüğü, 28.02.2007 tarihinde yürürlüğe giren 5583 sayılı "Futbol Müsabakalarında Müşterek Bahisler Tertibi Hakkında Kanun İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun" ile Teşkilat Başkanlığı'na dönüşmüştür.

Bahis oynamak suç mu?

Ülkemizde kişilerin bahis oyunu düzenlemeleri ve oynamaları 7258 Sayılı Yasa'ya göre suç ve iki yıldan beş yıla kadar da hapis cezası bulunuyor. Ancak bu hak ülkemizde yasayla devlete verilmiş. Sadece devlet bahis oynatabilir, düzenleyebilir. İddaa ve Sportoto gibi oyunları bu kapsamda değerlendirmek gerekiyor.

Spor Toto Yılda 2 milyar TL ciro yapıyor

Spor Toto teşkilat başkanı Bekir Yunus Uçar 2009 yılında Spor Toto'nun 2 milyar TL'na yakın bir ciro yaptığını ifade ediyor. İddaa'nin cirosu ise yıllık bazda bir buçuk milyar dolara ulaşmış durumda.

Kısacası devletin tekelinde bulunan bahis oyunları çok doğal olarak günümüz endüstriyel spor ortamında çok önemli bir pastayı oluşturuyor. Yıllık yüz milyar dolar seviyesine gelen ve bu şekilde kendi ekonomisini yaratmış olan bahis oyunları tüm dünya genelinde bir virüs gibi aslında futbol dahil tüm spor branşlarını sarmış vaziyette.

"Asalak Ekonomi"

Temel dinamiğini spordan/futboldan almasına karşın, spora/futbola aktarılan paralar ise toplam hasılatın yüzde onu kadar bile değil. O halde spordan/futboldan beslenmesine karşın spora/futbola hak ettiği parayı kanalize etmeyen bir oluşumu nasıl nitelemek gerekiyor. Ben buna futbolun/sporun sırtından beslenen "asalak ekonomi" diyorum.

Bahis ekonomisi bu bağlamda bir nevi asalak bir ekonomiyi oluşturuyor ve öz itibariyle de aslında futbolun ve sporun bağışıklık sistemini süreç içinde sakatlıyor zayıflatıyor. Bahis oyunlarının pratikteki diğer türevleri olarak karşımıza teşvik ve şike çıkıyor. Kendi takımının aleyhine bahis oynayan futbolcular, rakiplerine bavullarla teşvik primi dağıtan yöneticiler, uluslararası etkinlik gösteren şike olayları tüm bunlar futboldan ve spordan beslenen ama futbolun bağışıklık sistemini çökerten anti-futbol/spor ögeleri olarak varlıklarını devam ettiriyorlar.

Biz şimdi tekrar Spor Toto'nun Süper Lig isim hakkını neden aldığı sorusuna yanıt vermeye çalışalım.

Spor Toto Süper Lig'in marka değerini yükseltir mi?

Spor Toto elli yılı aşkın tarihi ve yaygın bilinirliğiyle Türkiye'nin önemli kuruluşlarından birisi. Konuya bu şekilde yaklaşıldığında Spor Toto'nun böyle bir işe girmesi son derece normal görünüyor. Yıllardır devlet eliyle oynatılan bahis oyunlarının ana organizatörü olan Spor Toto'nun Süper Lig gibi bahis oyunlarının temel dinamiğini oluşturan bir kuruluşun isim hakkını alması çok doğal.

Burada temel olarak iki amaç olduğu kanısındayım. Bunlardan ilki; devlet sosyal niteliğinden dolayı spora ve dolayısıyla futbola daha fazla fon transfer edebilmek amacıyla böyle bir organizasyona girmiş olabilir. Sporun ve futbolun desteklenmesi, daha da yaygınlaştırılması, Türk sporu/futbolunun rekabetçi düzeyini yükseltebilmek amacıyla kulüplere daha fazla fon transfer edebilmek bu önemli bir misyondur. Ancak burada fon transferi özel bir şirkete yani, yayın hakkı sahibi Digitürk'e yapılıyor

İkincisi ise burada dev bir pazar var ve pasta her geçen gün büyüyor. Milyar dolarlara ulaşan bir ekonomik pazardan daha fazla pay alabilmek ve buradan gelecek fonları devletin kullanımına bırakmak çok önemli bir amaç olabilir…Yani Spor Toto kendi marka değerini daha da artırarak, bir süre sonra bu değer üzerinden kendi yapısının özelleştirilmesine ortam ve olanak sağlamayı amaçlıyor olabilir.

Kısacası Spor Toto'nun Süper Lig isim hakkını almasının sosyal ve siyasi nedenleri bulunuyor. Siyasi neden ise ekonomik sebepler üzerinde yükseliyor. Çünkü ekonomik olarak bahis sektöründen daha fazla pay alarak, buradan gelecek kaynakların tasarrufunu hükümetin emrine sunmak. Aslında bu tüm ülkeler ve ekonomiler için geçerlidir.

Peki devletin böylesi bir organizasyon içine girmesini nasıl yorumlamalı? Bugün Süper Lig'de oynayan bazı takımlarımızın kamu fonlarıyla finanse ediliyor olmaları zaten bu kulüplerin kamu eliyle haksız rekabet üstünlüğüne ulaştıkları yönündeki önemli tartışmaları da beraberinde getiriyor.

Kamu elindeki fonları bu tür alanlara bloke edebilir mi? Ederse buradaki temel amaç nedir? Yani bugün herhangi bir belediyenin profesyonel bir takım/kulüp sahibi olması ve bazı kamu fonlarının bu takıma aktarılmasının temel gerekçesi nedir? Bu ne kadar sosyal adalete hizmet eder? Bu açıdan olaya bakıldığında Spor Toto Teşkilat Başkanlığı'nın kendi katma bütçesinden 125 milyon doları buraya aktarması tamamen siyasi bir karardır ve kişisel kanım o dur ki, Spor Toto futbolumuzun marka değerini yükseltmekten daha çok kendi marka değerini artırmayı hedeflemektedir.

Süper Lig'de rekabet artar mı?

Spor Toto'nun beş yıllık süre için Süper Lig isim hakkı olarak beş yıllığına Türkiye Futbol Federasyonu'na 125 milyon dolar ödeyecek olmasını da anlamakta zorlanıyorum. Çünkü, Süper Lig'in yayın, pazarlama ve satış hakkı yıllık 321 milyon dolar ödeyen Digitürk'e ait. Buna göre sözleşmeyi Digitürk ile Spor Toto'nun yapması gerekirken, TFF ile sözleşme imzalanmasını anlamaya çalışıyorum. TFF düzenleyici otorite olarak orada bulunuyorsa sorun yok. Ancak bildiğim kadarıyla kontrat TFF ile Spor Toto arasında yapıldı.

