Sayfayı yazdır | Close Window

Eko-Spor: Süper Lig özelleştirilebilir mi?

Yazdırılan yer: eskisehirspor.com
Kategori: Diğer
Forum İsmi: Türkiye'de ve Dünya'da Futbol
Forum Açıklaması: Türkiye Ligleri, Dünya Ligleri, Avrupa Kupaları, Dünya Kupaları hakkındakı haberler, konular
URL: http://www.eskisehirspor.com/forum/forum_posts.asp?TID=1461
Yazdırma tarihi: 20/May/2024 saat 00:32
Yazılım Versiyonu: Web Wiz Forums 9.50 - http://www.webwizforums.com


Konu: Eko-Spor: Süper Lig özelleştirilebilir mi?
Gönderen: tatar ilker
Konu: Eko-Spor: Süper Lig özelleştirilebilir mi?
Gönderi tarihi: 13/Eki/2008 saat 10:32

Bügünkü Dünya gazetesinde güzel bir analiz var. Analizi şemalarla anlatmışlar, imkanı olana gazete bayinden gazetenin kendisini alarak konuyu şemalarla takip etmesini tavsiye ederim. Haberin web versiyonunda şema yok ne yazık ki.

http://www.dunyagazetesi.com.tr/haber.asp?id=24540 - http://www.dunyagazetesi.com.tr/haber.asp?id=24540
 
 
 
Futbolumuza yeni bir yapılanma önerisi ( I )
http://www.dunyagazetesi.com.tr/haber.asp?id=24540# - "Kulüplerin federasyonlarla,

"Oyuncuların kulüplerle olan hukuksal sorunlarını karara bağlamak,

"Maçlara hakem atamalarını gerçekleştirmek,

"Gözlemci ve diğer hukuksal operasyonel kadroların oluşturulmasını sağlamakla görevli ve sorumludur.

Lig İdari Kurulu (Federasyon), bu oluşum içinde futbolu yönetsel anlamda sevk ve idare eden bir kuruldur. Lig İdari Kurulu üyeleri Futbol Üst kurulu tarafından belirlenir ve kulüplere burada eşit oranlarda temsil olanağı sağlanır. Lig İdari Kurulu bir anlamda kulüpler birliğinin en üst oluşumudur. Bu yapılanma içerisinde yer alacak kurul üyelerinin görev süreleri, Genel Kurulca gerçekleştirilecek seçimlerle sınırlıdır. Federasyon başkanını doğrudan Lig İdari Kurulu üyeleri içinden Futbol Üst Kurulu seçer ve başkan bir yandan Lig İdari Kurulu'na diğer yandan doğrudan Futbol Üst Kuruluna sorumludur.

Lig İdari Kurulu genel olarak,

1.Liglerin organizasyonundan,

2.Futbolun yönetsel sevk ve idaresinden,

3.UEFA ve FIFA ile entegrasyon ve  koordinasyondan,

4.Amatör futbolun organizasyonundan,

5.Kadın futbolunun organizasyonundan,

6.Dünya Kupası, Avrupa kupası, UEFA ve Şampiyonlar Ligi Organizasyonlarına iştiraklerin düzenlenmesinden,

7.Diğer Avrupa ligleriyle iletişim ve koordinasyondan sorumludur.

Futbol Hukuk Kurulu, geçmiş yıllardaki şaibe, spekülasyon ve duyumlar gibi futbolu olumsuz etkileyen olumsuzlukları ortadan kaldıracak ve tam bağımsız olarak çalışacak, her biri görevin gerektirdiği liyakat ve kalifiye özelliklere sahip hukukçulardan ve eski hakemlerden oluşan bir yapıyı ifade ediyor. Futbol Hukuk Kurulu üyeleri bu özellikleri gözetilerek, Futbol Üst Kurulu tarafından tayin olunurlar ama diğer kurulların aksine sadece Futbol Üst Kuruluna değil aynı zamanda doğrudan UEFA ve FIFA'ya karşı da sorumlu olarak çalışırlar. Bu kurula üyeler Futbol Üst Kurulu tarafından seçilmelerine karşın, yasalara, tüzüklere, yönetmeliklere aykırı eylemleri saptanmadığı sürece görevden alınmaları mümkün değildir. Bu kurula atanan yöneticiler, Genel Kurul seçimlerinin dışında yedişer yıl süreyle görev yaparlar, görev süresi biten aday, ikinci kez yeniden seçilemez. Bu üyeler üzerinde herhangi bir siyasi baskı kuracak yapılanmaya gidilemez. Siyasi iktidar, kurul üyelerini yönlendiremez, görev yer ve sorumluluklarını değiştiremez.

Futbol Hukuk Kurulu temelde genel olarak;

1.Kulüplerin kulüplerle,

2.Kulüplerin federasyonlarla,

3.Oyuncuların kulüplerle olan hukuksal sorunlarını karara bağlamak,

4.Maçlara hakem atamalarını gerçekleştirmek,

5.Gözlemci ve diğer hukuksal operasyonel kadroların oluşturulmasını sağlamak, 

6.Kulüplerin UEFA Kriterlerine uyumunu denetlemek ve gözetiminin gerçekleştirmek gibi görev ve sorumluluklara sahip olacaktır.

Süper Lig A.Ş., futbolu iktisadi ve mali anlamda yönetecek yapılanmayı temsil ediyor. Şirket futbol endüstrisinin gelişiminden daha fazla pay alarak futbol pastasını büyütmek ve bu şekilde Türk futbolunun gönenç düzeyini artırmayı amaç ediniyor. Doğal olarak anonim şirket şeklinde örgütlenen bu yapı, futbol otoritesinin yönetsel etkinliklerini, finansal gelire dönüştürmeyi amaçlıyor Bu nedenle şirket olarak örgütlenir. Kâr maksimizasyonu ile rant maksimizasyonunun optimal dengesini kurarak, faaliyetlerini sürdürür. Bir yandan Süper Lig'in satış ve pazarlamasını yaparken,  diğer yandan sosyal sorumluluk gereği, kazanılan gelirlerin, futbol kalitesini yükseltecek, rekabeti artıracak şekilde dengeli dağıtımını sağlar. Süper Lig'in marka değerinin pazarlanması, yeni ticari kontratların yapılması, finansal olanakların yaratılması temel görevlerindendir. Süper Lig A.Ş. aynı zamanda naklen yayın kapsamında ki gelirleri kulüplere dağıtırken, diğer yandan haksız rekabete izin vermeyecek ve kulüplerin gelirlerinde yıllar itibariyle dalgalanmaları önleyecek bir finansal yapıyı da kurar. Bunu şu şekilde gerçekleştirir. Her sezon itibariyle dağıtılacak gelirin belirli bir yüzdesi (%5'i geçemez) kulüplere dağıtılmayıp, her kulüp adına, Süper Lig A.Ş'nin yönlendireceği bir bankada açılacak hesaplara yatırılarak, rezerv fon olarak saklanır. Bu fonun amacı, örneğin bir sezon ligi iyi derecede tamamlayan bir kulübün, bir sonraki sezon daha aşağıda bir dereceyle ligi tamamladığında, gelir kaybına uğramamasını sağlamak, finansal sıkıntı içine girmemesi için, bir nevi kötü gün parasını oluşturmaktadır (kumbara gibi). Bu şekilde sportif performans kaybının, finansal performans kaybına neden olmasının önüne geçilmiş olur. Bu şekilde Süper Lig A.Ş. iktisadi anlamda bir yandan futbol pastasını büyütecek her türlü etkinliği oluşturmaya çalışırken; diğer taraftan elde olunan bu gelirin dengeli bir şekilde dağıtımını da sağlar. Türk futbolunun rekabetçi dengesini yükselterek, kalitesini artırmaya; haksız rekabeti önleyerek, kulüpler arasındaki finansal kutuplaşmayı engellemeye olanak sağlayıp teşvik, şike, rüşvet, bahis gibi futbolun bağışıklık sistemini zayıflatan anti-futbol öğelerinden futbolu korumaya çalışır.

Süper Lig A.Ş.'nin sezon sonunda yıllık faaliyetleri Futbol Üst Kurulu tarafından denetlenir, ibra edilir ya da edilmez. Yıllık büyüme oranları, şirketin temel başarı kriteridir.

Süper Lig A.Ş. tamamıyla profesyonel kadrolardan oluşur. Yönetim kuruluna bağlı bir Genel Müdür tarafından sevk ve idare olunur.

Sosyal Güvenlik Kurulu futbolu yaşatan, üreten ve oynayan temel aktörün yani  oyuncuların geleceklerini güvence altına alacak, sakatlıklarında onlara sosyal güvence sağlayacak, emekliliklerini  organize edecek bir kuruldur. Bu kurul aynı zamanda, Uluslararası Profesyonel Futbolcular Birliği'ne yani  FifPRO'ya (The Fédération Internationale Des Associations de Footballeurs Professionels) ile de doğrudan bağlantılı çalışabilecek bir yapılanış ve örgütlenme içinde olacaktır. Kurul üyeleri yine Futbol Üst Kurulu tarafından seçilir. 

Futbol otoritesini oluşturacak ve yönetecek yöneticileri seçen değil atayan bir yapı var karşımızda. Burada Genel Kurul yine futbolun en üst yönetim organı olarak varlığını devam ettiriyor. Kurul bu görev ve fonksiyonlarını sürdürürken; yeni düzenleme içinde yapısını değiştirmek ve üye sayısını tüm futbol kesimlerini daha fazla temsil edecek şekilde artırmak gerekmektedir. Bu, Süper Lig'in yanı sıra özellikle amatör futbol, kadın futbolu hatta profesyonel liglerde takımı olmayan bölgelerin temsilcilerinin bile katılımının sağlanacağı ve en geniş toplumsal uzlaşmanın gerçekleşebileceği bir yapılanma olmalıdır.

Genel Kurul'un yeniden yapılanmasına ilişkin son TFF değişiklikleriyle önemli bir yol kat edilmiş olmakla birlikte; buradaki temel amaç 49 yıllık profesyonel futbol tarihimizde büyükler ekseninde şekillenen ve onları koruyan kollayan, futbol kalitesi ve rekabetçi dengesi düşük sistemden uzaklaşmaktır.

Biz futbolu, futbolun asıl sahiplerince yönetilmesi ve denetlenmesini temel bir felsefe olarak kabul ediyoruz. Ancak futbolun yönetim ve denetiminde, kurumsal ilişkilerin kurulmasında, yönetişiminde entelektüel katkının sağlanabilmesi açısından futbol eğitim ve öğretimi içinde olan kurumlar ve kişilere de mesleki unvan ve toplumsal statüleri ne olursa olsun bakılmaksızın  bu kurulda yer verilmesi gerekmektedir. 

Bu yapılanma içinde önerdiğimiz sayılar şüphesiz ki, değişebilir, değiştirilebilir. Biz sadece bir tartışma yaratmak istiyoruz.

Genel Kurulun çalışma tarzı ve örgütlenmesi de değiştirilebilir. Genel Kurulda kişilerin, kulüplerin, kurumların, mesleki örgütlerin, siyasetin etkisini minimize edecek bir çalışma anlayışı ve örgütlenme yapısı acilen oluşturulmalıdır. Bu yapılanmanın sağlanabilmesi ve delege yönlendiriminin önüne geçilebilmesi için Genel Kurul tüm kurulları atamamalıdır. Tüm kurulların Genel Kurul tarafından belirleniyor olması, çıkar gruplarının futbol üzerindeki etkisini daha artırmakta ve iştahlarını kabartmaktadır.

Kaldı ki, bizim önerdiğimiz model içerisinde zaten liyakat, basiret, beceri gibi özellikler ön plana çıkacağı için profesyonellik ağır basmaktadır.

Futbol Üst Kurulunun oluşumu

Genel Kurul futbolun üst organı  ve parlamentosu olarak çalışarak, burada önerdiğimiz "Futbol Üst Kurulu" üyelerini seçmelidir. Futbol Üst Kurulu Genel Kurulca seçilecek üyelerden oluşturulduktan sonra bağımsız yapısıyla kendi seçim ve atamalarını yaparak, Türk futboluna yön vermelidir.

Bu yapısal değişim sürecinde Futbol Üst Kurulunda yer alacak üye sayısı, futbol yönetimi ve denetimi için gerekli toplantıları düzenleme, gerekli ve yeterli kararları alabilmeye olanak sağlayacak, geniş katılımcı yönetime olanak sağlayacak sayıda olmalıdır. Burada optimal sayı 15 civarında olmalıdır. On beş üye sayısı hem toplanma, hem karar alma, hem de geniş katılımı sağlamak bakımından optimal sayı olarak karşımıza çıkmaktadır.

Futbol Üst Kurulunun asli görev ve fonksiyonları 

Futbol üst kurulu futbol parlamentosunun iktidarı, diğer deyimle hükümeti, kurul üyeleri de bakanlarıdır. Kurul futbolumuzun yönünün belirlenmesi, yönetilmesi, denetlenmesi, kalitesinin artırılması, futbol pastasının büyütülmesi amaçlarını edinmelidir. Aynı zamanda kurulun Türk futbolunun ve futbolcusunun gönenç düzeyinin artırılması ve dünya ve Avrupa'da hakkettiği yerlere getirilebilmesi misyon ve vizyonunu üstlenmiş bir örgütlenme olması zorunludur. Bu çalışma anlayışı ve felsefesi ile hareket etmek durumundadır. Futbol Üst Kurulu aynı zamanda "futbol sayıştayı" görevini de yapacaktır.  Üç yönetim organının da üstünde bir denetim ve yönetim organı olan Futbol Üst Kurulu denerim fonksiyonunu da yerine getirmek durumundadır.

Futbol Üst Kurulu temelde üç ayrı organın sevk ve idaresinden sorumlu olacaktır. Bu organlar;

1.Süper Lig'in iktisadi ve mali anlamda yönetilmesine olanak sağlayacak Süper Lig A.Ş., (İktisadi ve mali organ)

2.Liglerin düzenlenmesi, UEFA ve FIFA ile koordinasyonu  sağlayacak ve bir şekilde kulüpler birliği gibi çalışacak Lig İdari Kurulu-Federasyon (İdari Organ)

3.Futbolun kendi iç hukukunun  uygulanmasından sorumlu Futbol Hukuk Kurulu.

4.Sosyal Güvenlik Kurulu

Futbol Üst Kurulu yaptığı/yapacağı seçim ve atamalarla, bu kurulların çalışmalarını düzenleyecek ve belirleyecektir. FÜK (Futbol Üst Kurulu) seçim ve atamalarda tamamen liyakat, basiret ve beceri gibi profesyonel çalışma kriterlerine uygun ve uyumlu kişileri/yöneticileri seçerek atama yapacaktır. 

1.Süper Lig A.Ş.

Süper Lig A.Ş. temelde Türk futbol markasının değerinin artırılarak, futbol pastamızın büyütülmesi ve bunun rekabetçi dengeyi sağlayacak şekilde dağıtımını sağlamakla yükümlü olacaktır.  Süper Lig A.Ş. örgütsel yapılanması içinde en önemli görev Süper Lig A.Ş. Yönetim Kurulu'na bağlı olarak görev yapacak Genel Müdürün olacaktır.

Süper Lig A.Ş.'nin temel görev ve fonksiyonları:

"Süper Lig'in marka değerinin artırılması,

"Türk Futbolunun küresel pazarlama ve satışı,

"Bu amaçla finansal ve iktisadi kontratların yapılması,

"Naklen yayın  gelirleri anlaşmalarının sağlanması, bu gelirlerin dağıtımı ve düzenlenmesi.

2.  Lig İdari Kurulu-Federasyon

Lig İdari Kurulu (LİK) gerçek anlamda federasyon olarak görev yapacaktır. Bu yapılanma içinde Federasyon UEFA ve FIFA'nın da istediği gibi bir yandan FÜK'na, diğer taraftan  doğrudan UEFA ve FIFA'ya bağlı olarak çalışacaktır.

Federasyon asıl görev ve fonksiyonları itibariyle;

"Liglerin organizasyonundan,

"Sevk ve idareden,

"Kulüplerin koordinasyonundan,

"Türk futbolunun iktisadi, mali ve entelektüel yönden gelişiminden,

"UEFA ve FIFA ile koordinasyondan,

"Avrupa ve Dünya futbolu ile koordinasyondan,

"Diğer Avrupa ligleriyle iletişim ve koordinasyondan,

"Amatör futbolun organizasyonundan,

"Kadın futbolunun organizasyonundan,

"Dünya Kupası, Avrupa Kupası, UEFA ve Şampiyonlar Ligi organizasyonlarına iştiraklerin düzenlenmesinden sorumlu olacaktır.

3. Futbol Hukuk Kurulu

Futbol Hukuk kurulu yine FÜK'a ve de doğrudan UEFA ve FIFA'ya da bağlı olarak görev yapabilecektir. FHK esas itibariyle;

"Futbolun hukuk kurallarının düzenlenmesinden,

"Hukuksal problemlerin çözümünden ve karara bağlanmasından,

"Futbol maçlarına hakem  ve gözlemci atamalarından,

"Futbol kulüplerinin UEFA kriterleri kapsamında denetlenmesi ve gözetiminden,

"Futbolcuların lisanslarının düzenlenmesinden sorumlu olacaktır.

4. Sosyal Güvenlik Kurulu

Futbol otoritesi yapılanmasında son kurul Sosyal Güvenlik Kuruludur. Bu kurul bir yandan Futbol Üst Kuruluna bağlıyken, diğer yandan Uluslararası profesyonel futbolcular  birliği konumundaki FifPro'ya da bağlı olarak çalışır. Bu kapsamda bu kurul,

"Futbolcu Sağlık, Emeklilik,

"Sigorta Fonu

Konularında geleceği garanti altına almayı amaçlar.

Bu yapılanmayla futbolda "Güçler Ayrılığı" ilkesi de yaşama geçirilmiş oluyor. Futbol hukuk kurallarının düzenlenmesi, alınan kararların uygulaması ve sorunların hukuk kurulları aracılığıyla karara bağlanması temel uygulaması gündeme gelmektedir.

Burada karşımıza çıkacak en büyük sorun: Bu yapılanma ile FIFA ve UEFA tarafından Federasyonun özerk yapısının ortadan kaldırılmaya çalışıldığı algılanması olabilir. Aksine bu yapılanma ile siyasetin ve diğer kurumların Futbol üzerindeki egemenliklerine son verilmeye; Türk futbolunun iktisadi ve mali büyüklüğünün  artırılması suretiyle marka değerinin yükseltilmesine; futbol dışı öğelerin futbola etkimesinin önüne geçilmeye çalışılmaktadır. 

Burada en önemli şey; bu gelişim ve değişim projesinin UEFA ve FIFA'ya Türk Futbolun geleceği için yapıldığını; bu noktada siyasetin ya da başka bir kurumun federasyon üzerinde özerkliğe aykırı bir uygulama içine girmesi düşüncesinin bulunmadığını net olarak anlatmak olacaktır. Bu yapılanmayla futbolun özerkliği daha da artmış olacaktır. Türk futbolunun küresel markalaşma ve marka değerinin yükseltilmesine olanak sağlayacak dinamikleri harekete geçirebilecek, endüstriyel futbola uygun bir yapılanmadır burada kastedilen. Türk futbolunun sportif, iktisadi ve mali anlamda daha ileri noktalara taşınması amaçlanmaktadır. Bunun için de Türk futbolunun  içinde bulunduğu yetersiz ve haksız rekabet ortamından kurtulabilmesi, dengede rekabetin sağlanarak, futbol kalitesinin yükseltilmesi, teşvik, şike, rüşvet gibi futbol dışı öğelerin tamamen futbol dışına itilmesi mümkün olabilecektir.

Küresel futbol endüstrisinin gereklerini yerine getirecek ve dönüşüm dinamiklerini yakalayacak bu yapı, Türk futbolunun Avrupa ve Dünya futbol devleriyle de rekabet gücünü artıracaktır.

Türkiye Futbol Federasyonu'nun Türk futbolunun yapısal sorunlarına çözüm bulabilme konusunda yeniden yapılanmaya yönelik olarak acilen "özel bir ekip" (task force) oluşturması ve bu oluşacak ekipte, tüm paydaşlardan geniş tabanlı bir katılımın sağlanması ve ulusal uzlaşmaya varılması gerekiyor. Bu platform futbolumuzda rekabeti arttıracak, kaliteyi yükseltecek, futbol pastasını büyütecek, futbol dışı öğelerin etkisini en aza indirecek bir çalışmayı kapsamalı.

Nitekim FIFA başkanı Sepp BLATTER,  2005 Ekim'inin sonunda FIFA kongresinde futbolu  tehdit eden önemli sorunları  irdelemesi amacıyla böylesi özel bir ekip meydana getirmişti. Buna göre üç çalışma grubu oluşturulması karara bağlanmıştı. Finans çalışma grubu (futbolun parası, ajanlar, transferler, birden fazla kulübe sahip olma, iddialar, suistimal); müsabakalarla ilgili çalışma grubu (takvim, bazı kulüplerin aşırı kazançları, müsabaka sayısı, futbol ve televizyon, hakemlik); ulusal kurumlar ve siyasal müdahalelerle ilgili çalışma grubu.

SONUÇ

Bugün futbolun ulaştığı endüstriyel düzey, artık futbol kulüplerinin ve futbol otoritesinin yeniden yapılanmasını zorunlu hale getiriyor. Klasik ve konvansiyonel yönetim anlayış ve yapılarıyla futbolu günümüzde yönetmek artık mümkün görünmüyor. Bu yapıda ısrar edenler, kısır döngü içinde sportif ve mali başarıdan her geçen gün uzaklaşıyor ve buna bağlı olarak futbol pastasından aldıkları pay  giderek düşüyor. Bu bağlamda bizim yukarıda önerdiğimiz model Türk futbolunun rekabetçi yapısını yükseltecek ve onu Avrupa ve Dünya futbolunda söz sahibi kılacak bir modeldir. Bu model dinamik olduğu kadar geniş katılım tabanına da sahip olduğu için daha demokratik bir yapılanıştadır. Ancak bu modelin hayata geçirilebilmesi ile Türk futbolu evrensel başarısını daha ilerilere taşıyabilecektir. Fakat bu modelin realize edilebilmesi, tamamen futbolun yeniden yasal olarak yapılandırılmasıyla mümkün olacaktır. Çünkü bugünkü mevcut yasal durum bu yapılanmaya izin vermemektedir. Mevcut statüyü tamamen değiştiren bu yapının hayata geçirilebilmesinin ikinci aşaması ise futbol kulüplerinin yeniden yapılanmasından geçmektedir. Bugün Premier Lig'de yer alan tüm kulüpler şirket şeklinde kurulmuşlardır ve bu nedenle orada çok farklı bir sermaye birikim modeli uygulanmaktadır. Ancak toplamda İngiliz futbolu yarattığı 3,2 milyar dolarlık gelirle dünyanın en büyük ligi olmasına karşın, orada da futbol kulüplerinden sıkıntısı olan, iflas eden kulüpler bulunmaktadır. Kulüplerin yeniden yapılandırılması ise ayrı bir yazı konusudur.

Yararlanılan kaynaklar:

Tuğrul AKŞAR, "Anadolu ve İstanbul Açısından Ligimizde İktisadi ve Mali Anlamda Rekabetçi Denge", http://www.fesam.org/sur_makale.php?kod=2&url=uzman/ta044.htm - http://www.fesam.org/sur_makale.php?kod=2&url=uzman/ta044.htm - http://www.fesam.org/sur_makale.php?kod=1&url=uzman/km027.htm - Vision Europe, UEFA, Nyon, April, 2005.

Dr. Aylin SEÇKİN, Sloane Fayda Maksimizasyonu Modeli, EuroAsia, SportNews,  Ocak 2007/1.

Peter J.Sloane'in "The Economics of Professional Football: The Football Club as a Utility Maximiser", Scottish Journal of Political Economy.

John Goddard and Peter J. Sloane, "Economics of Sport",The Welsh Economy Labour market Evaluation and Research Centre.



-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence



Yanıtlar:
Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 11/Kas/2008 saat 18:05
Süper Ligimiz Kaç Para Ediyor?

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

10.11.2008 - 09:23

Futbolun giderek endüstrileşmesi onu farklı bir parasal gelişim sürecine soktu. Futbol hızla endüstrileşirken ticarileşti ve çok ciddi para yaratan dev bir sektör haline geldi. Bu gelişim ve değişim sürecinin baş aktörü olan futbol kulüpleri de artık yüz milyon dolarlara ulaşan devasa bütçeleriyle sportif bir organizasyon olmaktan daha çok ekonomik kurumlar haline dönüştüler. Bu değişim sonucu ortaya "eko-sport" örgütlenmeler çıktı. Yani sportif bazlı ekonomik örgütler oluşumundan söz ediyorum. Sporun paraya çevrildiği; eğlencenin bir showbusiness'e dönüştüğü bir süreçten  bahsediyorum. Nitekim bu kulüplerin oluşturduğu ligler de bugün milyar dolarlara ulaşan gelirlere sahip durumdalar... 

İşte bu parasal gelişimin oyuncu-kulüp-ligler bazında istatistiki olarak değerlendirildiği  verilerinin yayınlandığı bir web sitesi bulunuyor. Bu site düzenli olarak tüm Avrupa ligleri ve oyuncularının bonservis bedelleri üzerinden yaptığı piyasa değeri çalışmalar ve buna ilişkin tablolar aşağıda sizlerin dikkatlerine sunuluyor. 

UEFA üyesi ülkelere ilişkin yayınlanan  bu değerler aynı zamanda Türkcell Süper Ligi'nin de önemli bir değere sahip olduğunu ortaya koyuyor. Nitekim Türkcell Süper Lig (TSL) sahip olduğu 669.7 milyon Euro'luk değeri ile hemen beş büyük ligin arkasından geliyor.

Aşağıdaki tablodan da görülebileceği üzere, İngiliz Premier Lig 2,7 milyar Euro değeri ile ilk sırada yer alırken, bu ligi 2.4 milyar Euroluk değeri ile İspanyol Priemera Division ya da diğer adıyla La Liga takip ediyor. La Liga'nın hemen arkasında ise 2 milyar Euroluk değeri İtalyan Serie-A izliyor. Bu üç lig 2 milyar Euro ve üzeri  değere sahip ayrı bir kategoriyi oluşturuyorlar.

 

1.Ligler'in Piyasa Değerleri  (Nisan 2008 itibariyle EURO olarak)

ÜLKE LİG İSMİ

TAKIM SAYISI OYUNCU  SAYISI  TAKIM  PİYASA DEĞERİ  TAKIM BAŞINA PİYASA DEĞERİ

 Premier League (İNGİLTERE) 20 543 2.878.400.000   143.920.000 

 Primera Division (İSPANYA) 20 567 2.463.400.000   123.170.000 

 Serie A (İTALYA) 20 550 2.051.700.000   102.585.000 

 1.Bundesliga (ALMANYA) 18 525 1.373.750.000   76.319.444 

 Ligue 1 (FRANSA) 20 554 1.329.300.000   66.465.000 

 Turkcell Süper Lig (TÜRKİYE) 18 494 674.900.000   37.494.444 

 Premier Liga (RUSYA) 16 392 582.850.000   36.428.125 

 Eredivisie (HOLLANDA) 18 484 575.225.000   31.956.944 

 SuperLiga (PORTEKİZ) 16 401 532.475.000   33.279.688 

 Super League (YUNANİSTAN) 16 470 442.600.000   27.662.500 

 Jupiler League BELÇİKA) 18 472 386.925.000   21.495.833 

 Wischa Liga (UKRAYNA) 16 414 347.475.000   21.717.188 

 Premier League (İSKOÇYA) 12 337 254.500.000   21.208.333 

 Liga 1 (ROMANYA) 18 519 224.330.000   12.462.778 

 Orange Ekstraklasa (POLANYA) 16 441 169.150.000   10.571.875 

 SAS Ligaen (DANİMARKA) 12 327 156.415.000   13.034.583 

 Axpo Super League (İSVİÇRE) 10 251 153.525.000   15.352.500 

 
 Bundesliga (AVUSTURYA) 10 249 148.800.000   14.880.000 

 Allsvenskan (İSVEÇ) 16 398 141.520.000   8.845.000 

 T-Com 1. HNL (HIRVATİSTAN) 12 318 135.755.000   11.312.917 

 Meridian SuperLiga (SIRBİSTAN) 12 324 119.800.000   9.983.333 

 Gambrinus Liga (ÇEK CUMHURİYETİ) 16 425 71.400.000   4.462.500 

 Tippeligaen (NORVEÇ) 11 261 70.725.000   6.429.545 

 Veikkausliiga (FİNLANDİYA) 14 311 24.500.000   1.750.000 

Beş büyük ligde yaratılan yıllık gelirler ve bu gelirlerin sağladığı büyümenin oluşturduğu piyasa değerleri aşağıdaki tabloda okurun dikkatine sunuluyor...

 

Aşağıdaki tablodan da görülebileceği üzere Avrupa'nın en büyük beş ligi toplam gelirin %61'ini kendi aralarında paylaşırken; diğer yandan bu beş büyük lig aynı zamanda piyasa değerleri toplamı bakımından da toplam Avrupa futbol piyasa değerinin yüzde ellialtısını oluşturuyor.

  Piyasa Değeri Toplam Gelir

  (Milyon Euro) (Milyon Euro)

Premier Lig 2.878 2.555

Primera Division 2.463 1330

Serie A 2.052 1.500

1.Bundesliga 1.374 1.290

Ligue 1 1.329 945

Turkcell süper Ligi ([1]) 675 450

5 Büyük Lig Toplamı 10.096 7.620

53 ülke Ligi Toplamı 17.918 12.500

Beş büyük lig içinde İngiliz premiership 2,8 milyar Euro piyasa değeriyle ilk sırada yer alıyor. Bu değer 17,9 milyar Euroluk toplam avrupa futbol piyasa değerinin  yüzde onaltısını oluşturuyor. Premier Lig diğer yandan yarattığı toplam 2,5 milyar Euro'luk geliriyle de 12.5 milyar Euro'luk Avrupa futbolunun yüzde yirmisini tek başına oluşturuyor. Sahip olduğu piyasa değeri ve yarattığı yıllık futbol geliri bakımından Avrupa'nın en büyük ligi olan Premiership'i haftada 170 ülkede yaklaşık 490 milyon insan izliyor.

Turkcell Süper Lig ise yarattığı 450 milyon Euro yıllık gelir ve 675 milyon Euro piyasa değeriyle hemen beş büyük ligin arkasından geliyor.

Avrupa futbol pastası içinde 5 Büyük Lig'in yarattığı hacim ve piyasa değerine bakıldığında ise gerek piyasa değerleri bakımından gerekse yarattıkları gelir bakımından çok büyük paya sahip oldukları aşağıdaki tablodan görülüyor. 

  Toplam Piyasa Toplam gelir

  Değeri İçindeki payı  içindeki payı

5 Büyük Lig 0,56 0,61

ilk 10 Lig 0,72 0,68

Türkcell Süper Lig 0,04 0,04

Yukarıdaki tabloya göre  5 Büyük Lig'in piyasa değerleri toplamı, Toplam piyasa değeri büyüklüğünün yüzde ellialtısına karşılık gelirken; sözkonusu liglerin Avrupa futbol pastasından aldıkları pay toplamı ise yüzde altmışbire geliyor. Aynı gözle olaya baktığımızda ise Turkcell Süper lig hem piyasa değeri hem de yarattığı yıllık gelir bakımından %4'lük bir paya sahip...

En pahalı 10 lig sıralamasında Turkcell Süper Lig'i 6.

Avrupa'da piyasa değeri en yüksek 10 lig'e ilişkin tablomuz ise aşağıda yer alıyor. Bu tabloya göre Turkcell Süper Lig 6. sırada kendisine yer bulurken; Hollanda gibi futbolda ekol olmuş ligleri de geride bırakıyor.    Turkcell Süper Lig sahip olduğu 674,9 milyon Euro piyasa değeriyle Avrupa'nın en değerli altıncı ligi konumunda. Turkcell Süper Ligi ise 582 milyon euroluk piyasa değeriyle Rusya'nın Premier Liga'sı takip ediyor. Sahip olduğu enerji kaynaklarının dünya genel fiyatlarının artması, Rusya ligi'ni daha ön sıralara çıkartmış durumda...

Avrupa'nın en değerli ve en zengin ligi Premiership'te ise ilk beş sırayı ise  Chelsea, Man. Utd., Liverpool, Tottenham ve Arsenal paylaşıyor. Bu beş takımın piyasa değeri yaklaşık 1.4 milyar Euro'yu buluyor. Aynı zamanda bu beş takımın toplam piyasa değeri, 2.8 milyar Euroluk Premiership'in de %52'ini oluşturuyor...Bu beş takımın yaratmış oldukları yıllık gelir toplamı ise 910 Milyon Euro'ya ulaşıyor...Premiership'in yıllık 2,6 milyar dolara yaklaşan gelirinin yüzde otuzbeşini kendi aralarında paylaşan bu kulüplerden  Man. Utd. 5 kez; Arsenal 3, Chelsea ise 2 kez son on yılda  şampiyon olabilmiş...Aşağıdaki tabloda görülen beş kulüp aynı zamanda Deloitte'un 2007 para liginde de yer alan kulüpler olduğunu anımsatmak istiyorum.

http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109&id=27353 - http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109&id=27353


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 11/Kas/2008 saat 18:14
Süper Ligimiz kaç para ediyor?(2)

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

11.11.2008 - 08:46

Nisan 2008'te 674 milyon 900 in Euro piyasa değerine sahip Türkcel Süper Lig, Euro 2008'te Milli takımımızın göstermiş olduğu başarılı performansın yanı sıra, 2008/09 sezonu için Ağustos ayından itibaren yapılan yeni transferler (özellikle yabancı oyuncu transferleri) sonrası 728 milyon 425 Bin Euro piyasa değerine ulaşmıştır. Piyasa değerindeki bu 53 milyon 573 Bin Euroluk artışta en büyük pay Üç Büyüklere ait.

Kasım'2008 itibariyle kulüplerimizin piyasa değerleri aşağıdaki tabloda okurun dikkatine sunuluyor...Tablodan da görülebileceği üzere Galatasaray  sahip olduğu 116,7 milyon Euroluk değeriyle ilk sırada yer alıyor. Galatasaray'ı hemen arkadan 106,5 milyon euroluk piyasa değeriyle Fenerbahçe izliyor. Bu ikiliyi izleyen üçüncü takım ise 76,8 milyon uroluk piyasa değeriyle Beşiktaş oluyor...

Üç büyük takımdan sonra kopmalar başlıyor. Dördüncü sıradaki Trabzonspor'un piyasa değeri 52,7 milyon civarındayken; Trabzonsporu izleyen Kayserispor ise 32 milyon Euroluk bir piyasa değerine sahip...

Üç büyüklerin piyasa değerleri toplamı, Turkcell Süper Lig'in toplam piyasa değerinin %41'ini  oluştururken; ilk beş kulübün piyasa değerlerinin payı ise yüzde 53,4 civarında...

Süper Lig'de takımların piyasa değerleri arasındaki fark aynı zamanda rekabet güçleri arasındaki farkı da ortaya koyması bakımından anlamlı. Bu konu üzerinde birazdan duracağız...Yüksek piyasa değeri aynı zamanda yüksek rekabet gücü anlamına geliyor. Bunun pratikteki anlamı ise en iyi oyuncuya, en yüksek gelire, en iyi stada, en fazla taraftara ve en fazla şampiyonluğa  sahip olmanız anlamına geliyor.  Bu analize geçmeden önce Süper Ligimizin genel durumuna bir bakalım isterseniz...

Süper Ligimiz hemen beş büyük ligin arkasından gelen parasal gücüyle aslında ihmal edilemeyecek bir öneme sahip. Öyleki, SL'in sahip olduğu 728,4 milyon Euroluk değeri, onun aynı zamanda ciddi bir para yaratma potansiyeline de sahip olduğunu gösteriyor.

TSL'in yıllık yarattığı yaklaşık 450 milyon Euroluk değeri her ne kadar piyasa değerinin altında olsa da, yarattığı bu değer 12.5 milyar Euroluk[3] Avrupa futbol pastasının %4'üne karşılık geliyor.

Diğer Avrupa ligleri ile kıyasladığımızda Süper Lig'in yarattığı 450 milyon Euroluk futbol geliri de, yine piyasa değerinde olduğu gibi hemen beş büyük ligin arkasından geliyor.

Yarattığı pasta ve sahip olduğu piyasa değeri ile Avrupa'nın hemen beş büyük liginin arkasında kendisine yer bulan TSL'de en değerli 20 futbolcunun takımlar yoğunlaşmasına baktığımızda ise top 20'de yer alan futbolcudan  yedi tanesi toplam 61,5 milyon Euro değeriyle Fenerbahçe'nin oyuncusu iken; yine aynı sayıda oyuncunun bu kez Galatasaray'da 59,250 bin Euro değeri ile yer aldığını görüyoruz. Top 20'de yer alan futbolculardan 4 adedi Beşiktaş'ta 29 milyon Euro değeri ile yer alırken, bu listeye Trabzonspor'dan 6.5 milyon euro ve yine Kayserispor'dan 6 milyon euro ile birer futbolcunun girdiğini gözlemliyoruz.

KASIM'2008 İTİBARİYLE TURKCEL SÜPER LİG KULÜPLERİNİN PİYASA DEĞERLERİ     

Sıra Kulüp  Oyuncu sayısı  Piyasa Değeri (Euro)  Oyuncu Başına Piyasa Değeri(Euro)

1 Galatasaray 31   116.700.000 3.764.516

2 Fenerbahce 27   106.500.000 3.944.444

3 Besiktas  23   76.850.000 3.341.304

4 Trabzonspor 24   52.700.000 2.195.833

5 Kayserispor 32   36.550.000 1.142.188

6 Ankaraspor 28   36.200.000 1.292.857

7 Sivasspor  25   33.800.000 1.352.000

8 İBB Belediyespor  27   33.700.000 1.248.148

9 Konyaspor 27   29.550.000 1.094.444

10 MKE Ankaragücü 30   25.800.000 860.000

11 Bursaspor  26   25.050.000 963.462

12 Eskisehirspor 30   24.800.000 826.667

13 Genclerbirligi  25   24.200.000 968.000

14 Kocaelispor 24   24.100.000 1.004.167

15 Gaziantepspor 26   21.650.000 832.692

16 Hacettepe SK 28   21.550.000 769.643

17 Denizlispor 31   20.650.000 666.129

18 Antalyaspor 31   18.125.000 584.677

   Toplam 495   728.475.000 26.851.171

  Piyasa Değeri(€)  - Toplam Gelir(€) -  Liglerin Toplam gelir içindeki payı - Top.Gel./Piyasa Değeri

Premier Lig 2.878 2.555 0,20 0,89

Primera Division 2.463 1330 0,11 0,54

Serie A 2.052 1.500 0,12 0,73

1.Bundesliga 1.374 1.290 0,10 0,94

Ligue 1 1.329 945 0,08 0,71

Turkcell süper Ligi 728 450 0,04 0,62

5 Büyük Lig Toplamı 10.096 7.620 0,61 0,75

53 ülke Ligi Toplamı 17.918 12.500 1,00 0,70

Türkcel Süper Lig'de En Değerli 20 Oyuncu (Euro)

Türkcel Süper Lig'de En Değerli 20 Oyuncu (Euro)

1 Arda Turan  15.000.000   Galatasaray

2 Daniel Güiza  14.000.000   Fenerbahce

3 Alex ,   14.000.000  Fenerbahce

4 Fernando Meira ,  10.000.000  Galatasaray

5 Diego Lugano ,      9.000.000  Fenerbahce

6 Matías Delgado ,  8.500.000  Besiktas

7 Lincoln ,  8.000.000 Galatasaray

8 Bobô ,  8.000.000  Besiktas

9 Servet Cetin ,        8.000.000 Galatasaray

10 Filip Holosko    7.000.000 Besiktas

11 Mehmet Topal   6.750.000  Galatasaray

12Semih Sentürk ,  6.500.000   Fenerbahce

13 Ibrahima Yattara  6.500.000  Trabzonspor,

14 Deivid   6.000.000  Fenerbahce

15 Mehmet Topuz 6.000.000  Kayserispor

16 Ümit Karan ,  6.000.000  Galatasaray

17 Volkan Demire    6.000.000   Fenerbahce

18  Emre ,     6.000.000  Fenerbahce

19 Ibrahim Toraman 5.500.000  Besiktas

20 Harry Kewell        5.500.000  Galatasaray

Top 20'de Yer Alan Futbolcuların Kulüp Yoğunlaşma Tablosu

 Takım Oyuncu Sayısı Piyasa değ.(Euro)

Fenerbahçe 7 61.500.000

Galatasaray 7 59.250.000

Beşiktaş 4 29.000.000

Trabzon 1 6.500.000

Kayserispor 1 6.000.000

Toplam 20 162.250.000

Türk Futbolunun Çıkmaz Sokağı

Yukarıdaki yoğunlaşma Türk futbol yapılanması açısından bakıldığında normal bir sonuçtur. Üç Büyükler ekseninde şekillenen bu yapı futbolumuzda İstanbul bazlı oligarşik bir yapılanmaya işaret ediyor. Bu yapının ortaya çıkarttığı temel sorun ve çelişkiler ise; Türk futbolunun sınırlı kaynaklarından en fazla payı alan Üç Büyük kulübün Türk futboluna bu ölçüde katmadeğer yaratamamasıdır. Türk futbol pastasının büyümesi ve büyütülmesine istenilen düzeyde katkı sağlayabilme olanağı yaratabilmek bakımından Lig yapılanmasının gereğini yerine getirecek şekilde diğer 15 takımın da katkı derecelerini yükseltecek bir futbol yapılanmasına yönelmek gerekiyor. Bugünkü ortamda diğer 15 kulübün sportif, iktisadi ve mali anlamda Türk futboluna katkıları marjinal düzeyde kalmaktadır. Sözkonusu katkı marjinal düzeyde kaldığı sürece Türk futbolunun rekabetçi yapısını ve buna bağlı olarak kalitesini(reytingini) yükseltmede yeterli olamayacaktır.

Futbolumuzdaki haksız rekabetin boyutunu ortaya koymak bakımından bu tabloyu iyi analiz etmeliyiz. Aslında tablo gerçek durumu yansıtmaktadır. Transfere kulüplerin ayırdığı bütçe bakımından yukarıdaki durum futbolumuzdaki dengesiz gelir ve gider yapısının da tipik bir göstergesidir.

Yukarıdaki tablo bize yine çarpıcı bir sonuç daha gösteriyor: Futbolda uluslararası bazda sportif başarının geldiği 1996-2002 yılları arasında kulüplerin çok fazla transfer harcaması yapmamalarına karşın; 2003'ten sonra, yani sportif başarısızlığın olduğu dönemde ise yabancı transferine  büyük bütçeler ayırdıklarını gözler önüne seriyor. 1996-2002 yılları arasında tüm kulüplerin yabancı transferine ayırdığı bütçe yıllık bazda ortalama 12,2 milyon dolar olurken; 2003'ten sonraki dönemde bu ortalama tutarın 81,2 milyon dolara yükseldiğini gözlemliyoruz. Yıllık ortalama bazda yabancı oyuncu transferine harcanan tutar tam 5,6 kat artarak, 12,2 milyon dolardan, 81,2 milyon dolara yükselmiştir. Bu durum, kısıtlı ve kıt olan  Türk futbol kaynaklarının kulüplerimizce nasıl heba edildiğinin bir göstergesi olarak algılanmalıdır. 

Sonuç

Bugün Türk futbolu  sportif anlamda başarıyı yakalayabilecek bir kaynak potansiyeline sahiptir. İktisadi ve mali anlamda hemen beş büyük ligin arkasında kendisini konumlandıran TSL, sahip olduğu yetenek havuzu ve iktisadi/mali kaynaklar dikkate alındığında gözardı edilemez bir büyüklüğe ulaşmıştır. Avrupa futbolundan alınan yüzde dörtlük pay, diğer 48 UEFA üyesi ülke ile karşılaştırıldığında  çok önemli ve anlamlıdır.  Bu nedenle öncelikle büyüklüğümüzün bilincinde  ama aynı zamanda hatalarımızın da farkına vararak Türk futbol pastasını büyütmenin yolunu aramalıyız.

Bu bağlamda Türk futbolunda rekabetçi yapı ve dengede rekabet çok önemlidir. Gelirlerin dağılımındaki denge Türk futbol kalitesini yükseltecek ve onu uluslararası bir marka yapabilecek şekilde ayarlanmak zorundadır. Ancak bu şekilde ligimizin futbol kalitesini artırabilir, reytingini yükseltebiliriz. Bu açıdan bakıldığında piyasa değerleri bakımından TSL'de bir yoğunlaşmanın yaşandığı görülmektedir. Bu yoğunlaşma doğal olarak rekabetçi yapının bozulmasına; büyükler ile küçükler arasındaki dengesizliğin giderek açılmasına neden olmaktadır.

Hal böyleyken, Türk futbol kaynaklarından daha fazla pay Üç büyükler, ne yazık ki, bu kaynakları  verimli ve efektif kullanamamaktadırlar. Var olan kaynakları verimli kullanamayan Türk futbolu son on yılda uluslararası areneda sadece bir Dünya üçüncülüğü; bir UEFA Kupası ve bir de Süper Kupa kazanma başarısı göstermiştir.

Yukarıdaki piyasa değerlerinin yüksekliği Türk futbolunun aslında kaynak yaratabilme gücüne sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Bütün sorun bu gücün nasıl kullanıldığına ilişkindir. Bugün görünen o ki, mevcut iktisadi ve mali güç bir yoğunlaşma eğilimi göstermektedir. Genele yayılmayan bir parasal zenginlik, dayanışmacı lig yapısının rekabetçi yapısını zayıflatmaktadır. Rekabetçi gücün zayıflaması ise dengesizlik ve kalitesizlik anlamına geliyor.

Bugünkü statükocu yapı değişmediği sürece Üç büyüklerin dışında rekabetçi bir yapıyı kurmak çok mümkün görülmemektedir. Çok zayıf bir olasılıkla bile herhangi bir anadolu takımının şampiyon olması da bu yapıyı değiştirmeyecektir. Burada kalıcı başarıyı ve dengede rekabeti  sağlayacak bir yapıyı Türk futboluna egemen  kılmak gerekiyor. Bu açıdan piyasa değerleri bakımından kulüpleri değerlendirmek gerekiyor.

Sağlam ve sağlıklı bir iktisadi ve mali yapıyı Türk futboluna egemen kılmadıktan sonra, dayanışmacı lig yapısının rekabetçi düzeyini yükseltmeyi beklemek sadece bir hayaldir.

http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109&id=27491 - http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109&id=27491


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: eses7
Gönderi tarihi: 12/Kas/2008 saat 09:06
Tuğrul Beyin bu yeniden yapılanma önerisi çok güzel. Bir NOKTA haricinde herşeyi değiştiriyor.
Ama o noktayı bence en önemli olan o noktayı gözden kaçırmış. Sisteme göre tek değişmeyen ne?
Cevap genel kurul!
 
Genel Kurul üyeleri kimler ? Yüzde 60 ı  3 düka tandanslı bireyler. Yani 215 üyenin en az 130 u 3 düka çemberinden geçmiş bireyler.
 
Hal böyle olunca ne yapılırsa yapılsın 3 düka saltanatı  değil 1 tane SüperLig AŞ 10 tanede kurulsa hiçbirşey değişmez diyorum.
 
Aslında Türkiyede futbola yön veren TFF değildir.
Ya Kimdir ?
 İL ÖZEL İDARELEDİR.
Türk Futbolunu ayakta tutan bu kurumdur!
18 süper lig takımından 4 ünü düşün ( 3 düka ve Gençlerbirliği) gerisinin cümle başkanı bulunduğu illerin seçilmiş ve atanmışlarından icazet almadan başkan seçilmeleri mümkün değildir.
Hiçbirinin bir dikili ağacı yoktur. (Trabzon dışında) Hep birilerinin eline bakarlar.
 
Tuğrul Beyi Verkac.org tan tanıdım. Bütün yazılarını okurum. Tesbitleri çok yerindedir.
Hele şu sözü;
Sağlam ve sağlıklı bir iktisadi ve mali yapıyı Türk futboluna egemen kılmadıktan sonra, dayanışmacı lig yapısının rekabetçi düzeyini yükseltmeyi beklemek sadece bir hayaldir.
 
işin özetidir.
 
10 yıl öncesine göre  gelirleri %400 - 600 artmış bir federasyon ve kulüplerin olduğu bir durumda ,
Hala Eyyamcılık almış başını gitmişse
Hala Türk hakemlerinin uluslararası areneda adı anılmıyorsa
Süper Ligdeki 16 kulüp UEFA kriterlerine uymamışsa/uygun hale getirilememişse,
 
TFF nin genel kurul üyelerinin dağılımını ilk önce ele almak elzemdir!
 
 
 


Gönderen: eseschicago
Gönderi tarihi: 12/Kas/2008 saat 09:34
Forumdaki en icerikli ve en keyifli konu.
Biraz da bunu Eskisehirspor ozelinde ele alsak


-------------
1.nci ligde de ESES liydim; 3.ligde de


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 18/Kas/2008 saat 08:44
Naklen Yayın Gelirleri Ne Olacak? (I)

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

17.11.2008 - 09:36

Giriş

Önceki haftalarda yayınladığımız yazılarımızda küresel ekonomik ve mali krizin futbolu nasıl etkileyeceği üzerinde detaylıca durmuş ve futbol gelirlerinde düşüşler olabileceğini belirtmiştik. Özellikle futbolun sponsorluk, reklam ve medya gelirleri ile naklen yayın gelirlerinde, daralan ve giderek durgunluğa giren piyasalarda spora ve futbola plase edilecek fonlarda önemli azalmaların olacağını beklediğimizi ifade etmiştik. Bu haftaki yazımızda bu krizin naklen yayın gelirlerini nasıl etkileyebileceği üzerinde durmaya çalışacağız. Bunun olası olumsuzlukları üzerinde durmadan önce futbol ve televizyon ilişkisi üzerinde de durmak gerekiyor. Yazımız iki bölümden oluşacak. İlki futbolun tv ilişkisini evrensel bazda ele alıp, daha önceden yaşanılan ekonomik krizlerin futbolu ve naklen yayın gelirlerini nasıl vurduğunu sizlerle paylaşacağız. Arkasından da naklen yayın gelirlerinin gelişim sürecini ve ikinci bölümde de naklen yayın gelirlerinin ülkemizde nasıl bir yol kat ettiğini irdeleyip gelecekte ne tür sıkıntılarla karşılaşabileceğimiz üzerine düşünmeye çalışacağız.

Ekonomik Kriz Futbolu Etkiliyor

Amerika'dan başlayıp tüm dünyayı etkisi altına alan küresel finansal kriz hızla dünya ekonomisini resesyona sürüklüyor. Her geçen gün Amerika ve Avrupa'dan gelen haberler hiç de iç açıcı değil.   Adeta dünya ekonomisi durmuş vaziyette. Son beş yılda yüzde yirmi büyüyen dünya ekonomisi için şimdi durgunluk ve resesyon çanları çalıyor.

ABD'den başlayan global kriz Avrupa ekonomisini de durgunluğa soktu. Euro kullanan 15 Avrupa ülkesinin oluşturduğu Euro Bölgesi, üçüncü çeyrekte binde iki daralarak 10 yıllık tarihinde ilk kez durgunluğa girdi.

Futbolda olduğu gibi ekonomide de Avrupa'nın beş büyük ülkesi İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya ve İspanya'da işler hiç iyi gitmiyor.

Premiership'i 170 ülkeye pazarlayan ve 470 milyon insana izlettiren Premier Lig A.Ş bile ciddi sıkıntı içine girmiş durumda. Premiership Yönetim Kurulu Başkanı Richard SCUDAMORE'a göre İngiliz kulüplerinin borcu 5 milyar dolara ulaşmış durumda ve gerçekten bu durum giderek bu kriz ortamında vahim bir hal almaya başladı. Yıllık yarattığı 3,5 milyar dolarlık gelirine karşın 5 milyar dolarlık bir borç yükü, Premier Lig üzerinde ciddi bir baskı yaratıyor.  İngiliz ekonomisi ne durmda ona bakacak olursak,

Televizyon futbolu, futbol da televizyonu geliştirdi

Bugün futbolu yaygın ve popüler bir spor dalı haline getiren, ona küresel bir kimlik kazandıran en önemli şeyin televizyon ve naklen yayınlar olduğunu söylemek yanlış bir ifade olmayacaktır. Bu bağlamda günümüzde futbolu milyarların sevgilisi haline getiren ve onu endüstriyel gelişim aşamasına taşıyarak daha da küreselleştiren iki önemli araç bulunuyor. Bunlardan ilki televizyonlar, ikincisi ise uydu üzerinden digital yayın yapan, TV'nin klasik yapısını ortadan kaldıran, yüksek kalitede ses ve görüntü kalitesini çok sayıda kanal ve sayısız program fırsatıyla birleştirip, sonsuz alternatif sunan digital yayın platformları…Bu bağlamda Günümüzde tv ve digital yayın platformları, showbusiness'in  olmazsa olmazlarından. Bugün gösteri endüstrisini bu iki ögeden bağımsız düşünmek ne mümkün…Tv ve digital platformlar özellikle son 15 yılda olağanüstü bir teknolojik gelişim yaşadılar. Ulaştıkları en yüksek teknolojik aşama, futbolu da görsel olarak çok ileri boyutlara taşıdı. Digital yayın platformları ve tv'ler bir yandan kendilerini geliştirirken, diğer yanda da futbolu etkileyip geliştirdiler. Karşılıklı bu simbiyoz yaşam, digital platformlar ve futbolu adeta siyam ikizleri haline getirdi. Bugün futbolu tv yayınsız; tv'leri de futbol maçı yayınsız düşünmek neredeyse olanaksız hale geldi. Kısacası, televizyon futbolu, futbol da televizyonu çok geliştirdi. Öyle bir noktaya gelindi ki, futbol maçlarının yayın saatleri bile tv'lerin yayın akışlarına ve reyting zamanına göre düzenlenmeye başlanır oldu. UEFA eski genel sekreteri Gerhard AIGNER'e göre, günümüzde her şeyi televizyon yönetiyor. Gerçekten de futbolu eskinin küçük ekranlarından bugünün devasa ekranlarına taşıyan ve dünyanın tüm bölgelerine eş anlı ulaştıran yegane şey digital yayın platformları. Özellikle reytingleri besleyebilmek için futbol,  sürekli UEFA ve FIFA tarafından modernize ediliyor.  Maçların yayın saatleri reyting zamanına ayarlanıyor, şampiyonaların formatları değiştiriliyor.  Çünkü futbol bugün diğer ürünleri pazarlamada ve satmada en etkin metalardan birisi…Medya devi Rupert MURDOCH'a göre, futbol yayın haklarını eline geçiren birisinin satamayacağı şey yoktur. Yine MURDOCH'a göre, futbol yayın haklarını tekeline alanlar, şifreli televizyon savaşını da kazanırlar.

Kısacası; Televizyon, futbolun endüstrileşmesindeki en önemli araç olarak egemenliğini hala sürdürüyor. Televizyonun endüstriyel futbolun emrine verdiği naklen yayınlar ve digital olanaklar, aynı zamanda futbol endüstrisinin en üst noktada kendisini yeniden üretmesine olanak sağlayacak yeni futbol ekonomisinin de doğumuna neden oldu. Bu sayede giderek endüstriyel bir kimliğe kavuşup, kendi kültürünü ve ekonomisini yaratmasını bilen futbol, günümüzde üç milyar insana aynı ilgi ve yoğunlukta bir meta olarak bu şekilde ulaşabiliyor; kendi üretim ilişkilerini global bazda bu sayede eşzamanlı kurabiliyor. Bu bağlamda naklen yayınlar ve digital platformlar, bir yandan yeni futbol ekonomisinde, sermaye birikiminin en temel dinamiklerinden birisi haline gelirken; diğer yandan da futbol kulüplerinin en önemli gelir kaynaklarından birisi olmayı devam ettiriyor.

Naklen Yayın Hakları

Futbolun endüstriyelleşip evrenselleşmesi günümüzde bol sıfırlı rakamların ortaya çıkmasına neden oldu. Özellikle dünyanın dört bir tarafına kendi ürününü satmak, kendi markasını tanıtmak, karını maksimize etmek isteyen her kişi için digital yayın platformları yaşamsal öneme sahip. Bu talep doğal olarak futbola olan ilginin paraya tahvil edilmesi anlamına geliyor. Arz sınırlı, talep sonsuz olunca futbolun parasal maliyeti de giderek arttı, astronomik tutarlara ulaştı. Bugün bu kapsamda yapılan naklen yayın sözleşmeleri milyar dolarlara ulaşmış durumda. Naklen yayın gelirlerinin milyar dolarlar seviyesine ulaşmasında şüphesiz son beş yılda yaşanılan küresel büyümenin de büyük önemi bulunuyor. Son beş yılda toplam %25 büyüyen dünya ekonomisi, naklen yayın sözleşmelerinin de geometrik büyümesine olanak sağladı. Bunu Dünya Kupası organizasyonlarından da açıkça görüyoruz.

Yıl / Şampiyonanın Düzenlendiği Ülke / Milyon Euro

1990 İtalya 59

1994 Amerika 72

1998 Fransa 84

2002 Kore-Japonya 746

2006 Almanya 995

2010 G.Afrika 1500

Yukarıdaki tablodan da görülebileceği üzere, 1990 yılında İtalya'da düzenlenen Dünya Kupası organizasyonunun yayın hakları 59 milyon Euro'ya satılırken; 2006 Dünya Kupası'nın yayın hakları 995 milyon Euroya satılmıştır. 2010 yılında G.Afrika'da yapılacak olan organizasyonun yayın haklarının tahmini değeri ise FIFA tarafından 1.5 milyar Euro olarak tahmin ediliyor. 1990 yılına göre naklen yayın gelirleri tam 25 kat artmış durumda. Bir başka gösterge olarak ta yaz ve kış olimpiyatlarındaki naklen yayın hakları gelişimine bir bakalım.

Yıl / Yaz Olimpiyat Kenti / Tutar Milyon Euro / Yıl / Kış Olimpiyat Kenti / Tutar Milyon Euro

1988 Seul 403 1988 Calgary 324

1992 Barcelona 606 1992 Albertwille 292

1996 Atlanta 895 1994 Lillehammer 353

2000 Sydney 1322,5 1998 Nagona 513

2004 Atina 1476,5 2002 Salt Lake City 748

2008 Pekin 1690,8 2006 Turin 833

Tabloyu değerlendirdiğimizde görüyoruz ki; digital yayın platformlarının gelişimi, naklen yayın gelirlerinin de geometrik gelişimine olanak sağlamış. 1988 yılında yapılan yaz olimpiyatlarının yayın hakları 403 milyon Euro'dayken, bu tutar 2008 yılında 1,690 milyon Euro'ya yükselmiştir. Kış olimpiyatları da yine aynı yıl 324 milyon Euro iken, bu tutar 2006 yılında 833 milyon Euro'ya yükselmiştir.

Avrupa'da Naklen Yayın Haklarının Durumu

Avrupa futbolunun son 10 yılına baktığımızda, en fazla artış kaydedilen gelir kalemi olarak karşımıza naklen yayın gelirleri çıkıyor. Yayın gelirlerindeki bu artış Avrupa futbol pastasını da büyüttü aynı zamanda. Yayın gelirlerindeki büyümenin futbol pastasına sağladığı katma değer Avrupa futbolunun da şekillenmesine ne den oldu. Avrupa futbolunun naklen yayın haklarındaki genel durumu ve yaşanılan gelişme aşağıda dikkatlerinize sunuluyor.

Ülke / Sezon / Toplam Tutar (Milyon Euro) / Yıllık Gelir (milyon Euro)

İngiltere 2007-10 2473 830

Almanya 2006-09 1260 420

Fransa 2005-08 1800 600

İspanya 2005-06 320 320

İtalya 2006-09 615 205

Deloitte'un yayınlamış olduğu yıllık finansal raporları incelediğimizde İngiltere, Fransa, Almanya, İspanya ve İtalya  liglerinde 1996/97 ile 2006/07 yılları arasında yaşanılan gelir artışlarının yarıdan fazlasının yayın gelirlerindeki artışlardan kaynaklandığını görüyoruz. Bu süre zarfında naklen yayın gelirleri neredeyse yıllık yüzde 20 artış kaydederek,  500 milyon Euro'dan 2,3 milyar Euro'ya yükseldi.  Naklen yayın haklarında bu gelişmeyi ligler bazında incelediğimizde ise yıllık yayın gelir artış hızı en yüksek lig olarak Fransız 1. Ligi'ni görüyoruz. Fransız 1.Ligi dönemsel bazda yaklaşık %96.7 artış kaydederken; mutlak değer olarak en büyük naklen yayın gelirine sahip lig olarak ise Premiership'i gözlemliyoruz. Premiership maçlarını naklen yayınlayan SKY TV, Premier Lig'e  yıllık 830 milyon Euroluk tutarında bir para ödemesi yapıyor. Buna göre Premier Lig'de mücadele eden kulüpler, 50:25:25 dağıtım kuralına göre yıllık minimum  21,5 milyon Euro (yaklaşık 28 milyon dolar) naklen yayın geliri elde ediyorlar.

Premier Lig'de Naklen yayın Gelir Artışları

2004-07 ---------1.486 milyon Euro

2007-10----------2.473 milyon Euro

Dönemsel artış yüzdesi= +%64

Fransız League1'de naklen Yayın gelirleri

2003-04---------305 milyon Euro

2005-08---------1,8 milyar Euro

Dönemsel artış yüzdesi=  %96.7

Alman Bundesliga naklen Yayın gelirleri

2006-09----------1.260 milyon Euro

Yıllık  420 milyon Euro

 

 

BUGÜNE KADAR YAPILAN İHALELER

Aşağıdaki tablodan da görüleceği üzere, ilk futbol ihalemiz 1994-95 sezonunda 7.2 milyon dolar bedelle, Cine5/ATV/ShowTV/Kanal D/TGRT konsorsiyumuna verilmişti. Bir sonraki yıl ihalesini kazanan aynı grupta bu kez tek değişiklik, TGRT'nin yerini Star TV'nin almış olmasıydı. Bu ihalede yıllık yayın bedeli yüzde 219'luk bir artışla 23 milyon dolara yükselmişti. 1996-97 yılında yapılan ihaleyi kazanan Cine5'le, futbolsever ilk kez şifreli yayınla tanışmıştı. Bu şekilde Türk futbol yayın hayatında çoğu ilkin temellerinin atıldığı Cine 5 dönemi de başlamış oluyordu. 3 sezonu toplamda 140 Milyon dolara kiralayan Cine 5, ne var ki daha sonraki yayın hakkını 2 yıllığına 120 milyon dolara Teleon'a kaptırmıştı.

Yıllık bazda yaklaşık yüzde 10'a karşılık gelen bir artış bedeliyle, yayın hakkını satın alan Teleon'la, bir süre sonra futbolumuzun karabasana dönüşecek Uzan'lı yıllar da böylece başlamıştı. Başlangıçta her köşede satılan decoderlara hücum eden futbolsever, bir süre sonra parasını peşin ödediği decoderlarını alamayınca yürüyüşler düzenlemişti. Teleon daha sonra ödemelerini aksatmaya başlayınca, TFF'nu Teleon'un teminat mektubunu nakde çevirerek, kulüplerin paylarını ödemiş ve arkasından yeni bir ihale açmıştı. Bu açılan yeni ihaleyle birlikte, Türk futbolunda Digitürk dönemi de başlamış oluyordu. 2001-04 dönemine ilişkin yapılan ihale, bir önceki ihale bedeline göre yüzde 288'lik bir artışla 465 milyon dolara Digitürk'te kalırken; ihale bedelinin yıllığı 155 Milyon dolara gelmişti. Bir önceki ihale bedeline göre yıllık artış oranı yüzde 158 demek olan bu ihaleden üç buçuk yıl sonunda 106 milyon dolar zarar ettiğini beyan eden Digitürk, 15 Temmuz 2004'te yapılan son ihaleyi de TRT işbirliğiyle birlikte, yıllığı 94 milyon dolara kazandı.

Digitürk'ün Sekiz Yıllık Dönem İçinde yapmış Olduğu Ödemeler (Bin USD)

Sezon / Kulüp payı / %10 TFF payı / %2 Org. payı / KDV Toplam ödenen tutar

2000-01 65.206 6.521 1.304 13.146 86.176

2001-02 80.638 8.064 1.613 16.257 106.571

2002-03 108.686 10.869 2.174 21.911 143.639

2003-04 58.384 5.838 1.168 11.770 77.160

2004-08 274.688 37.760 7.552 57.600 377.600

Toplam 587.602 69.052 13.811 120.684 791.146

Yıllık ortalama 81.406 9.724 1.726 15.085 98.893

Yıllar İtibariyle Yayın İhaleleri ve Kazanan Kuruluşlar

Yıllar Yayıncı Kuruluş İhale bedeli  (milyon $)

1994-95 Cine5/ATV/ShowTV/Kanal D/TGRT 7,2

1995-96 Cine5/ATV/ShowTV/Kanal D/Star TV 23

1996-97 Cine5 40

1997-98 Cine5 45

1998-99 Cine5 55

1999-2001 Ocak Teleon 120

2001 Ocak-2004 Digitürk 465

2004 Temmuz-2008Temmuz Digitürk-TRT ortaklığı  377,6

03.01.2008 12:27:48 - (63)

FUTBOL YAYINLARINDAN NE KADAR GELİR ELDE EDİLDİ?

Spordan sorumlu Devlet Bakanı Murat Başesgioğlu, MHP Samsun Milletvekili Osman Çakır'ın son beş yılda futbol yayınlarından elde edilen gelirlerin ne kadar olduğuna ilişkin soru önergesini yanıtladı.

Devlet Bakanı Murat Başesgioğlu, son beş yıl içinde Futbol Federasyonu'nca pazarlanan futbol yayınlarından elde edilen gelirin 937 milyon 590 bin YTL olduğunu bildirdi. Başesgioğlu, 2007-2008 futbol sezonunda amatör futbol için Federasyon tarafından ayrılan bütçenin ise 13 milyon 492 bin YTL olduğunu kaydetti. Spordan sorumlu Devlet Bakanı Murat Başesgioğlu, MHP Samsun Milletvekili Osman Çakır'ın son beş yılda futbol yayınlarından elde edilen gelirlerin ne kadar olduğuna ilişkin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın yanıtlaması istemiyle verdiği yazılı soru önergesini yanıtladı. Bakan Başesgioğlu'nun verdiği yanıta göre, son beş yıl içinde Futbol Federasyonu'nca pazarlanan futbol yayınlarından elde edilen gelirler, Süper Ligin TV'den naklen yayını karşılığı; 921 milyon 490 bin YTL, Süper Ligin radyodan naklen yayını için 4 milyon 600 bin YTL ve Türkiye Futbol Federasyonu 1. Liginin TV'den naklen yayını karşılığı 11 milyon 500 bin olmak üzere toplam 937 milyon 590 bin YTL'yi buluyor.

Bakan Başesgioğlu, MHP'li Çakır'ın 2007 yılında amatör futbolun yürütülmesi için ayrılan kaynak miktarına ilişkin sorusuna ise Federasyon tarafından 2007-2008 futbol sezonunda amatör futbolun yürütülmesi için 13 milyon 492 bin 581 YTL'lik bütçe ayrıldığı karşılığını verdi.

 
Kaynak: http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109 - http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 25/Kas/2008 saat 00:14
Naklen yayın gelirleri ne olacak? (II)

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

24.11.2008 - 09:20

Geçen haftaki yazımızda genel olarak naklen yayın gelirlerinin futbol endüstrisi içindeki yeri ve önemi üzerinde durmuş; bu önemli gelir kalemine ekonomik krizin nasıl etki edebileceğini tartışmaya çalışmıştık.

Bu hafta da futbol endüstrimizin en önemli gelir kalemi olarak karşımıza çıkan naklen yayın gelirlerinin paylaşımı ve bundan sonra nasıl bir gelişim süreci izleyeceği üzerinde durmaya çalışacağız.

Futbol gelirleri içinde naklen yayın gelirlerinin payı

Ülkemizde bugün profesyonel olarak 150 kulüp faaliyet gösteriyor. Bu kulüplere yapılan  mahalli  destekler de dikkate alındığında;  (Süper Lig'in dışında profesyonel futbol kulüplerinin yıllık faaliyetleri için minimum bir milyon dolar civarında ortalama bir bütçeye ihtiyaç duyulmaktadır.) Türk futbol pastasının büyüklüğü 450 milyon Euro'ya  ulaşıyor. Bu büyüklük 13,5 milyar Euro'luk Avrupa futbol pastasının yaklaşık %3,3'üne karşılık geliyor.

Bu gelirler içinde en önemli kalemi yüzde otuzla naklen yayın gelirleri oluşturuyor. Bu geliri takip eden diğer önemli gelir kalemi ise %16'lık payla sponsorluk gelirleri. Tribün gelirlerinin payı ise %13'e düşmüş durumda. %22'lik diğer gelir kalemleri içinde ise, sportif AŞ'lerin temettü gelirleri, logolu ürün satım gelirleri (merchandising gelirleri), hibe, yardım, İDDAA gelirleri vb. gelirler bulunuyor.

Futbol pastamızı oluşturan gelir kalemlerinin kulüplere dağılımına bakıldığında ise bu pastadan en büyük payı dört büyük kulübün aldığını görüyoruz. Nitekim, TV yayın gelirlerinin %42'si; tribün gelirlerinin %49'u; sponsorluk gelirlerinin %23'ü; saha içi reklam gelirlerinin %35'i dört büyük kulübe gitmektedir. 

Futbol pastasının paylaşımı (2006-07)

Gelirler   Dört büyük kulübün payı (%)

Tv yayın hakları 42

Tribün gelirleri  49

Sponsor gelirleri 23

Saha  içi reklam pastası  35

Diğer gelirler 27

Futbol faaliyetlerinin finansmanında yeterli öz kaynağa sahip olamayan Türk futbol endüstrisinin yoğun bir şekilde yabancı kaynağa, özellikle de banka kredisine yöneldiğini görüyoruz. Güncel verileri baz aldığımızda kulüplerin mali sektörden kullandıkları kredilerin 240 milyon dolara ulaştığını gözlemliyoruz. Toplam futbol pastasının %51'ine karşılık gelen bu oran, bize futbolun kendi faaliyetlerinden fon yaratamadığını gösteriyor. Kullanılan kredilerin 205 milyon dolarlık kısmının da, yani %85'inin de üç büyüklere ait olduğunu belirtelim.

Süper Lig'de gelirlerin dağılımı ve Anadolu kulüplerinin  bu dağılımdan aldıkları pay

Kayıtlı değerler üzerinden hesapladığımız yaklaşık 450 milyon Euro'luk Türk futbol pastasının paylaşımına bakıldığında üç büyük kulübün, toplam gelirin yüzde otuz beşini kendi aralarında bölüştüklerini görüyoruz. Trabzonspor'u da dahil ettiğimizde bu pay %42'ye kadar çıkıyor. Dört kulübün ortalama geliri 49,7 milyon dolar civarında gerçekleşirken; %58'lik payı  alan diğer 149 kulübün payına düşen ortalama tutar  ise 1,8 milyon dolar düzeyinde kalıyor.  Bu paylaşım aşağıdaki grafikte net olarak görülüyor.

Naklen yayın havuz gelirlerinin kulüplere dağılımı

Ülkemizde naklen yayın gelirlerinin dağılımına bakıldığında ise  aşağıdaki tabloyu iyi analiz etmemiz gerekiyor. Aşağıdaki tablodaki verileri dikkate aldığımızda; 1994-2008 dönemleri arasında mevcut naklen yayın gelirlerinden en büyük payı Süper Lig'in aldığını görüyoruz. İlk naklen yayın ihalesinin açıldığı 1994 yılında Süper Lig ekipleri 7,2 milyon dolarlık ihale bedelinin neredeyse tamamını kendi aralarında paylaşırken; diğer liglere aktarılan tutar sadece 144.000 dolar civarında.  Bu dönemde dört büyük kulüp başına düşen ortalama tutar 792.000 dolar düzeyinde gerçekleşirken; diğer on dört kulüp başına düşen ortalama tutar 230.000 dolar olmuştur.

Aradan geçen on dört yıllık süreçte naklen yayın ihale bedeli yıllık 170 milyon dolara kadar yükselirken; Anadolu takımlarına da aktarılan tutarın arttığını gözlemliyoruz. En son tarih itibariyle 2007-2008 sezonunu dikkate aldığımızda, dört büyük kulüp toplam 84 milyon dolar  naklen yayın geliri elde ederken; Süper Lig'de diğer on dört kulübün 58 milyon dolar; diğer liglerde mücadele eden kulüplerin de 5,1 milyon dolar civarında gelir sağladıklarını görüyoruz.

Aşağıdaki tabloya göre geçen 14 yıllık süre içinde toplam ihale bedellerinin 1.3 milyar dolara ulaştığını; bu tutarın net 1,1 milyar dolarının kulüplere dağıtıldığını; bu kapsamda Süper Lig ekiplerinden dört büyüklere 567 milyon dolar ödenirken, diğer on dört takıma 573 milyon dolar; diğer liglere de  28,1 milyon dolar  para transfer edildiğini görüyoruz. 

Naklen yayın bedellerinin kulüplere dağıtım Tablosu (1994-2008 )

Yıllar Yıllık ihale bedeli (milyon dolar) Toplam Net Dağ.Gelir (milyon dolar) Dört büyük kulübe ödenen tutar (milyon dolar) Diğer on dört kulübe ödenen tutar (milyon dolar) Diğer Liglere dağıtılan (%2)'lik tutar (milyon dolar)  Dört büyük kulüp başına düşen ort. pay (milyon dolar) On dört  kulüp başına düşen ort. pay (milyon dolar)

1994-95 7,2 6,3 3,168 3,168 0,144 0,792 0,23

1995-96 23 20,2 10,12 10,12 0,46 2,53 0,72

1996-97 40 35,2 17,6 17,6 0,8 4,4 1,26

1997-98 45 39,6 19,8 19,8 0,9 4,95 1,41

1998-99 55 48,4 24,2 24,2 1,1 6,05 1,73

1999-2001 120 105,6 52,8 52,8 2,4 13,2 3,77

2001-04 465 409 205 205 9,3 51,15 14,61

2004-05 95 83 41,5 41,5 1,9 10,384 2,97

2005-06 150 125 54,5 70,5 3 13,625 5,03

2006-07 150 125 54,5 70,4 3 13,625 5,03

2007-08 170 142 84 58 5,1 20,975 4,15

Toplam 1320,2 1139,3 567,088 573,188 28,104 141,681 40,91

Gerek yukarıdaki tablo, gerekse kulüplerimize ödenen naklen yayın gelirlerinin yıllar itibariyle dağılımını gösteren aşağıdaki grafik, bize  toplam futbol pastasının büyük kısmının  dört büyük kulübe gittiğini gösteriyor. Bu tarihsel süreçte, naklen yayın gelirleri dağıtım kriterlerinin değiştirildiği 2005 sezonuna kadar geçen dönemde Süper Lig'deki on dört kulübün aldığı pay ile dört büyük kulübün aldığı pay hemen hemen eşitken; 2005'ten sonra bu dağılım yüzdesinin değiştiği görülüyor. Bu pastadan Lig A ve Lig B'nin aldığı payda ise bir değişikliğin olmadığı anlaşılıyor.

Yukarıdaki tablolardan ortaya çıkan ortak sonuç şudur: Futbol gelirlerinin dağıtımında dengesiz ve haksız rekabete olanak sağlayan bir durum söz konusu. Toplam futbol gelirlerinin paylaşımında;

1.Süper Lig'de dört büyükler (daha çok üç büyükler) lehine haksız ve dengesiz bir durumun söz konusu olduğunu;

2.Anadolu kulüplerinin aldığı pay itibariyle,

•İktisadi ve mali anlamda dört büyüklerle (daha çok üç büyüklerle) rekabet edemediklerini,

•Lig A ve Lig B'de yer alan kulüplerin iktisadi ve mali olarak Süper Lig ekipleriyle rekabet edebilmekten çok uzakta olduklarını,

görüyoruz.

Toplam futbol pastasını oluşumunda yer alan gelir kalemlerinden en önemlisi olan havuz gelirlerinden kulüplerimizin aldıkları paylara ilişkin 2006-07 sezonuna ait gelir  dağıtım tablosu aşağıda dikkatlerinize sunulmaktadır.

 

 2006-07 sezonu itibariyle kulüplerin yayın havuzundan aldıkları para (YTL)

Kulüp Adı / Dayanışma Payı / İsim Hakkı / Puan Performansı / Şampiyon Payı / Sezon sonu Derecesi / Toplam Tutar / Toplam Garanti / Garanti Toplam Payı Payı Farkı (%) 

Fenerbahçe 3.134.251 87.720 5.408.130 7.522.203 3.639.776 19.792.080 21.893.515 2.101.435 21.893.515 12,44

Beşiktaş 3.134.251 87.720 4.712.799 4.701.377 2.911.821 15.547.968 21.893.515 6.345.547 21.893.515 12,44

Galatasaray 3.134.251 87.720 4.326.504 7.522.203 2.183.865 17.254.543 21.893.515 4.638.972 21.893.515 12,44

Trabzonspor 3.134.251 87.720 4.017.468 2.820.826 1.455.910 11.516.175 16.912.907 6.345.547 17.861.722 10,15

Kayserispor 3.134.251 87.720 3.940.209   727.955 7.890.135     7.890.135 4,48

Gençlerbirliği 3.134.251 87.720 3.708.432   363.976 7.294.379     7.294.379 4,14

Sivasspor 3.134.251 87.720 3.708.432     6.930.403     6.930.403 3,94

Ankaraspor 3.134.251 87.720 3.631.173     6.853.144     6.853.144 3,89

Konyaspor 3.134.251 87.720 3.476.655     6.698.626     6.698.626 3,81

Bursaspor 3.134.251 87.720 3.476.655     6.698.626     6.698.626 3,81

G.Antepspor 3.134.251 87.720 3.322.137     6.544.108     6.544.108 3,72

V.Manisaspor 3.134.251 87.720 3.244.878     6.466.849     6.466.849 3,67

Ankaragücü 3.134.251 87.720 3.244.878     6.466.849   638.361 7.105.210 4,04

Denizlispor 3.134.251 87.720 3.167.619     6.389.590     6.389.590 3,63

Rizespor 3.134.251 87.720 3.090.360     6.312.331     6.312.331 3,59

Antalyaspor 3.134.251 87.720 3.013.101     6.235.072     6.235.072 3,54

Erciyesspor 3.134.251 87.720 2.858.583     6.080.554     6.080.554 3,45

Sakaryaspor 3.134.251 87.720 1.699.698     4.921.669   77.605 4.999.274 2,84

Toplam 56.416.518 1.578.960 64.047.711 22.566.609 11.283.303 155.893.101 82.593.452 20.147.467 176.040.568 100,00

Yukarıdaki tabloyu yakından incelediğimizde gerçekten de büyüklerin aslan payını aldıkları bir havuzla karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Üç büyükler toplam havuz gelirlerinin yüzde 37,31'ini kendi aralarında paylaşırken, geriye kalan 15 takım da toplam havuz gelirlerinin yüzde 62,69'unu aralarında bölüşüyorlar. Bu tabloda Trabzonspor'u da dikkate aldığımızda Süper Lig'de dört kulübün toplam geliri, havuz gelirlerinin %47,46'sına karşılık geliyor. Diğer 14 kulübün payına düşen oran ise %52,54 oluyor.

2010'da naklen yayın gelirleri ne olur?

2010 yılına kadar naklen yayın hakkı Digitürk'e ihale edilmiş bulunuyor. Yaşanılan küresel kriz öncesi Süper Lig naklen yayın gelirlerinin yıllık minimum 200 milyon dolar civarında satılabileceği beklentileri genel olarak hakimdi. Bunda genel ekonomik olumlu konjonktürün yanı sıra, Türk futbolunun 2008 Eurocup performansının da büyük etkisi vardı.  Aynı zamanda Avrupa'da da naklen yayın bedellerinin de  bir yükseliş trendi içine girmesi, 2010 yılında yapılacak naklen yayın ihalesinde, ihale bedelinin yıllık minimum 200 milyon dolar üzerine çıkabileceği düşünülmekteydi.

Oysa bugün içinde bulunduğumuz koşulların getirdiği finansal olanaksızlıklar ve ekonomik olumsuzluklar, sadece ülkemizde değil aynı zamanda Avrupa'da da naklen yayın gelirlerinin küçüleceğini ortaya koyuyor. Bunun doğrudan etkisi ise futbol endüstrisine yani kulüplere olacak. Kulüplerin en önemli gelir kalemindeki bu azalma, doğal olarak bütçelerin daralması, harcamaların kısılması, futbol pastasının küçülmesi anlamına geliyor. Yıllık futbol pastasında önümüzdeki iki yıl içinde yüzde yirmiye yakın bir düşüşün olması kuvvetle muhtemeldir. Bu durum kulüplerin finansal dengelerini de çok olumsuz olarak etkileyecektir. Gelir ve gider dengesizliği içinde bulunan kulüplerin fon ihtiyaçları giderek daha da artacaktır. Başta transfer bütçeleri olmak üzere, oyuncu ve teknik adam ücret ve bonservis bedellerinde de önemli düşüşler yaşanabilecektir. Kısacası bu genel ekonomik resesyondan  futbol da payına düşeni alacaktır. Bu süreçte başta Avrupa'da olmak üzere çok önemli maliyetlere katlanmış bazı yayıncı kuruluşların yüksek naklen yayın bedellerinin altından kalkamayarak iflas etmesi ya da kulüplere para ödeyemez duruma gelmesi de çok uzak bir olasılık değildir.

SONUÇ

Bugün liglerimizde Türk futbolunun kalitesini yükseltecek, rekabetçi yapısını geliştirecek, teşvik ve şikeyi ortadan kaldıracak, kalitatif ve kantitatif  sıçramayı sağlayabilecek niteliksel gelişimi ve dönüşümü  gerçekleştirebilecek bir gelir dağılımının bulunmadığını görüyoruz.

Süper Lig başta olmak üzere tüm profesyonel liglerimizde haksız rekabet temelinde yükselen dengesiz bir rekabet bulunuyor. Özellikle Süper Lig'in dışındaki diğer liglerimizde kulüplerin gelirleri ile Süper Lig gelirlerinin arasında büyük uçurumlar bulunuyor. Futbol pastasının yaratılmasında Süper Lig'in şüphesiz ki büyük bir katkısı bulunuyor. Bu çok doğal olmakla birlikte, Süper Lig'in rekabetçi kalitesini artırabilmesi ve kendisine yeni yeteneklerin diğer alt liglerden gelebilmesi, bu liglerin sportif ve mali/iktisadi rekabet düzeylerinin yükseltilmesine bağlı.

Günümüzde Lig A ve Lig B'de yaratılan gelirler, bu liglerin masraflarını karşılamaktan ne yazık ki çok uzakta. Lig A'da bir kulübün bütçesi minimum 2,5-3 milyon dolar civarındayken, bu tutar Lig B'de yaklaşık 1 milyon dolar civarında. Bir kulübün yıllık minimum giderleri Lig A'da 1,5-2 milyon dolar düzeyindeyken; Lig B'de bu durum minimum 1 milyon dolar mertebesindedir.

Mevcut durum bu yapının daha da devam edeceğini gösteriyor. Türk futbolunun bir yerde fidanlığı olarak değerlendirilebilecek Lig A ve Lig B'nin varlıklarını devam ettirebilmesi, mali ve iktisadi rekabetçi dengenin, dengede rekabeti sağlayacak şekilde yeniden konumlandırılmasını gerektiriyor. Bu liglere aktarılan gelirlerin, en azından liglerin operasyonel giderlerini karşılayacak düzeye çekilmesi büyük ve acil bir görev olarak Türk futbol otoritesinin önünde duruyor.

Süper Lig'in dışındaki liglerin yaşayabilmesi parasal dengesizliği en aza indirebilecek yeni düzenlemeleri zorunlu kılıyor. Olaya sadece bir paylaşım/dağıtım sorunu olarak da bakılmamalı. Bu sorunun giderilebilmesi ancak futbol pastasının daha da büyütülebilmesiyle mümkün olacaktır.

Tüm bu olumsuzluklar, daha baştan Anadolu kulüplerinin  "başaltı'' takımı olmayı kabul etmiş bir yönetim anlayışı ve oyun felsefesiyle varlıklarını idame ettirmeye çalışmalarına; vizyon ve misyon olarak da "rekabete odaklı'' ve büyükleri zorlayabilecek bir "şampiyonluk şiarına" ulaşamamalarına neden oluyor.

Bu durum Türk futbolu için kanayan bir yaradır. Futbol gelirlerinin adil paylaşımı belki de hiçbir zaman mümkün olmayacaktır. Ama rekabeti öldürmeyecek ve dengede rekabeti oluşturabilecek bir yapıyı kuramadığımız sürece Türk futbolunda rekabete ve kaliteye hasret kalacağımız görülüyor. Bu yapının oluşturulması, sadece lokal rekabeti getirmiyor. Avrupalı devlerle de baş edebilmenin yolu buradan geçiyor

Rekabetçi yapının yükseltilmesi bugün Türk futbol otoritesinin önünde duran en önemli sorun olmakla birlikte; günümüzde yaşanılan ekonomik kriz nedeniyle başta naklen yayın gelirleri olmak üzere, bazı futbol gelir kalemlerinde önemli önemli düşüşler  yaşanabilecektir. Futbol pastasını daraltabilecek bu olumsuzluk, futbolun rekabetçi yapısını da olumsuz etkileyecek, finansal yetersizlik ve dengesizlik içinde olan kulüpleri ciddi sıkıntılara itecektir. Bu olumsuzluğun en aza indirilmesi yine Futbol Otoritesi(TFF'nun) öncelikli görevleri arasında yer almalıdır.  Bu önlemlerin neler olabileceğini gelecek hafta tartışacağız…

Kaynak: http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109 - http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 01/Ara/2008 saat 18:44
Sponsorluk ve Futbol

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

01.12.2008 - 09:16

GİRİŞ

80’li yılların ikinci yarısından itibaren sporun endüstrileşmesiyle birlikte, futbol ve diğer spor dallarının gelir kalemlerinde önemli sayılabilecek niteliksel bir değişim yaşandı. 

Neydi değişen ve gelişen?

Sporda özellikle de futbolda digital yayın platformlarının giderek gelişip yaygınlaşması, futbol kulüplerinin gelirlerinin de değişimine yol açtı. Kulüplerin maç hasılatı, reklam geliri gibi klasik gelir kalemlerine bu gelişime paralel olarak medya gelirleri, sponsorluk ve merchandising gibi endüstriyel gelir kalemleri eklendi. Bu değişim ve gelişim, futbolun daha geniş kitlelere ulaşarak yaygınlaşmasına ve futbol gelirlerinin büyümesine neden oldu.

Bu gelir kalemleri içinde özellikle sponsorluk, günümüzde Avrupa’da ve dünyada önemli bir gelir kalemi olarak karşımıza çıkıyor. Bizde ise konunun önemi ve ciddiyeti son on yılda yeni yeni kavranmaya başlandı. Avrupa ve dünyada ciddi bir büyüklüğe sahip sponsorluk gelirleri, bugün ülkemizde hâlâ yeterli bir hacime ulaşamamış olsa da spor kulüpleri ve futbol için önemli bir kaynak durumunda...

Sponsorluk sporun desteği

Bugünün endüstriyel  ve teknolojik dönüşümü içinde medyadan sigortaya, biradan fast fooda, bankalardan  şirketlere kadar olan tüm kurum ve kuruluşların sporda marka olmuş kulüp ve sporculara milyar dolarlara ulaşan sponsorluk desteği verdiklerini görüyoruz.

Sport Business Associates’e göre küresel bazda spora ayrılan sponsorluk harcamaları toplamı 2008 yılında 42,5 milyar dolara ulaşmış durumda. 2006 yılında 33,6 milyar dolar düzeyinde olan sponsorluk harcamaları 2002 yılında yaklaşık 24,4 milyar dolar civarındaydı. Bu tutar içinde futbolun payına düşen kısım ise 10,5 milyar dolar düzeyinde. Bu tutar 2006 yılında 8,5 milyar dolar civarındaydı. Bu haliyle diğer spor dalları, özellikle de Avrupa dışındaki takım sporları, futboldan daha fazla sponsorluk geliri elde ediyor.

Yukarıdaki tablodan da görülebileceği üzere global olarak tüm sponsorluk sözleşmeleri 2000 yılında 17,5 milyar dolar civarında tahmin edilirken, aynı yıl itibariyle futbolun bu sözleşmelerden aldığı pay 4,5 milyar dolar civarında. Yüzde 26’ya karşılık gelen bu tutar 2000-2008 arasında da çok fazla değişmiyor. 2008 yılına gelindiğinde tüm dünyadaki sponsorluk sözleşmelerinin hızla arttığını gözlemliyoruz. Bu artışta özellikle Olimpiyatlar, Dünya Şampiyonaları ve Avrupa Futbol Şampiyonası gibi büyük organizasyonların önemli rol oynadığını söyleyebiliriz.  Nitekim 2004 ve 2008’te düzenlenen Olimpiyatların Sponsorluk sözleşmelerini önemli tutarlara taşıdığını görüyoruz. Yine 2002 ve 2006 yıllarında düzenlenen Dünya Futbol Şampiyonası da sponsorluk sözleşmelerinde önemli artışlara yol açmış görünüyor. 

Tüm dünyada yapılan sponsorluk sözleşmelerinden futbolun aldığı pay aşağıdaki tabloda net olarak görülmektedir. Buna göre; 2000 yılında 4,5 milyar dolar civarında futbol sponsorluk sözleşmelerinden yüzde 26 pay alırken; bu tutar 2008 yılı itibariyle 10,5 milyar dolara ulaşmış durumda. Futbolun sekiz yıllık süre içinde sponsorluk payı oransal anlamda çok fazla değişmezken, mutlak anlamda aldığı pay %133 artmıştır. Aynı dönemde genel sponsorluk sözleşmeleri ise mutlak olarak 25 milyar dolar artarak 42,5 milyar dolara ulaşırken, bu süreçte %142 büyümüştür. Aşağıdaki tablodan da görülebileceği üzere futbolun payı genel sponsorluk sözleşmelerini yaklaşık dörtte bir kadardır.

Genel Sponsorluk Sözleşmeleri Ve Futbol’un Payı

Yıllar / Genel Sponsorluk Milyar $ / Fıtbol Sponsorluğu Milyar $ / Futbolun Payı

2000 17,5 4,5 0,26

2001 21,2 5,8 0,27

2002 24,4 6,5 0,27

2003 25,1 6,1 0,24

2004 27,4 6,9 0,25

2005 29,2 7,1 0,24

2006 33,6 8,5 0,25

2007 37,4 9,2 0,25

2008 42,5 10,5 0,25

Avrupa’da futbolunun sponsorluktan elde ettiği toplam tutar ise Deloitte’un yıllık finansal raporlarına göre 3,6 milyar dolar civarında...Bu tutarın paylaşımına bakıldığında beş büyük ligin bu pastadan aldığı pay %52’ye yaklaşırken,  diğer 47 UEFA üyesi ülkenin aldığı pay sadece %48 seviyesinde kalıyor.

Sponsorluk gelirlerinin en yüksek olduğu turnuvaların başında şüphesiz ki, Dünya Kupası organizasyonları geliyor.  2006 Dünya Kupası’nın on beş resmi sponsoru olan Adidas, Budweiser, Avaya, Coca-Cola, Continental, Deutsche Telekom, Emirates, Fujifilm, Gillette, Hyundai, MasterCard, McDonald's, Philips, Toshiba ve Yahoo!’nun, bu turnuvaya yaklaşık 896 milyon dolar tutarında sponsorluk desteği sağladıkları FIFA tarafından ifade edildi. FIFA’nın açıklamalarına göre 2006 Dünya Kupası’nda elde edilen 2,4 milyar dolar  pazarlama gelirinin 896 milyon dolarlık kısmını sponsorluk gelirleri oluşturuyor. Daha şimdiden Adidas, Hyundai, Coca-Cola, Sony, Visa ve Emirates 2010’da Güney Afrika’da düzenlenecek Dünya Kupası için 130 milyon dolar civarında sponsorluk desteği vereceklerini FIFA’ya taahhüt ettiler.

Sponsorluk kurumunun genel olarak marka ve markalaşabilen kulüplere odaklandığını görüyoruz. Nitekim bu gelirden en fazla payı alan kulüplere bakıldığında karşımıza futbolda uluslararası marka olabilmeyi becerebilmiş futbol kulüpleri çıkıyor. Bu kulüplerin sponsorluk gelirleri bugün itibariyle ciddi büyüklüklere ulaşmış durumda.  Aşağıdaki tabloda da net olarak görülebileceği üzere, en yüksek sponsorluk gelirini elde eden kulüpler olarak karşımıza 93,7 milyon dolarla Chelsea çıkıyor. Chelsea’yi ise 92,1 milyon dolarla Bayern Münich takip ediyor. Özellikle Alman ve İtalyan liglerinde sponsorluk gelirlerinin büyük kısmı ligi domine eden takımlar arasında paylaşılıyor. Ancak İngiltere’de ise durum biraz daha farklılık gösteriyor.  Bununla birlikte Avrupa’da en yüksek sponsorluk sözleşmeleri de yine Premier Lig’de imzalanıyor. Arsenal’in Emirates ile yaptığı sponsorluk sözleşmesinin tutarı yüz milyon Sterlin civarında…

Aşağıdaki tabloda yer alan tutarlar sadece sponsorluk gelirleri olup, ticari sözleşmelerden doğan gelirler dikkate alınmamıştır.

Avrupalı Kulüplerin Yıllık Sponsorluk Gelirleri (2006-07)

Kulüp  / milyon dolar

Chelsea  93,7

Bayern Münich  92,1

Man.Utd. 80,6

Real Madrid 78,1

Juventus 75,5

Milan 65,8

B.Dortmund 51,5

Arsenal 44,9

Liverpool 34,9

Tottenham H. 25,6

Ajax  19,8

Celtic 18,9

Newcastle 16,5

AstonVilla  16,2

Westham 14,8

Southampton 13,2

G.Rangers 7,5

Sunderland 7,3

Porto 3,2

Fenerbahçe 8,7

Galatasaray  6,5

Beşiktaş 4,5

2006-07 rakamlarına göre ülkemiz futbolunda sponsorluk gelirleri toplamı yaklaşık 65 milyon dolar civarında. Bu tutarın %30’u ise yukarıdaki tablodan da görüleceği üzere üç büyüklere  gidiyor. Futbol dışında diğer 21 branşın toplam sponsorluk geliri ise Gençlik Spor Genel Müdürlüğü rakamlarına göre 3,7 milyon YTL tutarında. 21 dal içinde saymadığımız basketbolda ise özellikle son zamanlarda kurumların özel sponsorluk çalışmalarıyla ortaya çıkan tutarlar 25 milyon dolara ulaşmış durumda.

 Avrupa futbolunda Sponsorluk

Bugün Avrupa futbol pastasının büyüklüğü Deloitte’un raporlarına göre 13,5 milyar Euro civarında... Bu pastanın yaratılmasında Avrupa futbolunu domine eden beş büyük ligin payı ise %64’e ulaşmış vaziyette. Yani  yaratılan toplam gelirin %64’ü beş büyük lig arasında paylaşılıyor. Bu inanılmaz bir oran ve aynı zamanda haksız rekabetin de temel dinamiğini oluşturuyor.  Avrupa futbol pastasının yaratılmasında beş büyük ligde gelirlerin dağılımı içinde sponsorluk gelirlerinin yüzdesel dağılımı, ülkemiz rakamları ile birlikte aşağıdaki tabloda gösteriliyor.

Avrupa Futbolunda Beş Büyük Lig’de Sponsorluk Gelirlerinin Payı (2007-08)

İngiltere 25%
İtalya 14%
İspanya 37%
Almanya 30%
Fransa 18%
Türkiye 14%
5 Büyük Lig Ort.24,80%

Yukarıdaki tabloyu dikkatli incelediğimizde, ülkemiz sponsorluk gelirlerinin, toplam futbol pastası içindeki orantısal payı, beş büyük ligle kıyaslandığında ortalamanın çok altında. Beş büyük ligde ortalama sponsorluk gelirlerinin toplam gelirler içindeki payı %24.80 iken; bu oran bizde %14 civarında.  Dört büyük kulübün ortalamasıyla oluşturduğumuz sponsorluk gelirleri yüzdesi ülkemizde %14 düzeyinde seyrediyor. Bu oran beş büyük ligin ortalaması olan %24,80’den %43,5 daha az…Avrupa futbol gelirleri içinde sponsorluk gelir dağılımı en yüksek lig olarak karşımıza %37’lik payla İspanyol La Liga çıkıyor. İspanyol ligini ise %30’luk payla Alman Bundesliga izliyor. Bundesliga’da yaratılan futbol gelirlerinin %30’u sponsorluktan geliyor. Almanya’yı sırayla İngiltere ve Fransa takip ediyor. 

Avrupalı futbol kulüplerinde sponsor firmalar

Dünya futbol pastasının yaklaşık üçte ikisinin üretildiği Avrupa’nın,  aynı zamanda sponsorluk gelirlerinin  önemli bir kısmının da yaratıldığı bölge olduğunu söyleyebiliriz. Sponsorların genelde futbolda yöneldiği kulüpler uluslararası markalaşabilmiş kulüpler… Nitekim bugün Avrupa futboluna damgasını vuran marka kulüpler ve bunların son sponsorları Mustafa TAHA tarafından derlenen aşağıdaki tabloda dikkatlerinize sunuluyor.

Kulüpler / Teknik Malzeme Sponsoru / Ana  Sponsor / Ana Sponsorların Sektörleri

Manchester United / Nike / AIG / Sigorta

Borussia Dortmund / Nike / Warsteiner / İçki

Real Madrid CF / Adidas / Ben-Q Mobile / İletişim

Internazionale / Nike / Pirelli / Otomobil

FC Schalke 04 / Adidas / Victoria / Finans

AS Roma / Diadora / Yok / Yok

AC Milan / Adidas / Bwin Online / Casino

Celtic / Nike / Carling / İçki

Barcelona / Nike / Unicef / Sosyal Sorumluluk

Bayern Munich / Adidas / T Mobile / İletişim

Newcastle United / Adidas / Northern Rock / Finans

Olympique Marseille / Adidas / N9UF (Cegitel) / İletişim

Rangers / Umbro / Carling / İçki

Sunderland AFC / Londsdale / Red Vargy / Otomobil

Valencia / Nike / Toyota / Otomobil

Hamburg SV / Puma / Emirates / Havacılık

Liverpool Adidas Carlsberg İçki

SS Lazio / Puma / INA Assitalia / Sigorta

Atletico Madrid / Nike / KIA Otomobil

Paris Saint-Germain / Nike / Emirates / Havacılık

Juventus / Nike / Tamoil Enerji /Petrol

Feyenoord / Kappa / Fortis / Finans

Leeds United / Admiral / Bet24 Online / Casino

Chelsea / Adidas / Samsung Mobile / İletişim

Kaiserslautern / Kappa / Deutsche V. / Finans

Arsenal / Nike / O2 / İletişim

RC Lens / Nike / Orange / İletişim

Real Betis / Balompie Kappa / Globet.com Oyun / Eğlence

Ajax / Adidas / ABN AMRO / Finans

Aston Villa / Hummel / 32Red.com Online / Casino

Anderlect / Adidas / Fortis / Finans

Olympiakos / Puma / Vodafone / İletişim

Porto / Nike / Portugal Telecom / İletişim

Yukarıdaki tabloyu incelediğimizde genelde otomotiv, iletişim  ve finans kesiminden firmaların sponsorluğa destek verdiklerini görüyoruz. Bu sektörlerde aynı zamanda lider konumunda olan firmalar, lider kulüplere sponsor oluyorlar.

Teknik malzeme sponsorluğunda Nike’ın açık ara üstünlüğü bulunuyor. Nike’ı, Adidas takip ediyor.  Kulüplerin yeşil sahalarda başarısı, sponsorlar için de aynı anlamı ifade ediyor. Kazanan kulüp, sponsoruna da kazandırıyor.

Endüstriyel futbolun en önemli ligi Premier Lig yarattığı gelirler bakımından da Avrupa’nın bir numaralı ligi. Yıllık 2,6 milyar dolar gelir yaratan Premier Lig’de sponsorluk gelirlerinin payı %18 civarında.

2006 Dünya Kupası’nda sponsorluk

Bu turnuva nedeniyle 21 resmi sponsorun yapmış olduğu harcamalar toplamı 850 milyon dolar civarında gerçekleşti. Ancak diğer sponsorların da harcamalarını dikkate aldığımızda toplam sponsorluk harcamaları 1,4 milyar dolara ulaştı.

32 takımın katıldığı Dünya Kupası’nda forma sponsorları olarak karşımıza çıkan üç firma vardı. Bu firmalardan Adidas 6 ülkenin (Almanya, Arjantin, Trinidad ve Tabago, Japonya, Fransa ve İspanya) teknik malzemelerini sağlarken; Puma 12 takımın teknik malzemesini sağladı. Bu ülkelerin içinde şampiyon İtalya da bulunuyor. Final bu anlamda Adidas-Puma finali oldu. Puma’nın destek verdiği ülkeler: İtalya, Polanya, Paraguay, Gana, Çek Cumhuriyeti, Fildişi Sahilleri, Togo, İsviçre, İran, Angola, Suudi Arabistan ve Tunus.

Nike ise sekiz takıma teknik malzeme sponsorluğu sağladı. Bu ülkeler ise: Brezilya, Portekiz, Hırvatistan, Avustralya, Amerika, Hollanda, Güney Kore, Meksika.

2006 Dünya Kupası'nda 21 firma resmi sponsor statüsünde yer alıyor. Hyundai, Coca Cola, Adidas, Continental, Emirates, Fujifilm, Gillette, MasterCard, McDonalds, Philips, Toshiba ve Yahoo gibi ünlü markaların ödediği toplam sponsorluk rakamı 850 milyon dolara ulaşmış durumda. Bu konuda Zaman Gazetesi Sporvizyon ekinde çıkan araştırmadan bazı bilgilere bir göz atalım.

 Bu sponsorlar içinde en önemli sponsor olarak karşımıza Alman Adidas çıkıyor. Alman spor giyim firması Adidas, şampiyonanın başlamasına kısa süre kala en büyük reklam kampanyasını başlattı. Firmanın kampanya için ayırdığı bütçe 200 milyon dolar civarında. Adidas, 8 yıl boyunca Dünya Kupası’nın sponsoru olmak için 350 milyon dolar ödeyecek. Dünya Kupası'nın maçlarında da Adidas'ın “Team Geist” (Takım Ruhu) isimli topu kullanıldı. Adidas, bu toplardan bugüne kadar 10 milyon civarında sattı. (Adidas bu toptan 15 milyon adet satmayı planlamaktadır.)

AVAYA Dünya Kupası'nın en stratejik noktalarından biri de elektronik bilgi ağı. Alman Avaya firması, 15 trilyon byte'lık veri akışını hızlı ve hatasız olarak yönetme sorumluluğunu üstlendi.

COCA COLA 72 yıldır Dünya Kupası'nın resmi sponsorluğunu üstleniyor. Yapılan anketlerde genellikle Dünya Kupası'nın en başarılı sponsoru seçiliyor. 100 kişiden 51’i Dünya Kupası denince Coca Cola'yı hatırlıyor. Coca Cola, bu yıl da geleneğinden vazgeçmedi ve FIFA ile 2022'ye kadar sözleşme imzaladı.

CONTINENTAL Almanya'nın en büyük lastik üreticisi. Continental, Türkiye'de Digitürk vasıtasıyla futbolseverleri Almanya'ya götürmek için çeşitli kampanyalar düzenledi.

DEUTSCHE TELEKOM Bayern Münih ve Alman Futbol Federasyonu'nun sponsorluğunu yapan Deutsche Telekom, 12 stadın 10'unda teknik altyapıyı sağladı ve trafik kontrol sistemleri, radyo ve televizyon yayınları ile bilgi ağının yapılanmasında önemli rol oynadı.

FLY EMIRATES 1985’te Dubai’de kurulan havayolu şirketi Emirates, bugün 47 ülkede, 67 şehre uçabilen, dünyanın en büyük hava filolarından birine sahip. FIFA’nın en yeni sponsorlarından biri.

FUJI FILM Fuji, FIFA’nın en sadık sponsorlarından biri. Japon fotoğraf-film şirketi, 1982’den beri Dünya Kupası'na sponsorluk yapıyor.

GILETTE Amerika'nın en büyük jilet firması olan Gilette, kuruluşundan bu yana geçen 100 yıl içinde dünya pazarının büyük bölümünü eline geçirdi. Gilette, 1970 Dünya Kupası'yla başlattığı sponsorluk serüvenini kesintisiz olarak bugüne taşıdı.

HYUNDAI Dünyanın en büyük otomotiv üreticilerinden biri olan Hyundai, ülkesi Güney Kore'nin gururu. 1999’da FIFA ile tanışan Hyundai, 2002 Dünya Kupası’nın da otomotiv sponsoruydu.

MASTERCARD MasterCard, 1990, 1994 ve 2006 Dünya Kupası’nın yanı sıra Şampiyonlar Ligi’nin de sponsorlarından.

MCDONALD'S Amerika'nın ünlü gıda firması. 1994'ten bu yana Dünya Kupası’nın sponsorlarından.

PHILIPS 1986’da Meksika'da düzenlenen Dünya Kupası’na ilk kez sponsor olan Hollandalı teknoloji devi Philips, 2006 Dünya Kupası’nın da elektronik alanındaki sponsoru oldu. Philips, Almanya’daki organizasyonda 12 stadın 8’ini aydınlatacak. Statları televizyon, DVD ve ses ekipmanlarıyla donatan Philips, basın merkezlerine de 3 bin televizyon ve video yerleştirdi.

TOSHIBA FIFA’ya ilk kez 2002 Dünya Kupası'nda sponsor olan Japon elektronik devi Toshiba, aradan geçen sürede bu bağı korumayı başardı. Futbola destek veren Toshiba, stadyumların dışına kuracağı 60 metrekare ebadındaki dev ekranlar ve organizasyon komitesine bağışladığı 2 binden fazla dizüstü bilgisayarla, FIFA’nın gözde sponsorları arasında yer alıyor.

YAHOO 2005'te Konfederasyon Kupası’na sponsor olarak katılımda bulunan bilişim ve internet şirketi Yahoo, 2006 Dünya Kupası’nda da görev başında. FIFA’nın desteğiyle Dünya Kupası'nın resmi internet sitesini oluşturan Amerikan şirketi, milyonlarca insana bu büyük organizasyonla ilgi en ince ayrıntıları aktardı.

Ülkemizdeki sponsorluk desteğinin Avrupa ile karşılaştırılması

Avrupa futbolunda ve ülkemizde sponsorluk gelirlerini kıyasladığımızda ise karşımıza aşağıdaki tablo çıkıyor. Tablodan da görülebileceği üzere, Avrupa futbolunda en yüksek sponsorluk gelirini 468 milyon dolarla tutarla Premiership yaratıyor.

2005-06 İtibariyle Avrupa Futbolu’nda Sponsorluk Gelirleri

Premier Lig ile en yakın ikinci büyük lig Bundesliga arasındaki sponsorluk gelirleri farkı tam 219 milyon dolar. Premier Lig yarattığı 2,6 milyar dolarlık futbol geliriyle zaten Avrupa futbolunun en zengin ligi konumunda. İngiliz ligi mutlak değer olarak Alman Bundesliga’dan daha fazla sponsorluk geliri elde etmesine karşın; yerel lig gelirlerinin bileşimine bakıldığında Bundesliga gelirleri içinde sponsorluk gelirlerinin payı %22 civarında. Bu oran Premier Lig’de ise %18 düzeyinde... Bu bağlamda Alman Bundesliga’nın endüstriyel gelişim içerisinde daha fazla sponsoru futbola çekebildiği görülüyor. Ülkemiz özelinde ise beş yüz milyonluk futbol pastamızın altmış beş milyonu sponsorluktan geliyor. Yani toplam futbol gelirlerimizin %13’ünü sponsorluk gelirleri oluşturuyor. Toplam sahip olduğumuz futbol geliri içinde sponsorluk gelirlerinin payı Avrupa normlarında olmasına karşın, sponsorluk kurumunun yarattığı toplam 65 milyon dolarlık gelir, toplam 2.4 milyar dolarlık Avrupa futbol sponsorluk gelirinin sadece %3’üne tekabül ediyor. Bu oran sponsorluk kurumunun ülkemizde yeterli düzeyde çalıştırılamadığının bir göstergesi olarak algılamamız gerekiyor. Bu durum aşağıdaki grafikte de da net olarak görülüyor.

Yukarıdaki grafik bize Avrupa futbol pastasında sponsorluk gelirlerinin, lokal ligler çerçevesinde nasıl dağıtıldığını gösteriyor. Avrupa futbolunun gelişimine destek olmak üzere Toplam 2,4 milyar dolar civarında bir fon, futbol kulüplerine aloke edilmiş durumda... Bu dağılım içinde beş büyük ligin payı %52’ye ulaşırken; diğer kırk yedi ligin payı ise %48 civarında... Buradan çıkan net sonuç şu: Beş büyük lig, yaratılan her yüz dolarlık sponsorluk gelirlerinin %9,4’ünü kendi aralarında paylaşırken, kalan kırk yedi ülke ise bu gelirlerin sadece %1,02’sini paylaşıyor. Şüphesiz bu çarpık ve dengesiz dağılım, beş büyük lige rekabette büyük üstünlük sağlıyor.  Haksız rekabet üstünlüğü sağlayan bu sonucun temel nedeni ise bu ülkelerin endüstriyel gelişimleri sonucunda ulaştıkları makro büyüklüklerin, diğer ülke milli gelirleri ve yaratılan katma değerlerinden daha büyük olması. Aynı zamanda bu ülke liglerinde, sponsorun daha fazla desteğini alabilecek uluslararası marka olmuş çok sayıda kulübün bulunması, sponsorluk fonlarının bu ülke lig ve kulüplerine akmasına neden oluyor.

Ekonomik Kriz Sponsorluğu Nasıl etkileyecek?

Dünya ekonomisindeki dengesizlik ve yaygınlaşan kriz doğal olarak şirketleri sıkıntıya sokuyor. Çoğu şirket yükümlülüklerini yerine getiremediği için faaliyetlerini tasfiye etmek durumunda kalıyor. Bu kapsamda olaya yaklaştığımızda bugün Avrupa ve Dünya futbolunun en önemli kulüplerinin sponsoru  konumundaki dev şirketler, içinde bulundukları finansal ve iktisadi olumsuzluklar nedeniyle zor günler yaşamaktalar…

Nitekim,  bugün İngiltere’nin en büyük üçüncü tur operatörü, West Ham United’ın sponsoru XL Leisure iflas etmesi;  60 milyon Sterlin cirosunun yüzde yirmisini sponsorluktan elde eden Premiership ekiplerinden West Ham’ı ciddi sıkıntıya soktu. Yine ekonomik krizin derinleşen etkisiyle İngiltere’nin önemli bankalarından ve Premiership’in güçlü ekiplerinden Newcastle United’ın sponsoru Northern Rock’ın batması, yıllık 83 milyon Sterlin geliri olan Newcastle’ın sponsorluk gelirlerine önemli bir darbe vurmuştu.

Premier Lig’de top koşturan futbolcumuz Tuncay’ın takımı Middlesbrough’un sponsoru olan, navigasyon sistemleri üreticisi Garmin de finansal sıkıntı içine giren bir diğer şirket. Garmin’in hisseleri son bir yılda yaklaşık yüzde elli değer kaybetti ve bu düşüş hala devam ediyor. Garmin’in içinde bulunduğu krizden kurtulabilmesi için ciddi finansal desteğe ihtiyacı bulunuyor. Büyük bir olasılıkla Middlesbrough’a sponsorluk desteği bir kaç aya kadar son bulacak.

170 milyon Sterlin cirosuyla Avrupa ve Dünya futbolunun en büyük kulüplerinden olan Manchester United’ın forma sponsorlarından Amerikalı sigorta devi AIG’de bu krizden nasibini alanlardan…Küresel krizden etkilenen AIG’nin içinde bulunduğu finansal sıkıntılar, şirketin hisselerini bu ay itibariyle %31 civarında düşürmüş durumda. Kredi derecelendirme kuruluşlarına göre nakit açığı giderek artan firma ciddi likidite sıkıntısı içinde. Krizden çıkabilmek için varlık satışına yönelmeyi planlayan AIG’ye FED verdiği 120 milyar dolarlık destek, onu içinde bulunduğu krizden tam anlamıyla kurtarabilecek mi önümüzdeki günlerde göreceğiz. AIG’nin içinde bulunduğu kriz nedeniyle sponsorluk desteğini sürdürebilmesi her şeyden önce şirketin yaşamasına bağlı görünüyor.

2005 yılından bu yana Chelsea’nin sponsorluğunu üstlenen Samsung firmasının üretiminin düşmesi ve satışlarının gerilemesi nedeniyle fonlama ihtiyacının artması, şirketin hisselerinin yaklaşık sekiz ay içinde yüzde kırk değer kaybetmesine yol açtı.

Premiership’in sponsorlarından JJB Sports’un hisseleri de krizden etkilenmiş durumda. Yılbaşından bu yana şirketin hisse senetleri yaklaşık %35 değer yitirmiş durumda. Küresel krizin piyasalarda neden olduğu olumsuzluk nedeniyle satışlarında önemli daralmalar yaşayan, Premiership’in diğer sponsorlarından LG Elektronik’in hisseleri % son üç ayda %26; Carlsberg’in hisseleri de son bir yılda %35 değer yitirmiş bulunuyor.

Sadece Premier Lig’de de değil, aynı zamanda diğer Avrupa liglerinde de hemen hemen aynı durum söz konusu. Ancak Premiership’in yapısal özellikleri, bu olumsuzluğun daha ön plana çıkmasına neden oluyor.

Avrupa liglerine baktığımızda; yıllık 2,5 milyar Euro gelir yaratan İngiliz Premier lig’de gelirlerin %25’i; yıllık 1,5 milyar Euro gelir yaratan İtalyan Serie-A’da gelirlerin %14’ü; yıllık 1.3 milyar Euro gelir yaratan Alman Bundesliga’da gelirlerin %30’u; yine yıllık aynı geliri yaratan İspanyal La Liga’da gelirlerin %37’si ve yıllık 1 milyar Euro gelir yaratan Fransız 1.Liginde gelirlerin %18’i Sponsorluk gelirlerinden oluşuyor. Ülkemizde Süper Lig’in sponsorluk gelirleri ise toplam gelirlerin sadece %14’ünü oluşturuyor.

Yukarıdaki açıklamalar bize, önümüzdeki yıllarda şirketlerin kulüplere olan sponsorluklarında küresel kriz nedeniyle bazı daralmaların yaşanabileceğini gösteriyor. Sponsorlukların giderek azalması ya da bu konuya şirketlerin daha az bütçe ayıracak olması, futbol gelirlerinde ciddi düşüşlere yol açabilecek görünüyor. Çünkü giderek daralan iktisadi hacim ve giderek artan fon ve likidite ihtiyacı şirketleri tasarrufa itebilir. Tasarruf edilen para, futbola kanalize olacak paranın azalması anlamına geliyor. Ekonomik durgunluk ve krizlerin yaşandığı konjonktürde, şirketlerce futbola ayrılan bütçenin giderek küçüldüğü geçmiş deneyimlerle sabittir.

SONUÇ

Sonuçta; sponsorluk gelirleri bugün endüstriyel futbolun yarattığı önemli gelir kalemlerinden birisi konumuna gelmiş durumda... Günümüzde kurumsal firmalar digital yayın olanakları aracılığıyla futbolun ve sporun popülerliğini kullanarak, imajlarını küreselleştirebilmek amacıyla yoğun bir şekilde sponsorluğa yöneliyorlar ve bu amaçla yüz milyon dolarlara ulaşan devasa sponsorluk bütçeleri yapıyorlar. Bütçeledikleri bu tutarları da marka olabilmiş kulüplerin emrine sunuyorlar.

Bu sözleşmelerle sponsor firmalar kendi kurumlarının tanınırlığı ve imajlarını futbol endüstrisi aracılığıyla yeryüzünde üç milyar insana ulaştırırken;  futbol da bu sözleşmelerden milyarlarca dolar gelir elde ediyor.  Her  iki tarafında yararına olan bu sözleşmeler zaman zaman futbolu da etkileyebiliyor. Maç saatlerinin düzenlenmesinden tutun da, hangi oyuncunun yeşil sahalarda olması gerektiğine kadar futbolu yönlendirebiliyor.

Bu gelir kaleminden daha fazla pay alabilmenin yolu ise marka olmaktan ve uluslararasılaşmaktan geçiyor. Biz ne yazık ki bugünkü konumumuz itibariyle Avrupa futbol pastasından hak ettiğimiz payı almaktan çok uzağız. Kısa zamanda da bu durumumuzun değişmeyeceği görülüyor.
http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109 - http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 16/Ara/2008 saat 10:33
Taraftar mı, müşteri mi?

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

15.12.2008 - 00:12

 

Seyirci, taraftar günümüz futbolunun vazgeçilmez aktörlerinden. Daha doğrusu parasallaşan futbolun altın yumurtlayan tavuğu. Her ne kadar son zamanlarda parasına göre muamele görüyorsa da, o bir taraftar. Yağmurda, çamurda beraber yürür takımıyla kol kola. Bazen destek, bazen istemese de köstek olur, gönül verdiği takımına. Bir cefakâr, bir vefakardır o. Tribünde de olsa, televizyon başında da değişmez bu. Zengini, fakiri fark etmez. Sınıf farkı ve sosyal statü farkı gözetmez. Aynı tepkiyi, aynı etkiyi birlikte yaşar. Beraber hüzünlenir, beraber sevinir. Doksan dakikayı izlerken, aklını ve beynini dışarıda tutacak kadar "mani'' seviyesinde bir bağlılık ve tutkuyla takımına yoldaşlık yapar. Yeri gelir teknik direktör olur takım yapar, yeri gelir başkan olur milyonlar akıtır, transfer yapar. Bazen maç kuyruklarında görürüz onu, bazen kale arkasında avazı çıktığınca bağırırken; bazen de yüz binlerce dolar verip, bir sanatsal etkinlik izlermiş gibi VIP localarına kurulurken.

Endüstrileşmeyle değişen futbol

Taraftarın müşteriye doğru evrilmesi son zamanlarda çok tartışılan bir konu haline geldi. Taraftar bugün desteklediği takımına ayırdığı ciddi bütçelerle, bir tüketici de aynı zamanda. İşte taraftarın müşteri taraftara değişimi ve dönüşümüne neden olan koşullara kısaca değinmemiz gerekiyor.

Endüstriyel futbolun temel genel geçer özelliklerine dikkat ettiğimizde, endüstriyelleşme süreci;

1) Seyirci profilinin,

2) Gelir kaynaklarının yapısının,

3) Taraftarın davranış kalıplarının, değişmesi sürecidir.

Baştan da belirttiğimiz gibi, bu süreç içinde yetmişli ve seksenli yılların ortalama seyirci profilinin yerini artık, yıllık gelirinin belirli bir kısmını "taraftar tüketici'' olarak, "bağlılık körlüğü'' temelinde kulübüne harcayan, gelir düzeyi daha yüksek, konforlu localarında maç izleyen yıllık ciddi tutarda harcamayla kombine kart alan, orta ve üst gelir grubu seyirci almıştır. Bu bağlamda, seyirci müşteriye dönüşürken; kulübün arz ettiği her türlü mal ve/veya hizmete yönelik talepte de, karakteristik bir değişiklik yaşanılarak, klasik tüketici profilinin yerini "taraftar tüketici'' almıştır.

Taraftardan müşteriye

Endüstriyel anlamda ifade edersek, taraftar: Kulübünün logolu ürünlerini satın alan, maçlara giderek önemli tutarda kulübüne maç günü geliri bırakan, evlerine aldığı decoderlerle takımına naklen yayın geliri yaratan, ilgisi ve heyecanı kulüpçe paraya tahvil olunan bir gelir kaynağıdır.

Gerçekten de yaşantımıza yön veren, tüketim kalıplarımızı belirleyen özelliğiyle, diğer endüstriyel iş kollarından farklı bir mecrada yoluna devam ediyor endüstriyel futbol. Bu değişim ve gelişim çizgisinde aslında taraftarın da sosyolojik ve iktisadi anlamda farklılaşmaya başladığını gözlemliyoruz. Yukarıda dile getirdiğimiz taraftarı, artık kulüpler birer müşteri olarak görüyor ve buna göre taraftarını konumlandırıyor. Ve trend de bu yönde devam ediyor.

Kısacası futbolun giderek parasallaşması, taraftarın da yapısını değiştirdi. Taraftar bugün artık gerçek anlamda bir müşteri olarak algılanmaya başlandı. Taraftardan müşteriye doğru evrilen bu dönüşüm sürecinde taraftar kulüpler için bir "velinimet" oldu. Şimdi tüm kulüpler bu velinimeti memnun edebilmenin yolunu arıyorlar. Yaptığımız araştırmalar orta üstü gelir grubunda yer alan taraftarın takımına yıllık 1.500 dolar civarında bütçe ayırdığını ortaya koyuyor. Bu konuya birazdan daha detaylıca değineceğiz. Yani taraftar müşteriye evrilirken, ortaya çıkan yeni gereksinimler, taraftarın tüketim kalıplarını da değiştiriyor, yeni gereksinimler doğuruyor. En basitinden evde maç izleyebilme ihtiyacını karşılamanın yolu bir decodere sahip olmaktan geçiyor. Şifreli bir yayının taraftar tüketiciye maliyeti ise minimum 300 dolar civarında. Daha bunun gibi onlarca ürünü futbol aracılığıyla tüketmeye başlıyoruz. Çünkü artık futbol zaten bu ürünleri pazarlayan en önemli araçlardan birisi olarak karşımıza çıkıyor. İşte farkında olmadan endüstriyelleşen futbol, taraftarın tüketim kalıplarını değiştirmeye devam ediyor. Bu anlamda artık taraftar, "müşteri taraftar"a dönüşmüş oluyor.

Kulüplerin değişen yönetsel ve endüstriyel anlayışları

Taraftarın yapısı değişir ve yeni tüketim kalıpları oluşurken, diğer yandan da kulüplerin organizasyonel yapıları değişime uğruyor. Bu değişimin dinamiğini değişen ve çeşitlenen gelir kaynakları oluşturuyor. Endüstrileşme beraberinde "sponsorluk gelirleri", "naklen yayın gelirleri", "merchandising gelirleri" gibi gelir kalemlerini de beraberinde getirdi. Deloitte'un 2008 raporuna göre en zengin 20 kulübün toplam gelirleri içinde bu kalemlerin payı yüzde 75 civarında. Bu anlamda Avrupa futbolunun yıllık yarattığı pasta 13.5 milyar Euro'ya ulaşmış durumda. İşte bu parasal büyüklük ve ortadaki pasta kulüplerin yönetsel anlayış ve yapılanışlarını değiştiriyor. İşte bu gelişime bağlı olarak pastadan en fazla payı alabilmek için kulüplerin taraftar müşteriye daha kolay ve daha çok ulaşmaları gerekiyor.

Daha doğrusu taraftarı bir müşteri olarak görme alışkanlığı kendiliğinden filizleniyor. Bu durumda da futbol pastasından daha fazla pay alabilmenin yolu müşteri odaklı olmaktan ve ona daha çok ürün satmaktan geçiyor. İşte bu endüstriyel ve yönetsel dönüşüm, kulüpleri yüz milyonluk gelirlere taşıyor ve onları salt sportif organizasyonlar olmaktan çıkartıp, birer ekonomik organizasyona dönüştürüyor. Bugün Avrupalı zengin kulüplere baktığımızda yıllık ticari gelirleri yüz milyon dolarlara ulaşan devasa bütçelere sahip olduklarını görüyoruz.

Ticarileşen ve giderek endüstriyelleşen Avrupa'nın önde gelen kulüpleri, bu değişimi önceden fark ederek, rakiplerine ekonomik anlamda da fark atacak yapılanmalara gidiyorlar. Gelirlerini daha da büyütebilmenin yolunu arıyorlar. İşte bu bağlamda bugün çoğu zengin Avrupalı kulüp taraftarını bir müşteri olarak algılayıp, ona göre aksiyom alıyor. Müşteri İlişkileri Yönetimi'ni (Customer Relationship Management-CRM) bünyelerinde kurarak, taraftar müşterilere daha fazla satış yapabilmenin yolunu arıyor. Bu amaçla çağrı merkezleri (Call Centre) aracılığıyla yoğun bir satış ve pazarlama faaliyetlerine de başlamış durumdalar. Kolay değil, Avrupa'nın en üst düzey kulüplerinin yıllık ticari gelirleri daha şimdiden yüz milyon dolarlara ulaşmış durumda. Bugün ne yazık ki bizim kulüplerimiz bu yapılanmayı hâlâ gerçekleştirebilmiş değiller.

Tribünlerde son durum ne?

Futbol pastasından pay alabilmenin bir başka önemli ve klasik yolu da tribüne daha fazla taraftar müşteriyi çekmekten geçiyor. Bununla beraber taraftar müşteriyi tribüne çekmek onu tribünde tutabilmekte bugünlerde çok önemli… Bugün Avrupa'da beş büyük ligin dördünde taraftar müşterinin büyük oranda tribünlere çekildiğini gözlemleyebiliyoruz. Daha çok seyirci daha çok para ve daha zengin kulüp anlamına geliyor. Ancak İtalyan Serie-A'da 2005-06 sezonunda yaşanılan skandallar yüzünden tribündeki taraftar sayısında önemli düşüşler yaşandı. Aşağıdaki tablodan da görülebileceği üzere 20 üst düzey İtalyan kulübünde seyirci sayısı 2006/07 sezonunda, bir önceki yıla göre yaklaşık yüzde 8.96 oranında bir azalış kaydetmiştir. En çok seyirciyi de skandala karışan ve küme düşürülen Juventus'un kaybettiğini görüyoruz. İtalyan Serie-A'da ise en yüksek seyirci kapasitesine sahip kulüp olarak ta karşımıza 56,640 ortalama seyirci ile Ac Milan çıkmakta…

20 üst düzey İtalyan futbol kulübünün yıllar itibariyle seyirci sayıları

Club 2004/05 2005/06 2006/07 2007/08

AC Milan 63,595 59,995 47,115 56,640

FC Internazionale 57,295 51,370 48,285 51,210

SS Calcio Napoli 37,080 23,730 30,150 40,780

AS Roma 49,630 39,725 38,720 37,275

Fiorentina 34,200 33,045 28,305 31,385

US Palermo 33,230 27,925 23,800 25,540

Genoa C & FC 1893 20,125 17,575 19,935 24,475

UC Sampdoria 23,670 22,690 19,035 21,890

SS Lazio 37,515 27,870 25,050 21,485

Juventus 26,430 30,470 18,085 20,930

Torino Calcio 10,095 24,170 20,575 19,225

Catania Calcio 9,140 13,790 9,370 17,605

Udinese Calcio 15,810 16,445 14,645 15,670

AC Parma 14,045 14,370 14,640 15,425

Reggina Calcio 16,260 12,550 12,580 13,145

Cagliari Calcio 13,580 10,475 10,520 12,260

Bologna FC 1909 19,005 9,765 10,950 11,675

Salernitana Sport 7,585 4,005 4,020 11,525

Pisa Calcio 4,840 5,110 6,655 11,150

Hellas Verona FC 11,545 8,435 9,445 10,865

Siena AC 9,460 8,725 7,995 10,350

Avrupa ligleri içinde en yüksek doluluk oranına sahip lig olarak karşımıza Alman Bundesliga çıkıyor. Alman stadlarının istikrarlı bir şekilde yüksek kapasitelerini devam ettirebilmeleri, Alman kulüplerinin maç günü gelirlerinde diğer liglere önemli bir fark atmasına neden oluyor. Aşağıdaki tablodan da görülüğü üzere yıllar itibariyle Alman kulüplerinin seyirci sayıları çok büyük değişiklikler göstermemiştir. Alman kulüpleri içinde en yüksek seyirciye oynayan kulüp olarak Borussia Dortmund'u görüyoruz. Almanya'nın en başarılı kulüplerinden B. Munich'in ortalama 69.000 seyirciyle maçlarını oynadığını görüyoruz.

20 üst düzey Alman kulübünde yıllar itibariyle seyirci sayısı gelişimi

Club 2004/05 2005/06 2006/07 2007/08

Borussia Dortmund 77295 72625 72,800 72500

Bayern Munich 53295 67640 68645 69000

Schalke 04 61340 61300 61350 61275

Hamburg SV 48825 52630 55865 55365

VfB Stuttgart 41365 38825 45765 50445

Eintracht Frankfurt 23760 41860 47625 48325

Hertha BSC 48485 46705 48705 45440

FC Koln 38190 48940 41900 43740

FC Nurnberg 30320 32605 41620 43450

Borussia Munchengladbach 49185 47835 47490 40425

Werder Bremen 39855 39535 40870 40310

Hannover 96 35990 38430 38725 40235

Munich 1860 19590 21930 35965 35070

Karlsruher 13465 17185 24780 28840

Kaiserslautern 35705 33045 31675 27970

SV Duisberg 16775 25130 18030 25040

VfL Bochum 26495 18185 24945 24405

VfL Wolfsburg 24035 22000 22325 24360

Bayer Leverkusen 22470 22175 22410 22295

Arminia Bielefeld 22415 21955 23125 21535

Fransız 1. liginde de ortalama seyirci sayısının yıllar itibariyle dalgalandığını; en fazla seyirciye ise 52,600 ortalama ile Olympique Marseille'in oynadığını görüyoruz…

20 üst düzey Fransız kulübünde yıllar itibariyle seyirci sayısı gelişimi

Club Average 03/04 Average 04/05 Average 05/06 Average 06/07 Average 07/08

Olympique Marseille 51650 52995 49165 51600 52600

Olympique Lyonnais 36000 37510 38300 38545 37295

Paris Saint Germain 38810 37170 40485 36360 36945

RC Lens 34725 34965 34185 34360 34655

AS Saint-Etienne 22000 29890 29625 29390 29235

Stade Rennais 17270 23425 25000 25135 25640

Girondins de Bordeaux 23485 23475 24245 24900 25490

FC Nantes Atlantiques 30775 30740 29450 30160 22770

Toulouse 19935 23340 18910 21570 20180

SM Caen 12650 19805 12920 16205 19655

RC Strasbourg 16555 17440 19025 15570 19400

AS Nancy 6365 12080 17165 18335 18740

LOSC Lille 15105 13330 13220 14560 17240

FC Sochaux 16505 15690 14255 14675 15930

FC Metz 18050 18205 16040 12290 13915

Valenciennes 3550 5805 8680 14810 13800

FC Lorient 56 7950 8250 8650 13580 12305

Le Havre AC 8220 7910 8790 10195 11630

OGC Nice 11935 11520 11550 11335 11280

Le Mans 12720 7490 11330 11330 11065

AS Monaco 10395 11775 11065 11010 10830

AJ Auxerre 12905 11375 10670 10400 10590

İspanyol Laliga'da da seyirci sayısının yıllar itibariyle çok fazla dalgalanmadığını görüyoruz. En fazla seyirciyi ise 76235 ortalama ile Real Madrid'in tiribüne çekiyor…

20 üst düzey İspanyol kulübünde yıllar itibariyle seyirci sayısı gelişimi

Club 2004/05 2005/06 2006/07 2007/08

Real Madrid 71935 71545 71530 76235

Barcelona 73355 73225 74070 67560

Atletico de Madrid 42580 38685 42315 45255

Valencia 42440 43105 40370 40710

Sevilla 39525 40245 43630 39555

Real Betis 33265 38420 38735 37420

Athletic Bilbao 32425 36895 37160 36265

Real Zaragoza 30945 28160 27870 30710

Real Murcia 4285 5810 12230 23500

RCD Espanol 24065 22335 20195 21870

Real Sociedad 21095 22525 23075 20130

CD Malaga 22055 19315 14715 20000

Villarreal 18210 18485 18630 19395

Real Mallorca 15400 15845 16605 17840

Deportivo La Coruna 21685 19105 16620 17800

Real Vallodolid 9970 8965 9235 17605

Real RC de Santander 13450 14720 16220 17520

Recreativo de Huelva 11255 9930 18225 17375

Osasuna 14965 16065 16710 17225

Real Sporting Gijon 11675 10000 11685 16770

İngiliz Premier Lig'de de seyirci sayısının yıllar itibariyle çok fazla değişiklik göstermediğini görüyoruz…

İngiliz Premiership'te yıllar itibariyle seyirci gelişimi

 

Sezon Ortalama seyirci sayısı

2007/08 35,989

2006/07 34,361

2005/06 33,875

2004/05 33,890

2003/04 35,020

2002/03 35,462

2001/02 34,450

2000/01 32,906

1999/00 30,757

1998/99 30,586

1997/98 29,141

1996/97 28,463

1995/96 27,570

1994/95 24,294

1994/95 sezonunda ortalama 24.294 seyirciyi tribüne çeken Premier Lig, 2007/08 sezonuna kadar geçen 13 yıllık süre içinde bu sayıyı yüzde 48 artırabilme başarısı gösterebilmiş. İngiliz kulüpleri içinde en yüksek seyirci sayısının ise 75690 ortalama seyirci sayısı ile Manchester United'a ait olduğunu görüyoruz.

İngiliz Premier Lig'de 20 üst düzey kulübün yıllar itibariyle ortalama seyirci sayıları

Kulüp  06/07 Lig 07/08 Lig

Manchester Utd. 75,826 Premier 75,690 Premier

Arsenal 60,045 Premier 60,070 Premier

Newcastle Utd. 50,686 Premier 51,324 Premier

Liverpool 43,561 Premier 43,534 Premier

Sunderland 31,887 Championship 43,343 Premier

Manchester City 39,997 Premier 42,126 Premier

Chelsea 41,542 Premier 41,397 Premier

Aston Villa 36,214 Premier 39,870 Premier

Everton 36,739 Premier 36,955 Premier

Tottenham Hotspur 35,739 Premier 35,966 Premier

West Ham Utd. 34,719 Premier 34,600 Premier

Derby County 25,945 Championship 30,870 Premier

Middlesbrough 27,730 Premier 26,711 Premier

Leeds United 21,613 Championship 26,545 League 1

Birmingham City 22,274 Championship 26,180 Premier

Sheffield United 30,512 Premier 25,630 Championship

Norwich City 24,557 Championship 24,527 Championship

Blackburn Rovers 21,275 Premier 23,943 Premier

Fulham 22,279 Premier 23,767 Premier

Reading 23,829 Premier 23,585 Premier

Avrupa'nın beş büyük ligindeki seyirci sayısının gelişimi aşağıdaki grafikte görülmektedir. Söz konusu grafik dikkatlice değerlendirildiğinde Alman Bundesliga'nın 40 binin üzerinde ortalama bir seyirci sayısı ile tribünleri doldururken; Alman Bundesliga'yı 37 bin ortalamayla İngiliz Premier Lig'in takip ettiğini görüyoruz. İspanyol La Liga'da maçlar ortalama ortalama 28.000 seyirciye oynanırken; bu sayı Fransız 1. liginde 22 binler civarında…Tek seyirci kaybeden lig olarak ise İtalyan SerieA'yı gözlemliyoruz. Serie-A 2005-06 skandalı nedeniyle bir önceki yıla göre yüzde 8,96 seyirci kaybederken; 2007/08 sezonu itibariyle 24.000 ortalamaya yükselmiş durumda…

1966/67-2007/09 döneminde beş büyük ligde yıllar itibariyle seyirci gelişimi

Avrupa'nın üst düzey kulüplerindeki seyirci gelişimini de aşağıdaki tablo göstermektedir. Ortalama seyirci sayısı en yüksek kulüplerin aynı zamanda en geniş müşteri taraftar tabanına da sahip kulüpler olduğunu biliyoruz. Bu kulüpler içinde Reaal Madrid yıllık 76.200 ortalama seyirciye maçlarını oynarken; bu tablo içinde en düşük seyirci ortalamasına sahip kulüp olarak 40.310 ortalama ile Werder Bremen'i görüyoruz.

Avrupa'nın üst düzey kulüpleri taraftarını bir şekilde tribünde tutmayı önlerine temel amaç olarak koymuş durumdalar.

Avrupa'nın üst düzey 30 kulübünde yıllar itibariyle seyirci sayısı gelişimi

Sıra Kulüp 2007/08 Ortalaması Ülke 06/07 Sırası 05/04 Sırası

1 Real Madrid 76,200 Spain 4 3

2 Manchester Utd. 75,690 England 1 4

3 Borussia Dortmund 72,500 Germany 3 2

4 Bayern Munich 69,000 Germany 4 5

5 Barcelona 67,560 Spain 2 1

6 Schalke 04 61,275 Germany 6 6

7 Arsenal 60,070 England 7 İlk 30'da değil

8 Celtic 56,675 Scotland 8 8

9 AC Milan 56,640 Italy 18 7

10 Hamburg SV 55,365 Germany 9 9

11 Olympique Marseille 52,600 France 10 13

12 Newcastle Utd. 51,320 England 11 10

13 Internazionale 51,210 Italy 15 11

14 VfB Stuttgart 50,445 Germany 19 29

15 Rangers 49,145 Scotland 12 12

16 Ajax 49,125 Netherlands 14 16

17 Eintracht Frankfurt 48,325 Germany 16 23

18 Hertha BSC 45,440 Germany 13 17

19 Atletico de Madrid 45,255 Spain 22 30

20 Feyenoord 44,620 Netherlands 26 26

21 FC Koln 43,740 Germany 23 14

22 Liverpool 43,530 England 21 18

23 FC Nurnberg 43,450 Germany 24 Not in top 30

24 Sunderland 43,345 England Not in top 30 Not in top 30

25 Manchester City 42,125 England 29 21

26 Chelsea 41,395 England 25 22

27 SS Napoli 40,780 Italy Not in top 30 Not in top 30

28 Valencia 40,710 Spain 28 19

29 Borussia Munchengladbach 40,425 Germany 17 15

30 Werder Bremen 40,310 Germany 27 28

Taraftar müşteriyi tribüne çekmede en başarılı lig olarak Alman Bundesliga'yı görüyoruz.

Ülkemizde bu konuda ne yazık ki sağlıklı bir veriye ulaşabilme şansımız olmadığı için liglerimize ilişkin herhangi bir veri yayınlayamıyoruz.

Ülkemizde taraftar, kulübüne ne kadar bütçe ayırıyor?

2004-05 sezonunda taraftarın kulübüne ayırdığı bütçenin belirlenebilmesine yönelik yaptığımız bir saha çalışmasında özetle;

• Taraftarın gerçek anlamda kulübüne önemli ölçüde finansal ve ekonomik katkı sağladığını,

• Ülkemizde bu anlamda kulüplerine en büyük desteği Fenerbahçeli taraftarın verdiğini,

• Ülkemiz koşullarında ortalama kişi başına düşen gelirin 4000-4500 dolar olduğu düşünüldüğünde, taraftarın gelirinin önemli bir kısmını kulübüne ayırarak, büyük bir özveride bulunduğunu,

Özetle, kulübüne yıllık ortalama en yüksek harcamayı 1.738 dolarla Fenerbahçeli taraftarın yaptığını; bunu 1070 dolar ile Galatasaraylı taraftarın izlediğini; Galatasaraylı taraftarın hemen arkasından da 875 dolarla Beşiktaşlı taraftarın geldiğini görüyoruz. Kulübüne kendi olanakları içerisinde en az katkıyı ise yıllık 556 dolarlık harcamayla Trabzonspor'un sağladığını görmekteyiz.

Şampiyon olmuş ve önemli taraftar potansiyeline sahip dört büyük kulübümüzün taraftarlarından (diğer kulüplere ilişkin veriler, çok yeterli olmadığından dikkate alınmamıştır);

• 1000 ile 1500 dolar arasında geliri olan bir taraftarın kulübüne yıllık ayırdığı ortalama bütçe Fenerbahçe'de 450 dolar iken, bu rakam Galatasaray'da 330; Beşiktaş'ta 325; Trabzonspor da ise 175 dolar civarındadır.

• 1500 ile 3000 dolar arasında gelir sahibi taraftar ise Fenerbahçe'ye 750 dolar fon ayırırken; bu tutar Galatasaray için 450 dolar; Beşiktaş ve Trabzonspor için sırayla 375 ve 250 dolar düzeyindedir.

• 3.000 ile 10.000 dolar arasında gelir sahibi taraftarın kulübüne ayırdığı bütçe Fenerbahçe'de 2150, sırasıyla Galatasaray'da 1250, Beşiktaş'ta 1050 ve Trabzonspor'da 750 dolar düzeyindedir.

• 10.000 dolar üzerinde gelir sahibi taraftarın kulübüne ayırdığı bütçe Fenerbahçe'de 3600 dolar civarındayken, Galatasaray'da bu tutar 2250 dolara yükselmektedir. Beşiktaş'ta ise 1.750 dolar olan bu tutar Trabzonspor'da 1050 dolar düzeyindedir.

Dört büyük kulübün değişik gelir gruplarından oluşan bu taraftar kitlesi, yıllık gelirlerinin önemli bir bölümünü kulüplerine ayırarak, gerçek anlamda kulüpler için müşteri konumuna yükselmiş durumda. Aslında taraftar sadece desteklediği takımına gönül bağı ile bağlıyken, müşteri taraftar takımına önemli ölçüde finansal destek de sağlamaktadır.

Yine Avrupa'nın en zengin kulüplerinden Chelsea'nin orta üstü gelir grubunda yer alan taraftarları, yıllık gelirlerinin 25.000 dolarlık kısmını kulüplerinin emrine veriyor.

Sonuçta bugün taraftar, desteklediği takımına yıllık ayırdığı ciddi bütçe ile "taraftar tüketici" konumuna yükselmiş durumda. Olaya kulüp açısından bakıldığında da taraftar, kulübün yıllık gelirine önemli katkıda bulunan "taraftar müşteri"ye çevrilmiş vaziyette. Hal böyle olunca, bu dönüşümü daha önceden gören ve kavrayan kulüpler, "velinimetini" mutlu ederek, daha fazla ürün satıp, daha çok para kazanmanın yolunu bulmuşlar ve rakiplerine çok önemli iktisadi ve mali farklar atmışlar. Buradan gelen rekabet üstünlüğünü de yeşil sahalara taşıyabilmiş; kalıcı sportif performans üstünlüğüne ulaşmışlar. Henüz bu gelişimin ve dönüşümün farkına varamayan kulüpler ise daha şimdiden rekabette geri kalmamanın yolunun arayışı içindeler.

Kulüplerin en önemli aktifi olarak taraftar-müşteri oluşumları

Bugün kulüplerin en önemli varlıklarının başında taraftar geliyor. Daha doğrusu futbolun endüstriyel dinamikleri içinde konuyu ele alırsak, bugünün devasa bütçeli kulüplerinin aktiflerinde yer alan en önemli aktif varlığı olarak karşımıza taraftar-müşteri çıkıyor.

Kulüp açısından gerçek anlamda bir müşteri konumunda bulunan taraftarın, destekledikleri kulüplerine yıllık ayırmış olduğu bütçeyi yukarıda detaylıca ele aldık. Bu bağlamda taraftar kendi açısından bir tüketici konumundayken, kulüp bazında milyon dolar gelirlerin elde edildiği müşteri olarak algılanmakta ve buna göre kulüp satış ve pazarlama politikaları oluşturulmaktadır.

Özellikle futboldaki ticarileşmenin giderek, endüstriyel bir mutasyona uğraması kulüp ve taraftar arasında farklı ve parasal bir ilişkinin de gelişimine neden olmuştur. Kulüp taraftarını açıkça ifade etmese de gerçek anlamda bir müşteri olarak görmekte ve buna göre kendisini konumlandırmaktadır. Başta stadların reorganizasyonundan tutun da forma dizaynlarına varıncaya kadar yapılan her türlü etkinliğin altında, taraftarın gereksinimlerinin ticari boyuta taşınması amacı yatar. Bu kendi dinamiklerinde yadsınacak ve ayıplanacak bir konu değildir. Gelişim böylesi bir değişimi zorunlu hale getirmiştir. Bu değişimi gerçekleştiremeyen kulüpler, finansal rekabette zorlanmakta ve geride kalmaktadırlar.

Ancak olayın bir diğer boyutu da kulüp taraftarını müşteri olarak görüp değerlendirip, buna göre aksiyom alırken, taraftar cephesinde de farklı oluşumların gündeme gelmesidir. Taraftar tüm saf ve içten duygularıyla tuttuğu takımına gönülden destek vermeye devam ederken, diğer taraftan da kulüp yönetiminde etkin olmak, gidişata yön vermek istemektedir. Bu amaçla özellikle İngiltere'de Supporters' Trusts diye bilinen taraftar dernekleri oluşturuluyor. 'Supporters' Trusts'ların hareketlerinin ardındaki ana felsefe kulüplerin birkaç kişi değil, tüm camia tarafından yönetilmesidir. Supporters' Trusts'ların sıradan taraftar oluşumlarından en önemli farkı, toplu halde organize olmuş olmaları, kuruluş amaçları, organizasyonel yapıları ve dayanışmalarıdır.

http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109 - http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 29/Ara/2008 saat 09:53
Sıradışı bir kulüp ve sıradışı bir başkanın hikayesi- Olympique Lyonnais

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

29.12.2008 - 09:14

Son yedi yıldır fırtına gibi esen bir takım var Fransız liginde. Hem oynadığı futbol keyif veriyor, hem de performansı. Son yedi yılın şampiyonundan, Olympique Lyonnais'ten söz ediyoruz. Birazdan hikayesini de okuduğunuzda, sıradan bir kulübün nasıl sıra dışı bir kulüp haline geldiğini göreceksiniz. Bu çok ilginç bir hikaye aslında. Buradan Türk futbol kulüplerinin ve yönetimlerinin alacağı çok önemli dersler bulunuyor. En son Şampiyonlar Ligi'nde bu yıl yeniden gruptan çıktılar. Statları sürekli dolu oynuyorlar ve Fransız Ligi'nde şu anda da lider durumdalar. Bunlar artık O. Lyon için kanıksanmış şeyler Fransa'da. En güçlü rakipleri de onları şimdi ligde ikinci sıradan takip ediyor, diğer alanlarda da olduğu gibi. O. Lyon'un gerçekten sıradan bir takım olarak karşımıza çıktığı yıllarda, bu denli başarılı olabileceğini kimse kestiremezdi belki ama bir kişi vardı ki onun hedefleri daha o zamanlardan çok farklıydı. O. Lyon'u Avrupa'nın en zengin ve en başarılı kulüplerinden birisi yapmayı kafasına koymuş birisi. Başkandan, yani Jean-Michel Aulas'dan söz ediyoruz. Yaşam O. Lyon için rutin bir şekilde devam ederken, Bay Aulas'ın 1987'de kulübün başına geçmesiyle her şey (birden olmasa da) zaman içinde sanki bir sihirli değnek dokunmuşcasına değişmeye başladı ve ortaya her yıl Şampiyonlar Ligi'ne giren, 200 milyon Euro'luk gelire sahip, yedi yıldır şampiyonluğu kimseye kaptırmayan bir takım çıktı. O. Lyon'u başarıya götüren bu süreç nasıl çalıştı ve ne tür stratejiler uygulandı bunları incelemek gerekiyor. Her yıl Deloitte'un zenginler ligine giren, yüzmilyonluk bütçe ve gelire sahip bu takımın, kulübün başarısının arka planında doğru yönetim stratejilerinin uygulandığını görüyoruz. Doğru ve yerinde yönetsel stratejilerin yaşama geçirilmesi, sportif ve mali performansın nerelere ulaşabileceğini göstermesi bakımından O. Lyon incelenmeye değer bir model… O. Lyon belki de bu alanda en mütevazı ve başarılı örneklerden birisi olarak karşımızda duruyor.

Olympique Lyonnais'in kısa künyesi

1950 yılında kurulan Olympique Lyonnais'te 1987'den bu yana Jean-Michel Aulas başkanlık yapıyor. Olympique Lyonnais'u sadece bir futbol kulübü olarak görmemeli. Medyadan eğlence sektörüne; turizmden sigortaya kadar geniş bir yelpaze içinde ekonomik faaliyette bulunan bu kulübün temelde gelirleri; · Maç günü gelirleri, · Medya hakları/gelirleri, · Reklam ve sponsorluk gelirleri, · Logolu ürün satımı ve marka gelirleri, · Oyuncu ticareti gelirlerinden oluşuyor. Bugüne kadar Fransız 1. Ligi'nde olağanüstü bir performans gösteren O. Lyon son yedi yılın şampiyonu. O. Lyon sadece lokal değil, aynı zamanda Avrupa Kupaları'nda da aldığı başarılı sonuçlarla sürekli marka ve piyasa değerini yükseltiyor. Şampiyonlar Ligi'ne dokuz kez katılan O. Lyon üç kez çeyrek final oynadı. Takımın başında 47 yaşında bir Fransız hoca, Claude Puel bulunuyor. 17 yıl Monaco formasını giyen Puel 6 Temmuz 2008 tarihinde Alain Perrin'in yerine O.Lyon'a teknik direktör oldu. OL Grubu'n (2007-2008) temel mali göstergeleri toplam cirosu €M 211.6 Faaliyet kârı €M 27.1 Net kârı €M 19.9 

19. Statyum bilgileri

İsmi: Stade Gerland Resmi açılış: Mayıs 1926 Yenileme: 1982 & 1998 kapasite: 42,000 koltuk Rekor seyirci : 48,552; Lyon-Saint Ettienne, 1980 Sahanın boyutu: 112*65 metre

Olympique Lyonnais'in sportif performansı

· Ligue 1 Şampiyonluğu

2001/02, 2002/03, 2003/04, 2004/05, 2005/06, 2006/07, 2007/08

· Trophée des Champions Şampiyonluğu

1972/73, 2001/02, 2002/03, 2003/04, 2004/05, 2005/06, 2006/07

· Fransa Kupası Şampiyonluğu

1963/64, 1966/67, 1972/73, 2007/08

· Ligue 2 Şampiyonluğu

1950/51, 1953/54, 1988/89

· Ligue 1 Kupası Şampiyonluğu

2000/01'den bu yana Şampiyonlar Ligi'nin müdavimi olmuş bir kulüp olarak O. Lyon bu organizasyonda 3 kez çeyrek finale çıkma başarısı gösterebildi. Aynı süreçte Şampiyonlar Ligi'nden kazandığı paranın toplamı ise 95.2 milyon Euro'ya ulaşıyor. Sürekli Şampiyonlar Ligi'nde mücadele etmek O. Lyon'a bir yandan hatırı sayılır bir para kazandırırken; diğer yandan devamlı olarak ta marka değerini artırmasına olanak sağlıyor.

O. Lyon'un Şampiyonlar Ligi serüveninde gösterdiği performans aşağıdaki tablo ile okurun dikkatine sunuluyor.

 

Sezon Yükseldiği Tur

2008/09 Gruplardan 2. olarak çıktı. Barcelona ile çeyrek final için mücadele edecekler.

2007/08 Gruplardan Çıktı. İlk 16'ya kaldı. Man. Utd.'a elendi

2007/06 Gruplardan Çıktı. İlk 16'ya kaldı. Roma'ya elendi

2006/05 Çeyrek Finalde Milan'a elendi.

2005/04 Çeyrek Finalde PSV'ye elendi.

2004/03 Çeyrek Finalde Porto'ya elendi

2003/02 Gruplardan çıkamadı. UEFA'ya gitti.

2002/01 Gruplardan çıkamadı. UEFA'ya gitti

2008/09 Şampiyonlar Ligi sezonunda Bayern, Fieorentina ve Steaua 'un bulunduğu F grubunu tek mağlubiyetle 11 puanla ikinci sırada tamamlayarak ilk 16'ya kaldılar. İlk 16'dan çeyrek finale çıkabilmek için ise Barcelona engelini aşmak zorundalar. Puan durumu aşağıda gösterilmektedir.

Group F O G B M A Y P

Bayern 6 4 2 0 12 4 14 

Lyon 6 3 2 1 14 10 11 

Fiorentina 6 1 3 2 5 8 6 

Steaua 6 0 1 5 3 12 1 

Olympique Lyonnais bugüne kadar 142 Avrupa maçına çıkmış ve bu maçların yaklaşık yarısını (72 adedini) kazanırken, 28 maçta yenilmiş; attığı 241 gole karşılık ta filelerinde 175 gol görmüş… Sadece Şampiyonlar Ligi değil, aynı zamanda diğer kupalarda da başarılı bir performans sergileyen O. Lyon, 2002'den bu yana da Şampiyonlar Ligi'nde mücadele ediyor…

Turnuva O G B M A Y

Şampiyon Kulüpler ve Şampiyonlar Ligi 80 40 18 22 139 90

Kupa Galipleri Kupası 22 9 5 8 31 28

UEFA Kupası 40 23 5 12 71 57

Toplam 142 72 28 42 241 175

O. Lyon'un göz kamaştıran mali performansı

Fransız 1. Ligi'nde son yedi yıldır şampiyonluğu kimseye kaptırmayan O. Lyon gerçekten mucize bir kulüp.

Birazdan kulübün kısa tarihsel gelişimini okuduğunuzda da bu sıradışı gelişim ve değişime tanık olacaksınız. Sadece sportif açıdan değil, aynı zamanda mali ve iktisadi açıdan da diğer Fransız kulüplerine O. Lyon çok ciddi farklar atmış durumda. O. Lyon aynı zamanda Deloitte'un her yıl geleneksel olarak düzenlediği en zengin yirmi kulüp sıralamasına da giren tek Fransız kulübü... 2006/07 mali verileri baz alınarak yapılan yeni sıralamada 141 milyon Euro yıllık geliriyle on üçüncü sırada yer alıyor. 2005-2006 para liginde de 127,7 milyon Euro yıllık geliriyle on birinci sırada yer almış olna bu Fransız kulübü her geçen gün iktisadi, mali ve sportif anlamda kendisini geliştiriyor, oynadığı futbol, hayranlık uyandırıyor.

O. Lyon'un son yedi yılda gösterdiği sportif performans adeta göz kamaştırıyor. Fransız 1.Ligi'nin bu en başarılı kulübü adeta tek başına ligi domine ediyor. O. Lyon sadece lokal başarılarla yetinmiyor. Onlar aynı zamanda son sekiz yılda 3 kez Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final oynama başarısı gösterdiler.

O. Lyon'un iktisadi ve mali durumuna baktığımızda ise gelirlerini 2002/07 yılları arasında yüzde 96 artırdığını görüyoruz.

O. Lyon'un grup olarak konsolide tabolarına bakıldığında ise toplam cironun bir önceki yıla göre yüzde 28 artarak, 166 milyon Euro'dan 214.1 milyon Euro'ya ulaştığını görüyoruz. Oyuncu transferlerinden elde olunan gelirler hariç olmak üzere cironun 140,5 milyon Euro'ya ulaşması kulübün sağlam ve sağlıklı bir gelir yapısının da olduğunu ortaya koyuyor. Net kârlılığı da bir önceki yıla göre yüzde 16 artarak, 18,5 milyon Euro'ya ulaşmış durumda.

O. Lyon Grubu'n konsolide gelirleri (Milyon Euro)

30.06.2007 30.06.2006

 Tutar Payı Tutar Payı

Bilet satışı 21,5 0,10 21 0,13

Sponsorluk ve reklam geliri 18,1 0,08 13,9 0,08

Yayın hakları 69,9 0,33 68,9 0,42

Merchandising gelirleri 31 0,14 23,8 0,14

Oyuncu transfer gelirleri 73,5 0,34 38,4 0,23

Toplam 214 1,00 166 1,00

Toplam ciro içinde ise en önemli gelir kalemini ise 73,5 milyon Euro ve yüzde 35'lik payla oyuncu transfer gelirleri oluşturuyor. İkinci büyük gelir kalemini ise yüzde 33 ile naklen yayın gelirleri oluşturuyor. (Bu gelirlere Şampiyonlar Ligi gelirleri de dahil edilmiştir.)

Giderek sağlam ve sağlıklı bir mali yapıya sahip olan O. Lyon rakipleriyle arasındaki farkı da her geçen gün açıyor. Şu anda bulundukları konum itibariyle sportif ve mali bakımından Fransa'nın en güçlü ekibi durumundalar. Aşağıdaki tablodan da görülebileceği üzere O. Lyon sahip olduğu bütçe ile en yakın rakibi O. Marsilya'ya yaklaşık 90 milyon Euro fark atmış durumda.

Fransız 1.Ligi'nde en yüksek bütçeye sahip beş kulüp

(Milyon Euro)

Olympique Lyonnais 172,6

Olympique de Marseille 87,8

Paris Saint Germain 83,9

AS Monaco 78,6

OSC Lille 78,5

Sadece bütçe olarak değil, aynı zamanda oyuncularının bonservis bedelleri üzerinden hesaplanan piyasa değeri bakımından da O. Lyon rakiplerine ciddi farklar atmış durumda. Aralık 2008 itibariyle O. Lyon'un piyasa değeri 212,6 milyon Euro'ya ulaşırken, en yakın rakibi O. Marsilya'nın piyasa değeri sadece 118,8 milyon Euro… Arada 100 milyon Euro'nun üzerinde bir fark bulunuyor. Bu fark Başkan Aulas'ın bundan sonra izleyeceği transfer politikasıyla daha da açılacağa benziyor…

Fransız 1. Ligi'nde piyasa değeri en yüksek beş takım (Aralık-2008)

Kulüpler Toplam oyuncu sayısı Piyasa değeri (Euro) Oyuncu başına piyasa değeri (Euro)

Olympique Lyon 34 212.600.000 6.252.941 

Olympique Marseille 31 118.850.000 3.833.871 

Girondins Bordeaux 25 107.000.000 4.280.000 

AS Saint-Etienne 28 85.100.000 3.039.286 

FC Paris St. Germain 24 76.700.000 3.195.833 

Sportif başarısını mali başarıya, mali başarısını da sportif başarıya dönüştürme becerisini gösterebilen nadir kulüplerden birisi olan O. Lyon 2005-06 sezonunda, Canal Plus'ın 600 milyon Euro ödeyerek satın aldığı Fransız ligi naklen yayın haklarından ve Şampiyon Kulüpler havuzundan gelen yayın gelirleriyle, bir önceki yıla göre gelirlerinde önemli artışlar sağladı. Sadece naklen yayın gelirlerini bir önceki yıla göre yüzde 50 artırarak, 69,5 milyon Euro'ya yükselttiler. Kısacası O. Lyon başarı döngüsü olarak nitelendiğimiz (Sportif başarıàmali başarıàsportif başarı) süreci çok iyi yöneten ve bundan maksimum verimliliği sağlayan bir kulüp olarak karşımıza çıkıyor. Nitekim bu başarılarını bir de sermaye piyasasına taşıma performansı sergilediler. 1999 yılında çıkan, futbol kulüplerinin halka arzlarını yasaklayan yasanın 2006 sonunda değiştirilmesi ve Fransız Futbol Federasyonu'nun verdiği izinle 2007 yılında borsaya açılan ilk Fransız kulüplerinden birisi olan O. Lyon bu halka arzdan da önemli gelirler elde etti. Başkan Jean Michel AULAS, borsadan gelen parayla stat kapasitesinin artırılacağını ifade etti.

26 Ocak 2007 tarihinde 24,20 Euro birim hisse fiyatı ve 314.6 milyon Euro piyasa fiyatından, sermayesinin yüzde 28,93'lük kısmını halka arz eden Olympique Lyonnais S.A. Paris Borsası'nda işlem görmeye başladı. Küresel kriz nedeniyle Olympique Lyonnais S.A.'nın piyasa değeri de bugünlerde 104.1 milyon Euro civarında bulunurken, hisseleri de Paris Borsası'nda 7,94 Euro'dan işlem görüyor.

26 Aralık 2008 itibariyle Olympique Lyonnais S.A.'nın hisse senedi fiyat gelişimi

41.000 kişi kapasiteli "Stade Gerland's"ta ortalama 38.500 seyirciye oynayan kulüp, 2006-07 sezonunda 26.000 kombine kart satma başarısı gösterdi. Kulübün ortalama seyirci sayısındaki gelişimi aşağıdaki grafik bize gösteriyor. 1998-99 sezonuna kadar ortalama 20.000 civarında bir seyirciye oynayan O. Lyon Fransız liginde şampiyonlukları yakalamasıyla, tribündeki seyirci sayısının hızla yükseldiğini; ilk etapta ortalama seyirci sayısında yüzde 75'lik bir artışın tribüne gelen seyirci sayısını 35.000'ler üzerine yükselttiğini; son iki yılda da bu rakamın 38.500 ve 37.500 ortalamasına ulaştığını aşağıdaki tablodan görüyoruz.

Fransız 1.Lig'inde en yüksek seyirci ortalamasına sahip beş kulüp ev O. Lyon (2003-2008)

 Sezonlar itibariyle ortalama seyirci sayıları

Kulüp 2003/04  2004/05 2005/06 2006/07 2007/08

Olympique Marseille 51650 52995 49165 51600 52600

Olympique Lyonnais 36000 37510 38300 38545 37295

Paris Saint Germain 38810 37170 40485 36360 36945

RC Lens 34725 34965 34185 34360 34655

AS Saint-Etienne 22000 29890 29625 29390 29235

O. Lyon'un mucizeyi getiren kısa tarihi öyküsü

O.Lyon Olia Ailesi tarafından kurulmuş bir kulüp…1899'dan beri birçok alanda faaliyet gösteren Lyon, Olympique Universitaire'in rugby ile futbol bölümleri arasındaki bir tartışma sonucu futbol kısmının kulüpten ayrılmasıyla yeni adı Olympique Lyonnais olur ve 3 Ağustos 1950'de yeni bir sayfa açılır O.Lyon için. Her ne kadar kulübün resmi kuruluşu 1950 olmasına karşın, Olympique Lyon taraftarları kulüplerinin kuruluş tarihlerini 1899 olarak kabul ederler.

İlk kurulduğu yıllarda parasızlık ve tesis kıtlığı yakalarını bir türlü bırakmaz… Çok sıkıntılı günler yaşarlar. Ancak tüm olumsuzluklara karşın 1910'da ilk şampiyonluklarına Fransa Kupasını kazanarak ulaşırlar. 1920'de Tony Garnier tarafından dizayn edilen yeni statlarına yani Stade de Gerland'a geçerler. II. Dünya Savaşı esnasında boş durmazlar ve savaş sürerken profesyonelleşme kararı alırlar

1945/46 sezonunda gösterdikleri başarılı performansla birinci lige çıkarlar, fakat 1946'da ikinci lig yolu tekrar görünür. OL daha sonra 1951'de tekrar 2. ligde şampiyon olmayı başarırsa da, bir türlü istikrarı sağlayamaz ve tekrar 1. lig ile 2. lig arasında gel gitler yaşarlar. 1960'a kadar önemli bir başarı olarak sadece 1910'da kazanılmış bir şampiyonluğu bulunan OL için 1960 ve 70'li yıllar başarıdan başarıya koşulan yıllar olur. 1970'ler de gelen başarıya 5 farklı teknik adamla ulaşırlar. Bu dönemde 3 Fransa Kupası (1964-67-73), bir Spor Yazarları Derneği Şampiyonluğu elde ederek Fransa'da dikkatleri üzerine çekerler. Avrupa'daki ilk ciddi başarısını 1965'te o zamanki adıyla Kupa Galipleri Kupası'nda yarı finale yükselerek elde ederler ancak, yarı finalde çok dişli bir rakip vardır. O da Sporting Lizbon'dur. Sporting Lizbon'a yenilerek finale çıkamayan OL 80'lerin başında yeniden hüsran günlerine geri döner. Arkasından finansal problemler başlar. Problemler bir ara giderek derinleşince, ellerindeki en önemli yıldızlarını Bernard LACOMBE ve Raymond DOMENECH'i satmak zorunda kalırlar. 1982'de tekrar 2. lige düşülmesinin ardından Jean TIGANA gibi bir yıldızı kadro dışında bırakmak zorunda kalan OL, 1983'e kadar geçen üç yıllık süre içinde 3 başkan değiştirir. Ciddi bir istikrarsızlık ve kaynak eksikliği söz konusudur. İkinci ligde geçen birkaç yılın ardından, 1987'de "büyük başkan" Jean-Michel Aulas, kulübü devir alır ve Aulas seçim bildirgesinde sunduğu planla; 4 sene içinde Avrupa Kupaları'na katılmanın, 15 sene içinde de 1. ligin köklü bir ekibi haline gelmenin ve Avrupa'da adından söz ettiren bir kulüp olmanın sözünü verir.

Jean-Michel Aulas, 1987'de kulübün kontrolünü devraldığında, 15 yıl içinde Avrupa Kupaları'na katılma hayalleri ile büyük yatırımlara girişilir. Teknik direktörleri Robert Nouzaret

 ile Raymond Domenech'in yardımlarıyla da 1989'da çıkışa geçerler.

1995'te kulüp Fransız 1. liginde üst sıralarda yer alır. Dokunulmaz FC Nantes'in ardından 2. olurlar o yıl. Bu başarıda altyapıdan yetişen yetenekli oyuncuların, özellikle Florian Maurice'in katkıları büyüktür. Ertesi yıl, Avrupa Kupaları'na İtalyan takımı Lazio'yu eleyerek katılırlar.

1997'de Intertoto Kupası sayesinde Avrupa'ya tekrar açılırlar. Birinci ligde 1997/98 sezonunu 6., 1998/99 ve 1999/00 sezonunu 3. ve 2000/01 sezonunu 2. bitirirler bu arada. Kulüpte artık sportif başarılar peşi sıra Aulas'ın hamleleriyle gelmeye başlar ve 2001/02 sezonundan itibaren Fransız 1. Ligi'ne ambargo koyarlar ve tam yedi kez şampiyon olurlar. Bu süreçte Avrupa'da adı geçen ve rakiplerin karşılaşmaktan çekindiği bir takım olup çıkarlar. Avrupa'nın tüm büyüklerini kendi sahalarında dize getirirler. Hele Şampiyonlar Ligi'nde Real Madrid gibi dünya devi takımlara karşı kazanılan zaferler, takıma ve camiaya gelecek açısından daha büyük ümit ve güven verir.

Buradan itibaren okunacak

Kim bu büyük başkan Aulas?

Fransa liginin en popüler iki takımı Marsilya ve PSG'yi, son yıllardaki çıkışıyla O. Lyon, devre dışı bırakmış durumda. Üst üste 7 kez adını Fransa lig şampiyonluğuna yazdırarak, Marsilya ve S.Etienne'e ait çok önemli bir rekoru kıran Lyonlular, sadece Fransa'nın değil Avrupa'nın da en iyileri arasında yer almayı hedefliyor ve bu yolda yürümeye devam ediyorlar. O. Lyon'un bu göz kamaştıran sportif ve mali başarısının mimarı olarak karşımıza çıkan Jean Michel Aulas, henüz 38 yaşındayken, 1987 yılında O. Lyon'a başkan oldu. Eski bir üst düzey hentbol oyuncusu olan Aulas, bir dönem Carl Lewis ve Alain Prost gibi spor dünyasının önde gelen isimlerinin sponsoru olmuştu ama futbolla uzaktan yakından bir alakası yoktu. Böyle bir sorumluluğu Aulas, "hizmet vermek" amacıyla kabulleniyordu. Yolun başında futbolu bilmeyen bir başkanın, bugün geldiği nokta, hiç kuşku yok ki, daha büyük bir merak uyandırıyor.

Başarılı işadamı olan Aulas aynı zamanda bugün yaklaşık 1.500 çalışanı ve 150 milyon Euro cirosuyla Fransa'da bir bilgisayar firmasının da sahibi. Bir yandan özel iş yaşamındaki performansı, diğer yandan O. Lyon'un başarısı gerçekten Aulas'a hayranlık uyandırıyor. Aulas, özel iş yaşmındaki başarılı çalışma ilkelerini O. Lyon'a taşıyarak, aslında sadece bir futbol kulübünü değil, aynı zamanda bir şirketi yönetme konusunda bize farklı bir düşünce veriyor. Aulas'a göre futbol kulübü yönetmek, daha baştan belirlenmiş stratejiler doğrultusunda kurumsal yönetişimin de hayata geçirilmesi anlamına geliyor. Aulas iş yaşamındaki performansını 3 önemli ögeye bağlıyor ve bunu da futbol kulübünde uygulayabildiği ölçüde başarılı olabileceğini dile getiriyor.

O, başkanlığı kulübe sportif başarı kazandırmaktan daha çok, kulübe para kazandırmak için seçmişti. Aulas'a göre maddi yönden güçlü olunursa, sportif başarı da kendiliğinden gelecekti.

Aulas, O. Lyon Başkanı olduğunda mavi-kırmızılılar bir ikinci lig takımıydı. 1989 yılında O. Lyon, adını birinci lige yazdırmayı başardı. O günleri Aulas, "Belediye, bankacılar, futbolcular, kulüp çalışanları dahil etrafımdaki herkesi, futbolun yeşil çim üzerinde 90 dakikalık bir oyun anlayışıyla sınırlanmayacağını, bu spor dalını projelendirilmiş bir işletmenin etkinliği olarak görmek gerektiğine inandırdım" şeklinde özetliyor. Bu teorik yaklaşımı Aulas şu söylem şekliyle somutlaştırıyor: "Biz hiçbir zaman, -birinci lige çıkacağız, Fransa şampiyonu olacağız daha sonra Avrupa şampiyonu olacağız ve sonra da ekonomik bir model geliştireceğiz- şeklinde bir iddiada bulunmadık. Tam tersine, ilk önce ekonomik bir model üzerinde çalıştık. Profesyonel spor dünyasının içinde olduğumuza göre, eğer ekonomik yapımız yeterince güçlü ve verimliyse, o zaman sportif bir model ortaya çıkartıp, rakiplerimizden daha güçlü olabiliriz, bu da zaten beraberinde başarıları getirecektir".

"Böyle bir değer yaratmak için çok özel şeyler yapmadım" diyen O. Lyon Başkanı, "O. Lyon'u bir ticari şirket olarak görüp, belli kurallar ve uygulamalar getirdim. Değişimle ilgili bir örnek vermem gerekirse; kulüp başkanlığındaki ilk günlerimde, Lyon'un kazandığı maçlardan sonraki gün herkes işe 11'de geliyordu. Bu saatten önce kulüp içinde insan bulmak mümkün değildi. Tabii o zaman hedef maç kazanmaktı, maç kazanılınca da herkes kulübe geç gidebilirim düşüncesindeydi. İşin başına geçince, bu anlayışı değiştirdim, profesyonel bir çalışma ortamı yarattım" açıklamasında bulunuyor. Yeri gelmişken, dernek statüsünde olup yerel yönetimin verdiği destekle ayakta kalmaya çalışan O. Lyon'u Aulas'ın, sportif amaçlı anonim şirkete (SAOS/Societe Anonyme a objet sportif) çevirdiğinin de altını çizelim.

Jean- Michel Aulas futbolda devrim yaratacak bir adım attı. Aulas, bir futbol kulübünün de şirketler gibi bir işletme olduğu fikrini ortaya attı. Buna bağlı olarak ta yönetim kurulu işadamları tarafından oluşturulacaktı. Günümüzde bu fikir çok yeni bir şey olmasa da, o dönemde kulüpler yerel grupların sübvansiyonuyla ayakta durduğu için bu fikir aslında çok ses getiren cinstendi. Futbol dünyası bu iddianın ardından "business plan" (iş planlaması), "merchandising" (Logolu ürün alım satım planlaması) gibi ticari terimlerle karşılaştı. Lyon kulübü artık kurumsallaşmaya (ve ticarileşmeye) doğru yola çıkacaktı. Önceleri dernek statüsünde olup yerel yönetimin verdiği destekle ayakta kalmaya çalışan O. Lyon'u Aulas, "sportif amaçlı anonim şirkete" çevirdi. Aulas ayrıca O. Lyon Grubu adı altında bir holding kurarak, finansal ihtiyaçları da buradan sağlamayı düşünüyordu.

Aulas iş yaşamında vazgeçemediği üç temel ilkeyi O. Lyon'da da hayata geçirmek istiyordu.

Bunlar:

1)Strateji belirleme,

2) Bu stratejiyi şirket içi ve dışı kişilere açıklama (benimsetme),

3) Bu strateji hayata geçirmede ilk adımı atan kişi olmak.

Her yeni projede, kurulacak ilk temasın çok önemli olduğunu vurgulayan Aulas, "CEGID'in başında her yıl yüzlerce ticari anlaşmanın altına imza atıyorum. O. L için de düzenli olarak sponsorlarla bir araya gelip, çeşitli konferanslar düzenliyorum. Ayrıca ortaklarımızla bir araya gelip, gelecek için 'neler yapabilirizi' konuşuyoruz" diyor.

İdari boyuttaki planlar böyleyken, sportif arenada işler pek de iyi başlamadı. Aulas ve ekibinin, kadro yapısında bugün dahi, uyguladıkları genel strateji; futbolculara çok para vermek yerine, tecrübeli oyuncuların yanına genç takımdan takviyeler yaparak finansal açıdan kulübü zorlamamaktı. İlk sene Lyon'da işler hiç de iyi gitmedi. Sene içinde 3 kez teknik direktör değiştiren O. Lyon, bir üst lige çıkamamıştı. Fakat bir sonraki sene Aulas, sportif direktörlüğe Bernard Lacombe ve teknik direktörlüğe de eski oyuncuları Raymond Domenech'i getirerek gelecek için en olumlu ve önemli adımını attı. Domenech'in takıma istikrar sağlayacağından emindi. (Daha doğrusu bu şekilde takımı da emin ellere emanet etmiş olacaktı. Nitekim atılan bu adımlar ilk meyvesini vermeye başladı. Hücum futbolu oynayan O. Lyon, bir sene sonra 1.Lig'e çıktı. 1989'da 1.Lig'deki ilk sezonunda 8., 1990'da ise 5. olmayı başaran O. Lyon, o sezon sonu UEFA Kupası'na katılmaya hak kazanmıştı. Böylece Aulas sözünü tutmuş oluyordu. Şehirde futbola olan sevgi ve ilgi de yavaş yavaş kendini gösteriyordu. Bundan sonraki yıllar artık O. Lyon'un vites yükseltmeye başladığı yıllardı. 2000'li yıllara kadar hep ilk sekizde yer alan O. Lyon, daha büyük hedeflere ulaşmak için daha fazla finansal desteğe ihtiyacı olduğunu görüyordu. Aulas da buna çözüm bulacaktı.

Büyük başkan 1999'da içinde bir sır gibi sakladığı "Şampiyonlar Ligi Şampiyonu olma" hedefini tüm dünyaya duyurma cesaretini sergiledi. Bu amacı gerçekleştirmek için Aulas, ilk iş olarak kulübün yüzde 33,84 hissesini bir film yapım şirketine 16 milyon Euro'ya sattı. Buradan gelen paranın üzerine 4 milyon daha koyarak, tam 20 milyon Euro'luk rekor transferle 2000 yılında Brezilyalı golcü Sonny Anderson'u kulübe kazandırdı. "Avrupalı devlerle baş etmenin" yolu olarak gördüğü bu transfer tek başına yetmezdi ve daha fazla finansal kaynağa ihtiyaç vardı ve bunun için O. Lyon'un borsaya açılması gerekirdi. Ayrıca televizyon yayın gelirlerinden daha fazla pay istiyor ve kulüplerin vergilendirilmesinde yeni düzenlemelere gidilmesini talep ediyordu. Fakat onun bu hedefini Fransa kanunları engelleyecekti. Ancak 2007 yılının Şubat'ında O. Lyon borsaya açılabildi.

Fransa'da üst üste 7 defa mutlu sonu yakalayan O. Lyon'da hedef bundan sonra Şampiyonlar Ligi'nde önce yarı final, sonra final ve şampiyonluk. Son iki sezondur çeyrek finalde elenen O. Lyon'un, Avrupalı rakiplerine göre en büyük dezavantajı, Fransa'daki bütçe kontrol sisteminin takımların borçlanmasına izin vermemesi. Şampiyonlar Ligi'nde zirveye oynayan Milan, Barcelona, Real Madrid, Chelsea gibi takımlar kazançlarının çok üzerinde, yüksek bedeller ödeyip, futbol dünyasının yıldızlarını transfer ederken, Fransa'daki kontrol mekanizması futbol kulüplerinin böyle bir yöntem izlemesine kesinlikle izin vermiyor. Bunun farkında olan Aulas zaman zaman sistemi eleştirip, Fransız bakanlarla polemiğe girse de, Lyon'un bütçesini artıracak kaynak arayışında son derece olumlu adımlar atıyor. 2000 yılında Aulas, 15 milyon Euro karşılığında, kulübün 33,83'lük bölümünü Pathe Film'in sahibi Jerome Seydoux'ya sattı. Bu parayla Aulas, Fransa liginin en pahalı transferini gerçekleştirip Brezilyalı Sonny Anderson'u aldı ve O. Lyon'un sınıf atlamasını sağladı.

Aulas son günlerde basında çıkan haberlere göre de ciddi ölçüde haksız rekabetin kendilerini olumsuz etkilediğini dile getiriyor. Fransa'da kulüplerin borçlanma ve borsaya açılma kurallarının çok sıkı bir şekilde federasyon tarafından denetleniyor olması; istedikleri kadar harcama bütçesi yapamadıklarından hareketle istedikleri transferleri yapamadıklarını belirten Aulas, bu kuralın gevşetilmesini istiyor. Burada transfer yapan kulüplerin borçlarının toplam cirolarını da kıyaslayan Aulas, Lyon'un bu konuda çok iyi olduğunu ifade ediyor.

Aulas'ın hayali yeni bir stat

Yirmi yıla yakın bir süredir O. Lyon'un başkanlığını yürüten ve futbol danışmanlığını eski ünlü futbolculardan Bernard Lacombe'un yaptığı J. M. Aulas'ın son projesi, yeni bir futbol stadı. Bunun için yaklaşık 1 yıldır çeşitli araştırmalarda bulunan Aulas, 250-300 milyon Euro'ya mal olacak bu en büyük rüyasını gerçekleştirmek için yerel yönetiminden gelecek cevabı bekliyor. Bu konuda Arsenal'ın yeni stadını örnek alan Aulas, "Mutlaka her kulübün kendi stadı olmalı. Ancak bu statlar sadece futbol maçlarına ev sahipliği yapmamalı. Bu statların yıl boyunca işletilmesi lazım, tıpkı gösteri merkezileri gibi. Böyle bir proje üzerinde çalışıyoruz. Hedefimiz statta konser ve benzeri etkinliklerin düzenlemesi yönünde. Ayrıca stat içinde bir müze, bir fitnes salonu ve şirket toplantıları için konferans salonları açmayı planlıyoruz" şeklinde konuşuyor. Yeni stadın seyirci kapasitesi 55 bin kişi olarak belirlendi. Stat bünyesinde 40 bin metrekarelik bir alışveriş merkezi de düşünülüyor. Ayrıca Lyonlular Fransa'da bir ilke imza atıp, stat ismini de "naming" usulü pazarlamanın bir örneği olarak on yıllığına Avrupa'nın en önemli spor medya haklarını elinde bulunduran Sportfive ile yaklaşık 28 milyon Euro'ya satmak üzereler.

Görüldüğü üzere Aulas, 1987 yılında ikinci ligdeyken devraldığı O. Lyon'u bir Avrupa devi yapmak için, son derece akıllı stratejiler geliştirip, her birini başarıyla uyguluyor. Bunu yaparken de Aulas çok önemli bir mesajı vurgulamadan edemiyor: "Şirketinizde mutlaka sorumluluğu paylaştırmanız gerekiyor. Her yükün altından bir kişinin kalkması mümkün değil. Evet bir başkan için kolay bir süreç değil, ama büyümek ve ilerlemek istiyorsanız başka çareniz bulunmuyor…"

Kulüp bazında yönetişimsel değişikliklerin hayata geçirilebilmesi için öncelikle federasyonların kendi yapılanmalarını gözden geçirmeleri gerekiyor. Fransız Federasyonu bunu titizlikle yapan bir otorite. Doğal olarak kulüpler de buna göre kendilerini yapılandırıyorlar. "Yönetişim konuları kulüpler için önemli olduğu kadar, spor otoritelerinin kendileri için de önemlidir. Ulusal ve uluslararası kurumlar örnek olup, aynı konuları 'kendi kurumları içinde' çözmemişlerse, kulüpleri başarısızlıktan dolayı eleştirecek durumda olmazlar. Mesaj gayet basittir: Her bakımdan demokrasi, saydamlık ve profesyonelliği koruyup artırmak ihtiyacı süregelmektedir. Başka bir deyişle örnek olunmalıdır."

Yararlanılan kaynaklar:

Futbol Yönetimi, Tuğrul AKŞAR- Kutlu MERİH, Literatür yay., İstanbul, Ocak 2008.

Cem Çetin, Tam Saha Dergisi, Eylül 2006.

Dorukan TARMAN, Euroasia Sport News, Nisan 15- Haziran 15 ve 2007/2.

José Luis ARNAUT, Independent Sport Review, 2006 Report,

< http://lyon.theoffside.com/people/jean-michel-aulas/20062007-financial-results.html - http://lyon.theoffside.com/people/jean-michel-aulas/20062007-financial-results.html >

http://www.olweb.fr/index.php?lng=en&pid=0 - http://www.olweb.fr/index.php?lng=en&pid=0

< http://www.sportfive.com/ - http://www.sportfive.com >

< http://investing.businessweek.com/research/stocks/snapshot/snapshot.asp?symbol=OLG.F - http://investing.businessweek.com/research/stocks/snapshot/snapshot.asp?symbol=OLG.F >

< http://uk.reuters.com/article/UK_SOCCER/idUKL1037213520070110 - http://uk.reuters.com/article/UK_SOCCER/idUKL1037213520070110 >

< http://www.eufootball.biz/finance/5288-1703086-FIFA-financial-results-2007-.html - http://www.eufootball.biz/finance/5288-1703086-FIFA-financial-results-2007-.html >

< http://www.boursica.com/?/depeches/lire1.php1/news/72363 - http://www.boursica.com/?/depeches/lire1.php1/news/72363 >

< http://www.transfermarkt.de/de/pokalwettbewerb/em08/2008/uebersicht/menue_turniere/startseite.html - http://www.transfermarkt.de/de/pokalwettbewerb/em08/2008/uebersicht/menue_turniere/startseite.html >

< http://www.footballeconomy.com/ - http://www.footballeconomy.com/ >

< http://www.rba.co.uk/sources/stocks.htm - http://www.rba.co.uk/sources/stocks.htm >

< http://www.deloitte.com/dtt/press_release/0,1014,sid%253D2834%2526cid%253D145152,00.html - http://www.deloitte.com/dtt/press_release/0,1014,sid%253D2834

< http://www.rba.co.uk/sources/stocks.htm - http://www.rba.co.uk/sources/stocks.htm >

< http://www.deloitte.com/dtt/press_release/0,1014,sid%253D2834%2526cid%253D145152,00.html - http://www.deloitte.com/dtt/press_release/0,1014,sid%253D2834%2526cid%253D145152,00.html >

< http://www.olweb.fr/index.php?lng=en&pid=0 - http://www.olweb.fr/index.php?lng=en&pid=0 >

http://www.uefa.com/ - http://www.uefa.com/

Kaynak: http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109 - http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 06/Oca/2009 saat 11:45
Türk futbol kulüplerine alternatif yapılanma modeli
Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

05.01.2009 - 09:15

Süper Lig’e verilen aradan yararlanarak, bu hafta futbolumuzun  vazgeçilmez ana öğesi olan futbol kulüplerimizin yapısal bir genel değerlendirmesini yapmaya çalışacağız. Çünkü futbolu üreten ve devamını sağlayan bu yapı çok önemli iktisadi, mali, yönetsel sorunlarla boğuşuyor. Gün geçmiyor ki, bir futbol kulübümüzün mali, iktisadi ve yönetsel problemi bu sütunlara taşınmasın; televizyonlardan bizlere ulaşmasın…Bu sorunlar gün be gün artarak devam ediyor. Bu hastalıklı ve kriz üreten yapının ana dinamosunu genel yönetsel yapılanma oluşturduğu için biz bu yazımızda Futbol kulüplerimizin genel yönetsel yapılanmalarındaki temel ve genel zaaflar üzerinde durmaya çalışıp buna ilişkin  alternatif öneriler sunmaya çalışacağız. Alternatif model önerisinde bulunurken, bugün Dünyanın en zengin ve en iyi yönetilen kulübü Manchester United’ın kulüp örgütlenmesini de sizlerle paylaşıyor olacağız.

Yazımız iki bölümden oluşuyor. Bu haftaki yazımızda genel olarak futbol kulüplerimizin genel yönetsel sorunlarını saptamaya çalışacağız. Mevcut örgütlenme yapılarını belirleyip, Avrupa’daki üst düzey kulüp yapılarıyla mukayese edeceğiz. Gelecek haftaki yazımızda ise kulüplerimize önereceğimiz “Kurumsal Yönetişim” tabanlı alternatif yapılanma modelini açıklayacağız.

Geçmiş haftalardaki bu sütunlarda yayınlanan yazılarımızda genel olarak Türk Futbolunun temel sorun ve sıkıntıları üzerinde durmuş, Türk Futbol otoritesinin(Türkiye Futbol Federasyonu’nun) yapılanmasını irdelemiş ve incelemiştik. Bu yapıya ilişkin genel tespitimiz: Mevcut futbol otoritesi yapılanmamızın (Türkiye Futbol Federasyonu yapılanması), bugünkü haliyle var olan statüyü koruma ve kollamaya yönelik bir çalışma tarzı, örgütlenme anlayışı ve buna ilişkin bir felsefi yapılanma içinde olduğu yönündeydi. Bu haliyle mevcut yapının Türk futbolunun, rekabetçi yapısını yükseltecek ve buna bağlı olarak Türk futbol pastasını daha da büyütebilecek bir yapıya ve dinamiklere sahip olmadığını/olamayacağını nedenleriyle ifade etmiş ve bu yapının radikal bir şekilde değiştirilmesi için alternatif yapılanma önerilerimizi bu sütunlarda dile getirmiştik. Yani; Türk futbolunun sportif ve mali anlamda daha ilerilere götürülebilmesi için iktisadi, mali, ve yönetsel yönden gelişebilmesi ve mesafe kat edebilmesi öncelikle merkezi futbol idaresinin yeniden yapılanmasını gerektiriyor.

Geldiğimiz noktada anlaşılıyor ki; iş sadece merkezi futbol otoritesinin yapılanmasıyla bitmiyor…Aynı zamanda mevcut futbol kulüplerimizin yönetsel, iktisadi ve mali örgütsel yapılanmalarının da Türk futbolunu kalitatif ve kantitatif anlamda ileriye taşıyacak yapıda olmadığını gözlemliyoruz. Gördüğümüz ve incelemelerimizden ortaya çıkan sonuç şuydu: Bu yapı, sportif ve mali başarıyı getirecek bir yapıdan daha çok, son derece verimsiz ve kaos üreten bir yapı olduğuydu.

Öncelikle genel problem ve sıkıntıları üreten mevcut yapılanma şemasını aşağıya alarak analizimize geçelim.

Türk Futbol Kulüplerinin Genel Yönetsel Yapılanması

Aşağıdaki yapıdan da görülebileceği üzere, Türk futbol kulüpleri genel kurulca seçilen başkan ve yönetim kurullarıyla idare olunuyor. Başkanın güçlü bir statüsü ve etkinliği bulunuyor.  Yine bu yapı içerisinde futbolumuzu domine eden Üç Büyük kulübün genel yapılanmasını baz almaya çalışacağız.

Bugün Üç Büyüklerde yönetim kurulunun kararlarını inceleyecek, görüş, öneri ve eleştirilerini sunacak, adeta bir çeşit senato gibi çalışan,  Divan Kurulları bulunuyor.  (Divan Kurulunun işlevi, çalışma tarzı ve örgütlenme yapısı üzerinde ayrıca detaylı olarak durulacaktır.)

Üç Büyükler İn Genelleştirilmiş Organizasyonel Yapısı

Yukarıdaki yapı başkanın hem idari ve mali hem de ticari ve sportif etkinlikleri yönettiğini ortaya koymaktadır. Bu nedenle başkanın kulüp içinde mutlak bir otoritesi ve egemenliği bulunmaktadır. İki yıllık sürelerle genel kurullarca seçilen başkan ve yönetim kurulu, kulübü kendi strateji, misyon ve vizyonlarına göre yönetmektedirler. 

Bu yapılanma bugüne kadar Türk futbol kulüplerinin iktisadi, idari ve sportif alanlarda başarılı olmalarına olanak sağlayan bir yapı olma görevini tam olarak sağlayamamıştır.  Ve bugünün endüstriyel dönüşüm dinamiklerine uygun bir yapı konumundan da uzaktır.

Üç büyüklerin bugünkü geleneksel ve kurumsal yapıları Türk futbolunu daha ileri noktalara taşıyabilecek yetenek ve nitelikten uzak kalmıştır. Endüstriyel dönüşüm dinamiklerini yakalayamayan ve gelişmelerin gerisinde kalan bu yönetsel yapı sportif başarıyı da yakalayamamıştır. Avrupalı kulüplerle rekabet etmekten uzak bu organizasyonel yapı, mali yapının da bozulmasının temel nedeni olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle  kulüplerin ülkemiz özelinde dernek statüsünde örgütlenmiş olmalarına ilaveten, mevcut geleneksel yapının da sorunları, kulüpleri içinden çıkılması zor borç bataklarına sürüklemiştir. Kaynakları etkin kullanmayan bu verimsiz örgütsel yapı, Türk futbolunun da önünü kesmektedir.

Geleneksel yapı içerisinde yönetsel yetenek ve nitelikleri bakımından profesyonel kadroların yer almayışı; klasik yönetim anlayışının tüm ağırlığını genel kurul ve kulüp içinde  hissettirmesi; mevcut yapının kurumsallıktan ve şeffaflıktan uzak olması, yönetimlerin hesap vermekten kaçınması ve ilgili kurulların bu anlamda sağlıklı çalışamaması, futbolun giderek hastalanmasına ve bağışıklık sisteminin çökmesine neden olmuştur.

Yüz milyonluk bütçeleri hiçbir yönetsel özelliği ve niteliği olmayan, amatör zihniyetli yöneticilere emanet eden bu yapı, uzun vadeli ve kalıcı başarılar yerine, kısa süreli başarılı ve palyatif çözümlerle yoluna devam etmeyi önüne temel bir görev olarak koymuştur ve ne  yazık ki bu yapılanma Türk futbolunun önünü keser bir noktaya gelmiştir.

Yapılan tüm yönetsel hata ve yanlışların birikimli sonucu olarak,  kulüpleri finansal çıkmaz içine sokan bu yapı, diğer taraftan mali sıkıntı içinde olan kulüplere aktardığı bireysel fonlarla adeta kulüp üzerinde vesayet kurma hakkına sahip olmuştur. Kulüp üzerindeki vesayeti nedeniyle kendisine hesap sorulamayan ve hesap vermeyen bu yapı hiçbir yönetişim tekniğini uygulamadığı gibi, konvansiyonel düşüncenin girdabında kulüp yönetimindeki etkinliğini sürdürmektedir.

Mevcut örgütsel kulüp yapılanması patolojik bir yapıya işaret ediyor ve bunun semptomları da belli aslında. Sürekli krize sebep olan ve futbolun bağışıklık sisteminin orta ve uzun vadede çökmesine neden olabilecek bir yapılanış bu. Bu nedenle futbol kulüplerimizin ciddi yönetişim zaafları taşıdığını gözlemliyoruz. “... futbol kulüplerinin  kurumsal yönetim standartları  sürdürebilirlik,  hesap verebilirlik  ve şeffaflık açısından birçok zaafı içeriyor.

Bugün mevcut statükocu ve konvansiyonel yapının kurumsal yönetim ve yönetişim için  gerekli olan adillik, sorumluluk, şeffaflık ve hesap verilebilirlik konularında önemli sıkıntı ve sorunları bulunuyor. Bu nedenle güncel yapılanma sürekli hastalık üretiyor. Bu ise Türk futbolunun iktisadi, mali ve sportif anlamda rekabetçi yapısını olumsuz etkiliyor.

Bu bağlamda konuya yaklaştığımızda, futbolumuzun önümüzde duran en önemli sorun: Yönetsel yapılanma sorunu olarak karşımıza çıkıyor.

Futbol kulüplerimizin mevcut örgütsel yapılarının genel analizini yaptığımızda;

Uzun vadeli kalıcı plan ve stratejilerden yoksun, kısa vadeli günü kurtarmaya yönelik bir yapı içinde hareket ettiğini,

Denetimden uzak bir yönetim ve başkanlık sisteminin bulunduğunu,

Kulüplerin denetimlerinin yerli yerinde yapılmadığını; ibra müessesesinin gereği gibi çalıştırılmadığını,

Ben merkezci, yüksek egolu yöneticilerin, sorumluluk duygusundan uzak kararlar aldığını,

Bu anlayıştaki yöneticilerin makro bakış açısına sahip olmamaları nedeniyle, futbolun endüstriyel dönüşüm dinamiklerini yakalayabilecek yetenek ve kapasiteden yoksun olduklarını,

Sorumluluk duygusu az gelişmiş yöneticilerin olası başarısızlık durumunda, hata ve zaaflarını rakip takımlara ihale etmeye ve buna bağlı olarak bilinçli düşmanlıklar yaratan bir davranış biçimi sergilediklerini,

Yetki devir etmediklerini ve başkanların adeta “tek adam” konumunda kulüpleri yönettiklerini,

Demokratik katılımcı yapıların yaşamasına izin vermedikleri için, bireysel kararlarında sık sık yanılgıya düşmelerine karşın, stratejik danışmanlık hizmetleri almadıklarını, Bu anlayışa bağlı olarak çok sık teknik adam ve oyuncu değişikliklerine gittiklerini, Ekonomik ve ticari rasyonalitenin gereklerinden daha çok, bireysel rant maksimizasyonu peşinden koşan bir yönetici sınıfının kulüpleri sevk ve idare ettiklerini, gözlemliyoruz.

Türk futbolunun genel sorunlarının temelinde, kurumsallaşma eksikliğinden kaynaklanan yönetim problemi yatıyor.

Özellikle futbol kulüplerinin basiretsiz yönetimlerinin kaynakları etkin ve verimli kullanamaması, zaten kıt olan kaynakların israfına yol açıyor. Üstelik bir de futbolcu ücret ve maaşlarındaki astronomik artış, kulüplerin belini büker hale gelmiştir.

Son zamanlarda özellikle UEFA kriterlerinin sporda AB kriterlerine dönüşmesi sonucunda,  kulüpler düzeyinde arzulanan sportif ve mali başarının elde edilebilmesinin en önemli şartı, futbol kulüplerinin  profesyonel yöneticiler tarafından yönetilmesi ve kurumsallaşmasından geçiyor.

GENEL OLARAK AVRUPA’DA FUTBOL KULÜPLERİNDE KURUMSAL YAPILANIŞ VE MANCHESTER UNİTED ÖRNEĞİ

Avrupa’da yıllık yaklaşık 17,5 milyar dolarlık bir gelir yaratan futbolun kurumsal yapılanmasına bakıldığında özellikle İngiliz, Alman, Fransız kulüplerinde çok genel olarak aşağıdaki şekilde konumlanmış bir örgüt yapısı ile karşılaşmaktayız.

Aşağıdaki kurumsal yapılanışa bakıldığında üst düzey futbol kulüplerinde temelde idari faaliyetler ile sportif faaliyetlerin yönetiminin kesinlikle birbirinden ayrıldığını görüyoruz. Özellikle İngiliz futbolunda var olan menejerlik sistemi, sportif yönetimi tamamen teknik direktöre bırakıyor. Yani, Manchester United’da 20 yılını dolduran Sir Alex FERGUSON, kulübün sportif anlamda tek yetkili ve etkili ismi olarak karşımıza çıkıyor.

Genel Olarak Avrupa’da Şirket Şeklinde Örgütlenmiş Futbol Kulüplerinde Kurumsal Yapılanış Şeması

Yukarıda yer alan şemadan da görülebileceği üzere, futbol kulübünün mülkiyet yapısından kaynaklanan özellikler nedeniyle  iktisadi ve idari faaliyetler ile sportif faaliyetler arasında ikili bir yapı ve bu yapının başında CEO ve teknik direktör bulunuyor. Yani temelde Avrupa futbol kulüpleri iki temel fonksiyona göre yapılanmaktalar. İdari faaliyetler ve futbol faaliyetleri. İdari faaliyetler, kulübün iktisadi, idari ve mali açıdan yönetimini gerçekleştirirken; Futbol faaliyetleri bölümünün başında ise genelde Menejer olarak nitelendirilen teknik direktör bulunuyor. Bu modeli pür olarak İngiliz Premiership yapısında görebiliyoruz. İngiliz modelinde bu yapı genel geçer bir özellik taşırken, son zamanlarda diğer Avrupa takımlarında da buna benzer bir yapılanmaya yönelindiğini görmekteyiz...

Bu modelde genel olarak, kulüplerin şirket şeklinde örgütlenmiş olduklarını ve her kulübün belirli bir sahibinin (owner) bulunduğunu dikkate almamız gerekiyor.

Bu modeli daha çok, İngiliz, İtalyan ve Fransız kulüplerinde görebiliyoruz. Çünkü, İspanyol ve Alman kulüplerinde dernek örgütlenmesinin egemen olduğunu ve bahsi geçen yapının bu kulüplere uygun bir model olmadığını burada  ifade edelim.

Bu model kapsamında Manchester United Modeli’ne bir bakalım isterseniz.

Manchester United  PLC. Yönetim Modeli

1878 yılında, Newton Health LYR (Lancashire-Yorkshire Demiryolu) adıyla kurulan ve günümüze kadar, maddi ve manevi kaynaklarını yanında global saygınlığını da başarıyla yöneterek, endüstriyel futbolun gözbebeği ve ideal modeli olmayı başaran bu İngiliz kulübü,  bugün sadece İngiltere’de değil, tüm dünyada kendisine milyonlarca taraftar tabanı yaratabilmekte ve bu sayede küresel bir marka olabilmeyi başarabilmektedir.

Manchester United bugün sadece sportif başarıya odaklı bir model ile yönetilen bir kulüp olmaktan çok daha öte, endüstriyel futbolun gereklerini yerine getiren, devasa iktisadi ve ticari bir sportif ve ekonomik örgüt olmuştur. Endüstriyel ve ticari dönüşüm dinamiğini yakalayabilen bu kulüp, “başarı döngüsünü” iyi çalıştırmanın nimetlerinden sağlamaktadır. Sportif başarıyı, ekonomik başarıya; ekonomik başarıyı da tekrar sportif başarıya dönüştürebilecek yönetsel dinamiğe sahip Man. Utd. Bu sayede her yıl kaliteli oyuncu transferlerine daha fazla mali kaynak ayırarak, kendisine sağladığı rekabet üstünlüğüyle daha fazla gelir elde etmektedir. Yıllardır Avrupa’nın en fazla kazanan kulüpleri sıralamasında her zaman ilk sırayı alan Man.Utd. yıllık 300 milyon euro gelir elde edebilmektedir.