Bu tutar doğal olarak Digitürk'ün bütçesine bir gelir kalemi olarak girecek. Buna göre futbola buradan ekstra bir para aktarmak çok mümkün görünmüyor. Nitekim grup şirketi olmalarına karşın Türkcell ile Digitürk arasındaki kavga da bunu doğruluyor. Bu olayla Digitürk yılda 10 milyon dolarlık bir gelirini yıllık 25 milyon dolara çıkartarak bir kar maksimizasyonu sağlamıştır. Bu ticari bir kuruluş için çok normaldir. Çünkü bir "kamu malı" olarak futbol ihale edilmiş ve bu "mal"a en fazla parayı veren kuruluş bu mal"ın beş yıllığına kullanım hakkını satın almıştır, dolayısıyla bu konuda da tasarruf hakkına sahiptir.

Kısacası, bu ticari işlem nedeniyle Süper Lig ekiplerine eğer ilave bir fon aktarımı olacaksa (bence olmayacak), Süper Lig ekiplerinin rekabet güçleri olumlu etkilenir. Ancak bu açıkladığım nedenlerden dolayı çok mümkün görünmüyor.

Sonuçta

Süper Lig isim hakkı satışının bugün yıllık 10 milyon dolardan 25 milyon dolara kadar yükselmesi futbolumuzun marka değerinin yükseldiğinin bir göstergesi olarak algılanabilir mi? Bence kesinlikle hayır.

Yayın hakkı değeri yıllık %130'luk bir artış kaydetmişse, isim hakkı değerinin artması da normal görülebilir. Ancak her iki konuda da değer artışının doğal dinamiklerden kaynaklanmadığını düşünüyorum. Naklen yayın hakkı ihalesinde masada bir başka kurumun da "bulundurulması" yıllık yayın hakkı bedelinin beklenenin çok üstünde çıkmasına neden olmuştur. İsim hakkı satışını ise Digitürk'ün "kar saiki" ile hareket etmesinin sonucu Türkcell ile olan sözleşmesini bitirip, ihaleye çıkmasının bir sonucu olarak görüyorum. Bu noktada bir olağan dışılık söz konusu değil. Ancak, Spor Toto'nun, zaten kendi tekelinde tuttuğu bir mala bu kadar yüksek bir fiyat vererek, isim hakkını satın almasının mantığını ise anlayamadım.

Bu alışverişte kim daha fazla yarar sağlayacaktır bunu önümüzdeki günlerde hep birlikte göreceğiz. Ancak şunu söyleyebilirim ki, burada Spor Toto yıllık isim bedelini özel bir şirkete ödeyecek. Özel şirketin futbola aktaracağı fon zaten ihaleyle belirlenmiş durumda. Bu nedenle Süper Lig ekiplerinin bu işten ekstra bir gelir sağlamaları mümkün görünmüyor. Ancak Spor Toto'nun kendi marka değerini artırarak zaman içinde kendisine ilave avantajlar sağlayacağı ise çok açık.

 
http://www.dunyagazetesi.com.tr/tugrul-aksar_109_0_yazar.html
Feel the Difference, Feel the Excellence
Yukarı
tatar ilker Liste gör
Usta Yazar


Tatar İlker
Yaş: 41
Katılım: 30/Tem/2007
Yer: Istanbul
Online Durum: Offline
Mesajlar: 2637
  Alıntı tatar ilker Alıntı  CevaplaCevapla Direct Link To This Post Tarih: 13/Eyl/2010 saat 13:56
Borç batağındaki kulüplerimiz ya da mali başarı ve sportif başarı üzerine bir analiz

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
taksar@gmail.com

13.09.2010 - 08:56

Kulüplerimizin mali durumlarındaki olumsuzluklar tüm yakıcılığıyla devam ediyor ve bu sorunlar onların geleceklerini tehdit altına almış durumda... Mali başarıya ulaşmadan sportif başarı, sportif başarıya ulaşmadan mali başarı ne yazık ki gelmiyor. Son iki yıl içerisinde özellikle Süper Lig'de naklen yayın gelirlerindeki astronomik artış çoğu spor kulübümüzün vergi ve SSK prim borçlarının ortadan kalkmasına yol açtı. Ancak buna rağmen hale vergi ve SSK prim borcu olan Süper Lig ekipleri de bulunuyor. Sorunun son yıllarda alt ligler doğru kaydığını gözlemliyoruz. 

Geçenlerde medyada çok da fazla kendisine yer bulamayan, değişik tarihlerde iki farklı haber yayınlandı. İkisi de benzer konuları içeriyordu. Haberler öz olarak borç batağındaki kulüplerin durumlarını ortaya koymaktaydı. İşte bu haberler aslında böyle bir yazının yeniden kalene alınmasına neden oldu.

Radikal'de, "Spor kulüpleri borç batağında"( ) başlıklı haberi okuyunca, aslında son on yılda spor daha doğrusu futbol kulüplerimizin yapısında çok da önemli bir değişikliğin olmadığını bir kez daha görmüş oldum. Nitekim bundan tam sekiz yıl önce yine buna benzer bir haber nedeniyle NTVMSNBC'de bu konuya ilişkin bir makale kaleme almış ve bazı analizler yapmıştım.( )

Bu haberler sonrası futbol takımlarının böylesi bir borç batağına girmelerinin nedenlerini yeniden analiz etmek gerekiyordu. Neden bir futbol takımı, bu kadar büyük bir borç yükünün altına girer? Bu takımların katlandıkları bu mali külfet, sportif anlamda bir nimete dönüşmekte midir? Yeşil sahalarda başarılı olan takımlar, acaba mali anlamda da başarıyı yakalayabiliyorlar mı? Ya da mali anlamda başarılı olan takımlar, sportif olarak da başarılı olabiliyorlar mı? Daha buna benzer birçok soruya yanıt arayabilmek amacıyla, yeni bir analitik bir analiz kaçınılmaz oluyor.

Ancak analizimize geçmeden önce isterseniz konuya ilişkin yayınlanan haberlere bir göz atalım.

Spor kulüpleri borç batağında!

SGK'ya 71 milyon lira borcu olan 279 spor kulübünün 123'ünün yapılandırmaya gittiğini söyleyen Çalışma Bakanı Ömer Dinçer, 48 spor kulübünün üst düzey yöneticileri hakkında icra takibi başlatıldığını söyledi.

Sosyal Güvenlik Kurumu'nun (SGK) görev yapan 200 yöneticiye 1 milyon 209 bin TL ödeme emri göndermesi, futbol kulüplerinin kuruma olan borçlarını gündeme getirdi. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer, 279 spor kulübünün SGK'ya 71 milyon 130 bin TL borçlu olduğunu, 123 kulübün borçlarını yapılandırdığını, 48 spor kulübünün üst düzey yöneticileri hakkında icra takibi başlatıldığını anlattı.

Spor kulüpleri arasında en fazla sigorta prim borcu Bank Asya 1. Lig takımlarından birisine ait. Kulübün 967 bin liralık sigorta prim borcu var. Borçlular listesinde iki de Spor Toto Süper Lig ekibi bulunuyor. Kayıtlara göre, bu takımlarımızdan birisinin 351 bin 734 lira, diğerinin ise 331.325.47 sigorta prim borcu bulunuyor.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Dinçer, futbol kulüplerinin borçlarının sigorta pirim alacaklarından ve uygulanan kanuni faiz ve cezalardan oluştuğunu belirtti. Kulüpte yöneticilik yapmış kişilerin 'müştereken ve müteselsilen' borçtan sorumlu olduğuna anımsatan Dinçer, borçların on yıla kadar tecil ve taksitlendirilmesi imkânı getirildiğini, 2008 yılı Mayıs ayında yapılan yasa değişikliği ile iki ay içinde başvuranlara, borçları iki yıl taksitle ödeme imkanı sağlandığını anlattı.

279 kulüp, 71 milyon borç

Dinçer'in verdiği bilgiye göre; başta futbol kulüpleri olmak üzere spor dünyası SGK'ya büyük miktarda borç taktı. Toplam 279 spor kulübünün SGK'ya sigorta primleri gibi kalemlerden 71 milyon 139 bin TL borcu bulunuyor. 123 spor kulübü borçlarını taksitlendirmek için kurumla anlaştı. 15 spor kulübünün taksitlendirmesi devam ediyor, 26 spor kulübü de borçlarını yeniden yapılandırmayı tercih etti. 48 spor kulübünün üst düzey yöneticileri hakkında icra takibi başlatılırken, diğer borçlu kulüplerin tüzel kişiliğine yönelik icra takibi devam ediyor.

Devlet Bakanı Özak: "Kulüplere Borç Affı Getiremeyiz" 

Borç batağında olan kulüplere yönelik her hangi bir af konusunun gündeme gelmesinin söz konusu olmadığının altını çizen Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Özak, "Kulüpler için borç affı olmaz. Bizim dönemimizde iyileştirme oldu 4-5 kez. Borcu affettiğiniz zaman bir başkasına haksızlık yapıyorsunuz. Bir de af affı getiriyor. Önemli olan sürdürülebilir bir hale getirilmesinde kulüplerin kulüplere yardımcı olabilmektir. Kulüplerin gelirlerini, televizyon gelirlerini arttırıyoruz. Eskiden İddaa yoktu şimdi o da var. Ürün gelirleri yeni bir yöntem. Reklamla da ilgili. Türkiye ekonomisi iyileşince reklam geliri de artıyor. Vatandaşların forma alma gücü artıyor. Bunlar hep ekonomi ile ilgili. O bakımdan biz kulüplere aslında ekonomiyi iyileştirerek çok yardımcı olduk, havuzda verilen o paraların da Türk ekonomisinin de iyi olmasından dolayıdır. Bu refahla ilgili bir konu. Konu da ekonomi ne kadar iyi olursa kulüplerimizin cebine da o kadar çok para girer." ifadelerini kullandı.

Spor kulüpleri var olan vergi ve Sosyal Güvenlik Primleri nedeniyle önemli bir sıkıntıdayken, Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Özak; "ekonomik krizde olan futbol kulüplerinin mali borçlarının affedilerek silmelerinin mümkün olmadığını, ancak borçları yapılandırmaya devam edeceklerini" söyledi.

Futbol kulüplerine ellerinden gelen yardımı yapmaya çalıştıklarını dile getiren Bakan Faruk Nafiz Özak, "Bazı ödeme ve yardımlarda gelen paralar direk maliye ve sigortaya gittiği için ceplerine ayrı girmesi bir para lazım. Bu ancak şöyle olur. Özel sektör verir, kombine alınır, reklam verilir girer. Bunlar olabilir. Diğer resmi paralar kulüplerin cebine girmiyor. Bütün kulüplerimiz böyle bütçeleri düzgün, politikaları iyi kulüpler olursa bu Milli Takım'a da yansır. Milli Takım'daki düşüşün sebeplerine bakarsanız kulüplerin performansı düşünce milli takımın da performansı, Avrupa kupalarındaki başarı düşüyor. Bunu kabul etmek lazım. Onun için kaliteyi yükseltmek için hep beraber uğraşmak lazım.'' dedi.

Büyük kulüplerin gelirleri çok olduğu için çarkı rahatlıkla döndürebildiklerinin altını çizen Bakan Özak, "Tavsiyem şu. Aklın yolu bir. İyi bir işletmeci gelir gider dengesini kurar. Kulüplerimizi yönetenleri hepsi, kendi işlerinde çok başarılı. Kendi işlerinde böyle gelir gider dengesizliği yok. Ama kulüpler sürdürülebilir bir borçlanmaya giriyorlar, gelirlerini devamlı arttırıyorlar, giderleri de devamlı artıyor. Bu şu anda önemli bir sorun. Bunu medya, divan kurulları denetlerken konuşuyor. Kulüplerimizin şuanda yaptığı çok borçlanarak ileriye doğru daha çok gelir elde ederek bu işi sürdürebilmek. Başarılarını ve marka değerini artırmak. Dolayısıyla tribünler dolsun, kombine satayım, ürünlerimi satayım, göğüs reklamımı satayım, kolumdaki reklamımı satayım böyle gidiyorlar. Şuana kadar da gittiler. Ama her kulüp bunu yapamıyor. Çünkü her kulübün marka değeri yüksek değil. O bakımdan bu işin gelir gider dengesini kurmak lazım. Marka değerini yükseltmek ve topluma da mal etmek lazım. Burada da taraftarlara ve sevircilere çok büyük görevler düşüyor." diye konuştu.

Kulüplerimizin devlete olan vergi ve SSK borçlarına ve bunlara ilişkin bakanın açıklamalarını okuduk. Şimdi biz analizimize geçelim.

Sportif ve mali başarının analitik analizi

Analizimiz temelde iki bileşenden oluşmakta. Bu bileşenlerden biri, yani diyagramın düşey bileşeni mali durum mali başarı (MB), yatay bileşeni ise sportif başarı (SB) dir. Diğer bir ifadeyle; iki eksenli analizimizi oluşturmak için, birbirini kesen iki eksenli bir kartezyen koordinat sistemi çizelim önce. Dikey eksen mali başarıyı, (MB); yatay eksen sportif başarıyı, (SB) gösteriyor olsun. İki eksenin kesiştiği 0 noktasına göre (MB)'nin yukarı tarafı, mali durumun pozitif olduğu konumları; alt tarafı ise mali durumun negatif olduğu konumları sergiliyor.