Vizyon sahibi idareciler ve profesyonel yöneticiler olmadan, Manchester United’ın çağdaş bir spor kuruluşuna dönüşmesi imkânsızdı. Kulübü modern, değişime açık ve düzenli bir ticari futbol varlığı haline getiren en önemli yönetici, tartışmasız Martin EDWARDS olmuştur. 1980 yılında başkanlık koltuğuna oturmasından hemen sonra, kulübün yeni ilkelerini tanımlamış ve ana hedef olarak, kulübü öncelikle kâr eder hale getirmeyi belirlemiştir. Bu amaca ulaşmak için EDWARDS ilk olarak, kulübe ait borçları kapatmak ve Old Trafford Stadyumu’na yatırım yapmak için kaynak arayışına girmiştir. 1991 yılında, kulübü halka arz etmeye karar vermiş ve Manchester United PLC’yi kurarak Londra Borsası’na giriş yapmıştır.  1997 senesine gelindiğinde kulüp, hisse satışlarından 100 milyon sterlinden fazla kazanmış ve yönetim de bu gelirlerden gelen paraları dikkatlice kullanarak stadyumu modernleştirip, borçlarını kapatmaya başlayabilmiştir. Günümüzde, kulübün üstünde ciddi bir kredi yükü kalmamıştır; borç yükü kontrol edilebilir seviyelerdedir, ve bununla birlikte, haftalık 67.000 seyirci ortalaması ile yıllık 100 milyon eurolara varan gelir getiren bir stadyuma sahiptir.

Manchester United, günümüzde (Malcolm GLAZER 2005 yılında kulübü satın alıncaya kadar. Y.Notu) British Gas PLC eski başkanı Sir Roy GARDNER; De La Rue PLC eski yönetim kurulu başkanı Ian MUCH; First Choice Holidays PLC eski finans direktörü David GILL ve Pearson Television eski finans direktörü ve işletim müdürü Nick HUMBY gibi en üst seviyede idareciler tarafından yönetilmektedir (Manchester United Official Web Site, 2005). Manchester United’da daha önce görev alan yöneticilere benzer olarak, bu yöneticilerin de üst seviyede idari kabiliyetleri, kulübün İngiltere’de en iyi yönetilen takım unvanını korumasını sağlayan kaynak olarak görülmektedir (BBC Online, 2005).(Malcolm GLAZER Man.Utd.’ı aldıktan sonra, bu yapı içinde yukarıda belirtilen isimler Man.Utd.’dan ayrılmışlardır. Şu anda kulübün yönetim ve denetimini elinde bulunduran GLAZER ailesinin fertlerinden Joel  GLAZER, Manchester United’ın Yönetim Kurulu Başkanı olarak görev yapıyor. Diğer taraftan kardeşi Avram GLAZER ise Yönetim kurulunda üye olarak bulunuyor. Her ikisi de babaları Malcolm GLAZER tarafından bu görevlere getirildiler. 2005 yılı Mayıs’ında Manchester United’ın önce %75’ini; daha sonra da kulübün %97,3’lük kısmının sahibi olan GLAZER, Kulübün PLC statüsünü iptal edip, Man. Utd. PLC’nin hisselerini kotasyondan çıkartmıştır. Söz konusu profesyonellerin yerine, bu konuda daha önce  Amerika Futbol Ligi’nde Tampa Bay isimli Amerikan futbol takımından tecrübe kazanmış olan üç oğlu geçmiştir. 

Manchester’ın kurumsal analizi

Manchester United, kulübün sportif başarısına ciddi etkileri olan teknik direktörlerle çalışmıştır. Matt BUSBY ve Alex FERGUSON buna uyan en iyi örnekler olarak gösterilebilir.

"Maçları ne pahasına olursa olsun kazanmak gerçek başarı değildir... Gücünüzün ve yeteneğinizin tümüyle oynadığınız taktirde yenilgide onursuzluk yoktur. Her şeyin üstünde olan, oyunun doğru ruhla oynanmasıdır... Dürüstçe ve kimseyi kayırmadan, sahadaki herkesin bir takım olarak mücadele ettiği bilinci ile... ve sonuç (her ne olursa olsun) acısız ve kibirsizce kabul edilmelidir” Sir Matt BUSBY

BUSBY, bu samimi yaklaşımının yanı sıra, ileri görüşlülüğüyle de Manchester United’ a çok değer katmıştır. futbol ekonomisinin mekanizmalarını anlamış ve geleceğini görmüştür. Denizaşırı pazarların önemini ve Manchester United’ın onlarla kurabileceği kazançlı bağlantıları fark etmiştir. Takımın popülerliğini diğer ülkelerde arttırmak için, sezon başı kamp programlarını İngiltere dışında organize etmeye başlamıştır; takımı 1950-1952 yılları arasında hazırlık dönemleri için Amerika’ya götürmüş, ve halkın ilgisini yeterince çektiğini inanana kadar orda kalmıştır. BUSBY’den sonra gelen tüm teknik adamlar, kendisinin adımlarını takip etmeye çalışmış, ancak İskoç teknik adam Alex FERGUSON, BUSBY’nin mirasını ileriye götürebilen kişi olmayı başarmıştır. 

Alex FERGUSON, Kasım 1986’da göreve getirilmiştir ve çoğumuzun bildiği gibi halen Manchester United’ın teknik patronu olarak çalışmaktadır. FERGUSON, BUSBY’nin stratejilerini izleyerek, takımı tarihindeki en başarılı günlerine ulaştırmıştır. Bu bir anda olmamıştır; kulübe gelişinin ilk senelerinde, takım performansı oldukça düşük kalmıştır. Ancak FERGUSON, uzun dönemli bir yatırım stratejisinde ısrar etmiş ve yeni oyuncu alımlarında para harcamaktan kaçınmamıştır. Manchester United yönetim kurulunun sabrı ve anlayışı ile isabetli transferler birleşince de, sürekli başarıyı kovalayan, yüksek performanslı bir takım yaratmayı başarmıştır. Çoğu otoriteye göre Alex FERGUSON’un en önemli erdemi, oyuncunun yeteneğini saptaması, geliştirmesi ve A takım içerisinde yararlanabilmesinin yanı sıra,  Manchester United’ın beklentilerine ve kültürüne ayak uydurabilecek oyuncuları transfer edebilmesidir.     

Belirtmemiz gerekir ki, Manchester United yönetimleri, teknik direktörlerine güvenme ve sabır gösterme büyüklüğünü gösterdiklerinden dolayı futbol da başarı gelmiştir. Sınırsız bir anlayış ve destek olmadan, ne BUSBY’nin, ne de FERGUSON’un takıma başarıyı getirmesi mümkün olamazdı; zira başarısızlıklar içinde geçirdikleri yılları atlatamadan işlerini kaybederlerdi. Bu nedenledir ki, yönetimler teknik direktörlere sabırlı davranarak ve futbol işlerine kesinlikle karışmamak durumundadırlar. 

Kurumsal yapı

Günümüzde, Manchester United PLC’nin yapısı, esnek ve yatay kurumsal ağ tipinin, karşımıza çıkan en iyi örneklemektedir. Daha önceden de belirttiğimiz gibi, kulübün ticari faaliyetleri, geçmişte oldukça saygın şirketlerde yer almış, üst seviyede profesyonel idareciler tarafından yönetilmektedir. Bunun yanında icra kurulu, özellikle futbolcu alışverişleri gibi futbol ile alakalı faaliyetlere, teknik direktörün işini kolaylaştırıcı katkılarda bulunarak, hem esneklik, hem de yatay fonksiyonellik gösterebilmektedir. “Kurul, oyuncu alışverişi ve kontrat anlaşmalarının parametrelerini belirler, anlaşma süreçlerini yakından takip eder ve tüm büyük transferleri ve sözleşmelerini onaylar. Tüm pazarlıklar, son detayına kadar genel müdür tarafından sürdürülür.

Genel müdür, tüm ticari faaliyetler ve bağlı şirketlerden sorumlu iken, grup mali yöneticisi, finansal faaliyetlerden sorumludur. Teknik direktör, futbol takımı üzerinde tam yetkiye, futbolla ilgili diğer faaliyetlerde de ilk söze sahiptir. Aşağıdaki şema, Manchester United’ın kurumsal yapısını göstermektedir.

Ticaretle ilgili faaliyetler

Manchester United’ın yapısı, hedefleri ve amaçları, herhangi bir kurumsallaşmış ticari oluşumdan ayrılamayacak kadar gelişmiş bir konuma gelmiştir.  Özellikle geleceğe dönük detaylı planlama, kulübün mali istikrarı sağlamasındaki önemli etkenlerden biri olmaya devam etmektedir.

Stratejik planlama ve uygulama

Kulüp, stratejik hedeflerini açıkça tanımlamış ve planlarının başarıyla uygulanıyor olduğunun takip edilmesinin önemini anlamıştır. Machester United yıllık  faaliyet raporlarında yönetim kurulu, temel hedeflerinin uzun vadede hissedarlara daha çok kâr getirmek için gelişmeye devam etmek; ve taraftarlar için de sportif başarıyı devam ettirmek olduğunu resmi olarak açıklamıştır. Bu hedeflere ulaşmak için, aşağıdaki 5 maddenin sağlanmasını hedeflediklerini belirtmişlerdir:

1)Sportif başarıyı sürdürmek;

2)Taraftarlara müşteri gibi hizmet vermek;

3)Global markayı yükseltmek;

4)Medya haklarını geliştirmek;

5)Old Trafford Stadyumu’nun kullanımını arttırmak. 

Manchester United, mali hedefini ise sayısal olarak belirlemiş, performansını daha kolay gözlemleyebilecek bir konsept oluşturmuştur.  Kulübün amacı, toplam personel giderlerinin, yıllık cironun %50’si veya daha da altında olmasıdır.  Kulüp yetkilileri bu yaklaşımın Manchester United’a, “takım düzeni ile kulübün uzun dönem mali istikrarını dengeleme” yetisini kazandırdığını belirtmektedirler.

Manchester United’ın gelir kaynakları, ortaklıklar kurarak ve çeşitli ürünler sunacak şekilde global odaklı geliştirilmeye devam etmektedir. Ürünler sadece kulüp logolu malzemeler olmamakta, finans hizmetleri ve diğer bazı futbol dışı hizmetleri de kapsamaktadır. Manchester United, bu stratejileri uygulayarak, müşteri bilincini arttırmıştır ve sonuç olarak kulüp, halen sahip olduğu yerel taraftar kitlesini büyütmekle kalmamış, çoğu Asya’dan ve bir kısmı Amerika’dan olmak üzere, global izleyici sayısını 30 milyonun üzerine çıkarmıştır.

Maç günü faaliyetleri ve stadyum kullanımı

Son on yılda gerçekleştirilen muhtelif yenileme çalışmaları ile Old Trafford Stadyumu’nun bugünkü kapasitesi 70.000’in üzerine çıkarılmıştır. Kulüp, bilet fiyatlarını, koltukların konumu ve alıcıların kulüp üyeliklerine bağlı olarak, 21–34 sterlin arasında belirlemektedir. Manchester United’ın gelir kazandıran başka bir hizmeti de, maç günü misafirperverliği olarak adlandırılan, ve taraftarların 115–275 sterlin arasında ücretler ödeyerek yararlanabildikleri ek servislerdir. 

Kulüp, maç günü hizmetlerini çeşitlendirerek, maç başı seyirci ortalamasını neredeyse stadyum kapasitesine denkleştirmiş ve yıllık maç günü gelirlerini 100 milyon Euro seviyesine yükseltmiştir.

Yayın faaliyetleri

Manchester United, Premier Ligi ve UEFA yayın geliri havuzlarından yılda 95 milyon Euro civarında pay almaktadır. Kulüp, yerel ligde sürekli olarak üst sıralardaki yerini korumuş, ve UEFA Şampiyonlar Ligi’ne istikrarlı olarak katılmaya devam etmiştir. İşte yüksek yayın gelirlerinin altında yatan temel unsur, sportif başarının sağlanması ve devam ettirilmesi olmuştur.

Kulüp ayrıca, MUTV adında, global olarak uydu ve internet üzerinden izlenebilen bir resmi televizyon kanalı kurmuştur. Bunun yanında, özellikle Amerika’da olmak üzere, yayın teknolojilerini kullanarak pazarlama çalışmalarını arttırmıştır. Bir beysbol devi olan New York Yankees takımı ile stratejik bir ortaklık antlaşması imzalamış, ve bu kapsamda her iki kulüp de kendilerine ait yayın kuruluşlarını birbirlerine açarak, ellerinde bulunan geniş taraftar kitlelerine ulaşma şansı yakalamışlardır.  

Ticari faaliyetler

Manchester United, imajını, taraftar kitlesini, sponsorluk yapısını, pazarlama çalışmalarını ve gelir kaynaklarını kuvvetlendirmek için,  1997 senesinde Umbro yönetim kurulu başkanı Peter KENYON’u göreve getirmiş ve 1999 yılında da pazarlama müdürü olarak da Peter DRAPER’ı atamıştır. (Peter KENYON 2005 yılında Chelsea’ye geçmiştir.) Kulüp, bu iki yöneticinin katılımından itibaren, taraftar kitlesini genişletmek için uluslararası ve global pazarlara odaklanmıştır. İlk olarak, “...daha fazla global taraftarı müşteriye çevirmek için, markalarını uluslararası bir değer haline dönüştürmek ihtiyacında olduklarının farkına varmışlardır. Yöneticiler, kulübün ticari gelirlerini arttırmak için, yabancı pazarlara ortaklıklar yolu ile girme stratejisini takip etmişlerdir. Örneğin, 1999 senesinde, kullanımı giderek artan internet ve uydu televizyonları teknolojilerini sağlayan şirketlerle ortak olarak, Asya pazarından yararlanmak için “Rüyalar Tiyatrosu” adlı bir proje yaratmışlardır. Manchester United’ın, markasını global mertebeye ulaştırmak için izlediği strateji, mağazadan mağazaya farklılık gösteren ürünleri ile hizmet veren satış merkezleri kurmak olmuştur.  Rüyalar Tiyatrosu’nun temel prensibi budur. Bu sistemde, Manchester United ürünleri sağlarken; yerel şirketler, Dublin, Singapur, Dubai, Şanghay ve Hong Kong’da, mağazalar açmışlardır.  Dolayısıyla Manchester United, hiçbir sermaye yatırımı yapmadığı gibi, sağladığı ürünlerden tatmin edici kâr payı almayı garantilemiştir. 

Kulüp, farklı pazar ve müşteri dilimlerini hedeflerken uyguladığı çeşitlendirme stratejisini desteklemek için, sponsorluk ve ortaklık anlaşmalarını da daha fazla kazandıracak şekilde biçimlendirmiştir. Yakın tarihte, ana sponsor olarak telekomünikasyon devi Vodafone, teknik sponsor olarak ise Nike ile kontrat imzalamışlardır. Ek sponsorlarının arasında; Pepsi, Anheuser-Bush, Audi ve Fuji yer almaktadır (Manchester United Official Web Site, 2005). İngiltere’de bulunan diğer büyük kulüplerin çoğunda görüldüğü gibi, Manchester United, sponsoru olan Vodafone ile yaptığı ortaklık ile mobil telefon hizmeti, Zürich Bankası, İskoçya Bankası ve Britanya İnşaat Odası ortaklığı ile bankacılık hizmetleri de sunmaktadır. Ayrıca, İngiltere çapında markalı benzin ve elektrik hizmeti sunma konusunda da çalışmalar yapmaktadır.

Tüm bu çabaların birleşmesi sonucunda kulüp, ticari gelirini oldukça yükseltmiş, ve 2004-2005 dönemindeki kazanımını 72 milyon euro olarak açıklamıştır.

Marka yönetimi

Güçlü Manchester United markası olmadan, yukarıda belirtilen başarılara ulaşılması çok daha zor olurdu. Kulübün markasını oturtması onlarca yıl sürmüş ve özellikle 1990’ların son yıllarında gerçekleştirdikleri çabalar sonucu global bir isim haline gelmiştir. Manchester United’ın ticari (marka) başarısı, uzun yıllar sonunda ulaştığı ve oluşturduğu iki manevi kaynağa dayanmaktadır – imaj ve itibar.

Manchester United aşağıdaki karakteristikler sayesinde güçlü bir imaj yaratmış ve korumuştur.

1) Tutkulu ve heyecanlı bir futbol stili;

2) Gençlik ateşini yansıtan bir takım;

3) Kulüpte yer alan bireylerin, toplumun popüler kültürüne yerleştirilme şekli;

4) Kulübün son yıllarda aldığı stratejik ortaklık kararları.

Kulübün itibarının gelişmesi de, imaj gelişimi ile benzer karakteristikler göstermektedir. Kulüp, özellikle son 10 yılda, üstün saha performansı göstererek yerel ve uluslararası turnuvalarda kupalar kaldırarak, sportif saygınlığını arttırmıştır. Bunun yanında, kurumsal itibarını da saygınlaştırmak için toplumsal faaliyetlere ve hayır kuruluşlarına yardıma yönelmiştir; pek çok organizasyon için yardım toplama faaliyetlerinde bulunmuş, uluslararası toplum ve çocuk geliştirme programlarında aktif yer almıştır . Ek olarak, bir çevresel davranış bildirisi yayınlayarak, paylaşılan alanlarda ve çevrede yaşam kalitesini yükseltmek için ellerinden gelen her şeyi yapmaya hazır olduklarını açıklamış, doğanın korunmasına karşı olan duyarlılıklarını da göstermişlerdir .

Futbol ile ilgili faaliyetler

Manchester United’ın rakipleri karşısında en büyük avantajı, altyapılarından sürekli olarak yetişen genç yetenekleri, bünyesine dışardan kattığı oyuncularla beraber etkin şekilde kullanabilmesidir. Bunun yanı sıra, oyuncu izleme programları ile tespit ettiği, kalitesi yüksek oyuncuları transfer edip, bu oyunculara kulübün kültürünü hızlı bir şekilde benimsetmeyi başarması, kulübün istikrarlı bir kadro yapısına sahip olmasının en önemli nedenidir.  Takımda mevcut olan veya transfer edilen yıldızları son derece akıllı şekilde değerlendirmesi de, Manchester United’ı rakiplerinden bir adım öne çıkaran bir başka faktördür.

60’larda George BEST, 90’ların başında Eric CANTONA, ve 90’ların sonunda David BECKHAM gibi yıldız oyuncular, Manchester United’ın sportif başarılarında önemli roller oynamışlar ve kulüp markasının popüler ve değerli bir manevi varlık olarak gelişmesine katkıda bulunmuşlardır.  Buna ek olarak, bu tip yıldızlar kadar ilgi çekici olmasalar da, kalitesi yüksek diğer futbolcular olan Ryan GİGGS, Paul ve Gary NEVILLE, Roy KEANE, Paul SCHOLES ve Ole Gunnar SOLSKJAER’de, Manchester United’ın 1990’lar ortası ile 2000 başları arasındaki üstünlüğüne ciddi etkilerde bulunmuşlardır. Şimdilerde ise Christiano Ronaldo aynı işlevi yerine getirmektedir.   

Manchester United A takımında, devamlı olarak altyapıdan yetişmiş oyuncularını oynatmakta; ve bunda ısrar etmektedir. Bu sistemle başarı yakalayabilmek, uzun zaman ve sabır gerektirmektedir; fakat elde edilen başarı kalıcı olmaktadır.  İşte bu, Manchester United’ın futbol takımına istikrarı getiren asıl faktördür. 1992–2003 yılları arasındaki takım kadrolarında ortalama en az 4 oyuncu altyapıdan gelmekteydi. Bu oyuncular, kulüp içerisinde değişik seviyelerde 12 yıla varan süreler geçirdikleri için, kulübün kültürünü ve oyun stilini özümsemişler ve camialarına yüksek sadakat ile bağlanmışlardır.  Manchester United, uzun yıllar boyunca, bu tarzda  oyunculara as takımda yer vererek, tüm dayanağı ofansif ve heyecan verici bir oyun stili olan, daimi sportif başarıya ulaşmıştır.

Manchester United’ın rekabet avantajı, ticari kaynaklarının ve marka adının eşsiz bir şekilde yönetilmesi ile ortaya çıkmıştır. Tarihine, Matt BUSBY, Alex FERGUSON ve Martin EDWARDS gibi, devrim sayılabilecek yenilikler getirmekten çekinmeyen, kazandıklarıyla yetinmeyen bireyler şekil vermiştir. Kulüp, günümüzde üç temel değer olan sportif başarı, geniş ve global taraftar kitlesi, ve kurumsal etkinlik alanlarından yararlanmak için verimli ve sistematik yapı geliştirmiştir. Taraftarları ticari müşterilermişçesine, hem maddi hem de manevi olarak memnun etmeye çalışarak; saha içi ve dışı imajı ve itibarı ile Manchester United markasını yücelterek; televizyon ve maç günü gelirlerini en üst seviyeye çekerek; kulübü profesyonel idareciler yönetiminde uluslararası bir kuruluşa evrimleştirmişlerdir. 

Avrupa’nın üst düzey takımları ve üç büyüklerin yönetsel yapılanışlarının mukayeseli karşılaştırması

Avrupa’nın gerek dernek statüsünde gerekse şirketsel yapılanışlarına göre kupa kazanmış üst düzey takımlarının, yönetsel yapılanışlarını, ülkemizde üç büyüklerle karşılaştırdığımızda karşımıza aşağıdaki tablo çıkıyor. Bu bölüm, kulüplerimiz ve Manchester United arasındaki temel yönetim farklarını özetlemektedir.

Tablo 1 - Manchester United ve üç büyükler arasındaki yönetsel farklılıklar

Kavram

Avrupa’nın Üst Düzey Kulüpleri

Üç Büyükler

Organizasyonal Yapı

Fonksiyonlar açıkça belirlenmiş, görev tanımları net olarak yapılmış, görev dağılımı kişilere göre değil, kulüp gereksinimine göre gerçekleştirilmiş, geri besleme kanalları çalışan, yaygın bir matris yapıyla hareket eden,  esnek iletişim ağı sayesinde tüm hiyerarşik yapı içinde bilgi akımı tam olarak sağlanmış, hesap verebilir ve hesap soran bir yapı. Kulübün riskli aktiflerini yönetecek ve denetleyecek risk ve denetim komiteleri,

Basit ve hiyerarşik, net olmayan görev tanımları ve dağılımı; transparan olmayan  kapalı bir yapı, hesap vermeyen ve sormayan bir organizasyon,  katı bürokratik ve hiyerarşik yapı, geri besleme kanalları çalışmayan ve iletişimin genele yayılı olamadığı, başkanın kulüp üzerinde vesayete varan yetkileriyle varlığını devam ettiren bir yapı.

İdari Yönetim

Profesyonel yöneticiler, konu uzmanı idareciler

Amatör ruhlu, daha az bilgili konvansiyonel yöneticiler, sayısı az olan profesyonel idareciler.

Strateji Geliştirme ve Uygulama

Takım çalışması, sistematik planlama, gerçekçi hedeflerin koordineli yürütümü

Bireysel çalışma, sistemsiz planlama, gerçekçi olmayan hedefler, uzun vadeli stratejik plan eksikliği, amaç yerine sonuca yönelik düşünsel yönetim mantalitesi.

Maç Günü Faaliyetleri ve Stadyum Kullanımı

24 saat yaşayan canlı ve katma değeri yüksek optimum stadyumlar. Taraftar/müşteri segmentasyonuna göre çeşitlendirilmiş koltuk bölümleri ve ilave gelir yaratıcı ekstra maç günü hizmetleri.

Yeterli olmayan stadyum kapasitesi (FB hariç), dar hizmet yelpazesi, düşük katma değerli, yetersiz nitelikli statlar.

Medya Aktiviteleri

Kendi işlettiği global TV kanalı, yazılı medya. 

Global olmayan TV kanalları, aylık dergi.

Ticari Faaliyetler

Ulusal ve uluslararası yüksek tutarlı sponsorluk gelirleri, taraftar müşteri segmentasyonuna göre ürün çeşitlendirmesiyle elde olunan yüksek gelir, CRM aracılığıyla proaktif satış, dünyanın dört bir tarafından sağlanan merchandising geliri

Düşük tutarlı sponsorluk gelirleri, orta seviyeli yurtiçi ürün satışı, çok düşük uluslar arası emtia faaliyeti.

Marka Yönetimi

İmaj ve itibarı planlı olarak güçlendirme faaliyetleri, mevcut markayı iyi kullanma; küresel marka ve bunun aktif pazarlaması

Başarısız sportif imaj, uluslararası alanda güçlü olmayan itibar, mevcut markadan yeterli yararlanamama.

Yeni İş Alanları

Başarılı girişimler, istikrarla artan ek gelirler, kulübün aktiflerini yönetecek ve denetleyecek  risk ve denetim yönetimi ile, kulübün aktiflerinin çok etkin kullanılmasıyla, sigortacılık, seyahat, reklam, medya, betting, gibi alanlarda kurulan şirketler aracılığıyla, toplam gelirin artırılması,

Gelişmeye açık, yeni yeni fark edilen bir konsept.

Teknik Direktör

Uzun dönemli çalışma süresi, geniş yetkiler, çok iyi teknik bilgi ve engin tecrübe

Kısa dönemli çalışma süreleri, limitli yetkiler.

Oyuncular

Verimli altyapı sistemi, isabetli iç, para getiren dış transferler

Düşük verimli altyapı sistemi (Galatasaray hariç), pahalı ve isabetsiz iç, para kaybettiren dış transferler.

 
Kaynak: http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109 - http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109 < ="http://88.255.111.70/www/delivery/ajs.php?zoneid=14&cb=15966411834&=s-1254&loc=http%3A//www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp%3FauthId%3D109&referer=http%3A//www.dunyagazetesi.com.tr/tumYazarlar.asp&mmm_fo=1" =text/>


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 12/Oca/2009 saat 09:48
Türk futbol kulüplerine kurumsal yönetişim tabanlı model önerisi

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

12.01.2009 - 09:17
 
Geçen hafta genel olarak Türk futbol otroritesi (Türkiye Futbol Federasyonu) ve futbol kulüplerimizin sportif, iktisadi ve maki başarı için nasıl bir yapılanma sürecine girmeleri gerektiği üzerinde durmuş ve bu konuda ideal model olarak Manchester United'ın sportif, iktisadi, mali ve idari yapılanmasını analiz etmiş ve bazı ortak çıkarımlara ulaşmıştık. Bu hafta konuya ilişkin son ve sonuç yazımızda ise Türk Futbol kulüplerimizin nasıl bir yönetsel yapılanma modeline yönelmeleri gerektiği üzerinde durmaya çalışacağız. Bu konuda Doç.Dr. Kutlu MERİH ile birlikte kaleme aldığımız, Literatür yayınlarından 2008'te çıkan Futbol Yönetimi isimli kitabımız konuya ilgi duyanlar için ciddi bir başvuru kaynağı olabilecektir. Konuya ilişkin daha geniş detay ve başarı örneği diğer kulüp yapılanmalarını da bu kitapta bulabileceksiniz.

Sorunlar…Sorunlar…Sorunlar…

Türk futbolunun içinde bulunduğu sorunlar, futbolumuzun önünü kesiyor. Futbol kendi yolunda ilerleyemiyor. Önündeki engelleri aşmakta zorlanıyor. Kalitesini yükseltemiyor,  gelirlerini daha fazla artıramıyor,  rekabeti yükseltemiyor ve tüm bunların genel sonucu olarak Avrupa ve Dünya futbol pastasından sportif ve iktisadi olarak hakkettiği değeri alamıyor.

Futbolun kendi içsel dinamiklerinden kaynaklanan olumsuzluklar, yönetim hataları ile birleşince ortaya içinden çıkılması zor sorunlar çıkıyor. Bu sorun ve sıkıntıların giderilebilmesi ve Türk futbolunun önünün açılması, mevcut statükonun korunmasıyla değil, daha radikal bir yapının tesis olunmasıyla mümkün olacaktır. Varolan yapı, Türk futbol pastasını büyütemiyor, rekabetçi dengesini yükseltemiyor, haksız rekabetin gün be gün artmasına yol açıyor.

Elli yılı aşan profesyonel futbol yapılanmamız bugüne kadar sadece dört şampiyon çıkartabilmiş... Bu, futbol ligimizin rekabetçi yapısını ortaya koymak bakımından önemli bir ölçü (benchmark) noktasıdır. Bugünkü yönetsel futbol yapılanması büyüklerin ekseninde konumlanmış, mevcut statüyü devam ettiren, haksız rekabeti yükselten, rekabetçi dengeyi olumsuz etkileyen, ligin dengesizliğinin büyükler leyhine daha da  artmasına yol açan kısır bir yapıdır. Ne yazık ki,  bugün hepimiz rekabetçi dengeyi yükeltecek, futbol kalitesini artıracak, futbol pastasını büyütecek; teşvik, şike, rüşvet gibi futbol dışı faktörleri futboldan uzak tutacak bir yapıyı oluşturma yerine, var olan statükocu ve üretken olmayan yapının devamını ısrarla sürdürmeye devam ediyoruz.

Süper Lig'de gelir dağılımındaki dengesizlik, Türk futbolunun rekabet gücünü giderek zayıflatıyor. Büyükler ve ötekilerden oluşan bir lig yapısından sportif ve mali performans bekliyoruz. Bu halimizle Avrupalı devlerle rekabet şansımız neredeyse yok oluyor.

Futbol otoritesinin her geçen gün erozyona uğrayan yönetsel kredibilitesi, sorunları daha da çekilmez hale getiriyor. Oysa, bu değişim ve gelişim hareketinin, Federasyondan başlaması gerekiyor. Federasyonun bugünkü tek vücut yapısı, endüstriyel futbolun gereklerini yerine getirmede zorlanıyor. Oysa yıllık on milyarlarca dolar gelir yaratan bir endüstrinin mevcut yapılanma ve klasik yönetim tarzlarıyla sevk ve idaresi artık günümüzde mümkün değil... Başta Avrupa'nın prima ligleri olmak üzere, kulüp ve federasyon yapılarında önemli değişikliklere gidiliyor. Bu değişikliklerin hayata geçirilmesinde de UEFA 2004 Lisanslama Sistemi pivot olarak kullanılıyor.  Futbol kulüplerimiz için önerdiğimiz "kurumsal yönetişim" ilkelerine dayalı yönetsel yapılanma aşağıda dikkatlerinize sunulmaktadır. Bu model, mevcut statükocu yapının üzerinde yükselen bir alternatif model olmaktan daha çok, kulüplerin içinde bulundukları sorunlara fonksiyonel anlamda çözüm bulacak bir yapılanmayı ifade ediyor.

Futbol Kulüplerine Kurumsal Yönetişim Tabanlı Alternatif Yapılanma Model Önerisi

Alternatif modelimiz temelde iki kısımdan oluşuyor. İlk kısım staratejik kararların alınmasına olanak sağlayan üst yönetim ve kurulların bulunduğu bölümü gösterirken; ikinci bölüm ise alınan bu stratejik kararları hayata geçiren operasyonel bölümleri ve birimleri gösteriyor.

Bu modelimizde önerdiğimiz alternatif yönetim şeması içindeki en önemli değişiklik, kulüp aktiflerinin risk yönetim ve denetimini gerçekleştirecek olan, doğrudan Genel Kurul'a hesap verecek Risk Yönetim ve Denetim  Kurulu ile kulübü kurumsal yönetim ilkelerine göre denetleyecek olan Kurumsal Yönetim Kurulu'dur. Bu kurullardan Risk Yönetim ve Denetim Kurulu'nun görevleri üzerinde daha önceden durulduğu için yeniden burada anlatılmayacaktır.  Burada üzerinde duracağımız diğer kurul  Kurumsal Yönetim Kurulu'dur.

Kurumsal Yönetim Kurulu, kulübün kurumsal yönetim ve yönetişime uygun yönetilip yönetilmediğini ve kurallara uyumunu denetleyecek ve yönlendirecek olan bir kuruldur. Bu kurulda yer alacaklar Divan Kurulu tarafından seçilmektedir. Seçilen üyeler ve kurul Divan'a bağlı olarak çalışır. Bu kurul Divana göre daha spesifik ve kalifiye üyelerden oluşur.

Burada yer alan kurul yönetim üyeleri, bağımsız üyelerden oluşur. Kurumsal Yönetim Kurulu öz itibariyle;

1. Kulüpte kurumsal yönetim ilkelerinin uygulanıp uygulanmadığını, uygulanmıyor ise bunların gerekçesini ve bundan dolayı oluşan zarar ve ziyanı belirleyerek, bunları saptar ve Yönetim Kurulu'na sunar.

2. Kulübün pay sahiplerinin, paydaşlarla, taraftar/tüketiciyle  olan ilişkilerini koordine eder,

3. Yönetim Kurulu Üyelerinin ve yöneticilerin performans değerlendirmesi, diğer kulüp çalışanlarının kariyer planlaması  ve ödüllendirilmesi ile ilgili işlevleri yerine getirir.

Bu yönetsel yapılanmanın tahsis ettiği bir diğer görev ise genel müdür pozisyonudur.  Bir çeşit Chief Executive Officer (CEO) gibi çalışacak olan genel müdür, temel olarak üst yönetim ile orta kademe yönetim arasında köprü  görevi yapmaktadır. Kendisine bağlı çok sayıda birim bulunmaktadır.

Operasyonel anlamda modelde önerdiğimiz bir başka yenilik ise: Yeni iş ortaklık geliştirme yönetimi ile, taraftara hizmet verecek olan taraftar-müşteri ilişkileri yönetimidir. Bu birim özellikle endüstriyel futbolun bir zorlaması olarak ortaya çıkmaktadır. Kulübün ürün satış ve pazarlamasına ilişkin pro-aktif yaklaşımı egemen kılmaya çalışan satış ve pazarlamaya data base oluşturmayı amaçlayan ve satışı yöneten, yönlendiren bir fonksiyona sahiptir. Günümüzde desteklediği kulübüne bütçesinin önemli bir kısmını aktaran taraftar müşterinin katma değerinin yükseltilmesi öncelikli amaçtır. Bu amaçla taraftar-müşterinin segmente edilmesi suretiyle oluşturulan segmentasayona göre ürün çeşitlendirmesini  hedefleyen ve gerçekleştiren bölüm olarak karşımıza çıkmaktadır.

Kurumsal yönetişim neden gerekli?

Deloitte'un son çalışmasına göre 17,5 milyar dolarlık bir büyüklüğe ulaşan Avrupa futbol piyasası, artık kulüplerin bu pazardan daha fazla pay alabilmek adına, birbirleriyle kıyasıya bir rekabete girdiklerini gösteriyor.

Bu bağlamda çoğu kulüp ulaştıkları devasa bütçelerini daha iyi yönetebilmek, sermaye piyasalarına açılarak daha ucuz fon temin etmek, iktisadi ve mali başarıya ulaşarak, sportif başarıyı yakalamak adına kurumsal yönetişime doğru yol almaktadır. UEFA Lisanslama sisteminin de etkisiyle Avrupa'da çoğu  futbol kulübünün kurumsal yönetim ve yönetişimi kendi örgütsel yapılarına uyarlamaya çalıştıklarını görüyoruz.

Bu süreçte pazarının tümünü etkileyen en önemli trendin, gelir kaynaklarındaki hızlı artış olduğunu vurgulamak gerekir. Bu durum, idari ve stratejik zorluklarla birlikte, üst ve alt seviye kulüplere fırsatlar da sağlamaktadır.

Avrupa futbolundaki ana trendler:

1) Maç günü, yayın ve ticari gelirlerdeki artışlar,

2) Futbol kulüpleri ile diğer endüstrilerden firmalar arasında gerçekleşen ortaklıklar ve yeni girişimler,

3) Oyuncu ücretlerindeki artışlar ve,

4) Önde gelen futbol liglerinde yer alan rekabet dengesindeki düşüşlerdir.

Bu trendler, kulüplerin karşısına şu zorlukları çıkartmaktadır:

1) Gelir kaynaklarını mükemmel şekilde yönetilme gereği,

2) Yeni girişim yaratma ve ortaklık kurma stratejisi ile global marka yaratma fırsatlarının aranması,

3) Sportif başarı korunurken, giderlerin kontrol altında tutulması ve,

4) Takımlar arasındaki rekabet dengesinin muhafaza edilmesi amacıyla gelir dağılım modellerinin yeniden düzenlenmesi.

Bahsi geçen zorluklarla baş edebilmek için, futbol kulüplerinin gelir ve gider yapılarını çok iyi bilmeleri; maç günü gelirleri, yayın ve ticari gelirlerden oluşan birincil gelir kaynaklarını dikkatli bir şekilde dengelemeleri ve yönetmeleri, oyuncu alımları ve yeni girişim faaliyetleri için daha sistematik bir yaklaşım yaratarak ikincil gelirlerini arttırmaları, sportif başarıyı engellemeden sabit ve değişken giderlerini mümkün olduğu kadar azaltmaları, son olarak organizasyonlarının ticari ve futbol bölümlerinde çalışacak yetenekli profesyonelleri işe alarak, güçlü bir kuruluş oluşturmaları  gerekmektedir.

Avrupa kulüplerinin çoğunun, son on yıl içerisinde devamlı olarak zarar etmesine rağmen, İngiliz kulüpleri, yükselen bu zorluklarla başarılı bir şekilde mücadele edebilmiş ve kârlılıklarını arttırmayı devam ettirmişlerdir. Kurumsal yapılarında radikal değişiklikler yaparak ve profesyonel idarecileri işe alarak, özellikle Manchester United olmak üzere İngiliz kulüplerinin çoğu, eşi görülmemiş ticari başarılara ulaşmışlardır. Manchester United, İngiltere Premiyer Ligi ve UEFA Şampiyonlar Ligi'nde, istikrarlı sportif başarı ve kârlılığı yakalamıştır.

Futbol kulüplerine gelir getiren ana kalemler; maç günü, yayın ve ticari faaliyetlerdir ki bunlar, yan kalemler olan yeni iş alanları geliştirme, ortaklıklar kurma, marka yönetimi aktivitelerinden destek alırlar.

Buraya kadar yaptığımız analizler bize Avrupalı üst düzey kulüplerin rakiplerine üstünlük sağlamada Kurumsal Yönetim ilkelerini çok etkin kullandıklarını gösteriyor. Ancak bu konuda halen olayın farkına varmayan/varamayan futbol kulüpleri de yok değil.

Endüstriyel futbolun gözbebeği konumundaki Machester United, teknik direktörleri, kurumsal yapıları, ticaret ve futbol ile ilgili faaliyetleri açısından detaylı olarak incelenip, üç büyüklerle karşılaştırıldığında, Man.Utd.'ın rekabet üstünlüğü sağlama nedenleri aşağıda gösterilmektedir.

" Fonksiyonel bir kurumsal yapı dahilinde açıkça belirtilmiş idari rollerin ve şeffaf iletişim ağının bulunması,

" Yetenekli profesyonel yöneticiler kullanılması,          

" Sistematik bir stratejik planlama ve uygulama mekanizmasının benimsenmesi,

" Çeşitli maç günü hizmetleri sunan, uygun kapasitede bir stadyumun varlığı,

" İstikrarlı sportif başarıyla beslenen düzenli yayın gelir kaynağının oluşu,

" Global pazarlama aracı olarak özel televizyon kanalının kullanılması,

" Büyük ticari şirketlerle kazançlı ve uzun vadeli sponsorluk anlaşmalarının yapılması,

" Yardım kuruluşları ve hayır derneklerine ciddi katkıda bulunarak, kulübün imajının, itibarının ve markasının güçlendirilmesi,

" Futbol ile direkt ilgisi olmayan, finans gibi alanlarda yeni ve ortak girişimler oluşturulması,

" Üst yönetim ve teknik direktör arasında görev farklılığının ortaya konulması ve güç dengesinin sağlanması;

" Teknik direktörlerinin uzun süreler sabırla görevde tutulması ve,

" Oldukça efektif ve üretken bir altyapı sisteminin geliştirilip, A takımın en az 3'te 1'inde, yetiştirilen bu oyuncuların kullanılması. 

Buna karşılık, Türk futbol takımlarının ciddi idari ve yapısal zayıflıklar gösterdiklerini tespit ettik. Mali istikrar ve sportif başarıyı yakalayabilmek için, üç büyüklerin, vakit kaybetmeden yapmaya başlamaları gerekenlerin;

" Yukarıdaki şekilde gösterildiği gibi, etkin bir kurumsal yapı ve yönetim modeli yaratılması,

" Kabiliyetli profesyonel yöneticilere kulüp içerisinde geniş yetki ve görev verilmesi,

" Yönetim kurulu üyeleri arasındaki katılımın arttırılması ve bir güç dengesinin sağlanması için çeşitli kural ve prensiplerin oluşturulması,

" Sistematik bir stratejik planlama ve uygulama mekanizmasının oluşturulması,

" Çeşitli maç günü hizmetleri sunan, uygun kapasitede bir stadyumun edinilmesi,

" İzleyici başına düşen geliri arttırmak üzere, maç günü hizmetlerine kazanç sağlayan faaliyetlerin eklenmesi,

" İstikrarlı sportif başarıyla beslenen, düzenli yayın geliri kaynağının korunması ve arttırılması,

" Global ortaklıklar ve özel televizyon yayın kanallarından faydalanarak, marka bilinirliğinin hızla yaygınlaştırılması,

" Öncelikle geniş bir Türk nüfusunun yaşadığı Almanya olmak üzere, Asya ve Amerika gibi çekici pazarlarda, uluslararası satış mağazalarının açılması ve  sayılarının arttırılması,

" Tercihen bu mağazaların kurulacak olan ayrı bir şirket tarafından yerinde yönetilmesi veya franchising modelinin seçilmesi,

" Üst yönetim ve teknik direktör arasında görev farklılığının net bir şekilde ortaya konulması, benimsenmesi ve güç dengesinin mutlaka sağlaması ve,

" Oyuncu geliştirme programları, futbol akademileri ve oyuncu izleme çalışmalarına ciddi yatırımlar yapılmaya devam edilmesi, oyuncuların mutlaka A takımda etkin bir şekilde kullanılması olduğu belirlenmiştir.

Futbol kulüplerinde kurumsal yönetim süreci

Günümüz futbol kulüplerinin rekabet üstünlüğü sağlayarak, mevcut endüstriyel futbol pastasından daha fazla pay alabilmelerinin yolu, kurumsal yönetişimden geçiyor. Kurumsal yönetişimi hayata geçiremeyen kulüpler, ne yazık ki, bu rekabette geride kalıyor,  sportif ve mali başarıdan uzaklaşıyorlar. Zaten yüz milyonluk bütçeleri sevk ve idare etmenin başka bir yolu da bulunmuyor. Kişilere bağlı yönetsel bir yapı, endüstriyel dönüşüm dinamiklerini yakalayamıyor, kendisini bu gelişmelere adapte edemiyor. Hızla kurumsallaşmak gerekiyor. Kurumsallaşmak demek ise kurumsal yönetim ve yönetişimi, kulübe egemen yapı haline getirmek anlamına geliyor.

Kurumsallaşabilen  yapı, ortak aklın yönetim ve denetimine giren,  sistematik yönetimin hakim yönetim yapısı haline geldiği; şeffaflığın, hesap verebilirliğin ve katılımcılığın ana ekseni olduğu yönetsel örgütlenmeyi tanımlamaktadır.

Bu yapıyı günümüz kulüplerine uyarlamak ya da uygulamak çok da kolay görünmemektedir. Futbolun bir rant sağlama aracı olarak varlığını en etkin bir biçimde sürdürdüğü günümüzde, yöneticiler böylesi bir örgütlenmeye çok sıcak bakmıyorlar. Onlar hâlâ konvansiyonel yönetim anlayışıyla, kendi nüfuz alanlarının daraltılmasını istemiyorlar. Kulüp üzerinde kendilerine bir şekilde sağladıkları vesayet hakkını bırakmak ve rant maksimizasyonundan vazgeçmek istemiyorlar. Kısacası bugün Türk futbolunun önünde duran en acil görev, kulüplerimizi bu yöneticilerden kurtarabilmektir. Kurumsal dönüşüm ve gelişimin gerisinde kalan bir yapılanmayla, rekabet üstünlüğüne ulaşmak günümüz futbolunda çok mümkün görünmüyor.

Bugün hemen hemen tüm kulüplerimizde yönetimsel anlamda demokratik merkeziyetçi yapıdan uzaklaşıldığını gözlemliyoruz. Oysa tüm sivil kitle örgütlenmelerinde olduğu gibi spor kulüplerinde de, her ne kadar merkezi hiyerarşi olsa da, yukarıdan aşağıya olan merkeziyetçi yapı, demokratik taban üzerinde yükselir.  Bugün görüntü de kulüplerimizin yönetimlerini en geniş demokratik katılımın ifadesi olan Genel Kurul seçiyorsa da, seçime olan ilginin azlığının yanı sıra, başkanların kurumsal yönetişimi çalıştırmamalarından kaynaklanan olumsuzlukların etkisiyle, genel kurullar fonksiyonlarını tam olarak yerine getiremiyorlar. İbra müessesesi çalıştırılmadığı gibi, delegelerin manüplasyonu ile yöneticiler kendilerine çok kolay hareket alanları yaratabilmekteler. Hesap verme ve hesap sorma mekanizması çalışmadığından, yönetimler tüm başarısızlıklarına karşın, yönetimi bırakma erdemi göstermemekte, hızla demokrasiden uzaklaşarak, anti-demokrasiye doğru yol almaktadırlar.

Bugün ülkemizde futbol kulüplerimizde, kurumsallaşma ve kurumsal yönetişim süreci terse dönmüş durumdadır. AB ve UEFA'nın, tüm futbol kulüplerinin kurumsallaşma ve kurumsal yönetime yönlenmesini ısrarla talep etmelerine karşın, bizde bu süreç ters yönde çalışmaktadır. Görüntü olarak ve belge üzerinde AB'nin ve UEFA'nın talimatları yerine getiriliyormuş gibi hareket edilse de, öz olarak, kulüplerimizde anti-demokratik, kurumsal olmayan ve katı hiyerarşik yapının egemen olduğu, şeffaflıktan uzak, klasik yönetim yapıları bulunuyor. Bu durum gerçekten çok sakıncalı olduğu kadar, Türk futbolunun gelişiminin önünü kesmek bakımından da son derece tehlikelidir.

Yine kurumsal yönetişimin kulüplerimizde etkin bir yönetim anlayışı olarak tesis edilememesinde sadece yöneticilerimizden kaynaklanan sorunlar bulunmuyor. Yöneticiler kadar taraftar-tüketicinin de sorgulanması gerekiyor. Futbola çok fazla anlam yüklüyor, çoğu zaman onun bir oyun olduğunu unutuyoruz.

Kulübü, Oyuncuyu, Taraftarı Nasıl Algılamalı?

Günümüzde futbolunun endüstriyel dönüşüm dinamikleri, kulüpleri yeniden kurumsal olarak yapılanmaya zorluyor. Bugünün endüstriyel futbolu,  kulüpleri birer sportif organizasyondan, ekonomik organizasyona dönüştürmüş durumda. Bu değişim doğal olarak, yüz milyon dolarlık bütçeleri de beraberinde getiriyor. Hal böyle olunca ekonomik olarak belirli bir büyüklüğe ulaşan futbol kulüplerinin varlıklarının korunması, etkin ve verimli yönetimi kurumsal yönetişimin önemini artırıyor. Kurumsal yönetişim ise kurumsallaşma ve şeffaflaşmadan geçiyor. Kurumsallaşamayan bir kulübün şeffaflaşmasını beklemek ya da şeffaflaşamayan bir kulüpten kurumsallaşmayı beklemek ne yazık ki mümkün görünmüyor.

Futbol Kulüplerinde Risklerin, Varlıkların, İlişkinin ve Performansın  Yönetimi

Günümüz futbol kulüplerinin sportiflikten ekonomik birimlere dönüşen ve yüz milyon dolarlık büyüklüklere ulaşan yapısı, onların da reel ve ticari sektörlerdeki firmalar benzeri yönetimini ve yönetişimini önemli hale getiriyor.

Bu anlamda biz, özellikle de şirketleşerek borsaya kote olmuş futbol kulüplerinin yönetimlerinde ve başarıya giden süreçte bugün;

1. İlişki Yönetimini,

2. Varlık ve risk yönetimini,

3. Performans yönetimini,

Çok önemli kritik başarı faktörleri olarak görüyor ve değerlendiriyoruz. Bunların üzerinde kısaca durmakta yarar var...Çünkü yukarıda dile getirdiğimiz bu başarı faktörleri bugün çoğu üst düzey futbol kulübünde bir şekilde yaşama geçirilmeye çalışılıyor. Tam olarak ismi bizim belirttiğimiz şekilde olmasa da bu yönetim fonksiyonlarının kulüp yönetimlerine egemen kılınması bir süre sonra kaçınılmaz bir zorunluluk olarak karşımıza çıkacaktır diye düşünüyoruz.

1. İlişki Yönetimi

Günümüz üst düzey futbol kulüplerinin sportif ve mali başarıya ulaşabilmesinin yolu, kadrosunda barındırdığı yıldızları iyi yönetmekten, teknik adamları iyi yönlendirmekten, kulübe büyük maddi katkı sağlayan taraftar müşteri ile yönetim arasında çok başarılı bir iletişim ve etkileşim kurabilmekten geçiyor.

Futbol kulübü her alan ve her aşamada ilişki yönetimini iyi  ve başarılı gerçekleştirmek durumunda. Çoğu zaman yıldızları idare edemeyen teknik adamlar, teknik adamları yönlendiremeyen yönetimler,  yönetime destek yerine köstek olan taraftar müşteriler bu kavram içinde çok önemli bir yere sahip. Dile getirdiğimiz bu konuların tüm olumsuz örneklerini içeride ve dışarıda bir çok kulüpte gözlemledik. Zaten bu gözlemlerimiz sonucundadır ki, kulüplerimize ilişki yönetimini çok önemsemelerini ve buna göre yönetişim yapılarını oluşturmalarını ifade ediyoruz.

Ortaya somut bir gerçek çıkıyor ki, başarıya giden yolun temel taşlarını ilişki yönetimi oluşturuyor. Oyuncuların idaresi ve yönlendirilmesinden tutun da, teknik adamın motivasyonuna varıncaya kadar ki eylemlerde tek önemli faktör İlişki Yönetimi.

Kadrosunda yıldız futbolculardan yeterli verimi alamayan ya da bu yıldızları bünyelerinde tutma becerisi gösteremeyen kulüplerde ilişki yönetimlerinde önemli zafiyetlerin  bulunduğunu söyleyebiliriz.  Özellikle teknik adamların bu oyuncuları yönlendirme, taktik varyasyonlara göre kullanmadaki başarısızlıklarının altında etkin olmayan bir ilişki yönetimi yatıyor.

İletişimin ne türü olursa olsun, çağdaş davranış bilimlerinde yapılan inceleme ve araştırmalar göstermiştir ki; başarılı organizasyonlarda iletişimin başarıya etkisi %70 civarlarındadır.

Başarısızlıkta ise yapılan yanlışlıkların %80'inin hatalı iletişimden kaynaklandığı, yine aynı çalışmalarla ortaya konulmuştur. Bu anlamda teknik adamın, futbolcusuyla kurduğu iletişim, futbolcunun amaca yönlenmesi ve sezon sonunda ya da bir yarışmada şampiyonluğa ulaşması için yadsınamaz bir öneme sahiptir. Çünkü teknik adamın oyuncuya, oyuncunun da teknik adama ileteceği (anlatacağı) çok şey vardır.

Sonu kupayla bitecek bir yarışma organizasyonu içinde, yani hedefe ulaşmada, insanların birbirleriyle kuracakları iletişimin sağlıklı olup olmaması çok önemlidir.

2. Varlık ve Risk Yönetimi

Futbol kulüplerinin bonservis bedelleri üzerinden piyasa değerlerine bakıldığında Avrupa'da yer alan 53 ülke liginin toplam piyasa değeri 19 milyar dolara ulaşıyor.

Liglerin ulaştığı bu parasal büyüklük ve endüstrileşmenin getirdiği nitel değişimler doğal olarak kulüpleri,  daha önceden hiç karşılaşmadıkları bir kavrama, yani Varlık ve Risk Yönetimi'ne götürüyor. Bu nedenle kurumsallaşma ve kendi kurumsal yönetişimlerini oluşturma çabaları daha anlamlı hale geliyor. 

Kulüplerin varlıkları  sadece sahip oldukları değerli oyunculardan oluşmuyor. Bugün milyon dolarların kazanıldığı futbolun üretim alanı olan statlar, her birinden binlerce doların kazanıldığı en önemli varlıklardan birisi olan taraftar müşteriler, sahip olunan çok değerli gayrimenkul ve menkul değerler, iştirak olunan önemli şirketler de kulüplerin aktiflerini oluşturuyor. Bu nedenle kulüpler sahip oldukları bu varlıklarını çok etkin ve minimum riskle yönetmek zorundadırlar. 

Sahip olduğu aktiflerini iyi yönetemeyen, onları sistematik olan ve olmayan bazı risk kaynaklarına karşı koruyamayan; futbolun belirsizliğinin neden olabileceği olumsuz sonuçlara karşı önceden gerekli önlemleri alamayan bir futbol yapılanmasının endüstriyel futbolda eşitleriyle çok da rekabet edebilme şansı bulunmuyor.

Günümüzde kulüplerin oyuncularının yanı sıra, sahip oldukları diğer en önemli aktif varlıklarının başında statlar ve storlar geliyor. Özellikle kulüp faaliyetlerinin devamlılığını sağlayacak mali ve sportif başarılar, artık bugün etkin bir risk yönetimi ile mümkün olabiliyor.  Bugün modern statlarda koltuk başına birim maliyet yaklaşık 1000 ile 3000 euro arasında değişiyor. Çok kaba bir hesapla 50.000 kişilik bir stadın genel maliyeti 50 milyon ile 150 milyon euro arasında değişebiliyor. (İngiliz Milli Takımı'nın maçlarını oynayacağı 90.000 kişilik yeni Wembley Stadı'nın maliyeti 1,5 milyar dolara yaklaşmıştır.  Koltuk başına maliyeti 17.000 dolara yaklaşan stadın çok etkin yönetimi, korunması, bakımı ve yaşar halde tutulabilmesi bile başlı başına bir risk ve aktif yönetimini gerektiriyor.

Kulüplerin aktif varlıkları içinde bugüne kadar çok da dikkate alınmayan bir diğer aktif varlık kalemi olarak karşımıza taraftar tüketici çıkıyor.  Taraftarın günümüz endüstriyel gelişimi içinde pratikteki anlamı taraftar tüketici olurken; bu kavram kulüp açısından ise müşteri-taraftar olgusuna dönüşüyor. İşte taraftar müşterinin kulüpler için bir varlık olarak dikkate alınması ve buna göre risk yönetimi analizine dahil edilmesi, endüstriyel ve modern futbolun ve kurumsal yönetişimin vazgeçilmezlerindendir.

Aslında taraftar tüketicinin ya da taraftar müşterinin kulüpler açısından bir varlığa dönüşümü, tamamen endüstriyel dönüşümün pratikteki iz düşümü olarak karşımıza çıkıyor. Bu aktif kalem, bugün kulüplerin en önemli varlıklarından birisini oluşturuyor.  Bugün kulüplerin gelir kalemleri içinde yer tutan iki önemli gelir kaleminin ana objesini taraftar tüketici ya da diğer deyimle müşteri-taraftar oluşturuyor.

Kulüplerimizin ciddi iç denetim zafiyetlerine de burada değinmemiz lazım. Kuvvetler ayrılığı ilkesi temelinde Denetleme ve Divan Kurulları'nın fonksiyonlarını tam anlamıyla yerine getiremiyor olmaları, kulüp içinde merkeziyetçi demokratik yapılanmanın, demokrasi kısmını sekteye uğratıyor. Kurumsallaşma kurum içinde kuvvetler ayrılığına bağlı bir yönetim anlayışının, transparanlığın ve hesap verilebilirliğin örgüte egemen kılınmasını ifade eder. Bu kapsamda olaya bakıldığında, kulüplerimizde bu kurumların doğru çalışmadığını gözlemliyoruz. Öncelikle bu olumsuzlukların giderilmesi gerekiyor ama daha önemlisi ülkemizde futbolda rekabet yanlış bir düzlem içinde gidiyor. Haksız rekabet temelinde şekillenen ve  üç büyüklerin ekseninde konumlandırılmış bir lig ne yazık ki Türk futbolunun gelişiminin önündeki en büyük engel. Bu yapısal sorun giderilmediği sürece tüm sorunlar da tali kalmış olacak gibi görünüyor.

3. Performans Yönetimi

Kulüplerimizin sportif ve mali başarıya ulaşmada karşılarına çıkan bir diğer önemli kritik başarı faktörü de Performans Yönetimi olgusudur. Nedir Performans Yönetimi? Nasıl yapılmalıdır?

Kulüplerin temel amaçları, yarışmacı ve sonu kupayla biten bir ortamda sportif ve mali başarıya ulaşmaktır.  Öncelikle sportif başarı ve sportif başarı döngüsüyle gelecek olan mali başarı temel olarak kulüplerce hedeflenir ve kulüpler genelde kendilerini bu olgulara göre konumlarlar. Ancak çoğu zaman ne sportif başarı, ne de mali başarı mümkün olmaz.

Performans yönetimi öz itibariyle bir hedef ve başarı  yönetimidir. Ya da daha açık ifadeyle daha sezon başında gerçekleştirilmesi amacıyla kulüp yönetimince ortaya konulan hedeflere ulaşım başarısı ya da sezon başında belirlenen hedeflere sezon sonunda ulaşma yüzdesi kulüplerin sportif performanslarını belirler.

Temelde kulüplerin;

1. Sportif Performans,

2. Mali ve iktisadi performans

hedefleri bulunur. Bu hedeflere sezon sonunda yaklaşım dereceleri, kulüplerin bu konularda ne kadar başarılı ya da başarısız olduklarını ortaya koyar. Ulaşılan performans, kulüpleri başarı döngüsü içinde ileriye (başarıya) ya da geriye (başarısızlığa) götürür. İleriye giden kulüpler, sonuçta kendilerine bu süreçte rekabet üstünlükleri sağlarlar. Sportif başarı performans yönetiminin gerekli ama yeterli koşullarından birisi değildir. Başarı döngüsünde yol alınabilmesi etkin bir performans yönetimini gerektirir. Bu döngü içerisinde sportif başarının mali ve iktisadi başarıya dönüştürülebilmesi de bu döngünün yeterli koşulunu oluşturur. Bu nedenle etkin bir performans yönetimi, sportif yarışmanın süreç olarak kulüp yönetimince çok etkin yönetimi ve denetimiyle mümkün olur.

Daha lig başlamadan ortaya konulan performans hedeflerinin takım tarafından özümsenmesi; bu performansa uygun transferlerin yapılması; teknik adam ve yönetim kadrolarının oluşturulması; aktiflerin en yüksek getiriyi sağlayacak şekilde yönetilmesi ve yönlendirilmesi performans yönetimi ve takibinin özünü oluşturur. Ortaya konulacak hedeflerin takımın rekabetçi yapısına, kapasitesine, kalitesine uygun olması gerekir. Gerçekçi hedeflerin belirlenmesi ve performe edilmesi temelde iki şekilde olur: İlki sportif performansın yönetimi ve takibi temelde futbol şubesi sorumlusu denetiminde ve teknik direktörün önderliğinde gerçekleştirilirken; mali ve iktisadi performans tamamen yönetimin denetimi ve sorumluluğunda gerçekleşir.

Bu süreçte takımın alacağı sportif başarı ya da başarısızlıkların yönetimi ve denetimi; buna uygun ara aksiyomların alınması, taktik değişikliklerin belirlenmesi teknik kadro ile yönetim kadrosunun uyumlu ve koordineli çalışmasıyla mümkün olur. Ancak her durumda performans yönetimi bir stratejik yönetim aracı olduğu için sorumluluk tüm anlamıyla yönetimindir. Bu konuda yapılacak hatalar ve bunların yol açacağı ciddi sonuçlar sadece teknik adam yetersizliği olarak görülemez ve değerlendirilemez.

Bu süreçte teknik kadro çok doğal olarak sportif performans yönetiminden sorumlu olmakla birlikte; kulübün iktisadi ve mali performansına da katkı sağlaması beklenir. Özellikle kulüp için çok önemli maddi getirilerin olduğu turnuvalarda başarılı sportif sonuçların alınması, iktisadi ve mali performansa da çok büyük katkı sağlayacaktır.

Sonuçta günümüz kulüplerinin sportif organizasyonlardan birer eko-sport organizasyonlara dönüşmüş olmaları onları daha rekabetçi bir ortama taşımıştır. Bu süreçte kulüpler rekabetçi yarışma içinde geride kalmamak için: varlıklarını iyi yönetmek, bazı risklerden bu varlıklarını korumak, sportif ve mali başarıya ulaşabilmek için de mükemmel bir ilişki yönetimi kurmak zorunda kalmışlardır. Bunların sağlanabilmesi ve sürecin olumlu performe edilebilmesi için de etkin bir performans yönetimi ve takibi yapılması gerekmektedir.

Futbol sektöründe "İyi Yönetişim - Good Governance"

Yönetişim, en basit tanımı ile, genel olarak hiyerarşik ve emir-komuta tipinde olmayan  yatay organizasyonların yönetim teknikleri ile ilgilidir. Bu ise federatif yapılı futbol yönetim organları için oldukça uyumlu bir modeldir. Buna göre yönetişim olan yapılarda tepede her şeye kadir egemen bir organ bulunmaz. Buna karşılık yönetim süreci yarı otonom birimlerden oluşan yapılar, yerel otoriteler, kamu kurumları, yarı kamusal örgütler ve çeşitli gönüllü organizasyonlar ve federatif yapılar söz konusudur.

Kulübün sportif, iktisadi ve mali başarıya ulaşabilmesi için yönetişim, "İyi Yönetişim-Good Governance" gerekiyor.

Bu uygulama, örgütler ile bunlara kaynak sağlayan paydaşları arasındaki ilişkileri tanımlayan deontolojik ilkeleri, örgütler arası ilişkileri düzenleyen yöntem ve teknikleri ve paydaşların birbirine karşı olan hak ve yetkilerini düzenler. Gerçekte "İyi Yönetişimi" gerçekleştiren belirgin bir yöntem olmamasına karşılık, deyim birkaç temel kavramdan oluşan, oldukça açık bir anlama sahiptir. Bunlar; şeffaflık, hesap verilebilirlik, paydaş katılımı ve net yasal ve deontolojik çerçeve olarak özetlenebilir.

Sporun ve futbolun "yönetişimi" konularına giderek artan ilgi, sportif organların amatör gönüllüler tarafından yönetilmesi yerine yönetim fonksiyonlarında uzmanlaşmış profesyonel yöneticiler tarafından yönetilmesi doğrultusunda önemli açılımlar yarattı. Artık sporun ve futbolun oldukça gelişmiş aktifleri üzerinde yönetici iktidarının kötüye kullanılmasını engelleyecek ve yönetimde verimliliği sağlayacak teknikler önem kazanmaya başlamıştı. Bu da ancak "iyi yönetişim" için temel ilkeler olan şeffaflık, açıklık, hesap verilebilirlik ve paydaşların katılımı ile sağlanabiliyordu.

Bu yaklaşım diğer taraftan paydaşların kim olduğu ve spor organizasyonlarının mülkiyeti gibi sorunların da gündeme gelmesine neden oldu. Bu çerçevede geleneksel taraftarlık organlarının yanında sporun ve futbolun sorunlarına yönelik organlar da oluşmaya başladı. İngiltere'de Manchester United'ın GLAZER ailesi tarafından satın alınarak sahipliğinin el değiştirmesi, taraftarların da mülkiyet üzerinde hak iddia eden organlar oluşturmalarına neden oldu. Manchester United Supporters Trust (MUST) taraftar organizasyonu, MU yönetişim sistemi içinde bir yer sağlamak için yoğun bir kampanyayı yürütüyor. Bu kampanya taraftarlar tarafından bir yarı-profesyonel futbol kulübü FC United of Manchester (FCUM) kurulmasına kadar ilerledi. Tarihi kulüplerin taraftarları da kulüpleri üzerinde tarihi hakları olduğunu iddia ediyorlar ve bu hakkı talep ediyorlar. Benzer bir taraftar ilgisi  ve katkısı Barcelona Kulübü taraftarlarının "Blue Elephant-Mavi Fil" örgütlenmesinde de gözlenebiliyor. Bu ve benzerleri hareketler taraftarların da futbolun ekonomi-politiği içinde anlamlı bir yer alma isteklerini yansıtıyor. İngiltere, Galler ve İskoçya bölgelerinde şimdi kulüp yönetişiminde yer almak amacı ile oluşturulmuş yüzün üzerinde taraftar organizasyonu görülüyor. Bu örgütler kulüp hisselerini toplayarak yönetimde temsil edilme olanağı sağlamaya çalışıyorlar.

SONUÇ: Futbola uygun "iyi yönetişim" modeli gerekiyor

Bugün yıllık gelir ve giderleri yüz milyonlara ulaşan futbol kulüplerinin artık geleneksel ve konvansiyonel yönetimlerle idare edilmesi çok gerilerde kaldı. Bu mantık ve anlayışla sevk ve idare olunan kulüpler yarışmacı turnuvalarda artık ne yazık ki çok gerilerde kalıyorlar. İktisadi, mali ve sportif başarı ancak kulüp yönetimlerine Kurumsal Yönetim ve Yönetişimin egemen yapı haline getirilmesiyle mümkün olabiliyor. Ancak klasik yönetim anlayışının sadık uygulayıcısı yöneticiler buna ne kadar izin verir bilinmez ama toplam başarı ancak bu şekilde geliyor. Futbolun nüfuzunu bırakmak istemeyen yöneticiler ancak bir noktaya kadar kulüplerini taşıyabilirler ama bu gelinen nokta asla kulüp çıkarlarını gözeten ve kulübü daha ileri yarışmalara taşıyacak bir nokta olamayacaktır. Bu nedenle kurumsal çıkarları ön plana alan bir örgütsel yapının oluşturulması sorunu, bugün Türk futbolunun önünde duran tarihsel bir görevdir. Kurumsal çıkarların maksimizasyonu, ancak kurumsal yönetişim ve yönetimle mümkün olabilir.

"İyi Yönetişim" kavramı, genellikle içine kapalı, şeffaflıktan uzak futbol kulüpleri ve hesap vermek ve şeffaf olmak istemeyen futbol yönetim organları dünyasında özellikle önem taşıyan bir kavramdır. Futbol yönetim organlarının kulüplerdeki yönetişim sistemlerinin geliştirilmesine destek olmak için  daha fazla çaba göstermeleri gerekiyor. İyi yönetişim kulüplerin kendi başlarına başarabilecekleri bir uygulama olmaktan uzak görünüyor. Bu sürece taraftar örgütlerinin de katılmaları gerekiyor. Bu anlayış uygulamaya geçmeden bütün dünyada futbolun geleceği  çok parlak görünmüyor.

Otoriteler  aynı zamanda futbol gelirlerinin dağılımındaki adaletsizlikleri giderecek çareleri de geliştirmelidir.  Yayın gelirleri daha adaletli dağıtılabilir. Gerçekte bu gelirlerin daha önemli bir kısmı alt ligler  ve futbol alt yapısının geliştirilmesi için pay olarak ayrılmalıdır. Diğer taraftan maç günü gelirlerinin ve diğer ticari gelirlerin de yeniden dağılımı için teknikler geliştirilmelidir.

Bu yaklaşıma önemli bir itiraz, kötü yönetilen kulüplerin neden iyi olanlar sırtından finanse edilmeleri gerektiğidir. Buna cevap iyi yönetişimin bütün kulüplere yaygınlaştırılmasının etkinliği arttıracağıdır. İki temel stratejik hedef; gelirlerin daha adil dağılımı ve kulüplerin etkin yönetimi birbirleri ile tutarlıdır. Futbol yönetim otoriteleri gelirleri daha dengeli dağılan ve daha etkin yönetilen bir futbol modeli üzerinde ısrarlı olmalıdır. Burada taraftar dernekleri ve bunların federasyonları da iyi yönetişim modeline dahil edilmelidir. Taraftarların kulüp yönetimindeki etkinlikleri birçok Avrupa liginde görülebilmektedir. Taraftarların yönetimle ilgilendikleri kulüplerde finansal yönetimin daha sağlıklı işlediği gözlenebiliyor.

Four Four Two dergisi'nin 2009 yılı Şubat sayısında da konuya ilişkin yayınlanan  bir makalede, aslında bizim kulüp yönetimine ilişkin yıllardır söylediğimiz şeyler kısa başlıklar halinde Nick Watkins tarafından kaleme alınmış. Watkins de  özetle; Kulüp yönetimini CEO önderliğinde bir orkestra yönetimine benzetiyor. Genel ihtiyaçların uygun bileşimini sağlayan yöneticinin başarılı olacağını belirtiyor ve devam ediyor. Kulüp yönetiminin basit ve sıradan bir şirket gibi yönetilemeyeceğini; kulüp yönetiminin diğer örgüt yönetimlerinden önemli farklar gösterdiğini; yanlış transferlerden kaçınılmasını ve nakit akışının hiçbir zaman gözden kaçırılmaması gerektiğini; finansal disipline önem verilmesini; gelirleri maksimize ederken, kompleks maliyetlerin minimize edilmesini; teknik direktörlerin kararlarına kesinlikle karışılmamasını, aksine desteklenmesini (bu biraz bize uymuyor ama!); stadyumların 365 gün açık ve çalışılabilir hale getirilmesini; altyapıya önem verilmesinin başarıda en önemli kritik kararlardan birisi olduğunu; taraftarın taleplerine profesyonelce yanıt verilmesini ve sonuçta futbolun daima zevkli bir uğraşı olduğunun bilinciyle hareket edilmesini istiyor.

Kaynakça:

Tuğrul AKŞAR-Kutlu MERİH, Futbol Yönetimi, Literatür yayınları, İst. 2008.

Cüneyt SEZGİN, Kulüplerimizde Risk Yönetimi, Denetim ve Kurumsal Yönetim, http://www.fesam.org/sur_makale.php?kod=14&url=uzman/cs011.htm - http://www.fesam.org/sur_makale.php?kod=14&url=uzman/cs011.htm

Grant THORNTON, " Governance; A Guide for footbaall Clubs" The FA December, 2005.

Manchester Utd. Official Web Site.

Yalın SEVGÖR, Utilization of Europen ootball Club management Practices in Turkish Football,  Master's Thesis, Helsinki University., 2005

Four Four Two,  The Ultimate Football Magazine, Europen Edition, February 2009,

Edward ENSOR, Manchester United,, Building a Legend: The Busby Years, 2007.

Joe NOCERA, "Social (ir)responsibility", The Herald Tribune, April 8, 2007.

Mete İKİZ, "Barcelona'nın Mavi Fil'i Türklere örnek olabilir",  http://www.fesam.org/sur_makale.php?kod=99&url=uzman/mikiz012.htm - http://www.fesam.org/sur_makale.php?kod=99&url=uzman/mikiz012.htm

Mete İKİZ, "Manchester United futbolda başarının standardını belirliyor", http://www.referansgazetesi.com/haber.aspx?HBR_KOD=94072 - http://www.referansgazetesi.com/haber.aspx?HBR_KOD=94072

Kaynak: http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109 - http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 19/Oca/2009 saat 14:20
Futbola ”Bailout” (Mali Yardım) yakında…

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

19.01.2009 - 08:52

Gelecek hafta Turkcell Super Lig kaldığı yerden devam edecek. Bu dönemde verilen arayı iyi kullanabilmek amacıyla bu hafta da yine birkaç önemli konu üzerinde durmaya çalışacağız.  Aslında bu tür aralar bazı genel ve sağlıklı değerlendirmeler yapabilmek için de çok iyi geliyor. Ama en uzun arayı da bizim verdiğimizi iletmek istiyorum. Bu kadar uzun aranın faydaları ve sakıncaları tartışılabilir. Özellikle belirli bir performansı yakalamış, tam açılmış takımlar için bu "motoru kapatmak" ile eş anlamlı. Öbür yandan sakatları, eksiği ve form yetersizliği olan takımlar için de bir derlenme, toparlanma ve yaraları sarma dönemi oluyor bu ara…

Bu haftaki yazımızda, bir yandan futbola da sıçrayan ekonomik durgunluğun üzerinde durmaya çalışırken, diğer taraftan bu ay itibariyle FourFourTwo dergisinin yaptığı 2009'un En Zengin Futbol adamları ve bunların varlık gelişimlerini değerlendirmeye çalışacağız. Aynı zamanda bir futbol ligine yabancı sermayeyi çekebilmek için neler yapmamız gerekiyor? Bu konuda karşımıza en güçlü örnek olarak çıkan Premier Lig'de işler nasıl yürüyor? Ne kadar yabancı sermaye yatırımı olmuş? Bunların üzerinde durmaya çalışacağız.

Ekonomik Kriz Futbolu da Vurmaya Başladı

Ekonomik kriz tüm yakıcılığıyla devam ediyor.  Ekonomik konjonktürdeki olumsuzluklardan futbol kulüplerinin etkilenmemesi mümkün görünmüyor. Nitekim başta Premiership olmak üzere Avrupa'nın üst düzey liglerinde mücadele eden futbol kulüplerinden finansal anlamda kötü haberler geliyor ve ne yazık ki gelmeye devam edecek gibi de görünüyor…Bu konuda daha öndeki haftalarda olası gelişmeleri de göz önünde bulundurarak bazı analizler yapmıştık. Futbol da diğer tüm sektörler gibi, krizden payına düşeni alıyor. Özellikle kulüpler 2008'in son çeyreğine ilişkin açıkladıkları mali tablolarında önemli zararlara uğradıklarını anons ettiler. Bu konuya önümüzdeki haftalarda bu sütunlarda yer vermeye çalışacağız…

Küresel kriz sadece 2009 yılının en zengin futbol kulübü sahiplerinin servetlerini eritmedi, aynı zamanda futbol milyoneri futbolcuların servetlerinde de önemli kayıplar yaşanmaya başlandı.

2009 Yılı Futbol Zenginleri

FourFourTwo dergisinin yaptığı listeye göre futbol kulübü sahibi olan dolar milyarderlerinin başında, 15 milyar Sterlinlik servetiyle  Manchester City kulübünün sahibi, aynı zamanda Galatasaray'ın Seyrantepe'deki  yeni stat projesine de ortak olan Şeyh Mansur Bin Zayed El Nayan geliyor. Şeyh Mansur El Zayed'i ise dünyanın en büyük çelik üreticilerinden ve Türkiye'de Erdemir'in de hissedarlarından olan Hintli Lakshmi Mittal izliyor. İlk üç sırada yer alan son milyarder ise 10 milyar Sterlin tutarındaki servetiyle Chelsea'nın patronu Roman Abramovich…

FourFourTwo'un yapmış olduğu 2009'un futbol zenginleri listesi kulüp sahibi bazında aşağıdaki tabloda görülüyor.  

2009 Yılı Futbol Zenginleri Listesi

  Kulüp Serveti

 Kulüp Sahibi   (Milyon Sterlin)

1 Şeyh Mansur Bin Zayed El Nahyan Manchester City 15.000

2 Laksimi Mittal ve ailesi Queens Park Rangers 12.500

3 Roman Abramovich Chelsea 7.000

4 Joe Lewis Tottenham Hotspur 2.500

5 Bernie& Slavica Ecclestone Queens Park Rangers 2.400

6 Stanley Kroenke Arsenal 2.245

7 Alisher Usmanov Arsenal 1.500

8 Lord Grantchester ve Moores Ailesi Everton 1.200

9 Dermot Desmond Celtic 1.200

10 Lord Ashcroft Watford 1.100

11 Malcolm Glazer ve ailesi Manchester United 1.100

12 Simon Keswick Cheltenham Town 996

13 Trevor Hemmings Preston North End 900

14 Mike Ashley Newcastle United 800

15 Randy Lerner Aston Villa 750

16 Tom Hicks Liverpool 700

17 The Walker Ailesi Blackburn Rovers 660

18 Mohammed Al Fayed Fulham 650

19 Sir David Murray Glasgow Rangers 600

20 David Sullivan Birmingham City 450

21 Steve Morgan Wolves 400

22 Sir Martyn Arbib ve ailesi Swindon Town 350

23 David Gold ve ailesi Birmingham City 350

24 John madejski Club Reading 350

25 George Gilett Liverpool 300

26 Stephen Lansdown Bristol City 275

26 Sir Elton John Club Watford 325

27 Danny Fiszman Club Arsenal 220

28 Marcus Evans İpswich Town 200

29 Kevin Mccabe ve ailesi Sheffield United 200

30 Sir Keith Mills Tottenham Hotspur 200

FourFourTwo'un yapmış olduğu listeye giren tüm iş adamları ve futbolcuların servetleri toplamı 61 milyar Sterlin'e ulaşıyor. İlk 30'da yer alanların (yukarıdakilerin) toplam servetleri ise 57.4 Milyar Sterlin.

Kriz Servetleri Eritti

Yukarıdaki tabloda yer alan dolar milyarderi kulüp sahibi iş adamlarının servetlerinde, ekonomik kriz nedeniyle önemli sayılabilecek kayıpların oluştuğunu gözlemliyoruz. Bu listede yer alanlardan Chelsea'nin sahibi Roman Abramovich'in servetindeki erimenin değeri 3 milyar sterline ulaşmış bulunuyor.

2003 yılında Chelsea'yi  yaklaşık 150 milyon sterline satın alan ve bugüne kadar kulübe 578 milyon sterline para transfer eden Abramovich, Chelsea'ye harcadığı para karşılığı sadece 2 kez Premierhip şampiyonluğu, 1 kez Federasyon kupası kazandı. Takımı Cehelsea bir kez de  2008 yılında Şampiyonlar Ligi'nde final oynadı, ancak Kupa'yı Manchester United'a  penaltı atışları sonunda kaptırdı.

Kulübüne bu kadar para aktarmasına karşın Abramovich hala Chelsea'nin gelir gider dengesini sağlayıp, kulübünü kara geçiremedi. Şu anda Premier Lig'in en borçlu kulübü konumundaki Chelsea'nin toplam borçları 736 milyon Sterlin'e ulaşmış durumda.

Bir yanda Kriz, Diğer Yandan İngiliz Futbolu'na Para Yağıyor…

İngiliz futbolu Deloitte'un raporlarına göre yıllık yaklaşık 3.5 milyar dolar civarında bir gelir yaratıyor. Avrupa futbol pastasının yüzde yirmisine karşılık gelen bu tutar, diğer liglerle kıyasladığımızda gerçekten olağanüstü bir rakam olarak karşımıza çıkıyor. Bu denli büyük para yaratan bu lig'de tüm profesyonel kulüpler şirket şeklinde örgütlenmek zorunda oldukları için, bu şirketlerin hisseleri de alınıp satılabilmekte; kulüpler Londra borsasına kote olabilmektedirler. Gerek bu durum, gerekse Premier Lig maçlarının özellikle hafta sonları 172 ülkede canlı yayınlanıyor olması ve yaklaşık 470 milyon insanın bu ligi ilgiyle izlemesi, Premier Lig kulüplerinin yabancı yatırımcı için önemli bir cazibe merkezi olmasına neden oluyor.

Aşağıdaki tablodan da görülebileceği üzere Premier Lig'deki yabancı yatırım tutarı 2.159 milyon Sterlin'e ulaşmış durumda.  Bu tutar, kulüp yatırımı için gelen sermaye olmakla birlikte, Roman Abramovich- Chelsea örneğinde olduğu gibi bir de kulüp sahiplerinin, faaliyetlerin finansmanına yönelik olarak kulüplere işletme sermayesi olarak koydukları tutarları da dikkate aldığımızda bu tutar 4 milyar Sterlin'e ulaşıyor. Bu nedenledir ki, İngiliz kulüplerinin toplam borçları 5.750 milyon  dolara ulaşıyor. Şu anda İngiliz futbol kulüplerinde borç/gelir rasyosu  %157 civarındadır. Bu rasyo bize, İngiliz futbol kulüplerinin ürettiklerinden daha fazla tükettiklerini; yani gelirlerinin çok üstünde bir borçlanmaya gittiklerini gösteriyor.

İngiliz Futbolu'nda Yabancı Sermaye (Milyon Sterlin)

Takım Kulüp Sahibi Ülke Satın Alma Tutarı Payı (%) Alındığı Tarih

Fulham Muhammed El fayed Mısır 32 100 1997

Chelsea Roman Abramovich Rusya 150 100 2003

Manchester United Malcolm Glazer ABD 850 100 2005

West Ham Eggert Magnussan İzlanda 92 100 2006

Aston Villa Randy Lerner ABD 68 100 2006

Portsmouth Alexander Gaydamak Rusya 11 100 2006

Blackpool Valery Belokon Litvanya 4,5 20 2006

Liverpool G.Gilett&T.Hicks ABD 508 100 2007

Arsenal Alisher Usmanov Rusya 75 14,6 2007

Leicester City Milan mandaric Sırbistan 25 100 2007

Queens Park Rangers Laksmi Mittal Hindistan 200 20 2007

Manchester City Suleyman El Fahim B.A.E 144 100 2008

Yabancı sermaye İngiliz futboluna önemli bir fon sağlıyorsa da, genel olarak Premiership ekiplerinin yüksek borçluluk oranları başta Football Association (FA) olmak üzere, UEFA ve diğer ligler tarafından da haksız rekabete konu olması nedeniyle ciddi bir şekilde eleştiriliyor…

Turkcell Super Lig'e Yabancı Gelir mi?

Peki biz Turkcell Super Lig olarak ne kadar yabancı sermayeyi Türk futbol endüstrisine çekebiliriz? Ya da yabancı sermaye Türk Futboluna para yatırır mı?

Aslında bu konu ayrı bir inceleme konusu…bunu ilerleyen haftalarda değerlendirmeye çalışlacağız. Ancak kısaca şunu belirtmeliyiz ki, gelişmiş ülkelerin futbol liglerinde mevcut yapılarından dolayı ortakların işlerindeki bozulmaların da etkisiyle büyük iktisadi ve mali sıkıntılar yaşanmakta. Bu ülkelerde kulüp sahibi çoğu firma, bugün hükümetin  mali yardım paketinden destek almaya çalışıyor. Biz bu koşullar altında henüz bu krizin yakıcılığını çok yaşamadık. Bu nedenle kulüplerimiz her ne kadar finansal sıkıntı içinde olsalar da, bu sıkıntı asla bir Premier Lig, bir Serie-A, bir Bundesliga'da yaşanılan sıkıntı kadar olamaz. Bunu bir avantaj olarak görebiliriz ve yabancı sermayeyi Türk futboluna çekebiliriz. Ama bunun için bazı yönetsel, yasal ve ticari yapılanma gerekiyor. Bugünkü dernek örgütlenmesi zaten bu tür fonların ülkemize gelmesine olanak tanımıyor. Benim iddiam o dur ki, futbol otoritesi öncülüğünde gerçekleştirilecek yeni bir yapılanma ve örgütlenme Türk futbol kulüplerine olan ilgiyi artırabilir. Bunun için neler yapılması gerektiğini iki haftadır yazıyoruz. Bu nedenle bunları burada tekrarlamayacağız.  Ama futbol otoritesinin önünde böylesine tarihi bir fırsat duruyor. Daralan piyasalarda radikal önlemler almak ve bunları hayata geçirmek öncelikli görevlerin başında geliyor.

İngiliz Futbolu'na Yeni Abramovich, Şeyh Mansur El Nayan…

Nitekim Manchester City'nin sahibi Şeyh Mansur El Nahyan'ın hafta içinde Milan'ın Brezilyalı oyuncusu Kaka'ya önerdiği 110 milyon Euroluk transfer teklifi de bu iddiaları bir yerde doğrular nitelikte…İş sadece Kaka'nın transferiyle bitmiyor. Manchester City aynı zamanda Manchester United'ın 2008 yılında Avrupa'nın en iyi oyuncusu unvanını almış bulunan genç yıldızı Portekizli Ronaldo'yu da alabilmek için 170 milyon Euro transfer bütçesi ayırması gerçekten Premier Lig'de finansal dengeleri sarsacakmış gibi görünüyor. İngiltere'ye giren her türlü paranın sıkı takibini yapan İngiliz Maliyesi, konu futbol oldu mu konuya sessiz kalmakla yetiniyor. Manchester City'nin Abu Dhabi grubun sahibi tarafından satın alınmasıyla bir yanda tüm gözler Manchester City'e çevrildi. Her ne kadar ezeli rakipleri Manchester United'ın sportif ve mali anlamda çok gerisinde kalmalarına karşın, bu hamleler tekrar Manchester United ile başa baş rekabet edebildiği günlere ulaşabilmenin de özlem ve arzusunu içeriyor. 47.500 kapasiteli stadında %90 doluluk oranı ile 42.856 seyirciye oynayan Man.City, son beş yılda toplam cirosunu 28 milyon Sterlin'den 61,8 milyon Sterlin'e çıkarttı. Toplam cirosunda sağladığı bu %121'lik artışa karşın hala Premier Lig'de istenilenden çok uzakta bir performans sergileyen ve şu anki haliyle düşmemek için mücadele eden Man.City, Şeyh'in kulübe ayırdığı 1 milyar dolara yakın transfer bütçesiyle ilk bomba transferini yaparak, Real Madrid'te oynayan Brezilyalı Robinho'yu 42 milyon Euro'ya kendi renklerine bağladı. İkinci ve belki de ondan daha fazlası olabilecek bir Abramovich vakasıyla daha Premier Lig'de karşı karşıyayız.  Yıllık faaliyet giderleri sürekli artan ve son beş yılda 169 milyon Sterlin harcama yapan Manchester City bu dönemde faaliyet karı yaratamadığı için son beş yılda toplam 23,4 milyon Sterlin zarar etmek durumunda kaldı. Ancak şimdi Şeyh'in kulübe para transferiyle, Man.City Premier Lig'de yukarıları zorlayabilecek…

İngiliz Futbol Kulüpleri Borç Batağında

İngiliz futbol kulüplerinin toplam borçlanmalarının 5,750 milyon dolara ulaşması UEFA'yı ve diğer ligleri de alarm vaziyetine geçirdi. Özellikle Premier Lig PLC.'nin Genel Müdürü    başta olmak üzere, Arsenal, Liverpool ve diğer bazı PL ekiplerinin teknik adam ve yöneticileri, PL'de bazı kulüplerin hızla haksız rekabete doğru gittiklerini ve kendilerine rekabet üstünlüğü sağladıklarından şikayetçiler…Konuya Bundesliga'nın güçlü ekiplerinden Bayern Munich de dahil oldu.

Geçen haftalarda UEFA başkanı Michel Platini de bazı İngiliz kulüplerinin Şampiyonlar Ligi'ni sürekli domine ettiklerini; ancak bu başarının arka planında bu kulüplerin sürdürülemez bir borç yapısına sahip olduklarını ve bunun da yarışmacı futbolda dengeleri bozduğunu ifade etti. Yine Plati'nin danışmanlarından Profesör Cannon da, bu kulüplerin gelirlerini iyi harcamadıklarını, ekonomik kriz ortamında kaynakların iyi kullanılmaması durumunda, bir süre sonra bu kulüplerin "sıfırı tüketeceklerini" ve bunun da futbolu olumsuz etkileyeceğini ifade etti.  Zira Avrupa'da çoğu kulüpte Merchandising gelirleri, lokal reklam ve medya gelirleri, sponsorluk gelirleri düşme trendinde. Şu anda futbolda hiçbir kulübün ve oyuncunun, düşen gelirler ve ekonomik kriz nedeniyle güvende olmadığını ifade eden Cannon,  bir süre sonra kulüplere para desteği sağlanmak zorunda kalınabileceğini dile getirdi. Çoğu sponsor firmanın finansal sıkıntıya girmesi, Premier Lig'de sponsorluk gelirlerinde önemli düşüşlere yol açtı. Artık eskisi gibi muazzam para desteği sağlayan sponsorlar çok fazla kalmadı…

İngiltere'de Bazı Kulüpler, Patronları Yüzünden Zor Durumda Kalabilirler

Bazı İngiliz kulüp patronlarının finansal dengelerinin ekonomik kriz nedeniyle mali durumlarının bozulması, önümüzdeki günlerde Premier Lig ekiplerinde bazı el değiştirmeleri de beraberinde getirebilecek gibi görünüyor. Bu aynı zamanda bazı kulüplerin çok daha fazla zorlanacaklarını ve hatta iflasa kadar sürüklenebileceklerinin de bir ön işareti olarak yorumlanabilir. Özellikle yüksek borç baskısı altında kalan bazı kulüplerin sürdürülemez bir finansal yapıya doğru sürüklenmeleri, onları önümüzdeki günlerde çok önemli sıkıntılara sevk edebilecek gibi görünüyor. Bu kulüplerin başında da New Castle United geliyor. NCU'nun 48 yaşındaki patronu ve İngiltere'nin spor malzeme üreticisi devlerinden Mike Ashley'in sahip olduğu şirketin yaklaşık 200 milyon Sterlin tutarındaki bir varlığını başta Madoff olmak üzere bazı hedge fonlara kaptırması ve buna bağlı olarak Londra borsasına kotasyonlu şirketinin hisselerinin büyük bir düşüşe sahne olması Ashley'i çok sıkıntıya sokmuş durumda. 

Yine ekonomik krizin etkisinden kurtulamayan ve finansal dengesi bozulan kulüplerden  Porsmouth ve West Ham da son derece sıkıntılı bir durumla karşı karşıyalar. Özellikle Portsmouth'un sahibi Alexsandre Gaydamak kulüplerine alıcı arıyor. 2006 yılında aldığı Portsmouth'a bugüne kadar ilave 32 milyon sterlin daha ödeyen Gaydamak,  Portsmouth'da beklediği performansı mali ve sportif anlamda yakalayamadı. Halen 23 puanla PL'de 14. sırada yer alan kulüp düşmemeye oynuyor.

Yine 2006 yılında 92 milyon Sterlin'e West Ham'ı alan İzlandalı Eggert Magnussan da, İzlanda'nın toptan iflas etmesiyle bugünlerde son derece zor durumda ve şu anda kulübü devir edecek başka bir yatırımcı arayışı içinde…

Roman Abramovich Chelsea'yi Satıyor mu?

2003 yılında 150 milyon Sterlin'e Chelsea'yi aldığında yaklaşık 11,7 milyar Sterlin serveti olduğu tahmin edilen Roman Abramovich, Chelsea ile İngiltere ve  Avrupa'da tüm kupaları havaya kaldırabilmek için hiçbir fedekarlıktan kaçınmayacağını ifade etmişti. Nitekim 2003 yılında kolları sıvayan Abramovich geçen beş yıllık süre içinde kulübe kendi servetinden yaklaşık  578 milyon sterlin para aktardı. En kaliteli hocaları, en popüler oyuncuları transfer etti. Ama geçen süre içinde Abramovich'in ekibi  sadece 2 PL şampiyonluğu ve bir Federasyon Kupası  kazandı. Sadece bir kez de Şampiyonlar Ligi finali oynadı. Bütün bunların ötesinde harcadığı para ile İngiltere medyasının her zaman en popüler kişileri arasında yer alan Abramovich, Chelsea ile düşündüğü finansal başarıya da ulaşamadı. Deloitte'un yaptığı en zengin 20 sıralamasında sahip olduğu 190,5 milyon Sterlin gelir ile 4. sırada yer alan mavili ekip, PL'deki en büyük rakipleri Manchester United'ın da çok gerisinde kaldılar. Manchester United 236,2 milyon Sterlin gelir ile ilk sırada yer alırken, yıllık giderler bakımından da Chelsea'den daha iyi bir performans gösterdi.

Elde ettiği toplam gelirler bakımından son beş yılda Manchester United'ın 190 milyon Sterlin gerisinde kalan Chelsea, aynı dönemde rakibine göre 250 milyon Sterlin daha fazla harcama yapmış durumda.

Yine bu dönemde toplam zararı 372 milyon Sterlin'e ulaşan Chelsea, sahip olduğu borç bakımından da Manchester United'dan ciddi fark yemiş vaziyette…Toplam 736 milyon Sterlin borcu bulunan Chelsea aslında tam anlamıyla borç batağına girmiş durumda. Şu anki borçlarını döndürmekte zorlanan kulüp, ekonomik kriz yüzünden 4 milyar Sterlin'e yakın para kaybeden ve serveti eriyen Abramovich'ten daha fazla ek kaynak alamayacakmış gibi görünüyor. Chelsea'nin bugünkü iktisadi ve mali yapısı ile sahip olduğu sportif performans,  Abramavich'e parasını geri alabilme olanağı tanımıyor. Bu nedenle Abramovich'in uygun bir alıcı bulması durumunda kulübü satması an meselesi…

Chelsea şu anda PL'de 45 puanla Man.United ve Liverpool'un arkasında üçüncü sırada yer alıyor.

Futbola Bailout (Mali Yardım) Olur mu?

Liverpool'un sahipleri Tom Hicks ve George Gilett ekonomik kriz nedeniyle yaklaşık 350 milyon Sterlin tutarında bir mali yardım aldılar. Aslında 2007 yılında yaklaşık 508 Sterlin'e satın aldıkları Liverpool'un toplam borcu bugün 674 milyon Sterine ulaşmış durumda ve borç her geçen gün daha da artmakta…En zengin 20 Kulüp sıralamasında 133,9 Milyon Sterlin ile 8. sırada yer alan Liverpool finansal anlamda ortaklarının finansal durumlarının giderek bozulması nedeniyle sıkıntılı günler geçiriyor..ve bugünkü performans ile Liverpool'un bu borcun altından kalması çok da mümkün görünmüyor.

Geçtiğimiz Ekim'de, FA Yönetim Kurulu Başkanı  Lord Triesman  PL ekiplerinde borçlanmanın giderek arttığını ve 5.5 milyar dolara ulaşan bu borcun kulüpler için somut bir tehlike oluşturduğunu; hiçbir zenginin ya da iş adamının bu dağ gibi borçlarla mücadele edemeyeceğini ve bu yapının sürdürülebilir bir yapı olmaktan bir an önce kurtulması gerektiğini  ifade etmişti.

Ancak gelinen son durum gösteriyor ki, PL ekipleri gerçekten global krizden en fazla etkilenen kulüpler ve bu kulüplerin kendi çabalarıyla bu "dağ gibi borçlar"ın altından kalkmaları da çok olası  görünmüyor. İngiltere her ne kadar kürsel sermayenin aktığı ülkelerden birisi de olsa, son zamanlarda yaşanılan finansal ve ekonomik olumsuzluklar İngiliz kulüplerine yatırım yapan şirketleri ve grupları çok büyük etkilemiş durumda. Bu nedenle bu yatırımlarından belki de çoğu zarar ederek, çıkmak durumunda kalacaklar..  Ancak, bugünkü ortamda bu kulüplere kim mi para yatıracak? Bu sorunun yanıtı da Manchester City vakasında yatıyor.

Önümüzdeki günlerde İngiliz Futbol Federasyonu'ndan "bailout" talebinde bulunabilecek kulüpler olduğunu belirtmekte yarar görüyorum. Böyle bir talep gelirse  bu,  hiç kimseyi şaşırtmasın…

Kaynak: http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109 - http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 26/Oca/2009 saat 09:36
Küresel krizden etkilenen taraftar bilet almaya devam edecek mi?

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

26.01.2009 - 09:04

Ekim 2008'den beri ekonomik krizin futbola olası etkilerini bu sütunlarda tartışmaya çalışıyoruz. Futbolun giderek krizden daha fazla etkileneceğini, bu nedenle kulüpleri zor günlerin beklediğini sürekli tekrarlıyoruz. Gerçekten de kriz tüm yakıcılığıyla futbola sirayet etmiş durumda. Ancak krizi tam yakıcılığıyla Turkcell Süper Lig henüz yaşamaya başlamadı daha. Bu nedenle konuya ilişkin kulüplerimizin herhangi bir önlem paketleri ve aldıkları bir aksiyon da yok. Her zaman ki "bir şey olmaz" duyarsızlığı ve kaderci anlayışıyla kulüplerimiz, toz duman bulutu içinde yol almaya çalışıyor. Avrupa'ya baktığımızda ise kulüpler krizin pençesinden kurtulabilmenin yollarını aramaya başladı bile. Kriz sadece reel kesim ya da finansı değil, futbola da ulaştı ve etkisi altına almaya başladı. Dalga dalga yayılan ekonomik krize karşı kulüplerimizin de bir an önce gerekli önlemleri almaları v bunları hayata geçirmeleri gerekiyor. Sadece kulüplerimiz mi? Futbolun yönlendiricisi, denetleyicisi ve örgütleyicisi konumundaki federasyonun da bir an önce gereken önlemleri alması ve kulüpleri bu konuda yönlendirmesi gerekiyor.

Bunu yapabilecek miyiz bilemiyorum ama Avrupa futbolundan hiç de iyi haberler gelmiyor. Avrupa'nın en yüksek geliri ve taraftar kitlesine sahip kulüplerinde bile sponsorlarla, yayın şirketleriyle, medya ve reklam şirketleriyle önemli sorunlar yaşanmaya başlandı. Çoğu kulüp borçlarını döndüremez oldu ve çok önemli tutarlarda zararlar açıklıyorlar. Bunlardan en çarpıcısı olan Newcastle United'ın bu hafta açıkladığı rekor zarar. 100.9 milyon sterlinlik ciroya sahip Newcastle'ın yıllık zararı 34,1 milyon sterlin… Bazı kulüp sahiplerinin bozulan işleri, kulüpleri de etkilemeye başladı. Avrupa'nın en önemli kulüplerinden bazıları, dağ gibi birikmiş borçların altından kalkamayacaklarını anladıkları için şimdiden kendilerine alıcı aramaya başladılar. Kısacası futbol zaten hastaydı, şimdi kriz bu hastalığı daha da ilerletti. Futbolun bağışıklık sistemi çökmek üzere… Bir an önce hastalığın semptomlarını doğru ve hızlı bir şekilde saptayıp, buna uygun tedavi sürecini başlatmalıyız.

Sponsorlar kulüpleri terk etmeye mi başladı?

Geçen haftaki yazımızda da bu konu üzerinde durmuş ve olası bazı olumsuzlukların futbolu nasıl vurabileceğini değerlendirmeye çalışmıştık. Görünen o ki, Avrupa futbolunda başta maç günü gelirleri, logolu ürün satım gelirleri olmak üzere, sponsorluk ve ticari gelirlerde önemli sayılabilecek düşüşler yaşanmaya başlandı. Önemli sayılabilecek kurumların, futboldaki stratejik ortaklarını bir an önce terk ederek, kendi yaşamsal varlıklarını devam ettirmeye çalıştıkları görünüyor.

Bunların içinde en dikkat çekeni Manchester United'ın stratejik sponsorlarından AIG'nin bu yılın sonunda artık sponsorluktan çekileceğini beyan etmesiydi. Yıllık yaklaşık 19,5 milyon sterlinlik sponsorluk desteğini artık veremeyeceğini beyan eden AIG kendi başının derdine düşmüş durumda. Geçen hafta gazete manşetlerine de yansıyan bu haber aslında bizim beklediğimiz gelişmelerden birisiydi.

Sadece Manchester United'ın değil, birçok İngiliz ve Avrupa kulübünün sponsorlarını kaybetme tehlikesi bulunuyor. Bu konu üzerinde yaklaşık 3 haftadır durduğumuz için daha fazla detaya girmeyeceğiz. Bizim üzerinde durmak istediğimiz daha farklı bir konuyu bugün gündeme getirmek istiyorum. Maç günü gelirlerinin temelini oluşturan gelir kaleminden, yani maç bilet gelirlerinden ve dolayısıyla maç bilet fiyatları üzerinde durmaya çalışacağım.