Yani, mali yapıda pozitiflikten kasıt, gelirlerin giderlerden büyük olması, bütçenin açık vermemesi veya en azından denk olması; negatiflikten kasıt ise, bütçe açığının olması ya da giderlerin gelirlerden büyük olması durumudur. Yine 0 noktasına göre (SB)'nin sol tarafı sportif durumun, yani sportif başarının negatif; sağ tarafı ise pozitif sürdüğü konumları temsil ediyor. Bu durumda bu iki eksenin birbirini kestiği noktanın sağında ve solunda üst ve alt bölgeler olacaktır.

Sol üst bölge (II nolu bölge) takımların sportif alanda başarılı olamadıkları negatif durum ile mali performansın olumlu olduğu, pozitif mali durumu (buna örnek, Gençlerbirliği, Kayserispor verilebilir ya da Gaziantep veya borcu olmayan diğer Anadolu kulüpleri buna örnek gösterilebilir); sağ üst bölge (I nolu bölge) hem mali hem de sportif başarının pozitif olduğu olumlu / ideal bölgeyi gösteriyor ki, (buraya geçen yılın şampiyonu Bursaspor'u yazabiliriz. Çünkü geçen yılın şampiyonluğu ve bu yıl Şampiyonlar Ligi'nden gelecek paralarla Bursaspor mali başarıda önemli bir yol kat etmiş oldu.); sol alt bölge (III nolu bölge) hem sportif başarısızlığın ve hem de mali başarısızlığın olduğu, hiç istenmeyen en negatif bölgeyi; sağ alt bölge ise (IV nolu bölge) mali başarısızlığa karşın, sportif başarının olduğu, çoğu zaman görülemeyecek, sıra dışı performansı yansıtan a tipik bir durumu (UEFA'yı kazanan Galatasaray'ı) anlatmaktadır.

Burada ilk aşamada iki sorunun yanıtını arıyoruz:

1- Bugün itibarıyla Türk futbol kulüpleri bu koordinat sisteminin neresindedir?

2- Önümüzdeki dönemde nerede olacaktır?

Nerede duruyoruz?

Bu analizde sportif başarıdan kastedilen, ulusal ya da uluslararası kazanılan şampiyonluklar ile veya bu başarıya çok yakın derecelerdir. Örneğin, Süper Lig'de bugün 3 büyüklerin şampiyonluk dışındaki dereceleri, başarısızlık olarak görülüyorsa da, aslında lig ikinciliği Şampiyonlar Ligi'ne katılabilme olanağı verdiği için, bunu bir yerde başarı olarak görmek gerekir. Ya da şampiyonluğa oynamayan bir Anadolu takımının ligde ilk 3 sıraya girebilmesi ya da UEFA Avrupa Ligi'ne katılabilmesi bir başarı olarak değerlendirilmektedir. Veya Avrupa'da finallere çıkabilme durumu da bir başarı olarak görülebilir.

Bugün futbol kulüplerimize bakıldığında, bu modelde futbol kulüplerimizin büyük bir kısmının mali anlamda performanslarının son derece kötü olduğu; yani diyagramın yatay ekseninin altında yer aldığı görülmektedir. III ve IV nolu bölge olarak nitelendirdiğimiz bu bölge bir anlamda "borç bataklığı"dır.

Bataklıktan kurtulmaya çalışan takımlarımızın bir kısmı, sportif anlamda başarıyı yakalarken, büyük bir kısmının yeşil sahalarda da başarılı olamadıkları ortaya çıkmaktadır. Başta üç büyükler olmak üzere, devlete vergi, SSK vb. borçları bulunan, futbolcusuna taksitini ödeyemeyen bu nedenle çoğu zaman UEFA'lık olan bir durumdan söz ediyoruz.

3 büyüklerin tekelleri

Her ne kadar Süper Lig'de geçen yıl Bursaspor üç büyüklerin tekelini kırarak şampiyon olduysa da, hala ekonomik ve mali anlamda üç büyüklerin lig yapılanması üzerindeki etkileri devam ediyor. Bu yapının kırılmasına yönelik özellikle 2005 yılında havuz gelirleri dağıtım politikalarındaki yapılan değişiklikler nihayet meyvelerini de vermeye başladı. Artık maç başına ve sezon sonuna göre önemli para kazanabilme olasılığı bulunan Anadolu takımları ligde önemli sürprizler yapmaya başladılar ve bu devam edecekmiş gibi de görünüyor. Ancak hala üç büyüklere yönelik "rant politikası" devam ettiği sürece bu transformasyon süreci uzayacakmış gibi görünüyor. Bu durum devam ettiği sürece, bu bölgede yer alan kulüplerimizin, bellerini doğrultabilme olanağı da olmayacaktır, bir bakıma… Bu anlamda üç büyükler bugün IV nolu sağ alt bölgede görünüyor. Yani mali durum negatif bir durum sergilerken, sportif başarı pozitif bir görünüm veriyor. Kısa dönemde bu bölgeden çıkılacağına ilişkin bir görünüm şimdilik yok.

Yukarıda da ifade ettiğim üzere Bursaspor'un geçen yıl ortaya koymuş olduğu performans onları bu analizde I'inci bölgeye konumlandırıyor. Gaziantepspor ve Gençlerbirliği takımlarımız  II nolu bölgede yer alırken; bu iki takımımızın dışındaki diğer takımlarımız III nolu bölgede kendilerine yer bulabilmektedirler. Kısa ve orta vadede III nolu bölgede yer alan takımlarımızın ilk hareketleneceği bölge, IV nolu bölge olarak görülmektedir. Bu takımların başında da taşıdığı potansiyel itibariyle Trabzonspor geliyor. Trabzonspor gerek sportif, gerekse mali başarı açısından rahatlıkla bu bölgeye ulaşabilir. Ancak içinde bulundukları mali yapı şimdilik onların I nolu bölgeye hareket etmelerine pek olanak vermiyor.

Diğer takımlarımızın Lig'de ve Avrupa'da ortaya koyacakları sportif performans onları III nolu bölgeden II nolu bölgeye hareketlendirebilir ancak, pratikte bu oldukça zor görünüyor. Ama bu hareket sağlıklı olabilmenin de bir göstergesi aynı zamanda. Bu hareketlenmede, bir yerde geleceğe yatırım yapmak veya önce mali yapının düzeltilerek, daha sonra sportif başarılara ulaşmaya çalışmak felsefesi bu hareketlenmenin ana temasını oluşturuyor.

UEFA kriterleri ve 2014-15 sezonundan itibaren uygulamaya alınacak olan "Finansal Fair-Play" uygulaması da, takımlarımızın öncelikle III ve (IV) nolu bölgelerden acil kurtulmaları gerektiğini ifade ediyor.

Mali sıkıntılar artarsa

III ve IV nolu bölgelerden kurtulamayan takımların, zaman içinde silinip gitmeleri de kaçınılmaz görünüyor. Bu bölgelerden kurtulma sürecinde, eğer sportif başarılara da ulaşılabiliyorsa; bu başarılar ekonomik olarak ta taçlandırılabilirse, takımların sağlayacakları ciddi maddi gelir, mali yapının da hızla düzelmesini de beraberinde getirebilir. Getirebilir diyorum, çünkü buna en iyi örnek, Galatasaray'ın UEFA şampiyonu olmasına karşın, ekonomik anlamda bu şampiyonluğu yakalayamamasıdır…

Ama normalinde hedef, ideal olan bölgedir. Yani, hem sportif hem de mali performansın pozitif olduğu (I) no.lu bölgedir. Tüm hareketlenmelerde, gidilmesi gereken bölge burası olmalıdır.

Mali performans olarak III ve IV nolu bölgelerde bulunan takımlarımız, adeta ateş hattında olan kulüpler. Nitekim, yukarıda da belirttiğimiz üzere Süper Lig'de yer alan 2 kulübün ve diğer liglerde yer alan 277 kulübün borçlarına istinaden haklarında icrai işlem yapılıyor olması bu durumu ortaya koyuyor.

Mali başarısızlık = Sportif başarısızlık

Analizimizde göze çarpan nokta; futbol kulüplerimizdeki mali yetersizliklerin, takımlarımızın sportif yeterliliklerinin de önünü kesmesidir. Bu durum "haksız rekabet"in de beslendiği bir olgu olarak çıkıyor karşımıza. Bugün, örneğin liglerdeki diğer takımlarımız borç batağı içinde yüzmeye çalışırken, üç büyüklere sağlanan çeşitli dolaylı yasal çıkarlar, rant transferi, III ve IV'üncü bölgede yer alan takımların haksız rekabete uğramasına neden oluyor.

Alt bölgelerden üst bölgelere hareketlenme sayısı son derece sınırlı iken, üst bölgelerden özellikle II nolu bölgeden aşağılara doğru hareketliliğin daha fazla olduğunu görmekteyiz. Mutlaka, bunda ülkemizin sosyo-ekonomik yapısının büyük etkileri vardır, ancak bu başlı başına bir etken midir? Onu da sorgulamak gerekir.

Kulüplerimizin mali yapıyı düzeltmeye çalışırken, sportif olarak olumsuz performans sergilemeleri, bu olumlu hareketin önünü kesmektedir. Bu bağlamda yayın haklarından elde edilen gelirlerin dağıtımı, biraz koruyucu bir özellik taşısa da, başka gelir kalemlerinin olmayışı, takımlarımızın ideal bölgeye hareketini mümkün kılmamaktadır.

Alt ligler ile Süper Lig arasındaki mali uçurumun daha da artması diğer kulüplerimize alt yapıdan oyuncu çıkartma olanağının da önünü kesiyor. Her ligde alt ligler, prima liglerin fidanlığı durumundadır ve bu nedenle Avrupa'da özellikle alt liglere hiç te azımsanmayacak ölçüde parasal fonlar transfer olunur. Bu bir gerekliliktir. Bu durum Türk futbolunun geleceği açısından da son derece önemlidir. Alt ligleri güçlü olan ülkeler, rekabetçi yapısı ve futbol kalitesi yüksek liglerdir.

Özellikle Süper Ligimizde takımlarımızın gerek sportif, gerekse mali anlamda Avrupa'da mücadele ettikleri rakiplerinin gerisinde kalmaları bu yapılanmanın patolojik bir sonucudur. Sadece üç büyüklerin bütçesini büyüterek Avrupa ile rekabet edebilme şansını yakalamaya çalışmak doğru bir strateji gibi görünmüyor. Ancak son beş yıl içinde özellikle havuz gelirlerinin önemli ölçüde artması ve bunların dağıtım kriterlerinin rekabetçi dengeyi olumlu etkileyecek şekilde yeniden belirlenmesi taktire değer gelişmeler olarak görülebilir. Ancak bu tek başına yetmiyor. Özellikle kulüp borçlanmalarındaki dengesizlik haksız rekabetin artmasına yol açıyor. Bunun mutlaka kontrol altına alınması en öncelikli görevlerin başında geliyor.

Neler yapılabilir?

Ya da bu aşamada üçüncü ve dördüncü sorular geliyor gündeme. Hem mali performansın hem de sportif performansın pozitif yönde sürdürülebilir kılınması her zaman mümkün mü? Yani birinci iyi seçeneğin yakalanması söz konusu mu? Bu soruya olumlu yanıt verebiliriz. Çünkü dünyada bunu becerebilen ülkeler ve bu ülkelerin takımları var.

Ancak, özellikle Avrupa'da da bize benzer bir portrenin ortaya çıkması; temelde haksız rekabete yol açabilecek ciddi bir kaygı olarak UEFA tarafından değerlendirildiği için, UEFA 2014-15 itibariyle kendisine üye olan ülke liglerinde yer alan tüm takımların mali anlamda disiplinine yönelik aldığı kararlar zaten takımlarımızı mali disipline uymaya davet ediyor onları.

Bu nedenle tüm kulüplerimiz öncelikle mali yapılanmalarını bu kurala uygun hale getirmek zorunda. Aksi halde bu kurallara uyamayan kulüpler lisans alamayacakları için en kriterlere sahip olamayan ülke takımları, UEFA'nın organize edeceği şampiyonalara katılamayacak…Peki UEAF Kriterleri ve Finansal Fair- Play uygulamaları açısından pozitif durum Türk takımları için mümkün mü?

Geçmişe baktığımızda bu sorunun yanıtı kısa vadede pek olumlu görünmüyor. Ama başka bir çare olmadığı da ortada…

Hem mali başarının hem sportif başarının negatif olması mümkün mü? Ne yazık ki evet. Maalesef bu durum, ülke liglerinin kapasite ve kalitelerinin de mihenk taşını oluşturmakta.  

Sonuç

Türk futbol kulüplerinin sağ üst bölgede konumlanmasının, yani hem mali performansın hem de sportif performansı pozitif yönde götürmesinin, geçmiş deneyimler çerçevesinde bakıldığında, kısa ve orta vadede pek mümkün veya kolay olmadığı görülüyor. Madem en iyi durumu gerçekleştirmek ya da kısa süre gerçekleştirilse bile bunu sürdürebilmek mümkün değil, o zaman ikinci iyiyi elde edip onu sürdürülebilir kılmak hedeflenebilir.