Taraftar maç bileti almaktan vazgeçecek mi?

Deloitte'un 2007 tarihli yıllık raporuna 17,5 milyar dolar tutarındaki Avrupa futbol pastasının yaklaşık %25'i maç günü gelirlerinden oluşuyor. Avrupa futbolunu domine eden beş büyük ligin gelirlerinin bileşimi aşağıdaki tablodan net olarak görülüyor. Beş büyük lig içinde en yüksek maç günü geliri elde eden lig olarak karşımıza %33 ile İngiliz Premier Lig çıkıyor.

Beş büyük ligde gelirlerin bileşimi

 İngiltere / İtalya / Almanya / İspanya / Fransa

Maç günü gelirleri 33% 13% 25% 28% 15%

Yayın gelirleri 42% 62% 27% 35% 57%

Sponsorluk 25% 14% 30% 37% 18%

Ticari gelirler (*) 11% 18% (*) 10%

 100% 100% 100% 100% 100%

(*) Sponsorluk ve ticari gelirler birleştirilmiştir.

Geleneksel futbolun en önemli gelir kaynağını oluşturan maç günü gelirleri endüstriyel aşamada bile önemini koruyor. Hâlâ çoğu lig ve kulüp için maç günü geliri en önemli gelir kaynağını oluşturuyor. Bununla beraber son zamanlarda kulüplerin maç günü gelirlerinde bazı azalmalar yaşandığı da yine gelen haberler arasında. Özellikle bazı kulüpler, geçmiş yıllarda tribünlere daha fazla seyirci çekebilmek amacıyla, geometrik artış trendi içindeki naklen yayın gelirlerinin getirisindeki yükseklik nedeniyle maç biletlerinde bazı indirimlere gitmişlerdi. Başarılı da olan bu uygulama çok fazla genele yayılamadığı için bu uygulamadan bir süre sonra vazgeçilmişti. Şimdi gelinen noktada ise, ekonomik krizin vurduğu taraftar tüketici artık gelirinin önemli bir kısmını futbola ayırmak istemiyor. Bunu niye mi söylüyoruz. İngiliz Virgin Money'in Premier Lig'de 3.887 taraftar arasında yapmış olduğu bir anket bize bunu söylüyor. Birazdan bu anket üzerinde duracağız ama öncelikle Premier Lig'deki maç biletlerine bir göz atalım isterseniz.

Premier Lig'de maç biletleri

Şampiyonlar Ligi / Derby Maçlar / Diğer maçlar

Arsenal Emirates Statyum 165£ 180£ 45-110£

Chelsea Stamford Bridge 220£ 150£ 35-125£

Manchester United Old Trafford 175£ 250£ 55-115£

Liverpool Anfield 180£ 225£ 25-125£

Tottenham White Hart Lane - 195£ 25-95£

Aston Villa Villapark - 195£ 25-55£

Blackburn Rivers Ewood Park - 125£ 25-95£

Bolton Reebok Stadium - 100£ 15-80£

Everton Goodison Park - 175£ 25-80£

Fulham Craven Cottage - 100£ 15-80£

Hull City KC Statdyum - 100£ 15-75£

Manchester City City of Manchester Stadium - 200£ 25-75£

Midlessbrough Riverside Stadium - 175£ 15-55£

Newcastle St James' Park - 175£ 30-85£

Sunderland Stadium of Light - 150£ 15-55£

Portsmouth Fratton Park - 130£ 15-95£

Wigan JJB Stadium - 100£ 15-55£

West Ham Upton Park - 175£ 25-60£

W.B.Albion The Hawthorn's - 175£ 15-55£

Stoke Britannia Stadium 150£ 15-45£

Yukarıdaki tabloya göre en yüksek bilet gelirini dört büyük elde ediyor. Arsenal, Chelsea, Manchester United ve Liverpool Premieeship'te en yüksek maç günü gelirine sahip kulüpler olmakla birlikte; dört büyüklerin dışında Tottenham, Everton, Blackburn; Manchester City ve Newcastle kulüpleri de Premier Lig'de en yüksek maç günü geliri elde kulüpler olarak karşımıza çıkıyor. Premier Lig'de çoğu kulübün Şampiyonlar Ligi ve derby karşılaşmaları dışındaki maçlarının biletleri 15 sterlin ile 125 sterlin arasında değişiyor. Premier Lig'de en düşük maç bileti 15 sterlinden başlarken, bazen bu fiyatlar, karşılaşmanın önemine göre yüksek meblağlara çıkabiliyor.

Beş büyük ligde ortalama bilet fiyatları

Yukarıdaki tablodan da görülebileceği üzere özellikle dört büyüklerin Şampiyonlar Ligi ve kendi aralarında oynadıkları maçların biletleri gerçekten el yakıyor. Beş büyük ligde ortalama bilet ücretlerine baktığımızda ise aşağıdaki tabloyla karşılaşıyoruz. Cem Çetin'in Referans Gazetesi'nde yayınladığı aşağıdaki tabloya göre maç bileti en pahalı ülke, 43 Euro ortalama bilet fiyatı ile Premier Lig. Premier Lig'i 40 Euro'luk bilet fiyatlarıyla İspanyol La Liga izlerken; La Liga'nın arkasında ise 27 Euro'luk bilet fiyatlarıyla İtalyan Serie-A'yı görüyoruz. Alman Bundesliga'da ise ortalama bilet fiyatı 25 Euro civarında…

Beş büyük ligde ortalama bilet fiyatları (€)

İngiltere 43

İspanya 40

İtalya 27

Fransa 26

Almanya 25

Kaynak: Cem Çetin, Referans Gazetesi

Premier Lig kulüpleri arasındaki bilet fiyat farklılıklarına benzer durumu Beş büyük Lig arasında da görüyoruz. Kulüpler özellikle kriz öncesine kadar daha fazla maç günü geliri elde edebilmek amacıyla, statlarını modernize ederek koltuk başına katma değeri yükseltmeye çalışıyorlardı. Ancak bugün kriz bu modernizasyon çalışmalarına sekte vurmuş durumda.

Dünyada en ucuz bilet fiyatlarından bazı örnekler verecek olursak, aşağıdaki tabloya bakmak gerekecek. PL'de en yüksek bilet fiyatlarına sahip Chelsea'de en ucuz fiyat 35 Euro'dan başlarken, Boca Juniors'un maçını 4 dolara izleyebilirsiniz.

Kulüp / En ucuz bilet fiyatı

Chelsea 38£

Real Madrid 25 €

La Galaxy 23$

Bayern Munich 19,51$

Sydney FC 12,72$

Boca Juniors 4$

Al Ahly cairo 1,81$

Taraftarın üçte biri gelecek yıl sezonluk bilet almak istemiyor

Virgin Money'nin Premier Lig'de 3.887 taraftar arasında yapmış olduğu ankete göre taraftarın yüzde otuz altısı, gelecek yıl Premier Lig'de sezonluk bilet almaktan vazgeçtiğini belirtmiş. Ankete katılan taraftarın yüzde otuz yedisi ise gelecek yıl da yine sezonluk bilet almaya devam edeceğini ifade ediyor. Her 10 taraftardan birisi ise gelecek sezon ekonomik kriz ve durgunluk nedeniyle, bütçesinden artık daha az parayı desteklediği kulübe harcayacağını belirtiyor.

Yapılan araştırma/ankete göre en büyük risk altında görünen kulüp olarak karşımıza West Ham, Blackburn ve Newcastle çıkıyor. Ankete katılan deneklerden bu üç kulübü destekleyen taraftardan %37'si gelecek sezon takımlarının kombine kartını almayacağını belirtiyor. Bu gerçekten çok önemli sonuçlar doğurabilecek bir olumsuzluk… Bunun üzerinde özellikle bu kulüplerin çok sıkı durması ve buna göre aksiyon alması gerekiyor. Anketin bir diğer ilginç sonucu ise Manchester United'lı taraftarlardan bu ankete katılanların %36'sının gelecek yıl kombine kart almayı düşünmediklerini belirtmeleri. Gelecek sezon kombine kartı almama düşüncesine sahip en düşük oran ise Wiganlı taraftara ait.

Kısacası ekonomik durgunluk taraftarı "cost cutting"e, yani maliyet tasarrufuna yöneltmiş durumda.

2009-2010 sezonu kombine kart almamayı düşünen taraftar dağılımı

Kulüp / Gelecek sezon kombine kart almamayı Düşünen taraftar (%)

West Ham 37

Blackburn 37

Newcastle 37

Manchester Utd. 36

Tottenham 34

Portsmouth 31

Bolton 31

Manchester City 31

Everton 27

Aston Villa 26

Chelsea 26

Arsenal 24

Middlesbrough 24

Fulham 22

Hull 20

Stoke 18

Sunderland 18

West Brom 18

Wigan 14

Yine söz konusu ankete göre: desteklediği kulübünün kombine kartına sahip taraftardan %24'lük kısmının bir bölümü yani yüzde üç oranındaki taraftarın ise kartları olmasına karşın masraf yapmamak için takımının her maçına gitmeyeceğini; %21'inin ise maça gitse bile herhangi bir harcama yapmayı düşünmediklerini; %9'luk bir taraftar kitlesinin de kartlarını bazı maçlarda arkadaş çevresine kiralayacaklarını ortaya koyuyor.

Bilet fiyatları daha da düşecek

Virgin Money'in yapmış olduğu anket ve genel ekonomik gidişat bize bilet fiyatlarında düşüşlerin yaşanacağını haber veriyor. Bugünkü bilet fiyatlarıyla maça gidebilmek ve statlarda para harcamak sadece %37'lik bir taraftar kitlesinin tüketim tercihini gösteriyor. Oysa bu oran mevcut genel giderlerin karşılanması için hiç de yeterli değil. Bu oranın hızla yukarı çekilebilmesinin yolu ilave başka önlemler almakla birlikte bilet fiyatlarının da revize edilmesinden geçiyor.

Ülkemizde ve diğer Avrupa liglerinde de bugün maç bilet fiyatları gerçekten el yakıyor. Bazı kulüplerimizin izlemiş oldukları fiyat politikası, sürdürülebilir görünmüyor. Aynı düşüşün ülkemizde de yaşanacağını tahmin etmek çok zor değil.

Futbol taraftarı fiyat endeksi

İngiltere'de Virgin Money Ocak 2006'dan bu yana Futbol Taraftarı Fiyat Endeksi yapıyor. Fiyat endeksi her üç ayda bir yayınlanıyor ve indeksi oluşturan mal ve hizmet sepeti içinde taraftarın maç günü yaptığı harcama kalemleri yer alıyor. Bu kelemleri sıralarsak; maça gelişte kullanılan tren bilet fiyatları, özel araç ve otobüsle gelen taraftar için bir galon benzin fiyatı, oto park ücreti, gıda, içecek ve alkol fiyatları, maç bileti, kulüp forması ve logolu ürünlerin fiyatları indeksin mal ve hizmet demetini oluşturuyor.

Virgin Money'nin Futbol taraftarı Enflasyon endeksine göre Ocak 2006'dan bu yana maç günü maliyetleri ortalama %36'lık bir artış göstermiş. Kriz öncesi son üç ayda yaşanılan fiyat artışı ise bir hayli yüksek. Bu artış %21 civarında… Yine bu endekse göre ortalama bir İngiliz futbol taraftarı maç günü yaklaşık 95,60 sterlin tutarında bir harcama yapıyor.

Endeksin bir diğer amacı da taraftara, destekledikleri kulüplerin ürünlerindeki fiyatların gelişimi, yani yükseliş ve düşüşleri hakkında bilgi vermek ve bunu geçmiş yıllarla kıyaslayarak, kendi bütçelerini hazırlamalarına yardımcı olmak. Kulüplerin bu endekse ne kadar duyarlı olduğunu bilemiyorum ama taraftar açısından gerçekten yararlı bir endeks.

Genel enflasyon düşüyor ya forma ve bilet fiyatları?

Söz konusu endeksi her üç ayda hazırlayan ve yayımlayan Virgin Money'e göre ekonomik durgunluk İngiltere'de futbolu seyirci sayısı ve maliyetler yönünden etkilemeye başladı. Hala futbolun kazanma şansı yüksek olmakla birlikte, kriz yolda. Çoğu insan resesyon nedeniyle iş kaybetme korkusu ve endişesi altında harcamalarını azaltma yoluna gidiyor. Bu nedenle sezonluk bilet (kombine kart) alımlarından vazgeçebiliyor ve olası sıkıntılara karşı para tasarrufuna yöneliyorlar.

Darboğaza giren diğer tüm sektörlerde olduğu gibi futbolda da kulüplerin, bu sıkıntıdan kurtulabilmek için kendilerine ve taraftarlarına yönelik acilen aksiyon planları oluşturmaları ve bunları hemen uygulamaya almaları gerekiyor. Aslında İngiltere'de bazı kulüpler krize karşı hemen gereken önlemleri almaya yöneldiler fakat daha çok bunları hayata geçirmeye ihtiyaçları var. Futbol Taraftarları Federasyonu başkanı Malcolm Clarke'e göre son 15 yıllık süreçte futbolda enflasyon hızlı ve tutarlı bir şekilde yükselmeye devam etti. Şimdi ise düşen genel enflasyon nedeniyle futbol endüstrisinde bazı mal ve hizmetlerin fiyatları, taraftar için cazip bir noktaya getirilebilir ve onların kısa dönemde bazı şeyleri de yapabilme olanağı da bu şekilde doğabilir. Kulüplerin daralan piyasada ve maç biletlerine talebin düşmesi durumunda, kulüpler kendi taraftar kitlesi için bir futbol maçının sonunda değişik ve sürpriz aktiviteler düzenleyebilir. Aksi halde İngiliz taraftar Premier Lig maçlarını iki kupa bira bedeline Publarda izlemeye başlayabilir. Seyircinin tribünden kaçmaması için kulüplerin daha farklı ve çekici alternatifleri düşünüp uygulamaya geçmesi Clarke'e göre elzem tedbirlerden sadece birisi.

Ekonomiler birer birer durgunluğa giriyor. Gerçekten de kriz nedeniyle son üç ayda başta petrol fiyatları olmak üzere çoğu hayati mal ve hizmetin fiyatlarında önemli düşüşler yaşandı. İnsanların para harcama iştahlarının krizden kaynaklanan çeşitli nedenlerden dolayı azalması, genel ekonomide olduğu gibi futbol ekonomisinde de bazı düşüşleri beraberinde getirdi. Bugün Premier Lig'de ortalama maç bilet fiyatlarında, forma fiyatlarında, yiyecek, içecek ve diğer bazı mal ve hizmet fiyatlarında düşüşler gözleniyor. Ancak bunun daha çok genele yayılması gerekiyor. Genel fiyatlar düzeyindeki düşüşler karşısında futbol kulüplerinin arz ettikleri mal ve hizmetlerin fiyatlamalarında da gözden geçirmelerini zorunlu kılıyor. Kulüplerin bu konuda izleyecekleri politika, taraftarın da harcama niyeti ve eğilimini belirlemiş olacak. Taraftar da buna göre sezonluk bilet alıp almamayı; maçlara daha sık gidip gitmemeyi düşünecek.

Kulüpler ekonomik krize karşı acilen eylem planları oluşturmalı

Yukarıda belirtilen anket açıkça ortaya koyuyor ki, taraftar içinde bulunduğu mali ve ekonomik sıkıntılar nedeniyle bundan sonra kulübüne daha az harcamaya başlayacak. Bunun kulüpler için anlamı ise gelirlerde önemli düşüşlerin yaşanacak olması. Oysa kulüp yani futbol ekonomisinde ise futbol kulüplerinin, yaptıkları harcamalar ve sahip oldukları yükümlülükler nedeniyle bunu birden yapabilme olanakları da çok mümkün görünmüyor. Zaten futbol ekonomisinde gelirler mevcut giderleri karşılamakta yetersiz kalırken, bir de maç günü biletlerini düşürmek kulüpleri ilk bakışta zora sokacakmış gibi görünüyor. Aksi takdirde bu kez de taraftarı statlara çekmek çok mümkün olamayacak. O zaman başka alternatifler yaratma arayışı içinde olmak zorunda futbol kulüpleri. Statlarda sınırlı kapasiteyle futbol üretimi gerçekleştiriliyor. Kapasiteyi kısa ve orta vadede artırma olanağı olmadığına göre bu darboğazı aşabilmenin yolu koltuk başına katma değeri yükseltmekten geçiyor. Bu ise ekstra yatırımlar gerektiriyor. Modernizasyon çalışmaları, ilave aktiviteler, daha fazla hizmet sunulması ve bu masrafları çıkartacak ilave talep yaratılması gerekiyor. Bütün bunlar ise kriz ekonomisi yönetimine geçilmesini ve daha şimdiden bunun hazırlıklarının yapılmasını zorunlu kılıyor.

http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109 - http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109



-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 02/Şub/2009 saat 11:21
Türk Futbolu İçin Daha Fazla Sivasspor!..

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

02.02.2009 - 09:09

Sivasspor'un Süper Lig'deki istikrarlı ve iddialı çıkışı ligimizde çok daha önceden tartışılması gereken bir konuyu gündeme taşıdı. "Sivasspor şampiyon olabilir mi?" Ya da  bir başka ifadeyle "Anadolu'dan şampiyon çıkar mı?" Soruya soruyla yanıt verelim: Neden çıkmasın ki? Trabzonspor da Anadolu'dan bu şekilde şampiyon çıkmamış mıydı? Tabii çoğu insan gibi ben de gönlümden geçeni dile getiriyorum. "Sivasspor şampiyon olur. Olmalı da" Bu temenni ve dilek; kısır, temposuz, verimsiz ve kalitesi düşük ligimizin geleceği açısından da gerekli...

Peki akıl ve mantık yönüm ne diyor? Üç büyüklerin ekseninde yapılanmış, dengesiz ve haksız rekabetin egemen olduğu bir ligde mevcut yapı buna ne ölçüde ve nasıl izin verecek? Neden geçmiş yıllarda bir Gençlerbirliği, bir Vestel, bir Gaziantepspor, bir Eskişehirspor ya da bir başka Anadolu takımı Lig'de şampiyonluk ipini göğüsleyemedi? Neden Sivasspor örneği Süper Lig'de toplumsal ve sportif uyanışın bir başlangıcı olmasın ki? Gerçekten de tartışmalı ve sorgulamalıyız. Anadolu'dan şampiyon Çıkar mı?

Aslında "Anadolu'dan şampiyon çıkar mı?" sorusu bile, pratikte kendisini bir ümitsizlik ve kaderine razı olmanın ifadesi olarak somutluyor...Anadolu'dan şampiyon çıkmalı! Bu, Türk futbolunun geleceği ve sağlığı açısından da önemli... Ellibir yıllık profesyonel futbol geleneğimizde, bugüne kadar şampiyonluğu kıl payı kaçıran üç Anadolu takımıyla karşılaşıyoruz. Bu takımlarımızdan Eskişehirspor 1969-70 sezonunda 7 puan; 1971-72 sezonunda da 3 puan farkla ligi ikinci tamamlayarak, şampiyonluğu kılpayı kaçırırken; Adanaspor da 1980-81 sezonunu şampiyonun hemen arkasından 5 puan eksikle tamamlamış...2000'li yıllarda ise Sivasspor 2007-08 sezonunda Lig ikincisi Fenerbahçe, Lig Üçüncüsü Beşiktaş ile aynı puanda ama averaj ile dördüncü sırada, şampiyon Galatasaray'ın 6 puan gerisinde ligi tamamlamış. Şampiyonluğa en yakın olduğu sezonda şampiyonluğu kaçırmış. Trabzonspor'u saymazsak, şampiyonluğa bu kadar yaklaşan başka Anadolu takımları da çıkmamış bugüne kadar ne yazık ki. Geçen 51 yıllık süreçte İstanbul 45 şampiyonluk yaşarken, Anadolu sadece Trabzon ile altı şampiyonluğa ulaşmış...matematiksel olarak ifade edersek, Türkiye profesyonel futbol ligindeki şampiyonlukların  yüzde seksen sekizi İstanbula gitmiş...Bu çok büyük bir oran... Bu anlamda temenni ve dileklerin gerçekleşme olasılıklarını, en iyi somut koşulların analizini yaparak değerlendirebiliriz. Somut koşulların somut analizi, bize Sivasspor'un şampiyonluğu konusunda önemli ip uçları verecektir şüphesiz.

Günümüzde Süper Lig'de "şampiyonluk" çok özel anlamlar içeriyor. Ancak bu unvana ulaşmak ne yazık ki sadece dilek ve temennilerle gerçekleşmiyor. Türk futbolunun sosyo-ekonomik yapılanması sportif başarıyı kesin ve doğrudan belirliyor. Şampiyonluk bir sonuç olmaktan öte çok ciddi bir süreçtir de aynı zamanda. Bu süreçte şampiyonluğu etkileyen ve belirleyen o kadar çok spor dışı öge var ki, bu ögelerin herbiri şampiyonluk yolundaki ekipleri zaman zaman bu şiardan saptırabiliyor.

Bu bağlamda konuya yaklaştığımızda karşımıza iki temel sorun çıkıyor. Sivasspor'un şampiyon olabilmesi ve yeni Trabzonların çıkabilmesi işte bu sorunların üstesinden gelebilmeyi gerektiriyor.

Bu sorunlar çözümlenmediği sürece Sivasspor'un olası şampiyonluğu bile gerçekten "hoş bir tesadüf" olarak varlığını devam ettirecektir.

Anadolunun önünü kesen temel sorunlar

Konuya ilişkin bugüne kadar yaptığımız çalışma ve araştırmaların sonucunda ortaya iki yalın gerçeğin çıktığını gördük.

Bunlardan ilki: Türkiye profesyonel futbol ligimizde gerçek anlamda bir "gelir dağılımı dengesizliği"nin bulunması; ikincisi ise bu olumsuzluğun kulüplere ve yeşil sahalara " haksız rekabet" şeklinde yansıması.

Süper Ligimiz hangi bakımdan "Süper?"

Futbolu kitlelerin ilgi gösterdiği sportif  ve ekonomik bir etkinlik olarak görürsek, "bileşik kaplar" teorisi burada da çalışıyor...Futbolumuzda da toplumsal ve ekonomik alanlarda olduğu gibi ciddi dengesizlik ve çarpıklıklar bulunuyor. Dengesiz ve haksız rekabet "güçlü" İstanbul kulüplerinin egemenlik alanını her geçen gün  biraz daha genişletip çevresinde, "kaderine razı" başaltı periferileri oluştururken; diğer taraftan Süper Lig'de "üç büyükler" ve "ötekiler" şeklinde çarpık bir yapılanmayı da beraberinde getiriyor...Bakmayın siz arada bir, birkaç Anadolu kulübünün çıkıp, Fener'i, Beşiktaş'ı ve Galatasaray'ı yenmesine...Bunlar belki üç büyüklerin amaçlarına ulaşmada zaman zaman, istem dışı da olsa uğradıkları "taktiksel yenilgiler"...Stratejik amaç aynen devam ediyor. "Futbol pastasından en büyük payı alabilmek" ve "nüfuz alanını" daha da genişletebilmek.

Yani İstanbul cephesinde değişen bir şey yok...

Peki ne olacak Anadolu futbolunun hali?...Sportif anlamda, mali anlamda, entelektüel anlamda Anadolu gerçekten çok gerilerde. Bu bir kader mi? Çıkış yolu yok mu? Anadolu kulüpleri gerçekten şampiyonluk istiyor mu? Gençlerbirliği gibi nakit bolluğu içinde yüzen bir kulüp neden vizyon ve misyon olarak önüne Avrupa'yı ya da "uluslararasılaşmayı" koymuyor? Marka olabilmek için neden mücadele etmiyor? Ya da zaman zaman "saman alevi gibi" parlayıp sönen Anadolu kulüpleri neden çıkışlarını kalıcı kılamıyor?

Önümüzde "dağ" gibi duran sorunlar!

Bugün ülkemizde fiili anlamda İstanbul, futbol endüstrisinin ve endüstriyel futbolun başkenti olmuş vaziyette. İstanbul merkezli bir futbol dünyası, Türk futboluna damgasını vuruyor. Şüphesiz ki, bunda asırlık kulüplerin tarihleri önemli bir rol oynuyor ama peki Ülkemize futbolun girdiği yer olan İzmir'in asırlık kulüplerine ne oldu? Nerede o kulüpler?  Sonuçta, Küreselleşen futbol ülkemizde de giderek tekelleşiyor ve İstanbul kulüplerinin çevresinde "ötekiler" isimli periferiler oluşuyor.  Sivasspor da bu "periferilerden" birisi...

Yeni Sivasspor ve yeni şampiyonlar çıkartabilmek için işte bu gelişim ve  değişimin analitik ve diyalektik sorgulamasını yapmak zorundayız.

Futbolumuzun bugün önünde iki temel sorun duruyor. Bunlardan ilki, rekabetçi dengeyi sağlayacak ve haksız rekabeti ortadan kaldıracak bir yapıya hala ulaşılamamış olması; diğeri ise, mevcut sınırlı kaynakların dengesiz dağılımı ile bu kaynakların etkin ve verimli kullanılamamasıdır. Bu iki temel sorun, futbolumuzun kalitesini olumsuz etkilemekte, sportif ve mali başarının önünü kesmektedir. O halde öncelikle yapılması gerekeni sorgulamalıyız...Yükselen bir değer olarak Türk futbolunun Avrupa ve Dünya futbol pastasından daha fazla pay alabilmesi için neler yapmalıyız? 

Öncelikle Türk futbolunun sosyo-ekonomik yapılanışını iyi analiz etmemiz gerekiyor...Bu bağlamda konuya yaklaştığımızda Türk futbolunun bugün çok ciddi altyapı ve üst yapı sorunlarının bulunduğunu görüyoruz. Tesis ve stat olarak yeterli alt yapıyı sağlayamayan kulüplerimizin, sahip olduğumuz yetenek havuzunu da efektif kullanamadıkları ortada.

Türk Futbol Pastasının Büyüklüğü

Aşağıdaki  tabloda yer alan veriler Türk futbol pastasının büyüklüğünün 450 milyon euroya (yaklaşık 600 milyon dolara) ulaştığını gösteriyor. Bu gelirler içinde en önemli kalemi yüzde 27,39'la naklen yayın gelirleri oluşturuyor. Bu geliri takip eden diğer önemli gelir kalemi ise %16.11'lik payla "Diğer gelirler" kalemi. (Diğer gelir kalemleri içinde, Sportif A.Ş.lerin temettü gelirleri,  logolu ürün satım gelirleri (merchandising gelirleri), hibe ve yardım gelirleri v.b gelirler bulunuyor) Üçüncü büyük gelir kalemi olarak ta karşımıza %14.50'lik payı ile "İddaa gelirleri" çıkıyor. Avrupa futbolunda önemli bir paya sahip tribün ve Sponsorluk gelirleri ise diğer gelirlerin gerisinde kalmış durumda. Tribün gelirlerinin payı ise yüzde onüçe düşmüş durumda. Sponsorluk gelirlerinin toplam gelirler içindeki payı ise %12 civarında. Diğer taraftan 600 milyon dolara yaklaşan büyüklüğüyle Türk Futbol endüstrisi, 17.5 Milyar dolar civarındaki Avrupa futbol pazarının sadece %3.4'ünü oluşturuyor.

 

2007-08 itibariyle Türk Futbol Pastasının Büyüklüğü  

Gelir Kaynakları Tutar (Milyon Euro) Toplam Gelir İçindeki payı (%)

Tv yayın hakları 123 27,39

Süper Lig  İsim hakkı satışı 14 3,22

Tribün gelirleri  60 13,34

Sponsor gelirleri 55 12,23

Saha  içi reklam pastası  50 11,12

Fortis Türkiye Kupası isim hakkı satışı 9 2,09

İdda Gelirleri 65 14,50

Diğer gelirler 72 16,11

TOPLAM (Milyon Euro) 450 100,00

Futbol Gelirinin Paylaşımı

Futbol pastamızı oluşturan gelir kalemlerinin kulüplere dağılımına bakıldığında ise bu pastadan en büyük payı dört büyük kulübün aldığını görüyoruz. Nitekim, TV yayın gelirlerinin %42'si; Tribün gelirlerinin %49'u; Sponsorluk gelirlerinin %23'ü; saha içi reklam gelirlerinin %35'i dört büyük kulübe gitmektedir. 

Futbol Pastasının Paylaşımı

Gelirler / Dört Büyük Kulübün payı (%)

Tv yayın hakları 42

Tribün gelirleri  49

Sponsor gelirleri 23

Saha  içi reklam pastası  35

Diğer gelirler 27

Futbol faaliyetlerinin finansmanında yeterli öz kaynağa sahip olamayan Türk futbol endüstrisinin yoğun bir şekilde yabancı kaynağa, özellikle de banka kredisine yöneldiğini görüyoruz. Güncel verileri baz aldığımızda kulüplerin mali sektörden kullandıkları kredilerin 240 milyon dolara ulaştığını gözlemliyoruz. Toplam futbol pastasının % 40'ına karşılık gelen bu oran, bize futbolun kendi faaliyetlerinden fon yaratamadığını gösteriyor. Kullanılan kredilerin 205 milyon dolarlık kısmının da, yani %85'inin de üç büyüklere ait olduğunu belirtelim.

 

Türk Futbol Büyüklüğünün Finansal Göstergeleri  Mio $

TFP (Türk Futbol Pastası)  600

Kulüplerin Kull.Topl. Krd. Tutarı 240

Üç büyüklerin Güncel Banka kredileri 205

Üç büyük Kulübün Krd.Toplamı /Sektörün Kullandığı Toplam Krd. 0.85

Üç Büyük Kulübün Yıllık Ort. Geliri 53

Üç Büyük Kulübün Yıllık Ort. Gideri 67

Üç Büyüklerin Giderleri Top./Toplam Futbol Gelirleri 0,40

Yukarıdaki tabloda yer alan verilere göre; üç büyük kulüp yıllık ortalama 53 milyon dolar gelire ulaşırken; giderler ortalaması ise 67 milyon dolara yükseliyor. Üç kulübün yaptığı toplam 201 milyon dolarlık gider ise toplam Türk futbol pastasının yüzde kırkına karşılık geliyor. İşte haksız rekabetin ve dengesiz gelir dağılımının nirengi noktasını da burası oluşturuyor. Türk futbol kaynaklarının yüzde kırkını harcayan üç kulübün yarattığı gelir ise ne yazık ki, giderlerini karşılamaktan uzak ve bu nedenle bu üç kulüp her yıl bütçe ve nakit açığı veriyor. Bunun anlamı ise Türk futbolunun kıt ve sınırlı olan kaynaklarının, bu kulüpler tarafından etkin ve verimli kullanılamadığıdır. 

Türk futbol pastası bugün itibariyle ne yazık ki olması gereken büyüklükten çok uzakta...Futbol pastasının yeterli büyüklüğe ulaşamaması kulüplerimizin Avrupa'da başarılara ulaşmasının önünü kesiyor. Bu nedenle Avrupalı devlerle rekabet edemiyoruz. Sportif başarı olmayınca, mali başarı da gelmiyor. Türk futbolu kendisini yeniden üretecek ve uluslararası marka olmasını sağlayacak başarılara imza atabilmek için gerekli kaynağı yaratmakta zorlanıyor.

Sorun sadece kaynak yaratamamaktan da  değil. Var olan pastanın paylaşımında da ciddi problemler var. Yaklaşık 600 milyon dolar büyüklüğündeki futbol gelirlerimiz, kulüpler arasında rekabeti artıracak, teşvik ve şikeyi ortadan kaldıracak, sportif başarıyı getirecek şekilde kulüplere dağıtılmıyor, dağıtılamıyor...Rekabetçi denge kurulamıyor, kulüplerimiz dengede rekabet edemiyor. Bu nedenle Türk futbolu yükselen bir değer  olarak, Avrupa ve dünya futbolundan daha fazla pay alamıyor. 

Kayıtlı değerler üzerinden hesapladığımız 600 milyon dolarlık Türk futbol pastasının paylaşımına bakıldığında ise üç büyük kulübün, toplam gelirin yüzde otuzüçünü kendi aralarında bölüştüklerini görüyoruz. Trabzonspor'u da dahil ettiğimizde bu pay %37'e kadar çıkıyor. Sadece Süper Lig'deki kulüplerimizi baz alsak bile geriye kalan on dört kulübün bu pastadan aldığı payın  ortalaması %4.5'a kadar düşüyor.  Kaldı ki, 2. 3. ve amatör liglerimizi bu pastanın paylaşımına dahil etmeden bu hesabı yapıyoruz. Durum bu olunca, ligin tepesindeki dört kulüp  toplam gelirden kulüp başına ortalama %9.5 oranında pay alırken; kalan on dört kulübün payı ise %4.5 civarında gerçekleşiyor. Sonra da bu kulüplerimizden rekabet etmelerini bekliyoruz. Hangi bütçe ve hangi kaynakla bu kulüpler rekabet edecekler? Türk futbolunun yapılanışındaki bu oligopolistik tekelci ve dengesiz yapı devam ettiği sürece, aslında biz bu kulüplerimizi rekabet etmemeye zorlamış oluyoruz.

SONUÇ

Sivasspor'un bugün dolu dizgin gidişinin önünde sportif bir engel bulunmuyor. Ancak şampiyonluk ta sadece sportif performansla gelmiyor. Şampiyonluk yolu engebeli, dolambaçlı ve dikenli bir yol. Bu yolu tamamlamak için sağlam ve sağlıklı bir mali yapı da tek başına yeterli olmuyor. Çünkü futbol sisteminin işleyişi çok önemli bir etken. Sistemin temel dinamiklerindeki dengesizlikler giderilmediği sürece, Sivasspor tüm Anadolunun gücünü de arkasına alarak şampiyonluğa ulaşıp sıra dışı bir örnek olarak ismini Türk futbol tarihine altın harflerle yazdırması, hoş bir tesadüf olarak kalacaktır. Asıl olan Sivasspor'u yeni Sivassporlar'un izlemesine  ve Sivasspor'un başarılarını kalıcı kılabilmesine olanak sağlayacak futbol alt ve üst yapılanmasının sağlanması; Anadolu kulüplerinin rekabet gücünün yükseltilmesi; Üç büyükler lehine haksız rekabetin minimize edilerek, dengeli gelir dağıtımının sağlanmasıdır.

Asla biz Sivasspor'un Türk futbolu için sıradışı bir örnek olarak kalmasını istemiyoruz. Anadolunun her türlü haksız rekabete maruz kalmış ve adil olmayan gelir dağılımı nedeniyle finansal ve iktisadi sıkıntılar içindeki cesur ve özverili takımlarının önlerinin açılmasını istiyoruz.

Yukarıda yer verdiğimiz veriler bize; Türk futbol pastasının futbolumuzu daha ileri noktalara taşıyabilecek büyüklüklere ulaşamadığını; var olan pastanın paylaşımında çok ciddi dengesizlik ve haksızlıkların bulunduğunu; paylaşılan kaynakların ise verimli ve efektif kullanılamadığını; üç büyüklerin lehine  amansız bir haksız rekabetin bulunduğunu gösteriyor.  Yani İçinde bulunduğumuz mali ve iktisadi durum bugün Türk futbolunun ayağına pranga olmuş durumda. Futbol gelirlerinin dengede rekabeti sağlayacak, futbol kalitesini yükseltecek, teşvik ve şikeyi ortadan kaldıracak şekilde düzenlenmesi ve dağıtılması Federasyonun önünde duran en acil görev...Bu sorunlarımızı gideremediğimiz sürece Türk Futbolunda rekabete, kaliteye ve yeni şampiyonlara hasret kalacağımız görülüyor. Bu yapının oluşturulması, sadece lokal rekabeti getirmiyor. Avrupalı devlerle de baş edebilmenin yolu da buradan geçiyor. İşte bu koşullarda gerekli ve yeterli iyileştirmeleri sağlayabilirsek, o zaman yeni Sivassporlar çıkartabiliriz. Yoksa hayallerimiz sadece bir temenni ve dilek olarak kalır. Türkiye'nin 60'lı yıllarda yaşadığı toplumsal uyanış hareketinin, Süper Lig'de de yaşanabilmesi için Sivasspor çok önemli bir fırsat...Bu nedenle Türk Futbolunda sloganımız: "İki, üç daha fazla Sivasspor" olmalıdır ki, hayallerimiz gerçeğe dönsün.

http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109 - http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 09/Şub/2009 saat 19:20
2016 Avrupa Futbol Şampiyonası Türkiye'de Düzenlenebilir mi?

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

09.02.2009 - 09:00

FIFA 2010 Dünya Kupası Güney Afrika'da; UEFA 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası ise Polanya ve Ukrayna'da  düzenlenecek. Bunun kararını FIFA ve UEFA ayrı ayrı yayınladıkları deklarasyonlarla belirtmişti. 2010 için biz de Yunanistan ile birlikte bu organizasyona talip olmuş ama alamamıştık. Cardiff'te yapılan UEFA Yönetim Kurulu toplantısında 12 üyeden beşi Ukrayna ve Polanya için oy kullanırken; dördü İtalya, üçü de Hırvatistan için oy kullanmıştı.  Biz son eleme seçimlerine girememiştik. Şimdi önümüzde bir fırsat daha doğuyor. 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası için yeniden organize olmak durumundayız. Hem de tek başımıza bu turnuvayı Türkiye'de düzenlemek için.

UEFA ve FIFA genellikle son birkaç turnuvadır, biraz da olayın sosyal tarafını göz önünde bulundurarak, bu tür organizasyonları iki ülkeye ihale ediyor. Hatırlanacağı üzere 2002 Dünya Kupası Kore ve Japonya'da; 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası da Avusturya ve İsviçre'de düzenlenmişti.

Bu tür organizasyonların ülke ekonomilerine dolaylı ya da doğrudan sağlayacağı katkıların önemi, bu tür turnuvaların organizasyonlarına olan talebi artırıyor. 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası için 10 ülke bu turnuvanın organizasyonuna talip olmuştu.

Polanya ve Ukrayna 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası'nı Düzenleyebilecek mi?

2016 Eurocup için adaylar bu yıldan itibaren yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlayacaklar. Tabii ki burada en kritik faktör, yaşanan küresel ekonomik bunalım. Çünkü ekonomik bunalımın ülke ekonomilerinde neden olduğu daralmalar ve yaşanılan kayıplar, bu turnuva için talip sayısını düşürebilir. 2012 Polanya ve Ukrayna ortak yapımı olacak Avrupa Futbol Şampiyonası'nın ev sahipleri ekonomik krizin pençesinden kurtulmaya çalışıyorlar. Özellikle Ukrayna'nın dış borçlarının bir çığ gibi büyümesi ve makro göstergelerindeki olumsuzluklar, turnuvanın organizasyonunu aksatabilecek düzeye de gelebilir. Resesyonun yaşandığı genel ortamda yeni stat inşaatları ve bazı alt yapı harcamaları ciddi bütçeler gerektiriyor. Aynı şeyler Polanya ekonomisi için de geçerli. Daralan ekonomi ortamı, yükselen işsizlik,  artan dış borç ve cari açık daha şimdiden bu iki ülke Federasyonlarını kara kara düşündürüyor.

 

Bu Tür Organizasyonlar Ülke Ekonomisine Ne Kazandırıyor?

Aslında sıradan bir futbolsevere göre, Kupa'yı bir takımın kazanmasının Avrupa ve Dünya ekonomisine olumlu ya da olumsuz nasıl bir etki oluşturabileceği, gerçekten de şüpheli bir durum gibi görünebilir. Ama raporların ortaya koyduğu bazı yalın ve iktisadi gerçekler, Kupa'yı kimin kazanacağına göre  Avrupa  ekonomisinin nasıl etkileneceğini de gözler önüne seriyor. Bu da ortaya koyuyor ki,  futbol bugün sadece sportif bir oyun olmaktan öte milyarlarca insanı peşinden sürükleyen, yıllık yüzmilyarlarca dolar gelir yaratan ve bazen ülkeler arasında savaşa bile yol açabilecek kadar etkili bir oyun haline geldi. Yani yabancıların deyimiyle futbol, bugün sadece oyun (game) olmaktan çoktan çıktı ve yaşamımıza yön veren sosyo-ekonomik bir olgu oldu. Bugün futbol günümüzde "iş" olsun diye oynanıyor...

Mastercard'ın 2008 yılında yapmış olduğu araştırmalar ve düzenlediği raporlara göre UEFA Avrupa Futbol Şampiyonası kıtanın en önemli spor etkinliklerinden biri olması sebebiyle EURO 2008, öncelikle katılımcı 16 ülkeye olmak üzere tüm Avrupa ekonomisine 1,5 milyar euro dolayında bir katkı sağladı. Bu etki, grup bazında her bir maçın ortalama 42 milyon euro değerinde olmasıyla özellikle sponsorluk ve ticaret gelirlerindeki yükselme sayesinde birçok ülkede hissedildi. Şampiyonanın ilerleyen safhalarında oynanacak maçların ekonomik getirisi ise çok daha fazla oldu. Turnuva boyunca bilet, yiyecek-içecek satışlarında, yolculuklarda, ticarette, sponsorluk ve reklam gelirlerinde yaşanan artışlar yanı sıra telekomünikasyon ve yeni medya servislerinin daha fazla kullanılmasının, bu turnuvaya katılan ülkelerin ekonomilerine pozitif etkileri olmuştu.  

Futbolun kazancı, yarattığı kayıplardan daha fazla olmasa da, Kupa'yı kazanan sadece yeşil sahada kazanmıyor. Aynı zamanda saha dışında da önemli parasal kazançlara ulaşılıyor. Bu kazancı aslında iki ana başlıkta ele alabiliriz. Birincisi UEFA'nın dağıtacağı maddi parasal ödül; ikincisi ise ölçümlenmesi çok ta kolay olmayan Dışsallıklardan Kaynaklanan gelirler. 

1.Doğrudan elde olunan parasal kazançlar, (Ölçümlenebilir gelirler)

Kupa'yı kazanan takım UEFA tarafından doğrudan parasal olarak ödüllendiriliyor. Çünkü gruplara kalmakla parasal ödül almaya hak kazanan Milli takımlar, şampiyonluğa kadar giden süreçte sadece sportif performans nedeniyle 23 milyon Euro parasal ödül alabiliyorlar. UEFA 2000 yılındaki organizasyonda 72,5 milyon Euro (120 milyon isviçre Frangı), 2004'te düzenlenen şampiyona için de 129 milyon Euro dağıtmıştı. 2008'te dağıtılan ödül ise %42 artırılarak 184 milyon Euro oldu.

Turnuvaya katılan her takım katılım payı olarak 7.5 Milyon Euro (bu rakam Euro 2004'te 4.5 Milyon Euro'ydu) aldı. Grup maçlarında alınan her galibiyete 1 Milyon (2004 Eurocup 'ta bu tutar 625.000 Euro idi), beraberliğe de 500.000 (2004'te 300.000 Euro'ydu) Euro ödül verildi... Çeyrek finale kalan takımlar ekstra olarak 2 Milyon, yarı finale kalan takımlar da 3 Milyon Euro aldı. Buna göre Kupa'yı ve tüm maçlarını kazanan İspanya 23 Milyon Euro'yu kasasına koymuştu.

Türkiye ise bu turnuvada gruplarda aldığı 2 galibiyetten 2 Milyon Euro; çeyrek final ve yarı final maçlarından 5 milyon ve katılım başarısı olarak ta 7.5 milyon euro olmak üzere toplam 14.5 milyon euro bir parasal ödül kazanmıştı.

2.Dışsallıklardan Kaynaklanan Gelirler, (Ölçümlenmesi zor gelirler)

Futbolun kendi dinamikleriyle oluşturduğu bir birim gelir, dokuz birim ilave katmadeğer yaratmaktadır. Bu bağlamda olaya bakıldığında, turizm sektöründen, medyaya; medyadan, tekstile; tekstilden, iletişim ve elektronik sektörüne; reklam ve diğer sektörüne futbolun etkisi yıllık 225 milyar dolara ulaşmış durumda...Bu açıdan bakıldığında bu organizasyonu yapan ülke ekonomileri kesinlikle GSMH'na ilave gelirlere ulaşmış olacaklardır. Aynı zamanda bu turnuva nedeniyle yapılan veya geliştirilen statlar, oteller, tesisler, metro, otoyollar gibi çoğu altyapı yatırımları da ülkeye ilave değerler katmakta ve rant sağlamaktadır.

Dışsallıktan kaynaklanan kazançlara ilişkin 2002 ve 2006 Dünya Kupası ile Euro 2004 ve 2008 sonuçlarına göre yapılan analizlerde ortaya çıkan iktisadi  ve mali gerçekleri çok genel olarak ana başlıklar halinde sıralarsak; 

1.Kupayı kazanan ülkenin ekonomisinde ortalama binde beş ile binde yedi civarında bir büyüme yaşandığı;  

2.Kaybeden ülkenin ekonomilerinde ortalama binde bir ile binde üç oranında daraldığı;

3.Özellikle Kupa'da oynayan gelişmekte olan ülkelerin ekonomileri ile futbol başarıları arasında bir korrelasyon bulunduğu; özellikle ekonomik kriz dönemlerinde  bu ülkelerde futbola daha az kaynak ayrılması, sponsor bulunamaması ve yetenekli futbolcuların gelişmiş İlkelere transfer olması nedeniyle sportif başarının yüksek olmadığı,

Görülmüştür.

Türkiye Bu Organizasyondan Ne Kazanır?

2016'nın ülkemizde düzenlenmesiyle elde olunabilecek olası gelirleri yine iki başlık altında ele alırsak;

I. Doğrudan Elde Olunan Parasal (ölçümlenebilir) gelirler;

1.Takımımızın doğrudan katılacak olması nedeniyle alacağı katılım ücreti. (Bugünkü tutar 7.5 milyon Euro) Sportif performansa göre bu tutar 20 milyon Euro'ya kadar çıkabilir.

2.UEFA bilet gelirinden Federasyon'a kalacak yaklaşık 45 milyon Euro.

3.UEFA bu tür organizasyonlar için söz konusu ülkelere belirli bir bütçe ayırmaktadır. Ve bu şekilde çoğu stat modernizasyonu ve bazı alt yapı ve tesisleri renove edilebilmektedir. (Ancak bu bütçe dikkate alınmamıştır.)

4.Konaklama geliri,

5.ve diğer operasyonel gelirler,

II. Dolaylı Gelirler (Dışsallıktan Doğan)- Ölçümlenmesi Zor Gelirler

1.En az 100 bin adet tv satışından 100 milyon dolar.

2.Forma ve bayrak gibi tekstil ürünlerinden 70 milyon dolar.

3.Yayıncı kuruluşun 25 milyon dolarlık reklam geliri.

4.En az 100 milyon dolarlık tanıtım fırsatı.

5.İletişim ve mobil telefon sektöründen 15 milyon dolar,

6.Hediyelik eşya ve PC oyunları satışından 15 milyon dolar, 

7.Milli takım sponsorluk gelirleri en az 25 milyon dolar.     

Yaklaşık kazanç 300 ile 350 milyon dolar arasında olacak.

 (Sözkonusu rakamlar 2002 ve 2006 Dünya Kupası ile 2004 ve 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası verilerine göre hazırlandı.)

Euro 2016 için yapılması gerekenler

Tabi ki böylesi bir organizasyonu almak ciddi çalışma gerektiriyor. Yapılması gereken Lobi etkinliklerinin dışında statların genel durumu, konaklama, ulaşım, güvenlik gibi temel faktörlerde diğer ülkelerin önüne çıkabilecek bir yapıda olmamız gerekiyor.  Özellikle de maçların oynanacağı statların 2016'ya hazır hale getirilmesi büyük önem taşıyor.

UEFA 2016'ya gidecek takım sayısını da 16'dan 24'e çıkartacak. Bu parasal gelir ve rekabet açısından da büyük önem taşıyor. Ama bu sayınsın artması stat sayısının da artmasını beraberinde getiriyor. Buna göre bizim 2016'ya hazır olabilecek statlarımız aşağıda bir tabloyla gösteriliyor. Buna göre söz konusu stat yatırımları tamamlanırsa  toplam koltuk sayımız da 433.000'e ulaşmış olacak.  Bunun anlamı ise mevcut koltuk kapasitemizde %37'lik bir artış sağlanacak olmasıdır.

2016'ya Hazır Olabilecek Statlar

Şehir / Statyum / Kapasite / Grup maçları / İlk 16 / Çeyrek Final / Yarı Final / Final   

İstanbul Olimpiyat Stadı 72.000 4 1 1 1 1 1

İstanbul Şükrü Saraçoğlu 51.000 4 1 1     

İstanbul Türk Telekom Arena (Yapılıyor) 52.000 4 1 1     

İzmir Atatürk Statyumu(Yenilenecek) 63.000 4 1 1 1   

Ankara 19 Mayıs Statyumu(Yenilenecek) 35.000 4 1       

Kayseri Kadir Has Statyumu (Bitmek üzere) 30.000 3 1       

Trabzon Avni Aker Statyumu(yenilenecek) 40.000 4 1       

Bursa Atatürk Statyumu (Yenilenecek) 30.000 3 1       

Konya Atatürk stadı (yenilenecek) 30.000 3         

Antalya Atatürk Stadı(Yenilenecek) 30.000 3         

2016'ya Türkiye'nin talip olabilmesi için Federasyon'un hızla başta stat yatırımı olmak üzere bazı konularda acilen aksiyonlar alması ve bunları yaşama geçirmesi gerekiyor. 15. Avrupa Futbol Şampiyonası gerçek anlamda bir şölen olacaktır. İlk defa 24 takım mücadele edecek ve daha fazla seyirci ve izleyici sayısına ulaşılabilecektir. Bu kapsamda UEFA öncelikle bu organizasyona aday ülkelerin stat yatırımlarını değerlendiriyor. UEFA normlarına uygun minimum 9 adet stadın ilk etapta UEFA Yönetim kuruluna sunulması gerekiyor. Bu statlardan en az ikisinin 50.000 koltuk kapasiteli ve beş yıldızlı olması; diğer yedi stattan 3'ünün en az 40.000 kapasiteli ve 4 yıldızlı; 3 adetinin de 3 yıldızlı ve minimum otuzar bin  koltuğa sahip olmaları ön koşullardan en önemlisi. 

2016 için mevcut statlarımızın UEFA standartlarına uygun hale getirilebilmesi ve yeni stat inşaatları yaklaşık 537.6 milyon Euroluk bir bütçeyi zorunlu hale getiriyor. Bu konuda olası maliyetler aşağıdaki tabloda gösterilmektedir.

Euro 2016 için Katlanılacak Olası Stat Maliyetleri

Şehir / Statyum / kapasite / Koltuk Adedi / Hedef Kapasite / Öngörülen Gider(Euro) / Açıklama 

İstanbul Olimpiyat Stadı 72.000 72.000 72.000 9.600.000 UEFAşartlarına uygun

İstanbul Şükrü Saraçoğlu 51.000 51.000 51.000 0 UEFA şartlarına uygun

İstanbul Türk Telekom Arena (Yapılıyor) 52.000 52.000 52.000 230.000.000 Yeni proje. Tamamlanmak üzere.

İzmir Atatürk Statyumu(Yenilenecek) 63.000 51.000 63.000 25.000.000 Kapasite artırımı. UEFA standartlarına uygun hale getirme

Ankara 19 Mayıs Statyumu(Yenilenecek) Yeni 0 35.000 63.000.000 Yeni proje

Kayseri Kadir Has Statyumu (Bitmek üzere) 30.000 30.000 30.000 75.000.000 Yeni proje

Trabzon Avni Aker Statyumu(yenilenecek) 21.700 21.700 40.000 30.000.000 Kapasite artırımı. UEFA standartlarına uygun hale getirme

Bursa Atatürk Statyumu (Yenilenecek) 21.000 21.000 30.000 20.000.000 Kapasite artırımı. UEFA standartlarına uygun hale getirme

Konya Atatürk stadı 19.440 7.500 30.000 20.000.000 Kapasite artırımı. UEFA standartlarına uygun hale getirme

Antalya Atatürk Stadı Yeni 0 30.000 65.000.000 Yeni proje

Toplam         537.600.000 

Euro 2008'in Statları aşağıdaki tablodan görülebilir. Söz konusu statların modernize edilmesi nedeniyle İsviçre ve Avusturya'nın harcamış oldukları tutar yaklaşık 440 Milyon dolara ulaşmıştı. İsviçre ve Avusturya'nın organizasyon nedeniyle katlandıkları maliyet ise yaklaşık 846 milyon euro civarındaydı.

Yapılan hesaplamalara göre Euro 2008'in dışsal etkileriyle birlikte İsviçre ve Avusturya'ya katkısı yaklaşık 1,5 milyar euro oldu.

Euro 2008 Statları 

Ülke / Şehir / Stadyum / Kapasite / Ev Sahibi Kulüp / Maçlar

İsviçre Basel St. Jakob-Park 42.500 FC Basel İlk maç, 2 grup maçı, 2 çeyrek final maçı, 1 yarı final maçı.

 Bern Stade de Suisse, Wankdorf 32.000 BSC Young Boys 3 grup maçı

 Cenova Stade de Genève 32.000 Servette FC 3 grup maçı

 Zürih Letzigrund Stadion 32.000 FC Zürich 3 grup maçı

Avusturya Innsbruck Tivoli-Neu Stadion 30.000 FC Wacker Tirol 3 grup maçı

 Klagenfurt Wörthersee Stadion 30.000 FC Kärnten 3 grup maçı

 Salzburg Wals Siezenheim Stadium 30.000 Red Bull Salzburg 3 grup maçı

 Viena Ernst Happel Stadion 50.000 Austria 3 grup maçı, 2 çeyrek final maçı, 1 yarı final maçı ve FİNAL.

Euro 2016'yı organize etmemiz halinde, bu organizasyonun Türk futbol pastasına ilave katkısı 400 milyon Euro civarında olabilecektir. Bu gelirin diğer etkileriyle birlikte Türk ekonomisine katkısı Euro 2008 örneğini baz alırsak, 2-2,5 milyar Euro'ya kadar çıkabilecektir. (Euro 2008'in İsviçre ve Avusturya ekonomilerine etkileri hakkında daha detaylı bilgi için Zürih Turizm Enstitüsü'nün detaylı çalışması ve Mastercard'ın Euro 2008 araştırma raporuna bakılabilir)

Sadece ekonomik gelişme ve beklentiler için değil, Türkiye'nin tanıtımı ve futbol ülkesi olabilmesi için de bu organizasyonların içinde yer alması gerekiyor. İsviçre ve Avusturya'nın Euro 2008'deki cansız ve renksiz birer ülke karakteri çizmelerine karşın Türkiye'nin ekstra avantajları bulunuyor. Bu avantajların nakde tahvil edilebilmesi ve Türk futbol pastasının büyütülmesi anlamına geliyor.

Türkiye'nin bu organizasyona talip olabilmesi ve alabilmesi için gereken her türlü detaylı harcama projesi ve bütçesinin titizlikle çalışılması gerekiyor. Bu konuda belki TFF gerekli çalışmaları yapıyordur. Bu kapsamda sayın Ömer Tanrıöver'in Deloitte Spor Servisi olarak yaptığı "Dünya Kupası Türkiye'de" çalışması bir yol haritası olabilir.

SONUÇ

Milyar dolarlara ulaşan küresel gelirleriyle dev bir endüstri haline gelen futbolun finansal ve iktisadi gücünü 2008 Eurocup ile bir kez daha görme fırsatı bulacağız. Sadece bu turnuvayı düzenleyen ülkelere değil, aynı zamanda bu turnuvaya katılan 16 ülkeye de futbol ekonomik anlamda ciddi bir gelir katkısı sağlayacak, ekonomik katma değer üretecek.

Futbolun kazancı yarattığı kayıplardan daha fazla olmasa da, Kupa'yı kazanan sadece yeşil sahada kazanmıyor. Aynı zamanda saha dışında da önemli parasal kazançlara ulaşılıyor. Bu kazanç iki şekilde oluyor.

2.Doğrudan elde olunan parasal kazançlar,

Kupa'yı kazanan takım UEFA tarafından doğrudan parasal olarak ödüllendiriliyor. Çünkü gruplara kalmakla parasal ödül almaya hak kazanan Milli takımlar, şampiyonluğa kadar giden süreçte sadece sportif performans nedeniyle 23 milyon Euro parasal ödül alabiliyorlar. UEFA 2000 yılındaki organizasyonda 72,5 milyon Euro (120 milyon isviçre Frangı), 2004'te düzenlenen şampiyona için de 129 milyon Euro dağıtmıştı. 2008'te dağıtılan ödül ise %42 artırılarak 184 milyon Euro oldu.

Turnuvaya katılan her takım katılım payı olarak 7.5 Milyon Euro (bu rakam Euro 2004'te 4.5 Milyon Euro'ydu) aldı. Grup maçlarında alınan her galibiyete 1 Milyon (2004 Eurocup 'ta bu tutar 625.000 Euro idi), beraberliğe de 500.000 (2004'te 300.000 Euro'ydu) Euro ödül verildi...

Çeyrek finale kalan takımlar ekstra olarak 2 Milyon, yarı finale kalan takımlar da 3 Milyon Euro aldı. Final karşılaşmasında kupayı kaldıran takım İspanya 7.5 Milyon Euro, kaybeden Almanlar ise 4.5 Milyon Euro almışlardı. Buna göre Kupa'yı kazanan İspanya 23 Milyon Euro'yu kasasına koymuş oldu. 

3.Dışsallıklardan Kaynaklanan Gelirler,

Futbolun kendi dinamikleriyle oluşturduğu bir birim gelir, dokuz birim ilave katmadeğer yaratmaktadır. Bu bağlamda olaya bakıldığında, turizm sektöründen, medyaya; medyadan, tekstile; tekstilden, iletişim ve elektronik sektörüne; elektronik sektöründen reklam sektörüne futbolun etkisi yıllık 225 milyar dolara ulaşmış durumda...Bu açıdan bakıldığında bu organizasyonu yapan ülke ekonomileri kesinlikle GSMH'na ilave gelirlere ulaşıyorlar.  Aynı zamanda bu turnuva nedeniyle yapılan veya geliştirilen statlar, oteller, tesisler, metro, otoyollar gibi çoğu altyapı yatırımları da ülkeye ilave değerler katmakta ve rant sağlamaktadır.

Kaynak: http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109 - http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 16/Şub/2009 saat 18:40
Futbol para liginde kur kaybı ve listeye ilk giren Türk takımı Fenerbahçe

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

16.02.2009 - 08:56

Giriş

Deloitte her yıl düzenli olarak Avrupa futbolunun mali görünümüne ilişkin ciddi raporlar hazırlıyor ve bunları yayınlıyor. Bu yıl on ikincisini yayınladı. Ancak bu seneki raporun iki ilginç özelliği var. Bunlardan ilki ve en önemlisi; Türk futbol ekonomisi için de büyük bir önem taşıyan Fenerbahçe'nin 19. sıradan bu listeye girmesi…(Bunun üzerinde daha doğrusu bu ilkin üzerinde birazdan detaylıca duracağız.) İkincisi ise ekonomik krizin vurduğu İngiliz futbolu ve bu nedenle listeye giremeyen İngiliz kulüpleri. Zira, ekonomik kriz nedeniyle İngiliz Sterlini'nin, Euro ve dolar karşısında ciddi değer kaybetmesi sonucuyla, listeye girebilecek en az üç İngiliz kulübünün liste dışında kalmasına neden olması.

Başlık ve ana tema olarak kur kayıplarına dikkat çeken rapor, kulüplerin 2007-08 sezonunun en az dokuz aylık dönemlerine ilişkin, güvenilir ve de ulaşılabilir gelirlerini baz alarak düzenlenmiş. Kulüplerin bir takvim yılı içinde elde ettikleri, maç günü gelirleri (bilet satışları ve kombine kart gelirleri), tüm naklen yayın gelirleri, ticari gelirler, sponsorluk gelirleri ile merchandising gelirleri rapora dahil edilirken, kulüplerin oyuncu satımından elde olunan transfer gelirleri ile sermaye hareketlerine bağlı oluşan futbol dışı gelirleri dikkate alınmadı.

Kimler girdi, kimler çıktı, kim ne kadar pay alıyor?

Deloitte'un bu yıl ki düzenlediği "En Zengin 20" listesine iki yeni kulüp (Fenerbahçe ve Manchester United) girerken, geçen yıldan Alman Werder Bremen ve İspanyol Valencia'nın listeden çıktığını görüyoruz.

Geçen yılın en zengin 20'si içinde 6 İngiliz; 4 Alman, 4 İtalyan; 3 İspanyol, 2 Fransız ve bir İskoç kulüp yer alırken; bu yıl İngilizler'in listeye fazladan bir kulübü daha, Manchester City'i sokarak sayıyı 7'e çıkardıklarını; Almanlar'ın ve İtalyanlar'ın dörder kulüple yollarına devam ettiklerini; İspanyol kulüp sayısının da bir eksilerek 2'ye gerilediğini; İskoç Celtic'in yerine de Fenerbahçe'nin girdiğini gözlemliyoruz.

Bu sene en parlak performansı bir önceki yıla göre gelirlerini yüzde 32.5 artırarak, 223,3 milyon Euro'dan 295,3 milyon Euro'ya yükselten B.Münih sergilemiş bulunuyor. Son beş yıldır ilk beşe giremeyen Bayern'in özellikle ticari gelirlerindeki önemli artış, onları 7. sıradan 4. sıraya taşımış durumda. Yine en önemli artışı kaydeden bir başka kulüp olarak ta karşımıza O.Marsilya çıkıyor. O.Marsilya'nın bir önceki yıla göre gelirlerini yüzde 28 artırdığını görüyoruz.

Bu listeye bu sene 19. sıradan giren Fenerbahçe'nin de Deloitte'un raporlarına göre gelirlerini bir önceki sezona göre yüzde 275 artırarak, 87 milyon Euro'dan 111,3 milyon Euro'ya yükselttiğini gözlemliyoruz.

Deloitte'un 2006/07 ve 2007/08 En Zengin 20 Kulüp listesine takım veren ülkeler

Ülke   /    2007/08 Sezonunda Listeye Giren Takım Sayısı    /   2006/07 Sezonunda Listeye Giren Takım Sayısı   /    2007/08 gelir Toplamı (Bin Euro) /   Toplam gelir İçindeki Payı   /  2006/07 Gelir Toplamı (Bin Euro)   /    Toplam gelir İçindeki Payı payı

İngiltere 7   6   1.443,6   0,37   1.351,1   0,37

Fransa    2   2   282,5      0,07     239,6    0,06

Almanya  4  4    683,1      0,17     555,3    0,15

İtalya      4  4    725,3      0,19     691,8     0,19

İspanya  2  3    674,6      0,17      748,7    0,20

Türkiye   1  1    111,3      0,03       111,8    0,03

ve Diğer 
 
Toplam  20 20  3.920,4    1,00      3.698,3  1,00

2006/07 ve 2007/08 sezonunda en zengin 20 kulüp sıralamasına giren kulüplerin yarattıkları toplam gelirin ve bunun paylaşımına bakıldığında ise; bir önceki sezona göre toplam gelirin yüzde 6 oranında artarak 222,1 milyon Euro yükseldiğini görüyoruz.

Bu yıl ki en zengin 20 sıralamasında yer alan 7 İngiliz kulübünün yaratmış olduğu toplam gelir 1 milyar 443 milyon 600 bin Euro civarında ve bu tutar toplam 20 kulübün gelirinin yüzde 37'sine karşılık geliyor. İngiliz kulüplerinden sonra en fazla gelir yaratan ülke olarak İtalya'yı görüyoruz. İtalyanlar listeye dört kulüp verirken; bu dört kulübün toplam ciroları 725,3 milyon Euro'ya ulaşmış durumda. 4 İtalyan'ın toplam gelirden aldığı pay ise yüzde 19. İtalya'yı İspanya izliyor. İspanya'nın 2 takımı Real Madrid ve Barcelona toplam 674,6 milyon Euro gelire sahip ve bu iki takımın gelirleri, toplam gelirin yüzde 17'sine karşılık geliyor. Alman Bundesliga'nın da dört takımla iştirak ettiği bu listede, Alman ekiplerinin toplam gelir içindeki payları İspanyollar'ın payına eşit. En Zengin 20 listesine 2 kulüple katılan Fransızlar ise En Zengin 20'nin en fakirleri konumunda. 2 Fransız kulübün gelirleri, toplam gelirin sadece yüzde 7'sini oluşturuyor. Listeye 19. sıradan giren Fenerbahçe ise 111,3 milyon Euro'luk geliriyle, toplam gelirden yüzde 3 oranında pay alıyor.

2006/07 sezonunda en zengin 20 sıralamasına giren kulüplerin ortalama gelirleri 184,9 milyon Euro iken; 2007/08 sezonunda bu gelirin yüzde 6 artarak, 196,1 milyon Euro'ya yükseldiğini görüyoruz.

En Zengin 20 Kulüp

Sıra  /   Kulüp    /  Gelir Milyon Euro  
2007/2008                                 2006/2007 

1 Real Madrid 365,8                 1 Real Madrid 351,0

2 M.United 324,8                      2 M.United 315,2

3 Barcelona 308,8                     3 Barcelona 290,1

4 B.Münih 295,3                        4 Chelsea 283,0

5 Chelsea 268,9                        5 Arsenal 263,9

6 Arsenal 264,4                         6 Milan 228,7

7 Liverpool 210,9                       7 B.Münih 223,3

8 Milan 209,5                             8 Liverpool 206,5

9 Roma 175,4                            9 Inter 176,7

10 Inter 172,9                          10 Tottenham 153,1

11 Juventus 167,5                    11 Roma 145,2

12 O.Lyon 155,7                       12 Juventus 141,2

13 Schalke 04 148,4                 13 O.Lyon 140,6

14 Tottenham 145,0                 14 Newcastle Utd. 129,4

15 Hamburg 127,9                    15 Hamburg 120,4

16 O.Marsilya 126,8                  16 Schalke 04 114,3

17 Newcastle Utd. 125,6          17 Celtic 111,8

18 Stuttgart 111,5                   18 valencia 107,6

19 Fenerbahçe 111,3               19 O.Marsilya 99,0

20 M.City 104,0                        20 W.Bremen 97,3

Toplam   3.920,4                      Toplam   3.698,3

 
Ortalama 196,1                        Ortalama 184,9
 
İngilizler, kurdan kaybetti

Girişte de belirttiğim üzere, bu yıl özellikle İngiliz kulüplerinin gelirleri, küresel ekonomik kriz nedeniyle ciddi darbe yemiş durumda. Çünkü Sterlin'in Euro karşısında aşırı değer yitirmesi, kulüp gelirlerinin düşmesine yol açtı. Eğer Sterlin Euro karşısında değer yitirmemiş olsaydı, en zengin 20 sıralamasında bu yıl en az dokuz İngiliz kulübünü görecektik ve Manchester United da ilk sırada yer alacaktı. Haziran 2007'de 1£= 1,4856 € iken; 30 Temmuz 2008'de bu parite yüzde 15'lik bir düşüşle 1,2632'ye gerilemiş durumda. Krizin en büyük etkilerinden birisi olarak görebileceğimiz, lokal para değer kaybı sonuçta İngiliz kulüplerinin gelirlerini önemli ölçüde azaltmış durumda. £/€ paritesindeki bu gerileme olmamış olsaydı, Manchester United'ın listede görünen geliri 381,9 milyon; Chelsea'nin 316,3; Arsenal'in 310,9; Liverpool'un 248,1; Tottenham'ın 170,5; Newcastle'ın 147,7 ve Manchester City'nin de 122,3 Euro geliri olacaktı. Buna göre sadece listeye giren 7 İngiliz kulübünün pariteden oluşan kaybı toplam 254,5 milyon Euro'ya ulaşmış durumda. Yine buna göre ekonomik krizin etkisi lokal para değer kaybına uğramamış olsaydı; West Ham 121,1 milyon Euro; Everton 112,5 milyon Euro Aston Villa da 112,3 milyon Euro'luk gelirle en zengin 20 sıralamasındaki yerlerini almış olacaklardı.

En zengin 20 kulüp, 3.9 milyar Euro gelir yaratıyor!

Listeye giren En Zengin 20 kulübün toplam gelirleri, 2006 yılına göre 222,1 milyon Euro'luk bir artışla (yüzde 6), 3.9 milyar Euro'ya ulaşmış durumda. Bu tutar yaklaşık 13,5 milyar Euro tutarındaki Avrupa futbol pastasının da yüzde 2,88'ini oluşturuyor. İlk sırada, dört yıldır liderliği kimseye kaptırmayan, 365.8 milyon Euro'luk geliriyle Real Madrid'i görüyoruz.

2007-08 sezonunda En Zengin 20 Kulüp'ün gelirleri (Milyon Euro)

Fenerbahçe ne yaptı?

Fenerbahçe ilk kez Türk futbol ekonomisi tarihinde bir ilke imza atarak Deloitte'un Para Ligi'ne girdi. Aslında bakıldığında ara sıra bu listeye kulüp veren İskoçya, Portekiz gibi ülkeleri saymazsak, beş büyük ligin dışında Para Ligi'ne giren başka ülke takımı yok. İngiliz Premier Lig, Alman Bundesliga, İspanyol La Liga, İtalyan Serie-A ve Fransız Lig 1'i gerçekten bu konuda bir kartel oluşturmuş durumdalar. Bu beşli'nin Avrupa futbol pastasından aldığı pay onlara sportif performansta büyük bir rekabet üstünlüğü sağlıyor. Öyle ki, bu ülkelerin takımlarının dışında Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunu kazanan tek takım olarak sadece Porto'yu görüyoruz. Hatırlanacağı üzere Porto, 2003-2004 sezonunda Monaco'yu Deco'nun mükemmel oyunuyla 3-0 yenerek kupa'yı bu beşli çetenin dışında çıkaran ilk takım olmuştu. Bu başlamda Fenerbahçe'nin böyle bir lige girmesi Türk futbolunun vizyonu ve geleceği açısından da büyük bir önem taşıyor.

Fenerbahçe'yi Para Ligi'ne taşıyan iki önemli gelişme görüyoruz. Bunlardan ilki Fenerbahçe'nin geçen yıl Şampiyonlar Ligi'nde göstermiş olduğu başarılı performansın sonucunda kazandığı ekstra paralar ve 100. yıl organizasyonu nedeniyle elde olunan önemli tutarda parasal gelir.

Fenerbahçe'yi Para Ligi'ne taşıyan gelirlerinin bileşimine bakıldığında toplam gelirlerinin yüzde 50'sinin yani 56,7 milyon Euro'luk kısmının ticari faaliyetlerinden geldiğini; ortalama 42.500 seyirciye oynayan Fenerbahçe'nin 27,9 milyon Euro'luk gelirinin (yüzde 25'inin) maç günü gelirlerinden oluştuğunu; kalan yüzde 23,9'luk bölümünün ise 26,7 milyon Euro tutarındaki naklen yayın gelirlerinden sağlandığını görüyoruz.

Fenerbahçe'nin 2006-07 sezonundan itibaren gösterdiği mali performans ve 2007-08 sezonunda gelen sportif başarı, kulübün gelirlerini de önemli ölçüde artırdı. Buna göre Fenerbahçe'nin gelirleri 2006 yılında 62 milyon Euro iken; bu tutar bir sene sonra 82 milyon Euro'ya ve 2008 sezonunda da 111,3 milyon Euroya kadar yükseldi. 2006 yılına göre gelirlerini yüzde 79 artırma başarısı gösteren Fenerbahçe'nin 2007/08 sezonunda Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finale yükselmesi, kulübün kasasına ilave 17,3 milyon Euro'nun girmesine olanak sağladı. Şampiyonlar Ligi maçlarının sağladığı ekstra maç günü gelirleri ve UEFA havuzundan gelen paralarla birlikte bu tutar 26,7 milyon Euro'ya kadar yükseldi. Yine bu dönemde Fenerbahçe'nin ticari gelirlerinin artmasında en önemli gelir kalemlerinden birisi olarak da karşımıza 100. yıl organizasyonundan elde olunan gelirler çıkıyor. Sadece 2007 yılında 9,5 milyon Euro civarında 100. yıl kutlamasına ilişkin piyango ve diğer 100. yıl geliri elde eden Fenerbahçe, 2008 yılında da yine buna benzer bir performans sergiledi.

Fenerbahçe bu performansı sürdürülebilir mi?

Para Ligi'ne giren ilk Türk takımı olarak tarihe geçen Fenerbahçe'nin bu performansının arka planına bakıldığında mali performansın yıllar itibariyle düzenli ve istikrarlı bir şekilde arttığını gözlemliyoruz. Bunda en önemli faktör olarak karşımıza yenilenen ve koltuk başına katmadeğeri artırılan Şükrü Saraçoğlu Stadyumu çıkıyor. Her geçen gün ilave katmadeğer yaratabilecek şekilde stadı modernize eden Fenerbahçe, bu sayede hem parasal gelirlerini ciddi bir şekilde artırdı, hem de ezeli rakipleri Galatasaray ve Beşiktaş'a kapatılması çok zor farklar attı. Gerçek anlamda, Fenerbahçe bugün Türkiye'de endüstriyel dönüşüm dinamiklerini en iyi kavrayan ve hayata geçiren bir kulüp. Son yıllardaki sportif performansın paraya tahvil edilmesinde üstün bir beceri gösteren Fenerbahçe, bunun semeresini Para Ligi'ne girerek elde etmiş oldu. Yine aynı zamanda bütçe itibariyle de Galatasaray ve Beşiktaş'ın önünde ve üstünde bir büyüklüğe sahip Fenerbahçe, özellikle Fenerium projesinde de rakiplerine göre ön plana çıktı.

Genel olarak bakıldığında gelir yönünden başarılı bir performans sergileyen Fenerbahçe ne yazık ki, gider ve borç yönetimi konusunda aynı parlak performansı sergileyemedi. 2008 yıl sonu hesaplarına göre 280,7 milyon TL'si gelir; 291,6 milyon TL de gidere sahip Fenerbahçe'nin, 149,6 milyon YTL da borcu bulunuyor. Yıllar itibariyle önemli sayılabilecek gider fazlası veren Fenerbahçe'nin, 2008-09 sezonunda sportif ve mali performans bakımından bugün arzu edilen noktadan uzakta olduğu görülüyor. Özellikle son sezonda yapılan transfer harcamaları ve buna bağlı olarak artan takım giderleri, kulübün gelir yapısını ciddi zorlar duruma gelmiştir. Bugünkü koşullarda sahip olduğu potansiyeli ve olanakları bakımından en kolay ve en rahat nakit yaratabilecek konumda bulunan Fenerbahçe'nin sezon sonunda Şampiyonlar Ligi'ne gidememesi durumunda önemli bir gelir ve prestij kaybına uğrama olasılığı yüksek görünüyor. Bu düşüncemizin bir başka nedeni de borçlanmasının büyük bir kısmı dövize endeksli kredilerden oluşan Fenerbahçe'nin, giderek bozulan ekonomik konjonktürün olumsuz etkisinden en fazla etkilenecek kulüplerin başında geliyor olmasıdır. Özellikle TL'nın Euro ve Dolar karşısında aşırı değer yitirmesi, İngiliz kulüplerinde olduğu gibi Fenerbahçe'nin de gelirlerinde bazı olumsuzluklara yol açabilir.

Rapora göre kriz futbolu teğet geçti!

Kişisel değerlendirmem odur ki; Deloitte'un 2007/08 sezonuna ilişkin düzenlemiş olduğu Para Ligi'ne damgasını vuran asıl olay, (Rapor her ne kadar kabul etmese de) ekonomik kriz ve bunun olumsuz etkileridir. Rapor bir yandan futbolun ekonomik krizden çok fazla etkilenmediğini ve krize karşı bir dirence sahip olduğunu ifade etmesine karşın; diğer taraftan krize karşı futbolun bağışıklığının da zorlanacağını dile getirmesi ve rehavete kapılmama anlamına gelecek bazı tavsiye nitelikli yönlendirimlerde bulunması bir çelişkiye ama aynı zamanda bir gerçeğe de işaret ediyor.

Raporda genel olarak, yaşanılan küresel krize karşı futbolun dirençli çıktığı ve krize karşın futbolun kayda değer bir seyirci kitlesi kaybetmediği; bunda da en önemli faktörün taraftarın sadakat duygusu ile kulüplerin yapmış oldukları uzun vadeli naklen yayın gelirleri ile sponsorluk kontratlarının önemli bir etkisinin bulunduğu ifade olunuyor. Ama buna karşın kulüplerin bu gelirlere güvenerek, rehavete kapılmamaları ve gerekli önlemleri almaları da vurgulanıyor.

İkinci eleştiri yapılabilecek konu ise, listede yer alan 20 kulübün gelirlerinde ekonomik krizin etkilerinin sınırlı kaldığı yönünde. Oysa raporun daha henüz giriş kısmında da belirtildiği üzere kulüplerin verileri 9 aylık bir dönemi kapsıyor. Krizin 2008'in Eylül ayından itibaren yaşanmaya ve giderek şiddetini artırdığı dikkate alınırsa, doğal olarak kulüplerin gelirlerine krizin etkisi de sınırlı kalacaktır. Ancak rapor diğer taraftan aşağıdaki tespiti yaparak, aynı zamanda bir çelişkiye de neden oluyor.

Raporun kendi ifadesine göre kriz nedeniyle İngiliz Sterlininin Euro karşısında değer yitirmesi, İngiliz kulüplerinin gelirlerinde önemli erozyonlara neden olmuş… Nitekim İngiliz Sterlini'nin Euro karşısında değer kaybetmesi nedeniyle geçmiş yıllarda En Zengin sıralamasında yer alan bazı Premier Lig kulüplerinin gelirlerindeki kayıp 250 milyon Euro'ya ulaşıyor. Bu hasar oluşmamış olsaydı en az üç İngiliz kulübü daha bu listeye girecekti. (20 takımın yarısının İngilizlerden oluşması da ayrıca bir tartışma konusu!)

Sonuçta bu kulüpler sıralama dışında kalmış ve bu durum Fenerbahçe'ye marjinal bir katkı sağlamıştır. Bu olumsuzluğun sağladığı dışsallık ile Fenerbahçe sahip olduğu 111,3 milyon Euro'luk geliriyle bu listeye 19. sıradan girme başarısı göstermiştir.

Rapora ilişkin geçmişten beri yaptığım bir eleştiri de, rapor düzenlenirken sadece gelirlerin dikkate alınmasıdır. Oysa gelirlerin yanı sıra, kulüplerin mali yükümlülüklerini de dikkate almak daha sağlıklı bir bakış açısı sağlayacaktır. Bu bağlamda örneğin 1.215 milyon Euro borcu bulunan Chelsea'nin 268.9 milyon geliri olmasının pratikte ne anlamı vardır? Futbol sadece gelirden mi ibarettir? Bu gelirler ne pahasına elde edilmektedir? Sadece geliri dikkate alıp, gider ve borcu görmezden gelmek son derece sağlıksız ve yanlıştır ve bizi sektör hakkında yanlış analizlere ve çıkarımlara götürür.

Bütün bunların ötesinde son söz olarak ifade edersek; ne şekilde olursa olsun bir Türk takımının bu listede yer alması Türk futbolu ve futbol ekonomisi için çok önemli bir gelişmedir. Bu gelişme doğal olarak diğer Türk takımlarına da bir vizyon veriyor ve tarihsel bir misyon yüklüyor.

Kaynak: http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109 - http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109
 


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 24/Şub/2009 saat 00:43
Futbola Yeni Parasal Çeki Düzen!

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

23.02.2009 - 09:13

Futbol tüm yaşadığımız ekonomik olumsuzluklar ve  parasal sıkıntılar içinde yolunu bulmaya çalışıyor. Yolunu bulurken de, futbola düşünceleri ve eylemleriyle yön veren, daha doğrusu yön vermeye çalışan birisi var. O da UEFA başkanı Michel PLATİNİ. Gerçekten de futbolculuk döneminde olduğu gibi şimdi de futbol adamlığı ve yöneticiliğiyle bu duruşunu devam ettiriyor ve sergilediği bu duruş, futbolun geleceği için bir ümit olmaya devam ediyor. Platini bu güzel oyunun her şeyden önce güzelliğinin yitip gitmesini istemiyor. Futbolu güzel olduğu kadar sezgisel bir oyun olarak ta değerlendiriyor ve geleceğe ilişkin ciddi endişelerini zaman zaman  dile getirmekten de çekinmiyor.

Finansal Dengesizlik Futbolun Dengesini Bozuyor

Platini futbol kulüpleri arasında giderek artan finansal dengesizliğin, rekabeti olumsuz yönde etkilediğini en çok düşünen futbol adamlarından birisi. Görevi gereği rekabeti iyi yönetmek ve futbolu sağlıklı bir geleceğe  taşımak istiyor. Platini bunu yapmak isterken; uygulama ise tam bir anti-Platini gelişim trendi içinde yol almaya devam ediyor. Özellikle zengin iş adamlarının sıkıntı içindeki futbol kulüplerine aktardığı paranın, futbolun balansını zenginden yana bozduğunu herkesten önce gören ve buna karşın sorumluluğunun gereğini yerine getirmeye çalışan bir futbol adamı ve yöneticisi o. Onun tüm bu çabaları aslında futbolun güzel ruhunun kaybolmaması için…

Platini'yi Kızdıran Tablo

Futbol tutkunu Platini'yi kızdıran birkaç tablo var. Onları aşağıda sizlerle paylaşacağız. Ancak bu tablolar içinde İngiliz kulüplerinin Avrupa'da giderek finansal dengesizliği kendi leyhlerine bozduklarının en tipik ve en son örneklerinden birisi şüphesiz ki Deloitte'un 2007-08 sezon verilerine göre düzenlediği Para Ligi sıralamasıdır. Bu sıralamadaki en zengin 20 kulüpten yedisinin İngiliz kulübü olması gerçekten de Avrupalı kulüpler arasındaki finansal dengsizliğin en açık ve somut  örneğini ortaya koyuyor.

1. En Zengin 20 İçindeki Ağırlık

Aşağıdaki tablodan da görülebileceği üzere, bu yıl ki en zengin 20 sıralamasında tam yedi İngiliz kulübü yer alıyor. Yani Avrupa'nın en zengin 20 kulübünün %35'i İngilizlere ait.  2007/08 sezonunda en zengin 20 kulüp içinde yer alan 7 İngiliz kulübünün toplam gelirleri 1.443 milyon Euro'ya ulaşırken; İngiliz kulüplerinin gelirleri, en zengin 20'nin %36.8'ine karşılık geliyor. Bu oran bir önceki sezonda da %36.5 dolayındaydı.  En zengin 20 kulübün ortalama geliri 196,1 milyon Euro'ya ulaşırken; 7 İngiliz Kulübünün ortalama geliri ise 206,2 milyon Euro civarında.

2007/08 Sezonu En Zengin 20 Kulüp İçinde İngiliz Kulüpleri    -     2006/07 Sezonu En Zengin 20 Kulüp İçinde İngiliz Kulüpleri

Sıra  / Kulüp  / Gelir Milyon  Euro  

 
2 M.United 324,8          2 M.United 315,2

5 Chelsea 268,9           4 Chelsea 283,0

6 Arsenal 264,4            5 Arsenal 263,9

7 Liverpool 210,9          8 Liverpool 206,5

14 Tottenham 145,0    10 Tottenham 153,1

17 Newcastle Utd. 125,6  14 Newcastle Utd. 129,4

20 M.City 104,0    

  En Zengin 20 İçindeki İngiliz Kulüplerinin Gelirleri Toplamı 1.443,6   -  En Zengin 20 İçindeki İngiliz Kulüplerinin Gelirleri Toplamı 1.351,1

 En Zengin 20'nin Gelirleri Toplamı 3.920,4   - En Zengin 20'nin Gelirleri Toplamı 3.698,3

 İngiliz Kulüplerinin En Zengin 20'nin Geliri içindeki payları %36.8   - İngiliz Kulüplerinin En Zengin 20'nin Geliri içindeki payları %36.5

 İngiliz Kulüplerinin Ortalaması 206,2  -  İngiliz Kulüplerinin Ortalaması  225,2

 Diğer Kulüplerin Ortalaması 196,1   - Diğer Kulüplerin Ortalaması 184,9

 İngiliz Kulüp Sayısı/En Zengin 20 Kulüp sayısı %35  -  İngiliz Kulüp Sayısı/En Zengin 20 Kulüp sayısı %30

2. İngiliz Futbolu'na akan Yabancı Sermaye

İngiliz futbolu Deloitte'un raporlarına göre yıllık yaklaşık 3.5 milyar dolar civarında bir gelir yaratıyor. Avrupa futbol pastasının yüzde yirmisine karşılık gelen bu tutar, diğer liglerle kıyasladığımızda gerçekten olağanüstü bir rakam olarak karşımıza çıkıyor. Bu denli büyük para yaratan bu lig'de tüm profesyonel kulüpler şirket şeklinde örgütlenmek zorunda oldukları için, bu şirketlerin hisseleri de alınıp satılabilmekte; kulüpler Londra borsasına kote olabilmektedirler. Gerek bu durum, gerekse Premier Lig maçlarının özellikle hafta sonları 172 ülkede canlı yayınlanıyor olması ve yaklaşık 470 milyon insanın bu ligi ilgiyle izlemesi, Premier Lig kulüplerinin yabancı yatırımcı için önemli bir cazibe merkezi olmasına neden oluyor.

Aşağıdaki tablodan da görülebileceği üzere Premier Lig'deki yabancı yatırım tutarı 2.159 milyon Sterlin'e ulaşmış durumda.  Bu tutar, kulüp yatırımı için gelen sermaye olmakla birlikte, Roman Abramovich- Chelsea örneğinde olduğu gibi bir de kulüp sahiplerinin, faaliyetlerin finansmanına yönelik olarak kulüplere işletme sermayesi olarak koydukları tutarları da dikkate aldığımızda bu tutar 4 milyar Sterlin'e ulaşıyor. Bu nedenledir ki, İngiliz kulüplerinin toplam borçları 5.750 milyon  dolara ulaşıyor. Şu anda İngiliz futbol kulüplerinde borç/gelir rasyosu  %157 civarındadır. Bu rasyo bize, İngiliz futbol kulüplerinin ürettiklerinden daha fazla tükettiklerini; yani gelirlerinin çok üstünde bir borçlanmaya gittiklerini gösteriyor.

İngiliz Futbolu'nda Yabancı Sermaye (Milyon Sterlin)

Takım - Kulüp Sahibi - Ülke -  Satın Alma Tutarı - Payı (%)  - Alındığı Tarih

Fulham            Muhammed El fayed       Mısır             32     100      1997

Chelsea          Roman Abramovich         Rusya           150   100      2003

Man. Utd         Malcolm Glazer               ABD               850   100      2005

West Ham       Eggert Magnussan        İzlanda            92    100     2006

Aston Villa       Randy Lerner                ABD                  68    100     2006

Portsmouth     Alexander Gaydamak    Rusya               11    100    2006

Blackpool        Valery Belokon              Litvanya           4,5      20    2006

Liverpool        G.Gilett&T.Hicks             ABD                  508    100   2007

Arsenal           Alisher Usmanov           Rusya                75     14,6  2007

Leicester City  Milan mandaric             Sırbistan            25      100  2007

Q. P. Rangers  Laksmi Mittal                Hindistan         200        20  2007

Man. City         Suleyman El Fahim       B.A.E                144      100  2008

 

3.Borç Batağındaki Premier Lig

Şüphesiz ki Avrupa Futbolunun patronu Micheal Platini'yi endişeye sevk eden ve bazı önlemler alma çabası içine iten en önemli faktör borç batağındaki Premier Lig…

Premier Lig PLC.'nin Genel Müdürü    William Scuddamore'un geçen yılın sonuna doğru yaptığı açıklama ilk kez Platini'yi bu kadar etkilemiş olmalı.  Scuddamore'a göre İngiliz futbol kulüplerinin toplam borçlanmaları 5,750 milyon dolara ulaşmış durumda. Yıllık 3,5 milyar dolar civarında bir gelir yaratan bir Lig'in ulaştığı borç miktarı sadece Platini'yi değil aynı zamanda Scuddamore'u da endişeye itmiş durumda. Bunun sürdürülebilir bir durum olamayacağını ifade eden Scuddamore, kulüpleri kendilerine çeki düzen vermeye davet etti. Ancak görülen o ki, bu iş sadece davetle çözümlenecekmiş gibi de görünmüyor. İşte bu açıklama ve Premier Lig'e oluk gibi akan para  UEFA'yı, diğer takım ve ligleri de alarma geçirdi. Özellikle Arsenal, Liverpool ve diğer bazı PL ekiplerinin yanı sıra Alman Bayern Münich'in teknik adam ve yöneticileri, PL'de bazı kulüplerin hızla haksız rekabete doğru gittiklerini ve kendilerine rekabet üstünlüğü sağladıklarından şikayet etmeye başladılar. Konuya ilişkin en çarpıcı açıklama ve eleştiri Arsenal'ın teknik patronu Arsen Wenger'den geldi. Arsen Wenger, futboldan kazanılmayan bir paranın futbola plase edilemeyeceğini gündeme getirerek, aslında bir yerde vatandaşı Michel Platini'ye de bir şekilde  asist yapmış oldu. Hemen arkasından da zaten bu konuya odaklanmış olan UEFA başkanı Michel Platini de, gündeme dahil olarak; "…bazı İngiliz kulüplerinin Şampiyonlar Ligi'ni sürekli domine ettiklerini; ancak bu başarının arka planında bu kulüplerin sürdürülemez bir borç yapısına sahip olduklarını ve bunun da yarışmacı futbolda dengeleri bozduğunu" ifade etti. Yine Plati'nin danışmanlarından Profesör Cannon da, bu kulüplerin gelirlerini iyi harcamadıklarını, ekonomik kriz ortamında kaynakların iyi kullanılmaması durumunda, bir süre sonra bu kulüplerin "sıfırı tüketeceklerini" ve bunun da futbolu olumsuz etkileyeceğini ifade etti.  Görünen o ki, Premier Lig'de mali disiplin kaybolmuş vaziyette…

4. Hesapsız Transfere Sıkı Denetim

Platini'nin tüm uyarı ve yönlendirmelerine karşın özellikle İngiliz futbol kulüplerine Körfez ülkeleri ve bazı zengin Rus iş adamları olmak üzere dünyanın hemen hemen her yerinden  para yağmaya devam ediyor. En son Abu Dabili Şeyh Mansur Bin Zayed El Nahyan'ın Premier Lig ekiplerinden 144 milyon Sterlin'e aldığı Manchster City'e  aktardığı paralar ve kulübe ayırdığı bir milyar dolara ulaşan transfer bütçesi bardağı taşıran son damla oldu.

Nitekim Manchester City'nin sahibi Şeyh Mansur El Nahyan'ın geçen ay Milan'ın Brezilyalı oyuncusu Kaka'ya önerdiği 110 milyon Euroluk transfer teklifi de bu iddiaları doğrular nitelikteydi. İş sadece Kaka'nın transferiyle bitmiyordu. Manchester City aynı zamanda Manchester United'ın 2008 yılında Avrupa'nın en iyi oyuncusu unvanını almış bulunan genç yıldızı Portekizli Ronaldo'yu da alabilmek için 170 milyon Euro transfer bütçesi ayırdığını deklare etmesi gerçekten Premier Lig'de finansal dengeleri sarsacak boyuttaydı. Premier Lig'de istenilenden çok uzakta bir performans sergileyen ve şu anki haliyle düşmemek için mücadele eden Man.City, Şeyh'in kulübe ayırdığı 1 milyar dolara yakın transfer bütçesiyle ilk bomba transferini yaparak, Real Madrid'te oynayan Brezilyalı Robinho'yu 42 milyon Euro'ya geçen yıl kendi renklerine bağlamıştı. Arkasına aldığı Körfez fonları ile soluksuz transferlerine devam eden Manchester City her ne kadar Milan'ın Kaka'sını ve ezeli rakibi Manchester United'ın Ronaldo'sunu  transfer edemediyse de, 2009 ara transfer döneminde harcadığı toplam  43 milyon Sterlin ile Alman Hamburg takımından  Nigel De Jong'u; West Ham'dan Craig Bellamy ve Chelsea'den de Wayne Bridge'i renklerine bağladı.

5. Transfere Su Gibi Akıtılan Paralar ve Bozulan Ücret Dengesi

Bütün bu olup bitenlere aldırış etmeyen Premier Lig adeta ekonomik krize ve bu açıklamalara nazire edercesine 2009 Ocak ara transfer döneminde,  Premier Lig ekipleri transfere tam 157 milyon Sterlin (yaklaşık 197 milyon euro) para harcadılar.

İngilizlerin transferdeki bu bonkörlüğü karşısında diğer rakipler ne mi yaptı? Premier Lig'in rakibi konumundaki diğer dört büyük ligin adeta elleri ceplerine gitmedi. Ara transfer döneminde Fransız Lig 1 transfere 18 milyon Euro; Alman Bundesliga 22 milyon Euro; İtalyan Serie-A 33 milyon euro ve İspanyol La Liga da 55 milyon Euro  para harcadı.

Şüphesiz ki, transfer harcamalarındaki artış, oyuncu bonservis bedelleri ve ücretlerinde de bir artışı beraberinde getirdi. Özellikle takım işletme giderleri bir çığ gibi artmaya başladı. Oyuncu ücret ve maaşlarındaki artış kulüp bütçelerini zorlar duruma geldi. Bugün genel olarak bakıldığında Premier Lig'de oyuncu ücret ve maaşları toplamlarının, toplam gelire oranı yüzde yüzün üzerine çıkmış durumda. Diğer dört büyük ligde ise bu oranın ortalaması %72 civarında.  Buradan da görülebileceği üzere, Premier Lig cost/income rasyosu ciddi şekilde bozulmuş durumda. Bu durum Premier Lig'i yabancı oyuncular açısından bir çekim merkezi haline getirmiştir. Platini bu olumsuzluğun ortadan kaldırılabilmesi için kulüplerin gelirlerinin sadece yüzde 50 veya 60'ını ücret ve oyuncu transferlerine ayırmasına yönelik bir sınırlama getirilmesini düşünüyor.

6. Şampiyonlar Ligi'nde Sportif Performans Üstünlüğü

Son on yılda İngilizler Şampiyonlar Ligi'ni 3 kez kendi müzelerine götürdüler. 1998-99 sezonunda Manchester United; 2004-05 Sezonunda Liverpool ve 2007-08 sezonunda da yeniden Manchester United bu kupayı havaya kaldırdı. İşin çivisinin çıktığı nokta ise son iki sezondur Şampiyonlar Ligi yarı finalindeki 4 kulüpten üçünün İngiliz kulübü olması (Manchester United, Chelsea ve Liverpool) ve son Şampiyona finalin de 2 İngiliz kulübünün (Manchester United ile Chelsea) arasında oynamasıydı. Son on yılın Şampiyonlar Ligi bilançosuna bakıldığında ise her sezon en az bir İngiliz Kulübünün yarı final oynama performansı göstermesidir.

Bu sportif performans haklı olarak UEFA başkanı Michel Platini'yi de endişeye sevk etmiş durumda. Nitekim Platini, "…bazı İngiliz kulüplerinin Şampiyonlar Ligi'ni sürekli domine ettiklerini; ancak bu başarının arka planında bu kulüplerin sürdürülemez bir borç yapısına sahip olduklarını ve bunun da yarışmacı futbolda dengeleri bozduğunu" ifade ediyor.

Platini ne yapmak istiyor?

1. Platini ücretlere üst sınırdan yana

UEFA başkanı Michel Platini, futbol sektörünün mali açıdan çökmesini önlemek için oyunculara yapılan yıllık ödemelere ve transfer ücretlerine bir üst sınır getirilmesini istiyor ve Platini'nin yönlendirmesi doğrultusunda  UEFA bu konuyu öncelikle değerlendirilecekler listesinin başına almış durumda. Nitekim, Platini Brüksel'de Avrupa Parlamentosu'nda yaptığı konuşmada, küresel ekonomik krizin profesyonel spor dalları arasında yer alan futbolun geleceğini tehlikeye soktuğunu söyledi. Her ne kadar Avrupa'nın önde gelen kulüpleri, böyle bir üst sınır konması fikrine karşı çıkıyorlarsa da, Platini'nin önerisi, kulüplerin gelirlerinin sadece yüzde 50 veya 60'ını ücret ve oyuncu transferlerine ayırmasına yönelik bir sınır getirmek yönünde.  UEFA Başkanı, bir kulübün diğerine herhangi bir oyuncu için astronomik ücretler ödemesinin ne kadar ahlaki olduğu sorusunu da kulüplere ve futbol çevresine bu vesileyle yöneltti. 

2.  Kulüplerin Mali Yapılarının Ekonomik Krize Dayanıklı Hale Getirilmesi

Michel Platini kulüplerin ekonomik kriz karşısında yeni bir düzenlemeye yönelerek, kulüp mali yapılarının disiplin altın alınmalarını öngörüyor. "Mevcut yapının, orta vadede mali açıdan çökme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu" ifade eden Platini, yaşanan ekonomik kriz ortamından sporun da etkilenmeyeceğini düşünmenin safça olacağını belirterek, "Kendimizi kandırmayalım, Manchester United ya da Real Madrid gibi dev kulüpler bile mali açıdan Microsoft ya da Exxon'un yanında birer cüce" dedi.  Yine ilginç benzetmeler yapan Platini, "Avrupa birinci liglerindeki çoğu takımın cirosu, kentlerinin en büyük süpermarketinden daha azdır" diyerek, kulüplerin kendilerini dev aynasında görmemeleri gerektiğinin altını çiziyor.

3. Sıkı Rekabet Kurallarından Muafiyet Talebi

Platini, AB'nin spor hukukundaki sıkı rekabet kurallarına ilişkin düzenlemelerin futbolun yapısına pek uymadığını belirterek, bu konuda futbol kulüplerine muafiyet sağlamasını istiyor. Bu bağlamda sporu denetleyen kurumların kendi olanaklarıyla adil bir zeminde mücadele ortamını sağlamasına izin verilmesi gerektiğini belirtiyor.

4. Uluslararası Sermayenin Futbola Para Aktarmasını Denetlemek

Platini'nin orta ve uzun vadeli planlarından belki de en önemlisi;  uluslararası  sermayenin futbolun ruhuna aykırı olması felsefesinden hareketle, bu konuda uzun vadede futbola aktarılacak paraların yine, futboldan kazanılan paralar olması yönünde. FIFA başkanı Blatter ise  "Oyun da güzel, para da" diyerek, konuyu daha farklı bir boyuta taşıyor.  Uluslararası sermayenin kulüplere yaptığı kar amaçlı yatırımlar her ne kadar UEFA Başkanı Michel Platini'nin tepkisine neden olsa da, FIFA Başkanı Sepp Blatter ise bu tip satın almaların futbolu daha da geliştireceğini düşünüyor.

Platini kulüplerin oyunculara ödeyeceği paranın sınırlanmasından yana

Blatter'e göre," Yabancı işadamlarının futbol kulüplerini satın alması, yatırım yapmaları, futbolun gelişimi açısından çok önemli. Eğer bu para kirli yollardan kulüplere akmadığı sürece hiç bir sorun yok" .

Sepp Blatter, İş Adamlarının Futbola yatırım yapmalarından yana.