İkinci iyiyi kısa vade ve uzun vadede değerlendirirsek; Kısa veya orta vadede takımların hızlı bir şekilde II nolu mümkün olursa I nolu ideal bölgeye hareket etmeleri; yani, öncelikle berbat durumdaki mali yapılarına çeki düzen vermeleri ve daha sonra düzelen yeni mali yapı temelinde, yeni sportif başarılara yelken açmaları akla gelen ilk mantıklı yol…

Kısa vadede ise bir takım mali açmazlar içinde olabilir, negatif bir mali performans sergileyebilir, hatta bu süreç içinde yokluk ve yoksulluklar içinde mucize başarılara da ulaşabilir, takımlarımız. Ama bu bölgede kalıcı ikamet edemez. Sadece, kısa vadede ulaşacağı sportif başarıları parasallaştırarak, buradan mali yapıya kaynak tedariki sağlayıp, ya I nolu sağ üst bölgeye ya da II nolu sol üst bölgeye hareketlenmelidir.

UEFA finansal fair play uygulaması geliyor

UEFA finansal fair play uygulamaları zaten, III ve IV nolu bölgede takımların kalmasına izin vermeyeceğine göre, kulüplerimizin gerekli aksiyomları almaları bir zorunluluk olarak görülüyor. Bunun için öncelikle, futbol kulüp yönetimlerinin günü kurtaran ve popülist uygulamalar yerine, daha radikal ve kalıcı uygulamalara geçmesi gerekiyor. Bu bağlamda futbol kulüplerine kurumsal yönetim modeli önemli ölçülerde yardımcı olacaktır. Kaynaklar çok etkin ve verimli kullanılmalı; sportif performansı artırabilmek için mali performansa da odaklanılmalıdır. Ancak mali performans için ilk koşul öncelikle ortaya sportif performans koymaktır. Sportif performans iyi yönetimle birleşince zaman içinde mutlaka mali başarı da gelecektir zaten. Bir süre sonra sportif performanstan bağımsız mali performans ta söz konusu olabilir ancak bunun için mutlaka marka olmak gerekiyor.

Bu durum kulüplerimizi ciddi ölçüde mağdur ediyor. Süper Lig dahil hemen hemen çoğu kulübün yayın geliri dışında önemli bir geliri bulunmuyor. Bunun en iyi örneğini bu sezon başında Şampiyon Bursaspor dahil 11 Süper Lig ekibinin göğüs reklamı verebilecek bir sponsor bulamamaları, alternatif gelir kaynakları yaratmaya yönelik bir strateji ve planlarının bulunmayışı örnek gösterilebilir. Kulüpler mutlaka başka gelir kalemleri yaratmak zorundadırlar. Bu nedenle ticari anlamda ülkemizin Uluslararası entegrasyonlara girebilmesi, bu konuda takımlarımıza ciddi rahatlıklar sağlayabilecektir.

Yoksa kısa vadede işimiz çok kolay görünmüyor. Önümüzde bir takım UEFA zorlamaları da olsa, biz bu kriterlerin de zayıf karnını yakalayıp, talebe uygun görüntü oluşturma çabalarımız devam edecek gibi görünüyor.

http://www.dunyagazetesi.com.tr/eko-spor-tugrul-aksar_109_0_yazar.html?
Feel the Difference, Feel the Excellence
Yukarı
tatar ilker Liste gör
Usta Yazar


Tatar İlker
Yaş: 41
Katılım: 30/Tem/2007
Yer: Istanbul
Online Durum: Offline
Mesajlar: 2637
  Alıntı tatar ilker Alıntı  CevaplaCevapla Direct Link To This Post Tarih: 21/Eyl/2010 saat 23:38
Avrupa futbolu borç ligi

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
taksar@gmail.com

20.09.2010 - 08:59
 

Bu senenin mart-nisanında dünyanın en değerli ve en zengin kulübü Manchester United, 600 milyon Sterlin'e ulaşan borçlarını döndürmekte zorlanmasa ve bu nedenle uluslararası piyasalarda uzun vadeli tahvil ihraç etmemeye kalkışmamış olmasaydı  ve yine bu yılın 13 Haziran'ında Barcelona'da başkanlığı, Mavi Fil hareketi'nin lideri Laporta'dan devir alan Sandro Rosell hemen başkanlık seçimleri sonrasında, "Acil olarak 50 milyon Euro'ya ihtiyacımız var. Kulüpte maaşları ödeyemiyorum" diye gazetelere demeç vermemiş olsaydı, Avrupalı kulüplerin borçları bu kadar ilgi görmeyecekti.

Gerçekten de son zamanlarda özellikle Avrupalı kulüplerin borçlarıyla yakından ilgilenir olduk. Beş büyük ligin milyar Euro'lara ulaşan borçları doğal olarak Avrupa futbolunun da gündemini belirliyor, yön veriyor.

Gün geçmiyor ki, ekonomik ve mali krizin de etkisiyle futbol kulüplerinin borçlanmalarında yaşanılan olağanüstü artışlar ve bunların kulüplere olumsuz etkileri üzerine yazılı ve görsel medyada bir haber ile karşılaşmayalım, bir haber okumayalım, izlemeyelim…

Gerçekten de Avrupa'da ve  ülkemizde futbol kulüplerinin borçlanmaları üzerine yazılı ve görsel medyada yer alan bir çok haber, futbol kulüplerinin adeta birer borç sarmalına yakalandıklarını, içinde bulundukları bu borç batağından kurtulabilme savaşımı verdiklerini ortaya koyuyor.

Ekonomik ve mali konjonktürdeki olumsuzlukların, kulüplerin hesapsız ve kitapsız harcamalarıyla birleşmesiyle ortaya çıkan bu aşırı borçlanma durumu, kulüpleri adeta ölümün pençesine atıyor. Çoğu kulüp bu sarmaldan kurtulabilmek için taze kaynak arayışında. Giderek artan borç baskısı nedeniyle rekabetin yıkıcı etkisine maruz kalan çoğu kulüp, yaklaşan " Finansal Fair Play" uygulamaları nedeniyle de kara düşüncelere dalmış durumda.

Deloitte her yıl düzenli olarak Avrupa futbolunun en zengin 20 kulübünün yer aldığı bir sıralama yapıyor ve bunu yayınlıyor. Sadece kulüplerin gelirlerine göre yapılan bu sıralamanın adı Money League" yani "Para Ligi…

Deloitte'un bu raporuna girebilen kulüpler genel algı olarak Avrupa'nın  en zengin kulüpleri olarak kabul ediliyor. Ancak benim çoktandır üzerinde durduğum bir konu var ki, bu konuyu sizinle bu hafta paylaşmak istedim.

Deloitte sadece para ligi değil, borç ligi sıralaması da yapmalı!

Futbol kulüplerinin sadece gelirlerine göre yapılan bu sıralama, genel itibariyle doğru gibi görülse de, her zaman asıl olan gelirler ile giderler arasındaki farkın ne olduğudur. Yani bu sıralamaya giren kulüpler acaba bunca gelir elde etmelerine karşın, sezon sonunda ne yapmışlar? Ne kadar kar elde edebilmişler? Borçları ne düzeyde? Toplam gelirleri, giderlerini karşılayabiliyor mu? Tüm giderler düştükten sonra kulüp kar yapabiliyor mu? Kulüp gelirlerini futboldan mı yoksa futbol dışından mı elde ediyor? Daha buna benzer bir çok soru bu konuda sorulabilir. Bunun için aslında Deloitte'un  ayrıca bir de Avrupa kulüp futbolunun finansal yıllık raporunu yapması gerekir. Çünkü Deloitte bunu yapabilecek bilgi ve potansiyele sahip bir kurum ve her türlü olanağa da sahip görünüyor.

Deloitte'un geleneksel olarak her yıl düzenlemiş olduğu "Annual Review of Football Finance" raporu, aslında Avrupa futbolunun genel fotografını çekmek bakımından çok anlamlı ve bizim gibi araştırmacılar açısından son derece yararlı ve önemli bir çalışma. Deloitte'un Avrupa futboluna yönelik düzenlemiş olduğu  bu rapor,  Avrupa futbol finansına makro bir bakış açısı getiriyor olmakla birlikte;  ne var ki kulüp bazına sadece Premier Lig ve Championship kulüpleri özelinde inebiliyor.  Diğer Avrupalı kulüplerin finansal verilerine bu raporda ulaşım şansı ne yazık ki yok. Oysa, Para Ligi'ne giren kulüplerin gelir bilgilerinin yanısıra diğer finansal bilgilerinin de Para Ligi raporuna eklenmesi raporu daha anlamlı kılacaktır.

Deloitte'un Para Ligi'ne giren ancak, çok önemli borç ve giderleri bulunan Para Ligi kulüplerinin bu bağlamda bir de Borç Ligi yapılmalı bizce.

Avrupa borç ligi

Barcelona'nın yeni başkanı  Sandro Rosell seçildiğinin hemen arefesinde kulübün  273 milyon Euro'ya ulaşan borcu içinde vadesi gelen 150 milyon Euro'luk borcun ve maaş ödemelerinin gerçekleştiribilmesi için acilen 50 milyon Euro'ya ihtiyaç duyduğunu beyan etmesi tüm gözlerin Barcelona'nın üzerine çevrilmesine neden olmuştu.

Bir yandan bu borçların ödenmesi, diğer taraftan transfer dayatmasının getirdiği ilave para ihtiyacı, başkanın  en çok istediği Arsenallı oyuncu Fabregas'ın transfer edilememesine sebep olmuştu. İçinde bulundukları nakit sıkışıklığını aşabilmek için  Dmytro Chygrynskiy'i 15 milyon Euro'ya Shakhtar Donestk'e, Zlatan Ibrahimovic'i 24 milyon Euro'ya, Yoann Gourcuff'u  da 22 milyon Euro'ya satmak zorunda kalan Barcelona çok parlak bir transfer sezonu geçirememiş ve sadece Valencia'dan David Villa'yı 40 milyon Euro'ya kadrosuna dahil edebilmişti.

Manchester United borç batağından kurtulabilecek mi?

Bugüne kadar kazandıkları kupalarla efsane takımlar haline gelen Manchester United ve Liverpool, bir yandan borçlarıyla başa çıkmanın yollarını araştırırken, bir yandan da taraftarlarından gelen büyük tepkiyi azaltmanın çarelerini arıyor. Şampiyonluğun en önemli adaylarından Manchester United, 716 milyon sterlinlik borcuyla en borçlu kulüp konumunda görünüyor.  Dünyanın en zengin kulüpleri arasında yer alan Manchester United'ın finansal yapısı, 2005 yılında ABD 'li Glazer ailesinin kulübü borçlanarak 828 milyon sterline satın almasının ardından giderek bozuldu. . İngiliz kulübü 2004 yılına kadar izlediği mükemmel mali ve ekonomik politikalar ile endüstriyel futbolun model kulübü olmuştu. Glazer ailesi, Manchester United'ı satın alırken Old Trafford Stadı ve takımın antrenmanlarını yaptığı Carrington'ı da banka kredisi karşılığında teminat olarak gösterdi. Glazer ailesinin kulübü borç batağı içine çekmesi ve çok yüksek maliyetle borçlanmaya gitmesi 2004 yılına kadar her yıl kar eden bu kulübü zarar eden bir kulüp haline getirdi.   Man.Utd.'ı böylesi bir borçlanmaya iten temel neden ise Glazer ailesinin kulübü satın alma döneminde kullanmış olduğu kredilerin çok yüksek faizleri… Yıllık 70 milyon Sterlin civarında bir faiz yükü altında kalan Man. Utd. bu yüksek faiz baskısından kurtulabilmek için bu yılın Nisan ayında 600 milyon Sterlin'lik tahvil ihracına gitti. Kulübün giderek artan borçlarına taraftarların tepkisi de gün geçtikçe artıyor. Taraftarlar Old Trafford Stadı'ndaki maçlarda takımlarını yalnız bırakmasa da borçlara karşı tepkilerini kulübün 1878 yılındaki ilk renkleri olan sarı-yeşil atkılar takarak gösteriyorlar.

Premier Lig'in bir diğer en yüksek borçlu kulübü ise 701 milyon Sterlin borcu ile Chelsea. Ancak söz konusu borç tamamıyla Anramovich'in Chelsea'ye 2003 yılından bu yana  aktardığı fonlardan oluşuyor. 

Borç liginin bir diğer kulübü 501 milyon sterlinlik borcu ile La Liga'nın güçlü ekiplerinden Valencia… Valencia içinde bulunduğu parasal krizden kurtulabilmek için bu yıl önemli oyuncularından David Villa ile David Silva'yı elinden çıkartmak zorunda kaldı.  David Villa'yı 40 milyon Euro'ya Real Madrid'e, David Silva'yı ise 32 milyon Euro'ya Manchester City'e satarak 72 milyon Euro transfer geliri elde eden Valencia ayrıca stat konusunda da sıkıntı içinde. 

Borçlarıyla başı dertte olan bir başka İngiliz kulübü ise Liverpool. 351 milyon Sterlin borcuyla listenin dördüncü sırasında yer alan Premier Lig ekibi, bu borçlarından kurtulabilmek için bir kurtarıcı bekliyor. İki Amerikalı sahibi Tom Hicks ve George Gillet'in, Royal Bank of Scotland ile Wachovia Bank'tan sağlanan krediyle kulübü satın almaları nedeniyle oluşan yıllık faiz yükü 36.5 milyon sterline ulaşmış durumda. Mali yapıdaki bu bozulma doğal olarak sportif performansı da olumsuz etkiliyor. Bu bağlamda sportif performanstaki düşüş ise hiç te tesadüf değil. Geçen sezon ligde şampiyonluk yarışından erken kopan ve UEFA Avrupa Ligi'nde başarılı olmak için mücadelen Liverpool'un taraftarları da Manchester United taraftarları gibi kulübün içinde bulunduğu mali duruma tepki gösteriyor.   