5. Daha Fazla Şeffaflık

Platini'nin üzerinde durduğu en önemli noktalardan birisi de futbolun yönetiminde şeffaflığın sağlanması. Tüm futbol kulüplerinde kurumsal yönetim ve mali hesaplar bakımından şeffaflığın, kulüp örgüt yapılarına egemen kılınması, futbolun geleceği açısından büyük önem taşıyor. Bu konuda en büyük eleştiriyi de yine İngiliz kulüplerine yapan Platini, finansal bakımdan İngiliz kulüplerinin daha fazla şeffaf olmaları gerektiğini dile getiriyor. Platini Kulüplerin fon akımlarında yer alan parasal tutarların nereden gelip, nereye gittiklerinin net olarak belirlenmesini rekabetin adil olması bakımından son derece önemli buluyor. UEFA bu konuda da bazı düzenlemeleri oluşturmanın arayışı içinde.

6. Futbol Parasallaşırken, Güzel Ruhunu Yitirmemeli

Platini futbolun ne kadar ticarileşse de, asla güzel ruhunu kaybetmemesi gerektiği görüşünü her platformda  dile getiriyor.  Buna ilişkin gereken önlemleri alacağını ve rekabeti daha adil kılmaya çalışacağını da ifade eden Platini ilk iş olarak, büyük takımlar lehine olan kartelleşmeyi kırabilmek amacıyla daha tabana yaygın bir turnuva formatı arayışı içine de girdi. Nitekim bu bağlamda ilk değişiklik  UEFA Kupası ve Şampiyonlar Ligi'nde oldu. Yeni düzenlemelerle büyük takımların lehine olan haksız rekabet bir şekilde minimize edilmiş olacak ve bu şekilde bu turnuvalara daha çok taraftar, daha çok oyuncu ve daha çok kulüp katılım sağlamış olacak.

UEFA'nın resmi internet sitesinde yapılan açıklamada 2009/10 sezonundan itibaren, Şampiyonlar Ligi'nin grup aşamasına katılacak ülkelerin belirlenmesinde yeni bir yol izlenecek. Buna göre, 32 takımlı grup aşamasına, UEFA sıralamasında ilk 12 sırayı alan ülkelerden 22 takım direkt olarak katılma hakkına sahip olacak.  Kalan 10 takım ise ikili eleme sistemi sonunda grup aşamasına yükselecek.

2009/10 sezonundan itibaren UEFA Avrupa Ligi adını alacak olan UEFA Kupası'nda kulüpler  deplasmanlı lig usulüne göre mücadele edecekler. Eski statüye göre grup maçlarında A takımının B takımıyla sadece 1 kez karşılaştığı kupada, bundan böyle her takım kendi sahasında ağırladığı takıma ayrıca konuk olacak.

Kaynak: http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109 - http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 04/Mar/2009 saat 08:37
Futbolda endüstriyel sürecin olmazsa olmazı: Markalaşmak

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

02.03.2009 - 09:00

Geçen hafta Futbol Federasyonu Başkan Vekili Lütfü Arıboğan ve Fatih Terim'in katılımıyla Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş yerleşkesinde "Türk Futbolunun Marka Değeri" konulu bir konferans düzenlendi. Benim katılma fırsatım olmadı. Daha doğrusu haberim olmadı. Ancak Kenan Başaran'ın her zamanki gibi araştırmacı ve takipçi özelliği ile Referans'a yaptığı haber sonrası konudan haberim oldu. Çoğu zamandır bu konuyu dile getirmeye çalışıyorum. En son bundan 1 ay önce TRT bu konuda görüşlerimi almak için bir programında benimle telefon bağlantısı yapmıştı. Bu konuda birkaç makaleyi de http://www.fesam.orgda/ - www.fesam.org'da yayınlamıştık. Ancak konuya 2005 yılında yayınladığımız Endüstriyel Futbol isimli kitabımızda  genişçe yer ayırmış ve konunun önemi üzerinde durmuştuk.

Gerçekten de marka ve markalaşmak üzerinde durmamız gereken bir konu. Özellikle futbolun giderek parasallaştığı ve ticari bir karaktere büründüğü bir ortamda markadan söz etmemek mümkün değil. Endüstriyel dönüşümün temel dinamiklerinden birisi olan "markalaşma" sayesinde bugün bazı kulüplerin Avrupa'nın en zengin kulübü olup çıktığını görüyoruz.  Deloitte'un her yıl düzenlediği Para Ligi'ne giren kulüplerin marka değerlerinin, kulüplerin parasal gelirlerini ne kadar etkilediğini çok iyi biliyoruz.

Öncelikle Kenan Başaran'ın "Süper Lig, eski Osmanlı topraklarına uzanacak" başlıklı haberinden kısa pasajlarla TFF'ce (Türkiye Futbol Federasyonu) düzenlenen "Türk Futbolunun Marka Değeri" konulu konferansından bazı bilgileri sizlere aktararak, "marka" ve "markalaşma" üzerinde durmaya çalışalım.

Futbol, güçlü bir marka

"Süper Lig, Asya ve Kuzey Afrika pazarına açılarak 5 yılda 10 milyon lira gelir elde edecek. Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) Başkanvekili Lütfü Arıboğan, bir yandan Türk futbolunun marka değerini yükseltmek için çalışmalar yürütürken diğer yandan da yeni pazarlara ulaşmayı hedeflediklerini söyledi. Arıboğan, bu çerçevede ağırlıkla eski Osmanlı coğrafyası olmak üzere Asya, Ortadoğu ve Afrika ülkelerine Süper Lig'in satışı için çalışmalar yürüttüklerini" ifade eden Arıboğan, bu anlamda futbol çok güçlü bir marka. Çünkü Türkiye toplumu futbolla yaşayan bir toplum. Ancak ironik olarak aynı zamanda futbol markasının en çok yıpratıldığı ülkelerden de biriyiz" diyerek konunun farklı bir yönüne dikkati çekmeye çalıştı. Arıboğan, Türk futbolunun marka değerinin üç belirleyici unsuru olduğunu ve bunların da TFF'nin dünyada yarattığı algı ve kurumsallaşma, Milli Takım'ın elde ettiği sonuçlar ve Süper Lig'in değeri olduğunu söyledi.

Hedef global marka

Global bir marka olmak istediklerini söyleyen Arıboğan, bunun için de kulüp takımlarının ve Milli Takım'ın başarılı olması gerektiğini söyledi. Geçmişte kazanılan UEFA Kupası, Süper Kupa ile dünya ve Avrupa üçüncülüklerinin Türk futbolunun marka değerine büyük katkı yaptığını hatırlatan Arıboğan, bunun süreklilik kazanması için özellikle kulüplerin idari ve mali açıdan evrensel düzeylere getirilmesi ve stadyumların yenilenmesi gerektiğini söyledi.

Süper Lig'in değerini yükseltmek için 2010'da yapılacak Süper Lig yayın ihalesinde bir düzenleme yapacaklarını vurgulayan Arıboğan, "Biz, Süper Kupa finalini yurtdışında oynatmaya başladık. Bu organizasyonu başlangıçta bedelsiz sattık ama bugün 50 bin dolara satar hale geldik. Dışarıda bir ilgi olduğunu gördük. Bu çerçevede Süper Lig maçlarını da özellikle eski Osmanlı coğrafyası dediğimiz Kuzey Afrika ve Ortadoğu ile Türkmenistan, Özbekistan ve Azerbaycan gibi Asya ülkelerine yönelik yayın haklarını TFF olarak biz elimizde tutacağız ve bunun pazarlanmasını üstleneceğiz. Yaptığımız araştırmalara göre bu bölgelerde Türkiye futboluna büyük bir ilgi var. 2010'dan itibaren 5 yıl içinde bu bölgelere satacağımız Süper Lig maçlarından 10 milyon dolar gelir elde etmeyi hedefliyoruz" dedi.

İspanya'yı yen, markanı parlat

Milli Takımlar Teknik Direktörü Fatih Terim de marka olmak için bilinir ve ayırt edilir olmak gerektiğini söyleyerek, "2008 Avrupa Futbol Şampiyonası'ndan sonra 'pes etmeyen, sürprizlerle dolu ve her an her şeyi beklenen' bir kimlik yarattık. Bu artık Türkiye'nin tanımıdır. Bunu bundan sonraki şampiyonalarda da tekrarlarsak artık bir Türk futbol markası yaratmış olacağız" dedi.

Endüstriyel futbolda marka ve markalaşmanın önemi üzerine

TFF'nin bu açılımı ve çabasını taktirle karşılıyoruz. Ümit ediyor ve dilerim ki, Federasyon bu konuda daha geniş katılımla, Türk Futbolu'na ufuklar açacak yeni konferanslar ve çalışmalar düzenleyerek, yeni açılımlara yönelir. Bu aslında TFF için tarihsel bir misyondur da bir bakıma.

Bu kadar girişten sonra biz endüstriyel sporun daha doğrusu futbolun olmazsa olmazlarından "marka ve markalaşma" üzerinde durmaya çalışalım.

Endüstriyelleşme her şeyi değiştirdi!

Endüstriyel gelişim futbolun temel genel geçer özelliklerinde önemli değişiklikler yarattı. Bu değişimin futbola etkilerini: 1) Seyirci profilinin, 2) gelir kaynaklarının yapısının, 3) tüketici davranış kalıplarının değişiminde gözlemliyoruz.  

1990'lı yıllardan başlayan endüstriyelleşme süreci ile yetmişli ve seksenli yılların ortalama seyirci profilinin yerini artık, yıllık gelirinin belirli bir kısmını ''taraftar tüketici'' olarak, ''bağlılık körlüğü'' temelinde, kulübüne harcayan, gelir düzeyi daha yüksek, konforlu localarında ve yıllık ciddi tutarda harcamayla kombine kart alan, orta ve üst gelir grubu seyircinin aldığını görüyoruz. Bu bağlamda, seyirci müşteriye dönüşürken; kulübün arz ettiği her türlü mal ve/veya hizmete yönelik talepte de, karakteristik bir değişiklik yaşanıldı ve klasik taraftar profilinin yerini ''taraftar tüketici'' aldı.

Marka doğuyor

Endüstriyelleşmeyle birlikte sportif bir organizasyondan Futbol AŞ'ye giden süreçte, kulüpler arz ettikleri ürünlere yönelik talebin oluşturulmasında çok da zorlanmadılar. Diğer endüstriyel sektörlerle kıyaslandığında, ''taraftar tüketici''den dolayı, ''bağlılık körlüğü'' temelinde çok kolay bir şekilde ürünlerini satan kulüpler, bu sayede elastik olmayan bir talebe de sahip oldular. Çünkü taraftarın kulübüne olan sadakati "bağlılık körlüğünü" oluşturdu. Kulübün sattığı her türlü ürünü kayıtsız şartsız alan, her hal ve karda kulübüne para harcama alışkanlığını ifade eden "bağlılık körlüğü", kulüplerin düşük sportif performans ortamında dahi futbol kulüplerinin sorgulanmaması anlamına geliyor. Bu davranışsal tutum ve alışkanlıklar, doğal olarak  futbol endüstrisine gelirlerini daha da artırabilme olanakları sağladı. Tüketici taraftarın davranış kalıbındaki bu değişme ve talep,  gelir düzeyinin orta ve üst segmentlere doğru kayıyor olması, Futbol AŞ'nin mal ve/veya hizmetlerinde markalaşmayı da zorunlu hale getirdi.  Zaten var olan sadakat, markalaşma ile daha da pekiştirilmiş ve kalıcı bir hale getirildi.

Markalaşmak küreselleşmek demektir!

Markalaşma aynı zamanda endüstriyel futbolda ''uluslararasılaşmak'' demektir. Markanın yaratılması, tüketici davranış kalıplarının değişmesi, talep gelir düzeyinde orta ve üst düzeye doğru yönelim,  yeni futbol ekonomisinin geleceği ve devamlılığı açısından markalaşmayı kaçınılmaz kılıyor. Bu anlamda daha çok satabilmek ve daha çok gelir elde edebilmenin yolu, esnek olmayan talebe daha fazla ama belirli bir markada ürün arz etmekten geçmektedir. Futbol AŞ'nin bu noktada yapacağı en önemli şey, yaratılan markanın, sadece lokal tüketici taraftara değil, uluslararası taraftar tüketiciye de ulaştırılmasıdır. Uluslararasılaşabilmenin tek çözüm yolu ise, uluslararası sportif başarılara ulaşabilmektir. Dünyanın her yerine aynı yoğunluk ve ilgi ile bugün ürün sunabilen kulüplerin, uluslararası sportif başarıya ulaşmış kulüpler olması bir tesadüf değildir.

Yeni futbol ekonomisi, süreçsel gelişiminde  önce taraftarın profilini, sonra ''bağlılık körlüğü'' temelinde tüketici davranış kalıplarını ve bunlara bağlı olarak da gelir kaynaklarının yapısını değiştiriyor. Bu üç önemli ve temel olguyu bir arada tutan yegane unsur ise, ancak sportif başarı temelinde yükselen ve yaygınlaşabilen markalaşma olmaktadır.

Futbol AŞ'nin, endüstrileşebilme süreci içinde değişikliklerin/evrim sürecinin tamamlanabilmesini teminen üstlenmek durumunda kalacağı en önemli misyonu, markayı pazarlayabilmektir.  Bu anlamda, zamanla gerekli değişikliklerin tamamlanmasından sonra, belirli bir satış stratejisi doğrultusunda, bir futbol kulübüyle cisimleşmiş somut bir ürün olan markanın, yani logonun evrensel pazarlanabilmesi, Futbol AŞ'nin bugün önünde duran en büyük görevdir.

Günümüzde bir kulübün, yarışmacı organizasyonlar içinde olmaksızın markalaşabilmesi mümkün görülmemektedir. Ulusal ya da uluslararası yarışmalarda sportif başarıyı yakalayamayan kulüpler, ciddi borç yükü altında faaliyetlerini devam ettirememe gibi, vahim sonuçlarla karşı karşıya kalmaktadırlar.  Markalaşabilmek, Futbol AŞ'nin geleceği ve kalıcılığı için bugün bir zorunluluk olmasına karşın; markalaşabilmenin çok da kolay bir şey olmadığını burada vurgulayalım. Sportif başarılarla bezenmiş, tarihi bir geçmişi olmayan bir futbol kulübünün markalaşabilmesi olanaksızdır. Markalaşmak bugünden yarına olacak bir şey de değildir. Yeni futbol ekonomisinde, endüstriyel bir ürün olarak marka: O futbol takımının yıllar içinde sahip olduğu olumlu popülaritenin, logolu ürünler bazında futbol piyasasında paraya çevrilebildiği maddi bir değeri ifade eder. Markalaşmak ise, o futbol kulübünün futbol endüstrisi içinde kendisine duyulan güveni, sahip olunan yüksek kredibilite ve moraliteye çevirerek, pazardan daha fazla pay alabilmeye olanak sağlayan soyut bir durumdur.

Marka ve markalaşma futbol açısından ne anlam ifade ediyor?

Marka,  bir kulübün arz etmiş olduğu ürünün üzerinde cisimleşen logoyu, yani bir maddi bir metayı temsil ederken; markalaşmak ise o kulübe duyulan güven temelinde yıllar içinde oluşmuş bir saygınlığı, yani bir kredibilite ve moraliteyi temsil eden soyut bir değerdir. Ancak bu soyut değer sayesinde, Futbol AŞ maddi  bir değer, yani logolu metalar üretebilir.

Future Brand danışma şirketinin yaptığı çalışmaya göre bir futbol markasının değerini belirleyen faktörler: Gelir, kârlılık, takımın popülaritesi ve taraftar kitlesi ile takımın kendi pazarında rakiplerine oranla sahip olduğu risk katsayısıdır.

Bir futbol markasının değerini artıran en temel unsur sadık bir taraftar kitlesidir. Sadık taraftar kitlesine sahip bir takımın gelirlerinin artması çok daha kolaydır. Dünyanın en değerli spor markası olan New York Yankees en fazla taraftarı olan beyzbol takımıdır.

Bir takımın sportif başarısı markalaşma sürecinde çok önemlidir. Ancak marka güçlenip yerleştikten sonra sportif başarısızlıklar bile markanın değerini düşürmez. Çünkü güçlü markalar marka sadakati yaratmış olanlardır, süreklilik gösterir. Avrupa'nın en değerli 4. spor markası olan Ferrari, 1979 yılından 2000 yılına kadar F1'de markalar şampiyonu olamamasına rağmen değerinden bir şey kaybetmemiştir

Avrupa'da marka değeri en yüksek ligler

Avrupa'da marka ve piyasa değeri en yüksek ligler olarak karşımıza beş büyük lig çıkıyor şüphesiz. İngiliz Premier Lig, İspanyol Primera Division, İtalyan Serie-A, Alman Bundesliga ve Fransız Lig 1. Bu beş büyük ligin arkasından ise sahip olduğu piyasa değeri ve yarattığı gelir bakımından Türkcell Süper Lig'i görüyoruz.

Futbol kulüplerinin piyasa değerlerinin ve marka değerlerinin belirlenmesi, doğal olarak reel ve ticari sektör firmalarının piyasa ve marka değerlerinin belirlenmesinden ciddi farklılıklar gösterir. Bu ayrı bir araştırma ve yazı konusu olduğu için burada üzerinde durmayacağız. Ancak özellikle marka değerlerinin belirlenmesi kalitatif değerleri de içermesi nedeniyle  kompleks bir hesaplanma modeli olarak karşımıza çıkar. 

Piyasa değeri en yüksek 10 lige ilişkin tablomuz ise aşağıda yer alıyor. Bu tabloya göre Turkcell Süper Lig 6. sırada kendisine yer bulurken; Hollanda gibi futbolda ekol olmuş ligleri de geride bırakıyor. Turkcell Süper Lig sahip olduğu 674,9 milyon Euro piyasa değeriyle Avrupa'nın en değerli altıncı ligi konumunda. Turkcell Süper Ligi ise 582 milyon Euro'luk piyasa değeriyle Rusya'nın Premier Liga'sı takip ediyor. Sahip olduğu enerji kaynaklarının dünya genel fiyatlarının artması, Rusya ligini daha ön sıralara çıkartmış durumda...

Avrupa'nın en değerli ve en zengin ligi Premiership'te ise ilk beş sırayı ise  Chelsea, Man. Utd., Liverpool, Tottenham ve Arsenal paylaşıyor. Bu beş takımın piyasa değeri yaklaşık 1.4 milyar Euro'yu buluyor. Aynı zamanda bu beş takımın toplam piyasa değeri, 2.8 milyar Euroluk Premiership'in de yüzde 52'sini oluşturuyor... Bu beş takımın yaratmış oldukları yıllık gelir toplamı ise 910 milyon Euro'ya ulaşıyor... Premiership'in yıllık 2,6 milyar dolara yaklaşan gelirinin yüzde 35'ini kendi aralarında paylaşan bu kulüplerden  Man. Utd. 5 kez; Arsenal 3, Chelsea ise 2 kez son on yılda  şampiyon olabilmiş... Aşağıdaki tabloda görülen beş kulüp aynı zamanda Deloitte'un 2007 para liginde de yer alan kulüpler olduğunu anımsatmak istiyorum.

Kurumsallık marka değerinin artırılmasında en önemli faktör

Marka olabilmek ve markalaşabilmek için öncelikle Türk futbolunun sportif anlamda önemli adımlar atması ve özellikle uluslararası arenada sportif performansı yakalaması gerekiyor. Salt sportif performansa ulaşılması markalaşmayı da beraberinde getirmiyor her zaman. Marka değerinin yaratılabilmesi sportif performansın mali başarıya dönüştürülme sürecindeki kurumsallaşmayı ve marka yönetimini ön plana çıkartıyor. Özellikle büyük kulüplerde marka değerinin artırılması ve korunması en önemli stratejik yönetsel önceliklerin başında geliyor. Marka danışmanlığı, marka yönetimi ve pazarlanması, en az yeşil sahalardaki sportif performans kadar önemli…

Her  zaman piyasa değeri, marka değerini belirlemede yeterli olamayabilir!

Marka değeri çok farklı yöntemlerle belirleniyor olmakla birlikte, piyasa değerleri üzerinden de marka değerlemesi yapılabilmektedir. Nitekim bu kapsamda Forbes'ın 2008 yılı için yaptığı dünyanın marka olmuş, en değerli 20 kulübü sıralaması aşağıdaki tabloyla sizlerle paylaşılmaktadır.

İlk sırada Manchester United 1,850 milyon dolarlık değeri ile yer alırken, onu 1,285 milyon ile Real Madrid izliyor. 20. sırada ise İskoç Celtic kulübü 227 milyon dolarlık piyasa değeriyle görülüyor. Her ne kadar Fenerbahçe Forbes'ın bu listesine girememişse de sahip olduğu 544,7 milyon dolarlık piyasa değeri, onu tablodaki çoğu kulübün üzerinde bir yere taşımaktadır.

Forbes'a göre dünyanın en değerli 20 kulübü (2008)

Sıra /  Kulüp / Ülke  / Piyasa değeri (milyon $)  /  Borç/Piyasa değeri (%) / değişim (%)  / Yıllık  Gelir ($milyon)    /     Faaliyet Geliri  ( $milyon)

1 Manchester United İngiltere1,850 60 24 394 111  

2 Real Madrid İspanya1,285 27 24 474 112  

3 Arsenal İngiltere1,2 43 31 329 77  

4 Liverpool İngiltere1,05 65 131 269 60  

5 Bayern Munich Almanya917 0 9 302 72  

6 AC Milan İtalya798 0 ?3 307 54  

7 FC Barcelona İspanya784 7 47 392 92  

8 Chelsea İngiltere764 0 42 382 ?5  

9 Juventus İtalya510 5 ?10 196 35  

10 Schalke 04 Almanya470 48 0 154 36  

11 AS Roma İtalya434 12 94 213 48  

12 Tottenham Hotspur İngiltere414 15 70 207 64  

13 Olympique Lyonnais Fransa 7 19 190 15  

14 Internazionale İtalya403 0 ?27 207 21  

15 Borussia Dortmund İngiltere323 57 63 122 31  

16 Newcastle United İngiltere300 43 16 175 12  

17 Hamburger SV Almanya293 0 32 163 41  

18 Werder Bremen Almanya262 0 n/a 131 11  

19 Valencia İspanya 159 31 145 ?45  

20 Celtic İskoçya227 11 23 151 48  

Piyasa değerlerini baz alan marka değeri belirleme yaklaşımında ülkemizde en değerli kulüp olarak karşımıza 544.7 milyon dolarlık piyasa değeriyle Fenerbahçe Spor Kulübü çıkmaktadır. Fenerbahçe'yi 142,6 milyon dolar ile Galatasaray izlerken; Trabzonspor 133,9 milyon dolar ile üçüncü sırada; Beşiktaş ise 40,2 milyon dolarlık piyasa değeriyle 4. sırada yer alıyor.

Fenerbahçe'nin piyasa değerinin bu kadar yüksek çıkmasının en önemli nedenlerinden birisi; Fenerbahçe Sportif AŞ'nin halka arz modeli ve mevcut şirket yapılanmasıdır. Gelir ağırlıklı bir modele sahip Fenerbahçe Sportif AŞ'nin piyasa değeri, kulübün gelirleri arttıkça yükselmektedir. Her ne kadar Galatasaray ve Trabzonspor da aynı gelir ağırlıklı model ile borsaya kote olmasına karşın, Fenerbahçe ile aralarındaki piyasa değeri farkı, marka değerinin daha iyi pazarlanmasından kaynaklanmaktadır. Gerçekten de yurtiçinde marka değeri en yüksek kulüp olarak Fenerbahçe'yi görüyoruz. Endüstriyel dönüşüm dinamiklerini kendi marka değerinin artırılmasında en iyi kullanan kulüp olarak karşımıza çıkan Fenerbahçe bu nedenle gelirlerini ve buna bağlı olarak piyasa değerini ezeli rakiplerine fark atacak şekilde artırabilmiştir. Yurtdışı bilinirlik ve tanınırlık bakımından Galatasaray'ın bazı avantajları olmasına karşın, Galatasaray bu olanağı iyi kullanamamıştır.

Şubat 2009 itibariyle İMKB'ye kote kulüplerin piyasa değerleri

Kulüp Piyasa değeri  (milyon dolar)

Fenerbahçe 544,7

Galatasaray 142.6

Trabzonspor 133.9

Beşiktaş 40.2

Piyasa değerini baz alan yaklaşım büyük bir yaygınlık gösterirken; bu yöntemin sıkıntılı yanı borsaya kote olmayan kulüpler için piyasa değeri saptamanın güçlüğüdür.

Sonuç

Günümüz futbolunun giderek parasallaşan ve ticarileşen özelliği, futbol kulüplerini ve liglerini endüstriyel bir zorunluluğa; yani markalaşmaya yönlendirmektedir. Marka olabilmek aynı zamanda önemli bir rekabet üstünlüğünü de beraberinde getiriyor. Markalaşmak daha fazla tanınmak ve daha fazla ticari kazanç anlamına geliyor. Bugün Premier Lig'in haftalık 170 ülkede yayınlanıyor ve 470 milyon insan tarafından izleniyor olması, bu ligin küresel bir marka oluğunu ortaya koyuyor.  Bu nedenledir ki Premier Lig'in 3 yıllık satış hakkı 1,314 milyon sterline pazarlanabilmektedir. Peki markalaşmak  ve marka değerini yükseltmek  için neler mi yapılmalı? Bu tamamen ileride ele alacağımız ayrı bir yazı konusu..

http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109 - http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109
 


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 09/Mar/2009 saat 11:42
Futbolun para(doksal) sorunları

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

09.03.2009 - 08:48

Bu haftadan başlamak üzere futbolun neden krize girdiğini ve bu krizden nasıl kurtulabileceği üzerinde durmaya çalışacağım. Doç. Dr. Kutlu Merih ile yaptığımız çalışmalar bize futbolun iki şekilde krize girdiğini gösteriyor. Bunlardan ilki futbolun kendi içsel dinamiklerinden kaynaklanan sorun ve sıkıntılar nedeniyle krize girmesine yol açan "İçsel etmenler." Ki bu hafta bu konu üzerinde duracağız. Bu sorunları Kutlu Merih ile birlikte "Futbol Ekonomisi" isimli kitabımızda, "Futbolun paradoksal sorunları" başlığıyla çok detaylı olarak irdeleyip inceledik. Çok öğretici ve orijinal sonuçlara ulaştık. Aslında futbolun entelektüel gelişimine özgün bir katkı olarak ta değerlendirilebilecek yeni paradoksları futbol literatürüne kazandırdık. Bu paradokslar bir yandan futbolun gelişiminin önünü keserken; diğer yandan da diyalektik gelişimin kaçınılmaz sonucu olarak futbola yaşam enerjisi veriyor. Kendi içinde zıtlıkları taşıyan bir yapı, bir yandan zıtların karşılıklı savaşımına neden olurken; diğer yandan bu çatışmadan ortaya çıkan enerji futbolun yaşamsal gelişimine güç sağlıyor. Bunlara biz genel olarak futbolun paradoksları diyoruz. Futbolun içinde bulunduğu sorun ve sıkıntılara çare üretebilmenin yolu, bu paradoksları iyi anlamak ve algılamaktan geçiyor.

Futbolu krize sokan bir diğer ikinci unsur da; ekonomi, politika, mali ve sosyal koşullar gibi olumsuzlukların temelinde yükselen "Dış etmenler." Bu konu üzerinde önümüzdeki hafta detaylıca duracağız ve futbol kulüplerinin bu olumsuzluklara karşı ne tür aksiyonlar alması gerektiğini tartışacağız. Özellikle günümüz küresel ekonomik dengesizliğinin, futbolun balansını nasıl bozduğunu ve onu nasıl krize ittiğini irdelemeye çalışacağız.

Futbolun paradoksları

Futbol Ekonomisi isimli kitabımızın "Futbolun Ticarileşmesinde Paradoksal Sorunlar" başlığı altında kaleme aldığımız bölümde de belirttiğimiz üzere, futbolun paradoksal yapısını anlamak, futbolun neden krize girdiğinin bir bakıma çözümlenmesi oluyor aynı zamanda. Futbolun giderek para(dok)sallaşması onu, kısır bir döngünün içine sokuyor. Bu paradoksları analiz etmeden önce kısaca Paradoks ne anlam ifade ediyor? Bunu okurumuzla çok detaya girmeden paylaşmakta yarar var.

 

Paradoks nedir?

Kökü Yunanca para (=karşı) ve doksa (=anlam, düşünce) sözcüklerinden gelen paradoksu, AnaBritannica "kendi içinde çelişkiliymiş gibi görünen, mantıksal olarak hem doğruluğu, hem de yanlışlığı kanıtlanılabilen önerme" olarak tanımlıyor.

Ünlü paradokslar, on yıllar bazen de yüzyıllar boyunca mantıksal düşünceyi beslemiş, insanları büyülemiş ve hayrete düşürmüştür. Paradokslara, edebiyat, bilim ve matematikten günlük yaşama kadar çok değişik alanlarda rastlanır. Paradoksun bir kısır döngüyü de ifade ettiğini vurgulayalım. Ne tür paradoks olursa olsun ortaya çıkan sorular ve karışıklık hem ilginç, hem de eğlendiricidir. Bu bağlamda, her okuduğumda çok keyif aldığım ve mantık kurgusuna hayran kaldığım aşağıdaki ünlü "avukat paradoksu"nu kısaca anımsayalım.

Yunanlı ünlü avukat Protogras, verdiği özel dersin ücreti ile ilgili olarak öğrencisiyle bir anlaşma yapar. Bu anlaşmaya göre öğrencisi aldığı ilk davayı kazanırsa bu ücreti avukata ödeyecek, kazanamazsa ödemeyecektir. Dersin bitiminden hemen sonra herhangi bir dava almayan öğrenciden ses seda çıkmaz. Sabrını yitiren avukat, bir dava açarak bu ücreti öğrencisinden talep eder. Yeni avukat olan öğrenci bu ilk davasında kendini savunmayı üstlenir. Bu davayı öğrenci kazanırsa ilk davasını kazanmış olacağı için davayı kaybeden hocasına parayı ödemek zorunda kalacaktır. Tersine davayı kaybederse bu kez de davayı kaybettiği için hocasına yine ödeme yapmak zorunda kalacaktır.

Kutlu Merih ile birlikte yaptığımız çalışmalar futbolun günümüzde endüstriyel bir iş kolu haline gelmesine karşın, spor sektöründeki rekabet ve işleyiş yasalarının, iktisadın temel kurallarıyla her zaman örtüşmediğini, asimetrik bir yapısının bulunduğunu ortaya koyuyor. Nitekim, bu anlayış ve mantık temelinde de, futbol endüstrisinin temel dinamiklerini harekete geçiren iki paradoksun olduğunu görüyoruz.

Bu paradokslardan birincisi Sloane paradoksu: Lig bütünlüğü içinde rekabetin kalitesinin yükselmesi, toplam kaliteyi artırır!

Bu paradoksa göre: Bir spor olayı, rakiplerin birlikte ürettikleri ortaklaşa bir üründür. Bunun kalitesi verdiği seyir keyfine ve sonucun belirsizliğine ve bu rekabetin neyi etkilediğine bağlıdır. Buna göre bir ligde bir takımın finansal kazançlarını kullanarak, en iyi oyuncuları almasına olanak verilirse, kaybedenler zayıflar ve alınan keyif, belirsizlikler ve riskler yok olur. Bu durum da seyircinin ilgisinin kaybolmasına ve takımların gelirlerinin düşmesine yol açar.

Gerçekten de sporda rekabet temel olmakla birlikte, rekabetin anlamlı olabilmesi bakımından kazananlar kadar kaybedenler de iyi olmalı ki, bu yarışma devam etsin. Yani rekabetsiz ve sonu daha baştan belli olan hiç bir spor karşılaşması, ilgi ve destek görmez. Bu durumun genellik arz etmesi halinde, kazananlar daha güçlenirken, kaybedenler de giderek zayıflamaya başlar. Zaman içinde sporun temel ruhu olan rekabetçi yarışma bu şekilde ortadan kalkar. Bu duruma örnek olarak, üç büyüklerin Süper Ligimizdeki oligarşik egemenliği verilebilir.

İkinci paradoks: "Finansal dengesizlik" paradoksu ya da finansal güç rekabeti geriletiyor!

Şayet ligdeki her kulüp en iyi oyuncuları takımlarına transfer etmekte serbest olursa, kulüpler arasındaki rekabet, ücret ve primlerin yükselmesine yol açar. Parasal olanakları diğer kulüplere göre daha iyi olan kulüplerin, istedikleri futbolcuyu takımlarına transfer edebilmeleri, zaman içinde haksız bir rekabetin de doğumuna yol açıyor. Ortaya çıkan bu haksız rekabet, bu kulüpler arasındaki parasal uçurumların giderek daha da büyümesine neden oluyor. Haksız rekabetin yıkıcı etkisine maruz kalan, olanağı sınırlı diğer kulüpler yarışmalarda sadece "başaltı takımları" ya da "ötekiler" olarak kalıyor. Bu durum ise lig bütünlüğü içinde rekabeti bozarken, güçlüden yana haksız rekabetin de doğmasına neden oluyor. Nitekim Platini'nin bu durumu görerek, 2010 yılından itibaren gerek Şampiyonlar Ligi'nde, gerekse UEFA Kupası'nın formatında değişime gidecek olmasının altında bu neden yatıyor. Platini diğer yandan futbolda finansal dengesizliğin önüne geçebilmek için, kulüplerin harcamalarının, gelirlerinin yüzde 60'ı ila yüzde yetmişi arasında olmasını da tavsiye ediyor.

Bu paradoks, günümüz yaşamının ayrılmaz bir parçası olarak karşımıza çıkıyor. Objektif bir gözle bakıldığında, başta Avrupa olmak üzere, düzenlenen tüm futbol organizasyonlarında zengin ve büyük takımların başat durumda olduklarını görüyoruz. Bu durum: Endüstriyel futbolun kendisini yeniden üretim aracı olan "reyting" için de yaşamsal bir öneme sahip. Çünkü finansal dengesizlik bir yandan "Şampiyon kültürü"nün yaşamasına olanak verirken, diğer taraftan futbol maçlarındaki heyecan fırtınasının dinmesine ve buna bağlı olarak lig reytinginin düşmesine neden oluyor. Daha baştan bir takımın maçı kazanma ihtimalinin yüksekliği mevcutsa o maçın izlenirliği giderek düşüyor ve bu durum uzun vadede gelir kaybına yol açıyor. Aynen Süper ligimizde olduğu gibi. Aşağı yukarı her yıl Süper Ligimizde kimin şampiyon olacağının yüzde 33.3 olasılıkla belirli olması, ligin reytingini düşürüyor, dünyanın en önemli derbisi olarak gösterdiğimiz Fenerbahçe-Galatasaray maçını yurtdışında kimseye satamıyoruz. Kısacası bir ligde finansal toplulaşma(yoğunlaşma), sportif tekelleşmeyi beraberinde getiriyor. Bu durum sadece bizde değil, Premier Lig dahil olmak üzere, dünyanın en önemli liglerinde de etkinliğini gösteriyor. Bu bağlamda bu yıl ki Süper Ligimize bakıldığında ilk beş takımın at başı giden yarışı reytingin yükselmesine olanak sağlıyor. Ancak bütçeler arasındaki fark, sonuçta bir sürprize de yer bırakmayacakmış gibi görünüyor. Yani, bu paradoks burada da çalışıyor!

Bu paradoks, iki farklı paradoksun, yani üçüncü ve dördüncü paradoksların da doğumuna yol açıyor.

Bizim önerdiğimiz paradokslar

Üçüncü paradoks ya da "Just Do It" paradoksu

Futbol endüstrisinin küresel bir niteliğe bürünmesi; futbolun gösteri kısmının, yani show'un giderek yerini, işe ya da diğer deyişle business'e bırakmaya doğru bir yönelim içinde olduğunun da bir göstergesi. Gerçekten de 50'li veya 70'li yılların coşkulu ve seyir zevki en üst noktalarda olan tavan yapmış futbolunun yerini, bugün çok daha mekanik ve yaratıcılıktan uzak, sıkıcı ve giderek de tekdüzeleşen bir futbol almaya başladı. Bu tespiti çoğu turnuvada, çoğu futbol maçında gözlemlemek olası…Buna paralel günümüz futbolcusu da artık bir "sanat icracısı" olmaktan çok, daha çok koşan, mücadele eden bir yapıya evrildi.

Futbolun bir spor olmaktan çıkıp, endüstriyel bir üretim biçimine dönüşmesi; doğal olarak futbolun o kendine özgü, seyir zevkini de yavaş yavaş öldürmeye başladı. Artık Nike'ın sloganında olduğu gibi " just do it" anlayışıyla, "sadece (görevini) yap" mantığı, tesadüfen ortaya çıkmış, içi boş bir kavram değildir. Çünkü, bugün tüm yarışma organizasyonlarında kazanılacak/kaybedilecek çok ciddi paralar bulunuyor... Bu organizasyonların yarattığı ek katma değerler ve diğer gelirlerin de bir şekilde, bu organizasyona dahil olan kulüplere dağıtılıyor olması; estetik kaygıların ikinci plana atılarak, sadece vaat edilen paraya uzanmaya çalışmayı mubah kılan makyevelist bir anlayışı da egemen kıldı. Bu amaçla ruhsuz, tamamen mekanik bir görev anlayışıyla kurgulanmış, her biri farklı bir milliyetten olan toplama takımların bugünlerde boy göstermesi, bilinçli bir stratejinin ürünü olarak karşımıza çıkıyor. Oysa, geçmişte futbolun izlenmesinde en büyük keyif veren faktörlerden birisi, her ülkenin ya da kıtanın takımlarının kendilerine özgü futbol stillerinin bulunmasıydı. Yerleşmiş gelenekleri, yaratıcı yenilikleri ve devrim niteliğindeki sürpriz ve şaşırtıcı buluşları ile sıra dışı oyuncu ve teknik adamlarıyla, pür bir futbol vardı yeşil sahalarda.

1940'lı yıllardan başlayıp, 1980'li yılların ikinci yarısına kadar geçen zaman aralığında; İngiliz futbolu, uzun paslara dayalı yüksek top mücadelesiyle ve kanatlardan öldürücü akınlarla; İtalyan futbolu, sert ve top geçirmeyen savunması ve oyun bozucu yapısıyla; Hollanda futbolu, toplu hücum ve toplu savunma anlayışıyla şekillenen "Total Futbol"la; Alman futbolu, "panzer" lakabını hak eden, yeterince teknik olmayan, çok güçlü ve etkili, tam saha pres yapan, özelliğiyle; Brezilya futbolu, estetiği ön plana çıkartan, "sambacı" oyun anlayışıyla, seyredeni mest eden bir futbol gösterisiyle bilinir ve seyredilirdi. Bu ülkelerin oynadıkları futbolun, futbol kültürüne yerleşip, bir okul haline gelmeleri, ne yazık ki, futbolun endüstriyel sürece girmesiyle birlikte yavaş yavaş ortadan kalkmaya başladı. Önceleri, Alman futbolu, İngiliz futbolu, İtalyan futbolu, Brezilya futbolu, Hollanda futbolu denildiğinde, bu ülkelerin kendine özgü sistemleri, stilleri anlaşılır ve buna göre yorumlar oluşturulurdu. Bu anlamda futbolda "ekol"den kasıt, bu ülkelerin futbol kültürüne olan katkılarının sistemleştirilmiş halinin isimlendirilmesiydi.

Futbolun bir sanat olduğu dönemde, yukarıda sayılan Ulusların birbirlerini kıyaslayan, "karşılıklı üstünlükleri" vardı. Bu ülkelerin oynadıkları farklı tarz ve stiller sonucunda, her ülkeye özgü çeşitli oyuncu profilleri yaratılmıştı. Almanya, yeterince teknik olmayan, çok güçlü ve etkili, tam saha pres yapabilen, santrforlar ile şık ve soylu liberolar çıkarırdı. Fransa dünya futboluna üç efsanevi oyuncuyu Kopa, Platini ve Zidane'ı armağan etmişti. Yugoslavya her zaman futbolcularının teknik kapasitesi ve forvetlerinin golcülüğüyle sivrilmişti. Topla oynamayı ve çalım yapmayı seven Brezilya, birkaç istisna dışında asla büyük bir kaleci çıkaramamıştı. (Authier, Christian, Futbol A.Ş., Kitap Yayınevi, İst. Kasım 2002, sh .43)

Uruguaylı büyük yazar, Eduardo Galeoano da bu durumdan çok sıkılmış olacak ki, Gölgede ve Güneşte Futbol isimli kitabında, "Futbolun öyküsü, zevkten zorunluluğa uzanan hüzünlü bir öyküdür. Spor sanayi dalına dönüştüğü oranda, iş olsun diye oynandığı zamanki güzelliğinden bir şeyler kaybetmiştir. Yüzyılın sonlarını yaşadığımız bu günlerde futbol, işe yaramaz her öğeyi reddetmektedir; kar getirmeyen her öğe de 'işe yaramaz" olarak kabul edilmektedir" şeklinde, endüstriyel futbola sitemlerini dile getiriyor. (Eduardo Galeoano, Gölgede ve Güneşte Futbol, Can Yayınları, 2. basım, İst.,1998, sh. 9)

Endüstriyelliğin ayırt edici özelliği, bant tipi üretim olarak nitelendirilen 'seri üretim'dir. Bu anlamda görev tanımları çok belirgindir. Her şey mekanikleşmiştir. Tüm amaç, belirlenen zaman dilimi içinde en fazla üretimi gerçekleştirmektir. Üretilen ürünler bir tornadan çıkmış gibi tek tiptir. Endüstriyel süreç öncesi, manifaktürer dönem içinde, zanaatkarlar vardı. El yapımı, emek yoğun bir çalışma ile, mallar üretilir ve ihtiyaçlar karşılanırdı. Bu tarihsel üretim tarzı, "el emeği, göz nuru" diye öz olarak ifade edilen bir süreçti. Henüz show business sürecine futbolun evrilmediği yıllarda, yani futbolun sadece bir gösteri-show olduğu dönemde zanaatkar futbolcular vardı. Bu futbolcular tanrı vergisi tüm yeteneklerini sergilemekten bıkmazlar, seyirci de bu yetenekleri seyretmekten yorulmazdı. Ancak, zamanla endüstriyel sürece doğru yol alınmaya başladı, show'un dozajı giderek azalırken, işin business kısmı artmaya başladı. Bunun doğal sonucu da, yaratıcılıktan, heyecandan uzak bir kurgu ve yapılanma ile futbol maçlarının oynanamaya başlandı. Son on beş yılda oynanan üç dünya kupasından, futbola teknik-taktik anlamda sağlanan çok fazla bir katkının olmayışının yanı sıra, oynanan final maçları dahil bu işten alınan zevk ve estetik tadın giderek azalması, bu söylediklerimizi haklı çıkartacak gelişmelerdir.

Nitekim Euro 2004'ü kazanan Yunanistan'ın oynadığı futbolun kimleri tatmin ettiği söylenebilir ki? Göze hoş gelen futbolu sadece bir iki takımın (Çek Cumhuriyeti, Hollanda, Portekiz…) oynamasına karşın; diğer takımların çok fazla pragmatik bir davranış içine girmeleri (buna örnek olarak başta kupayı kazanan Yunanistan örnek gösterilebilir) futbolun seyir yönünün giderek erozyona uğradığının da bir göstergesidir. Endüstriyel futbolun, yani futbolun "Pazar için üretimi"nin gerçekleştirildiği bu süreçte, futbol seyir zevkinin giderek düşmesi, futbol metasının tek pazarlama aracı olan reyting göz önüne alındığında, orta yerde bir paradoksun bulunduğuna işaret ediyor.

Dördüncü paradoks: Endüstriyel futbol bindiği dalı kesiyor!

Endüstriyel futbol, tüm organizasyonların reytingini futbolun mali yönden daha da güçlenmesine olanak vermesi bakımından yüksek tutmak zorunda. Bu amaçla zengin ve büyük kulüplerin hep bu yarışmalar içinde olmaları, "eşyanın tabiatı gereği" olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü, reytingi yüksek takımların maçlarından büyük reklam ve medya gelirlerinin elde edilmesi, endüstriyel futbolun kendisini yeniden üretmesine olanak sağlıyor. Oysa bu durum kulüpler arasındaki haksız rekabetin de giderek artmasına ve buna bağlı olarak kulüpler arasında uçurumların oluşmasına yol açıyor. Futbolun alt yapısını dolaylı olarak etkileyen bu durum, futbolun gelişiminin önünde de büyük bir engeli oluşturuyor. Bir yandan reyting, endüstriyel futbolun kendisini yeniden üretmenin aracı olurken; diğer yandan futbolun sağlıklı gelişiminin de önünü kesiyor.

Yarattığı reyting canavarının etkisi ve yörüngesinden kurtulamayan endüstriyel futbol, adeta futbolun mezar kazıcılığını da yapıyor bir bakıma. Çünkü büyük ve zengin takımlar lehine yaratılan haksız rekabetle reyting tavan yaparken; reyting uğruna elde olunan gelirlerin adil olmayan paylaşımı, diğer takımların da yaşamasını zorlaştırıyor. Futbolu formatlar hale gelen reyting, bugün endüstriyel futbolun kendi bindiği dalı da kesiyor. Her şeyin reytinge göre düzenlendiği ve yönlendirildiği günümüzde futbolu televizyon yönetir konuma gelmiştir. Bu anlamda UEFA eski Genel Sekreteri Gerhard Aigner'in söylediği "Her şeyi televizyon yönetiyor" cümlesi, buraya kadar tüm söylediklerimizi özetliyor.

Reytingin, endüstriyel futbolun mezar kazıcısı olmaya devam edip etmeyeceğini hep birlikte ileride göreceğiz. Ancak bugün bu paradoksun en büyük nemalanıcısı konumundaki UEFA'nın, bu işi kendi düzenlemeleriyle aşmaya çalışması da ayrı bir paradoksu oluşturuyor, orası da ayrı bir sorun...

Beşinci paradoks: Futbol sektöründe gelirler arttıkça verimlilik azalıyor, kârlar düşüyor. (İngiltere vs. -Chelsea paradoksu)

Futbolda içsel dinamiklerin, iktisat teorisindeki dinamikler gibi çalışmadığını, futbolun temel doğrularından birisi olarak her zaman ifade ettik. Gerçekten de futbolda kaldıraçlar, iktisatta ya da finansmanda olduğu gibi çalışmıyor. İktisadın temel ilkelerinden olan kar maksimizasyonu ya da maliyet minimizasyonu ne yazık ki futbol için geçer akçe değil! Düşük bütçeli bir takım yaratılarak/oluşturularak, Avrupa devleriyle mücadele edip, kupa kazanmak teorik olarak mümkün görünmekle birlikte, pratikte çok zor görünüyor. Ya da tam tersi durum da futbolda çok geçerli değil. Örneğin yıldızları bir araya getirmeniz Real Madrid'de olduğu gibi mümkün olabilir ve bir ''galactica'' yaratabilirsiniz ama başarıya da Real de olduğu gibi hasret kalabilirsiniz.

Futbolda ölçek ekonomisi de çalışmıyor. Yani mevcut kadronuzda ilave maliyete katlanmadan, verimliliği artırabilmek çoğu zaman mümkün olamıyor. Bu anlamda yaptığınız yatırımlar sonucunda oluşan başarı kapasitenizi, her yarışmada kullanamıyorsunuz. Her turnuva ve yarışmada yeniden yapılanmak ve takımınızı buna göre oluşturmak zorunda kalabilirsiniz. Bu olayın bir diğer boyutu da futbolda bir yandan gelirleriniz artarken, iktisatta olduğu gibi karınız artmamasıdır. Ya da gelirleriniz arttıkça, giderleriniz bundan daha hızlı artmaya başlayabilir. Bu paradoksa en tipik örnek olarak son yılların en gözde kulübü Chelsea'yi örnek gösterebiliriz. Chelsea bugün Avrupa'nın en zengin beşinci kulübü olmasına ve yıllık 268,9 milyon Sterlin bir gelir elde etmesine karşın, Avrupa'nın giderleri en fazla ve en borçlu kulüplerinden birisi konumunda. Roman Abramovich'in Chelsea'yi satın aldığı 2003 sezonu öncesi toplam gelirleri yaklaşık 110 milyon Euro iken; 2007/08 sezonunda Chelsea'nin cirosu 268,9 milyon Euro'ya yükselmiştir. Geçen beş yıllık süre içinde yüzde 144'lük bir artışı ifade eden bu oran yıllık ortalama yüzde 28 civarında bir artışa karşılık geliyor. Yine aynı dönemde Chelsea'nin giderlerine baktığımızda ise; 2003/04 sezonunda toplam 55 milyon Euro gidere ve ortalama yüzde 67 gibi gider/gelir rasyosuna sahipken; bugün bu rasyo yüzde 79'a çıkmıştır. Buna bağlı olarak operasyonel zararları 2003/04 sezonunda 87,8 milyon Sterlin'den (105 milyon Euro), 2007/08 sezonunda 140 milyon Sterlin'e (168 milyon Euro'ya) yükselmiş durumdadır.

Yine İngiliz ligleri Avrupa futbol pastası içindeki payını sürekli arttırırken, kulüplerin her yıl bir önceki yıla göre operasyonel zararlarının artarak devam ettiğini görüyoruz.

Kısacası, futbolda gelirleri artırabilmeniz verimliliği de arttırabileceğiniz anlamına gelmiyor.

Haftaya futbolun dışsal etmenlerden nasıl etkilenerek krize girdiği ve buna karşın neler yapılması gerektiği üzerinde durmaya çalışacağız…

Kaynak: http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109 - http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 31/Mar/2009 saat 09:16

Futbolda rekabet açısından finansal denge sorunu

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com -

Objektif bir gözle bakıldığında, başta Avrupa olmak üzere, düzenlenen tüm futbol organizasyonlarında zengin ve büyük takımların başat durumda olduklarını görüyoruz. Bu durum, endüstriyel futbolun "reytingi" için de yaşamsal bir öneme sahip. Çünkü finansal dengesizlik bir yandan şampiyon kültürünün yaşamasına olanak verirken, diğer taraftan futbol maçlarındaki heyecan fırtınasının dinmesine ve buna bağlı olarak lig reytinginin düşmesine neden oluyor. Aynen Turkcell Süper Lig'de olduğu gibi.

Aşağı yukarı her yıl Süper Ligimizde kimin şampiyon olacağının yüzde 33.3 olasılıkla belirli olması, ligin reytingini düşürüyor, dünyanın en önemli derbisi olarak gösterdiğimiz Fenerbahçe-Galatasaray maçını yurtdışında kimseye satamıyoruz. Kısacası bir ligde finansal yoğunlaşma, sportif tekelleşmeyi de beraberinde getiriyor. Bu durum dünyanın en önemli liglerinde de aynı. Bu bağlamda bu yıl ki Turkcell Süper Lig'de ilk 5 takımın at başı giden yarışı reytingin yükselmesine olanak sağlıyor.

Günümüz futbolunda rekabetçi denge, kulüpler arasında dengede rekabeti sağlayabilmek bakımından çok önemli bir sorun olarak karşımızda duruyor.  1990'ların ikinci yarısından itibaren giderek ticarileşip endüstriyel bir karaktere bürünen futbol, rekabet bakımından güçlü bütçeler gerektiriyor. Yüksek bütçeli kulüpler rekabeti kendi lehlerine bozmuş durumdalar. Yani, zengin kulüpler sahip oldukları finansal güç ve olanaklar sayesinde, haksız rekabet üstünlüğünü ele geçirmiş vaziyetteler. Haksız rekabet doğal olarak, dengesiz rekabeti beraberinde getiriyor. Dengesiz rekabet ise futbolun orta ve uzun vadede kalite ve reyting kaybına yol açabilecek en önemli faktör olarak kendini somutluyor.

Futbolun kalitesi, rekabetçi yapının daha güçlü ve dengeli olmasına bağlı. Kulüpler arasında dengede rekabeti kurabilen yapılanmalar, rakiplerine göre daha rekabetçi ligler haline gelebiliyor. Bu kapsamda rekabetçi liglerde futbol kalitesi daha yükselirken, buna bağlı olarak reyting de daha fazla artmakta; buna bağlı olarak kulüplerin gelirleri geometrik olarak artabilmektedir.

Doç.Dr.Kutlu MERİH ile birlikte kaleme aldığımız Futbol Ekonomisi isimli kitabımızda Rekabetçi Denge üzerine çok derinlemesine yaptığımız analizlerde gördük ki; futbolda rekabetçi dengeyi yanlış noktada tesis eden ligler, süreç içinde rakiplerine göre rekabette geride kalmakta ve önemli gelir kaybına uğramaktalar. Bu nedenle bu haftaki yazımızda kulüplerin birbirleriyle olan rekabetlerini etkileyen en önemli unsur olan Finansal Denge sorunu üzerinde durmaya çalışacağız.

Finansal dengesizlik Kutlu MERİH'in saptamasına göre "finansal polarizasyon"a yol açıyor.

Finansal denge sorunu

Geçen haftalarda "Futbolun Paradoksal Sorunları" başlığıyla kaleme aldığımız yazıda da dile getirdiğimiz üzere,  Lig Bütünlüğü İçinde Rekabetin Kalitesinin Yükselmesi, Toplam Kaliteyi Artırıyor! Yani bir bakıma bir spor olayı, rakiplerin birlikte ürettikleri ortaklaşa bir üründür. Bunun kalitesi verdiği seyir keyfine ve sonucun belirsizliğine ve bu rekabetin neyi etkilediğine bağlıdır. Hal böyle olmakla birlikte; bazen bir ligde bir takımın finansal kazançlarını kullanarak, en iyi oyuncuları almasına olanak sağlanması, kulüpler arasında rekabetin zayıflamasına yol açıyor. Buna bağlı olarak, zengin kulüpler doğal olarak ligi domine ederken; diğer kulüpler de başaltı kulüpleri haline geliyor. Bu yapı böylece orta ve uzun vadede Liglerde bazı kulüpleri mali açıdan daha da zayıflatır ve sportif anlamda geriye düşmelerine neden olurken; bu etkinlikten alınan  keyif;  belirsizliğin giderek ortadan kalkması nedeniyle azalmaya başlar. Bu şekilde bazı riskler de yok olur. Bu durum da seyircinin ilgisinin kaybolmasına ve takımların gelirlerinin düşmesine yol açar. 

Gerçekten de sporda rekabet temel olmakla birlikte, rekabetin anlamlı olabilmesi bakımından kazananlar kadar kaybedenler de iyi olmalı ki, bu yarışma devam etsin. Yani rekabetsiz ve sonu daha baştan belli olan hiç bir spor karşılaşması, ilgi ve destek görmez. Bu durumun genellik arz etmesi halinde, kazananlar daha güçlenirken, kaybedenler de giderek zayıflamaya başlar. Zaman içinde sporun temel ruhu olan rekabetçi yarışma bu şekilde ortadan kalkar. Bu duruma örnek olarak, üç büyüklerin Süper Ligimizdeki oligarşik egemenliği verilebilir.

Kısacası; Finansal denge sorunu aslında bizi yukarıda belirttiğimiz en önemli paradokslarından birisine götürüyor. Yani Finansal dengesizlik paradoksuna…

İkinci Paradoks : "Finansal Dengesizlik" Paradoksu ya da Finansal güç rekabeti geriletiyor!

Şayet ligdeki her kulüp en iyi oyuncuları takımlarına transfer etmekte serbest olursa, kulüpler arasındaki rekabet, ücret ve primlerin yükselmesine yol açar. Parasal olanakları diğer kulüplere göre daha iyi olan kulüplerin, istedikleri futbolcuyu takımlarına transfer edebilmeleri, zaman içinde haksız bir rekabetin de doğumuna yol açıyor. Ortaya çıkan bu haksız rekabet, bu kulüpler arasındaki parasal uçurumların giderek daha da büyümesine neden oluyor. Haksız rekabetin yıkıcı etkisine maruz kalan, olanağı sınırlı diğer kulüpler yarışmalarda sadece "başaltı takımları" ya da "ötekiler" olarak kalıyor. Bu durum ise lig bütünlüğü içinde rekabeti bozarken, güçlüden yana haksız rekabetin de doğmasına neden oluyor. Nitekim Platini'nin bu durumu görerek, 2010 yılından itibaren gerek Şampiyonlar Ligi'nde, gerekse UEFA Kupası'nın formatında değişime gidecek olmasının altında bu neden yatıyor. Platini diğer yandan futbolda finansal dengesizliğin önüne geçebilmek için, kulüplerin harcamalarının, gelirlerinin yüzde 60'ı ila yüzde yetmişi arasında olmasını da tavsiye ediyor.

Bu paradoks,  günümüz yaşamının ayrılmaz bir parçası olarak karşımıza çıkıyor.

Objektif bir gözle bakıldığında, başta Avrupa olmak üzere, düzenlenen tüm futbol organizasyonlarında zengin ve büyük takımların başat durumda olduklarını görüyoruz. Bu durum: Endüstriyel futbolun kendisini yeniden üretim aracı olan "reyting" için de yaşamsal bir öneme sahip. Çünkü finansal dengesizlik bir yandan "Şampiyon kültürünün yaşamasına olanak verirken, diğer taraftan futbol maçlarındaki heyecan fırtınasının dinmesine ve buna bağlı olarak lig reytinginin düşmesine neden oluyor. Aynen Süper ligimizde olduğu gibi.

Aşağı yukarı her yıl Süper Ligimizde kimin şampiyon olacağının yüzde 33.3 olasılıkla belirli olması, ligin reytingini düşürüyor, dünyanın en önemli derbisi olarak gösterdiğimiz Fenerbahçe-Galatasaray maçını yurtdışında kimseye satamıyoruz. Kısacası bir ligde finansal yoğunlaşma, sportif tekelleşmeyi de beraberinde getiriyor. Bu durum Premier Lig dahil olmak üzere, dünyanın en önemli liglerinde de etkinliğini gösteriyor. Bu bağlamda bu yıl ki Süper Ligimize bakıldığında ilk beş takımın at başı giden yarışı reytingin yükselmesine olanak sağlıyor. Ancak bütçeler arasındaki fark, bir sürprize de yer bırakmayacakmış gibi görünüyor. Tuğrul AKŞAR/Sayfa 18

Yani, bu paradoks burada da çalışıyor!

Gelirlerin Dağılımı

Öz olarak futbolda  finansal denge sorunu,  futbol gelirlerinin dağıtımı sorunudur. Endüstrileşmeye paralel olarak değişen ve hızla artan futbol gelirleri, sonu Kupa ile biten turnuvaların da giderek parasallaşmasına ve çok önemli sayılabilecek parasal ödüllerin dağıtılmasını gündeme getirdi. Bugün Şampiyonlar Ligi'ne kalan ve sıradan bir performans sergileyen kulüplerin bile 10 milyon Euro'ya yakın parasal ödül kazanması veya UEFA Kupası'nı kazanan bir kulübün 8 Milyon Euro parasal gelire ulaşması veya Turkcell Süper Ligi şampiyon bitiren bir kulübün bile sadece sportif performanstan  10 milyon dolara yakın bir gelir elde etmesi, parasal gelirin paylaşımı sorununu da beraberinde getiriyor.

Gelir dağılımındaki dengesizlik sorunu, sonuçta finansal dengesizliğe  yol açıyor. Bu amaçla gelirlerin dağılım mekanizmaları futbol performansının profesyonel yapısını korumayı amaçlamaktadır.

Finansal Dengesizlik Futbol Pastasını Büyütmüyor

Futbol pastamızı oluşturan gelir kalemlerinin kulüplere dağılımına bakıldığında ise bu pastadan en büyük payı dört büyük kulübün aldığını görüyoruz. Nitekim, TV yayın gelirlerinin %42'si; Tribün gelirlerinin %49'u; Sponsorluk gelirlerinin %23'ü; saha içi reklam gelirlerinin %35'i dört büyük kulübe gitmektedir. 

Futbol Pastasının Paylaşımı

Gelirler   Dört Büyük Kulübün payı (%)

Tv yayın hakları 42

Tribün gelirleri  49

Sponsor gelirleri 23

Saha  içi reklam pastası  35

Diğer gelirler 27

Futbol faaliyetlerinin finansmanında yeterli öz kaynağa sahip olamayan Türk futbol endüstrisinin yoğun bir şekilde yabancı kaynağa, özellikle de banka kredisine yöneldiğini görüyoruz. Güncel verileri baz aldığımızda kulüplerin mali sektörden kullandıkları kredilerin 240 milyon dolara ulaştığını gözlemliyoruz. Toplam futbol pastasının % 40'ına karşılık gelen bu oran, bize futbolun kendi faaliyetlerinden fon yaratamadığını gösteriyor. Kullanılan kredilerin 205 milyon dolarlık kısmının da, yani %85'inin de üç büyüklere ait olduğunu belirtelim.

 

Türk Futbol Büyüklüğünün Finansal Göstergeleri   Mio $

TFP (Türk Futbol Pastası)  600

Kulüplerin Kull.Topl. Krd. Tutarı 240

Üç büyüklerin Güncel Banka kredileri 205

Üç büyük Kulübün Krd.Toplamı /Sektörün Kullandığı Toplam Krd. 0.85

Üç Büyük Kulübün Yıllık Ort. Geliri 53

Üç Büyük Kulübün Yıllık Ort. Gideri 67

Üç Büyüklerin Giderleri Top./Toplam Futbol Gelirleri 0,40

Yukarıdaki tabloda yer alan verilere göre; üç büyük kulüp yıllık ortalama 53 milyon dolar gelire ulaşırken; giderler ortalaması ise 67 milyon dolara yükseliyor. Üç kulübün yaptığı toplam 201 milyon dolarlık gider ise toplam Türk futbol pastasının yüzde kırkına karşılık geliyor. İşte haksız rekabetin ve dengesiz gelir dağılımının nirengi noktasını da burası oluşturuyor. Türk futbol kaynaklarının yüzde kırkını harcayan üç kulübün yarattığı gelir ise ne yazık ki, giderlerini karşılamaktan uzak ve bu nedenle bu üç kulüp her yıl bütçe ve nakit açığı veriyor. Bunun anlamı ise Türk futbolunun kıt ve sınırlı olan kaynaklarının, bu kulüpler tarafından etkin ve verimli kullanılamadığıdır. 

Kayıtlı değerler üzerinden hesapladığımız 600 milyon dolarlık Türk futbol pastasının paylaşımına bakıldığında ise üç büyük kulübün, toplam gelirin yüzde otuz üçünü kendi aralarında bölüştüklerini görüyoruz. Trabzonspor'u da dahil ettiğimizde bu pay %37'e kadar çıkıyor. Sadece Süper Lig'deki kulüplerimizi baz alsak bile geriye kalan on dört kulübün bu pastadan aldığı payın  ortalaması %4.5'a kadar düşüyor.  Kaldı ki, 2. 3. ve amatör liglerimizi bu pastanın paylaşımına dahil etmeden bu hesabı yapıyoruz. Durum bu olunca, ligin tepesindeki dört kulüp  toplam gelirden kulüp başına ortalama %9.5 oranında pay alırken; kalan on dört kulübün payı ise %4.5 civarında gerçekleşiyor. Sonra da bu kulüplerimizden rekabet etmelerini bekliyoruz. Hangi bütçe ve hangi kaynakla bu kulüpler rekabet edecekler? Türk futbolunun yapılanışındaki bu oligopolistik tekelci ve dengesiz yapı devam ettiği sürece, aslında biz bu kulüplerimizi rekabet etmemeye zorlamış oluyoruz.

Beş Büyük Lig'de Finansal ve Rekabetçi Denge Denge

Rekabetçi dengenin mihenk taşını, o ülkeden çıkan farklı şampiyon sayısı oluşturmaktadır. Yani bir ülke liginde rekabetçi denge ne kadar yüksekse, o ülkeden o kadar çok  farklı şampiyon çıkabilmektedir. Rekabetçi dengenin düştüğü liglerde ise şampiyon sayısı giderek azalmaktadır.

Bu bağlamda kuruluşlarından bu yana beş büyük ligin rekabetçi dengelerinin bu anlamda yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim bu liglerden İngiliz liginin 23; İtalyan Liginin 16; İspanyol Liginin 10; Almanya Liginin 31 ve Fransız Liginin de 19 şampiyon çıkarttığını görüyoruz.

Ancak endüstriyel futbolun gelişimine paralel olarak, son on beş yılda bu ülke liglerinde de rekabetin giderek düşmeye başladığını yaptığımız araştırmalardan görüyoruz. Beş büyük lig içinde son on beş yılda İngiliz Premiership, Alman Bundesliga ve  İspanyol La Liga beş farklı şampiyon çıkartırken; İtalyan Serie-A dört; Fransız 1.Lig ise dokuz farklı şampiyon çıkartabilmiştir. Bu durum bize, beş büyük lig içinde de rekabetçi dengenin giderek düşmeye başladığını gösteriyor.

Yani Avrupa futbolunda da rekabetçi denge giderek, büyüklerin lehine doğru evrilmiş vaziyette. Bu anlatılanları aşağıdaki tablolarda daha açık olarak görebilmekteyiz…

Beş Büyük Lig'de Rekabet Tablosu

Lig  / Gelir m€ /  Faaliyet karı (zararı) m€ / Faaliyet kar marjı / Toplam Gelir İçinde İşletme Giderlerinin payı / UEFA ŞL Çeyrek Finalistleri 2003-04/2007-08 / UEFA ŞL Yarı Finalistleri 2003-04/2007-08  / Son 15  Yılda Şampiyon Kulüp sayısı  / Çıkarttığı Toplam Şampiyon sayısı

Bundesliga         1.379    250    18%    65%      3     0    5   31

Premier Lig         2.273    141      6%    85%    12   10    5   23

La Liga             1.326      78       5%   82%      6    4     5   10

Serie-A             1.163     -40      n/a    94%   10    3     4   16

Ligue 1                972      23       2%   62%     4    1     9   19

Yukarıdaki tablodan da görülebileceği üzere;

Deloitte'un 2008 rakamlarına göre Avrupa futbol pastasının %53'ünü kendi aralarında paylaşan Beş Büyük Ligde faaliyetlerinden kar yaratamayan tek lig olarak karşımıza İtalyan Serie-A çıkıyor. Nitekim toplam gelirlerinin yüzde doksan dördünü işletme gideri olarak harcayan Serie-A, bu harcamalarının karşılığı 2003-04/ 2007-08 sezonları arasında tam 10 kez kulüplerini Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finale; 3 kez de yarı finale çıkartmış.Şüphesiz bu tablo içinde en göze çarpan lig, İngiliz Premier Lig oluyor.  Premier Lig yıllık 2.2 milyar Euro geliri ve bunun sonucunda yarattığı 141 milyon Euro işletme karı ile belki de beş büyük lig içinde en karlı lig değil ama, sportif performans bakımından en başarılı lig. Şampiyonlar Ligi'ni adeta Premier Lig'e çeviren İngiliz ekipleri, gelirlerinin yüzde seksen beşini işletme gideri olarak harcıyor.

Beş büyük lig içinde en fazla şampiyon çıkartan lig olarak 31 farklı şampiyon ile Bundesliga'yı görüyoruz. Hemen onu 23 farklı şampiyon ile İngiliz Premier Lig takip ediyor. Son 15 yılda ise en fazla şampiyon çıkartan lig olarak Fransız 1.Lig'i görmemize karşın, bu ligde aslında son on yılda rekabetin giderek yok olduğunu ifade edebiliriz. Çünkü son on yılda Olympique Lyonnais'in 7 şampiyonluğu bulunuyor.

Aslında yukarıdaki tablo da bize, Finansal dengesizliğin son on beş yılda beş büyük ligde de giderek arttığını gösteriyor. 

Ülkemizde ise durumun daha vahim olduğu görülüyor. Kurulduğundan bu yana sadece 4 şampiyon çıkartabilen Türkiye liginde bu sayı son on beş yılda üçe düşmüş durumda. Eğer bu sezonun sonunda Sivasspor şampiyonluğu kucaklarsa, Türkiye'de bu zincirin halkasını kırabilecek.

Finansal Denge'nin Liglere Etkisi

Finansal dengenin sağlanması bir bakıma ütopik bir amaçtır. Günümüzün reytinge dayalı futbol ekonomisi zenginlerin ve güçlülerin hep yarışmanın içinde olmasına göre kurgulanmış durumdadır.  Nasıl mikro iktisat teorisinde "tam rekabet piyasası" ideal ve ütopik bir piyasa ise, "finansal denge"nin sağlanması sorunu da bir ideal,  bir ütopyadır. Çünkü, Reyting dinamiği nedeniyle finansal dengesizliği tamamıyla gidermek mümkün görülmemektedir. Ancak rekabetçi dengeyi artırabilmenin yolu, finansal dengesizliğin minimize edilmesinden geçiyor. Finansal dengesizlik azaldıkça, liglerin rekabetçi yapısı da daha artmaktadır. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki; Futbol gelirlerinden kasıt, içinde havuz gelirlerinin de olduğu tüm gelirlerdir. Aksi halde çok büyük bir yanlışlığa düşeriz. Zira havuz gelirlerin en adil dağıtıldığı lig olarak karşımıza çıkan Fransız 1.Lig'inde (gelirlerin yüzde seksen üçü eşit dağıtılıyor) son yedi yılın şampiyonu Olympique Lyonnais…biz bu bağlamda futbol pastasından alınan payı dikkate almalıyız.  Aşağıdaki tablo bize rekabetçi dengenin yüksek olduğu ligler ile düşük olduğu liglerin arasındaki farkı ortaya koyuyor.

Ne yapmalı?

Futboldaki mevcut (ve artan) finansal dengesizliğin önüne geçebilmek için UEFA ve Türkiye Futbol Federasyonu'nun yapacağı çok önemli şeyler bulunuyor.

UEFA'nın yapması gerekenler:

1. Avrupa futbol ailesinin sağlığını korumak özellikle de genç oyuncuların eğitim ve gelişmelerini ilerletmek için UEFA Şampiyonlar Ligi finansal dayanışma sistemini gözden geçirip güncelleştirmeli ve Şampiyonlar Ligi gelirlerinin dağıtımını daha yaygın ve dengeli hale getirmeli; 

2. Büyük takımları koruyan ve kollayan UEFA ülke ve takım katsayı uygulaması değiştirilmeli; Şampiyonlar Ligi ve UEFA'ya daha geniş bir coğrafyanın katılımı sağlayacak şekilde beş yıllık kümüle puanlar yerine yıllık puanlamaya göre kulüplerin UEFA organizasyonlarına katılımları sağlanmalı;

3. UEFA Şampiyonlar Ligi havuz gelirleri dağıtım kriterleri yeniden belirlenmeli; daha küçük bütçeli kulüplerin rekabetini artıracak yeni düzenlemelere gidilmeli;

4. Bosman kuralları düşük bütçeli kulüpleri mağdur etmeyecek şekilde yeniden düzenlenmeli;

5. UEFA'nın kulüpler bazında gelir ve gider dengesini sağlayacak şekilde, harcamalara bir sınır getirmeli; bir kulübün transfer harcamaları dahil işletme giderlerinin mevcut gelirlerinin %70'ini geçmeyecek şekilde bir düzenleme yapmalı;

6. Kulüp borçlanmalarına üst sınır getirilmeli; dengeli bilançosu ve mali yapısı olmayan kulüpler yarışmalara alınmamalı;

7. Kulüp yapılarına kurumsal yönetişimin egemen kılınarak, finansal şeffaflık sağlanmalı;

8. Finansal uygunsuz davranışların önüne geçebilmek için kulüplerin bağımsız dış denetimleri yapılmalı;

9. UEFA ve ulusal federasyonların uzman ve sahtekârlıkla mücadele için bağımsız organlar da dahil olmak üzere iç yönetim birimleri oluşturmalı;

10. Futbol rekabet hukuku yeniden düzenlenmeli;

11. Futboldaki şike, rüşvet, teşvik, sahtekârlık, para aklama, şiddet veya diğer her türlü yolsuzluk ve suç faaliyetlerinin tespit ve önlenmesi için, adli yargı daha öncelikli olarak olaya müdahil olmalı;

12. Çocuk ve reşit olmamış genç oyuncu ticareti yeniden düzenlenmeli;

13. UEFA ve lokal federasyonların bütçe yönetimi rekabeti artıracak şekilde yeniden  belirlenmeli; futbolun emrine aloke edilecek miktar daha artırılmalı; Federasyonların bağımsız kar merkezi olmalarının önüne geçilmeli; 

14. UEFA kriterleri uygulamasında haksızlığa ve eşitsizliğe neden olabilecek eşit olmayan uygulamalara son verilmeli;

15. Lokal federasyonlar yarışmacı rekabeti artırabilecek ve daha geniş katmanların temsiline olanak sağlayacak şekilde yeniden örgütlenmeli;

16. UEFA ve Lokal federasyonlar nezdinde mutlaka, finansal sıkıntı ve problemler yaşayan kulüpler için bu sıkıntılarını atlatmalarına olanak sağlayacak bir havuz fon ve rezerv kaynak oluşturulmalı;

Türkiye Futbol Federasyonu'nun yapması gerekenler;

TFF  yukarıda belirtilenlere ek olarak;

1. Türkiye Süper Ligi'nde gelir dağıtım kriterleri daha dengeli ve rekabeti artıracak şekilde yeniden düzenlenmeli;

2. Turkcell Süper Ligi'ne daha geniş bir coğrafya'dan katılım olanağı yaratılmalı;

3.  Alt Liglerin statüleri değiştirilmeli profesyonel kulüp sayısı azaltılmalı; amatör kulüp yapılanması daha ön plana çıkartılmalı;

4. Futbolcuların sosyal güvenliklerini sağlayacak bir sosyal fon oluşturulmalı;

5. Kulüplerin ve tüm futbol çevresinin daha geniş katılımlarının sağlanacağı bir genel kurul yapılanmasına gidilmeli;

6. Federasyon'un futbolun gelişimi ve ilerlemesi ile rekabeti artırabilecek yapıyı oluşturabilmek için, Ar-Ge'ye ayıracağı bütçe daha fazla artırılmalı;

7.  Dernek statüsündeki kulüplerimizde finansal şeffaflığı artıracak şekilde genel kurulların yeniden yapılanması sağlanmalı;

8. Kulüpler arasında haksız rekabete neden olabilecek ve dolaylı ya da dolaysız fayda sağlayabilecek rant transferlerine son verilmeli;

9. UEFA Kriterleri  kulüp ayrımı yapmaksızın tavizsiz bir şekilde uygulanmalı; kriterleri yerin getirmeyen/getiremeyen kulüpler, haksız rekabet üstünlüklerini kullanamamalı;

10. Teşvik, şike, rüşvet, şiddet gibi futbol dışı ögelerin futbolu etkilemesini önleyecek gerekli  iç hukuk düzenlemeleri yapılmalı;  kulüp ayrımı yapılmaksızın bu düzenlemeler  hayata geçirilmeli;

11. TFF rekabet yönetiminde daha şeffaf  bir örgüt yapılanmasını gerçekleştirmeli;

12. Mevcut TFF yapılanması yerine daha geniş bir tabana ve yaygınlığa sahip, daha şeffaf; rekabeti daha iyi yönetecek; futbol pastasını daha fazla büyütebilecek; rekabeti artırabilecek; kuvvetler ayrılığı ilkesine göre organize olmuş bir örgütsel yönetim yapısı oluşturulmalı;

Kaynak: http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109 -

if (AC_FL_RunContent == 0) { alert("This page requires AC_RunActiveContent.js."); } else { AC_FL_RunContent( 'codebase', 'http://download.macromedia.com/pub/shockwave/cabs/flash/swflash.cab#version=9,0,0,0', 'width', '200', 'height', '200', 'src', 'fordmondeo_200x200', 'quality', 'high', 'pluginspage', 'http://www.macromedia.com/go/getflashplayer', 'align', 'middle', 'play', 'true', 'loop', 'true', 'scale', 'showall', 'wmode', 'window', 'devicefont', 'false', 'id', 'fordmondeo_200x200', 'bgcolor', '#ffffff', 'name', 'fordmondeo_200x200', 'menu', 'true', 'allowFullScreen', 'false', 'allowScriptAccess','sameDomain', 'movie', 'fordmondeo_200x200', 'salign', '' ); //end AC code } < id=":d27cdb6e-ae6d-11cf-96b8-444553540000" code="http://download.macromedia.com/pub/shockwave/cabs/flash/swflash.cab#version=9,0,0,0" width="200" height="200" id="fordmondeo_200x200" align="middle"> < name="allowAccess" value="sameDomain" /> < name="allowFullScreen" value="false" /> < name="movie" value="fordmondeo_200x200.swf" />< name="quality" value="high" />< name="" value="#ffffff" /> < ="fordmondeo_200x200.swf" quality="high" ="#ffffff" width="200" height="200" name="fordmondeo_200x200" align="middle" allowAccess="sameDomain" allowFullScreen="false" ="application/x-shockwave-flash" pluginspage="http://www.macromedia.com/go/getflashp" />
-->

 



-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 07/Tem/2009 saat 09:50
Altyapı mı? Altta Kalan Yapı mı? (I)

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

22.06.2009 - 09:05
 

2009/10 sezonunda Galatasaray ile birlikte Türk futbolu ilk defa bu kadar heyecan uyandıran bir teknik adamla Frank Reijkaard ile birlikte olacak. Bu heyecan nereden geliyor diye soracak olursanız, karşınıza 2008/09 sezonunda Şampiyonlar Ligi finalini kazanan  Barcelona ve onu bu noktaya taşıyan en önemli isimlerden birisi olan Rijkaard çıkıyor.

Rijkaard altyapıya çok önem veren ve güvendiğinde yaşını gözetmeksizin genç futbolcuya formayı  teslim eden bir teknik adam. Barcelona son Şampiyonlar Ligi'nde Manchester United'ı ezerek yenip, kupayı havayı kaldırdığında, takım kadrosunda altyapıdan gelen yedi futbolcu bulunmaktaydı ve bu futbolculardan üç tanesi Rijkaard ile ilk kez Barcelona A takımının formasını giymişlerdi. Bu futbolcular, Valdes, Iniesta ve Messi'ydi…

İşte biz bu kapsamda Türk futbolunun altyapısı ve altyapıdan yetişen yetenekler üzerinde duracağız.

Geçen haftalarda bu sütunlarda "Rijkaard Türk Futbolu İçin Bir Şans Olabilir mi?" Başlıklı bir yazıyı kaleme almıştık. Rijkaard ve Barcelona ekseninde bu hafta da Türk Futbolunun alt yapısının ne durumda olduğunu irdeleyeceğiz. Yazımız iki bölümden oluşacak. Bu haftaki bölümde genel olarak altyapı üzerinde durmaya çalışacağız…Gelecek haftaki yazımızda ise  altyapı temelinde futbolumuzun insan kaynakları ve Türkcell Süper Ligde altyapıda kulüplerimizin genel durumları üzerinde duracağız…

Altyapı Sorununa Giriş

Kısır ve sonuç getirmeyen tartışmalar neredeyse futbolumuzun odak noktasını oluşturuyor. Bu tartışmaların başında da bir türlü gündemden düşmeyen "yabancı oyuncu sayısı"nın serbest bırakılması konusu  geliyor.

Bir yandan yabancı oyuncu sayısının serbest bırakılması tartışılırken; diğer yandan bu uygulamanın Türk futboluna olumsuz etkilerinin olabileceğinin de altı çiziliyor. Gerçekten de son zamanlarda görüyoruz ki, hemen hemen tüm takımlarımızda bol miktarda yabancı oyuncu var ve bunların bir çoğu da yedekte bekliyor.  Yani takımlarımızda "bir yabancı oyuncu hovardalığıdır" sürüp gidiyor.

Yapılan onlarca transfer, harcanan milyon dolarlar ve bir türlü gelmeyen sportif performans... İşin daha da kötüsü, yerli oyuncularımızdan  kalite açısından çok da farkı olmayan bu oyunculara gösterilen sabır ve tahammülün yerli ve genç oyucularımıza gösterilmemesi. Tüm olumsuzluk ve yetersizliklerine karşın milli takımımızın en kilit mevkilerinde oynayabilecek oyuncularımızın kendi takımlarında yer bulamamaları nedeniyle, bu önemli mevkilere oyuncu bulmakta güçlük çekmemiz sonuçta Aurello gibi zorlama çözümlere yönelmek zorunda kalmamız...

Bu koşullar altında gereksinim duyduğumuz mevkilere oyuncu bulmakta zorlanıyoruz. Özellikli oyuncularımızın kendilerine ilk on birde yer bulamamaları ise sorunun giderek kronikleşmesine yol açıyor. Oysa 2000 yılında Galatasaray UEFA Kupası'nı ve Süper Kupayı kazanırken; bir yıl sonra Şampiyonlar Ligi'nde gruptan çıkıp, çeyrek final oynarken;  2002'de de milli takımımız Dünya üçüncüsü olurken bu sorun bu kadar yakıcı değildi. Yabancı oyuncu yine vardı. Ancak mevcut oyuncular gerçekten Türk futboluna ilave katma değer sağlayan türden oyunculardı ve bu dönemde pırıl pırıl yeni kuşak oyuncular da yavaş yavaş geliyordu. Çoğu altyapıdan gelen bu ışıltılı kuşakla 2003 Yılında Konfederasyon Kupası'nı oynadık ve herkesi kendimize hayran bıraktık. En son Euro 2008'te oynadığımız yarı finale kadar yükselen ve talihsiz bir şekilde Almanya'ya kaybettiğimiz turnuvada da görüldü ki, Türk futbolunun geleceği altyapıda ve altyapıdan gelecek futbolcularda…

Ancak görünen o ki, bugün kulüplerimizin çoğunun kadrosunu kalitesiz, yeteneksiz ve sıradan yabancı futbolcular oluşturuyor. Bu oyuncular Türk futbolcusunun bir yerde önünü kesiyor. Bu durum çoğu altyapıdan yetişen futbolcumuzun kadroda yer almasına bir şekilde engel oluşturuyor. Bu da, çoğu yeteneğin fırsat bulmadan yok olup gitmesine yol açıyor. Burda genel olarak ön plana çıkan temel sorun, özellikle ülkemize gelen yabancı teknik adamların uzun vadeli düşünmelerinden daha çok kısa vadeli amaç ve planlar doğrultusunda hareket ederek, genç futbolculara çok fazla yer vermemesi…Bu olumsuz durumu sadece yabancı teknik adamlarda değil, bu sezon olduğu gibi Mustafa Denizli'de, Bülent Korkmaz'da ve daha başka yerli teknik adamlarda da gördük. Amaç şampiyonluk olunca, hiçbir teknik adam orta ve uzun vadeli planlama içine girmiyor, kısa süreli planlar ve palyatif çözümlerle hareket ediyor.

Genel olarak altyapı nedir, ne değildir?

Altyapı deyince aklımıza ilk olarak üzerinde bir şeyin yükselmesine ve buna bağlı olarak üstyapıların kurulmasına olanak sağlayan temel oluşumlar gelir. Sosyolojide bu, toplumun genel değerlerinin oluşumunu sağlayan somut koşullardır. İktisatta, üretimin üzerinde yükseldiği ve üretim ilişkilerinin düzenlendiği tarihsel organizasyon ve süreçlerdir.  Politikada ekonominin yoğunlaştırılmış  ifadesidir. Çevre ve bayındırlıkta ulaştırma, enerji, haberleşme, sağlık gibi sermaye varlıklarının yetişmiş insan gücüyle desteklendiği yapılardır.

Sporda ve futbolda altyapı

En basit tanımıyla spor kulüplerinde altyapı:  Bu kulüplerde yer alan küçük yaştaki oyuncuları kalitatif ve kantitatif olarak A takıma yetiştirmeye ve hazırlamaya yönelik çalışan sistemsel bir süreç ve organizasyondur. Bu süreç içinde oyuncu nitelik ve nicelik olarak, olgunlaşır, büyür ve ustalaşır. Bu süreç fiziksel koşulların psikolojik koşullarla optimal dengesine ulaştığında da son bulur ve o oyuncu artık bir üst takımda yerini almaya başlar.

Ancak bu süreç çok  maliyetli ve meşakkatli bir süreçtir. Beklenen verimlilik düşük olabilir. Ne var ki, verimliliğin yükseltilebilmesi ve kalitenin kısa süre içinde artırılabilmesi, eğer oyuncunun fiziksel ve psiko-sosyolojik gelişimi de tamamlanmışsa mümkün olabilmektedir. Bunun dünya uygulamalarında örneklerini görebiliyoruz. Özellikle altyapılara yatırılan paraların harcamaların geri dönüşümü belli bir zaman gerektirir. İktisatta buna hasıla katsayısı denir. Yani yatırdığınız kaynağın geri dönüş süresini gösterir. Genellikle bu katsayılar yüksektir ve yatırımlar on-on beş-yirmi yıl gibi süreleri alabilir. Kulüplerin altyapılarında da durum budur. Altyapıdan A takıma bir oyuncunun gelmesi minimum beş yılı almaktadır. Bu süre içinde altyapıya sürekli kaynak aktarmak gerekir. Bir oyuncunun beş yıllık süre içinde minimum maliyeti yaklaşık 200 bin dolar civarındadır. Bu altyapıyı iyi kuran takımlar, zaman içinde bu maliyetlerini bir miktar aşağıya çekebilmektedirler. Ancak alt yapının gerçek hasıla katsayısının düşük çıkabilmesi (yani kendine yapılan tüm masrafları geri döndürme yıl sayısının kısalması) oyuncunun A takımda oynamaya başlamasıyla birlikte, takımına katma değer yaratabilecek düzeye gelmesine bağlıdır.

Altyapıda sorunlar var

Futbolumuzun fidanlığı sayılabilecek altyapıların bugün arzu edilen düzeyden uzakta olmaları, onların A takıma oyuncu yetiştirme verimlerini aşağıya çekiyor. Altyapı Avrupa'da özellikle futbolun olmazsa olmazlarından birisi. Avrupa'nın üst düzeydeki kulüplerinin sadece kendi ülkelerinde değil, aynı zamanda değişik kıtalarda da altyapı yatırımları bulunuyor ve altyapıya ayırdıkları bütçeler önemli büyüklüklere ulaşıyor.

Altyapı sorunlarının başında, altyapıya ayrılan kaynakların yetersizliği geliyor. Aynı zamanda tesislerin de UEFA standartlarının dışında olması, buradan gelecek başarının önünü kesiyor. Altyapı tesisleri genç ve çocuk sporcuların fiziksel ve psikolojik gelişimlerinin de sağlandığı yerler olmasına karşın, bu konularda çok önemli eksikliklerin bulunması, altyapının performansını olumsuz etkiliyor ve buralardan nitelikli oyuncular zor çıkıyor. Altyapıya verilen önemim üstyapıya verilen önemin altında kalması, takımlara yeni ve yetenekli, kaliteli oyuncu transferini önlüyor.

Altyapıya verilecek önem,  en az A takıma verilen önem seviyesine çıktığında bu yapılara gerçek anlamda değer vermiş oluruz. Bu noktada yönetimlerin olaya yaklaşım tarzları çok önemli hale geliyor.  Bugün Süper Lig ekiplerinde bile alt yapıya verilen önem konusunda sorunlar var.

Aslında bugün ligimizin futbol kalitesini etkileyen çok önemli sorunlar var bunları bu platformda zaman zaman tartışıyoruz. Gelir dağılımındaki dengesizlik, üç büyükler lehine konumlanmış bulunan haksız rekabet ve ciddi yönetsel hatalar Türk futbolunu sportif ve mali anlamda olumsuz etkiliyor. Bu kapsamda tartışılan yabancı oyuncu sayısı bile sorunun özünden uzaktır.  Her ne kadar yabancıya bakış açımızı yukarıda ortaya koymuşsak da, aslında sorun yabancıda değil. Kulüplerimizin altyapıya bakış tarzı ve yönetim anlayışlarında yatıyor. Çoğu altyapıda antrenman sahasının bile bulunmayışı; burada görev yapan teknik adamlara asgari ücretten ödemelerin yapılması; uzun vadeli stratejik planların bulunmayışı; bütçeden yeterli payların kulüplerimizce ayrılmaması gibi olumsuzluklar ilk akla gelenlerden birkaçı.

Kulüplerimiz ve federasyon altyapıya ne kadar para harcıyor?

Kulüplerimizin 2005-06 faaliyet raporlarından oluşturduğumuz aşağıdaki tablo bize altyapıya gerekli ve yeterli kaynağın tahsis edilmediğini gösteriyor.  Üç büyük kulübümüz içinde altyapıya en fazla kaynağı Beşiktaş'ın aktardığını ortaya koyuyor. Beşiktaş'ın bir önceki yılda da altyapıya aktardığı kaynak 2006 rakamına yakın tutarda. Aşağıdaki tabloya göre Fenerbahçe toplam gelirinin sadece  yüzde 1,8'ini; Galatasaray yüzde 3,2'sini altyapıya plase ederken; Beşiktaş toplam gelirinin neredeyse yüzde 13,3'ünü alt yapının emrine vermiş durumda. Federasyon ise 70 milyonluk gelirinin yüzde 9,8'ini amatör futbolun hizmetinde kullanmış.

Kulüplerin ve Federasyon'un Altyapı Harcamaları 2005-06

 Altyapıya Harcanan Tutar (YTL) / Toplam  Gelir  İçindeki Payı (%)

Fenerbahçe            2.025.180       1,8

Galatasaray            2.100.963       3,2

Beşiktaş                  6.177.291      13,3

Federasyon             9.961.300        9,8

Birazdan örnek olarak inceleyeceğimiz Ajax kulübünün 2004 yıl sonu verilerine baktığımızda ise, kulübün  toplam 64 milyon euroluk gelirinin % 32'sini altyapının emrine verdiğini görüyoruz. Bu inanılmaz oran kulübe futbolcu satımından çok yüksek tutarlarda bonservis bedelini de beraberinde getiriyor. 

Altyapı denince Avrupa'da akla ilk gelen kulüp: Ajax

Ajax yıllardır altyapıya verdiği büyük önem nedeniyle tüm Avrupa kulüplerinden farklı bir yere ve imaja sahip. Hatta Hollanda'da da bebeklerin anne ve babalarından önce Ajax ismini söyledikleri rivayet olunuyor. Şaka bir yana gerçekten de Ajax bu konuda haklı bir üne sahip... Bugün 64 milyon euroluk gelirinin %32'sini alt yapının emrine veren başka bir kulüp de bulunmuyor zaten. Ajax'ın mükemmel ArenA'sının hemen yanı başında mükemmel bir antrenman ve altyapı merkezi bulunuyor. "De Toekomst" (Gelecek)  adı verilen bu altyapı merkezin de 7 doğal çim,  1 yapay çim sahanın yanı sıra ve Ajax'ın PAF takımının maçlarını oynadığı küçük de bir stadyum bulunuyor.

1995 yılı Şampiyonlar Ligi Kupası'nın gelirleriyle bu altyapı tesislerini yapan Ajax, geçen süre içinde bu altyapı yatırımına tam 30 milyon euro harcamış ve bugün bu tesislerde tam 160 genç futbolcu Ajax'ın ArenA'sına çıkabilmek için kendisini yetiştiriyor. Burada yetişen gençler kapılarındaki ünlü Ajax'lı oyuncuların resimleriyle büyüyorlar ve bir gün onlar da Cruyff olabilmenin hayalini kuruyorlar.

De Toekomst'ta tam 10 antrenör, yaşları sekiz ila on sekiz arasında değişen gençleri yetiştiriyor ve onları yaşlarına göre kategorilere ayırıp, A1 kategorisinde olanları Ajax'a transfer ediyorlar. Bugüne kadar altyapıdan gelip Ajax'ın simgesi olmuş oyuncularından ilk aklımıza gelenler:  Wim ANDERİESEN, Piet van Reenen, Johan Cruyff, Johan Neeskens, Arie Haan, Wim Suurbier, Ruud Krol, Barry Hulshoff, Johnny Rep, Frank Rijkaard, Marco van Basten, Edgar Davids, Clarence Seedorf, Patrick Kluivert, Frank ve Ronald de BOER, Nwankwo Kanu, Marc OVERMARS, Dennis Bergkamp, Edwin van der Saar, Danny Blind, Aron Winter...

Altyapıdan gelen genç oyuncuları büyük paralar karşılığında İtalyan, İngiliz veya İspanyol kulüplerine satan Ajax'ın gelir tablosunda her zaman önemli bir tutarda "transfer geliri" bulunuyor. Son on beş yılda altyapıdan gelen 12 adet futbolcusunu satan Ajax bu transferlerden yaklaşık 65 milyon Euro gelir elde etmiş. 

Altyapıya verilen önem ve kulübün politikası hakkında Frank RİJKAARD'ın söyledikleri çok önemli. Rijkaard "Ajax'ta önemli olan, gençleri çok iyi bir şekilde yetiştirmek ve daha sonra ise onları yüksek transfer bedelleriyle satmaktır. Kulüp, politikası nedeniyle kesinlikle pahalı transfer yapmıyor. Onun yerine kendi yıldızlarını yetiştiriyor ve bunu da yıllardan beri başarıyla sürdürüyor" diyor.

Ajax altyapıda bu sağlıklı yapılanmayı gerçekleştirdikten sonra hem sportif hem de mali anlamda bugün çok iyi yönetilen bir kulüp kimliğini kazanmış durumda.  18 Mart 1900'de kurulan Ajax bugüne kadar tam 27 kez Hollanda Ligi'ni kazanırken; 14 Federasyon,  3 Avrupa Kupa Galipleri, 1 Şampiyonlar Ligi  ve  1 adet de UEFA Kupası'nı müzesine götürebilme başarısı göstermiş. 

Mali anlamda ise son derece sağlıklı ve sağlam bir yapıya sahip. Yıllık ortalama 60 milyon  euro civarında gelir elde eden Ajax, Avrupa'da faaliyetlerinden kâr eden nadir kulüplerden birisi. Bilançosunun %70'i öz kaynaklardan oluşuyor, yıllık faaliyetlerinden 24 milyon euro operasyonel kâr elde edebiliyor ve sıfır banka kredisiyle çalışıyor.

Ajax'ın altyapı felsefesi

Total futbolu dünya futboluna armağan eden Richuls MİNEL ve onun efsane takımı Ajax'la başlayan sürekli ve yüksek tempolu futbolu devam ettirebilmek için bugün Toekomst'a gelen her yıldız adayının alan kontrol zekası, sezgisel zekası ile algılama ve kavrama zekası özel inceleme altına alınır ve gelişimi çok yakından takip edilir.  Buna göre;

1) Alanı kontrol zekası önemlidir çünkü: Çağdaş futbolda esas olan alan mücadelesi ve savunmasıdır. Bu anlamda presle rakibin alanı daraltılırken, kendisine oynama alanı açmak temel amaçtır.

2) Sezgisel zeka önemlidir çünkü: Futbolcunun yerinde ve zamanında kademeye girebilmesi, olası pozisyonları önceden hissederek, buna göre pozisyon alması ve takımını atağa kaldıracak varyasyonları önceden düşünerek planlaması önemlidir.

3) Algılama ve kavrama zekası önemlidir çünkü: Saha içi olaylarını erken görmek ve algılamak, buna göre futbol aklını sonuna kadar kullanmak, saha içi görüş alanını geniş tutmak; antrenmanda öğrendiklerini saha içinde uygulayabilmek önemlidir.

Buna göre Ajax'ın altyapı felsefesi temel anlamda psiko-sosyolojik öğeleri bünyesinde taşıyor. TIPS (T= technique/teknik, I=intelligence/zeka, P= personality/kişilik, S= speed/ hız.) denen bir yöntem bu anlayışta egemen bir rol oynuyor.  Yani teknik ve zeka sahibi, aynı zamanda yüksek performans ortaya koyabilecek kişiliğe kavuşmuş ve süratli oyuncular yetiştirmeye dayalı total futbol anlayışıyla futbolun çehresi değişti, Ajax büyük başarılara imza attı ve dünya futboluna çok önemli yıldızlar kazandırdı.      

Altyapıda Barça Gerçeği

Bu yılı 3 kupa ile kapatan Avrupa Şampiyonu Katalan ekibi Barcelona'nın, Şampiyonlar Ligi'ni, La Liga'yı ve Kral Kupası'nı kazanırken, kadrosunda altyapıdan gelen yedi futbolcuya sahip olduğunu bir kez daha  anımsayalım.

Roma'da Şampiyonlar Ligi finalinde Manchester United'a top göstermeyen Barcelona'nın kadrosundaki altyapıdan gelen yedi oyuncuya  birlikte göz atalım.

Kalede V.Valdes, 27 yaşında ve 1992 yılında altyapıda futbola başladı ve Rüştü'nün Barcelona'ya transfer olduğu yıl, kaleyi VALDES'e RIJKAARD teslim etmişti.

Takımın en yaşlılarından 31 yaşındaki PUYOL, Barcelona altyapısında 1994 yılında futbola başladı. Daha sonra A takımına yükselen PUYOL,  hem Barcelona'nın hem de İspanyol milli takımının değişmez sağbeklerinden birisi olarak görev yapıyor. 

Defansın göbeğinde oynayan 22 yaşındaki PIQUE 1997 yılında altyapıda futbola başladı. Oynadığı  başarılı oyunuyla takımına sağladığı katma değer her geçen gün daha da artıyor.

4-3-3 formatında oynayan Barcelona'nın orta sahasındaki üçlünün sağ kanadını parsellemiş durumdaki 29 yaşındaki XAVI 1991 yılında; orta sahanın ortasında oynayan 20 yaşındaki BUSQUETS 1998 yılında ve orta sahanın solunda oynayan ve Barcelona'nın MESSI'den sonraki gözbebeği ve ilk kez RIJKAARD'ın forma verdiği 25 yaşındaki  INIESTA 1996 yılında Barcelona'nın altyapısında futbola başlayıp daha sonra A takımına yükselen yıldızları.

Ve Avrupa futbolunun bir numarası, Rijkaard'ın parlatıp, Barcelona'ya monte ettiği 21 yaşındaki MESSI'nin de 200 yılında Barça'nın alt yapısında futbola başladığını belirtelim.

Yukarıda saydığımız 7 oyuncu, Manchester United'a karşı oynanan final maçında ilk 11de yer aldı.

Bu yedi futbolcunun dışında Sırp asıllı Bojan Krkc, kaleci Jorguera, Pedro Rodrıquez ve Victor SANCHEZ de A takımı zorlayan genç yıldızlardan bazıları…

Tabiki ve de en önemlisi takımın başındaki Pep Guardıola, alt yapıdan yetişmiş, 11 yıl Barcelona'ya hizmet vermiş, efsane kaptanlardan birisi olarak yeşil sahalarda Barça ve İspanyol futbolu için ter dökmüş bir oyuncu ve teknik adam…

Pep GUARDIOLA geçen yıl Barcelona'nın B takımını çalıştırmaktaydı ve o, daha ilk yılında Barça'ya üç büyük kupa kazandırdı.  Pep'in bu işe başlarken Ronaldinho gibi bir yıldızı da sattığını unutmayalım. Aslında Ronaldinho, Rıjkaard döneminde takımdan kopmaya başlamıştı.

Kısacası ilk onbirinde B takımından gelen yedi Katalan oyuncusu bulunan ve bu kadronun emanet edildiği teknik adamın da aynı süreçten geçerek buralara geldiğini düşünürsek; bu takımın başarısı ve felsefesi de kendiliğinden ortaya çıkmış oluyor. Öyle ki, aynı dili, aynı kültürü konuşan ve yaklaşık on yıldır bir arada oynayan Xavi ile İnesta'nın, nasıl olup ta bu kadar birbirini tamamlayan bir ikili olduğunu; bir makine düzeninde oynayan orta sahanın nasıl olup ta bir tek pas hatası yapmadan maçı tamamladığının yanıtı işte burada yatıyor.

Barcelona Bu işi Nasıl Becerdi?

Avrupa'nın bir numaralı takımı ve kulübü konumundaki Barcelona, Manchester United'a top göstermeyen bir futbol oynarken bu oyunun mimarı oyunculardan INIESTA, MESSI ve kaledeki Valdes Rıjkaard tarafından Barcelona'nın A takımın alınmış ve daha sonra bir daha formayı bırakmamış oyunculardan sadece üçü.