Avrupa borç ligi en yüksek 20 kulüp

Sıra Kulüp Toplam borç (milyon Sterlin)

1. Manchester United 716

2. Chelsea (Limited) 701

3. Valencia C.F 501

4. Liverpool 351

5. Real Madrid 296

6. FC Barcelona 273

7. AS Roma 271

8. Schalke 04 234

9. Arsenal 223

10. Fulham 218

11. Deportivo 214

12. Villa Real 210

13. Manchester City 187

14. Espanyol 133

15. Inter 130

16. Westham 110

17. Racing 106

18 Newcastle United 106

19 Real Zaragoza 98

20 Sevilla 96

Yukarıdaki tablo bize Avrupa'nın en borçlu 20 kulübünü gösteriyor. Belirtilen 20 kulübün toplam borçları 5.174 milyon Sterlin'e ulaşırken,  20 kulübün toplam gelirleri ise 3.5 milyar Sterlin civarında.

Listede görüldüğü üzere 9 İspanyol, 8 İngiliz, 2 İtalyan ve 1 Alman kulübü bulunuyor.

En borçlu lig Premier Lig

Kulüplerin dışında en borçlu Ligler sıralaması yaptığımızda ise karşımıza aşağıdaki tablo çıkıyor.

Yukarıdaki tabloya göre en borçlu lig olarak toplam 3.8 milyar Euro'luk borcuyla Premier Lig'i görüyoruz. Premier Lig'i ise 2.250 milyon Euro'luk borcuyla İspanyol La Liga izliyor.  Beş büyük lig içerisinde borcu olmayan tek lig ise Fransız Lig 1.

Söz konusu ligler içinde gelir ve sahip oldukları assetler bakımından en öne çıkan lig ise yine İngiliz Premier Lig oluyor. Premier Lig yıllık 2.526 milyon Euro gelir yaratırken, toplam 4.450 milyon Euro'luk ta bir varlığa sahip görünüyor. Buna göre toplam varlığı borçlarının üzerinde olan Premier Lig yarattığı gelir bakımından da ilk sırada yer alıyor.  Her ne kadar borçlarının üzerinde bir varlığa sahip olsa da Dünyanın en prestijli futbol liglerinden biri olan Premier League'de mücadele eden kulüplerin borçları takımların ve ligin geleceğini tehdit edecek düzeye ulaşmış durumda görünüyor.

Finansal Lig'de toplam borç itibariyle Premier Lig'i takip eden La Liga yaklaşık 2.250 milyon Euro'luk borcu ile 1.4 milyar Euro'luk gelirinin üzerinde bir borçla sahipken, mevcut borcunun karşılığında ise 2.850 milyon Euro'luk bir varlığı bulunuyor.

Beş büyük lig yıllık toplam 7.8 milyar Euro gelir yaratırken, borçları ise neredeyse gelirlerini yakalamış durumda. Toplam 7.2 milyar Euro borcu bulunan bu liglerin sahip oldukları uzun vadeli varlıkları da borçlarından yüzde otuz daha fazla.

10.2 milyar Euro toplam asset ile borçlarının ve gelirlerinin üzerinde bir varlığa sahip olan Beş Büyük Lig'de toplam borç stokunun %52'si, varlıkların %44'ü ve toplam gelirin %32'si tek başına Premier Lig'e ait.

Süper ligimizin durumuna gelirsek, Süper Lig'in toplam borcu 500 milyon Euro'ya ulaşırken, sahip olduğumuz toplam varlık tutarı ise 390 milyon Euro'ya civarında görünüyor.  Yıllık yaratılan gelir ise 585 milyon Euro düzeyinde. Buna göre toplam varlığımız, borçlarımızı karşılamakta yetersiz kaldığından Spor Toto Süper Lig Net Borçlu durumunda görünüyor.

Beş büyük lig ve Süper Lig'de finansal durum (2008/09)

 Milyon Euro

 Yıllık  Uzun dönem Toplam

Ligler gelirleri assetleri borç

Premier Lig 2.526 4.450 3.800

Serie-A 1.450 1.500 540

La Liga 1.438 2.850 2.250

Bundesliga 1.421 980 653

Ligue 1 990 475 0

Toplam 7.825 10.255 7.243

Süper Lig 585 390 500

Biz ne durumdayız?

Beşiktaş'ın eski İkinci Başkanı Hüsnü Güreli'nin Yönetim Kurulu Başkanlığı'nı yaptığı Güreli Baker Tilly Yeminli Mali Müşavirlik'in araştırmasına göre 4 büyük kulübün borcu yaklaşık 900 milyon TL'yi (yaklaşık 450 milyon Euro) buldu.  Diğer Süper Lig ekiplerinin de toplam borçlarını eklediğimizde bu tutar 500 milyon Euro'ya ulaşıyor. Bu durum aynı trendde giderse kulüplerinizin borcu  5 yıl sonra 1.5 milyar TL'ye çıkacak.

Sonuç

Avrupalı ünlü kulüplerin sahiplik yapılarındaki değişme ile yeni sahiplerin kulüpleri borçlandırarak kendilerine fon transfer etmeleri, yaşanılan ekonomik ve mali krizin olumsuz etkileri, hesapsız kitapsız yapılan transferlere akıtılan yüz milyonlarca para kulüpleri adeta bir borç batağına sürüklemiş durumda.

Avrupa futbolunun her ne kadar varlıkları mevcut borçlarını karşılayabilecek düzeyde ise de, borçlanma eğiliminin bu şekilde devam etmesi durumunda kulüplerin ve bu liglerin gelecekleri ciddi tehdit altında görünüyor. Bu olumsuzluğa dur demek bakımından UEFA'nın 2009 yılında almış olduğu finansal fair play kararları son derece yerinde ve doğru kararlardır. Ancak başta bizim kulüplerimiz de dahil olmak üzere tüm borçlu kulüplerin 2014-15 sezonuna kadar mali ve ekonomik yapılarını bu kararlara uyumlu hale getirmeleri gerekiyor. 

http://www.dunyagazetesi.com.tr/eko-spor-tugrul-aksar_109_0_yazar.html?
Feel the Difference, Feel the Excellence
Yukarı
 Cevapla Cevapla Sayfa  <1 34567>


Forum Kısayol Forum İzinleri Liste gör

Bulletin Board Software by Web Wiz Forums® version 9.50
Copyright ©2001-2008 Web Wiz

Bu sayfa 0,313 saniyede hazırlanmıştır