Barcelona altyapının yanı sıra doğal olarak her transfer sezonunda yaptığı flash transferlerle de adından söz ettiren bir ekip…Ancak kulübün sahip olduğu "izleme timleri"  Tüm kıtalardaki scoutları sayesinde sürekli futbolcu takibindeler. Bunların raporlamaları, sistematik veri girişleri, futbolcularla ilgili bilgilerin A'dan Z'ye taranması bu kişilerin görevleri arasında. Bu nedenle Arsenal, Manchester, Barselona gibi takımlar bizim ismini ancak yıldız olduktan sonra duyduğumuz futbolcuları çocuk yaşta bulup, kulüplerine adapte edebiliyorlar. Barcelona'nın  futbol okullarında yüzlerce çocuk futbolcu eğitiliyor, yetiştiriliyor ve A takıma oyuncu olarak hazırlanıyor. Barcelona'nın altyapıya ayırmış olduğu bütçe, toplam bütçesinin yüzde yirmisine yakın bir tutarı oluşturuyor ve bu bütçenin harcanmasından doğrudan altyapıdan sorumlu direktör sorumlu. Yine altyapıdan sorumlu  scoutlar yılın dörtte üçünü tüm dünyayı dolaşarak, futbolcu arayarak geçiriyor.  Bizim kulüplerimizde bu iş için yıllık 50 ila 100.000 dolar civarında para harcanırken; geçen yıl Barcelona bu iş için yaklaşık 1.5 milyon dolar para harcamış. Tam 12 tane scout ekibi bulunan Barcelona, geleceğin yıldız adaylarını böyle keşfediyor.  Altyapıdan yetişen oyuncuları olgunlaştırmak ve oynamalarını sağlamak için gerektiğinde başka takımlara yıllık olarak kiralamaktalar ve bu şekilde bu oyuncuların performanslarını artırmaya çalışmaktalar.

http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109&id=51322 - http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109&id=51322


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 07/Tem/2009 saat 09:57
Alt yapı mı, altta kalan yapı mı? (II)

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

06.07.2009 - 00:30
 

Bir hafta arayla futbolumuzun altyapı problemlerine yönelik araştırma ve analiz yazımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. İki hafta önce yine bu sütunlarda genel olarak altyapıyı tanımlamaya çalışmış ve buna ilişkin bir dizi genel saptamalarımızı yapmıştık. Buna göre altyapının altta kalmaması için neler yapılmalı? Bu konuda yol alabilme şansımız var mı? Kulüplerimiz yıllık altyapıya ne kadar bütçe ayırıyor? Bu bütçeler yeterli mi? Yerimde ve verimli kullanılıyor mu? Geçen sezon itibariyle Süper Lig'de mücadele eden kulüpler alt yapıdan ne kadar faydalanabilmişler ve sonuç olarak ta, neler yapılmalı üzerinde bu hafta durmaya çalışacağız.

Aslında bu hafta yoğun transfer haberleri nedeniyle transferler ve buna ilişkin ekonomi üzerinde duracaktık. Futbolculara inanılmaz paralar harcanıyor. Bu değirmenin suyu nereden geliyor ve bu iş nereye kadar gider? Bunu analiz edecektik, ancak yarım kalan yazımızı tamamlamak ve bir bakıma da transferlerin biraz daha netlik kazanması bakımından gelecek hafta bu konuyu gündeme taşımayı daha uygun bulduk…

Şimdi biz geçen haftadan yarım kalan altyapı sorunsalının ele alındığı yazımıza dönelim…

Alt Yapıyı Unuttuk mu?

Takımlarımızın geçen yıl Avrupa kupalarında yaşadığı başarısızlıklar, milli takımımızın 2010 Dünya Kupası'na giden yolda ıskaladığı maçlar, takımlarımıza milyon dolarlar ödenerek getirilen yabancılardan bir türlü istenilen performansın alınamaması ve son zamanlarda transferlere çılgınca harcanan paralar, dikkatlerimizin yeniden altyapıya çevrilmesine neden oluyor.

Futbolumuzun altyapısına yönelik Doç.Dr. Kutlu MERİH ile yaptığımız araştırmalar sonucunda ulaştığımız sonuçları 2008 yılında kaleme aldığımız Futbol Yönetimi isimli kitabımızda yayınlamıştık. Bu araştırmalarımız sonucunda gördük ki; Avrupa'da altyapıya en az önem veren liglerin başında Türkcell Süper Lig geliyor ve Türk takımları altyapıya gereken önemi vermede Avrupalı rakiplerinin çok gerisinde kalmışlar.

Gerçi son zamanlarda özellikle Federasyon'un UEFA yönlendirmeleri doğrultusunda "Herkes için Futbol" ve "Grassroots" projesi kapsamında, fair play olgunun yaygınlaştırılması temelinde daha çok lisanslı oyuncuya ulaşılması, yeni yeteneklerin keşfedilerek, Türk futboluna kazandırılması ve buna yönelik futbol okullarının açılması gibi projelerle altyapıya yönelik bazı adımlar atılmaya başlandı. Bu en azından ümit verici bir gelişme olmakla birlikte, hala kulüpler bazında altyapıya "gelecek" için bir türlü odaklanamadık.

Avrupa Altyapıda Ne Durumda?

Avrupa'nın önde gelen futbol ülkeleri İngiltere, İspanya, Almanya, İtalya, Fransa ve Hollanda ligleri üzerinden yapılan incelemenin sonuçlarına göre, neredeyse sınırsız yabancı oynatma hakkına sahip bu ülkelerde dahi kulüplerin kendi altyapılarından yetiştirdikleri futbolcu sayısı Türkiye'dekinden çok daha fazla... Altyapıdan yetişen oyuncuların A takımlarında yer bulabilmesi konusunda Fransa rakip tanımıyor. Fransa Ligi'nde tam 171 oyuncu altyapılarından yetiştikleri kendi takımlarında forma giyme fırsatını yakalamış durumda. 1998 Dünya ve 2000 Avrupa Şampiyonu Fransa'nın bu başarısının tesadüfi olmadığı kulüplerdeki adeta bir "futbolcu fabrikası"na benzeyen yapılanmayla da ortaya çıkıyor.

Fransa'da her kulüp altyapısından yetişen ortalama 8,5 futbolcuya yer veriyor. Bu rakam Türkiye'de 3,7'de kalıyor. Fransa'nın ardından İngiltere'de 5,8, "yabancı cenneti" İspanya'da ise 5,6 ortalamayla altyapıdan yetişen futbolcular takımlarında yer buluyor. Hollanda'da ise bu rakam 4,9. Türkiye'nin geride bıraktığı ülkeler ise 3,6'lık İtalya ile 2,6'lık Almanya. İtalya ve Almanya futbolunun son yıllarda yaşadığı krizde bu rakamların büyük etkisinin olduğunu ve iki ülkenin de futbolcu kaynaklarında ciddi azalma yaşandığını söylemek haksız olmaz.

Yaptıkları astronomik transferlerle dünya futboluna damgasını vuran dev kulüpler bile altyapıdan oyuncu yetiştirme konusunda Türk kulüplerinin çok önünde bulunuyor. Fransa'da kendi yetiştirdiği 15 futbolcuya A takımında yer veren Nantes'ın yanı sıra Metz (14), Toulouse (13), Auxerre ve Lille'i (12) "aşırı örnekler" olarak bir kenara bırakırsak da, son yıllarda Şampiyonlar Ligi'ndeki başarısıyla göz kamaştıran Lyon'u devre dışı bırakmak mümkün değil. Lyon, altyapısından yetiştirdiği 9 futbolcusuyla hem Fransa, hem de Şampiyonlar Ligi'nde gösterdiği performansla parmak ısırtıyor. İspanya'da Barcelona (7), Real Madrid (4), İngiltere'de Manchester United (9), Liverpool (6), Chelsea (5), Hollanda'da da Ajax (11) altyapıdan yetiştirdiği futbolcularıyla Avrupa'nın hatta dünyanın dev takımları arasında yer almayı sürdürüyor.

Futbolumuzda sorun sadece yabancı transferinde mi?

Türkiye'de ise Trabzonspor 8 altyapı futbolcusuyla ilk sırada yer alırken, bu sayı Galatasaray'da 5, Fenerbahçe'de ise 3. 80'li ve 90'lı yıllarda altyapıdan yetiştirdiği futbolcularla Türk futboluna damga vuran Beşiktaş'ın bugünkü kadrosunda "öz kaynak düzeninden yetişen sadece 2 oyuncunun yer alması ise dikkat çekiyor.

 Ülke            /    Alt yapıdan oyuncu sayısı             /         Ortalama

Fransa               171                                                          %8,55

İngiltere            116                                                             %5,8

İspanya             112                                                             %5,6

Hollanda              89                                                             %4,9

İtalya                   72                                                             %3,6

Türkiye                 67                                                              %3,7

Almanya               48                                                              %2,6

 Son beş yılda süper lig'de kulüplerin altyapıdan gelen futbolcu sayıları

Süper Lig'de yer alan kulüplerimizin altyapıdan gelen futbolcu sayıları aşağıdaki tablo ile okurun dikkatine sunulmaktadır. Sayılar ne yazık ki tatmin edici olmaktan uzak görünüyor. Altyapıda en başarılı kulüp olarak 7 futbolcu ile Galatasaray'ı görebiliyoruz.

Aşağıdaki tabloya göre Turkcell Süper Lig ekiplerinin altyapıdan A takımına aldıkları ortalama oyuncu sayısı 3,2 civarında. Bu sayı bize altyapıdan yetişip gelen ve A takımında forma giyen oyuncuları anlatıyor. Bu sayı aynı zamanda bize Türk kulüplerinin bu konuda ne  kadar yetersiz kaldıklarını da gösteriyor. Şampiyon Beşiktaş'ın altyapıdan sadece 2 futbolcu çıkartabilmesi, bize durumun vahametini ortaya koyuyor. 

Altyapıdan A Takımına Geçen Oyuncu Sayısı

BEŞİKTAŞ A.Ş.   2

SİVASSPOR       4

TRABZONSPOR A.Ş.  4

FENERBAHÇE 2

GALATASARAY A.Ş. 7

BURSASPOR   2

KAYSERİSPOR 6

GAZİANTEPSPOR  3

BÜYÜKŞEHİR BLD.SPOR  2

ANKARASPOR A.Ş.  2

ESKİŞEHİRSPOR 2

ANTALYASPOR A.Ş. 2

MKE ANKARAGÜCÜ 7

GENÇLERBİRLİĞİ 2

DENİZLİSPOR 3

KONYASPOR 2

KOCAELİSPOR 3

HACETTEPE SPOR 3

Son beş yılda Avrupa'da bazı kulüplerin altyapıdan gelen oyuncu sayıları

Avrupa'nın üst düzey takımlarında alt yapıdan gelen oyuncu sayıları yine aşağıdaki tablo ile sizlerin bilgilerine sunuluyor…Bu tablodan Türk futbol kulüplerinin alacağı önemli mesajlar bulunuyor. Alt yapıdan A takımlara en fazla oyuncunun Fransız takımlarından geldiği görülüyor.

Nantes 15

Metz 14

O.Lyon 9

Roma 8

Milan 3

Inter 2

Juventus 2

W.Bremen 5

Bayern Munich 2

Osasuna 13

Barcelona 7

Real Madrid 4

Man.Utd. 9

Liverpool 6

Arsenal 5

Chelsea 4

Ajax 11

Altyapıyı Geliştirmek İçin Ne yapmalı?

Bugün Şampiyonlar Ligi Kupası'nı havaya kaldıran Barcelona'da bile takımın omurgasını oluşturan oyuncular altyapıdan geliyorsa, bunun üzerinde durmalı ve düşünmeliyiz. Geçen haftalarda bu konuyu detayıyla ele aldık irdeledik.  2000 yılında Galatasaray UEFA Kupası'na uzanırken takımın omurgası kimlerden oluşuyordu bir düşünelim…

Türk futbolunun geleceği kendi altyapısındadır. Altyapımızı bir an önce gerçek bir fidanlık haline getirmemiz gerekiyor. Yabancı futbolcu çöplüğüne dönüştürdüğümüz futbolumuzda, yeni, yetenekli gençlere yol verebilmek ve onları yetiştirebilmek için Federasyon'un önünde önemli görevler duruyor. Özellikle yabancı oyuncu transferlerine akıttığımız paralar, Türk futbol altyapısının önünü kesiyor. Altyapıya yıllık 1 milyon dolar ayırmaktan imtina eden kulüplerimiz, bir yabancı transferi hovardalığı içinde kulüp fonlarını çarçur etmekteler. Bu böyle gidemez. Kulüplerin yabancı oyuncu transferi mutlaka denetim altına alınmalıdır. Kalitesiz ya da vasat yabancılarla kulübeyi doldurma yerine, kulüplerimizin altyapıdan daha fazla oyuncu çıkartmalarını sağlayacak bazı teşvik edici ve özendirici önlemleri  almak bugün TFF'nin en önemli görevleri arasındadır.  TFF bu konuyu daha cazip hale getirebilmek için her takıma asgari altyapı oyuncu sayısı ya da daha fazla altyapı oyuncusunun yer almasını sağlayacak bazı ödül ve teşvik önlemleri almalıdır. Bunların  ne olabileceği aşağıda bilgilerinize sunulmaktadır.

Öneriler…

1.Federasyon'un yapması gerekenler;

"Tüm kulüplerin altyapıdan en az dört futbolcuyu ilk onsekizlerine alacak şekilde takım kadrolarını oluşturmaları sağlanmalıdır.

"Her kulübün altyapıdan A takımı kadrosuna girecek ve resmi maçlarda oynayacak her futbolcusuna maç başına  cazip bir parasal ödül verilmelidir.

"Her kulüp için bu tutarlar, bankalarda açılacak bir altyapı fonunda biriktirilmelidir.

"Tüm profesyonel ve amatör kulüpler için ayrı bir altyapı fonu kurulmalı ve bu fon Federasyon tarafından adil ve rakebeti artıracak şekilde kullanılmalıdır.

"Kulüplerin yabancı transferlerine bazı kısıtlar getirilmelidir.  (örneğin hiç kendi ulusal takım formasını giymemiş oyuncunun transferine izin verilmemelidir)

"Yabancı sayısı yeniden gözden geçirilmeli ve 4+1 ile sınırlanmalıdır.

"Bir sezon içinde resmi maçların üçte birinden azında oynayan oyuncular için, bu oyuncuları transfer eden kulüpler, TFF nezdindeki altyapı fonuna belirli bir miktar para ödemelidir.

"Altyapıdan yetişen her oyuncu için TFF ayrıca bu kulüplere cazip yetiştirme primleri ödemelidir.

"Kulüplerin transfer bütçeleri mutlaka, transfer sezonu öncesi TFF tarafından onaylanmalı ve tescil edilmelidir. Bunda özellikle yabancı oyuncu transferleri için her kulüp, TFF'na ayrıca bir ekstra prim ödemelidir.

"TFF kulüplerin altyapı finansman problemleri için uygun borçlanma maliyetli ve uzun vadeli fonlar sağlamalıdır.

"TFF'nun özellikle Altyapı fonlarından daha fazla kaynağın Türk futboluna kanalize edilebilmesi için gerekli girişimlere önem vermelidir.

"TFF'nin bütçesi içinde altyapıya ayrılan tutarın payı %20'den az olmamalıdır.

"TFF kendi bünyesinde altyapı oyuncularına yönelik, onların bireysel bazda gelişimlerini sağlayacak eğitimler organize etmelidir. Bu kapsamda oyuncuların teknik, taktik ve kondüsyon yönünden gelişimlerinin yanı sıra, diğer temel konularda da sezonun belirli dönemlerinde kendi tesislerinde belirli sayıda oyuncuya gerekli eğitimleri sağlamalı ve bunları bir sertifikaya bağlamalıdır. 

2.Kulüplerin Yapması gerekenler

"Her futbol kulübü kendi bünyesinde, diğer gelirlerden ayrılacak gelirlerden oluşturulmak üzere  mutlaka  bir "Alt yapı fonu" kurmalıdır.

"Bu fona kulüp gelirlerinden aktarılacak pay minimum yüzde yirmi olmalıdır.

"Her kulüp her sezon kendi A takımına en az dört futbolcu yetiştirmelidir.

"Alt yapıya ayrılan bütçe içerisinde özellikle tesisler ve antrenman sahalarının mutlaka A takım standartlarında olması sağlanmalıdır.

"Alt yapıda yer alan oyuncuların aynı zamanda eğitim ve öğretimlerini de sağlayacak şekilde bir organizasyon sağlanmalıdır.

"Alt yapıda yer alan oyunculara teknik, taktik ve antrenman bilgi ve deneyimleri A takımın hocasının nezaretindeki bir hoca tarafından sağlanmalıdır.

"Altyapıda yer alan oyunculara aylık belirli bir tutarda para, ailelerine yetiştirme aylık bedeli olarak ödenmelidir.

"Alt yapı programında, tamamen bilimsel verilere dayalı bir antrenman programı hazırlanmalı ve bu programlar, Avrupa'nın bu konuda iyi olan kulüplerinin programlarından örnekler içermelidir.

"Her yıl alt yapıda yer alan oyuncular mutlaka, Avrupa'da bu işte iyi olan kulüplere götürülmeli, belirli süreler, o kulüp altyapılarıyla bir süre antrenmanlara çıkartılması sağlanmalıdır.

"Alt yapıda, oyuncuların gelişimine yönelik olarak "Temel Eğitim Antrenmanları" çok düzenli bir şekilde sürdürülmeli; bu antrenmanları mutlaka  "Gelişim Dönemi Antrenmanları takip etmelidir.

"Altyapıda yer alan her oyuncunun bireysel formasyon gelişimine yönelik oyuncu bazında özel eğitimler planlanmalı; bu eğitimler bir süre TFF tarafından organize edilmelidir. Özellikle oyuncuların yeteneklerinin daha geliştirilmesi ve yarışmacı özelliklerinin artırılabilmesi için her türlü taktik, teknik ve kondüsyon antrenman ve eğitimlerinin bireysel olarak hayata geçirilmesi sağlanmalıdır.

http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109&id=52839 - http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109&id=52839


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 15/Tem/2009 saat 11:48
Her iki tarafı keskin bıçak: Transfer ekonomisi

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

13.07.2009 - 09:08

 

Geçen yıl kadar olmasa da kulüplerimiz bu yıl transfere yine hızlı başladılar. Her gün bir gazetede bir transfer haberiyle karşılaşıyoruz. Bunları olağan karşılamak gerekiyor ama transfere harcanan paralar, içinde yaşadığımız küresel kriz ortamında gerçekten düşündürücü… Transfere harcanan milyonlarca Euro, akla bu paraların nasıl ödeneceğini sorusunu da beraberinde getiriyor. Gerçekten de hiçbir fayda maliyet analizi yapılmadan ve finansman kaynağı bulmadan transfere oluk gibi akıtılan bu paralar, kulüplerimizin başını fena ağrıtacak gibi görünüyor.

Bu çılgınlık sadece ülkemizde değil, aynı zamanda Avrupa'da da devam ediyor. Aslında bu yaz Real Madrid ile başlayan hızlı transfer dönemi, geçen yıl daha hareketliydi. 2008/09 sezonunda daha çok Avrupa kulübü transfere para harcamış ve daha çok futbolcu sirkülasyonu olmuştu. Bu sene transferin birkaç kulüp ve futbolcu dışında çok hareketli geçmemesinde şüphesiz ki, ekonomik krizin büyük etkisi bulunuyor.

2008/09 sezonunda Avrupa transfere rekor para harcadı!

Avrupa'nın beş büyük ligine baktığımızda İspanyol La Liga'nın bu sezon transfere 255 milyon Euro; İtalyan Serie-A'nın 250 milyon; İngiliz Premier Lig'in 176 milyon; Alman Bundesliga'nın 145 milyon; Fransız Lig 1'in 141 milyon Euro harcadıklarını görüyoruz. Bu tutarlar henüz transfer dönemi bitmediği için bize kesin tutarları bildirmemekle birlikte; geçen yılın transfer rakamlarına göz attığımızda arada korkunç farkların olduğunu gözlemliyoruz.

2008/09 sezonunda İngiliz Premier Lig 846 milyon Euro para harcarken; onu 515 milyon Euro'luk transfer harcamasıyla İtalyan Serie-A izlemiş. Alman Bundesliga ise 367 milyon Euro'luk transfer harcamasıyla üçüncü sırada yer alırken; Fransız Lig 1'in transfer harcaması ise 252 milyon Euro olarak gerçekleşmiş. Beş büyük lig içinde geçen sezon en az para harcayan lig ise 198 milyon Euro transfer harcamasıyla Alman Bundesliga olmuş…

Henüz daha krizin ayak seslerinin gelmekte olduğunu duyduğumuz 2008'de, beş büyük lig transfere toplam 2 milyar 178 milyon Euro harcarken; bu sezon bu tutar %56 azalarak 967 milyon Euro7ya gerilemiş durumda. Kısacası, bu yıl işin rengi değişmiş görünüyor.

Ülkemizde transfer ne durumda?

Aslında 2009/10 sezonuna Avrupa'ya nazire yaparcasına hızlı ve yüksek tutarlarla girdik. Fenerbahçe Mehmet Topuz'a 9 milyon Euro gibi son yılların en büyük parasını öderken; arkasından Galatasaray, Beşiktaş önemli miktarlara ulaşan transferlere imza attılar. Üç büyükler içinde Beşiktaş daha şimdiden 2009/10 sezonu için transfere 19 milyon Euro harcayarak Fenerbahçe ve Galatasaray'ın önüne geçmiş durumda. Bu sezonun transfer şampiyonu Kara Kartal olacakmış gibi görünüyor.

TSL'de son beş yılın transferine ilişkin hazırladığımız tablo aşağıda dikkatlerinize sunuluyor. Söz konusu tabloya göre Türkcell Süper Lig son beş yılda toplam 310 milyon 791 bin Euro'luk transfer harcaması gerçekleştirmiş. 2009/10 sezonu transfer dönemi tamamlanmamış olmakla birlikte bu sezon yapılan transfer harcamaları 31,4 milyon Euro'ya ulaşırken; son beş yıllık süreçte en fazla transfer harcamasının yapıldığı sezon olarak karşımıza 2008/09 sezonu çıkıyor. Bu dönemde TSL ekipleri toplam 102 milyon 643 bin TL'lık transfer gideri yapmışlar ve bir rekora imza atmışlar. 2008 yılı futbol pastamızın büyüklüğü dikkate alındığında bu tutar, toplam büyüklüğün %21'ine karşılık geliyor.

Yine aynı tablo bize son beş yıllık süre içinde TSL ekiplerinin yapmış oldukları toplam 310 milyon 791 bin Euro'luk transfer harcaması karşılığında, oyuncu satımından sadece 84 milyon Euro'luk bir transfer geliri elde ettiklerini; buna göre net 226 milyon 715 bin Euro cari transfer açığına yer verdiklerini; TSL'nin ithal ettiği oyuncuların dışsatımından para kazanamadığını (yani net borçlanmak durumunda kaldığını) gösteriyor.

Bu süreçte yabancı oyuncu transferine giden toplam tutar 178 milyon Euro'ya ulaşmış durumda. Bu tutar ise transfer açığımızın yüzde 79'unu oluşturuyor.

 Turkcell Süper Lig ekiplerinin son beş yıllık transfer harcamaları ve gelirleri konsolide açık tablosu (Bin Euro)

 
                      Gelir        Gider       Net Açık
2009/10         4,681       -31,447     -26,766
2008/09         9,165      -102,643    -93,478
2007/08        24,628      -50,386     -26,758
2007/06        31,280      -77,872     -46,592
2006/05        14,322      -47,443     -33,121
Son Beş yıl    84,076      -310,791   -226,715
 

Yukarıdaki tablodan çıkan genel sonuçlar:

1.TSL transferde net borçlu bir lig. Yani transfer gelirleri, transfer giderlerini karşılamakta yetersiz kalıyor.

2.Transferde ithalatçı bir yapımız var. Oyuncu dışsatım gelirlerimiz, giderlerimizin sadece üçte biri kadar(%27). Yani transfer bütçemizin üçte ikisini transfer harcamaları oluştururken; transfer gelirlerimiz bütçenin sadece üçte birine yakın bir kısmını oluşturuyor.

3.Transferde net borçlu olmak, kulüplerimizde önemli finansal sorunları beraberinde getiriyor. Transfer gelir ve gider dengesindeki, gider fazlası durumu, süreç içinde kulüplerin borçlanmalarını artırıyor.

4.Bu kapsamda kulüplerimizin son beş yılda transfer açıklarının 226.7 milyon Euro'ya ulaşması, kulüplerimizin transfer finansmanında yabancı kaynağa yöneldiğini ortaya koyuyor.

5.Son beş yılda kulüplerimiz yabancı oyuncu transferine toplam 226,7 milyon Euro para harcamış durumda.

6.Kulüplerimiz genelde transfer ettikleri yabancı oyuncuları tekrar nakde dönüştüremediklerinden, (son sahibi olduklarından) transfer gelir ve giderleri arasındaki farkın, giderler lehine daha da açılmasına neden oluyor.

7.Transferde net açığın yıllar itibariyle giderek büyümesi, kulüplerin finansman ihtiyaçlarının artmasına yol açıyor. (Bu dinamik kulüplerimizin sürdürebilecekleri bir durum değildir.)

8.Kulüplerimizin sağlıklı ve sürdürülebilir bir transfer bütçesi yönetimi sergilemediklerini, artan cari açıktan gözlemliyoruz.

9.Ülkemizde transfer ekonomisi, doğal olarak futbol pastasının büyümesine yol açmakla birlikte; futbol ekonomimizdeki toplam borçluluk oranının yükselmesine; net borçluluğun artmasına neden olmaktadır. Yani kulüplerin net borçlulukları giderek artmaktadır.

Sonuçta; transfer ekonomisinde kulüplerimizin futbol gelirlerini ve kıt olan kaynaklarını verimli ve kârlı kullanamadıklarını; bu nedenle transferin futbol ekonomisine sağlayacağı marjinal katkının giderek azaldığını gözlemliyoruz. Yani transfer ekonomisinin futbol ekonomisine sağladığı toplam fayda, katlanılan toplam maliyetin altında kaldığından bu süreç, kulüplerin net borçluluğunu artırıcı bir etki yaratmaktadır. Bu durum ise, zaman içinde transfer ekonomisinin futbol ekonomisine olan katkısını negatife döndürebilecektir. Çünkü, artan transfer maliyetleri nedeniyle giderek büyüyen kümüle transfer zararları (açıkları) süreç içinde kulüplerin aktiflerini zayıflatacağı için rekabet güçlerini de geriletebilecektir.

Transferde üç büyüklerin yıkılmaz egemenliği

TSL'nin sportif, iktisadi ve mali egemenliğini elinde bulunduran Üç Büyükler aynı zamanda transferi de domine ediyor.

Yıllar itibariyle üç büyüklerin transfer harcamalarını ve bunların TSL'nin toplam transfer harcamaları içindeki paylarını gösteren aşağıdaki tablo bize burada da, İstanbul triosu lehine amansız ve haksız bir rekabetin olduğunu ortaya koyuyor. Aşağıdaki tabloya göre Üç Büyükler, son beş yılda toplam 205 milyon Euroluk bir transfer harcaması yapmışlar. Aynı dönemde TSL'nin yapmış olduğu kümüle transfer harcamaları ise 333 milyon 44 bin Euro olarak gerçekleşmiş. Buna göre toplam transfer harcamaları içinde üç büyüklerin payı %62'ye ulaşmış durumda. Yani 18 takımın bulunduğu Süper Lig transfer bütçesinin %62'si üç büyüklere gitmiş. Diğer 15 takımın toplam transfer bütçesinden aldığı pay ise %38'te kalmış.

Üç büyüklerin transfer harcamaları (Bin Euro)

 

 

2008/09

2007/08

2007/06

2006/05

2005/04

Toplam

Fenerbahçe

22,374

8,562

28,578

10,644

16,602

86,760

Beşiktaş

17,675

12,784

18,281

10,529

15,581

75,119

Galatasaray

13,350

15,041

4,397

4,917

6,248

43,952

Toplam

53,399

36,387

51,255

26,090

37,701

205,832

TSL Toplam

102,643

51,836

77,872

47,443

53,250

333,044

TSL içindeki Payı

52%

70%

66%

55%

73%

62%

 
 
 
 
Hazırlamış olduğumuz yukarıdaki tabloya göre son beş yıl içinde transfere en fazla parayı 86,7 milyon Euro ile Fenerbahçe harcarken; onu en yakından 75,1 milyon Euro ile Beşiktaş takip etmiş durumda. Bu süreçte transfere en az parayı ise 43,9 milyon Euro'luk harcamasıyla Galatasaray'ın yaptığını görüyoruz.

Olaya bir de sportif performans açısından bakarsak; son beş yıllık süre içinde transfere en fazla para harcayan kulüp olarak Fenerbahçe'nin bu dönemde 2 TSL şampiyonluğu kazandığını ve şampiyonlar Ligi'nde bir çeyrek final yaşadığını görüyoruz. Transfere ikinci en fazla parayı harcayan Beşiktaş'ın ise sadece 1 Lig şampiyonluğu ve 3 kez de Fortis Türkiye Kupası'nı müzesine götürdüğünü gözlemliyoruz. Transfere en az parayı harcayan Galatasaray'ın ise bu süreçte 2 kez Lig şampiyonu olduğunu ve bir kez de Fortis Kupası'nı kazandığına şahit oluyoruz. Her üç ekibin ayrıca bu süreçte birer kez de Süper Kupa'yı kazandığını belirtelim.

Transfer harcamaları artarken; futbol pastası da büyüdü!

Son beş yıllık süre içinde TSL ekiplerinin transfere ayırmış oldukları bütçeleri sürekli artarken, aynı dönemde TSL futbol pastasının da büyüdüğünü gözlemliyoruz. 2005 yılında 336 milyon Euro'luk bir futbol geliri büyüklüğüne sahip olan Turkcell Süper Lig, geçen beş yıllık süre içinde toplam gelirlerini %56 artırma başarısı gösterdi. Yıllar itibariyle düzenli olarak gelirini artıran TSL, aynı zamanda piyasa değerini büyüttü. 2005 yılında yaklaşık 430 milyon Euro'luk bir piyasa değerine sahip olan TSL'nin, 2009 yılında sahip olduğu piyasa değeri %78 artarak 747 milyon Euro'ya yükseldi. Ulaştığı bu pasta ve piyasa değeriyle Avrupa'nın en değerli ve en büyük 6. Ligi konumuna gelen TSL, mali ve iktisadi alanda gösterdiği performansı ne yazık ki, sportif alanda gösteremedi.

Yıllar itibariyle Türk futbol pastasının büyüklüğü aşağıdaki tablo ile dikkatlerinize sunulmaktadır.

525 milyon Euro büyüklüğe ulaşan Türk futbol pastasının yüzde doksan beşini Süper Lig üretiyor. Süper Lig bu anlamda futbolumuzun lokomotifi. Bu gelirler elde olunurken de Süper Lig başta oyuncu ve teknik adam ücret ve bonservisleri olmak üzere önemli giderler yapıyor. Sadece oyuncu ve teknik adamlara ödenen ücretler ve onların yıllık bonservis bedelleri toplamı, 160 milyon Euro'ya ulaşıyor. Bu bağlamda 2008-09 sezonunda kulüplerin transfere harcamış oldukları tutar ise 102 milyon Euro olarak gerçekleşmiş. 2009/10 sezonu transferleri henüz sonlanmadığı için kesin bir tutar vermemekle birlikte; bugüne kadar yapılan transfer harcamaları tutarı aşağıdaki tablodan da görülebileceği üzere 31.4 milyon Euro civarında. 2008/09 sezonunda yapılan transfer harcamaları ise toplam futbol pastamızın yüzde yirmi birine karşılık geliyor. Diğer bir ifadeyle 2008/09 sezonunda Süper Lig ekipleri toplam gelirlerinin yüzde yirmi birini transfere harcamış. Bu tutar, Türk futbol pastasının yüzde otuzuna karşılık geliyor. Teknik adam ve yardımcılarına ödenen ücret, maaş ve bonservis bedellerini de dikkate aldığımızda bu oran yüzde otuz ikiye yükseliyor. Kısacası, Türkcell Süper Lig kulüpleri gelirlerinin üçte birini transfere plase etmiş…Yine http://www.transfermarket.de/ - www.transfermarket.de < http://www.transfermarket.de/ - http://www.transfermarket.de/ > sitesine göre bonservis bedelleri üzerinden hesaplanan Süper Lig'in piyasa değeri de bu harcamalarla birlikte 747 milyon Euro'ya ulaşmış durumda. Kulüplerimizin 2008/09 sezonunda yapmış oldukları transfer harcamalarının yaklaşık 56 milyon Euro'luk kısmı, yani yüzde elli beşlik kısmı yabancı transferine gitmiş.

Ülkemizde transfer ekonomisinin futbol ekonomisine marjinal katkısı diğer Avrupa ligleri ile kıyaslandığında, istenilen düzeyden uzaktadır. Özellikle futbolu ekol ve kulüpleri marka olmuş liglerde, transferin futbol ekonomisine sağlayacağı marjinal katkı daha yüksektir. Bu konuda abartılı bir örnek verirsek, konu daha iyi anlaşılmış olacaktır. Örneğin, Cristiano Ronaldo'yu Real Madrid'in verdiği 94 milyon Euro'nun yarısına bir fiyata bile olsa bir Türk kulübünün transfer ettiğini varsayalım. Bu transferin sağlayacağı marjinal katkı, futbol ekonomisinin boyutu ile satış ve pazarlama kapasite ve yeteneği nedeniyle sınırlı kalacaktır. Türk kulübünün transfer etmiş olduğu oyuncunun imaj haklarının satış ve pazarlamasını gerçekleştirebilmesi için yaygın ve küresel bir marka olma zorunluluğu bulunuyor. Ancak bu koşullarda sponsorluk ve imaj satış gelirleri artırılabilir. Aksi taktirde logolu ürün satışı, imaj hakların satış gelirleri ve yayın hakları satış gelirleri sınırlı bir gelişim gösterecektir. Bugünkü koşullarda Ronaldo'ya yıllık 13 milyon euro ücret ve maaş ödemesi yapacak Real Madrid, bu tutarın yüzde seksenine yakın bir kısmı, o futbolcunun imaj haklarının satımından geri alabilme olanağına sahiptir. Bu özellik Beckham transferinde de çalışmış ve Beckham kendi imaj haklarının satımından doğan gelirlerin yüzde ellisini kontrat gereği Real'e ödemek zorundaydı. Ancak bir nokta daha var ki, bu sorun tüm bilinen ezberleri bozabilecek niteliktedir. O da içinde yaşadığımız küresel krizin, transfer ve futbol ekonomisinin büyümesine negatif etki yapmasıdır. Bu nedenle, bu tutarlarda transfer masraflarının kulüplerce karşılanabilmesi giderek zorlaşmakta, olanaksızlaşmaktadır.

Süper Lig pahalı transfer yapıyor

Bir başka farklı konu da transfer harcamalarının, takımın piyasa değerinin gelişimine ve sportif performansına ne kadar katkıda bulunduğu konusudur. Olaya bu açıdan bakıldığında Süper Ligimiz'in bu konuda çok yol alamadığını gözlemliyoruz. Özellikle kariyerinin sonuna; yeteneklerinin sınırına gelmiş, sakat ve çoğu zaman da yaşlı futbolcuların TSL'ye transferi, kıt kaynaklarımızın heba olup gitmesine neden olmaktadır.

Transfer gelirlerimizin giderlerimizle kıyaslanmayacak kadar düşük kalması, zaman içinde futbol kulüplerimizin finansal bir darboğaza ve sıkıntı içine girmesine neden olmaktadır. Yani transfer ettiğimiz oyuncuların son sahibi olmak; onları yeni pazarlara satamamak transferlerin hem pahalı yapıldığının (paraya tahvil edilemeyen her şey, son kullanıcı için her zaman çok pahalıdır), hem de kaynaklarımızın yerli yerinde kullanılmadığının bir göstergesidir.

Bu anlamda baktığımızda Süper Lig'in transfer politikası "pahalı bir transfer politikası" olarak karşımıza çıkıyor. Bu sürdürülebilir ve kabul edilebilir sınırların üzerinde bir orandır. Bu yükün altından kalkabilen kulüp sayısı da Avrupa dahil çok az sayıdadır.

Sonuç

Bugün gelinen noktada TSL önemli bir parasal büyüklüğe ve piyasa değerine ulaşmıştır. Bu süreç içinde futbol kulüplerimizin gelirleri ve giderlerinde önemli artışlar yaşanmıştır. Gelirlerde yaşanılan bu artış en çok transfer harcamalarının artmasına neden olmuştur. Kendi içinde bakıldığında normal olarak değerlendirilecek bu durumun, doğal sonucunun da sportif performans olması beklenir. Özellikle günümüz endüstriyel futbolunda sportif performansın mali performansa, mali performansın da tekrar sportif performansa dönüşmesi kulübün orta ve uzun vadeli geleceği açısından çok önemlidir. Çünkü bu süreç içinde takımın piyasa değeri ve buna bağlı olarak ta futbol gelirlerinin büyümesi sağlanmış olur. Bu kapsamda olaya bakıldığında TSL'nin parasal gelirlerinde önemli artışlar kaydedilmiş olmakla birlikte; sportif performansta istenilen noktaya gelinememesi, süreç içinde önemli sıkıntılara yol açabilir. Çünkü, borca dayalı bir büyüme modeliyle futbolumuzun finansmanının sağlamaya çalışıyoruz. Bu başarı döngüsü içinde mali performans sportif performansı getirmezse, kulüplerimiz önemli finansal sıkıntılara katlanmak durumunda kalır. Bu bağlamda kulüplerimizin yapmış olduğu transfer harcamaları bugünkü yapısıyla sürdürülebilir bir dinamik olarak görünmüyor. Naklen yayın gelirlerinin neredeyse tamamı bugün transfere harcanıyor ve kulüplerimiz isabet yüzdesi düşük çok pahalı/maliyetli transferler yapıyor. İçinde bulunduğumuz ekonomik konjonktürün olumsuz etkisi de dikkate alındığında; elimizdeki kıt kaynakları çok etkin ve verimli kullanmak durumundayız. Oysa bugünkü uygulama tam anlamıyla bir transfer çılgınlığına doğru yol almaktadır. Fayda maliyet analizinin yapılmadığı; kurumsal yönetişim temelinde varlık ve risk yönetiminin gerçekleştirilemediği futbolumuzda, içinde soluklandığımız dinamikler sürdürülebilir dinamikler değildir. Yapılan transfer çılgınlıklarının logolu ürün satımı, reklam ve sponsorluk geliri gibi gelirlere çıkartılabileceği savı da çok gerçekçi görünmemektedir. Nitekim, bu sorun aynı zamanda UEFA'nın da gündemindedir. UEFA Başkanı Michel Platini, her platformda futbol kulüplerinin abartılı derecede yüksek transfer harcamalarının önünü geçmek istediklerini belirterek, "Önümüzdeki 2-3 yıl içerisinde getireceğimiz sıkı finansal düzenlemelerle futboldaki bu büyük harcama alemine de son verileceğini" dile getiriyor.

Bunun yanı sıra rekabetçi denge bakımından da üç büyükler ile diğer kulüpler arasında transfer harcamaları bakımından büyük uçurumlar bulunuyor. Bu dengesizlik, büyüklerin lehine, diğerlerin aleyhine haksız rekabete neden oluyor. (Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. "Süper Lig bu yükü taşıyabilir mi? http://www.fesam.org/sur_makale.php?kod=2&url=uzman/ta045.htm - http://www.fesam.org/sur_makale.php?kod=2&url=uzman/ta045.htm )

Kulüplerin yapmış oldukları transfer sözleşmelerinde olası hatalar, büyük tazminat cezalarının doğmasına neden oluyor. Bu tazminatlar zaten finansal sıkıntı içindeki kulüplerimizin mali yapılarının giderek daha da kötülemesine neden oluyor.

Transfer ekonomisi çok sağlıklı ve sıkı kontrollerle yürütülmesi gereken bir ekonomidir. Bu konuda yapılacak yanlışlıklar, otomatikman kulüplerimizi etkileyecektir. Burada yapılacak hatalı uygulamalar, bir yandan kıt kaynakların heba edilmesini gündeme gelirken; diğer taraftan yetenek havuzumuzdaki gençlerimizin önlerinin kesilmesine de neden olmaktadır.

Özellikle yanlış transferleri en aza indirebilecek scouting uygulamasının kulüplerimizde olmayışı; bu işe gerekli kaynağın ayrılmaması, bizleri çok daha büyük maliyetlere katlanmak durumunda bırakıyor. Federasyon tarafından bir zorunluluk olarak Bu uygulamanın kulüplerin bütçeleri içinde yer alması sağlanmalıdır.

http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109 - http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 05/Ağu/2009 saat 09:44
Anadolunun bütün kulüpleri birleşiniz!

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

03.08.2009 - 08:57

Nisan 2004 tarihinde sporseverlerle (aslında bahis severler terimini daha uygun buluyorum) tanışan ve Türk futbolunun gelişimine finansal destek sağlayan İddaa 5. yaşını kutlarken, son bir aydır önemli bir tartışmayla da karşı karşıya… Tartışmanın özünü yeni sezonda İddaa'dan kulüplere dağıtılacak hasılatın yüzde 10'u yerine, oynanma oranının yüzde 10'unun verilecek olması oluşturuyor. Bunun kaçınılmaz sonucu ise profesyonel futbol liglerinde yer alan 150 futbol kulübünün gelirlerinde yüzde 90'a varacak oranlarda maddi kaybın yaşanacak olması…

Kulüplerimizi ciddi ölçüde finansal olarak rahatsız edecek bu konuya girmeden önce kısaca İddaa'nın Türk Sporu içindeki yerine bir bakalım isterseniz.

İddaa beşinci yılını kutluyor

Nisan 2009 tarihi itibariyle beşinci yaşını dolduran İddaa, Türkiye'nin en çok oynanan bahis oyunlarından birisi. Bugün iddaa oynayanların sayısı yaklaşık 3 milyona ulaşıyor. Önce futbol oyunlarıyla tanınan İddaa bugün itibariyle basketbol, voleybol, motor sporları, bilardo ve tenis gibi farklı spor dallarını da programına aldı. Spor Toto Teşkilatı'nın Türkiye genelinde bugün 81 il ve 750 ilçede 5 bine yakın bayisi bulunuyor. Hem bayi ağı hem de çevresinde oluşan ekosistemde İddaa'nın, yaklaşık 60 bin kişiye geçim kaynağı sağladığı tahmin ediliyor.

Nisan 2004'te hayata geçen İddaa aslında 2 şirkete hayat verdi. Bunlardan biri İnteltek iken, diğeri de Bilyoner oldu. İnteltek'teki ortaklık yapısı ile aynı yapıyla kurulan Bilyoner, İddaa oyunlarının GSM, ITV (DigiTurk, D-Smart benzeri Dijital TV platformları), Internet ve IVR/Çağrı Merkezi aracılığıyla oynanması amacıyla hizmet vermeye başladı. Bilyoner daha sonra 13 Ekim 2005'te Türkiye Jokey Kulübü Genel Müdürlüğü (TJK) ve 6 Aralık 2006 tarihinde Mili Piyango Genel Müdürlüğü ile imzalanan sözleşmeler ile Türkiye'nin ilk şans oyunları platformu oldu.

Bahis oyunu için daha önce 2002 ve 2003'de iki ihale yapılmıştı. Bu ihalelerin biri teknolojik altyapı kurulması için diğeri de bahis oyunları oynatmaya yönelikti. 2004 yılında İddaa, Spor Toto Genel Müdürlüğü'nün düzenlediği ihale sonucunda Turkcell'in iştiraki Çukurova Grubu'nun İnteltek firması tarafından kazanıldı. Bu süreçte İnteltek altyapısını oluşturdu ve dört bin bayiye ulaştı. Ancak ihaleye giremeyen ABD'li firma, Spor Toto Teşkilat Başkanlığı'nın İnteltek ile sözleşme imzalaması sonrası, 2004 yılında ihalenin usulsüz olduğu ve ihaleyi Kamu ihale Kurumu'nun yapması gerektiğini ileri sürerek dava açtı. 3 yıl süren dava sonunda ihalenin iptali gündeme geldi. Danıştay yürütmeyi durdurma kararı aldı. İddaa'nın oynanmama ihtimali doğdu. Ancak kulüpler bu duruma itiraz ederek, hükümetten orta yol bulmasını istedi. Bunun için Meclis'ten yeni bir yasa çıkarıldı ve bu kapsamda yeni yasal düzenlemeyle İddaa ihalesi Kamu İhale Kanunu kapsamı dışında tutularak, 2007 yılında tekrar İddaa ihalesi yapıldı.

İddaa'nın 2004 yılında yapılan ihalesine, Çukurova Grubu şirketlerinden İnteltek, tek başına girerek, 2007 yılına kadar hasılattan yüzde 16.3, 2007'de ise yüzde 11.3 komisyon almıştı. 2007'de yapılan İddaa ihalesine, Lotos-Ladbrokes ve Lottomatica-Snai SPA-Doğan Yayın Holding konsorsiyumunun katılarak rekabet yaratması sonucu İnteltek, hasılattan alacağı payı 8 kattan fazla azaltarak yüzde 1.4'e indirerek, 10 yıllığına İddaa'nın yeni işletmecisi oldu. Bu süreçte, devlet 10 yıl içinde yaklaşık 3 milyar YTL daha fazla kazanmayı garantiledi.

İddaa'nın payı bahis oyunlarında hızla büyüyor

İddaa'nın bahis oyunları pazarındaki payı 2004'de yüzde 1 iken, bu oran bugün yüzde 36'ya yükselmiş durumda. 2008 yılı itibariyle 200 milyon USD ciroya ulaşan Bilyoner'in, İddaa cirosundan aldığı pay ise %13 civarında.

İddaa geçen beş yıllık süre toplam yaklaşık 7.7 milyar lira hasılat yarattı. 2004 yılını 236 milyon TL'lik bir hasılatla kapatan İddaa, 2005 yılında 615 milyon TL'lik bir gelire ulaştı. Esas gelişmesini 2006 yılında yakalayan İddaa, bu yılın sonunda toplam cirosunu dört kat artırarak, 1 milyar 200 milyona yükseltti. Toplam gelirdeki bu artış, kulüplere ödenen isim haklarında da üç basamaklı bir gelire ulaştı. Buna göre kulüplere ödenen tutar da 21 milyon TL'den 107 milyon TL'ye yükseldi. 2007 yılını yaklaşık 1,9 milyar TL'lik hasılatla geçen İddaa, bu yılda kulüplere toplam 165 milyon TL isim hakkı bedeli ödedi. 2008 yılında krizi de dinlemeyen İddaa, toplam gelirlerini 2 milyar 301 milyon TL'ye yükseltirken; kulüplere ödenen isim hakları bedelleri de 205 milyon TL'ye ulaştı. Vergiler hariç beş yılda 6 milyar 223 milyon TL'lik bir hasılatı yakalayan İddaa bu dönemde toplam 1 milyar 400 milyon TL de vergi geliri yarattı. Vergi gelirleri dahil toplam cirosu 7 milyar 623 milyon TL'ye ulaşan İddaa, bu süreçte kulüplere de 554 milyon TL'lik bir kaynak transfer etmiş oldu.

Son beş yılda İddaa'nın ciro gelişimi ve kulüplere dağıtılan tutarlar (Milyon TL)

Beş yılda 7,7 milyar TL ciroya ulaştı

Oynatılmaya başlandığı 2004'ten, 2008 yılı sonuna kadar İddaa üzerinden yaratılan toplam hasılat vergi dahil yaklaşık 7,7 milyar TL'ye ulaşmış durumda. Türkiye çapında yaklaşık 60 bin kişiye geçim kaynağı sağlayan İddaa ile bu hâsılat üzerinden devlete KDV ve şans oyunları vergisi olarak 1,4 milyar TL, Türkiye liglerinde yer alan futbol kulüplerine isim hakkı bedeli olarak toplam 554 milyon TL, kamu kurum ve kuruşlarına ise (Çocuk Esirgeme Kurumu, Kredi Yurtlar Kurumu, Savunma Sanayi, Türk Tanıtım Fonu ve GSGM'ye) 224 milyon TL kaynak yaratıldı. İddaa, aynı zamanda bu oyunu oynayan iştirakçilere 3 milyar 700 milyon TL ikramiye dağıtırken; bayilere de 616 milyon TL komisyonu kazancı sağladı. İddaa işini Spor Toto Teşkilat Başkanlığı'ndan ihaleyle alan İnteltek firması ise geçen beş yıl içinde yaklaşık 1 milyar TL kurum geliri elde etti. İddaa'nın son beş yıl içinde yarattığı gelir ve bunun dağılımı aşağıdaki tablodan görülüyor.

Son 5 yıl İddaa cirosunun dağılımı  

 
                                               Milyon TL        Payı
Vergi                                       1.400            0,18

Kulüplere                                   554             0,07

Sosyal yardım kuruluşları(*)      224             0,03

İştirakçilere                             3.700            0,48

Kurum payı                              1.008            0,13

TFF payı                                      177            0,02

Bayi komisyonu                           616            0,08

Toplam                                     7.679            1,00

 (*)Çocuk Esirgeme Kurumu, Kredi Yurtlar Kurumu, Savunma Sanayi, Türk Tanıtım Fonu ve GSGM payları.

İddaa'ya yeni dağıtım sistemi mi geliyor?

İddaa gelirlerinin kurumlar bazında dağılımını yukarıdaki tabloda gördük. Bu tabloda futbol kulüplerine aktarılan toplam tutar 554 milyon TL civarında. Kulüplere dağıtılan toplam tutar, cironun yüzde dokuzu civarındayken, vergiler düşüldüğünde, kulüplere aktarılan tutarlar, toplam İddaa cirosunun yüzde yedisine karşılık geliyor. Mevcut sisteme göre İddaa kuponunda yer alan tüm kulüplere, oynanıp oynanmadığına bakılmaksızın yüzde dokuz dolayında bir ödeme yapılıyor. Üzerinde çalışılan yeni dağıtım sisteminde ise kuponda yer alan kulüplere eğer bahis oynanmışsa, oynanan bahisin yüzde onunun ödenmesi planlanıyor. Bu konuya geçmeden önce geçmiş yıllarda liglere ne kadar para ödendiğine bir bakalım.

Liglere ne kadar para aktarıldı?

2004'ten başlayıp, 2008 sonuna kadar geçen süre içinde İddaa'nın Liglere isim hakkı bedeli olarak ödemiş olduğu tutarlar aşağıdaki tablodan görülüyor. Tabloya göre, İddaa'nın beş yılda futbol kulüplerine aktardığı tutar 554 milyon TL'ye ulaşıyor. Bu tutarın %44'ünü oluşturan 245 milyon TL'lik kısmı Süper Lig kulüplerine transfer edilirken; kalan %56'lık bölüm, yani 309 milyon TL'lik kısmı da Bank Asya 1. Lig ve TFF 2. Ve 3. Liglerine aktarılmış durumda.

Son 5 yılda liglere aktarılan tutar (Milyon TL)  Toplam Gelir içindeki payı

Süper Lig'e aktarılan                       245                            0,04

Lig A'ya aktarılan tutar                    185                            0,03

Lig B'ye aktarılan tutar                    124                            0,02

Futbol kulüplerine aktarılan             554                            0,09

Yeni düzenleme küçüklerin ölümüm anlamına geliyor!

Yeni sezonda bahis oyunu İddaa'daki sistem değişikliği, başta Süper Lig ekipleri olmak üzere çoğu futbol kulüplerinin gelirlerinde önemli bir azalışa neden olacak. Bu nedenle Kulüpler Birliği ve Türkiye Futbol Federasyonu konuya ilişkin yeni arayış ve soruna çözüm bulma çabası içindeler. Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) Başkanı Mahmut Özgener, "Konuyu gerekli mercilere ilettik. Eğer yeni düzenleme uygulanırsa Türkiye'de futbol çöker. Bu sistemle kulüplerin geliri 153 milyon TL azalacak" şeklinde ifade de bulunurken; ana geliri İddaa'dan oluşan çoğu Anadolu kulübü de daha şimdiden karaları bağlamış durumda.

Bugünkü uygulama ile Turkcell Süper Lig'deki kulüpler, İddaa'dan 2.5 ile 3 milyon lira arasında bir gelir sağlarken; bu tutar Bank Asya 1. Lig'de 250 bin, TFF 2. Lig ve TFF 3. Lig kulüplerinde yıllık 50 bin liraya kadar düşebiliyor. Böylelikle takımlar, geçen sezon İddaa'dan aldığı yüzde 10 pay yerine (aslında bu pay %9 civarında) bu sezon binde 8 civarında bir gelirle yetinmek durumunda kalacak. Buna göre, önceki sezonda İddaa'dan yaklaşık 1 milyon lira gelir sağlayan bir Bank Asya 1. Lig kulübünün geliri 200 TL'ye kadar gerilerken; bu tutar TFF 2. ve 3. Lig kulüplerinde 100 bin TL civarında olacak. Hatta Kırşehirspor Kulüp Başkanı İbrahim Kaya'nın ifadesine göre 30-35 bin olan İddaa gelirleri bu uygulama ile 500 liraya kadar düşecek.

Yeni dağıtım sistemi kulüplerin büyük bir maddi kayba uğramalarını beraberinde getiriyor. Eğer Türkiye Futbol Federasyonu'nun (TFF) ve Kulüpler Birliği'nin çabaları bir sonuç vermezse; Bank Asya 1. Lig ve TFF 2 ile 3. Lig ekipleri ligleri boykot etmeye hazırlanıyor.

Bazı Turkcell Süper Lig kulüpleri başta olmak üzere, Bank Asya 1. Lig ve TFF 2. Lig ekiplerinin çoğunda, kulüp gelirleri içinde önemli bir yer tutan İddaa gelirlerindeki bu düşüş, zaten finansal sıkıntı içinde olan çoğu futbol kulübünü vuracak gibi görünüyor. Halihazırda mevcut gelirleriyle giderlerini karşılamakta zorlanan futbol kulüpleri için bu düzenleme "default" yani yükümlülüklerini yerine getirememe, iflas anlamına geliyor. Bütçelerini ciddi ölçüde sarsacak…

Yeni düzenlemeyle bahis oyunu İddaa'daki sistem değişikliğinin kulüp bütçelerini ciddi oranda sarsacağını söyleyen Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) Başkanı Mahmut Özgener, "Yeni düzenleme uygulanırsa, Türkiye'de futbol çöker. Geçtiğimiz sezon 140 kulübe isim hakkı payı olarak toplam 171 milyon TL dağıtıldı. Bu sistemle gelir 18 milyon TL'ye düşecek. Kulüpler 153 milyon TL kaybedecek" dedi.

Bahsin yüzde 92'si yabancıya

İddaa gelir dağıtımı sistemindeki olası değişikliğin yapılması durumunda, bu sistemden en büyük darbeyi, gelirlerinin yüzde seksen-doksanı İddaa gelirinden oluşan kulüpler yiyecek. Çünkü, mevcut sistemde İddaa'da Türk kulüpleri toplam hasılatın yüzde 10'unu isim hakkı olarak alıyordu. Yeni düzenlemeyle genel hasılat yerine Türk kulüplerine oynanan bahis miktarının yüzde 10'unun ödenecek olması; toplam bahsin yüzde 92' sinin de yabancı kulüplere oynandığı dikkate alındığında, bu tutarı neredeyse sıfıra yaklaştırıyor. Türkiye'de oynanan bahislerde Türk kulüplerinin payı ortalama yüzde 8 civarında. Yeni sistemde toplam hasılatın yüzde 8'i içindeki yüzde 10'unun dağıtılması durumunda, kulüplere ödenen isim hakları 18 milyon TL'ye kadar düşebilecek. Bu tutarın da daha çok Türkcell Süper Lig ekiplerine gideceği göz önüne alındığında, küçük kulüplere yaşam şansı kalmamış olacak. Aslında bu uygulama ile sadece küçük kulüpler değil, aynı zamanda tüm kulüpler etkilenecek. Ancak büyük kulüplerin gelirleri içinde zaten önemsenmeyecek bir tutarı ifade eden İddaa geliri daha çok Bank Asya 1. Lig, TFF 2 ve 3. Lig kulüplerini etkileyecek…

Bütün kulüpler birleşin…

Kulüpler geçen sezon da İddaa gelirlerini borçlarını kapatmak için kullandı. Başta Süper Lig olmak üzere 1, 2 ve 3. liglerde yer alan 150 kulübün çoğunluğu, İddaa'dan gelen kaynağın büyük bölümünü borçlara kaptırdı. Bunun yasal alt düzenlemsi de geçen yıl yapılmıştı. Yapılan 2008 yasal düzenlemesiyle kulüpler iyice kuşatıldı ve rekabet güçleri eridi. Neydi bu yasal düzenleme?

Spor kulüplerinin naklen yayın, İddaa, Spor Toto-Loto ve reklam gelirleri için ödemeleri gereken katma değer vergisini (KDV) devlete yatırmamaları üzerine, Maliye Bakanlığı yeni düzenlemeyle, KDV Genel Tebliğ Taslağı ile spor kulüplerinin ödenmesine aracılık ettikleri KDV'yi, vergi dairesine yatırmayıp, kullanmalarının önüne geçmek amacıyla kaynakta tevkifata gitti. Yani, TFF aracılığıyla, daha bu gelirler kulüplere ödenmeden, var olan vergi borçları mahsup edilerek, isim hakları bedelleri ve naklen yayın gelirleri ödenmeye başladı. Kısacası TFF ve diğer federasyonlara vergi sorumlusu uygulaması getirildi. Bu şekilde vergi kaçağının da önüne geçilmiş oldu. Bugünkü uygulamada, spor kulüpleri, genel oranda KDV'ye tabi bu gelirleri nedeniyle, hesaplanan KDV'nin reklamı veren veya yayın faaliyetini gerçekleştirenler ya da düzenlenen şans oyunlarında isim hakkını kullananlar tarafından yüzde 60 oranında tevkifata tabi tutulmak zorunda. Bu kapsamda ödemeleri yapanların gerçek usulde KDV mükellefi olmamaları, tevkifat yapmalarına engel teşkil etmiyor.

Düzenlemeye göre, naklen yayın gelirleri üzerinden tahakkuk eden yüzde 18?lik KDV'nin yüzde 60?ını Futbol Federasyonu ya da ilgili diğer federasyonlar, İddaa gelirleri üzerindeki KDV'nin yine yüzde 60?lık bölümünü düzenleyici kuruluş devlete beyan edecek ve hesaplanan vergiyi süresi içinde vergi dairesine yatırıyor.

Söz konusu verginin yüzde 40?lık bölümü ise yayın geliri ve isim hakkı geliriyle birlikte kulübe ödeniyor. Yüzde 40?a karşılık gelen KDV'yi de, ilgili kulüp devlete ödüyor.

Yani anladığınız üzere, kulüplerin kıpırdayacak halleri kalmadı. Zaten borç batağında olan ve mevcut yükümlülüklerini bile yerine getiremeyen kulüpler için çember iyice daraltılmış oldu. Bu sıkıntı kulüpleri giderek daha da zorlamaya başladı.

Örneğin 2007 sezonunda 165 milyon YTL'lik isim hakkı elde ederken, bu paranın sadece 99 milyon 481 bin TL'si kulüplerin kasasına girebildi. 37 milyon 910 TL'lik kısmı ise başta SSK, vergi, GSGM borçları ile çeşitli kişi ve kuruluşların icra ve temliklerini karşılamak için kesildi.

Süper Lig'de 18 kulüp İddaa'dan 73 milyon TL isim hakkı kazandı. Ancak bu paranın 25 milyon TL'sı kulüplerin hesabına yatırılırken, kalan 48 milyon TL'lik kısmı ise borç hanesine gitti.

Bank Asya'da ise durum daha kötü. Bu ligde mücadele eden 18 takım kazandığı 54,5 milyon liralık isim hakkının 30 milyon TL'lik bölümünü yani, %55'ini borçları nedeniyle tahsil edemedi.

Bugün Anadolu takımlarının ayakta kalmasını iddia gelirleri sağlıyor. Bir ilin spor kültürünü, tanınmasını sağlayan takımların yaşaması bu gelirlere bağlı. Durum böyle iken Bakanlar Kurulu kararı ile kulüplerin iddia gelirlerinin düşürülmeye çalışılması, zaten zar zor ayakta durmaya çalışan, birkaç gönüllünün ve destekleyici kuruluşun desteği ile yaşayan bu takımların kapılarına kilit asmalarına neden olacak.

Yeni dağıtım sistemine yönelik Bank Asya 1. Lig ve diğer profesyonel liglerde tepki çığ gibi büyüyor. Konyaspor Başkanı Bahattin Karapınar, yeni uygulamayla, İddaa'nın kulüplerin önünü kapattığını söylüyor ve çok çarpıcı bir örnek veriyor.

 "Kızılcahamam Kampı'nda düzenlenen turnuvada Giresesunspor'la yaptığımız maçta, bu maç için 18 bin liralık İddaa oynanmış, bunun %10'nu kulüplere tahsis edildi, paylaştığında Konyaspor ve Giresunspor'a 900'er lira para düştü, bunun %15'i de vergi olarak kesilince kulübümüze 783 TL kaldı. Büyük kulüpler içinde aynı durum geçerlidir." dedi.

Tepkiler…Tepkiler

Anahtarları teslim edeceğiz'

Bank Asla 1. Lig Kulüpleri Birliği Başkanı Bayram Akgül; "Şok olmuş durumdayız. Bu durumda yapılacak tek şey kulübün anahtarlarını şehrin ileri gelenlerine teslim etmek olacak. Beni Bank Asya'daki tüm kulüp başkanları aradı, 'anahtarı nereye verelim' diyorlar. Bizi 1. Lig ve 2. Lig takımlarını ayakta tutan bu iddaa gelirleriydi. Artık olmayacak" dedi.

TFF 2. ve TFF 3. Lig Kulüpler Birliği Platformu Başkanı Ünal Tombulel, yaptığı açıklamada, yeni sistemde kulüplerin büyük maddi kayba uğrayacağını savundu. Sistem değişikliğinin yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini dile getiriyor. Ve devam ediyor: ''Eğer sistem bu halde olursa TFF 2. Lig'de bir kulübün yaklaşık 700 bin ile 1 milyon lira arasında kaybı olacak. Sezon sonunda en fazla 100 bin lira alabilecek. Oysa biz İddaa'dan gelen paralarla ayakta duruyoruz. Böyle olursa başkan ve yönetim kurulları istifa eder.''

Kulüpler Birliği Başkan Yardımcısı Göksel Gümüşdağ da, İddaa'da sistem değişikliğine gidilmemesi gerektiğini, aksi durumda kulüplerin büyük ekonomik sıkıntılar yaşayabileceğini ifade ederek, "Turkcell Süper Lig'deki kulüplerin yanı sıra Bank Asya 1. Lig ile TFF 2. ve 3. Lig'de yer alan takımların sistem değişikliğinden olumsuz etkileneceğini kaydetti. "Kulüplerin gelir ve gider dengeleri henüz oturmuş değil. Bu dengeyi tutturmak zor. Turkcell Süper Lig'deki kulüpler, İddaa'dan 2,5 ile 3 milyon lira arasında gelir sağlıyor. Ligde 14 Anadolu kulübü var. Kulüplerin en az 2 milyon lira kayıpları olacak. Zaten kulüplerimizin ciddi ekonomik sıkıntıları var. Bank Asya 1. Lig'in yayın geliri olmadığı için daha çok sıkıntıları olacak. Sistem değişikliği kulüpleri düşündürüyor. Sistem eskisi gibi kalmalı. Bütçeyi kafa kafaya zor götürebiliyoruz. Kulüplerimiz ciddi sıkıntılar çekecek'' diyor.

Peki ne olacak? Neden böyle bir düzenlemeye ihtiyaç duyuluyor?

Kulüplerimize büyük kaynak aktarıldığı iddiasında bulunan İddaa'daki dağılımı yukarıda sizlerle paylaştık. Son beş yılda 7,7 milyar TL'lik bir kaynak yaratan İddaa'dan kulüplerimizin payına düşen tutar sadece yaklaşık yüzde yedi civarında kalmış. Yani 554 milyon TL'ye karşılık geliyor. Oysa bu paranın ana kaynağını Futbol kulüplerimiz oluşturuyor. Ana öğesi daha doğrusu futbolun vazgeçilmez öğesi olan futbol kulüplerine iddaa'dan aktarılan paranın ne kadar yetersiz olduğunu hep birlikte görüyoruz. Bu konuya ilişkin 2004'ten bu yana yazdığımız ve üzerinde durduğumuz konu: Futbol kulüplerine rekabet açısından daha fazla payın aktarılmasıydı. Bu payın yüzde yirmi beşten aşağıda olmaması gerektiğini her platformda ve kitaplarımızda savunduk. Çünkü, İddaa oyununun ana motorunu kulüpler oluşturuyor. Ne yazık ki, kulüplerin üst örgütlenmesi TFF ve kulüpler Birliği bu konuya hiçbir zaman gerektiği kadar ilgi göstermediler. Ancak bıçak kemiğe dayanınca şimdi, bu düzenlemeye karşı mücadele etmeye çalışıyorlar.

Spor Toto Teşkilat Başkanlığı ve bir maliye bakanlığı ortak yapımı olan bu düzenlemede, İddaa kuponlarının yüzde doksan ikisinde yabancı maçların oynanıyor olması referans noktası kabul edilerek, "içeride olmazsa biz dışarıdan bu işi götürürüz ve bu şekilde daha çok vergi yaratmış oluruz" mantığıyla hareket ediliyor. Olay bu kadar basite indirgenmemeli. Hiçbir şey aslını yok etmeye yönelik planlanamaz. Eğer iddaa ile Türk sporuna ve futboluna kaynak aktarılmak amaçlanıyorsa, burada böylesi bir durum yok. Şu haliyle de hiç kimse İddaa'nın Türk sporunun gelişimine çok önemli fonlar aktardığını, yaratılan toplam kaynak büyüklüğü içinde iddia edemez. Toplam kazancın sadece %7'si futbola, kalan %93'ü futbol dışına giden bir yapılanmayla, futbola ve spora hizmet mi edilmiş oluyor? Bu işin yanlış yapılmadan düzeltilmesi gerekiyor. Zaten var olan haksız rekabetin daha da artırılarak, Anadolu kulüplerinin ölümüne neden olacak bu uygulamaya karşı, Karl Marx'ın, F. Engels ile kaleme aldığı Komünüst Manifesto'nun son cümlesiyle yazımızı noktalıyoruz. Marx ve Engels, "Tüm dünyanın işçileri birleşiniz. Çünkü, zincirlerinizden başka kaybedeceğiniz başka bir şey yok" diyordu, ben de şimdi, "Anadolunun tüm kulüpleri birleşiniz, yoksa, yok olursunuz" diyorum. Ancak konu hakkında Kulüpler Birliği'nin ne düşündüğünü merak edip web sayfalarına girdiğimde, konunun henüz Birliğin gündeminde olup olmadığını, web sayfasının yapım aşamasında olması nedeniyle öğrenemiyorum. Bu da tarihi bir ironi olsa gerek…

 
http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109 - http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 12/Ağu/2009 saat 09:21
Futbolu sevmek ve 52. sezona merhaba...

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

10.08.2009 - 08:47

52. sezona merhaba…

Turkcell Süper Lig, 52. sezonuna bu hafta sonu oynanan maçlarla merhaba dedi. 18 kulüp 2009-10 sezonunda Süper Ligimiz'e yeni umutlar, yeni beklentiler ve hedeflerle giriyor. Bütün hedef sezon sonunda bu kupaya ulaşabilmek, ligi bir önceki yıla göre daha üst sırada tamamlayarak sportif ve mali yönden iyi bir performans sergileyebilmek. Bu amaçla Avrupa Kupaları'na katılabilmek.

Futbol bugün "iş" olsun diye oynanıyor

Futbol bir oyun. Yabancılara göre garip bir oyun. Ancak bu oyun son yıllarda çok daha farklı oynanmaya başlandı. Futbolun parasallaşma, ticarileşme ve endüstrileşme süreci onu, salt bir spor olmaktan çıkartıp, amacından ve anlamından çok daha farklı mecralara sürükledi. Futbolun o masum güzelliği her geçen sezon aldığı darbelerle örselendi. Ona farklı anlamlar yüklenmeye başlandı. Mücadele basit bir sportif rekabetten giderek uzaklaştı. Statlar birer arenaya dönüşürken, kulüpler milyonlarca doların peşinden koşan, devasa bütçelere sahip bir ekonomik organizasyona dönüştü. Futbol giderek parasallaştı, parasallaştıkça da futbolun o ellili, altmışlı hatta yetmişli yıllardaki masum güzelliği giderek yok oldu. Artık günümüzde futbol "iş" olsun diye oynanan, bir endüstriye dönüştü. Bu değişim sürecini, Uruguaylı büyük yazar Eduardo Galeano, "Gölgede ve güneşte futbol" isimli Türkçe'ye de çevrilen o nefis kitabının başlangıcındaki tümcelerle, futbolun öyküsünü, "zevkten zorunluluğa uzanan hüzünlü bir öykü" olarak niteliyor ve devam ediyor: "Spor bir sanayi dalına dönüştüğü oranda, iş olsun diye oynandığı zamanki güzelliğinden bir şeyler kaybetmiştir"

Gerçekten de futbol bugün parasal anlamda işe yaramayan her öğeyi ret etmekte; kendine farklı bir yol haritası oluşturmaktadır. Bu bağlamda sürecin giderek parasallaşması, futbolun özünü de değiştiriyor. Taraftar bir yandan, kulüpler nezdinde bir "müşteri" olarak görülüp, değerlendirilirken; diğer taraftan futbol kulüpleri yıllık ciroları yüz milyon dolarların üzerinde dev ticari örgütlenmeler haline geliyor. Bu kapsamda Avrupa'nın en zengin 20 kulübünün toplam yıllık geliri 5,5 milyar Euro'nun üzerine çıkarken, Avrupa'da futbolu domine eden beş büyük ligin yıllık gelirleri toplamı 8,5 milyar Euro'ya ulaşıyor. Kısacası futbol hızla parasallaşıyor, parasallaştıkça, masumiyetini yitirmeye devam ediyor.

Futbolun ticarileşmesi yeni sorunlar getiriyor

Futbolun evrimsel gelişimi bu dönüşümü bir yerde zorunlu kılıyor. Futbol pastasının büyümesi, gelirlerin yüz milyon dolarlara ulaşması çok doğal olarak sorunları da beraberinde getiriyor. Sportif rekabeti devam ettirmeye ve bu yarışma içinde olmaya çalışan kulüplerin giderek bozulan rekabetçi denge içinde haksız rekabete maruz kalmaları, onları bir finansal girdaba da sürüklüyor. Gün geçmiyor ki, medyada bir kulübün finansal problem ve sıkıntılarına ilişkin haberleri okumayalım. İflas eden, küme düşen, borçlarını ödeyemeyen ve yok olup giden onlarca kulüp birer haber manşeti olarak gözümüzün önünden kayıp gidiyor.

Parasal sıkıntıların neden olduğu sorunların dışında, futbolun masumiyetine zarar veren ve güzelliğini alıp götüren teşvik, şike, rüşvet, şiddet gibi anti-futbol sorunlarını da unutmayalım. Futbolun bağışıklık sistemini zayıflatan ve onu bir çıkar aracı haline dönüştüren, bu anlayışa karşı futbol otoritesinin gerekli önlemleri almada yetersiz kalması yeni sorunlara da davetiye çıkartıyor.

Kurumsal yapıdan ve yönetimden uzak yönetsel örgütlenmelerle yoluna ağır aksak devam etmeye çalışan kulüplerimizi önümüzdeki günlerde kurumsal yönetişim sorunları da bekliyor. Özellikle Avrupa futbolunun patronu UEFA'nın bu konularda bazı zorlayıcı önlemler almaya yönelik çalışmaları kısa süre içinde sonuçlanacak gibi görünüyor.

Futbolun tüm güzelliklerini doyasıya yaşamak istediğimiz 52. sezonda, yukarıdaki sorunlar kulüplerimizi bekliyor. Daha sezonun başında kulüplerin İddaa gelirlerindeki yeni düzenlemeler, bu sezon yapılacak naklen yayın ihalesi; ekonomik konjonktürdeki olumsuzluğun bir türlü düzelmemesi nedeniyle daralan gelirler; buna karşın durmayan transfer harcamalarının kaçınılmaz sonucu giderek bozulan mali denge ve bütçe disiplini; satılamayan kombine kartlar; maliyeye olan vergi borçları ve SSK primleri nedeniyle icrai takibe uğrayan kulüpler… Kısacası iç karartıcı ve sportif keyfimizi kaçırtacak konular ve sorunlar kapı önünde bizi bekliyor. Türkcell Süper Lig perdelerini açıyor ama, perdenin arkasında bir başka fırtına sürüyor. Ama tüm bunlara rağmen bu showun da devam etmesi gerekiyor.

Ancak sadece bu sezon değil, hemen hemen her sezon Turkcell Süper Lig aynı sorunlarla sezona başlıyor.

Toplumun her katmanını, bulaşıcı bir hastalık gibi sarmış, her uzvuna metastaz yapmış futbolda, nedir bu oyunu bu kadar vazgeçilmez kılan? Sonuçta bir yarışma değil midir, ucunda kupa bulunan.

Futbol giderek kirleniyor

Ne var ki, futbola olan aşırı ilginin, sportiflikten tecimselliğe gidişin kaçınılmaz olduğu günümüzde, paraya tedavül edilmesi, aslında son derece de normal ve eşyanın tabiatına da uygun olmasına karşın; bu gelişmede üzücü olan taraf, futbolun bir spor olmaktan çıkıp, endüstriyel bir sektör haline gelmesi sürecinde, giderek kirlenmesidir. Bu noktada, masumiyetini de yitirmeye başlayan futbolun, endüstrileştikçe kirlenen ve masumiyetten uzaklaşan bir niteliğe bürünmesi; onun metalaşarak, kendi pazarını yaratmasını ve yeniden pazar için üretime hazır hale getirilmesine neden olmuştur.

Ortaya büyük rantların çıkması, bir spor olan futbolu çok farklı mecralara sürüklemektedir. Marx'ın, bütün kötülüklerin anası olarak gördüğü para, bir yandan, futbolda her türlü üç kağıdın döndüğü spor dışı faktörleri besleyici bir ortam yaratırken; diğer yandan da futbolun bugün, bu kadar da sevilmesine de olanak sağlamıştır. Semih Gümüş'ün, "Futbol ve Biz" isimli kitabında da söylediği gibi: "Edilgin izleyiciler olarak bizler, elbette sporun artık endüstrileşmesinin, metalaştırılmasının yol açtığı tatsızlıkları da kabullenmek durumunda kalıyor olmamız, bu durumda bile onsuz yapamamamızın bir nedeni olmaktadır." İşte bu noktada karşımıza çıkan bu paradoks, sevgiyi de nefreti de bir araya getiren en önemli bir unsur oluvermektedir bir anda.

Taraftar uyuma 'oyun'una sahip çık!

Bu noktada Craig McGill'in, "Futbolun Kârhanesi" isimli kitabında da belirttiği gibi futbolun geleceği açısından taraftarın mutlaka oyunun içinde olması gerekiyor. Çünkü McGill'e göre, gelecek yıllarda futbolun en önemli anları saha içinde değil, saha dışında gerçekleşebilir; eğer taraftarlar buna dahil olmaz ve oyunla ilgili daha fazla söz hakkı talep etmezse, futbol tanınmayacak bir biçimde değişebilir, bu güzel oyun gelebileceği ve gelmesi gereken halin çirkin, bozulmuş bir biçimine dönüşebilir. Unutmayalım oyun değişiyor…

Futbol basit ve güzel bir oyundur!

Britannica, bugün dünyada en yaygın ve popüler spor dallarından birisi olan futbolu, çok basit anlamda, 11'er kişiden oluşan iki takım arasında oynanan ve oyuncuların, şişirilmiş bir topu, el ve kollarını kullanmadan rakip kaleye atmaya çalışmasına dayanan bir oyun olarak tanımlamakta… Mazisi çok eskilere gitse de, bu süreç içinde hiçbir zaman cazibesinden bir şey kaybetmemiş. Aksine kendisine olan ilgiyi daha da arttırarak günümüze kadar, kendisini geliştirip gelebilmiş.

Absürd sayılabilecek bir ilgi derecesinde, bugün milyarlarca kişiyi, peşinden sürükleme becerisi gösteren futbol, neredeyse çılgınlık haline gelmiş. Sahip olduğu evrensel dil ve herkesin algılayabileceği basitlikteki kuralları, onu daha da sihirli hale sokmuş. İşte bu faktörler, insanoğlunun yüzyıllar boyu kendisini hiç mi hiç uzak tutamadığı bir büyüyü de bu şekilde ortaya çıkartmış.

Sandığımızdan da yaşlı olan futbolu belki de daha da naif ve ilginç kılan ve bugüne kadar getiren temel özelliğinin, izlenebilirliğindeki heyecan ve adrenalin düzeyindeki yüksekliğin hiçbir dönem ve tarih kesitinde, bugünden daha düşük düzeyde olmamasıdır. Her zaman futbolu canlı ve heyecanlı tutan, gelişimine katkı sağlayan bu dinamizmin özünü, belki de, Tayfun Öneş'in, "İçimizdeki Futbol, Dışımızdaki Futbol" isimli eserinde belirttiği binlerce yıl önce söylenmiş, Konfüçyüs'ün şu sözünde bulabiliriz. "Galibin burnu büyümemeli, mağlubun cesareti kırılmamalıdır".

Toplumun her katmanını, bulaşıcı bir hastalık gibi sarmış, her uzvuna metastaz yapmış futbolda, nedir bu oyunu bu kadar vazgeçilmez kılan? Sonuçta bir yarışma değil midir, ucunda kupa bulunan. Kitleleri kalbinden fetheden, uğrunda ölümlerin göze alındığı, Rysard Kapuscinski'nin, "Futbol Savaşı"nda ortaya koyduğu çarpıcı örneklerde olduğu gibi, ülkeler arası savaşlara neden olan…

Ya da Bora, Reiter ve Horak'ın derlediği makalelerden oluşan "Futbol ve Kültürü" isimli müthiş eserde, Gabriel Colome'in, "FC Barcelona ve Katalan Kimliği" başlıklı makalesinde yazdığı gibi, "ellili yıllardan itibaren merkezi iktidarla özdeşleştirilen ve kralın takımı olan Real Madrid'in, Barça tarafından ilk defa alt edilmesiyle", demokrasiye geçiş sürecini başlatan bir olgu mudur yoksa. Seyir zevkimizi tatmin ettiğimiz, aklımızı ve ruhumuzu doksan dakika dışarıda bırakacak kadar, yediden yetmişe herkesin büyük bir tutkuyla bağlı olduğu ve peşinden koştuğu, masum bir spor dalı mıdır ya da futbol?

Nasıl değerlendirirsek değerlendirelim; futbol, bugün yaşantımıza yön veren, giderek ilgisini daha da artıran, günümüzün vazgeçilmez toplumsal olgularından birisi.

Bazı futbol yorumcularına göre, şunun şurasında bir "eğlencelik" olan futbolda, tam da liglerin başladığı bir zamanda, bu kadar sosyolojiyi ve felsefeyi zorlamanın anlamı nedir diye soracak olursanız: Buna verilecek yanıt madalyonun diğer yüzünün de görülmesiyle ilgili olacaktır.

Futbolu seven ve futbol üzerine düşünen birisi olarak, en büyük dileğim, spor elbisesinin futbolu tüm pislik ve kirden koruması, uzak tutmasıdır. Futbolun sadece futbol olmadığını da, geçmiş yıl uygulamalarından görmüş olmanın verdiği endişenin dışa vurumudur, aslında bu sütunda yazılanlar. Ama ben yine tüm iyi niyetimle, bu beklenti içinde, futbolu sevmeye devam edeceğim. Futbolu, kendi kültürel art alanı içinde değerlendirilmesi gereken, güzel bir oyun olarak görüyorum.

Futbolu sevmek, sadece tuttuğunuz takımı sevmek değildir!

Tanıl Bora'nın derlediği, "Takımdan ayrı düz koşu" isimli çalışmada, Ahmet Çiğdem'in üzerine basarak söylediği gibi; "Futbolu sevmek, sadece kendi tuttuğu takımı sevmek değildir elbette…

Maalesef Türkiye'de taraftar denilen kitle ne yazık ki, hep kendine taraftar olan, takım sevgisini, ancak takım kendisini tatmin ettikçe sürdüren bir güruhtan ibaret." Bu değerlendirmeye, çok rahatlıkla, adı futbol yazarı, kendisi taraftar olan köşe yazarlarını da eklemeyi unutmamalıyız.

Oysa kişisel görüşüm o dur ki, futbolu sevmek: Futbol üzerine düşünmek ve futbol kültürünün düşünsel birikimine katkı sağlamaktır. Bu platformda yazılanları, futbolu bir kahve ve sokak kültürü olarak gören basit ve sığ, aynı zamanda tarafgir anlayışın pençesinden kurtarma çabaları olarak görmek, değerlendirmek gerekir. Bunu yaparken de, futbolun kendine özgü kültürel yapısını anlamaksızın, sadece sosyo ekonomik boyutundan hareketle, hala onu yığınları uyuşturan bir yönetsel araç olarak görme hatasına da düşmemiz gerekir.

Sonuçta, futbolun show-business haline geldiği modern çağımızda, bu temaşa sanatından maksimum zevki ve keyfi almaya çalışalım. Olayın hem gösteri hem de iş olan kısmını, ayrı ayrı değerlendirelim ve herkesten daha temiz ve fair bir futbol için, futbolu sevmelerini, futbol üzerine düşünmelerini isteyelim.

Bu temenni altında 52'ciye merhaba diyeceğimiz, Turkcell Süper Lig'e de hoş geldin diyelim.

 
http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109 - http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 19/Ağu/2009 saat 18:55
Futbol para yıkama aracı (mı?)

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

17.08.2009 - 09:11

 

Geçen ay Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü'nün (OECD) Mali Eylem Görev Gücü (FATF) "Money laundering through the football sector" (Futbol sektörü üzerinden para aklama) isimli şok bir rapor yayımladı. Bu rapor sadece birkaç gazetenin spor sayfasında çok küçük bir haber olarak yer aldı. Köşe yazısı olarak ta sadece usta gazeteci Attila Gökçe'nin köşesinde kendisine yer bulabildi. Daha sonra da bu konu unutuldu gitti. İşte biz bu hafta bu konuyu gündeme taşıyarak, futbol otoritesinin konuya dikkatini çekmeye çalışacağız.

Futbol bir para aklama aracı olarak kullanılıyor!

Bugün dört milyara yakın insanın delicesine peşinden koştuğu; uğruna yüz milyarlarca paranın harcandığı en yaygın spor dallarından birisi olan futbol, artık günümüzde "iş" olsun diye oynanıyor. Kitlelerin futbola olan bu sevdası, doğal olarak futbolu farklı bir mecraya da sürüklüyor. Futbolun güzelliği ve ona olan ilgi günümüzde itinayla paraya tahvil edilirken; bu masum oyun, bir oyun olmaktan öte bir kazanç-çıkar sağlama aracına dönüştürülüyor. İşte bu süreç aynı zamanda futbolun kendi mezar kazıcılarını da yaratıyor. Futbolun giderek parasallaşması, futbolun kendi bağışıklık sistemini zayıflatacak Teşvik, şike, rüşvet, şiddet ve bahis gibi anti futbol öğelerinin de ortaya çıkmasına neden oluyor.

Bugün yeryüzünde 4 milyara ulaşan futbol seyircisi, 38 milyon kayıtlı futbolcu, 5 milyon hakem, 155 bine ulaşan profesyonel futbol kulübünün olduğu ve yıllık yüz milyar dolarlara ulaşan  parasal gelir etkisi  dikkate alındığında, para aklamada neden futbolun seçildiği de bir bakıma ortaya çıkıyor.

Paranın futbol piyasasına girişinde herhangi bir engelleme ile karşılaşmaması, günümüzde para aklamaya çıkartılan en büyük davetiyeyi oluşturuyor. Aynı zamanda bu olumsuzluk futbolun en önemli handikaplarından da birisi olarak karşımıza çıkıyor. Daha doğrusu futbolun yeryüzündeki genel popülaritesi, futbola enekte edilen paralara karşı hükümetlerin finansal bir miyopiye yakalanmalarına yol açıyor.

Tüm para hareketlerinin çok sıkı takip edildiği bir ülkede, konu futbol olduğunda tüm otoriteler bu para hareketlerine seyirci kalabiliyorsa, o zaman konuya ilişkin sorulacak çok soru ve aydınlanması gereken birçok nokta var demektir. Aksi halde son beş yıl içinde Chelse'ye 850 milyon dolar para aktaran Roman Abramovich'e karşı, İngiliz Futbol Federasyonu'nun (The Football Association-FA) ve İngiliz maliyesinin seyirci kalmasının başka nasıl bir açıklaması olabilir ki? Ya da yıllık 170 milyon Euro geliri olan bir kulüp nasıl olur da 500 milyon Euro'luk bir borç batağına saplanabilir ki? Veya yıllık 250 milyon Euro'luk transfer yapabilen bir kulüp, bu bütçeyi nereden ve nasıl sağlayabilir ki? Kısacası daha buna benzer bir çok soruyu peşi sıra sorabiliriz.

İşte FATF'nin bu raporu da tam bu konuyu sorguluyor. 

Futbolun aktörleri arasındaki para dolaşımı

Futbolun ana öğelerine baktığımızda sektörün en önemli hücresini futbol kulüpleri oluşturuyor. Kulüpleri takip eden diğer önemli futbol aktörü olarak karşımıza, endüstrinin en önemli  varlığını oluşturan  profesyonel futbolcular çıkıyor. Futbola para akıtan sponsorlar; futbolun nakit ve yayın akışını sağlayan medya; bazı ülkelerde kulübün yasal olarak hisselerini elinde bulunduran girişimci patronlar; futbolcu sirkülasyonunu ve nakit hareketini sağlayan futbol menajerleri (football agents);bu işten önemli vergi geliri elde eden maliye (Premier Lig yıllık 1,2 milyar dolar vergi ödüyor) ve daha buna benzer bir çok unsur futbolda sportif ve mali hareketliliği sağlıyor. İşte bu öğeler arasında her tarafın yararına olan çoklu bir simbiyoz yaşam da söz konusu. Tüm öğelerin birbiriyle olan organik bağını ise, çok da sağlıklı ve transparan olmayan bir muhasebe sistemi sağlıyor. İşte bu yapı, para aklama sisteminin de kovalent bağını oluşturuyor. Anti-futbol ögelerinin yaşamasına, bu aktörler arasındaki kompleks network olanak sağlıyor.

Gelir dağılımındaki dengesizlik

Rapora göre: Avrupa futbol piyasası 2007 yılında 13.8 milyar Euro'luk bir hacme ulaştı. Bunun % 52'sini beş büyük lig (İngiltere, İspanya, İtalya, Almanya ve Fransa), % 68'ini bu beş büyükteki ligler oluşturdu. Toplam hacmin % 30'u bu beş top-ligdeki futbolcu ücretlerine gittiği için gelir dağılımı son derece adaletsiz. Futbol piyasası kolay girilebilir, yönetimi yıllardır profesyonellikten uzak ve ortak bir yasal yapıdan yoksun (Her ülkede farklı kulüp yapıları, farklı muhasebe, vergi sistemleri var) oluşu nedeniyle karaparaya karşı savunmasız. Sektördeki nakit akışının hacmi çok büyük, boyutu da uluslararası olduğundan denetimi çok zor.

Suç örgütleri yatırım yapıyor

Piyasa giderek büyüdüğü için nakit ihtiyacı da aynı paralelde büyüyor ve kulüplerin finansal yapısı bozuluyor. Bu nedenle futbol kulüpleri gelen paranın kaynağını sorgulamıyor ve hem parayı aklıyor hem de bu kaynağı getiren sosyal bir statü, çevre kazanıyor. Suç örgütleri futbola yatırım yaparak bahis, gayrimenkul gibi sektörlerde hakimiyet elde ettikleri gibi yerel ve ülkesel yönetimlerle de ilişki kuruyorlar.

Birçok ülkede kulüp yönetici ve sahiplerinin inşaat sektöründen gelmeleri dikkat çekici. Futbolcuların imaj hakları genelde vatandaşı oldukları ve/veya oynadıkları ülkelerin dışındaki ülkelerden kişi ve/veya kurumlara pazarlanarak hem vergi kaçırma hem para aklama operasyonları yapılıyor. Futbol sektörü para aklama dışında, insan ticareti, vergi suçları ve ilaç (özellikle doping) ticareti gibi suçları da saklamakta kullanılıyor.

FATF nedir?

Şoke eden raporu yayınlayan FATF (The Financial Action task Force), tüm dünyada terörizmin finansmanı ve para aklamaya karşı global finansal sistemi korumaya ve kollamaya yönelik politikalar üretmek, geliştirmek amacıyla kurulmuş, uluslar üstü olduğu kadar hükümetler arası, bağımsız  bir örgüt. İnceleme ve analizlerini yayımlıyor, öneriler getiriyor, hükümetlere, devletlere tavsiyelerde bulunuyor ve uluslararası kamuoyu oluşturuyor. Saptadığı, analiz ettiği, irdelediği konulara ilişkin gerekli yasal düzenlemelerin yapılabilmesini teminen, hukuksal, finansal ve muhasebe olarak evrensel normlar getirmeye çalışıyor. Tüm sektörleri inceleyebiliyor, her türlü bilgiye hükümetlerin uluslararası gücünü kullanarak ulaşabiliyor. Tüm araştırmalarını da yazılı ve web ortamında yayınlıyor. Kısacası, FATF bir nevi dünya parasal düzeninin bağışıklık sistemine zarar verecek her türlü  para aklama eylemine karşın bir virüs koruma programı gibi çalışıyor. Ya da böylesi bir misyona sahip.

Temmuz 2009'da bu kez FATF'nin hedefinde küresel spor dalları ve en çok da popüler spor dalı olan futbolun, para yıkama eylemlerinde nasıl kullanıldığının araştırması vardı. Çok ilginç, ilginç olduğu kadar da neredeyse teamül haline gelmiş ve en kötüsü de neredeyse genel olarak kitlelerce kanıksanmış yöntemlerle futbol ve diğer spor dallarında para aklama eylemleri masaya yatırılmıştı. İşte biz bu raporun özellikle de futbola ilişkin kısımları üzerinde duracağız. Raporda saptanan konular üzerinden bazı kişisel analizlerimizi de  yapacağız.

Raporun genel içeriği

Rapor altı bölümden oluşuyor. İlk bölümde para aklamanın (ya da daha açık ifadeyle para yıkamanın) hangi spor dallarında nasıl yapıldığı anlatılırken, futbolun bu işe neden alet edildiği sorgulanıyor.

İkinci bölüm futbol sektörünün yapısının analiz edildiği bölümü oluşturuyor. Bu bölümde Avrupa futbol pastası ve bu pastanın paylaşımının neden olduğu olumsuzluklar gözler önüne serilirken, futbolun kurumsal yönetimi (UEFA, FIFA , AFC, CAF, CONCACAF, CONMEBOL, OFC) genel olarak analiz ediliyor. Ve bu federasyonlar arasındaki bağ sorgulanıyor. Yine aynı bölümde gelir dağılımındaki dengesizliğin futbol kulüplerinin finansal kırılganlıklarını nasıl artırdığı ele anlıyor.

Üçüncü bölüm ise; sistem içinde futbolun güvenlik açıklarını sorguluyor. Futbolun sisteme nasıl ve ne şekilde girdiğini ortaya koyuyor.

Dördüncü bölüm ise futbolda para aklama yöntemlerini çeşitli örnek olaylarla tipolojik olarak ele alıyor.

Beşinci bölümde ise para aklama girişimlerine genel bir bakış ortaya konurken, son bölümde ise sonuç olarak ulaşılan önemli bulgular değerlendiriliyor.

Sektörün güvenlik zaafları

Rapora göre sektörün güvenlik eksiklerini yorumlayacak olursak, aşağıdaki sorunlarla karşılaşıyoruz.

·Sektöre paranın girişinin önünde bir engel olmaması nedeniyle, sisteme nüfuzun kolay olması.

·Kulübün paydaşları arasındaki karmaşık ağ yapısı.

·Profesyonel yönetim eksikliklerinden kaynaklanan sorunlar.

·Kulüplerin yasal ve ticari yapılanmalarındaki sıkıntılar.

·Sektörün hatırı sayılır parasal büyüklüğü içinde oluşan ve kontrol dışı parasal işlemler, harcamalar ve sözleşmeler.

·Futbolun irrasyonel yapısından kaynaklanan öngörülemeyen maliyetler ve bunun etkileri.

·Kulüplerin finansal ihtiyaçları ve bunun yol açtığı kırılganlık.

Para aklamaya olanak sağlayan yukarıdaki faktörlerin temelde;

·Kulüp sahipliği,

·Transfer piyasası ve oyuncu bonservis sahipliği,

·Bahis faaliyetleri,

·İmaj hakları, sponsorluk ve reklam-medya sözleşmeleri/düzenlemeleri temelinde yükseldiğini ve bu yapı üzerinde çok önemli riskler doğurduğunu gözlemliyoruz.

Kulüp sahipliği temelindeki örgütlenmelerde, yasadışı kazançların kulüpler aracılığıyla legalleştirilmeye çalıştırılması çok sık görülen bir uygulama olarak karşımıza çıkıyor. Nereden edinildiği şüpheli olan parasal gelirin kulübe aktarılarak, paranın kayıt altına alınması ve daha sonra bu tutarın kulüp borçlandırılmak suretiyle yasal olarak geri alınması en sık karşılaşılan para aklama methotlarından birisi.

Borsaya açılan kulüplerin hisselerinde spekülasyon yapılarak, haksız kazanç elde edilmesi.

Oyuncu transferlerinde resmi sözleşmenin, gerçek değerinin üzerinde bağıtlanarak, aradaki farkın kulüpten çekilmesi ya da tersi işlem ile kulübe para enjekte edilerek, yasal olmayan paranın kaydi sistem içine alınması.

Ya da gerçek değerinin altında bir sözleşme ile vergi ziyanına neden olunması. Bu amaçla transfer edilen bir oyuncuya bir miktar paranın yurtdışında elden ödenmesi.

Futbolcuya ödenen ücretin önemli bir kısmının "imaj hakları" olarak gösterilip bu tutarın yurtdışında faaliyet gösteren bir şirkete devredilmesi ve ödemelerin bu şirket üzerinden yapılması.

Bahis şirketleri aracılığıyla şike organize edilmesi ve bunun genç oyuncu transferinde etkin bir araç olarak kullanılması.

Karanlık geçmişler ve yüz milyon dolarlık servetler

Sahip oldukları servetleriyle dünyanın en zengin insanları olma özelliğine sahip şaibeli milyarderlerden de burada söz etmemiz gerekiyor.

20 milyar dolar civarındaki  serveti ve Chelsea'ye aktarmış olduğu 850 milyon dolara ulaşan parası ile gündemden hiç düşmeyen Roman Abramovich;

1995 yılında Roman Abramovich ile birlikte kurduğu Sibneft'ten sonra, Kia Joorabchian'ın sahibi olduğu Media Sports Investment şirketinin gizli ortağı olan Boris Berezovsky;

Brezilya'nın en popüler kulüplerinden Corinthians'ı satın alan Media Sports Investment şirketinin başkanı olan dolar milyarderi Kia Joorabchian;

Rus asıllı Fransız işadamı Arcadi Gaydamak'ın oğlu ve Portsmouth'un sahibi ve milyar dolarlık serveti olan Alexandre Gaydamak, futbola aktardıkları paralar ile geçmişlerini de futbol aracılığıyla yıkayan şaibeli dolar milyarderleri olarak karşımıza çıkıyor. 

Genel değerlendirme

FATF'nin geçen ay yayınladığı para aklama raporuna ilişkin genel değerlendirmemizi  yapacak olursak;

Raporda futbolun bağışıklık sistemini çökertebilecek genel semptomlar belirlenmiş; konunun temel kaynağına ilişkin örnek ve detay olaylar  belirtilmiş olmakla birlikte, raporda ele alınmayan bir önemli konu var ki, ben bu konuyu sorunun ana kaynaklarından birisi olarak görüyor ve değerlendiriyorum. Özellikle futbolda; bataklığı oluşturan temel etmenlerden birisi olarak, küresel futbola yön veren ekümenik örgütlenme anlayışı üzerinde durmamız gerekiyor. Çünkü bu anlayış ile futbol hukuksal ve yasal denetimin dışına çekiliyor.

Bu bağlamda, sporun (özelde de futbolun) ekonomik, sportif ve hukuksal öğelerinin genel olarak ele alınıp, değerlendirildiği, AB Komisyonu tarafından yayımlanan ve Sporun (özellikle futbolun) AB hukuk sistemi karşısındaki durumunu belgeleyen Beyaz Kitap'tan bahsetmeden geçemeyiz.  

"Sporun özgüllüğü"nü (yani FIFA, UEFA, IOC gibi kurumların ekümeniklik iddialarını) yeniden tanımlayarak, Avrupa spor Hukuku'nun, AB Hukuk normları içinde değerlendirilmesini sağlamaya yönelik bir hukuksal platform olarak karşımıza çıkan Beyaz Kitap, aslında kendisini yasalar ve devletler üstü gören UEFA ve FIFA'nın ekümenik yapısının da sonlandırılmasını amaçlıyor.

Bu konuyu aslında Doç. Dr. Kutlu Merih ile birlikte 2008 yılında kaleme aldığımız "Futbol Yönetimi" isimli kitabımızda Türkiye'de ilk kez akademik boyutta detaylıca irdeleyip futbol hukukunun geleceğine yönelik bazı analizler yapmıştık.

Futbolun spor hukuku içinde yerini sorgulayan "White Paper" (Beyaz Kitap) üzerinde konuyla ilişkisi bakımından kısaca durmamız gerekiyor.

Beyaz Kitap

FIFA'nın Bosman kurallarından bu yana Avrupa hukuk sistemi ile olan çelişmesi ve kendinde varsaydığı yetkileri tartışma konusudur. Bu yetkiler Avrupa hukuk sistemi tarafından geçerli sayılmamaktadır. FIFA yetkileri ve kapasiteleri konusunda AB Komisyonu ve AB hukuku karşısında giderek pozisyon kaybetmektedir. FIFA'nın yetkileri ve tasarrufları AB Müktesebatı ile sınırlı hale getirilmiştir. Caherleroi mahkemesi kararlarına göre FIFA sıradan bir ticari kuruluştur ve yetki ve tasarruflarını ancak AB hukuku çerçevesinde kullanabilir. Ayrıca AB komisyonu tarafından yayınlanan "Beyaz Kitap" dokümanına göre; "FIFA'nın yetkileri sadece yeşil sahada oynanan oyunla sınırlıdır. Bunun dışındaki her şey Avrupa hukuk sisteminin konusudur".

Sonuçta;

Her ne kadar kriket, ragbi, at yarışı ve motor sporları gibi sporlar da tehdit altında olmasına karşın, futbolun global boyutu, onu  para aklamada kullanılan en yaygın spor dalı olarak karşımıza çıkartıyor. Suç örgütleri bu amaçla futbola yatırım yapıyor. Rapora göre küreselleşerek endüstri haline gelen futbol, kulüplerin finansman ihtiyacı arttığı için para aklamada yoğun olarak kullanılıyor. Özellikle  futbolun  küresel olabilme özelliği ve kulüplerin artan finansman ihtiyacı sonrası, yapılan oyuncu transferleri sayesinde  futbolun uluslararası para transferine olanak sağlıyor. Bu hareket, futbol kulüplerini, suçlular için mükemmel bir para aklama aracı haline getiriyor.

Futbolun bugün ticari gelirlerinin ve yapılanmasının spor hukuku dışında tutulmaya çalışılması, onu para aklamanın mükemmel bir aracı haline getiriyor. İngiliz gazeteci Andrew Jennings'in "Faul: FIFA'nin Karanlık Yüzü" isimli kitabında bizatihi FIFA başkanı Sepp Blatter'in başkanlık seçimlerinde rüşvet dağıtarak, delege oylarını kazanmasına ilişkin ortaya koyduğu argümanlar ve  FIFA hesaplarının incelenmesine, ekümeniklik anlayışı çerçevesinde adli mahkemelerin olaya müdahil olamaması, futbolun para aklamaya alet olmasının da en önemli nedenlerinden birisini oluşturuyor.

Peki ne yapılmalı?

Peki futbol dışı öğelerin, futbolu kullanarak para aklama çalışmalarının önüne geçebilmek için neler yapılmalı? Rapora göre para aklamaya ve mali suçlara karşı futbolu ve diğer spor dallarını koruyabilmek için;

·Sorunların kamuoyu ile paylaşılması,

· Farkındalığın artırılması,

·Finansal şeffaflığın sağlanması,

·Ve bu tür suçlarla yoğun mücadele edilmesi, gerekiyor.

Yukarıda sayılanlara ek olarak; Beyaz Kitap'ta da belirtildiği üzere, futbolun sahip olduğu kurumsal yapı ve statü içinde elde ettiği tüm gelirler AB spor hukukunda olduğu gibi spor hukuku normları içinde değerlendirilmeli ve takip edilmelidir. Bu bağlamda futbolun devletler/hükümetler ve yasalar üstü statüsünü anlatan ekümenik yapılanmasının  kesinlikle spor hukuku içine çekilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu kapsamda futboldan kaynaklanan ve nemalanan her türlü mali suçlarda doğrudan spor  hukuk mekanizmasının çalışmasına olanak sağlayacak yasal düzenlemelere gidilmesi, futbolda para aklamaya karşı çok önemli bir gelişim olacaktır.

http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109 - http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109



-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 24/Ağu/2009 saat 18:14

Beş büyük ligde kârlılık üzerine…

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com -

24.08.2009 - 09:13

Beş büyük lig toplam gelirin büyük kısmını alıyor

Bilindiği üzere Avrupa'nın beş büyük ligi, yani İngiliz Premier lig, İspanyol La Liga, Alman Bundesliga, İtalyan Serie-A ve Fransız 1.Lig, Deloitte'un 2009 raporlarına göre 14,6 milyar Euro'luk Avrupa futbol pastasının %53'ünü kendi aralarında paylaşıyorlar. Kısacası, beş büyük ligin Avrupa futbolundan aldığı pay parasal tutar olarak tam 7.7 milyar Euro.

Yine Deloitte'un söz konusu raporuna göre Avrupa futbol pastası bir önceki yıla göre toplam 1 milyar Euro'luk bir büyüme kaydederken; bu büyüme beş büyük ligde yaklaşık 700 milyon Euro'ya ulaşmış durumda. Anlayacağınız aslında Avrupa futbolundaki 1 milyar Euro'luk büyümenin %70'i bu liglerden geliyor. Bu durum doğal olarak bu liglere inanılmaz bir rekabet üstünlüğü sağlıyor. Bu rekabet üstünlüğünü arkasına alan beş büyük lig transfer sezonunda da ortalığın tozunu atar duruma geliyor. Sonuçta parasal gelirin dağılımındaki bu dengesizlik, sportif ve mali başarıyı beş büyük lige götürürken, diğer 48 ülke futbol ligi de doğal olarak sportif ve mali başarının gerisinde kalmış oluyor.

Gelirlerin bileşimi

Beş büyük ligde gelirlerin nereden geldiğine baktığımızda ise aşağıdaki tabloda yer alan bilgilerle karşılaşıyoruz. Tabloya göre İngiliz Premier lig'de en önemli gelir kalemini %48 ile yayın geliri oluştururken; onu %29 ile sponsorluk geliri oluşturuyor. Ancak bu gelirin içinde, aşağıdaki tabloda yer almayan ticari gelirleri de dikkate almamız gerekiyor. Maç günü gelirleri ise %23 civarında…

Sözkonusu tabloya göre gelirlerin en büyük kısmı yayın gelirlerinden gelen İtalyan Serie A'da ise bu sene yayın gelirlerinde havuz gelirlerine geçildi. Serie A'nın dışında yayın geliri en yüksek lig olarak karşımıza, gelir kalemleri içinde %56'lık payı ile Fransız Lig 1 çıkıyor.

Özetle, aşağıdaki tabloyu değerlendirdiğimizde; beş büyük ligin gelirleri içinde en önemli gelir kalemini naklen yayın gelirleri oluşturuyor.

Nitekim 2008/09 sezonu itibariyle beş büyük ligde toplam naklen yayın gelirleri 3.1 milyar Euro'ya ulaşmış durumda. Maç günü gelirleri 1,8 milyar Euro olarak gerçekleşen beş büyük ligin sponsorluk gelirleri toplamı ise 1 milyar 756 milyon Euro düzeyinde gerçekleşmiş.

 5 büyük ligde 2008/09 yılı gelirlerinin bileşimi (%)

 

Premier Lig  

Bundesliga

La Liga 

Serie A

Fransız Lig 1

Maç günü geliri 

23

33

32

13

20

Yayın geliri 

48

28

40

61

56

Sponsorluk geliri 

29

24

28

13

14

Diğer ticari gelirler   

-

15

-

13

10

Toplam

100

100

100

100

100

Büyük ligler ile küçük ligler arasındaki uçurum daha da artıyor

Bu büyüme çok doğal olarak bu liglerin sayesinde oluyorsa, bu liglerin de bu pastadan daha fazla pay almaları mantıklı değil mi diye bir soru akla gelebilir. Bu soru gerçekten de kendi içinde bir kısır döngüyü de ifade ediyor. Gösteri endüstrisinde bu ligler sahne alıyor ve insanlar da onları izlemek için televizyonlarının başlarına geçiyorlar ya da statlara gidiyorlar. Bu nedenle Premier Lig haftalık 170 farklı ülkede 470 milyon insan tarafından izleniyor. Bu nedenle tüm televizyonlar bu ülkelerin maçlarını yayınlıyorlar. Hal böyle olunca da büyük para daha fazla para yaratıyor. Ancak bu gelişim ne kadar sağlıklı bu tartışılır. Parasal gelir dağılımındaki dengesizlikler uzun vadede toplumlarda önemli sosyal sorunları beraberinde getiriyor. Yıllardır bu nedenle tüm ekonomi politikalarının en öncelikli işini hep gelir dağılımının yeniden düzenlenerek, dengeli ve adil bir gelir dağılımı oluşturma çalışmaları olmuştur. Ancak geriye baktığımızda ne yazık ki bu politikaların çok da amaçlarına ulaşamadıkları görülmüştür. Şimdi aynı şey futbol için de geçerli. Yani, her geçen gün Avrupa'nın beş büyük ligi, diğer liglerle parasal olarak arayı açıyor ve sportif olarak daha ileriye gidiyor. Bu nasıl oluyor? Ne yapmalı? Gerçekten bu konular ekonomide olduğu gibi, futbolda da gelir dağılımının yeniden düzenlenmesi konusunu gündeme getiriyor. Bu sorunu sadece beş büyük ligde değil, aynı zamanda lokal liglerde de görüyoruz. İngiltere'de 4, İspanya, İtalya, Fransa ve Almanya'da 3 büyük kulüp pastanın yüzde 60'a yakın kısmını kendi aralarında paylaşıyorlar. Tıpkı ülkemizde olduğu gibi. Ülkemizde de üç büyükler toplam pastanın yüzde elliden fazlasını kendi aralarında paylaşıyorlar…

Beş büyük lig faaliyet kârı yaratabiliyor mu?

Peki, bu ligler futbol pastasından en büyük payı almalarına karşın, ne ölçüde kâr edebiliyorlar? Ya da bir diğer ifadeyle bu liglerin operasyonel kârlılıkları yani, faaliyet kârları nasıl bir gelişim gösteriyor? Çünkü, en büyük pastayı bu ligler aldığına göre, en fazla faaliyet kârını da bunların yaratması beklenir. Durum böyle midir? Bu yazımızda buna bakacağız. Aslında sorunu şöyle de ele alabiliriz: Bu ligler futbol kaynaklarını ne kadar etkin kullanıp, ilave kaynak yaratabiliyorlar? Çünkü büyümenin ana motorunu operasyonel kârlılık oluşturuyor…

Ancak durumun çok da böyle olmadığını birazdan göreceğiz. Çünkü futbol ekonomisinde gelirler arttıkça giderler daha fazla artıyor. Bu önemli paradoksu biz daha önce bu sütunlarımızda daha önceden ele almış ve durumu geniş bir şekilde ele almıştık. Kısaca bu konuyu bir kez daha anımsadıktan sonra yazımıza devam edelim.

Beşinci paradoks: Futbol sektöründe gelirler arttıkça verimlilik azalıyor, kârlar düşüyor. (İngiltere vs. -Chelsea paradoksu)

Futbolda içsel dinamiklerin, iktisat teorisindeki dinamikler gibi çalışmadığını, futbolun temel doğrularından birisi olarak her zaman ifade ettik. Gerçekten de futbolda kaldıraçlar, iktisatta ya da finansmanda olduğu gibi çalışmıyor. İktisadın temel ilkelerinden olan kâr maksimizasyonu ya da maliyet minimizasyonu ne yazık ki futbol için geçer akçe değil! Düşük bütçeli bir takım yaratılarak/oluşturularak, Avrupa devleriyle mücadele edip, kupa kazanmak teorik olarak mümkün görünmekle birlikte, pratikte çok zor görünüyor. Ya da tam tersi durum da futbolda çok geçerli değil. Örneğin yıldızları bir araya getirmeniz Real Madrid'de olduğu gibi mümkün olabilir ve bir ''galactica'' yaratabilirsiniz ama başarıya da Real de olduğu gibi hasret kalabilirsiniz.

Futbolda ölçek ekonomisi de çalışmıyor. Yani mevcut kadronuzda ilave maliyete katlanmadan, verimliliği artırabilmek çoğu zaman mümkün olamıyor. Bu anlamda yaptığınız yatırımlar sonucunda oluşan başarı kapasitenizi, her yarışmada kullanamıyorsunuz. Her turnuva ve yarışmada yeniden yapılanmak ve takımınızı buna göre oluşturmak zorunda kalabilirsiniz. Bu olayın bir diğer boyutu da futbolda bir yandan gelirleriniz artarken, iktisatta olduğu gibi kârınız artmamasıdır. Ya da gelirleriniz arttıkça, giderleriniz bundan daha hızlı artmaya başlayabilir. Bu paradoksa en tipik örnek olarak son yılların en gözde kulübü Chelsea'yi örnek gösterebiliriz. Chelsea bugün Avrupa'nın en zengin beşinci kulübü olmasına ve yıllık 268,9 milyon sterlin bir gelir elde etmesine karşın, Avrupa'nın giderleri en fazla ve en borçlu kulüplerinden birisi konumunda. Roman Abramovich'in Chelsea'yi satın aldığı 2003 sezonu öncesi toplam gelirleri yaklaşık 110 milyon Euro iken; 2007/08 sezonunda Chelsea'nin cirosu 268,9 milyon Euro'ya yükselmiştir. Geçen beş yıllık süre içinde yüzde 144'lük bir artışı ifade eden bu oran yıllık ortalama yüzde 28 civarında bir artışa karşılık geliyor. Yine aynı dönemde Chelsea'nin giderlerine baktığımızda ise; 2003/04 sezonunda toplam 55 milyon Euro gidere ve ortalama yüzde 67 gibi gider/gelir rasyosuna sahipken; bugün bu rasyo yüzde 79'a çıkmıştır. Buna bağlı olarak operasyonel zararları 2003/04 sezonunda 87,8 milyon sterlinden (105 milyon Euro), 2007/08 sezonunda 140 milyon sterline (168 milyon Euro'ya) yükselmiş durumdadır.

Kısaca futbol sektörü, Doç. Dr. Kutlu Merih'in dile getirdiği gibi bir verimlilik (efficiency) ve etkinlik (effectiveness) sorunu yaşıyor. Yani futbol sektöründe var olan kaynaklar verimli bir şekilde kullanılmadığı için olması gereken etkin sonuçlara da ulaşılamıyor.

Beş büyük ligde gelirler ve kârlılık

Aşağıdaki tablodan da görülebileceği üzere, beş büyük lig son 12 yıllık dönemde yani 1996/97-2008/09 arası beş büyük lig toplam 65.4 milyar Euro tutarında bir gelir yaratmış. Bu süreçte Premier Lig 20 milyar Euro'luk bir gelire ulaşırken, bu lige en yakın Serie-A ile aralarında 6,5 milyar Euro'ya ulaşan bir fark bulunuyor. 13,6 milyar Euro'luk Serie A'yı ise, 12,5 milyar Euro'luk geliriyle Bundesliga takip ediyor. Dördüncü sırada yer alan İspanyol La Liga'nın ulaştığı gelir ise 10,7 milyar Euro. Son sırada yer alan Franszı Lig 1'in de yarattığı gelir toplamı 8,4 milyar Euro.

Aşağıdaki tabloda göze batan en önemli unsur: Son 12 yıllık süreçte toplam gelirin %30.7'sinin tek başına Premier Lig tarafından yaratılmasıdır. Premier Lig'i, %20.8 ile Serie-A izlerken; Alman Bundesliga'nın payı %19 civarında. Son yıllarda önemli bir atak yapan La Liga'nın payı ise %16.4. Beş büyük lig içinde en düsüşk gelire sahip lig olarak karşımıza çıkan Fransız Lig 1'in ise payı %12.9.

Bu süreçte; İngiliz Premier Lig gelirlerini %269 artırırken; Franszı Lig 1 %258; La Liga %224; Bundesliga %181 ve Serie A da % 165 artırma başarısı göstermişler. Bu dönemde toplam beş büyük ligin ortalama gelir artışı ise %218 olmuş.

       Beş büyük ligde son on iki yılda toplam gelirlerin gelişimi (Mil Euro)

 

Premier Lig  

Seria A

Bundesliga

La Liga 

Fransız Lig 1

Toplam

1996/97

685

551

524

444

293

2497

1997/98

895

650

513

569

323

2950

1998/99

1024

1059

681

612

607

3983

1999/00

1219

1151

880

722

644

4616

2001/02

1557

1127

1043

676

643

5046

2002/03

1747

1162

1108

776

689

5482

2003/04

1791

1153

1058

847

655

5504

2004/05

1977

1336

1236

953

696

6198

2005/06

1995

1399

1195

1029

910

6528

2006/07

2273

1163

1379

1326

972

7113

2007/08

2441

1400

1420

1370

990

7621

2008/09

2526

146

1470

1440

1050

7946

Toplam

20130

13611

12507

10764

8472

65484

Beş büyük ligde operasyonel kârlılığın gelişimi

Aşağıdaki tabloyu incelediğimizde beş büyük lig içinde operasyonel kârlılığını yıllar itibariyle devam ettirebilen lig olarak karşımıza sadece Premier Lig ve Alman Bundesliga…

İngiliz Premier Lig son 12 yıllık süre içinde faaliyet kârının 127 milyon Euro'dan 234 milyon Euro'ya yükseltebilirken; Alman Bundesliga ise 37 milyon Euro seviyesindeki faaliyet kârını 136 milyon Euro'ya kadar artırabilmiş.

Zararda olan ve faaliyet kârlılıkları volatil bir gelişim gösteren ligler olarak ta İtalyan Serie A ile Fransız Lig 1'i görüyoruz. Özellikle İtalyan Serie A operasyonel kârlılık konusunda çok volatil bir yapı sergilerken; bu süreçte sadece iki kez kâra geçebilmiş. 1996/97 sezonunda 8 milyon Euro'luk bir faaliyet kârına ulaşan Serie A, 2003-04 sezonunda da 1 milyon Euro kâra geçebilmiş.

Fransız Lig 1 de yine faaliyet kârı yaratmakta zorlanan bir lig olarak karşımıza çıkıyor. Fransız Lig 1 bu periyotta sadece 3 kez faaliyet kârı elde edebilirken; 2007/08 sezonunu ise 84 milyon Euro zararla kapamış.

1996/97-2007/08 döneminde İngiliz Premier Lig kümüle olarak 1,944 milyon Euro tutarında toplam faaliyet kârına ulaşırken; Alman Bundesliga ise bu süreçte 1,211 milyon Euro operasyonel kâr yaratabilmiş.

Bu süreçte İtalyan Serie-A 1,413 milyon Euro zarar ederken; Fransız Lig 1 de toplam 428 milyon Euro'luk bir faaliyet zararına katlanmak durumunda kalmış.

Beş büyük lig içinde La Liga'nın finansal verileri elde edilemediğinden tabloya dahil edilememiştir.

La Liga hariç beş büyük lig geçen 12 yıllık süre içinde toplamda 1,314 milyon Euro faaliyet kârına ulaşırken; Fransız Lig 1 ve İtalyan Serie-A'nın zararları toplamı ise 1,841 milyon Euro'ya yükselmiş durumda.

Sonuç

Avrupa futbolu şüphesiz ki, finansal ve sportif anlamda dünya futbolunu domine ediyor. Avrupa futbolunun parasal gelir kaynakları her geçen gün önemli artışlar sergilemesine karşın, sektörün operasyonel kârlılığa ulaşmakta zorlandığını gözlemliyoruz. Bunda futbol ekonomisinin terse çalışan dinamiklerinin etkisi büyük. Futbol ekonomisinde kaynakların verimli kullanılamaması, bir yandan etkin sportif ve mali etkin sonuçlara ulaşılmasını engellerken; diğer yandan da güçlüler ve büyükler lehine haksız rekabetin artmasına neden oluyor. Rekabeti bozan bu paradoksal durum ne yazık ki, futbol ekonomisinin ana dinamiğini de oluşturan olumsuz etmenlerden birisi olarak varlığını devam ettiriyor.

Avrupa futbolunda gelir ve giderler arasındaki dengesizlik, futbolun sektörel kârlılığının önünü kesiyor. Kulüpler bazında da operasyonel kârlılığa ulaşan kulüp sayısının ne kadar az olduğu dikkate alındığında bu sorun futbol ekonomisinin üzerinde durulması gereken konuların başında geliyor.

Ligler kulüpler toplamından oluşuyor. Bu nedenle kulüp bazında faaliyet kârlılığına ulaşamayan kulüpler, liglerin de operasyonel kâra geçmelerini engelliyor. Bu bağlamda kulüplerin operasyonel kârlılığa ulaşabilmeleri çok önemli. Kulüplerin faaliyet kârlılığı yaratamalarının temel nedenlerine bakıldığında;

· Gelir ve giderleri arasında, giderler lehine çok büyük farkların bulunduğunu,

· Kulüplerin mevcut kaynaklarını etkin ve verimli kullanamadıklarını,

· Futbol takımı işletme giderlerinin kontrol altına alınamadığını,

· Takımdaki ücret ve maaş giderlerinin sınırlandırılamadığını,

· Futbol ekonomisindeki paradoksların varlığını devam ettirdiğini,

· Futbol transfer piyasasında fiyatların kontrol edilemediğini,

· Kulüplerin sağlıklı ve sürdürebilir bir gelir düzeyinin bulunmadığını,

· Kulüplerin kurumsal yönetimlerindeki olumsuzlukların mali disiplini bozduğunu,

Gözlemliyoruz.

Bu konularda lokal federasyonlar ile UEFA ve FIFA'nın alması gereken önemli aksiyonlar bulunuyor. Bu konuları daha önceki yazılarımızda çok detaylı olarak dile getirdiğimiz için tekrar burada yer vermeyeceğiz.

 

Gelir

Faaliyet Karı/zararı (€ mio)

Faaliyet Kar Marjı

Toplam gelir içinde işletme giderlerinin payı

Bundesliga 

1379

250

18%

65%

Premier Lig 

2273

141

6%

85%

La Liga 

1326

78

5%

82%

Seria-A   

1163

-40

n/a

84%

Ligue 1

972

23

2%

62%

  http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109 - http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109

 



-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: mr zenco
Gönderi tarihi: 24/Ağu/2009 saat 18:40
valla yalan yok bi okuyayım diye niyetlendim ama gözüm yemedi naptın abi sen ansiklopedi gibiLOL
Ayrıca 5 büyük yok tek büyük var oda TSLLOL(made by Halil Ünal)


-------------
Cehennemin ateşi buz tutana dek ESES!!!


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 04/Eyl/2009 saat 15:19
Şampiyonlar Ligi mi, zenginler ligi mi?

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

31.08.2009 - 09:04

Şampiyonlar Ligi'nin grupları geçen hafta içinde çekilen kuralarla belli oldu. Buna göre B Grubu'nda mücadele edecek Lig'deki tek temsilcimiz Beşiktaş, Manchester United, CSKA Moskova ve Alman Wolfsburg ile karşılaşacak.

Şampiyonlar Ligi grup maçları 15 Eylül tarihinde başlayıp, 9 Aralık 2009 tarihinde sona erecek. Avrupa'nın kulüpler bazındaki en önemli kupasında final karşılaşması ise 22 Mayıs 2010'da İspanya'nın başkenti Madrid'de yapılacak.

Bu yıl gruplarda 18 farklı ülkeden 32 takım yer alıyor ve bu kulüplerin sadece 16'sı kendi liglerinin şampiyonları. Kalan 16 kulüp ise UEFA ülke katsayısının sağladığı olanakla devler ligine girdi.

Öncelikle gruplara bir bakalım isterseniz… (Ş) işareti o kulübün liginde şampiyon olduğunu gösteriyor.

Gruplar

A Grubu

Bayern Münih

Juventus

Bordeaux(Ş)

Maccabi Haifa(Ş)

B Grubu

Manchester United(Ş)

CSKA Moskova

BEŞİKTAŞ(Ş)

Wolfsburg(Ş)

C Grubu

Milan

Real Madrid

Marsilya

Zürich(Ş)

D Grubu

Chelsea

Porto(Ş)

Atletico

A. Nicosia(Ş)

E Grubu

Liverpool

Lyon

Fiorentina

Debrecen(Ş)

F Grubu

Barcelona(Ş)

Inter(Ş)

Dinamo Kiev

Rubin(Ş)

G Grubu

Sevilla

Rangers(Ş)

Stuttgart

Unirea Urziceni(Ş)

H Grubu

Arsenal

AZ Alkmaar(Ş)

Olympiakos(Ş)

Standard Liege(Ş)

Bu yıl UEFA daha çok para dağıtacak!

UEFA bu sene Şampiyonlar Ligi'nin bütçesini 1 milyar Euro'nun üzerine çıkartırken; kulüplere dağıtılacak parasal ödülü de bir önceki yıla göre %28 artırarak, 586 milyon Euro'dan 750 milyon Euro'ya yükseltecek. Bu artış sadece Şampiyonlar Ligi'nde değil, aynı zamanda UEFA Avrupa Ligi'nde de gerçekleşecek.

Bu sayede her 2 kupaya katılan takımlar geçen sezonun çok üzerinde para elde edecek.

Bu artışın kaynağını ise, var olan genel küresel krize karşın UEFA'nın yaptığı yeni sponsorluk sözleşmeleri oluşturuyor. Aslında kulüpler bazında sponsorluk sözleşmelerinde önemli kayıplar yaşanırken, UEFA'nın bu konuda başarılı olması gerçekten enteresan. Bunda şüphesiz ki, Şampiyonlar Ligi'nin büyük rolü var. İşte bu anlaşmalar sayesinde 2009-10 sezonunda Şampiyonlar Ligi'nde ve Avrupa Ligi'nde kulüplere dağıtılacak gelirlerde önemli artış olacak. UEFA medya merkezinin basına verdiği bilgilere göre; bu sezon Şampiyonlar Ligi'nin toplam gelirleri ilk kez 1 milyar Euro barajını geçerek 1 milyar 90 milyon Euro'ya ulaşacak. UEFA, Şampiyonlar Ligi'nde mücadele eden ekiplere toplam 750.9 milyon Euro ve Avrupa Ligi'nde oynayan takımlara toplam 135 milyon Euro dağıtacak. Ancak bu toplam rakamlara, ön elemeyi geçemeyen takımlara ve ülke federasyonlarına verilen destek payları dahil değil. Geçtiğimiz yıl ise Şampiyonlar Ligi'nde 32 takıma yaklaşık 586 milyon Euro dağıtılmış, UEFA Kupası'nda dağıtılan toplam rakam ancak 37.5 milyon Euro olmuştu.

Kriz ortamında bu ödüller kulüplere ilaç gibi gelecek!

Yeni sezonda Şampiyonlar Ligi'ndeki 750.9 milyon Euro'nun 413 milyonluk kısmı başarı primi olarak dağıtılacak.

Buna göre katılım parası 3.8 milyon Euro, maç primi 550 bin Euro olacak. Gruplarda her galibiyete 800 bin, beraberliğe 400 bin Euro verilecek. Hiç puan alamayan takım bile 7.1 milyon Euro ödüle hak kazanacak. Tüm maçlarını alarak şampiyonluğa ulaşan takım ise toplam 31.2 milyon Euro kazanabilecek. Ancak bu rakamlara medya gelirleri dahil değil. Toplam gelirin 338 milyon Euro'luk kısmı ülkelerin medya pazarı büyüklüğüne göre takımlara dağıtılacak. İngiliz, Alman, Fransız, İtalyan ve İspanyol takımları gelirin bu kısmından aslan payını alacak.

Kupa 2'de de farklı uygulama

Yeni adıyla UEFA Avrupa Ligi'nde de grup mücadelelerinden itibaren tüm gelirler merkezileştirildi. Bu sayede gruplara kalan 48 ve onlara 3. turda eklenecek 8 takım, toplam 135 milyon Euro'yu kendi aralarında paylaşacak. Grup maçları oynayacak her takım, puan alamasa bile 930 bin Euro ile sezonu kapatmış olacak.

Beşiktaş yıllık geliri kadar paraya ulaşabilir!

Bu gelir artışı, Türk takımlarına da yarayacak. Özellikle Şampiyonlar Ligi'ndeki tek Türk takımı olmanın avantajını Beşiktaş iyi kullanabilirse ciddi gelir rakamlarına ulaşabilme olasılığı yüksek. Siyah-Beyazlılar, daha şimdiden 3.8 milyon Euro katılım payı ile 3.3 milyon Euro maç primini hak etmiş durumdalar. Yani Beşiktaş hiçbir maçını kazanamasa bile 7.1 milyon Euro'yu kasasına indirecek. Eğer 2 galibiyet 2 beraberlik alıp üst tura çıkarlarsa, alacakları para toplam 12.5 milyon Euro'ya ulaşacak. Buna yaklaşık 10 milyon Euro olması beklenen medya payını da eklediğimizde Beşiktaş'ın kazancı 22.5 milyon Euro'ya ulaşıyor ki, bu tutar Beşiktaş'ın neredeyse bir yıllık geliri kadar…

Galatasaray ve Fenerbahçe, UEFA Avrupa Ligi'nde ne kazanacak?

Avrupa Ligi'nde Fenerbahçe ve Galatasaray 600 bin Euro katılım bedeli ve toplam 330 bin Euro maç primi alacaklar. 2 takım, gruptaki her galibiyet için 120 bin, beraberlik için de 60 bin Euro prime hak kazanacak. Sonraki turlarda primler 180 bin, 270 bin, 360 bin ve 630 bin Euro olarak artacak. F.Bahçe ve G.Saray finalist olursa 2 milyon, şampiyon olursa 3 milyon daha Euro alabilecekler.

Yukarıda verilen bilgiler ışığında temsilcilerimizden birisinin gruptaki tüm maçlarını kazanarak gruptan çıkıp şampiyon olması halinde, medya payı da eklendiğinde, UEFA parasal ödülü 10 milyon Euro'ya kadar çıkabilecek.

Yani bu yıl değişen formatıyla birlikte UEFA Avrupa Ligi de önemli paralar dağıtmaya başlayacak. Bu şekilde bir ölçüde de olsa, bu turnuvaya katılan takımların parasal kazançları artacağı için, Kupa'ya bir heyecan da gelmiş olacak.

Şimdi bu parasal değişikliği tablo olarak sizlerle paylaşalım.

Şampiyonlar Ligi ve Avrupa Ligi'nde ne değişti?

Şampiyonlar Ligi

GEÇEN YIL

 BU YIL

Katılım payı

3 milyon

3.8 milyon

Maç primi

400 bin

550 bin

Galibiyet primi

600 bin  

800 bin

Beraberlik primi

300 bin

400 bin

İkinci tur primi

2.2 milyon

3 milyon

Çeyrek final pri

2.5 milyon

3.3 milyon

Yarı final primi

3 milyon

4 milyon

Finalist primi  

4 milyon

 5.2 milyon

Şampiyonluk primi

7 milyon

9 milyon

Başarı primi toplam

310.6 milyon

413.1 milyon

Medya payı toplam

276.2 milyon

337.8 milyon

Genel toplam

586 milyon  

750.9 milyon

 

 

 

AVRUPA LİGİ

GEÇEN YIL

 BU YIL

Katılım payı

115 bin

600 bin

Maç primi

25 bin

50 bin

Galibiyet primi

40 bin

120 bin

Beraberlik primi

20 bin  

60 bin

İkinci tur primi

70 bin

180 bin

Üçüncü turu prim

70 bin

270 bin

Çeyrek final primi

300 bi

360 bin

Yarı final primi

600 bin

630 bin

Finalist primi  

1.5 milyon

2 milyon

Şampiyonluk primi

2.5 milyon

3 milyon

Başarı primi top

23 milyon

81 milyon

Medya payı topla

14.5 milyon

54 milyon

Genel toplam

37.5 milyon

135 milyon

Şampiyonlar Ligi adeta bir zenginler ligi

1992'de Şampiyon Kulüpler Kupası, UEFA tarafından Şampiyonlar Ligi'ne dönüştürüldüğünde, hiç kimse Şampiyonlar Ligi'nin bugünkü gelişim düzeyine ulaşabileceğini tahmin edemezdi. Bu dönüşüm hareketi aslında UEFA açısından o yıllarda bir zorunluluktu. Bir yandan giderek parasallaşan ve endüstriye dönüşen futbol ile bu etkinliğin yarattığı parasal gelirden daha az pay alan kulüplerin alternatif arayışlar içine girmeleri, UEFA'yı ciddi bir format ve yapısal değişikliğe itti. Artık Şampiyon Kulüpler Kupası bu haliyle devam edemezdi. Futbolun parasallaşan yeni yüzü Endüstriyel Futbol, bu dönüşümü bir zorunluluk olarak UEFA'nın önüne koymuş durumdaydı. Çünkü o yıllarda UEFA'ya karşıt durumda olan bazı yerel platformlar da yavaş yavaş filizlenmeye başlamıştı. Bu gelişim zamanla UEFA'yı tehdit edebilecek boyutlara ulaşabilirdi. Bunun önünü kesebilmenin yolu böylesi bir dönüşümü zorunlu kılıyordu. Nitekim bu alternatif oluşum daha sonra kendisini 2000 yılında somutlaştırarak adını G14 olarak duyurdu. İşte bu ahval ve şerait içinde UEFA yeni bir format ve daha fazla parasal ödül ile hem kendi yerini sağlamlaştırdı, hem de bu gösteri endüstrisi içinde olması gereken tüm kulüpleri bir arada tutma başarısı gösterebildi. UEFA'nın parasal ödülü bu kadar yükseltmesi bir lütuf olarak ta görülmemeli. Kulüplerin bu organizasyondan kazandıkları tutarların yetersizliği, onları bir arayışa itince, UEFA'da altın yumurtlayan tavuğu kaybetmemek için kesenin ağzını açmak durumunda kaldı. İsterseniz Şampiyonlar Ligi'nde parasal ödül olarak dağıtılan gelirlerin gelişimine bir bakalım.

Şampiyonlar Ligi parasal ödül gelişimi (1992/93-2008/09)

Sezonlar / Kulüplere Dağıtılan Toplam (m Euro) / Kulüp Başına Düşen (m Euro) / Yıllık Artış Yüzdesi (%)

1992-93   /  38 /  1,19  / -

1993-94   /  55 / 1,72 /  44

1994-95   / 130 / 4,06 /136

1995-96   / 142 / 4,44 / 9

1996-97   / 142 /  4,44 / 0

1997-98   / 209 / 6,53 / 47

1998-99   / 313 / 9,78 / 0

1999-00   / 315 / 9,84 / 0

2000-01   / 315 / 9,84 / 0

2001-02   / 339 / 10,59 /  8

2002-03   / 410 / 12,81 / 21

2003-04   /414 / 12,94 / 1

2004-05   /420 / 13,13 / 1

2005-06   / 437 / 13,66 / 4

2006-07   / 550 / 17,19 / 26

2007-08   / 585 / 18,28 / 6

2008-09   / 585 / 18,28 / 0

2009-10   / 751 / 23,47 / 28

Toplam    / 6.150 / 192 

Yukarıdaki tablodan da net olarak görülebileceği üzere, 1992/93 sezonunda 38 milyon Euro'luk bir gelir, kulüplere dağıtılırken, bu tutar bir sonraki yıl 55 ve daha sonraki yıl da 130 milyon Euro'ya çıktı. Doğal olarak Şampiyonlar Ligi'nin yeni bir organizasyon olması, başlangıçta dağıtılan parasal ödülün de düşük olmasına neden oldu. Ancak UEFA'nın biraz da elini sıkı tutmasının da bu işte önemli rolü vardı.

1992-2009 sezonları arasında Şampiyonlar Ligi parasal ödül gelişimi (Milyon Euro)

Yukarıdaki tablo bize gelirin geometrik bir hızda yıllar itibariyle nasıl arttığını somut olarak ortaya koyuyor. Bugün UEFA'nın parasal geliri 17 sezonda tam 18,7 kat artırıp 751 milyon Euro'ya yükseltmesine karşın, bu turnuvadan kazandıklarını az bulan Arsen Venger gibi futbol adamları da bulunuyor.

UEFA parasal ödülü artırırken, payı azalttı!

UEFA 2008-09 sezonunda toplam gelirinin yüzde 71'ini kulüplere dağıtırken; bu oran başlangıçta %15 seviyesindeydi. 2009-10 sezonunda da bu oran %69 düzeyinde gerçekleşmiş olacak. Aslında bir önceki yıla göre mutlak değer bazında UEFA parasal ödülleri artırırken; nispi anlamda parasal geliri %2 azaltmış oluyor. Oysa normal artış trendi içinde UEFA'nın dağıtacağı tutar 23 milyon Euro daha fazla olmalıydı. Yani 2009/10 sezonu için dağıtılacak tutar 751 milyon yerine 774 milyon Euro olmalıydı.

Şampiyonlar Ligi mi, zenginler ligi mi?

Yukarıdaki açıklamalarımızdan da görülebileceği üzere bugün her ne kadar adı Şampiyonlar Ligi olsa da, bu futbol organizasyonu kelimenin tam anlamıyla bir zenginler kulübü... Özellikle yeni formatla, bu turnuvaya sadece şampiyonların değil, aynı zamanda ülkelerin diğer 2.3. ve 4. takımlarının da katılıyor olması, Şampiyonlar Ligi'ni sadece isim olarak yaşatıyor. Oysa bu yıl olduğu gibi, daha baştan eliminasyon ve katsayı sistemi, çoğu ülkenin şampiyon takımının bu turnuvaya katılımının önünü kesiyor.

Bu sene turnuvaya katılacak 32 takımdan sadece 16'ncısı kendi ülkelerinin şampiyonu… Bugün UEFA'ya bağlı 53 ülke federasyonu olduğunu da bir kez daha anımsatalım…

Kısacası, adı Şampiyonlar Ligi, kendisi Zenginler Ligi olan bu organizasyona, yani zenginler kulübüne üye olabilmenin yolu, yüksek mali ve sportif performanstan geçiyor. Kulübe adım atabilmek için, önünüze çıkan ciddi rakipleri ekarte etmek tek başına yetmiyor; aynı zamanda onlarla rekabet edebilecek bir parasal büyüklüğe de sahip olmanız gerekiyor.

Kimler bugüne kadar ne kazandı?

UEFA Şampiyonlar Ligi'ne yönelik yaptığımız arşiv ve istatistik çalışmaları sonucu aşağıdaki tabloya ulaşıyoruz.

Bu sene 18. düzenlenecek olan Şampiyonlar Ligi'nde bugüne kadar 104 kulüp mücadele etmiş. Yıllar itibariyle bu turnuvaya katılan kulüplerin tüm sezonlar boyunca kazandıkları parasal gelir tablosu bu sütunlarımıza sığmayacağı için ben özetle, bu organizasyondan en çok kimlerin kazandığını aşağıdaki tablo ile sizlerle paylaşıyorum.

Şampiyonlar Ligi 1992-93 sezonundan bu yana para dağıtmaya devam ediyor. UEFA bu organizasyon aracılığıyla 17 sezonda toplam 6 milyar 150 milyon Euro'luk bir parasal ödül dağıtmış. 17 sezondur devam eden Lig'de en çok para kazanan onbeş kulüp ve bizim takımlarımız aşağıda gösteriliyor. 2008/2009 sezonunda Avrupa'nın en zenginler sıralamasında ilk 15'te yer alan on kulüp aynı zamanda Şampiyonlar Ligi'nde de en çok kazanan kulüplerden… Aşağıdaki tabloya göre kuruluşundan bu yana en çok parayı kazanan kulüp olarak karşımıza Bayern Münih çıkıyor. Bayern Münih, Şampiyonlar Ligi'ne tam 12 kez katılmış ve bu organizasyondan toplam 389 milyon372 bin Euro kazanmış. Bayern Münih'in bu turnuvaya iştirak ettiği 12 sene içinde ortalama her yıl 32,5 milyon Euro'luk bir gelire ulaşmış. Bayern'i izleyen kulüp ise 375,8 milyon Euroluk geliriyle Manchester United. Üçüncü sırada yer alan kulüp olarak ta 360,6 milyon Euro'luk geliriyle Real Madrid'i görüyoruz.

On beş kulübün 17 sezonda kazandığı toplam para 4 milyar 26 milyon Euro'ya ulaşırken, bu kulüplerin toplam parasal ödülün bugüne kadar %65'ini kendi aralarında paylaştıklarını görüyoruz.

En çok kazanan onbeş kulüp içinde 4 İngiliz ve İtalyan , 3 İspanyol, 2 Alman,  1 Hollanda ve 1 Fransız kulübü yer alıyor. Tabloda yer alan onbeş kulüp, Şampiyonlar Ligi'nin bugüne kadar dağıtmış olduğu toplam 4 milyar 98 milyon Euroluk parasal ödülün yaklaşık %28'ini kazanma başarısı gösterebildi.

Şampiyonlar Ligi'nde en çok kazanan kulüpler (1992-2009)

     Toplam Tutar (Bin Euro) / Katılım Sayısı

1 Bayern Münih 389.372 12

2 Manchester United 375.728 14

3 Real Madrid 360.681 13

4 Arsenal FC 332.028 11

5 FC Barcelona 313.063 13

6 AC Milan 309.271 12

7 Juventus 286.831 11

8 Olympique Lyon 268.485 9

9 Chelsea FC 256.554 7

10 Liverpool FC 213.396 7

11 PSV 201.506 13

12 Inter 198.070 8

13 Bayer Leverkusen 177.400 6

14 Valencia CF 172.332 6

15 AS Roma 171.993 6

26 Galatasaray 98.122 10

34 Fenerbahçe 71.622 6

54 Beşiktaş 32.900 4

Biz ne durumdayız?

17 sezondur devam eden Şampiyonlar Ligi'ne en fazla katılımı 10 kez ile Galatasaray gerçekleştirmiş. Fenerbahçe 6 sezondur bu turnuvaya iştirak ederken, Beşiktaş sadece 4 kez katılabilmiş. Bu yılı da sayarsak beş kez katılmış olacak. Bu süreçte takımlarımız 17 sezonda toplam 202 milyon 644 bin Euro parasal ödül kazanabilmiş… En fazla kazancı 98.122 bin Euro ile Galatasaray elde ederken; Fenerbahçe 71.622 bin Euro ve Beşiktaş ta 32.9 milyon Euro toplam parasal gelire ulaşmış. Kulüplerimizin kazandıkları toplam tutar, Şampiyonlar Ligi'nin dağıttığı toplam parasal tutarın %2.7'sine karşılık geliyor.

Şampiyonlar Ligi'nde tüm zamanların rekorları

Şampiyonlar Ligi'nin biraz da diğer rekorlarından söz edelim isterseniz… Bugüne kadar en farklı skorlardan başlayalım…

En farklı skorlar

Liverpool-Beşiktaş: 8-0 (6.11.2007)

Arsenal- Slavia Prag: 7-0 (23.10.2007)

Juventus-Olympiakos: 7-0 (10.12.2003)

Bayern Münih- Sporting Lizbon: 7-1 (10.3.2009)

Manchester United- AS Roma: 7-1 (10.4.2007)

Olympique Marseille - CSKA Moskova: 6-0 (17.03.1993)

Leeds United- Beşiktaş: 6-0 (26.9.2000)

Real Madrid - KRC Genk: 6-0 (25.9.2002)

En gollü maçlar

AS Monaco- Deportivo La Coruna: 8-3 (5.11.2003)

Paris Saint Germain- Rosenborg: 7-2 (24.10.2000)

Olympique Lyonnais- Werder Bremen: 7-2 (8.2.2003)

Villareal- Aalborg :6-3 (21.10.2008)

Bir maçta dört gol atan futbolcular

Marco van Basten (AC Milan- Göteburg 4-0, 25.11.1992)

Simone Inzaghi (Lazio- O.Marseille 5-3, 14.03.2000)

Dado Prso (AS Monaco- Deportivo La Coruna 8-3, 5.11.2003)

Ruud van Nistelrooy (Man. United- Slavia Prag 4-1, 03.11.2004)

Andriy Shevchenko (Fenerbahçe- AC Milan 0-4, 23.11.2005)

Bugüne kadar en fazla gol atanlar

Raul Gonzalez (Real Madrid 64 gol)

Ruud van Nistelrooy (PSV, Man. United, Real Madrid 56 gol)

Thirry Henry (Monaco, Arsenal, Barcelona 50 gol)

Andriy Shevchenko (Dinamo Kiev, AC Milan, Chelsea 47 gol)

Filippo Inzaghi (Juventus, AC Milan 42 gol)

Alessandro Del Piero (Juventus 41 gol)

Lige en çok katılan kulüpler

Manchester United ve Porto 14 kez,

Real Madrid, PSV, Barcelona 13'er kez,

Bayern Münih, AC Milan; D.Kiev 12'şer kez.

Beşiktaş kimlere karşı mücadele edecek?

Beşiktaş yer aldığı B Grubu'nda Manchester United, CSK Moskova ve Wolfsburg ile maçlar oynayacak. Grupta yer alan en popüler ve en zengin kulüp olarak karşımıza Man.United çıkıyor. Man.Utd. aynı zamanda sportif performans olarak ta grubun favorisi durumunda. Man. Utd. sahip olduğu 324 milyon 800 bin Euro'luk geliriyle Avrupa'nın en zengin ikinci kulübü konumunda. Uluslararası piyasa değeri 1,2 milyar dolara ulaşan Man. Utd.'nin bonservis bedelleri üzerinden takım değeri ise 363,5 milyon Euro'ya ulaşmış durumda. Geçen yılı 109 milyon Euro faaliyet kârı ile kapatan Man. Utd. maçlarını 76.400 kişilik Old Trafford Stadı'nda oynuyor. Manchester Utd. tam bir devler ligi abonesi. Bu orgnizasyona bugüne kadar 14 kez katılmış ve 363,6 milyon Euro parasal ödül kazanmış. Sportif performansı Christian Ronaldo'yu satmalarına karşın olağanüstü…

Beşiktaş'ın kendisine göre rakibi finansal verileri dikkate alırsak sadece CSK Moskova olarak karşımıza çıkıyor. CSK'nın finansal verileri Beşiktaş ile büyük benzerlik gösteriyor. Geçen yılı 1,5 milyon Euro zararla kapatan kulüp maçlarını 28800 kişilik statda oynuyor. Rus futbolunun yeni parlayan yıldızlarından… 2007 yılında Fenerbahçe'nin grubunda yer alan CSK'yı Fenerbahçe, Şükrü Saraçoğlu'nda 3-1 yenmiş; deplasmanda 2-2 berabere kalmıştı.

Wolfsburg ise 4. kategoriden Beşiktaş'ın grubuna gelen bir Alman ekibi. İlk kez bu yıl Bundesliga'da şampiyonluğa ulaştılar. Geçen yıl mükemmel bir performans göstererek Bundesliga'yı şampiyon olarak bitirdiler. Finansal olarak çok iyi durumdalar. Herhangi bir sıkıntıları yok. Yıllık 75 milyon Euro'luk geliri ve sahip oldukları 150,3 milyon Euro'luk takım değerleriyle bu yıl Şampiyonlar Ligi'nde sürprizlere imza atabilirler.

Görünen o ki, Beşiktaş'ın bu grupta mücadele edebileceği rakip olarak CSK Moskova karşımıza çıkıyor. Wolfsburg ile de başa baş bir mücadele vereceğine inandığım Beşiktaş'ın CSK Moskova ve Wolfsburg'dn alacağı puanlarla bir üst gruba çıkabilme veya UEFA Avrupa Ligi'ne devam edebilme şansları olabilecek.

2009-10 Şampiyonlar Ligi B Grubu genel parasal tablo

 Transfer Kulüplerin   Bugüne    

 Market Piyasa  Yıllık Faliyet  Kadar Şampiyonlar Ligi Şampiyonlar Ligi'ne  Stat

 Değeri Gelirleri Kârı Gelirleri Katılım  Koltuk

 Bin € Bin € Milyon € Bin € Sayıları Sayısı

Manchester United 363.650 324.800 109 375.728 14 76400

CSKA Moskova 96.150 61.500 -1,5 26.950 4 28800

BEŞİKTAŞ 98.450 28.500 -5,6 32.900 4 32145

Wolfsburg 150.300 75.000 1,2 - 1 30000

Sonuç

Şampiyonlar ligi sahip olduğu popülaritesi, saygınlığı ve kazandırdığı paralar ile tüm kulüplerin bugün hedefinde yer alan bir lig. Avrupa ve Dünya futbolunun en saygın ligi olan ŞL, bu turnuvada mücadele eden kulüplere hem para, hem de saygınlık kazandırıyor. Bu lig'de yer almak gerçekten çok önemli. Yıllık 1 milyar Euro'ya ulaşan bütçesi ve kulüplere dağıttığı 750milyon Euro'ya yakın para ile aynı zamanda endüstriyel futbolun da gözbebeği durumunda. Bu lige girebilmek ve rekabette geride kalmamak için ciddi bütçe gerekiyor. Yarattığı gelir ve kazandırdıklarıyla her zaman futbolun en önemli ve prestijli turnuvası olan bu organizasyonda Türk kulüplerinin mutlaka yer alması gerekiyor. Türk futbolunun rekabetçi yapısının gelişmesi; futbol gelirlerimizin artması, futbol ekonominin büyümesi için bu ligde yer almak kesinlikle bir zorunluluk. Tüm kulüplerimizin hedefi bu ligde mücadele edebilmek olmalı ama mevcut dengesizlikler ve haksız rekabet koşulları buna ne yazık ki pek izin vermiyor. Bu organizasyondan parasal ve sportif performans bakımından aldığımız pay son derece düşük… Süreç içinde bunun değişmesi de çok kolay görünmüyor. Bu olumsuzluklar altında tek temsilcimiz Beşiktaş'a grubundaki maçlarda başarılar diliyoruz.

http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109 - http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 08/Eyl/2009 saat 01:23
Sportif AŞ'ler kulüplerin sonu(mu) olacak?

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

07.09.2009 - 09:00

 

 

Geçen haftalarda  iki haber medyada kendisine çok az yer bulabildi. Bunlardan ilki; Galatasaray Kulübü Başkanı Adnan Polat'ın Sportif AŞ'ye olan borçlara ve bunların ödenmesine ilişkin yaptığı açıklamalardı. Buna göre Galatasaray'ın dernek olarak Sportif AŞ'den aldığı borçların toplamı 284 miyon 900 bine ulaşmıştı ve yönetim kurulu olarak aldıkları karar gereğince bu borçlar 2010 Mart'ına kadar Sportif AŞ'ye geri ödenecekti.

Bir diğer haber ise Trabzonspor ile ilgiliydi. Trabzonspor Kulübü bu yıl Sportif AŞ'nin temettü dağıtmamasına karar verdi. Verdi ama başta Galatasaray olmak üzere diğer spor kulüplerinin de önemli miktarda hisselerini elinde bulunduran uluslararası hedge fon QWT, bu karara itiraz ederek mahkemeye gideceğini açıkladı.

Türk futbolunun kanayan yarası şirketleşme ve halka arz

Bu iki haber aslında Türk futbolunun kanayan yarası şirketleşme ve halka arz konusunu tekrar ele almamıza neden oldu. Olayın arka planında çok daha vahim sonuçlar doğuracak hatalar vardı ve bu konular nedense çok da fazla dillendirilmedi. Sadece Oktay Özdabakoğlu'nun 17.08.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanan bir haber yorumu vardı ki, bu haber yorumda İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'nda işlem gören üç kulübün, halka açık şirketlerine toplam borcunun 31 Mayıs 2009 tarihli yıl sonu bilançoları itibariyle 491.9 milyon 257 bin liraya ulaştığı belirtiliyordu. Gerçekten de borsadaki üç şirketin, söz konusu üç kulüpten alacağı, bu şirketlerin bilanço büyüklüğünün yüzde 82'sine ulaşmış durumdaydı. Bu haber kulüplerin altından kalkamayacakları; Sportif AŞ'lerinde geri dönülmesi mümkün olmayan bir yola girdiklerinin haberini veriyordu aslında. Acilen el atılması gereken bir konu gündeme getiriliyordu. Bu hafta üzerinde duracağımız konulardan ilki bu.

Sportif AŞ'lerde temettü dağıtımı=aktif erimesi

İkinci konumuz ise, Sportif AŞ'lerin temettü dağıtımlarına ilişkin... Sportif AŞ'lerin borsada işlem gören birer şirket olarak temettü dağıtması size gayet normal gelebilir. Ancak dağıtılan temettünün nerden ve nasıl geldiğine bakıldığında olayın çok da doğal olmadığı görülür. Kulübün kendi fonlarının yanlış şirketleşme ve halka arz nedeniyle kâr dağıtım payı olarak kulübe ve üçüncü kişilere ödenmesi orta ve uzun vadede spor kulübü olan derneklerin finansal yapılarını nasıl olumsuz etkilediğini birazdan anlattığımızda tuttuğunuz kulübü düşünerek eminin çok üzüleceksiniz.

Olayın vahameti sadece kâr payı dağıtmakla sınırlı kalmıyor. Şirket ana sözleşmelerinde yer alan hükümler doğrultusunda kâr payı dağıtımı yapmak durumunda kaldığınızda öncelikle bu fonların finansmanını yapmak gerekiyor. Özellikle de kulüp dışına yapılan temettü ödemeleri nakit çıkışı anlamına geliyor. Buna bağlı bir diğer konu da, dağıtılan kâr payları üzerinden doğan stopajlar. Sportif AŞ gerek kulübe gerekse kulüp dışına yaptığı her temettü ödemesinde %15 stopaj kesmek zorunda. Vergi sorumlusu olarak dağıtılan temettülerin üzerinden kesilen stopajların sürelerinde de maliyeye ödenmesi gerekiyor.

Kulüpler kendi fonlarına faiz ödüyor

Olayın bir diğer boyutu da yazımızın giriş kısmında da vurguladığımız gibi, Sportif AŞ'lerin kulüplere borç olarak vermiş oldukları fonlar. Bunlar kanunlarımızda ticari iş olarak tanımlandığı için, Sportif AŞ'ler borç verdikleri her kuruş için Türk Ticaret Kanunu (TTK) hükümleri gereğince faiz tahakkuk ettirmek zorundalar. Kulüp doğal olarak bu faizi Sportif AŞ'ye ödemek durumunda. Bu da önemli bir fon çıkışı anlamına geliyor ki, burada gözden kaçmaması gereken konu şu: Sportif AŞ'ler, kulüplere gerçekleştirmiş oldukları bu fon transferleri GVK ve TTK düzenlemeleri gereği ticari olarak değerlendirildiği için Sportif AŞ'nin sağladığı  bu "finansman hizmeti" Sportif AŞ'ne ilave bir KDV yükü getiriyor. Zira Sportif AŞ hesaplanacak faiz üzerinden, kulüpten ayrıca bir de KDV tahsil etmek ve bu KDV'yi de süresinde Maliye'ye yatırmak zorunda.

Kısacası yanlış şirketleşme ve halka arzın kaçınılmaz sonucu olarak, durduk yerde kulüp kendi parasına stopaj, KDV ödemek durumunda kalıyor. Bu ödemeler ise fiili nakit çıkışı anlamına geliyor. Her nakit çıkışı bir finansman ve kaynak gerektirir. Bu kaynağı bulabilmek ise spor kulüpleri için bugün ciddi bir külfet. Soruyorum size, bugün hangi kulüp bu temettüleri ödeyecek kadar kâr; bu vergileri ödeyecek kadar gelir elde ediyor. Tamamen sanal bir dünya üzerinden gerçekleşen bu işlemler ne yazık ki, gerçek. Ve kulüpler bu uygulamalarla orta ve uzun vadede ne yazık ki aktiflerinin göz göre göre erimesine neden oluyorlar. Aktif erimesi ise finansal sıkıntı ve sorunları beraberinde getiriyor. Finansal sıkıntıların pratiğe yansıması ise kendisini rekabet üstünlüğünün zaman içinde yitirilmesi şeklinde somutluyor.

Kulüplerin VK ve TTK açısından bu önemli durumlarını gelirler başkontrolorü Murat Başaran ile görüşeceğiz. Murat Başaran uzun yıllardır maliyede ve bu kapsamda denetim  ve inceleme yapıyor, aynı zamanda sporun muhasebe ve hukukla ilintili kısımlarına ilişkin Futbol Ekonomisi Stratejik Araştırma Merkezi'nde (FESAM) de yayınlanmış 27 tane çok önemli makalesi bulunuyor. Bu işin uzmanı olması nedeniyle biz de bu hafta bu konularda Başaran'ın görüşlerini aldık.

Kulüplerin şirketleşmesi ve halka arzlarına ilişkin bu sütunlarda ve Endüstriyel Futbol isimli kitabımızda çok detaylıca daha önceden durduğumuz için konuya tekrar değinmeyeceğiz.

TA- Murat uzun yıllardır vergi ve spor hukuku açısından kulüplere yönelik, kılavuz olabilecek nitelikte araştırma ve incelemelerin var. Kulüplerimizin halka arz ve şirketleşmelerini nasıl değerlendiriyorsun?

Halka açılma değil, saçılma!

MB- Bilindiği gibi spor kulüpleri farklı halka açılma modelleri benimsemişler ve uygulamışlardır.

Spor kulübü derneklerine ait bir kısım gelir/hak ve marklar dernekler ile AŞ'ler arasında çeşitli adlar altında düzenlenen futbol takımı/lisans, devir/kira/temlik sözleşmeleri ile AŞ'lere devredilmiştir. Çok kısa olarak değinmek gerekirse, kamuoyunu aydınlatma yükümlülüğü çerçevesinde ilan edildiği biçimde;

-Beşiktaş, futbolla ilgili tüm gelir ve giderlerini Beşiktaş Futbol Yatırımları AŞ adlı şirkete devretmiş durumdadır. 

Galatasaray ve Fenerbahçe ise çeşitli gelir ve gider kalemlerini bu şirketlere aktarmış bulunmaktadır. Galatasaray, Ali Sami Yen Stadı gelirleri dışındaki hemen hemen tüm gelirler bu şirkete devredilmiştir.

Fenerbahçe ise giderlerini,  gelirlerinin %10'u ile sınırlandırmıştır.

Fenerbahçe ve Galatasaray ise çeşitli biçimlerde vergi kanunlarının izin verdiği ve muhasebe genel kurallarına da uygun olarak giderlerini şirket dışı gösterebilmektedirler.

Uzun yıllardır tartışıldığı üzere, Galatasaray ve Fenerbahçe'de giderler kulüpte kalırken gelirler yatırımcı ile paylaşılmaktadır. Bu durum yatırımcı açısından avantaj sağlarken kulüpler açısından ciddi bir külfet oluşturmaktadırlar.

Beşiktaş ise farklı yapılanması sebebiyle  halka açılma yoluyla yaklaşık 14 milyon dolar kaynak toplamasına rağmen dağıttığı temettü miktarı sadece 1 milyon dolar civarındadır.

Galatasaray bilanço dönemi sonunda yani yılda 1 kez temettü dağıtırken Fenerbahçe 3 ayda 1 olmak üzere yılda 4 kez temettü dağıtmaktadırlar.

Bütün bunlar da gösteriyor ki, kulüplerimiz aslında halka açılmadılar, saçıldılar...

TA- Futbol kulüpleri aslında finansal sıkıntıları aşabilmek ve daha uygun ve uzun vadeli fonlara ulaşabilmek ve bu şekilde rekabet üstünlüğü sağlamak bakımından halka arza gidiyorlar. Bizim kulüplerimize halka arz yaradı mı? Örneğin borçlarını sıfırlayabildiler mi?

Spor kulüpleri yanlış şirketleşme ve halka arzın kurbanı oldular!

MB- Aslında sonda söyleyeceğimizi başında söyleyelim. Spor kulüpleri yanlış şirketleşme ve halka arzın kurbanı oldular!

Bizde ne yazık ki halka arzlar beklenildiği gibi olmadı. Baştan şirketleşmede yapılan hatalar ve buna bağlı olarak yapılan halka arzlar sonucunda bırakın borçların sıfırlanmasını, bu yanlış metotlar nedeniyle kulüplerin borçlulukları daha da arttı. Örneğin borçlarına bir bakarsak; spor kulübü dernekleri tarafından çeşitli vesilelerle kamuoyuna açıklandığı üzere;

-Fenerbahçe Kulübü Denetleme Kurulu raporunda, kulübün 2012 yılına kadar tahakkuku yapılmış 92 milyon 700 bin 162 dolar borcunun olduğu,

-Beşiktaş Jimnastik Kulübü Denetleme Kurulu Raporu'nda toplam borcunun 115.6 milyon TL olduğunu, bu borcun 50.6 milyon TL'sinin Kulüp Başkanı Yıldırım Demirören'e olduğu,

-Trabzonspor Kulübü Genel Saymanı Mahmut Aksu tarafından kendi sitelerinde yapılan açıklamada, kulübün planlı borcunun 40 milyon TL olduğu,

-Galatasaray Kulübü'nün 31 Aralık 2007 tarihi itibariyle konsolide borcunun toplam 223 milyon 487 bin 975 TL olduğu bilinmektedir.

Bu tutarların içerisinde kamu kurumlarına olan yapılandırılmış ya da yapılandırılmamış nitelikte, vergi, Sosyal Güvenlik Kurumu primi, 49 yıllığına kiralanan stadyumların kiraları ile TFF'ye olan borçlar var mı bilemiyoruz.

 Burada tabii TFF.'nin,  Kulüp Lisans Talimatı uyarınca gerekli onayları verdiğinden sonuçla, Talimattaki A, B ve C kriterlerini gerek dernek-gerekse AŞ'ler nezdinde bağlantılı olarak incelemiş, denetlemiş ve uygun bulmuş olduğunu kabul etmemiz gerekir.

TA- Son zamanlarda Sportif AŞlerin Kulüplere çok önemli tutarlara ulaşan borçlar verdiğini gözlemliyoruz. Biraz da bu konu üzerinde duralım. Sportif AŞ'ler kulüplere neden borç veriyorlar? Verilen tutarların yarım milyar TL'ye ulaştığını düşündüğümüzde, bu borçların geri ödenmesi ne derece mümkün?

Sportif AŞ'ye aktarılan paralar, hukuken kulübün değildir

MB- Aslında Sportif AŞ'ler Beşiktaş örneğini dışarıda tutarsak, aynı model. Gelir ağırlıklı bir model. Gelirlerin Sportif AŞ'lerde, giderlerin ise kulüpte kaldığı anlamsız ve rasyonel olmayan bir model. Hal böyle olunca bu paraların kulüplere nasıl dönmesini bekliyorsunuz? Aslında kulüp kendi gelirlerini Sportif AŞ'ne devir ve temlik etmiş; ancak bu paraya da ihtiyacı var. İşte o zaman Sportif AŞ'lerden borçlanma da bu şekilde başlamış oluyor. Ancak, ortada şöyle bir durum var. Sportif AŞ'lerin ayrı bir tüzel kişiliğinin olmasının yanı sıra, bu şirketlerin bazı hisselerinin üçüncü kişi ya da kulüp dışı kurumlarda olması konuyu çok hassaslaştırıyor. O zaman hukuki anlamda bu paralar kulübün parası olmaktan çıkıyor.

Örneğin, Galatasaray Sportif AŞ'nin, son bir yılda kulüpten alacağı yüzde 102, Futbol AŞ'den alacağı ise yüzde 43 artarak 198.7 milyon liraya ulaştı. Bunun üzerine hesaplanan 40 milyon TL'lik faizi de ekleyince ortaya acayip bir tutar çıkıyor.  Galatasaray Spor Kulübü bu  borçların  kapatılmasıyla ilgili olarak Kulüp ve Futbol AŞ ile geçen ay bir  protokol imzaladı. İmzalanan protokollere göre, Futbol AŞ ve kulüp, söz konusu borçların ödenmesi için 28 Mart 2010 tarihine kadar her türlü girişimde bulunacak. Ancak ben bunu pek mümkün görmüyorum. Aynı şey diğer kulüpler için de geçerli. Dolayısıyla bu paraların kulüpten tekrar Sportif AŞ'ler dönüşü bir hayli zor olacak.

Üç kulüp Sportif AŞ'lere 490 milyon TL borçlu!

Bugünkü gelinen noktada, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'nda işlem gören üç kulübün, halka açık şirketlerine toplam borcu 31 Mayıs 2009 tarihli yıl sonu bilançoları itibariyle 491.9 milyon 257 bin liraya ulaştı. Borsadaki üç şirketin, söz konusu üç kulüpten alacağı, bu şirketlerin bilanço büyüklüğünün yüzde 82'sine ulaşmış bulunmaktadır. Galatasaray Sportif AŞ, yıl sonu bilançosunda kulüpten ve Futbol AŞ'den olan alacağı için 40.6 milyon TL tutarında faiz geliri tahakkuk ettirmiştir. Oktay Özdabakoğlu'nun 17.08.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde ele aldığı bu konuya ilişkin rakamlara bakarsak, çok çarpıcı sonuçlarla karşılaşırız. 

Halka açık şirketlerin 2008 karnesi (bin TL) 

  Trabzon Galatasaray Fenerbahçe Beşiktaş

Gelir 33.943 60.349 56.333 64.214

Brüt kâr 31.470 60.349 50.159 9.219

Faaliyet kârı 30.154 51.945 48.316 -1.741

Net kâr 38.112 88.265 63.837 -11.977

Aktif 142.119 323.265 132.194 158.469

Özsermaye 99.255 250.594 123.625 2.029

Sermaye 25.000 2.035 25.000 40.000

Kulüpten alacak 112.253 289.400 90.338 (*)

(*): Beşiktas Spor Kulübü aktif ve pasifiyle Sportif AŞ'ye devir olduğu için bir alacak bulunmamaktadır.

TA- Peki bir de Sportif AŞ'lerin temettü dağıtım olayı var. Biraz da bunun üzerinde duralım.

Olmayan kârlar dağıtılıyor!

MB- Evet, bu konu gerçekten çok ilginç. İlginç olduğu kadar da çok önemli. Çünkü, ben bu konuyu senin gibi Türk futbolunun bir kanayan yarası olarak görüyorum. Yine konunun başında söyleyelim: Olmayan kârlar dağıtılıyor. Bugün hangi kulübün bu kadar kâr payı verebilecek kadar kârı ve bu kârı elde edebilecek geliri var ki?

Kulüplerimizin dağıttığı kâr paylarına bir bakalım.  İMKB verilerine göre:

Galatasaray A.Ş. 2002-2009 yılları arasında (01.06-31.05 özel hesap dönemleri için) 167.594.103,08 TL;

Fenerbahçe AŞ 2004-2009 yılları arasında (01.06-31.05 özel hesap dönemleri için) 154.749.650,78 TL;

BJK AŞ 2003-2009 yılları arasında (01.06-31.05 özel hesap dönemleri için) 346.741,80 TL;

Trabzonspor AŞ 2005-2009 yılları arasında (01.06-31.05 özel hesap dönemleri için) 66.277.387,32 TL temettü gerçekleştirdiler.

TA-Aslında Sportif AŞ'lerin kâr payı adı altında üçüncü kişi ya da kurumlara ödeme yapması, kulüp fonlarının kulüp dışına transferi anlamına geliyor. Bugüne kadar hangi kulüp ne kadar üçüncü kişilere ödeme yaptı? Bunun  orta ve uzun vadede kulüplerin aktiflerini eriteceğini düşünüyorum. Senin yorumun ne olur? 

Kulüplerin aktifleri eriyor

MB- Kesinlikle seninle aynı görüşteyim. Bu durum çok vahim bir hal aldı. Kulüplerin orta ve uzun vadede aktiflerini eritici bir özelliği var. Bu nedenle Galatasaray Futbol AŞ ile Sportif AŞ'yi birleştirmeye çalışıyor. Bu sorunu en yakıcı şekilde Galatasaray yaşadığı için, tehlikeyi ilk gören onlar oldu... Henüz diğer kulüplerimiz bu konuya eğilmediler. Aslında Fenerbahçe de SPK'ya başvurarak, %10 olan gider payını %20'ye çıkartmak istiyor.

Halka arz gelirinin üzerinde üçüncü kişilere temettü ödediler

Bu konuda Referans Gazetesi'nde 19.08.2009 tarihinde Oktay Özdabakoğlu tarafından yazılan makalede de gösterildiği gibi, Fenerbahçe Sportif Hizmetler'in 2003-2008 yılları arasında dağıttığı toplam temettü tutarı 257 milyon 572 bin liraya ulaştı. Söz konusu temettünün 218 milyon 936 bin lirası şirketin yüzde 85'ine sahip olan Fenerbahçe Kulübü'ne verilirken, halka açık olan yüzde 15'lik kısma ise 38 milyon 635 bin liralık temettü ödemesi yapıldı. Fenerbahçe'nin halka açık kısmının da yaklaşık yüzde 90'ını yabancı yatırımcıların elinde bulunuyor. Galatasaray, 2001-2006 yılları arasında dağıttığı 169.8 milyon TL'lik temettünün, 62 milyon TL'sini kulüp dışına ödedi.

 

Kulüp dışına ödenen temettü (bin TL)

Yıl F. Bahçe G. Saray

2001 - 10.910.576

2002 - 11.799.591

2003 1.681.015 17.102.244

2004 6.802.543 10.231.437

2005 6.700.757 7.660.308

2006 6.869.911 4.377.262

2007 7.859.479 -

2008 8.722.227 -

Toplam 38.635.932 62.081.418

Kaynak: Oktay Özdabakoğlu, Referans, 17.08.2009.

 Bu durum öyle bir hal aldı ki, Üçüncü kişilere ödenen temettüler halka arz gelirini aştı. Halka arz geliri 39 milyon TL olan Fenerbahçe'nin bugüne kadar kulüp dışına ödediği temettü 38.6 milyon TL'ye ulaştı.

Halka arzda  28.3 milyon TL gelir elde  eden Galatasaray'ın ise halka arzdan bu yana ödediği temettü tutarı halka arz gelirinin iki katına ulaştı.

Kulüplerin halka açıklık oranları (%)

Galatasaray 47.44

Beşiktaş 28.80

Fenerbahçe 24.34

Trabzonspor 16.02

TA- Kulüp dışına ödenen temettüler, bir yerde kulüpten fon çıkışı anlamına geliyor. Olayın bir de vergi sorumluluğu kısmı var. Biraz da bundan bahsedelim...

Dağıtılan temettü stopaj yükümlülüğü getiriyor

MB- Evet olayın bir de o boyutu var. Kulüp durduk yerde temettü dağıtınca doğal olarak Stopaj sorumluluğu ortaya çıkıyor.

Sportif AŞ'ler tarafından GVK 75/1,2 ve 3 bentlerine göre dağıtılan kâr payları üzerinden %15 tevkifat yapılacaktır. Bu düzenleme gereği, gerçek kişiler, vergi mükellefi olmayanlar, vergiden muaf kurumlar(dernekler, iktisadi işlenmeler ve AŞ'lere) yapılan kâr payı ödemelerinden %15 vergi kesilecektir. Şüphesiz aktarılan kâr payının bileşiminde yer alan hasılat, dernekler tarafından sözleşme ile AŞ'lere devredilen gelir ve kazanç unsurları olmaktadır. KVK 4/J bendi düzenlemesi gereği gerekli şartları taşımaları halinde İşlemin tarafları, gerek AŞ'ler gerekse derneğe ait iktisadi işletmeler kurumlar vergisinden muaf bulunmaktadırlar.

TA- Sportif AŞ'lerin kulübe verdiği borç paralardan bahsetmiştik. Bunun da önemli vergisel boyutu var. Bu da kulüplerden nakit çıkışına yol açıyor. Biraz da bu konuyu açar mısın?

Sportif AŞ, KDV ödemek durumunda

MB- Sportif AŞ'ler ile kulüplerin kendi aralarında yapmış oldukları her türlü iş ve işlem GVK ve TTK düzenlemeleri gereği ticaridir ve KDVK'nın 1. maddesi uyarınca KDV'nin konusuna girmektedir. 55 seri numaralı genel tebliğ düzenlemeleri saklı olmak kaydıyla aralarında gerçekleştirmiş oldukları fon transferleri "finansman hizmeti" olarak verginin konusuna girmekte, hesaplanacak faiz üzerinden KDV doğmaktadır. KDV mantığı gereği indirim mekanizması geçerli olsa da işlem aslında taraflar arasında bir fon akımına neden olacak büyüklüktedir.

Örneğin Galatasaray Sportif AŞ, yıl sonu bilançosunda kulüpten ve Futbol AŞ'den olan alacağı için 40.6 milyon TL tutarında faiz geliri tahakkuk ettirdi. Buna göre Sportif AŞ 7.3 milyon TL KDV ödemek durumunda...

TA- Murat bir konu daha dikkat çekiyor. Normal ticari yaşamda bir işletme KDV alacaklarından, KDV borçlarını mahsup edebiliyor. Ancak burada farklı tüzel kişilikler ve gelirlerin Sportif AŞ'de; giderlerin de kulüpte olması nedeniyle KDV mahsuplaşması da yapılamıyor. Bu da önemli bir nakit kaybına yol açmıyor mu?

MB- Çok haklısın. Olayın görünmeyen yüzlerinden birisi daha... Gerçekten de burada bir mahsuplaşma imkanı hukuken olmadığı için, Sportif AŞ sağladığı finansman hizmetinden dolayı, oluşan faiz üzerinden doğan KDV'yi maliyeye yatırmak durumunda kalıyor. Bu çok ama çok önemli bir nokta. Yine burada da ciddi bir nakit kaybı var.

Sonuç

TA-Sonuçta toparlayacak olursak; yaptığım hesaplamalara göre Sportif AŞ'lerin bugüne kadar dağıtmış oldukları toplam temettü tutarı 388 milyon 366 bin TL'ye ulaşmış durumda. Bu temettü tutarı üzerinden hesaplanan stopaj tutarı ise 58 milyon 255 bin TL olup bu tutarı, Sportif AŞ'lerin vergi sorumlusu sıfatıyla maliyeye stopaj olarak ödemeleri gerekiyor. Yine ayrıca Sportif AŞ'lerin kulüplere vermiş oldukları borç tutarlar üzerinden tahakkuk ettirmek durumunda oldukları faiz tutarı da sadece bu yıl 74 milyon TL'ye ulaşıyor. Geçmiş yılları da dikkate aldığımızda bu tutar 150 milyonTL'ye kadar yükseliyor. Bu tutar üzerinden de hesaplanan KDV yükü 27 milyon TL civarında. Yani bütün bunlar tüm kulüpler için bir fon çıkışı anlamına geliyor ki, bu fonun tutarı da toplam 235 milyon 255 bin TL'ye karşılık geliyor. Dört kulübün halka arz gelirleri toplamının 119 milyon 733 bin TL olduğu dikkate alındığında, kulüplerin yerine getirmek zorunda oldukları yasal yükümlülükler toplamı halka arz gelirinin %196'sına ulaşıyor... Bu durumdan kulüplerimiz nasıl kurtulacak? Bu yapı devam edebilir/sürdürülebilir mi?

MB- Hesaplamaların gerçekten çok çarpıcı. Olayın bu yönüne bakılmadı bugüne kadar. Çok enteresan bir sonuçla karşı karşıyayız. Bu yapı sürdürülemez. Tamamıyla yanlış şirketleşme ve halka arzın getirdiği bir enkaz bu. Bu enkazın altından kalkmak ta sanıldığı kadar kolay olmayacak. Akla ilk gelen, borsadaki  bu şirket hisselerinin  kulüpler tarafından hemen toplanarak, bu şirketlerin kotasyondan çıkartılması. Ama bunun için de halka arz gelirinin üzerinde belki de 3-4 katı bir paraya ihtiyaç var. Bu finansmanın sağlanması bugünün koşullarında çok da mümkün görünmüyor... Bu nedenle önümüzdeki günlerde bu kulüplerimizin bozulan mali yapılarının sportif performansa olumsuz etki yapacağını düşünüyorum. Umarım yanılırım...

http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109&id=59903 - http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109&id=59903



-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 21/Eki/2009 saat 10:38
Ekümenik futbol okulu ve Ankaraspor olayı
Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

19.10.2009 - 09:04
 
Bilindiği üzere Türkiye Futbol Federasyonu (TFF)'nun 6 Ekim 2009 tarihinde almış olduğu bir karar ile Ankaraspor bir alt lige düşürüldü. TFF'nun almış olduğu kararın gerekçesi ise daha sonra TFF'nun web sayfasında ve gazetelerde açıklandı. Buna göre, Kulüplerin ve TFF kapsamındaki birliklerin yapısına ve tesciline ilişkin esaslar ile TFF Statüsü'nün 18/3. ve 76/6. maddelerinde belirlenmiş olan "Hiçbir gerçek veya tüzel kişinin herhangi bir müsabaka ya da turnuvanın dürüstlüğünü herhangi bir biçimde zedeleyecek şekilde birden fazla kulübü yönetemeyecekleri veya kontrollerini elinde bulunduramayacakları"hükmü gereğince Ankaraspor küme düşürüldü. Bu hükme gerekçeyi oluşturan maddeleri aşağıda sizlerle paylaşıyoruz.

Bu maddeler aşağıda yer almaktadır.

TFF statüsü:

Madde 18-3 Hiçbir gerçek veya tüzel kişi (holding şirketleri ve grup şirketleri de dahil) herhangi bir müsabaka veya turnuvanın dürüstlüğünün tehlikeye düşmesine neden olacak şekilde birden fazla kulübün veya grubun kontrolünü elinde bulunduramaz.

Madde 76 - 6 Hiçbir gerçek veya tüzel kişi (holding şirketler ve bağlı kuruluşları dâhil) herhangi bir müsabaka ya da turnuvanın dürüstlüğünü herhangi bir biçimde zedeleyecek şekilde birden fazla kulübü yönetemez veya kontrolünü elinde bulunduramaz.

Kulüp tescil talimatı:

Madde 17 -

(1) Gerçek veya tüzel kisiler, aynı ligdeki birden fazla kulübün hakim hissedarı veya yönetim kurulu üyesi olamazlar.

(2) Çoğunluk hisseleri veya yönetime hakim hisseleri aynı gerçek veya tüzel kisiliğe ait kulüpler aynı ligdeki müsabakalara istirak edemezler. Bu sekildeki kulüplerden birinin sportif basarısızlık sonucu bir alt lige düsmesi halinde bu kulüpler aynı ligdeki müsabakalara istirak edebilirler.

(3) Ayrı liglerde takımları bulunan söz konusu kulüplerden birinin sportif basarı göstererek bir üst lige çıkması halinde, aynı ligde müsabakalara istirak etme hakkını kazanacaksa, bu kulüp bir üst lige çıkamaz. Ayrıca basarısının gerektirdiği herhangi bir ayni veya nakdi getiri bir sonraki sırada bulunan kulübe verilir. Bu halde, puan durumuna göre bu kulübün altında bulunan kulüp bir üst lige çıkma hakkını elde eder. TFF tarafından düzenlenen kupa müsabakalarında da bu türden takımların aynı gruplarda yer almamalarına özen gösterilir.

Kulüplerin taahhüt ve yükümlülükleri de TFF Statüsünde uluslararası düzenlemelere paralel olarak açıkça düzenlenmiştir. TFF Statüsünün 4/2. maddesine göre, "Futbol alanında faaliyet gösteren her kişi ve kuruluş FIFA ve UEFA'nın statülerine, talimatlarına, düzenleme ve kararlarına ve ayrıca fair play kurallarına uygun olarak bağlılık, dürüstlük ve sportmenlik ilkelerine saygı göstermekle yükümlüdür." Yine TFF Statüsünün "Üyelerin Yükümlülükleri" başlıklı 13/1-a maddesine göre,"Kulüpler FIFA, UEFA ve TFF'nin statü, talimat, düzenleme ve kararlarına tam olarak uymak ve kendi statü, tüzük veya diğer düzenlemelerinde yer alacak bir hüküm aracılığıyla kendi üyelerinin de bunlara her zaman uymasını sağlamak" yükümlülüğü altındadır.

TFF'nun ilgili talimat ve yönetmelikleri gereğince gelecek yıl bir alt kümede mücadele etmek durumunda kalacak Ankaraspor'un çoğu oyuncusunun takımdan ayrılmak durumunda kalması, Ankaraspor'u Bank Asya Ligi'nde zor günlerin beklediğinin de bir habercisi.

Bu hafta bu konuya ilişkin görüşlerimizi sizlerle paylaşacağız. Bunu yaparken de, Futbol Yönetimi ile Futbol Ekonomisi isimli kitaplarımızı birlikte kaleme aldığımız, Futbol Ekonomisi Stratejik Araştırma Merkezi (FESAM) koordinatörü Doç.Dr. Kutlu Merih ile konuya ilişkin bir söyleşi de yapmış olacağız.

Soru: Geçmişte de Avrupa'da aynı gruba ait AEK ve Slavia Prag futbol kulüpleri de benzer bir olaya neden olmuşlardı? İsterseniz kısaca olaya burdan başlayalım. Bu vaka neydi? Nasıl sonuçlandı?

Yanıt: FIFA talimatları doğrultusunda UEFA'nın konuya ilişkin vermiş olduğu hükümlere bakıldığında; sahibi ve yönetimi aynı kişi ya da grup olan kulüplerde, olası aynı şampiyonaya iştirak halinde ancak bu kulüplerden sadece bir tanesi şampiyonaya katılabiliyor. Bu kural artık neredeyse yerleşik bir teamül haline gelmiş durumda. UEFA bu kararını FIFA'nın statülerine dayandırarak uygulamaya alırken; kendisine bağlı federasyonları da aynı uygulamaya yönlendirmiştir. Bu durum federasyonın kendi içlerinde bağımsız kararlar almasına olanak sağlıyor.

Ankaraspor Başkanı Ruhi Kurnaz'ın da örnek gösterdiği üzere evet geçmişte 1998 yılında yaşanılan bir AEK- S.Prag olayı var. Ve bu iki kulübün de o yıllarda çoğunluk hissesi ve yönetimi ENIC gruba aitti. ENIC gruba salt bu iki kulübün değil aynı zamanda İngiliz Tottenham kulübünün de çoğunluk hissesine sahipti. UEFA bu durumda AEK ve Slavia Prag'dan ancak birinin UEFA Kupası'na katılabileceğine ilişkin karar verdi. Bunun üzerine CAS'a giden ENIC grup, CAS'tan ek sure aldı. Bu süreçte de incelemesine devam eden UEFA'dan bu iki takımın bir şekilde birbirleriyle eşleşmemesi istendi. ENIC Group'un çoğunluk hisselerine sahip Vicenza'nın da 1997 yılında bu iki kulübe ek olarak aynı sezonda Kupa Galipleri Kupası'nda yer aldıkları dönemdeki UEFA kararlarını da gözden geçirdi ve 1999 yılında nihai kararını açıkladı. Nihai karardan evvel takımlar birbirleriyle karşılaşmadan şampiyonalardan elenmiş, ENIC Group da ihlalleri ortadan kaldırmaya yönelik hisse satışı girişiminde bulunmuştu. Sorun bu şekilde çözüldü ve 3 yıl öncesinin Slavia Prag-Tottenham UEFA kupası eşleşmesinde kurallara aykırı herhangi bir durum ortadan kalkmıştı.

Soru: Peki geçmiş yıllardaki İstanbulspor-Adanaspor; Kayserispor- Erciyesspor; Oftaş- Gençlerbirliği; Hacettepe-Gençlerbirliği uygulamaları neydi?

Yanıt: Evet TSL'de bu aykırı durumları yaşadık ama o yıllarda bugünkü talimat ve tescil kuralları yoktu? Bu statüler TFF'nun 12 Haziran 2009 tarihli Olağan Genel Kurul'unda kabul edildi. Ve bildiğiniz üzere de değişen TFF yasası içine bu kararlar daha sonra monte edildi. Yani anlayacağınız, gerekçeli kararda da belirtildiği üzere Ankaraspor'un ve Ankaragücü'nün ihlal ettiği maddeler daha önceden yoktu. Keza bir diğer ihlal edilen talimatname yani Kulüp Tescil Talimatnamesi'nin genel metni de yeniden değiştirildi. Örneğin, bu talimatnamenin daha önceki metninde kulüplerin hangi koşullarda birleşebilecekleri yer alırken; şimdi FIFA yönlendirmeleri doğrultusunda bir grup ya da kişinin birden fazla aynı kulüpte çoğunluk hissesine sahip olması ve yönetiminde bulunması durumunda nelerin yapılacağı yer alıyor.

Bu nedenle geçmişteki Adanaspor-İstanbulspor; Oftaş-Gençlerbirliği; Kayserispor-Erciyesspor ve Hacettepe-Gençlerbirliği olaylarına bu maddeler uygulanamadı. Ama bu maddelerin uygulanamamış olması, o uygulamaların da fair olduğunu göstermez. Aksine, TFF o durumlarda da gereken aksiyonu alabilirdi ve bunu engelleyecek herhangi bir durum da sözkonusu değild. Çünkü UEFA sana bu ekümenik yapıyı sağlamış zaten.

Spor Hukuku koruyucu ve önleyici olmalı!

Aslında bu olaylar da ortaya koyuyor ki, bu tür olayların önüne geçilebilmesi için bir çeşit koruyucu yönetim ve hukuk anlayışına da ihtiyaç var. Yani, böylesi bir uygulamaya daha başından izin vermemek ya da tescil için TFF'na başvurulduğunda "makul bir sure" vererek, sorunu çözümlemek futbolumuz açısından daha iyi olabilirdi. İşte biz bu bağlamda olayı sorgulamak ve değerlendirmek istiyoruz.

Bu tür olası risklere maruz kalmamak açısından Federasyon ve Kulüplerin önünde acil eylem planları duruyor. Günümüz futbolunda futbol kulüpleri, risk yönetimini artık futbolda da hayata geçirmek; bu doğrultuda kabul edilebilir riskleri alarak yollarına devam etmek zorundalar. Endüstriyel gelişim ve dönüşümün yaşandığı, sonuçta, kulüpler yüzmilyon dolarlara ulaşan devasa bütçeleriyle her türlü yönetim ve diğer riskleri hesaplayarak adımlarını atmak durumunda olan kulüplerin, en küçük riski bile göze alırken, ne tür sonuçlarla karşılacaklarını da ölçmek ve değerlendirmek durumundalar. Aksi taktirde, katlanılan riskler, varlıklarınızı yok edebilir ya da size oyun dışına itebilir.

Soru: Futbol federasyonu Tahkim Kurulu'nun 6 Ekim 2009 Kararı ile rasyonel bir futbol yönetişim sisteminde oluşması mümkün olamayacak bir olay gerçekleşti ve bir Süper Lig takımı olan Ankaraspor ligin başlangıç döneminde küme düşürüldü. Öncelikle olayı kurumsal yönetim ve futbol yönetimi açısından nasıl yorumlarsınız?

Akşar, seninle bu konularda çok önemli çalışmalar yaptık ve en son 2008 yılında da Futbol Yönetimi isimli kitabımızı yayınladık. Bu tür gelişmelerin olabileceğini o zamandan kitabımızda da öngörmüş ve futbol otoritesine regülatör bir kurum olması nedeniyle bazı önerilerde bulunmuştuk. Bunlara söyleşinin ilerleyen bölümlerinde teker teker değineceğim ama öncelikle bu konuya genel yaklaşımımı aktarmak istiyorum.

Ankaraspor'un Süper Lig'den düşürülmesiyle, futbol yönetiminde daha doğrusu kurumsal yönetimde defoları ortaya çıkartan ve bunun ardından gerçekleşecek olan zincirleme travmatik olaylar tetiklenmiş oldu. Böyle bir olay, rasyonel bir yönetişim sisteminde oluşamaz çünkü sistemdeki taraflar birbirlerinin yetki ve kapasitelerine saygılıdırlar ve böyle bir durumda olayın hukuki arka planı herkese açıktır ve bu süreç birlikte yaşanır. Ankaraspor ile MKE Ankaragücü arasındaki birleşme projesi yaklaşık bir yıldır gündemdedir, medyaya taşınmıştır ve bu konuda tarafların bilgisi dışında gizlice gerçekleştirilen kriminal bir durum söz konusu değildir. Futbola egemen olan bir umursamazlıkla bu olaydan alınması gereken derslerin alınmadığı ve futbolun hala "ben yaptım oldu" ekümenik hukuku ile yönetildiği anlaşılıyor.

Soru: Olayı bir de FIFA talimatları doğrultusunda ele alırsak; bir ligde mülkiyeti ve yönetimi aynı kişi ya da gruba ait iki takımın mücadele etmesi mümkün müdür? FIFA ne diyor bu konuda?

Yanıt: FIFA'nın bu konuda söyledikleri net ve çok açıktır. Burada asıl olan bir kişinin veya kurumun aynı anda iki kulüp üzerinde hakimiyeti olmaması değildir. Kaldı ki, bir kişi ya da grup iki ayrı kulübün sahibi ve yönetiminde olabilir. Buna engel yok ama aynı şampiyona da veya ligde bulunmaması gerekiyor, dürüstlük, şeffaflık ve izlenilirlik bakımından. Kaldı ki bu bir suç da değildir. FIFA'nın düşünceleri fair play ilkeleri doğrultusundadır. FIFA bu bağlamda lokal federasyonlara aynı kişinin veya kurumun hakimiyetindeki kulüplerin aynı şampiyonada yer almamaları gerektiğini tavsiye etmektedir. Bu tavsiyeler genelde uygulamada emir şeklinde algılanır. Böylesi durumlarda, iki takımdan birisinin farklı ligde yer alması sağlanmak durumundadır. Bunu tarafların yapması beklenir, ancak bu yapılmazsa Federasyon iki takımdan birisini küme düşürür. Bu durum böyledir. Ama benim vurgulamak istediğim daha başkadır. Ben böylesi bir uygulamaya daha başından TFF'nin müdahil olmamasını; ilgili kulüplere düzeltme için makul bir sure verilmemesini ve Federasyon'un ekümenik hukuk anlayışı içinde karar vermesini eleştiriyorum.

FIFA'nın meşruiyet açığı

Soru: Ama zaten FIFA, UEFA ve TFF ekumenik bir yapıya sahip olduklarına göre ekumenik bir hukuk anlayışı ile hareket edecektir. Bunun aksini nasıl bekleriz ki? Sizin bu konuda "Meşruiyet Açığı" saptamanız var. Biraz bu konuyu açabilir miyiz?

Yanıt: Bugün "Meşruiyet Açığı" sorunu uluslararası futbol düzeninin de gündemindedir. Futbolu düzenleyen uluslararası organizasyon FIFA'nın bir "Meşruiyet Açığı" sorunu var mıdır? Bize göre vardır ve bu durum BOSMAN ve OULMERS davalarında yargı tarafından da vurgulanmıştır. FIFA bu davalarda kendisinin uluslar üstü olduğunu ve ulusal mahkemelerde yargılanamayacağını, ticari bir kuruluş olmadığını, futbol kurallarının hukuk sistemine tabi olmadığını ileri sürmüştür. Bu iddialar yargıçlar tarafından kabul edilmemiştir. Bu süreç AB Spor Üzerine Beyaz Kitap yönergesi ile bir sonuca ulaşmış ve futbolun AB hukukuna tabi olduğu resmen kabul edilmiştir. FIFA kendinde varsaydığı ekümenik (yasalarüstü ) yetkilere sahip değildir bir "Meşruiyet Açığı" sorunu yaşamaktadır.

FIFA'nın ekümenik yapısı doğal olarak "ben yaptım oldu" anlayışının da filizlenip gelişmesine neden oluyor. Ehh durum böyle olunca lokal federasyonlar da aynı anlayışı kendi liglerinde çekinmeden uyguluyorlar. İşte bu işe karşıyım ben…Hiçbir kimse ve kurum hukuk üstü olamaz, olmamalı da…Hiç kimseyi dinlemeden, kurumsal yönetim ilkelerini göz önüne almadan, gerekli süreyi vermeden, "ben yaparsam olur" mantığıyla verilmiş bir karar. Başka çözüm yolu da bulunabilirdi. Burada amaç yarışmacı rekabete zarar vermemek ise, kulübe başka cezalar da verilebilirdi. Kulübü düşürmek işin en kolayı. Kulübün ortaklık ve yönetim yapısı değiştirilebilinir ve böyle de devam edilebilirdi.

Soru: Ankaragücü Başkanı Ahmet Gökçek medyada çıkan haberlere göre, her fırsatta "Ankaraspor ile bir oluşum istediklerini, ancak görüşmelerin kısır döngüye girdiğini; Ankara'dan şampiyon bir takımın çıkabilmesi için iki takımın bir araya gelmesi gerektiğini; Ankaraspor'un tesis, teknik kapasite ve gücünün bulunduğunu ancak seyircisinin bulunmadığını; bu nedenle Ankaragücü ile birleşerek bunu başarmak istediklerini; bunun gerçekleşmesi halinde Ankara'dan daha kuvvetli bir sesin çıkacağını" ifade ediyordu. TFF'nun ve UEFA'nın konuya ilişkin açık hükümleri bulunmasına ve üstelik te geçmişte bir AEK- Slavia Prag olayı yaşanmasına karşın, böylesi bir riski Ankaraspor yönetimi nasıl üstlendi? Ankaraspor yönetimi bu riski üstlendiğine göre TFF neden bu haberleri ihbar Kabul edip, daha baştan kulübü ilgili madde hükümleri doğrultusunda uyarmaya gitmedi? Burada sizce eksik ya da yanlış olan ne?

Yanıt: Tahkim Kurulu'nun 6 Ekim 2009 tarihli kararında olaya tahkim mekanizmasının gereği olan ciddi ve hukuk disipline uyan bir yaklaşım gösterilmediği ve bir tür TFF avukatlığı misyonu yüklendiği görülüyor. Karara gerekçe olarak gösterilen FIFA kuralları uzun bir süredir gündemdedir. TFF talimatlarının buna yeni uyum göstermiş olması geçmişte bu tür olaylara göz yumulmuş olmasının gerekçesi olamaz. Ayrıca FIFA kuralları Abramowitch veya Gillette tipi bir sermaye gücünün aynı ligde birden fazla kulübün mülkiyetine sahip olmasını önlemek amacı ile düzenlenmiştir. Bir ligdeki iki kulübün birleşme arzu ve iradesi farklı bir konudur ve TFF burada cezalandırıcı bir otorite olarak değil, bir hukuk danışmanı olarak süreç içinde uyarıcı ve bilgilendirici şekilde yer almalıdır.

Soru: TFF'nun kulüp birleşmesi sürecine daha önceden müdahale etmemesini nasıl değerlendiriyorsunuz? TFF maddeleri çok açık. TFF'nun buna rağmen yine dönüp sürece müdahil olması gerekiyor muydu? Yasayı bilmemek mazeret olmayacağına göre, Ankaraspor yönetiminin de önemli hataları var görünüyor bu konuda.

Yanıt: TFF kamuoyu gözü önünde gerçekleşen bir sürece seyirci kalmış ve sürece ani ve kahredici bir hamle ile dahil olmuştur. Kulüplerin birleşme ile ilgili diyalogları sürerken TFF caydırıcı veya doğru yöntemi gösterici bir irade ile sürece dahil olmalıydı. Bunun yerine TFF yönetmeliğine böyle bir davranışı cezalandıran maddeler ekleyerek bir tür olayın gelişmesini beklemiş ve sonunda olaya hukuk mantığının dışında asimetrik bir uygulama ile müdahale etmiştir. Buna bir tür "olaya karşı tuzak hazırlamak" yorumu da yapılabilir.

Eğer bir ligdeki iki kulüp birleşerek kurallara aykırı davranıyorlarsa ya ikisi birden cezalandırılmalı veya ikisi de cezalandırılmamalı fakat bu süreç engellenmeli idi. TFF ve tahkim kurulunun yaptığı tercihin herhangi rasyonel bir hukuk kuralı ile uyumlu olduğunu söyleyebilmek güçtür.

Soru: TFF Ankaragücü ve Ankaraspor'dan, Ankaraspor'un küme düşürülmesine karar verdi. Burada seçim konusunda TFF'nun tercihini nasıl yorumluyorsunuz?

Yanıt: Öncelikle CAS'ın AEK ve Slavia Prag olayındaki uygulamasına bir göz atalım isterseniz. TFF da buna bakarak karar vermiştir ve bence de doğrudur. CAS'ın AEK-Slavia örneğindeki kararı verirken; ENIC grup çözüm yoluna gitmeseydi, UEFA takım puan sıralamasına göre hareket edecekti. Puanların eşit olması durumunda da local ligdeki puan ve geçmiş performansa bakılarak karar verecekti. O dönem için AEK'nın puanı S.Prag'dan yüksek olduğu için AEK UEFA'daki yoluna devam etti. Federasyon da bu kapsamda karar aldı. Geçmişi daha güçlü olan takımı ligde bıraktı. Bu karar doğruydu.

Soru: İlgili kulüplere verilen 3 günlük süreyi nasıl değerlendiriyorsunuz? AEK ve Slavia Prag olayında UEFA kulüplere makul bir süre vermişti?

Federasyon Yönetim Kurulu tarafından hem Ankaraspor'a hem de MKE Ankaragücü Spor Kulübüne çekilen ihtarnamede genel hatlarıyla, TFF Statüsü 18 ve 76. Maddeleri ile TFF Kulüp Tescil Talimatı 17. Maddesine aykırı mevcut durumun düzeltilmesi için verilen 3 günlük sürenin, sorunun çözümünden daha çok, sorunun adeta bir oldu bittiyle halledilmesi için verildiği anlaşılıyor.

SONUÇ

Soru: Konuyu toparlayacak olursak, bu uygulamadan TFF'na ve kulüplere ne tür dersler çıkıyor? TFF satüsü açık olarak belli iken bir kulübün kendi varlığını riske edebilecek böylesi bir eylem içine gitmesine kurulları nasıl izin vermiştir?

Kurumsal yönetişim ve risk yönetim anlayışı eksikliği

Yanıt:

Öncelikle TFF uygulamasını biraz daha toparlayıcı ve koruyucu yapabilir; fair play'e aykırı ve daha da önemlisi ilgli talimatlara aykırı bir yaplanma içinde olduğu iddia edilen kulüplere daha makul bir sure verilerek, bu uygulamanın daha z bir hasarla atlatılması sağlanabilirdi.

Ancak burada bir diğer ve asıl önemli olan sorun, Ankaraspor'un ve Ankaragücü yönetiminin kurumsal yönetim anlayışı ile risk yönetim bilgisine ne kadar sahip olduğu ile ilişkili…Bir yönetim kurulu bir kulübü nasıl olur da, kurallar çok açık ve net iken, böyle bir felakete sürükleyebilir ki? Bu yöneticilerin sadece takım oyuncularına değil, aynı zamanda paydaşı olduğu taraftara ve ligdeki diğer kulüplere de karşı bir sorumluluğu bulunuyor. Şimdi oyuncular, teknik adam ve hatta kombine kartı olan taraftarın da hukuksal hakları var. Ve bunlar ne olacak şimdi?

Profesyonel meslek örgütlerinin bulunmayışı büyük sorun

Bu tür kararlar alınabilmesinin arkasında kulüplerin ve futbolcuların ciddi anlamda bir profesyonel meslek örgütlerinin bulunmaması yatmaktadır. Ayrıca bu pozisyon TFF ye özel yetkiler veren bir yasa gücü ile de desteklenmektedir. Kâr amaçlı bir sermaye kuruluşu olan Ankaraspor'un alına karar ile rekabet gücü engellenmiş ve ekonomik zarara uğratılmıştır. Ayrıca Ankaraspor futbolcuları da gelişmelerden mesleki kariyerleri açısından zarar görmüşlerdir. Bunu futbol hukukunun sportif rekabet kuralları ile yorumlamak uygun değildir. Ekonomik hukuk spor hukukundan farklıdır ve farklı tahkim kurallarına tabidir. TFF bu süreçte biraz daha koruyucu ve önlem alıcı uygulamalarla devreye girebilir, böylesi bir sorunun daha baştan önlemiş olabilirdi. TFF talimatlarının bulunuyor olması, buna da engel değildir. Sonuçta TSL'de böylesi bir olay hiç hoş olmamış ve futbol markamızı zedelemiştir. Aynı zamanda AB sürecinde ekonomik konular futbol hukukuna değil AB rekabet hukukuna tabidir. AB Adalet divanı bu konuda bir çok karar almış ve AB Komisyonu tarafından yayınlanan Spor Üzerine Beyaz Kitap bu olguyu tescil etmiştir.

Konuyu toparlarsak olayda bir çok mekanizmanın yanlış çalıştığı ve futbol hukukunun abartılı yorumlanarak kapsam alanı dışına çıkıldığı açıkça görülebilmektedir. Tahkim Kurullarının yetki alanları ve bunun medeni hukukla ilişkisi bir kere daha gözden geçirilmeli ve Tahkim Kurulları denetleme durumunda oldukları Federasyon yönetimlerinde bağımsız hale getirilmelidir.

http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109 - http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: champions26
Gönderi tarihi: 21/Eki/2009 saat 10:45
http://www.futbolistan.net/ve-acikliyoruz-besiktasli-futbolcularin-aciklanamayan-degerleri.htm - http://www.futbolistan.net/ve-acikliyoruz-besiktasli-futbolcularin-aciklanamayan-degerleri.htm  buradada ilginç bir yazı var. Bjk ın oyuncuların değerleri fazla gösterilmiş.


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 09/Kas/2009 saat 17:12
Futbolda 'finansal fair play'

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

09.11.2009 - 08:48

Geçen ay içinde UEFA, Platini'nin önderliğinde futbolun finansal yönüne ilişkin yeni düzenlemeler yaptı ve tüm kulüpleri bu düzenlemelere uymaları konusunda da sıkı sıkıya uyardı…Bu konuya ilişkin geçen ay yine bir yazıyı kaleme almış ve konuyu daha detaylıca irdelemiş ama kulüplerin, özellikle de İngiliz kulüplerinin konuya olan tepkilerine değinmemiştik. Bu yazımızda biraz da olayın bu yönü üzerinde durmaya çalışacağız.

Michel Platini'nin UEFA Başkanı olduğundan bu yanan hemen hemen her platformda dile getirdiği bir konu vardı ki, bu yeni yapılanma ve önlemler paketi aslında bu konunun hayata geçmesini ifade ediyor.

2012-2013 sezonundan itibaren uygulamaya girecek yeni düzenlemeler ve yaptırımlarla, kulüpler artık bundan sonra gelirlerinin üzerinde harcamaya yapamayacaklar. Açık bütçe veremeyecekler ve kulüp sahipleri ve onların şirketlerinden borç para alamayacaklar ve aldıkları paraları da 2012-13 sezonuna kadar kaynağına iade edecekler, yani ödeyecekler…

Kulüpler, transfere bütçesinden fazla para harcayamayacak

UEFA Başkanı Michel Platini'nin "finansal fair play" olarak tanımlanan planı, UEFA Yönetim Kurulu tarafından kabul edildi. Yeni plana göre, kulüpler 2012-2013 sezonundan itibaren, transfer için gelirlerinden fazla harcama yapamayacak.

Bütçelerini aşan ve borçlanmada aşırıya kaçan kulüpler, UEFA'nın organizasyonlarına katılamayacaklar. Bütçeyi aşan borçlanmaların önünü kesebilmek için bu uygulamadan kesinlikle taviz verilmeyecek. Bu düzenlemelere uymayan kulüplere başta transfer yasağı olmak üzere önemli cezalar verilecek ve en kısa süre içinde daha baştan belirlenmiş kriterlere uymaları sağlanacak…

Büyük kulüplerin aşırı transferleri, finansal fair play'i doğurdu

Real Madrid Başkanı Florentıno Perez'in, bu sezon başında transfer için inanılmaz paraları gözden çıkarması, "Avrupa'da futbol gerçekten adil mi?" sorusunu gündeme getirdi. Bu soruyu soranlardan biri de, UEFA Başkanı Michel Platini'ydi. Fransız futbol adamı, uzun süredir üzerinde çalıştığı yeni düzenlemeleri, yönetim kurulunun onayına sundu. Yönetim kurulu da, "finansal fair play" olarak adlandırılan Platini kabul etti. Buna göre, 2012-2013 sezonundan itibaren, kulüplerin gelir-gider dengesi inceleme altına alınacak. Kulüpler, transfer için gelirlerinden daha fazla harcama yapamayacak. Aksi taktirde Avrupa kupalarından men edilmeleri gündeme gelecek. Platini, yönetim kurulundan onay almasının ardından yaptığı açıklamada, "kulüpleri öldürmek ya da yaralamak istemiyoruz. Aksine piyasada kendilerine yardımcı olmayı amaçlıyoruz" ifadelerini kullandı.

Finansal adaletin sağlanması ile milyarder işadamlarının, kulüpleri satın alıp; transfer için astronomik ödemeler yaptığı bir dönem de kapanmış olacak. Bununla birlikte küçük kulüpler, sorunlarına gerçekçi bir çözümün hâlâ bulunamamasından yakınıyor. Real Madrid, Barcelona, Manchester United gibi kulüplerin yıllık gelirlerine yaklaşmalarının imkansız olduğunu vurgulayan bu kulüpler, kendilerine bazı kolaylıklar sağlanmasını talep ediyor.

Düzenleme esas itibariyle İngiliz kulüplerini hedef alıyor

Bu yılın ortalarında İngiliz Futbol Federasyonu (FA) Başkanı Lord Triesman, Premier Lig'de top koşturan 20 takımın toplam borçlarının 3 milyar Sterlin'e yani, yaklaşık 5,5 milyar dolara ulaştığını ifade etmişti.

FA Başkanı'nın bu açıklamasından sonra UEFA Genel Sekreteri David Taylor, UEFA'nın ve onun başkanı Michel Platini'nin kaygılarını kamuoyu ile paylaşmış ve bunun böyle gidemeyeceğini ifade etmişti.

Stamford Bridge'da bir konferansta konuşan Taylor, son zamanlarda İngiliz kulüp sahipleri için yapılan "fit and proper person" (işe uygun ve düzgün kişi) testlerinde de bazı sorunların olduğunu dile getirmişti. Yapılan bazı testleri şüpheli bulan Taylor, bu haliyle yapılan bu testlere harcanan zamanı da boşa gitmiş bir zaman olarak değerlendirmişti. Bu bağlamda UEFA kriterlerinin ve lisanslama sisteminin daha sağlıklı çalışabilmesi için gereken önlemleri de alacaklarını ifade eden Taylor, Avrupa Birliği ile bu birliğe üye ülkeler arasında hükümetler düzeyinde yasal çerçeveler oluşturmaya çalışacaklarını belirtmişti.

Daha sağlıklı bir mali yapı ve sürdürülebilir bir sportif başarı!

Temelde daha sağlıklı bir mali yapı ve sürdürülebilir bir sportif performansı kulüplerde egemen bir yapı haline getirebilmek için çaba harcadıklarını belirten Taylor, aslında var olan UEFA yönetmeliklerinin daha baştan bazı şeyleri engelleyebilecek veya önleyebilecek özelliklere sahip olduğunu ama lokal federasyonların kendi iç işlerine çok karışmak istemediklerini; onların özgürlüklerini kısacak bir eylem içine girmeyi çok fazla istemediklerini dile getirmişti.

Zaten UEFA kriterleri kapsamında Finansal (mali) kriterler bazında, çok fazla borcu olan ve açık bütçe veren kulüplere lokal federasyonların lisans vermemeleri gerekiyor. UEFA'nın bu konuda yönetmelikleri çok açık bir şekilde bu kulüplerin Şampiyonlar Ligi ve UEFA Avrupa Ligi'nde mücadele edemeyecekleri açıkça ortaya koyuyor.

Ne var ki, bugün gelinen noktada İngiliz Premier Lig, UEFA'nın bu mali kriterlerine ve finansal fair play'e, kulüplerin ticaret kanunları kapsamında faaliyet gösteren ticari işletmeler olması ve ticareti kısıtlayacağı için çok da sıcak bakmıyorlar ve direniyorlar. Ancak, Taylor UEFA'nın bu konuda almış olduğu kararların ve yaptığı planların geri dönülemez ve itiraz edilemez bir karakterde olduğunu belirtiyor.

2012'den sonra bu konularda çok daha katı olacakları ve yönetmeliklere sadık kalacaklarını belirten Taylor, bu kriterleri gerçekleştiremeyen kulüplerin dışlanacaklarını ifade ediyor. Çünkü, UEFA'ya göre finansal fair play de tüm Avrupa Kulüpleri'nin bütçelerinin eşit olması, bir mali eşitlik sağlanması gibi herhangi bir beklenti ve yönlendirme bulunmuyor. Elbette ki, tüm kulüplerin kendi büyüklüklerine uygun bütçeleri olacak ve buna göre kulüpler faaliyetlerine devam edecekler. Tüm kulüpler bütçelerinden alacakları paylarla güvenli bir borç ilişkisi içinde olmalılar. Yüksek rekabet ortamında rekabetin kalitesini artırabilmek ve dengede rekabeti sağlayabilmek için finansal fair play, aslında futbol kulüpleri için bulunmaz bir fırsat.

Aynı konferansta konuşan Premier Lig başkanı Lord Triesman bu yorumları gayet normal karşıladığını; UEFA'nın önerilerinden memnuniyet duyduğunu; ancak bu yaptırımların Premier Lig kulüplerine çok da uymadığını; bu uygulamalarla Premier Lig'in aslında gücünün sınırlamaya çalışıldığını ifade etti.

Taylor ise Triesman'nın bu değerlendirmesine katılmadığını; düzenlemelerin esas amacının Premier Lig'i aşağıya çekmek olmadığını; Premier Lig kulüplerinin güçlerinin sınırlandırılması gibi asla bir hedeflerinin bulunmadığını; sadece hedeflerinin güvenli bir borç ilişkisi temelinde kulüplerin sağlıklı bir mali yapıya kavuşturulmalarının amaçlandığını; böyle olması halinde kulüpler arasında bir rekabet dengesi sağlanacağını belirtti.

Kulüplerin hizmet sektöründe çalıştığını belirten Taylor, reel sektörde çalışan ve finansal sıkıntı içinde olan şirketlere merkez bankalarının bail out ( mali yardım) verdiğini; ama futbol kulüplerine böyle bir mali yardımın mümkün olamayacağını belirterek, uzun vadede kulüpleri belirli finansal modeller kapsamında daha istikrarlı bir sportif başarıya ulaştırmayı amaçladıklarını; bunu yapabilmek için de kulüpler arasındaki finansal dengesizlikleri, finansal fair play planı çerçevesinde çözüme kavuşturmak istediklerini ifade etti.

Kulüp sahibine borç, finansal fair play'e uygun mu?

UEFA'nın finansal fair play planına göre kulüplerin gelirleri ile giderleri arasında bir dengenin 2012-13 sezonuna kadar kurulması gerekiyor. Kulüpler yapacakları transferler için kendi asli gelirlerinin dışında elde edecekleri diğer kaynaklardan kendilerini fonlayamayacaklar. Buna göre kulüpler artık sadece maç günü geliri, yayın gelirleri, sponsorluk geliri gibi futbolun kendi asli gelirlerini transfer harcamalarında kullanabilecekler. Böylece futbolun dışından gelen paraların futbola enjekte edilmesinin önü bir ölçüde kesilmiş olacak. Yani, yeni Abramovichler, Şeyh Mansur Bin Zayitler bundan sonra futbola para plase etmek isterlerse, bu çok mümkün olamayacak.

UEFA'nın, daha doğrusu Michel Platini'nin aldırdığı bir başka önemli karar da, kulüplerin transfere harcayacakları paranın, yıllık futbol gelirlerini geçemeyecek olması…

Ancak bu söylem ve yönetmeliğe ilk tepki de Chelsea'den geldi. Chelsea'nin bugün 730 milyon Sterlin borcu bulunuyor. Chelsea'li yetkililer, bu borcun tamamının kulüp sahibi roman Abramovich' e olduğunu; banka borçlarının bulunmadığından hareketle bu borçlanmaya UEFA'nın karışamayacağını; ayrıca bu borcun kulübün mali yapısı üzerinde bir finansal baskı da oluşturmadığını; bu nedenle kulüp sahiplerınden sağlanan fonların kulüp sahibine iadesinin sağlanması talebinin çok mantıklı olmadığını dile getiriyorlar. Chelsea'liler aynı zamanda Platini'nin yanlış yönlendirildiğini de düşünüyorlar.

Bu kapsamda bakıldığında Liverpool'un da yaklaşık 700 milyon Euro'ya ulaşan borcunun 350 milyon Euroluk kısmı Gilette'e ait…Yine Manchester United'ın 690 milyon Euro'ya ulaşan borçlarını sadece 70 milyon sterlinlik kısmı banka borcu. Kalan tutar ise kulüp sahibi Malcom Glazer'in alacağı durumunda.

Bu uygulama en çok da Premier Lig'de yaygın bir uygulama olarak karşımıza çıkıyor. Bununla birlikte; Fransa'da, Almanya'da, İspanya'da buna benzer uygulamalar son derece sınırlı. Özellikle Fransada kulüplerin borçlanma yasakları çok katı ve daha iki yıl öncesine kadar borsaya bile açılamıyorlardı.

İtalya, biraz İngiltere'den farklı olmakla birlikte orada da yine sanayici ile reklam ve medya sektöründen gelen işadamlarının fonlarıyla kulüpler kendilerini fonlamaktalar.

Bu kapsamda UEFA'nın almış olduğu bu kararların 2012-13 sezonuna kadar nasıl hayata geçirileceği; geçirilemezse ne olacağı gerçekten de merak konusu.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi aslında her ne kadar Taylor, UEFA'nın finansal fair play planına göre İngiliz kulüplerini hedef almadıklarını ifade ediyorsa da, bu işten en çok etkilenecek kulüpler Premier Lig kulüpleri olacakmış gibi görünüyor.

Platini, kulüpleri sürekli uyarmıştı

Platini, UEFA başkanı olduğundan bu yana özellikle kulüplerin aşırı transfer harcamaları ve borçlanmaları üzerine sürekli uyarılar yapıyor… Gelirlerinin üzerinde harcama yapan ve bu şekilde finansal fair play'i bozan kulüpleri ve ligleri kontrol altına almaya çalışıyor. Nitekim, bu konuları katıldığı çoğu toplantı ve platformlarda hep dile getirmeye devam eden Platini sonunda UEFA yönetim kurulunu da ikna ederek, bu kararları çıkartabildi.

Platini'ye göre, bugünkü koşullar içinde kulüplerin yapmış oldukları transfer harcamaları ve oyunculara ödenen yüksek ücretler asla sürdürülebilir bir dinamik değil. Yine Platini, sorunun kaynağı olarak ta zengin iş adamlarının kulüplere aktardıkları paraları görüyor. Bu paraların kaynağı incelendiğinde ise, bu fonların futbol dışından gelen paralar olduğu ortaya çıkıyor.

Yine UEFA genel sekreteri David Taylor da kulüpleri uyarmaya devam ediyor. Taylor, BBC'ye verdiği bir mülakatta bazı kulüplerin mevcut mali durumlarını sürdürmeleri halinde krizle yüzyüze gelmekten kaçamayacağını ifade ediyor.

İşte UEFA almış olduğu bu kararlar ile kulüpler arasında finansal fair playi bozan; zengini daha güçlü, küçük bütçeli takımları ise daha da zayıflatan bu olumsuzlukları ortadan kaldırmayı hedefliyor.

Gelirin kadar harca!

2012'ye kadar tüm kulüpler harcamalarını gelirleriyle orantılı olacak şekilde ayarlamaya çalışacak; 2012 sezonundan itibaren bu ayarlamayı yapamayan kulüpler, UEFA'nın organizasyonlarına katılamayacaklar. UEFA öz olarak, kulüplere (aslında zengin kulüplere) gelirin kadar harcayabilirsin; sağlam ve sürdürülebilir futbol gelirlerin yoksa, o zaman bu harcamaları futbol dışından paralarla fonlayamazsın diyor.

David Taylor'a göre, futbola dışarıdan enjekte edilen paraların transferlerde harcanması ve bunun giderek yükseliyor olması, oyuncu transfer maliyetlerini de artırıyor ve buna bağlı olarak yapılan büyük tutarlı kontratlar, kulüpleri ileride daha zor durumlara düşürecek görünüyor.

UEFA, harcamaların borçlanmayla yapılmasına karışmıyor

Platini'ye göre bir kulüp banka kredisi kullanarak veya borçlanarak transfer harcaması yapabilir. Günü geldiğinde bu kredisini yine uzatabilir. Bunda sorun yok. Ancak, kulübün zengin sahiplerinden; patronun diğer şirketlerinden gelecek finansal desteğe izin verilmiyor. Bu şekilde futbol dışından gelen/gelecek paralarla transfer harcamalarının finanse edilmesi asla istenmiyor. Burada temel amaç: Kulüp sahibi milyarder işadamlarının futbola büyük miktarlarda para yatırarak, kulüpler arasında finansal fair playi ve rekabetçi dengeyi bozacak parasal akımların önüne geçebilmek. Bu tür durumlar varsa bunların da iki yıl içinde sıfırlanması bekleniyor.

Zengin kulüpler ne yapacak?

Kulüplerin mali disiplinlerinin sağlanmasına yönelik UEFA'nın almış olduğu önlemler en çok zengin kulüpleri etkileyecekmiş gibi görünüyor. Aslında alınan önlemler gereği büyük kulüpler bu işten avantajlıymış gibi görünmekle birlikte; en büyük sıkıntıyı da yine onlar yaşayacakmış görünüyor.

Transfer harcamalarının kulüp gelirlerini aşamayacak olması bakımından olaya bakıldığında, yıllık gelirleri yüzmilyon Eurolar'ı geçen kulüplerin daha fazla harcama yapabilme olanağı korunmuş olurken; diğer taraftan Chelsea (Roman Abramovich), Manchester United (Malcolm Glazer), Manchester City (Şeyh Mansur El Zayed), Real Madrid (Florontino Perez), Milan (Silvio Berlusconi), Inter (Massimo Moratti) gibi kulüplerin 2012'ye kadar finansal durumlarını, yukarıda belirttiğimiz şekilde UEFA kararları doğrultusunda ayarlamaları gerekiyor. Yani, bu kulüpler, bugüne kadar zengin sahiplerinden aldıkları paraları bir şekilde geri ödemek durumunda kalacaklar. Bunun nasıl ve ne şekilde yapılacağı ise şu anda merak konusu…

Bugüne kadar; Chelsea'ye Roman Abramovich 840 Milyon Euro (739 milyon sterlin), Real Madrid'e Florontino Perez 300 milyon Euro, Manchester City'e Mansur El Zayed 350 milyon Euro, Milan'a Berlusconi 250 milyon Euro, Inter'e Moratti 275 milyon Euro, Manchester United'a Glazer 690 milyon Euro'yu kendi ceplerinden ya da sahibi oldukları şirketlerden aktarmış durumdalar.

Sonuç

Zengin işadamlarınca futbola enjekte edilen paralar UEFA'ya göre finansal fair play'i bozuyor, rekabetçi dengeyi küçüklerin aleyhine değiştiriyor. Bu olumsuzluk, kulüpler arasındaki finansal ve sportif uçurumun giderek artmasına neden oluyor. Bu durum doğal olarak, kulüplerin sağlıklı ve istikrarlı yaşamalarını da tehdit ediyor. Futbola dışarıdan giren paraların, diğer yandan finansal maliyetleri ve oyuncu ücretlerini yükseltiyor olması, bu harcama kaleminin kontrol altına alınmasını zorunlu kılıyor.

Bu nedenle UEFA almış olduğu kararlarla, kulüplere ancak faaliyetlerinden elde ettikleri gelirler kadar transfer harcamaları yapabileceklerini karar ve yaptırım altına alması önemli bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Ancak, rekabetçi dengenin ve dengede rekabetin sağlanabilmesi açısından bu uygulama sorunları tek başına çözmekte yetersiz kalacakmış görünüyor. Zira, zaten yıllık gelirleri yüksek kulüpler, gelirleri yetersiz olan kulüplere karşı finansal üstünlüklerini bu uygulama ile devam ettiriyor olacaklar. Yıllık 370 milyon Euro geliri olan bir kulübe siz, sadece geliriniz kadar harcama yapabilirsiniz kısıtlaması getirseniz bile, bu kısıtlama büyük sayılar kanununa göre, o kulübe büyük para harcama olanağını kendiliğinden veriyor.

Sadece haksız rekabeti minimize edebilmek açısından yabancı fonların futbola yatırılmasında UEFA'nın almış olduğu kararlar çok daha anlamlı. Bu kapsamda şirketler ya da dolar milyarderleri kulüp satın alabilirler ama satın aldıkları kulüplerine, futbol dışı gelirleri enjekte edemezler. Çünkü bu durum kulüpler arasındaki güçler dengesini bozuyor ve haksız rekabetin artmasına neden oluyor.

Platini, aldırmış olduğu bu kararlar ile kulüplerin finansal yapılarının daha sağlıklı ve rekabet edebilir hale gelmesine olanak sağlamakla birlikte, esas golü İngiliz kulüplerine atmış oldu. İngiliz kulüplerinin bu kararlara nasıl uyum sağlayacağını önümüzdeki günlerde hep birlikte göreceğiz.

http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109 - http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 12/Nis/2010 saat 15:24
Süper Lig 20 takım olmalı (mı?)

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR

12.04.2010 - 09:26
 
Geçen hafta bu sütunlarda "Anadolu'dan Şampiyon Çıkabilir mi? Ya da Rekabetin Ekonomi Politiği" başlığıyla ele aldığımız konuda özellikle Turkcell Süper Lig ve 1992 öncesi Türkiye 1. Ligi'nin "Demografik" açıdan rekabetçi yapısını incelemiştik. Özetle söz konusu yazımızda; "… Turkcell Süper Lig'de genel bir rekabet dengesi analizini yaptığımızda; ülkemizde rekabetçi dengenin dengesizlik temelinde konumlandığını görüyoruz. Turkcell Süper Lig'de rekabeti belirleyen Marmara Bölgesi ve bu bölge içinde de İstanbul kulüpleri dönemsel ve tarihsel rekabette üstünlüğü ellerinde tutuyorlar. Bugüne kadar 15 ekibin İstanbul'u temsil ettiği profesyonel futbol liginde 3 büyüklerin kesin ve tartışmasız bir üstünlüğü bulunuyor. 53 yıllık profesyonel futbol liginde üç kulübümüzün toplam şampiyonluk sayısı 46'ya ulaşıyor. Trabzonspor'un 6 şampiyonluğunu da dikkate aldığımızda toplam 52 şampiyonluk sayısının %88'i Üç büyüklere gitmiş durumda. Toplam 52 şampiyonluk sayısının %88'ini kendi aralarında paylaşan Üç büyüklerin bu süreçte oluşan toplam puanların sadece %32'sini alabilmeleri ise sportif performans ile şampiyonluk arasında çok büyük bir çelişkinin de var olduğunu bize gösteriyor. Dönem dönem Turkcell Süper Lig'de rekabetçi dengeye yaklaşılsa da genel olarak 90' l ı yıllardan bu yana rekabetçi dengenin giderek daha da bozulduğu gözlemleniyor. Özellikle Türkiye 1. Ligi'nin isminin değiştiği 1992 yılından bu yana haksız rekabetin giderek Üç büyüklerin lehine çalıştığı; gelirlerde bu kulüplerin lehine bir yoğunlaşmanın yaşandığı; buna bağlı olarak şampiyonlukların da bu takımlara gittiği açıkça görülüyor. Ayrıca Süper Lig'in dengesiz demografik dağılımı da rekabetçi dengeyi olumsuz etkiliyor. Bu kapsamda daha çok takımın daha farklı bölgeden katılımına olanak sağlayacak bir futbol alt yapısının ve üst yapısının oluşturulması gerekiyor. Kanımca bu bağlamda 20 takımlı ligin bütün yönleriyle tartışılmasının yararlı olacağını düşünüyorum. Lige katılan takımların bölgesel dağılımındaki dengesizlik, 7 bölgeli ülkemizi ve 53 yıllık geçmişi bulunan Süper Lig'i adeta 4 bölgeli bir lig haline getirmiştir." Belirlemesini ve analizini yapmıştık. Görünen o ki, artık Turkcell Süper Ligde'de rekabet açısından demografik dağılım üzerinde durmamız gerekiyor.

Bu haftaki yazımızda Turkcell Süper Lig'de rekabetçi dengenin demografik açıdan da yeniden düzenlenmesini teminen 20 takımlı bir ligin Türk futboluna ne tür katkılar sağlayabileceğini tartışacağız.

Bu tartışmaya geçmeden önce Avrupalı liglerin takım sayılarındaki değişmelere; takım sayılarına; düşme ve yükselme durumlarına bakmanın yararlı olacağını düşünüyorum.

Avrupalı üst düzey ligler kaç takımla oynanıyor?

Bu konuda net bir fikir sahibi olabilmek açısından Avrupalı üst düzey ve başaltı liglerde kaç takımın mücadele ettiğine bakmamız lazım.

Takım Sayısı Lig sayısı Ülke İsimleri

20 4 İngiltere, İspanya, İtalya, Fransa

18 5 Türkiye, Romanya, Almanya, Galler, Hollanda,

15/16 16 Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan, Macaristan, Polanya, Çek Cum., Ukrayna, Portekiz, Norveç, İsveç, Ukrayna, İsrail,

    Bosna Hersek, San marino, Belçika; Hırvatistan

13/14 5 Kazakistan, Belarus, Finlandiya, Kıbrıs Rum Cumhuriyeti, Lüksemburg

11/12  9 Arnavutluk, Makedonya, Azerbeycan, Danimarka, İskoçya, İzlanda, Kuzey İrlanda, Slovakya,Moldova

10 9 Avusturya, İsviçre, İrlanda, Estonya, İskoçya, Gürcistan, Slovenya, İrlanda Cumhuriyeti,Fareo adaları

<10 5 Litvanya, Letonya, Ermenistan,Andorra, Lichtestein

Yukarıdaki tablodan da görülebileceği üzere 53 ülke federasyonunun kendi premier liglerinde oynattıkları takım sayıları 20 ile 10 arasında değişiyor. Avrupa'da 20 takımlı sadece 4 lig mevcutken; 15/16 takımlı lig sayısı 16'ya ulaşıyor. Ülkemizde de olduğu üzere 18 takımlı 5 lig bulunuyor. 11 veya 12 takımlı lig sayısı 9 adet iken; yine 10 takımlı lig sayısı da 9…10'dan az takımın mücade ettiği lig sayısı ise 5. Bu liglerin yer aldığı ülkeleri yukarıdaki tabloda belirttik.

Avrupa'da da görüldüğü üzere 20 takımlı lig sayısı sadece dört. Bu ligler yukarıdan da görülebileceği gibi İngiliz Premier Lig, İspanyol La Liga, İtalyan Serie-A ve Fransız Lig 1.

Hangi liglerde takım sayısı arttı veya azaldı?

Hırvatistan: 2008/09 sezonundan itibaren ligdeki takım sayısı 12 takımdan 16'ya çıkartıldı.

İzlanda: 200/08 sezonundan itibaren ligdeki takım sayısı 10'dan 12'ye çıkarıldı.

İsrail: 2008/09 sezonundan itibaren takım sayısı 12'den 16'ya çıkartıldı.

Norveç: 2008/09 sezonundan itibaren takım sayısı 14'ten 16'ya çıkartıldı.

Sırbistan: 2008/09 sezonundan itibaren ligdeki takım sayısı 12 takımdan 16'ya çıkartıldı.

Litvanya: 2007'de 8 olan takım sayısı 10'a çıkartıldı. 2009'da tekrar sayı 8' indirildi.

Belarus:2007'de 14 olan sayısı 2008'de 16'ya çıkarttı. 2009 yılında da 14'e geri indirdi.

Moldova&Makedonya: 2008/09'da 11 olan takım sayısı 2009 sezonundan itibaren 12'ye yükseltildi.

Azerbeycan: 2008/09'da 14 olan takım sayısı 2009/10'da 12'ye indirildi.

Belçika: 2008/09 sezonunda 18 olan sayı 2009/10 sezonunda 16'ya düşürüldü.

İrlanda: 2008de 12 olan takım sayısı 2009/10 sezonunda 10'a düşürüldü.

Litvanya :2007'de 10 olan takım sayısı2008'de 8'e indirildi.

Kazakistan: 2008'de 16 olan sayı 2009'da 122ye düşürüldü

Kuzey İrlanda: 2007/08 sezonunda 16 olan takım sayısı 12'ye düşürüldü.

Gurcistan: 2007/08'de 14 olan takım sayısı 2009/10'da 10'a düşürüldü.

Galler:2009/10 sezonunda 18 olan takım sayısının 2010/11 sezonundan itibaren 12'ye düşürülmesi planlanıyor.

Yukarıdaki tabloya göre 6 ligde takım sayısı artırılırken; 11 ligde ise takım sayısının düşürüldüğü görülüyor.

Hangi liglerde kaç takım düşüyor? Kaç takım yükseliyor?

UEFA üyesi Avrupalı ülkelerin liglerinde yükselme ve düşmeye de kısaca bir göz attığımızda karşımıza aşağıdaki tablo çıkıyor. Aşağıdaki tabloya göre Turkcell Süper Ligin de bulunduğu grupta dokuz takım yer alıyor. Ancak Avrupalı liglerin içinde en yaygın uygulama olarak 2 takımın yükselip düştüğü ligleri görüyoruz. Bu grupta yer alan Lig sayısı 16'ya ulaşıyor. Bazı liglerde ise düşen takımlardan bazıları play out'larla belirleniyor. Nasıl ki bazı liglerde yükselmelerde play off'lar bulunuyorsa, düşme grubunda yer alan bazı takımlar da yine bazı liglerde play out'larla belirleniyor.

        Avrupalı liglerde düşen yükselen takım sayısı

Düşme Yok 1 Takım 2 Takım 3 takım 3'ten fazla 1 + 1 Düşen 2 + 1 Düşen 3 + 1 Düşen

Ermenistan Avusturya Azerbaycan Bulgaristan Romanya andorra Arnavutluk Kazakistan

San Marino Letonya Bosna Belarus Galler Belçika Güney Kıbrıs 

  İskoçya Çek Cumhuriyeti Hırvatistan   Estonya Almanya 

  Slovakya Danimarka İngiltere   Finlandiya Lüksemburg 

    Fareo Adaları İspanya   İrlanda Makedonya 

    Gürcistan Fransa   Litvanya Norveç 

    Macaristan Yunanistan   Kosova İsveç 

    İzlanda İtalya   Hollanda   

    Moldonya Türkiye   Kuzey İrlanda   

    polanya     İsviçre   

    Portekiz     Slovenya   

    Rusya         

    Sırbistan         

    Ukrayna         

    İsrail          

    Malta         

Türkiye 1.Ligi ve Turkcell Süper Lig'den bugüne kadar kimler geldi kimler geçti?

Turkcell Süper Lig'de rekabetçi denge bakımından demografik dağılıma bakmak bize önemli ipuçları verecektir. Türk profesyonel futbol ligi Elli üç yıllık profesyonel futbol tarihimizin dönüşüm noktası olan 1992 yılına kadar Türkiye 1.Ligi olarak devam eden profesyonel futbol ligimizde demografik dağılımın çok daha yaygın olduğunu gözlemliyoruz.

Aynı şekilde ekonomik analizlerde uygulanan bölgesel gelir dağılımı çalışmaları, 1. Türkiye Liginde mücadele eden takımların coğrafi dağılımı bağlamına uyarlandığında da 53 Yıllık sezonda yer alan 65 takımın coğrafi bölgelere göre dağılımında da dengesizlikler gözleniyor.

Bölgelere göre Türkiye 1.Liginde temsil edilme

Marmara  Yıl İç Anadolu) Yıl

BEŞİKTAŞ 53 MKE ANKARAGÜCÜ 47

FENERBAHÇE 53 GENÇLERBİRLİĞİ 37

GALATASARAY  53 ESKİŞEHİRSPOR 23

BURSASPOR 40 KAYSERİSPOR 15

İSTANBULSPOR AŞ 27 ANKARADEMİRSPOR 13

KOCAELİSPOR 20 PTT 12

VEFASPOR 14 KONYASPOR 11

SARIYER 13 HACETTEPE 9

SAKARYASPOR AŞ 11 ŞEKERSPOR 6

FERİKÖY 9 ŞEKERHİLAL 4

BEYKOZ 8 BŞB ANKARASPOR 4

KASIMPAŞA 8 YİMPAŞ YOZGATSPOR 2

KARAGÜMRÜK 6 GENÇLERBİRLİĞİ OFTAŞ SPOR 2

ZEYTİNBURNU 5 KAYSERİ ERCİYES SPOR 1

BAKIRKÖYSPOR 3 KIRIKKALE 1

DARDANEL AŞ. 3 PETROLOFİSİ 1

İSTANBUL BELEDİYE SPOR  3  

ADALETSPOR 2 Güneydoğu yıl

BEYOĞLUSPOR 2 GAZİANTEPSPOR 20

YEŞİLDİREK 2 DİYARBAKIRSPOR 11

BALIKESİRSPOR 1 SİİRT JETPASPOR 1

Ege Yıl Karadeniz Yıl

ALTAY 41 TRABZONSPOR 35

GÖZTEPE 25 SAMSUNSPOR 28

DENİZLİSPOR 16 BOLUSPOR 20

KARŞIYAKA 16 ZONGULDAKSPOR 14

ALTINORDU 10 ÇAYKUR RİZESPOR 15

İZMİRSPOR 10 ORDUSPOR 9

VESTEL MANİSASPOR 5 GİRESUNSPOR 6

AYDINSPOR 3 DÇ.KARABÜKSPOR 3

    AKÇAABAT SEBATSPOR 2

Akdeniz Yıl Dogu Anadolu Yıl

ADANASPOR 21 MALATYASPOR 10

ADANADEMİRSPOR 17 VANSPOR 5

ANTALYASPOR 13 ERZURUMSPOR 3

MERSİN İDMANYURDU 11 ELAZIĞSPOR 2

KAHRAMANMARAŞSPOR 1   

 

Bugüne kadar Marmara Bölgesi 21 takımla 1.ligde temsil edilmiştir. İç Anadolu Bölgesi ise 15 takımla temsil edilirken; Karadeniz Bölgesi 9 takımla; Ege bölgesi ise 8 takımla 1.Lig'de temsil edilebilmiş. Bu 4 bölge toplam temsilin yüzde 81'ini oluşturuyor. En az temsil edilme şansı bulunan bölgemiz 3 takımla G.Doğu Anadolu ve 4 takımla Doğu Anadolu Bölgesidir. Bu durum aşağıdaki tablodan da net olarak görülüyor.

Bölgelere göre Türkiye 1.Liginde temsil edilme ve yüzde dağılımı

Bölge Sezon Yüzde

Marmara 21 32

İç Anadolu 15 23

Karadeniz  9 14

Ege 8 12

Akdeniz 5 8

Doğu Anadolu 4 6

G.Doğu 3 5

Toplam 65 100

Temsil edilen her sezonu dikkate alarak yapılan ağırlıklı temsili baz aldığımızda ise Fenerbahçe, Beşiktaş ve Galatasaray 53 sezonun hepsinde yer almaları nedeniyle temsilde Marmara Bölgesi'nin ağırlığı artmıştır. Marmara, Karadeniz, İç Anadolu ve Ege'nin ağırlıklı temsildeki payı %81'e kadar yükselmiştir. 

Futbolun ülke sathında yaygınlığı açısından bakıldığında Türk futbolunun tarihsel süreçte Marmara odaklı olduğunu ve bunu İç Anadolu, Karadeniz ve Eğe bölgelerinin takip ettiğini görüyoruz. İlk 3 bölgeye Eğe bölgesini de dahil ettiğimizde lig tarihinde 4 bölgenin ağırlığı % 81'e ulaşmaktadır ki, bu da bize ligin aslında 4 bölgeli bir lig olduğunu gösteriyor. Özellikle Güneydoğu ve Doğu Anadolu takımları temsilde oldukça geride kalmış durumdalar.

Süper Lig'de ve Türkiye 1'inci Ligi'nde performansın rekabetçi denge açısından değerlendirilmesi

Türkiye Profesyonel futbol liginde tüm zamanlara bakımından şampiyonlar, ikinciler ve üçüncüler aşağıdaki tablo ile bilgilerinize sunuluyor. Aşağıdaki tabloya göre tüm zamanların şampiyonu dört takımdan üçü Marmara Bölgesi'nden (İstanbul'dan) çıkarken; lig ikincilerine bakıldığında geçen 53 yıllık süre içinde 7 farklı takımın bulunduğunu görüyoruz. Bu takımlar aşağıdaki tablodan da görülebileceği üzere; üç büyüklerin dışında Trabzonspor, Eskişehirspor, Sivasspor ve Adanaspor…

Lig üçüncülüğüne göz attığımızda ise; üç büyüklerin dışında 12 değişik takımın profesyonel futbol ligimizi üçüncü olarak bitirdiğini görüyoruz. Bu takımlar aşağıdaki tablodan da görülebileceği üzere; Trabzonspor, Gaziantepspor, Adanaspor, Samsunspor, Eskişehirspor, Gençlerbirliği, Altay, Malatyaspor, Boluspor, Zonguldakspor, Göztepe ve Vefa…

Şampiyonluklarda Marmara Bölgesi'nin tartışılmaz bir egemenliği bulunuyor. İkinciliklerde ise Marmara Bölgesi'nin dışında Karadeniz, İç Anadolu ve Akdeniz bölgelerini görüyoruz. Yedi bölgeden sadece dört bölgenin bugüne kadar Türkiye 1.Ligi ve Süper Lig'inde ikinciliğe ulaşabildiği görülüyor. Üçüncülüklerde ise genel olarak daha yaygın bir duruma tanık olabiliyoruz. Marmara Bölgesi'nin dışında beş bölgeden daha takımların ligleri üçüncü olarak bitirdikleri tablodan anlaşılıyor.

Şampiyonluk               

17 Şampiyonluk Galatasaray (1962, 1963,1969,1971,1972,1973,1987,1988,1993,1994,1997,1998,1999,2000,2002,2006,2008)

17 şampiyonluk Fenerbahçe (1959,1961,1964,1965,1968,1970,1974,1975,1978,1983,1985,1989,1996,2001,2004,2005,2007)

11 Şampiyonluk Beşiktaş (1960, 1966, 1967, 1982, 1986, 1990, 1991, 1992, 1995, 2003, 2009)  

6 Şampiyonluk Trabzonspor (1976, 1977, 1979, 1980, 1981, 1984)         

İkincilik                 

Fenerbahçe (16) 1960, 1962, 1967, 1971, 1973, 1976, 1977, 1980, 1984, 1990, 1992, 1994, 1998, 2002, 2006, 2008 

Beşiktaş (14) 1963, 1964, 1965, 1968, 1974, 1985, 1987, 1988, 1989, 1993, 1997, 1999, 2000, 2007  

Galatasaray (9) 1959, 1961, 1966, 1975, 1979, 1986, 1991, 2001, 2003    

Trabzonspor (7) 1978, 1982,1983, 1995, 1996, 2004, 2005     

Eskişehirspor (3) 1969, 1970, 1972       

Sivasspor (1) 2009        

Adanaspor (1) 1981               

Üçüncülük               

Galatasaray (15) 1960, 1964, 1965, 1967, 1968, 1976, 1978, 1981, 1983, 1984, 1989, 1992, 1995, 2005, 2007

Beşiktaş (9) 1959, 1961, 1962, 1969, 1996, 2002, 2004, 2006, 2008    

Trabzonspor (7) 1985, 1990, 1991, 1993, 1994, 1998, 2009    

Fenerbahçe (6) 1963, 1972, 1979, 1982, 1997, 1999     

Adanaspor (3) 1971, 1976, 1982       

Gaziantepspor (2) 2000, 2001       

Samsunspor (2) 1986, 1987       

Eskişehirspor (2) 1973, 1975       

Gençlerbirliği (2) 1966, 2003       

Altay (2) 1970, 1977        

Malatyaspor (1) 1988        

Boluspor (1) 1974        

Zonguldakspor (1) 1980       

Göztepe (1) 1971        

Vefa (1) 1959               

1992'den sonra demografik rekabet bozulmaya başladı

Yukarıdaki tablo da bize gösteriyor ki, 1992 yılında Türkiye 1. Ligi'nin Süper Lig'e dönüşmesiyle demografik rekabet üstünlüğünü Anadolu takımlarının kaybettiği görülüyor. Bu bağlamda 1959-2009 arasını değerlendirdiğimizde bugüne kadar;

· Şampiyonların sadece iki bölgenin çıktığını (Marmara Bölgesi 47 kez ve Karadeniz Bölgesi'nin 6 kez şampiyon),

· Lig ikincisi olan 7 takımdan 3'ünün Marmara Bölgesinden (Üç büyükler); diğer dört takımın farklı diğer dört bölgeden çıktığını,

· Lig üçüncüsü olan 15 takımdan 4'ünün Marmara Bölgesi'nden; diğer 11 takımın da 5 farklı bölgeden çıktığını görüyoruz.

1992'ye kadar; 12 farklı takım ligde üçüncülüğü yakalamışken; 1992'den sonra bu sayının beşe düştüğünü görüyoruz. Yine aynı şekilde 1992'ye kadar 6 farklı takım lig ikinciliğini yakalamışken; 1992 sonrası bu sayının Üç büyüklerin dışında sadece Trabzonspor ve Sivasspor ile sınırlandığını gözlemliyoruz.

Yine 1959-1992 arası ligde yer alan 39 değişik takım yedi farklı bölgeden lige katılırken; 1992'den sonra bu durumun doğu bölgeleri aleyhine bozulmaya başladığı; bu dönemde Türkiye'nin ekonomik ve sosyal anlamda daha gelişmiş bölgelerinden takımların profesyonel lige çıkabildiklerine tanık oluyoruz. 1992-2010 arası 23 değişik takımın yedi farklı bölgeden Süper Lig'e yükselebildiklerine tanık oluyoruz.

Söylemek istediğimiz Süper Lig ile birlikte aslında bir anlamda bir toplulaşma yaşandığı ve bu süreçte her ne kadar nispeten ekonomik anlamda Batı'nın gerisinde kalmış bölgelerimizden de takımlar Lig'e katılmış olsalar da; asıl çoğunluğu ekonomik anlamda gelişmiş bölgelerimizden daha fazla takımın Lig'e yükselebildikleri görülüyor. Buradan çıkan sonuç: Türkiye 1.Ligi gibi konvansiyonel bir ligden, Süper Lig gibi endüstriyel dönüşümün yaşandığı ve futbolun giderek parasallaşıp ticarileştiği bir sürece girilmesiyle, Süper Lig'de dengenin nispeten refah seviyesi batıya göre geride kalmış bölgelerimiz aleyhine bozulmaya başlaması sonucu bu bölgelerden daha az ekip Süper Lig'e çıkabilmiştir. Bu durum da doğal olarak Süper Lig'de demografik dengenin bozulduğunu ortaya koymaktadır.

20 takım olmalı mı?

Yukarıda belirttiğim nedenleri dikkate aldığımızda, Ligimizde 20 takımın yer alması kaçınılmaz bir zorunluluk olarak karşımıza çıkıyor. Ancak futbolumuzun alt yapısı ve üst yapısından gelen bazı sorunlar ve dengesizlikler giderilmediği sürece takım sayısının artırılması Süper lig'de sosyal ve ekonomik dengeyi sağlamaktan uzak olacaktır. Başlangıçta belki daha farklı bölgelerimizden daha değişik takımlarımız Süper Lig'e çıkma başarısı gösterebilir ancak ilerleyen dönemlerde, söz konusu dengesizlikler giderilmediği sürece yine refah seviyesi yüksek bölgeler lehine denge bozulmaya devam edecektir. Bu da sonuçta Süper Lig'de rekabetçi dengeyi demografik bakımından olumsuz etkileyecektir. Ancak bütün bunlara karşın, yine de takım sayısının yükseltilmesi temel olarak;

1. Demografik rekabetin yeniden düzelmesine olumlu katkı sağlayabilecektir.

2. Ülkemizin mevsimsel yapısı Süper Lig'in 20 takımla oynanmasına müsaittir. 20 takım olması halinde bir takımın oynayacağı maç sayısı 2*(20-1)=38'e yükselecektir. Bugün 18 takımla 34 maç oynayan takımlarımız dört maç daha fazla oynamış olacaklardır. Aslında bu tempo ile biz takımlarımızı yıllık elli maçın üzerinde bir performansa zorlamış olacağız. Bu da Avrupalı rakiplerimizle fizik-kondüsyon açısından rekabet edebilmemize olanak sağlayacaktır.

3. Süper Lig'de futbol pastasının gelişimine imkan verebilecektir. Başta Süper Lig'e yükselen takımların şehri olmak üzere ekonomiye olumlu katkı sağlayacaktır.

4. Yayıncı kuruluş daha fazla maç yayınlayacağı için bunun Türk futboluna reklam, medya, sponsorluk, maç günü geliri ve İddaa gelirleri başta olmak üzere ilave ve yeni parasal katkıları olacaktır.

5. Sportif rekabetin yükselmesine ve dengede rekabetin kurulmasına olumlu etki yapabilecektir.

6. Beş büyük ligden Alman Bundesliga dışında diğer dört ligin takım sayısını yakalamış olacağız. Turkcell Süper Lig'in bu liglere sayısal anlamda da yakınlaşabilmesi açısından bu bir zorunluluktur.

http://www.dunyagazetesi.com.tr/tugrul-aksar_109_0_yazar.html - http://www.dunyagazetesi.com.tr/tugrul-aksar_109_0_yazar.html


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: Esborahan
Gönderi tarihi: 12/Nis/2010 saat 17:10
Böyle birşeyin çıkacağını çevremdekilere önceden söylemiştim.Neden mi?
 
Bu sene Ankaraspor ligten düşürüldü.Lig böylece 17 takıma düşmüş oldu.Eğer lig 20 takıma çıkarılıcaksa tam zamanı aslında.Bank Asya'dan çıkan takımlarla birlikte 17+3=20 takım olacak ve hiçbir takım kümeye düşürülmeyecek.TFF böyle bir politika izleyebilir.Ama bu çok zahmetli bir iş.Aslında bunun olmasındaki bir amaçta LigTV'nin gelirlerini arttırmak.Bakalım dediğimiz çıkacak mı.Bekleyip göreceğiz...


-------------
Sensiz Hayat Bir İşkence
Dilimdesin Gündüz Gece
Satır Satır Hece Hece
Şarkılarım Senin İçin.


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 20/Nis/2010 saat 22:36
Türk futbolunun stratejik yol planı ya da futbolla Türkiye'yi ileriye taşımak

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

19.04.2010 - 09:09

Türkiye Futbol Federasyonu'nun uzun bir süredir üzerinde çalıştığı "Stratejik Plan" geçen hafta düzenlenen bir toplantıyla kamuoyuyla paylaşıldı. Temel misyonunu, eğitim ve tesisleşme hamlelerinde çağdaş hedefler ile buluşmak, uluslararası düzeyde rekabet edecek altyapıyı oluşturmak, topluma spor kültürünü benimsetmek, futbol ekonomisini büyüten güçlü finansal yapıya sahip bir organizasyon olmak şeklinde ifade eden Türkiye Futbol Federasyonu (TFF), bu süreçte vizyonunu da; çağdaş ve kurumsal bir yapıda futbola yaygınlık kazandırmak, ülke genelinde katılımı arttırmak, uluslararası organizasyonlarda sürekli var olmak şeklinde belirliyor.

Yukarıda belirlenen misyon ve vizyon gereği TFF tarihinde ilk kez, kendisine bir yol haritası da oluşturmuş durumda. Bu bağlamda Cumhuriyetin kuruluşunun 100. Yıl dönümüne denk gelecek şekilde şimdiden hazırlıklara başlayan TFF, 2013 sonuna kadar Türk Futbolunun hem sportif hem de yönetimsel konularında çok önemli atılımlar gerçekleştireceğini de anons etti.

TFF Başkanı Mahmut Özgener'in ifadesine göre bu dört yıllık stratejik plan yaklaşık 1 yıllık bir çalışma sonucunda hazırlanmış. Türk futbolunu yapısal açıdan sağlam zemine oturtmak için tüm paydaşların geniş katılımı ile oluşturulan bu stratejik plan ile temel olarak; Türk futbolunun rekabetçi yapısının yükseltilerek uluslararası alanda söz sahibi olabilmesi amaçlanıyor.

 Futbolun toplum üzerindeki sosyal ve psikolojik etkisinden hareketle, tüm kesimleri birleştirecek ve onları ortak bir heyecan etrafında toplayacak olan futbolun toplum üzerinde yaratacağı olumlu sosyal etkisini en üst seviyeye çıkarmak TFF'nin bir başka önemli amacı olarak karşımıza çıkıyor. Avrupa'da sınırlı sayıda olan stratejik plan, 2013 sonuna kadar Türk futbolunun gelecek tasarımına da imza atacak.

Her biri kısa spot başlıklar altında tanımlanmış ve ölçülebilir nitelikte olan 24 hedefi içeren bu plan sayesinde, Türkiye Futbol Federasyonu'nun ve Türk futbolunun kurumsal kılavuzu da oluşturulmuş olacak.

3 ana başlık 11+1 hedef

Türkiye'yi ve Türk futbolunu ileriye taşıyacak bu Stratejik Plan, "Sportif Başarı", "Güçlü Bir Organizasyon" ve "Uluslararası Spor Etkinlikleri" ana başlıklarından oluşuyor. Bu ana başlıkların altında ise 11+1 konu yer alıyor. Bu konulara geçmeden önce kısaca stratejik planın ana konuları üzerinde duralım.

1. Sportif başarıyla Türkiye'yi ileri taşımak

TFF stratejik Planı'nda "Açık ve ölçülebilir hedeflerle belirlenen Milli Takımlar, Elit oyuncular, bayan futbolu, herkes için futbol ve amatör futbol, hakemler ve teknik adamlar gibi altı odak alanında önümüzdeki dört yılda önemli gelişimler sağlayıp yol kat etmek sportif başarı için bir zorunluluk olarak ortaya konuluyor. 

Bu kapsamda Milli Takımlar bazında uluslar arası başarıya ulaşabilmek için öncelikle milli takımların güçlü ve geliştirilmeye açık yönlerini belirleyerek, onları başarıya ulaştıracak ekollerin analizini yapmak;

Oyuncu odaklı üst düzey sportif performans antrenman sistemini geliştirmek;

Oyuncu özelinde psikolojik, beslenme ve fizyolojik gelişim planlarını hazırlamak milli takımlar bazında başarıya giden yol haritası olarak belirleniyor.

Yine bu kapsamda uluslar arası futbol camiasında; yeteneklerimize, elit oyunculara ve oyuncu keşfi ile izlenmesine yönelik güçlü bir ağın inşa edilmesi futbolda başarıya ulaşmada en öncelikli görevler arasında yer alıyor. Bu bağlamda anahtar proje ve program olarak ta; Futbol Teknik Eğitim Merkezleri- FTEM projesi hayata geçirilecek. 2010 ile 2013 arasında sayısının 200'e ulaşması beklenen futbol teknik eğitim merkezlerinin kalıcı bir etki yaratacağı bekleniyor.

Yine "Elit Oyuncular" başlığı altında hayata geçirilmesi planlanan bir başka aksiyon ise, "Komple Oyuncu Programı". Bu program sayesinde güçlü ve elit futbolcuların yaratılması, bu nedenle profesyonel ve amatör kulüpler arasında olumlu ve motive edici bir kültür oluşturulmasına olanak ağlayacak bir program oluşturulacak.

Anahtar proje ve programlardan sonuncusu ise; Gençler Ligi'nin yeniden yapılandırılması olarak lanse ediliyor. Bu bağlamda Gençler Ligi'nin tamamıyla yeniden inşa edilmesi anahtar hedeflerin başında geliyor.

2. Güçlü bir organizasyon ile Türkiye'yi ileriye taşımak

Stratejik gelişim planının bence en önemli başlığı ve konusunu bu bölüm oluşturuyor. Temel olarak; Kurumsal gelişim, futbol ekonomisi, yeni iletişim teknolojileri, modern tesisler/Stadyumlar ve kulüp yapıları/organizasyon bu bölümün ana konularını oluşturuyor.

Kurumsal gelişim

Sürdürülebilir ve kalıcı olabilecek sportif başarılara ulaşabilmek için kurumsal gelişim ve yeniden yapılanmayı ilk sıraya alan TFF bu kapsamda; kendi organizasyonel yapısını yeniden yapılandıracak.

Futbol ekonomisi

Futbolun günümüzde artık bir endüstriye dönüşmesi ve yıllık bazda dünya genelinde yüz milyar dolarlara ulaşan gelirler yaratıyor olması onun konvansiyonel anlamda yönetilemeyeceğini açıkça ortaya koyuyor. TFF bu kapsamda bir yandan kurumsal yönetimi örgüt bazında realize etmeye çalışırken; diğer taraftan da bu yapılanma temelinde 2009-10'da 181 milyon TL olan bütçesini 2013 sezonunda %40 artırmayı hedefliyor. Bu başlık altında belirtilen hedeflere ulaşabilmek için alınacak aksiyon kalemleri ise;

Yeni sponsorluk sözleşmeleri imzalayabilmek,

İmajının pazarlanması ve marka değerini yükseltebilmek için pazarlama platformunu oluşturabilmek,

Paydaş yönetim sistemlerini geliştirmek.

Kulüp yapıları / organizasyon

Kulüplerin yönetimi kulüplerin kendi sorumluluğunda olmasına karşın, bir idare organı olarak kulüplerin mümkün olan en iyi gelişim temeline sahip olmalarının sağlanması TFF'nin tarihsel misyonları arasında yer alıyor. İyi yönetişim ilkeleri uygulanmak suretiyle kulüplerin yüksek bir standartta faaliyet göstermelerini sağlamak TFF'nin bu stratejik plan kapsamında öncelikli görevlerinin en başında geliyor.

Bu amaçla Türkcell Süper Lig ve 1.Lig kulüplerinin 2011-12 sezonundan itibaren UEFA Kulüp lisans başvurusunda bulunması ve 2011-14 arasında 3 yıllık stratejik gelişim planının hazırlanması ile TFF bünyesindeki tüm ulusal ve bölgesel ligler için kulüp lisanslama sisteminin tamamlanması bu konuda alınacak aksiyonların başında geliyor.

Kulüp yapılarındaki değişim sağlanırken anahtar program ve projeler olarak ta;

Finans, pazarlama, hukuki statü, genç oyuncuların yetiştirilmesi ve geliştirilmesi gibi önem kazanan konuların düzenli ve sıkı bir şekilde takip edilmesi ve bu konularda çalışma gruplarının oluşturulması ile kulüplerin gelir ve gider dengesine bir standartın getirilmesi bu konuda yol haritasının en önemli bölümünü oluşturuyor.

3. Uluslararası Spor Etkinlikleri ile Türkiye'yi ileriye Taşımak

Başta 2016 EuroCup olmak üzere önemli futbol etkinliklerini Türkiye'de organize edebilmek Stratejik planın en önemli parçalarından birisini oluşturuyor.

 Stratejik Planın stratejik konu başlıklarına yukarıda değindik. Ancak bu planın hayata geçirilebilmesi için tanıtım kitapçığında öz itibariyle belirtilen ana program ve projelerin uygulamaya alınması, plan açısından yaşamsal bir öneme sahip görünüyor. Biz şimdi biraz da bu konu üzerinde durmaya çalışalım…

TFF'nin stratejik planı ne kadar stratejik?

Öncelikle şunu belirtmem gerekir: Türk futbol otoritesinin bu türden bir strateji planı yapması gerçekten çok önemli ve taktire şayan bir durum. Bu planı belki de Türk futbolu için bir kalkınma planı olarak ta görebiliriz. Yeni Milli Takım hocamız Guus Hiddink'in gazetelerdeki demeçlerine bakıldığında çok önemli bir tespit var: "Türk futbolu düşüş içinde." Bu bağlamda böylesi bir planın zamanlama açısından da uygulamaya alınıyor olması "doğru zamanlama" olduğunu gösteriyor. Kısacası, bu planın çok daha detaylandırılarak ve her konuya ilişkin her türlü aksiyonun alınarak hayata geçirilmesi sağlanmalıdır.

Plan'a katkı olması açısından bazı eleştiriler yapılabilir ve farklı öneriler getirilebilir. Biz daha çok bu sütunlarda bunu yapmaya çalışıyoruz. Çünkü amacımız ülkemiz futbolunun Avrupa ve dünyada hak ettiği sportif ve mali performansa ulaşabilmesi ve futbol pastasından aldığı payını daha da arttırmasını sağlamaya yönelik çözüm önerileri getirmek…

Yukarıda yazdığımız konular ve bu plan öncesi mutlaka Türk futbolunun bir envanterinin çıkarılması hayati bir öneme sahip. Futbolumuzun yetenek havuzunun belirlenmesi; sportif, idari, iktisadi ve mali anlamda mutlaka SWOT analizlerinin yapılması gerekiyor. Güçlü yanlarımızı, önümüzdeki ve gelecekteki fırsat ve tehditleri ve geliştirilmesi gereken yönlerimizi tek tek ele alıp irdelemek ve buna uygun aksiyon planlarını oluşturmak kaçınılmaz bir zorunluluk olarak karşımızda duruyor.

Spor üzerine beyaz rapor (White Paper On Sport)

Bu sütunlarda bu konu üzerine daha hiç kimse yazıp çizmezken bizim dile getirdiğimiz bu olaydan bahsedilmesi beni ümitlendirdi ancak, tanıtım kitapçığında bu konuya ilişkin bir derinlik göremedim. Burada bir kez daha bahsetmekte yarar görüyorum. Bu konu üzerine yine bu sütunlarda derinlemesine bu konuyu ele almış ve bazı önermelerde bulunmuştum.

Hatırlanacağı üzere Mart 2007 de AB spor bakanlarının informal toplantısında White Paper ile ilgili temel beklentiler "Stutgrat Kararları" olarak yayınlandı. FIFA başkanı Sepp Blatter ile yakın ilişkiler içinde olan UEFA yeni başkanı Michel Platini için yeni bir aksiyon planı da bu şekilde gündeme gelmiş oldu.

Avrupa futbolu ile ilgili bütün bu tartışmalar 11 Temmuz 2007 tarihinde AB Komisyonu tarafından yayınlanan Spor Üzerine Beyaz Rapor (White Paper on Sport) ile bir sonuca ulaştı. Böylece 28 ülkeli Avrupa Birliği'nde sporun nasıl yönetileceği konusunda bir yasal zemin oluşmuş oldu. Raporun gelişimi Avrupa spor bakanları tarafından Kasım 2006 ve Mart 2007 de resmi olmayan bir toplantı ile tartışıldı. Her ne kadar bazı çevreler "Beyaz Rapor"un yasal olarak bağlayıcı olamayacağı yönünde bazı görüşler ileri sürüyorsa da, yayınlanan rapor ve eklerini okuyanlar bu yaklaşımın amacının, AB Komisyonu'nun spora müdahale edebilmesi için yasal olanakları ve zemini sağlayan bir rapor olduğunu görebilir. Rapor aslında profesyonel sporun bir yasal boşluğa doğru genişlemesine karşı bir reaksiyon gündeme gelmiş olmakla birlikte; Avrupa'da sporu yöneten organların bu konuda henüz beklenen aksiyonu almada yeterli noktaya da gelemediklerini de burada belirtelim.

TFF'nin stratejik planının "Kulüp yapıları / Organizasyon" başlıklı bölümümün altında yer alan bu konuya ilişkin çok kısa üç satırlık bir aksiyon planından, program ve projelerin altında bahsedilmiş. Bu konuya ilişkin tanıtım kitapçığında yazılanlar bu kadar. Ancak düzenlenen toplantıda bu konu ne kadar gündeme getirildi bilemiyorum. Daha doğrusu bu konuda basın tanıtımında onlarca yerli ve yabancı basının çağrıldığı belirtilmesine karşın, bu konularda dirsek çürüten ve bugüne kadar yayınlanmış dört kitabı bulunan ve başka kimsenin yeterli müktesebatının da olmadığı bir konuda benim toplantıya çağrılmayışımı da doğrusu anlayamadım. Sanırım yoğunluktan unutulmuş olsa gerek. Ancak sadece toplantı mı? Tanıtım kitapçığında üç yüze yakın konu uzmanından yararlanıldığı ifade ediliyor ama benim kapımı çalan olmadı…

"White Paper"(Beyaz Kitap)'da ne olduğunu çok fazla detaya dalmadan konu başlıklarıyla tekrar bir kez daha anımsatıp diğer konulara geçelim. Çünkü Beyaz Kitap gerçekten önemli ve TFF'na da kılavuz olabilecek bir rapor. Bu raporu ilk kez fesam.org sitesinde Türkçeye çevirip yayımladık. Daha sonra bu konuyu 2008'de yayımlanan "Futbol Yönetimi" isimli kitabımıza da taşıdık ve çok geniş bir bölüm ayırdık.

Beyaz Kitap'ta ne var?

Rapor sporun düzenleyici organlarının yetkilerine saygılı olunacağını vurguluyorsa da sporun ticarete dönüştüğü noktadan sonrasını AB rekabet hukukunun belirleyeceğini belirtiyor. Rapor; oyuncu ajanları, güvenlik, kulüp mülkiyeti, iş kanunları, sporun finansmanı ve doping gibi konularda ayrıntılı değerlendirmeler yapıyor.

Beyaz Kitap ve "Nice deklerasyonu"nda hemen hemen tüm raporlarda futbolun sportif, idari, iktisadi ve mali yönünün giderek büyümesi temel olarak aşağıdaki sorunlara çözüm arayışını da beraberinde getirdi. İşte tüm bu raporlar ve UEFA' da şimdi bu sorunlara çözüm arayışı içinde...

Plan'da olmayan konular!

TFF'nun bu çalışmasını tarihsel açıdan çok önemli bulmakla birlikte çoğu konuya değinilmemiş olması, biraz Plan'ın hızlı ve entelektüel derinlikten yoksun hazırlandığı görüntüsü veriyor. Bu bağlamda iyi niyetli ancak yeterli olmaktan uzak, aceleye getirilmiş bu çalışmada daha temel konularda daha farklı çözüm önerileri ve aksiyon planları yer alabilirdi. Belki de bu süreç içinde bu eksiklikler tamamlanabilecek…

Benim üzerinde durmak istediğim (ancak toplantıda olmadığım için kaçırmış olabilirim)konulara ilişkin birkaç konuyu sizlerle paylaşmak istiyorum.

Plan'da "Güçlü Bir Organizasyonla Türkiye'yi İleri Taşımak" bölümünde 11+1konunun 7. Durumundaki "Kurumsal Gelişim" bölümünde kurumsal yönetimde TFF'nin yeniden yapılandırılmasından bahsedilmesine karşın, kurumsal gelişim ve yapılanmaya ilişkin genel olarak kurumsal yönetimin şeffaflık, demokratlık ve iyi yönetişim gibi ilkelerinden bahsedilerek, kurumsal gelişimin belkemiğini oluşturacak konulardan söz edilmesine karşın, olay sadece Federasyon'un İnsan kaynakları süreçlerinin daha etkin hale getirilmesi ve buna bağlı olarak performansa dayalı bir sürecin başlatılmasına yönelik mevcut IT sistemlerinin ve online platformlarının geliştirilmesine; personel eğitiminin daha ileri boyutlarda gerçekleştirilmesine ve güvenilir performans ölçümleme sistemlerinin Federasyona ikame edilmesine indirgenmiş. Oysa konu başlığı ve içerik birbirinden o kadar farklı ki, alınan aksiyonların Federasyon'u kurumsal yönetim ve yönetişime götürmesi mümkün görünmüyor. Kurumsal yönetim ve yönetişim daha farklı konu ve içeriklere sahiptir oysa.

Futbol Ekonomisi'nin büyütülmesine ilişkin ilgili bölüme bakıldığında ise ekonomiyi büyütmek sadece bir temenni olarak kalmış. Futbol ekonomisinin büyütülmesi konusu da sadece "Tüm ulusal ve bölgesel ligler için isim sponsorluğu sağlanması" ve " TFF bütçesinin 2013 bütçesinin %40 büyütülmesine" endekslenmiş. Futbol ekonomisini oluşturan gelir kalemlerinin hangisinde ne tür aksiyonların alındığı ya da alınacağı hakkında plandan bir şey öğrenemiyoruz.

Kulüp yapıları ve Organizasyon konusunda da yine "tüm kulüplerin iyi yönetişim ilkeleri tatbik ve icra edilmek suretiyle, kulüplerin yüksek bir standartta faaliyet göstermeleri temin edilmelidir" gibi kulağa hoş gelen ancak operasyonel ve organizasyonel derinliği olmayan bir yaklaşım içinde konu sadece Türkcell Süper Lig ve 1.Lig kulüplerinin 2011-12 sezonundan itibaren UEFA Kulüp Lisanslama başvurusunun yapılmasına ve 2011-14 arasını kapsayan yıllık stratejik plan hazırlanmasına ve TFF bünyesindeki ulusal ve bölgesel ligler için kulüp lisanslama sisteminin tamamlanmasına" bağlanmış. Oysa kulüp yapılarının ve organizasyonlarının yeniden yapılandırılması salt UEFA kriterleriyle olabilecek bir iş değil. Evet UEFA kriterleri bu kapsamda önemli bir işleve sahip ancak tek başına kulüp yapılanmasını şekillendirmez. Sadece yol haritası verir. Kaldı ki, UEFA kulüp yapılarının yeniden yapılandırılmasına yönelik olarak ta çok somut bir seçime de kulüpleri zorlamaz. Ancak önerileri vardır. Bununla beraber kurumsal yönetişimin kulüplerde egemen örgüt modeli haline getirilmesi UEFA'da temel esastır.

Lisanslama konusunda ise benim hissettiğim kadarıyla TFF içinde olmakla birlikte, özerk bir örgütlenme olan Lisanslama komitesi ya da biriminin de kulüplere lisans vermede bazı sıkıntıları olduğunu sanıyorum.

Futbolcuların gelecekleri ve güvencelerine ilişkin planda tek maddenin yer almamasını ise büyük bir eksiklik olarak değerlendiriyorum. Bir yandan "Elit Oyuncu yetiştirme" konusunu plana taşırken; oyuncuların gelecek güvencelerinin es geçilmesi bana bir çelişki gibi geldi. Çok yetenekli futbolcuların bile sakatlanıp mesleklerinden olduklarını ve yaşamlarını devam ettirmelerinin ne kadar zor olduğunu ve çoğu futbolcunun yaşamlarını huzur evlerinde geçirmek durumunda kaldıkları hepimizin bilgisi dahilinde. Sonuçta tüm bu çalışmaların özü insan odaklıdır. Bu anlamda hem futbolcularımızın geleceklerini güven altına alacak hem de kulüplerimizin olası mali sıkıntılar karşısında zor duruma düşmelerini önleyecek ve devamlılıklarını sağlayacak yapısal önlemler paketinin bir an önce Plan'a dahil edilmesi gerekir.

Plan'da aşağıdaki konularda yeterli bilgi sahibi olamadım. Eğer Plan'ın master bir çalışması varsa ve Federasyon bu çalışmayı temin edebilme şansım olursa; şüphesi olmasınlar o konu üzerinde de gerekli yazıyı bu sütunlarda ele almaktan memnuniyet duyacağım.

· Kulüplerin mülkiyeti, kontrolü ve yönetimine ilişkin sorunlar nasıl çözümlenecek?

· Kulüp ruhsatlanması gibi yasal konularda mevcut sorunlar nasıl aşılacak?

· Oyuncu transfer sisteminde çok önemli açıklar ve sorunlar bulunuyor. Futbol kulüplerinin kaynakları verimli kullanmaları nasıl sağlanacak?

· Oyuncu temsilcilerinin ve maaş maliyet kontrollerinin düzenlenmesi nasıl olacak?

· TFF'nin kendisine ilişkin kurumsal yönetim konuları (hem ulusal hem de Avrupa seviyesinde) nasıl ve ne şekilde olacak? Bu konuda temel hareket planları ne olacak?

· Para aklama ve genç oyuncu ticareti de dahil olmak üzere futbol çevresindeki suç faaliyetleri konusunda neler yapılacak?

· Stadyumda sağlık ve güvenlik konularında Standartların yükseltilmesi tamamen parasal olanaklarla ilişkili. Bu konuda federasyon gerekli finansal kaynağı kulüplere nasıl ve ne şekilde sağlayacak? Bu konuda denetim ve takip nasıl yapılacak? (bu konuda sadece güvenlik kameralarından söz edilmiş!)

· Finansal fair play'in hayata geçirilmesinde 2012-13 sezonuna kadar kulüp bazında yapılması gereken çok önemli ödevler, yükümlülükler var. Bu konuda ne aksiyon alındı ya da alınacak?

· Oyuncuların ve kulüplerin gelecek güvencelerine ilişkin gerekli düzenlemeler ne zaman ve nasıl düzenlenecek?

· Kulüplerin gelir ve gider dengelerinin sağlanması, kontrol ve denetimlerine ilişkin federasyon kendisini ne ölçüde alt yapıda hazırladı ne tür aksiyonlar aldı?

Sonuçta

Federasyon'u bu çalışması nedeniyle tebrik ediyorum ve bu çalışmayı çok önemsiyorum. Çok doğaldır ki, her çalışmanın eksikliği olacaktır. Bu nedenle eleştiri ve özeleştiri mekanizmasının çalıştırılması tarihsel bir görevdir ve biz de bunu yapmaya çalışıyoruz. Tüm amacımız Türk futbolunu Avrupa'da ve Dünya'da hak ettiği yere taşımak…Bu konuda futbol otoritesine yardımcı olabilmek. Ancak ben mevcut çalışmayı iyi niyetle yapılmış ama önemli eksiklikleri olan gerekli ama yetersiz bir plan olarak görüyorum. Belki benim haberim olmadığı için toplantıya katılamadım, federasyon bu konularda gerekli açıklamaları yapmıştır. Bu açıklamalar yapılsa da ben yine elimdeki TFF kitapçığını baz alıyorum. Bu çalışmanın acilen tamlanması gereken yönlerine yönelik Federasyon'un üzerine daha eleştiri yapılabilecek bir çok alan var.

Bu kapsamda bu çalışmanın UEFA Kulüp Lisanslama Sistemi ile Finansal Fair Play'in, futbolun yürütme, saydamlık ve finansal dürüstlük konularının genel standartlarını iyileştirmek için inisiyatifi ele alacak bir çalışma olmasını bekliyor ve ümit ediyorum.

http://www.dunyagazetesi.com.tr/eko-spor-tugrul-aksar_109_0_yazar.html - http://www.dunyagazetesi.com.tr/eko-spor-tugrul-aksar_109_0_yazar.html ?


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 27/Nis/2010 saat 10:26
Premier Lig uçurumun kenarında!
 
Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com
26.04.2010 - 09:00
 
Endüstriyel ve görsel futbolun kabesi Peremier Lig 3.5 milyar Euro'ya ulaşan borçları nedeniyle uçurumun kenarına gelmiş durumda. En son Şampiyonlar Ligi'nde de tutunamayan İngiliz takımlarını bundan sonra zor bir süreç bekliyor. Daha doğrusu Avrupalı çoğu kulüp Premier Lig'in borçlanarak, kendisine rekabet üstünlüğü sağlamasına artık sessiz kalmıyor. Tüm Avrupalı kulüpler hemen hemen ortak söylem ve eyleme doğru yol alıyor. Bunda da özellikle 2009 yılında UEFA'nın almış olduğu "Finansal Fairplay" kararlarının büyük rolü bulunuyor.  Çoğu Avrupalı kulübün bütçesinden daha fazla harcama yaparak, sportif rekabette ciddi üstünlüğe ulaşan İngiliz kulüpleri, bu sene ne yazık ki bekleneni gerçekleştiremedi.

Avrupa'nın en borçlu ligi

Bugünlerde mali açıdan zor günler yaşayan Premier Lig 14.6 milyar Euro'luk Avrupa futbol pastasının yüzde 17'lik kısmını tek başına üretiyor. Deloitte'un 2008 tarihli raporuna göre Premier Lig'in yıllık yarattığı futbol değeri 2.5 milyar Euro'ya ulaşmış durumda. Milyarlarca Euro'luk bir endüstriye dönüşen İngiliz futbolu,  aynı zamanda Avrupa'nın da en borçlu liglerinden birisi. Premier PLC 2009 verilerine göre ekonomik krizin ve Sterlin / Euro paritesinin  de olumsuz etkisiyle  2009 yılını bir önceki yıla göre %17.7 küçülerek  yaklaşık  2 milyar 57 milyon Euro gelir ve 3 milyar 556  milyon  Euro borç ile kapadı.  Şimdilerde başta İngiliz Futbol Federasyonu (The Football Association) olmak üzere tüm kulüpler bu borçlarla başa çıkabilme arayışı içindeler.

Ekonomik kriz İngilizlerin belini büktü!

Son beş yıldır gerek Şampiyonlar Ligi'nde gerekse, UEFA Kupası'nda rakiplerine sportif ve mali anlamda çok önemli farklar atan İngiliz kulüpleri, bugün çok büyük borçlarla başları fena halde dertte. Son üç sezondur Şampiyonlar Ligi'nin yarı finaline üç takımı sokabilme başarısı gösteren Premier Lig, ekonomik krizin de getirdiği sıkıntılarla son iki yıldır transferde İspanyol ve Alman rakiplerinin gerisinde kaldı. Sadece Manchester City, Premier Lig'te en fazla transfer yapan kulüp oldu. Transferde çok aktif bir politika izlemeyen Premier Lig 2009-10 sezonunda transfere toplam 245 milyon Euro civarında bir para harcarken; aynı sezonda sadece Real Madrid ve Barcelona'nın transfere harcadıkları para 365 milyon Euro'ya ulaştı.

Bu tutar da İngilizlerin ekonomik sıkıntılardan ne kadar etkilendiklerini ortaya koyuyor. İngiliz Sterlini'nin, Euro karşısında son bir buçuk yılda %31.5 değer kaybetmesi,  kulüplerinin sterlin sözleşmelerinin Euro karşısında erimesine neden oldu. Bu parasal kayıp İngiliz kulüplerinin parasal gelirlerinin de azalmasına yol açtı. Bu durum da doğal olarak İngilizlerin daha az transfer yapmalarına sebep oldu. Bununla beraber İngiliz kulüplerinin borçlanması da bir bu süreçte bir çığ gibi büyüdü. Parasal gelir azalırken, artan oyuncu ücret ve maaşları kulüplerin büyük kısmında faaliyet zararı oluşmasına yol açtı. Bazı İngiliz kulüpleri ciddi sıkıntı içine girdi. Portsmouth borçları nedeniyle kayyuma devredilirken; Manchester United 699 milyon sterlin tutarındaki borçlarından kurtulabilmek için 500 milyon sterlin civarında tahvil ihraç etmek durumunda kaldı. Liverpool gibi bir dünya devi yine 280 milyon sterline ulaşan borçlarından kurtulabilmek için Manchester United gibi tahvil ihracına hazırlanıyor.

Premier Lig ekiplerinin tek tek mali durumlarını aşağıda sizlerle paylaşıyoruz. Kulüplere geçmeden önce Premier Lig'in genel finansal durumuna bir bakmamız gerekiyor, çünkü Avrupa futbolunu domine eden Premier Lig'in finansal sağlığı her geçen gün giderek bozuluyor. Yüksek gelirler elde edilmesine karşın borçlar da çığ gibi büyüyor ve Premier Lig yıllık 1 milyar euroya yakın bir açık veriyor. Bu açığın finansmanı Man.Utd. örneğinde olduğu gibi kulüpleri değişik mali enstrümanlara da yönlendirebiliyor ama sonuç yine aynı. Yüksek maliyet ve büyük borç stoku. Premier Lig kulüplerinin şirket şeklinde organize olmuş olmaları onları doğal olarak iflasa da götürebiliyor. Zarar eden kulüplerin öz kaynakları eriyor ve sürekli olarak nakit ihtiyaçları artıyor. Bu yapının devam etmesi aynı zamanda vergi kaybına da yol açıyor. Çok sevilen bu oyunun artık "iş" olarak oynanması, yeni düzenlemeleri de kaçınılmaz kılıyor.

Genel olarak Premier Lig'in finansal durumu

Bugün 732 Avrupalı futbol kulüplerinin toplam borçları UEFA'nın resmi raporu "The Europen Club Footballing Landscape"e göre 3.5 milyar sterline ulaşıyor. 2008-09 finansal dönemine ilişkin bilgilere göre  20 kulüpten oluşan Premier Lig'in toplam gelirleri 1.799 milyon sterline (yaklaşık 2.057 milyon Euro) ulaşırken; 20 kulübün toplam borçlanması ise 3.126 milyon sterline (yaklaşık 3.556 milyon Euro) yaklaşıyor. 20 kulüpten sadece altısı faaliyet karı yaratabilirken; kalan on dört kulüp zarar ediyor. Premier Lig'in 2008-09 verilerine göre toplam operasyonel zararı ise 199.7 milyon Sterlin'e (227.2 milyon Euro) ulaşıyor.

 2009 Premier Lig Kulüp Borçları (Milyon Sterlin)

 Kulüp Gelir Borç Kar/Zarar

1 Chelsea 213,6 701 -84,5

2 Manchester United 256,2 699 -44,8

3 Arsenal 222,5 416 36,7

4 Liverpool 159 280 -

5 Fulham 53,7 197 3,2

6 Manchester City 82,3 147 -32,6

7 Newcastle United 100,8 106,2 -34

8 Middlesbrough 48 93 -8,3

9 Aston Villa 75,6 73 -7,6

10 Sunderland 63,6 69,2 -4,9

11 Wigan Athletic 43 66,4 -11,2

12 Tottenham Hotspur 114,7 65 3

13 Portsmouth 70,5 57,7 -17

14 Bolton Wanderers 59,1 52 -8,4

15 Everton 76 39 26

16 West Ham United 57 36 -22

17 Blacburn Rovers 56,4 17 3

18 West Bromwich Albion 27,2 8,9 11,3

19 Stoke City(*) 11,2 2,3 -5,6

20 Hull City (*) 9 1 -2

 Toplam 1.799,4 3.126,7 -199,7

(*): Bir önceki yıl Premier Lig'e çıktıkları için gelirleri düşük.

En yüksek gelire sahip iki kulübün Manchester United ve Chelsea'nin toplam gelirleri 469.8 milyon Sterlin olurken; bu iki kulübün toplam borçları ise 1.4 milyar sterline ulaşıyor. İki kulübün gelirleri toplamı, toplam gelirin %26'sı iken; borçları ise toplam borcun %44'üne karşılık geliyor.

Yine Premier Lig'in Big Four'u, yani Chelsea, Manchester United, Arsenal ve Liverpool'un toplam gelirleri 851.3 milyon sterlin ile  toplam gelirin %47'sini oluştururken; 2.096 milyon sterlin civarındaki  toplam borçları da, Premier Lig'in borçlarının %67'sini oluşturuyor. Premier Lig'in 3.556 milyon Euro tutarındaki borcu ise Avrupa futbol kulüplerinin toplam 6.250 milyon Euro'luk borçlarının %56'sını oluşturuyor. Avrupa'daki toplam 732 kulübün toplam borçları içinde çok önemli bir paya sahip Premier Lig, Avrupa futbol gelirlerinin %17'lik kısmını tek başına yaratırken; İngiliz kulüplerinin toplam kredi ve borçlanma olanaklarından daha fazla yararlandıklarını görüyoruz. Premier Lig  toplam gelirin %17'sini alırken; toplam kredi olanaklarının da %56'sını kullanıyor olması İngiliz kulüplerine haksız rekabet üstünlüğü sağlıyor. Bu bağlamda finansal fair play uygulamalarından en fazla etkilenecek lig olarak karşımıza Premier Lig çıkıyor.

En zengin lig, en çok sıkıntıda!

Rakipleriyle kıyaslandığında Avrupa'nın en zengin ligi konumunda bulunan Premier Lig, Avrupa'nın en borçlu ligi durumunda. Aslında parasal gelirler bakımından  karşılaştırıldığında Premier Lig'deki 20 kulüpten 18'i Avrupalı diğer kulüplerin ticari gelirlerinden daha fazla parasal gelire sahip.

UEFA Genel Sekreteri Gianni Infantino'nin açıklamalarına göre "Avrupa'nın üst düzey kulüplerinin neredeyse yarıya yakını 2008 yılını rekor düzeyde zararla kapattı. İngiliz Lig'i de Avrupa'nın en zengin ligi olmasına karşın, kulüplerin yüksek borçları futbolun geleceğine ilişkin ciddi endişeler yaratıyor. Ve temel sorun kulüplerin kazançlarından daha fazlasını harcıyor olmaları. Eğer bankalar futbol kulüplerine fonlama olanaklarını keserlerse, kulüpler oyuncularının ücret ve maaşlarını ödeyemez duruma gelecekler. Şu ana kadar kulüpler finansörlerin sayelerinde çok sıkıntı ile karşılaşmadılar. Ancak bundan sonra artık kulüpler kendi gelirleriyle faaliyetlerini finanse edecekler ve gelirlerinin üzerinde bir harcama yapamayacaklar"

Ancak son günlerde İngilizlerin baskısına boyun eğmek durumunda kalan UEFA ne yazık ki, 2012-13 sezonundan itibaren başlayacak olan "Finansal Fair Play" uygulamasını da 2014-15 sezonuna ertelemek durumunda kaldı.

Finansal Fair Play'e ilk erteleme

UEFA,  2012'de yürürlüğe girmesi beklenen finansal fair-play uygulamasını, üç yıllık bir ertelemeyle, 2015'te başlatma kararı aldı. Kararın alınmasında, iki yıldan az bir süre içinde gerekli finansal düzenlemeleri yapamayabileceklerini belirten Avrupa'nın üst düzey kulüplerinin (daha çok İngiliz kulüplerinin) talepleri bu erteleme kararının alınmasına etkili oldu. Söz konusu "finansal fair play" uygulaması ile kulüplerin gelir ve gider dengelerini sağlamaları; gelirlerinin üzerinde bir gider yapmamaları ve kulübe patron ya da yöneticiler tarafından aktarılmış finansal fonların kaynağına 2012-13 sezonuna kadar iade edilmeleri karara bağlanmış; bu yükümlülükleri yerine getirmeyen kulüplerin Avrupa Kupaları'na katılımlarına izin verilmeyeceği 2009 yılında UEFA tarafından karara bağlanmıştı.

Manchester'da düzenlenen ve UEFA'ya üye 53 ülkeden 93 kulüp temsilcisinin katıldığı son Avrupa Kulüpler Birliği toplantısının ardından, birliğin başkanı Karl-Heinz Rummenigge, uzun süren görüşmeler sonrasında UEFA yönetimiyle ortak bir noktada buluştuklarını açıkladı. Buna göre UEFA'nın, kulüplerin finansal denetimini üç yıllık periyotlar halinde yapacağı, bu denetim sonrasında da Avrupa Kupalarına katılıp katılamayacaklarını belirleyeceği bildirildi. 2012-2015 periyodununsa, bu uygulama için bir geçiş dönemi olacağı ve kulüplerin yeni sisteme uyum sağlamaları için bir bakıma bu süre içinde testten geçecekleri vurgulandı.

Avrupa Kulüpler Birliği toplantısında ayrıca UEFA'nın yapmış olduğu 'borcu sadece 50 milyon Euro'nun üzerinde olan kulüplerin denetim altına alınması' önerisi de reddedildi ve her kulübe eşit mesafede yaklaşılması gerektiğine değinildi

Premier Lig Kulüplerinin Genel Durumları (Alfabetik olarak düzenlenmiştir.)

(31 mayıs 2008 finansallarına göre)

Arsenal

Kulüp sahibi: Arsenal Holdings PLC.

Toplam gelir: 222.5 milyon Sterlin

Yıllık oyuncu ücret ve maaşları toplamı 101.3 milyon Sterlin.

Ücret ve maaşların toplam gelire oranı: %45

Vergi öncesi kar: 36.7 milyon Sterlin

Toplam borç: 416 milyon Sterlin

Yıllık ödediği faiz: 26 milyon Sterlin

Aston Villa

Kulüp sahibi: reform Acquisitions LLC, USA.

Toplam gelir: 75.6 milyon Sterlin

Yıllık oyuncu ücret ve maaşları toplamı: 50.4 milyon Sterlin

Ücret ve maaşların toplam gelire oranı: %66.7

Vergi öncesi zarar: 7.6 milyon Sterlin

Toplam borç: 73 milyon sterlin

Yıllık ödediği faiz: 5.8 milyon Sterlin

Blackburn overs

Kulüp Sahibi: The Trustees of the Jack Walker (USA)

Toplam gelir: 56.4 milyon Sterlin

Yıllık oyuncu ücret ve maaşları toplamı: 39.7 milyon Sterlin

Ücret ve maaşların toplam gelire oranı: %70

Vergi öncesi kar: 3 milyon Sterlin

Toplam borç: 17 milyon Sterlin

Vergi öncesi kar: 3 milyon Sterlin

Yıllık ödediği faiz: 1.5 milyon Sterlin

Bolton Wanderers

Kulüp sahibi: %95 Edwin Davies;

Toplam gelir: 59.1 milyon Sterlin

Yıllık oyuncu ücret ve maaşları toplamı: 39 milyon Sterlin

Ücret ve maaşların  toplam gelirlere oranı: %66

Vergi Öncesi zarar: 8.4 milyon Sterlin

Toplam borç: 52 milyon Sterlin

Yıllık ödediği faiz: 3 milyon Sterlin

Chelsea

Kulüp sahibi: Roman Abramovich

Toplam gelir: 213,6 milyon Sterlin

Yıllık oyuncu ücret ve maaşları toplamı: 149 milyon Sterlin

Ücret ve maaşların  toplam gelirlere oranı: %68

Vergi öncesi zarar: 84.5 milyon Sterlin

Toplam borç: 701 milyon Sterlin

Yıllık ödediği faiz: Borç Roman Abramovich'e olduğu için faiz ödemiyor.

Fulham

Kulüp sahibi: Muhammed El Fayed

Toplam gelir: 53.7 milyon Sterlin

Yıllık oyuncu ücret ve maaşları toplamı: 39.3 milyon Sterlin

Ücret ve maaşların  toplam gelirlere oranı: %73

Vergi öncesi kar: 3.2 milyon Sterlin

Toplam borç: 197 milyon Sterlin

Yıllık ödediği faiz: 1.8 milyon Sterlin

Hull City

Kulüp sahibi: jersey'de kayıtlı Off Shore Isıs Nominees şirketi

Toplam gelir: 9 milyon Sterlin

Yıllık oyuncu ücret ve maaşları toplamı: 6.9 milyon Sterlin

Ücret ve maaşların  toplam gelirlere oranı: %77

Vergi öncesi Zarar: 2 milyon Sterlin

Toplam borç: 1 milyon Sterlin

Yıllık ödediği faiz: 52 bin Sterlin

Liverpool

Kulüp sahibi: Gilett  ve Tom Hicks

Toplam gelir: 159 milyon Sterlin

Yıllık oyuncu ücret ve maaşları toplamı: Veri yok

Ücret ve maaşların  toplam gelirlere oranı:veri yok

Vergi öncesi Zarar: Veri yok

Toplam borç: 280 milyon Sterlin

Yıllık ödediği faiz: 21 milyon Sterlin (tahmin ediliyor)

Manchester City

Kulüp sahibi: %90 Şeyh Mansur Bin Zayid

Toplam gelir: 82.3 milyon Sterlin

Yıllık oyuncu ücret ve maaşları toplamı: 54.2 milyon Sterlin

Ücret ve maaşların  toplam gelirlere oranı: %66

Vergi öncesi zarar: 32.6 milyon Sterlin

Toplam borç: 147 milyon Sterlin

Yıllık ödediği faiz: 10.7 milyon Sterlin

Manchester United

Kulüp sahibi: Malcom Glazer Ailesi

Toplam gelir: 256.2 milyon Sterlin

Yıllık oyuncu ücret ve maaşları toplamı: 121.1 milyon Sterlin

Ücret ve maaşların  toplam gelirlere oranı: %47

Vergi öncesi Zarar: 44.8 milyon Sterlin

Toplam borç: 699 milyon Sterlin

Yıllık ödediği faiz: 69 milyon Sterlin

Middlesbrough

Kulüp sahibi: Gibson O'Neil %75; Steve Gibson  %25

Toplam gelir: 48 milyon Sterlin

Yıllık oyuncu ücret ve maaşları toplamı: 34.8 milyon Sterlin

Ücret ve maaşların  toplam gelirlere oranı: %73

Vergi öncesi zarar: 8.3 milyon Sterlin

Toplam borç: 93 milyon Sterlin

Yıllık ödediği faiz: 7.2 milyon Sterlin

Newcastle United

Kulüp sahibi: Mike Ashley, St.James Holdings PLC

Toplam gelir: 100.8 milyon Sterlin

Yıllık oyuncu ücret ve maaşları toplamı: 74.6 milyon Sterlin

Ücret ve maaşların  toplam gelirlere oranı: %74

Vergi öncesi zarar: 34 milyon Sterlin

Toplam borç: 106.2 milyon Sterlin

Yıllık ödediği faiz: 6.6 milyon Sterlin

Portsmouth

Kulüp sahibi: Miland Development Limited üzerinden Alexandra Gaydamak

Toplam gelir: 70.5 milyon Sterlin

Yıllık oyuncu ücret ve maaşları toplamı: 54,7 milyon Sterlin

Ücret ve maaşların  toplam gelirlere oranı: %78

Vergi öncesi zarar: 17 milyon Sterlin

Toplam borç: 57.7 milyon Sterlin

Yıllık ödediği faiz: 6.6 milyon Sterlin

Stoke City

Kulüp sahibi: Bet 365 Grup, Peter Coates ve ailesi

Toplam gelir: 11.2 milyon Sterlin

Yıllık oyuncu ücret ve maaşları toplamı: 11.9 milyon Sterlin

Ücret ve maaşların  toplam gelirlere oranı: %106

Vergi öncesi zarar: 5.6 milyon Sterlin

Toplam Borç: 2.3 milyon Sterlin

Yıllık ödediği faiz: 49.000 Sterlin

Sunderland

Kulüp sahibi: Ellis Short %100

Toplam gelir: 63.6 milyon Sterlin

Yıllık oyuncu ücret ve maaşları toplamı: 37.1 milyon Sterlin

Ücret ve maaşların  toplam gelirlere oranı: %58

Vergi öncesi zarar: 4.9 milyon Sterlin

Toplam borç: 69.2 milyon Sterlin

Yıllık ödediği faiz: 3.9 milyon Sterlin

Tottenham Hotspur

Kulüp sahibi: %82 Enic International Limited,

Toplam gelir: 114.7 milyon Sterlin

Yıllık oyuncu ücret ve maaşları toplamı: 52.9 milyon Sterlin

Ücret ve maaşların  toplam gelirlere oranı: %46

Vergi öncesi kar: 3 milyon Sterlin

Toplam Borç: 65 milyon Sterlin

Yıllık ödediği faiz: 3.9 milyon Sterlin

West Bromwich Albion

Kulüp sahibi: %50'nin üzeri  Jeremy Peace ( Kulüp Başkanı)

Toplam gelir: 27.2 milyon Sterlin

Yıllık oyuncu ücret ve maaşları toplamı: 21.8 milyon Sterlin

Ücret ve maaşların  toplam gelirlere oranı: %80

Vergi öncesi kar: 11.3 milyon Sterlin

Toplam borç: 8.9 milyon Sterlin

Yıllık ödediği faiz: 91.000 Sterlin

West Ham United

Kulüp sahibi: Bjorgulfur Gudmundsson, Hansa ehf ve Olafsfell

Toplam gelir: 57 milyon Sterlin

Yıllık oyuncu ücret ve maaşları toplamı: 44.2 milyon Sterlin

Ücret ve maaşların  toplam gelirlere oranı: %76

Vergi öncesi zarar: 22 milyon Sterlin

Toplam borç: 36 milyon Sterlin

Yıllık ödediği faiz: 2 milyon Sterlin

Wigan Athletic

Kulüp sahibi: Dave Whelan ve ailesi

Toplam gelir: 43 milyon Sterlin

Yıllık oyuncu ücret ve maaşları toplamı: 38.4 milyon Sterlin

Ücret ve maaşların  toplam gelirlere oranı: %89

Vergi öncesi zarar: 11.2 milyon Sterlin

Toplam borç: 66.4 milyon Sterlin

Yıllık ödediği faiz: 1.7 milyon Sterlin

Sonuç

Avrupa futbolunu domine eden Premier Lig'in finansal sağlığı her geçen gün giderek bozuluyor. Yüksek gelirler elde edilmesine karşın borçlar da çığ gibi büyüyor ve Premier Lig yıllık 1 milyar Euro'ya yakın bir açık veriyor. Bu açığın finansmanı Man.Utd. örneğinde olduğu gibi kulüpleri değişik mali enstrümanlara da yönlendirebiliyor ama sonuç yine aynı. Yüksek maliyet ve büyük borç stoku.

Premier Lig kulüplerinin şirket şeklinde organize olmuş olmaları onları doğal olarak iflasa da götürebiliyor. Zarar eden kulüplerin öz kaynakları eriyor ve sürekli olarak nakit ihtiyaçları artıyor. Bu yapının devam etmesi aynı zamanda vergi kaybına da yol açıyor.

Çok sevilen bu oyunun artık "iş" olarak oynanması, yeni düzenlemeleri de kaçınılmaz kılıyor. Ancak bu sorunu sadece Premier Lig olarak ta düşünmemek lazım. Aynı şey bizim ligimiz için de geçerli.

http://www.dunyagazetesi.com.tr/eko-spor-tugrul-aksar_109_0_yazar.html - http://www.dunyagazetesi.com.tr/eko-spor-tugrul-aksar_109_0_yazar.html ?


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 28/May/2010 saat 00:38
Anadolu’ya yeni bir model olabilecek mi?

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

24.05.2010 - 09:14
 

Geçen hafta Turkcell Süper Lig'de şampiyonluğunu ilan eden Bursaspor 47 yıllık tarihinde ilk kez Turkcell Süper Lig şampiyonluğuna ulaşarak bir tarih yazdı. Kolay değil tam 41 sezon Türkiye 1.Ligi ve Türkcell Süper Lig'de mücadele eden bir takımın İstanbul egemenliğine karşı şampiyonluk kupasını havaya kaldırmak. Tüm Türkiye Bursaspor'un bu başarısını kutluyor. Bizde bu hafta bu şampiyona bir bakış atalım istedim. Bursaspor'u bu başarısından dolayı kutlarken, başarısının devam etmesini diliyorum.

1963 yılında Bursa'da kurulan futbol kulübü renklerini Bursa Ovası'nın yeşilinden ve Uludağ 'ın kar beyazından almış…  2009-2010 sezonunda Turkcell Süper Lig şampiyonluğunu kazanarak, dört büyükler dışında Lig Şampiyonluğunu kazanan ilk kulüp olarak lig tarihine geçti.

Bursaspor'un Süper Lig şampiyonluğu Türk futbolunda çok önemli bir yer tutuyor. Yıllardır Üç Büyüklerin egemenliği ve yönlendiriminde giden bir ligde bu egemenliğe bir yıllığına da olsa son verdiler. Her ne kadar Türkiye Profesyonel 1.Futbol Ligi ve Turkcel Süper Lig'de bugüne kadar dört takım şampiyon olduysa da, 1992 yılında kurulan Turkcel Süper Lig'de bu tarihten bu yana üç büyüklerin dışında bir şampiyon çıkmadı, çıkamadı.

Turkcell Süper Ligi'nde üç büyükler lehine konumlanmış rekabetçi dengeyi bu yıl kendi lehine değiştirebilme başarısı gösterebilen bir takım Bursaspor. Bursaspor'un bundan sonraki yıllarda göstereceği sportif performans Bursaspor'u Süper Ligin önemli takımlarından birisi haline getirebilir. Bursaspor bu sene kazanılan Süper Lig şampiyonluğunun mali getirisinden yararlanabilme başarısı gösterebilirse, gelecek yıllarda da Turkcell Süper Lig Şampiyonluğun en önemli adaylarından birisi olur.

Bu sütunlarda 29 Mart 2010'da "Anadolu'dan Şampiyon Çıkar mı ya da Türk Futbolu İçin Daha Fazla Bursaspor!.." ve 2015 Nisan 2010 tarihinde de "Anadolu'dan Şampiyon Çıkabilir mi? Ya da Rekabetin Ekonomi Politiği" başlıklı yazımızda detay olarak Bursaspor'un olası şampiyonluğunu irdelemiş ve genel olarak şöyle yazmıştık. "Bursaspor'un bugün dolu dizgin gidişinin önünde sportif bir engel bulunmuyor. Ancak şampiyonluk ta sadece sportif performansla gelmiyor. Şampiyonluk yolu engebeli, dolambaçlı ve dikenli bir yol. Bu yolu tamamlamak için sağlam ve sağlıklı bir mali yapı da tek başına yeterli olmuyor. Çünkü futbol sisteminin işleyişi çok önemli bir etken. Sistemin temel dinamiklerindeki dengesizlikler giderilmediği sürece, Bursaspor tüm Anadolu'nun gücünü de arkasına alarak şampiyonluğa ulaşıp sıra dışı bir örnek olarak ismini Türk futbol tarihine altın harflerle yazdırması, hoş bir tesadüf olarak kalacaktır. Asıl olan Bursaspor'u yeni Bursasporlar'ın izlemesine ve Bursaspor'un başarılarını kalıcı kılabilmesine olanak sağlayacak futbol alt ve üst yapılanmasının sağlanması; Anadolu kulüplerinin rekabet gücünün yükseltilmesi; Üç büyükler lehine haksız rekabetin minimize edilerek, dengeli gelir dağıtımının sağlanmasıdır."

Yukarıdaki pasaj Bursaspor'un Süper Lig'de Bursaspor'un şampiyon olabileceğini, ancak bunun hoş bir tesadüf olarak kalmaması açısından gerek futbol otoritesinin, gerekse de Bursaspor kulüp yönetiminin yapacağı önemli şeylerin bulunduğunu ifade ediyor. Gerçekten de Bursaspor yeşil sahalarda kazandığı şampiyonluğu mutlaka mali başarıya dönüştürebilmeli ve buradan gelecek fonlarla da sportif performansı daha yukarılara taşıyabilmelidir. Bu başarı döngüsünün gerçekleşmesi için bunlar Bursaspor'un ödevleri…ya futbol otoritesi, yani Türkiye Futbol Federasyonu neler yapmalı? İşte bu sorularımıza bu yazılarımızla yanıtlamaya çalışmıştık.

Biz bu yazımızda Bursaspor'un bu şampiyonlukla neler kazanabileceği ve mevcut potansiyelinin buna ne kadar yardımcı olabileceği üzerinde duracağız.

Önce Bursaspor'un tarihsel sportif performansı üzerinde duralım.

Tarihsel sportif performans bakımından Bursaspor

1966-67 sezonunda 2.Lig'de şampiyon olan Bursaspor, ilk önemli başarısını 1969-70 sezonunda yaşadı. Bursaspor Federasyon Kupası Final maçında Eskişehirspor'u 1-0 yendi. İkinci maçta 2-0 yenilince kupayı kazanamadı ancak, Başbakanlık Kupası maçı oynamaya hakkını elde etti. Fenerbahçe'yi 1-0 yenen Bursaspor, böylece 1. lig tarihindeki ilk önemli başarısına imza attı. 1973-74 sezonunda tekrar Türkiye Kupası  Finaline çıkan Bursaspor Fenerbahçe'ye 3-0 yenildi. Başbakanlık Kupası Finalinde ise Beşiktaş'a 3-2 yenildi. Fakat kupa finalisti olduğu için Avrupa Kupa Galipleri Kupası'na katılmaya hak kazandı . 1974-75 sezonunda Kupa Galipleri Kupası'nda çeyrek finale yükselmeyi başardı. İlk turda İrlanda'nın Finn Harps takımını eleyemeyen Bursaspor ikinci turda yer alamadı. Çeyrek Finalde ise o sezon Kupa Galipleri Kupası'nı kazanan Dinamo Kiev'e elendi. 1979-80 sezonunu lig dördüncüsü olarak tamamlayan yeşil beyazlı ekip 1985-86 sezonunda ilk kez Federasyon Kupasını kazanmayı başardı. Finalde Altay'ı yenen Bursaspor kupaya uzanırken Cumhurbaşkanlığı Kupası öncesi, kötü bir olayla sarsıldı. Macar Futbolcu Mihaily Tulipan, Apolyont Gölü'nde sandal gezintisi yaparken ailesi ile birlikte boğuldu. Bu olaydan sonra Bursaspor Kupa maçında Beşiktaş'a 2-1 yenildi. 1986-87 sezonunda Kupa Galipleri Kupası'nda ilk turunda Ajax takımına elendi. Kötü bir sezon geçiren Bursaspor , o sezon küme düştü. Ancak Ankara Bölge İdari Mahkemesi Bursaspor'un tekrar 1. ligde oynamasına karar verdi. 1991-92 sezonunda Federasyon Kupası'nda finalde Trabzonspor ile tarihe geçen iki maç oynadı. İlk maçta Bursa'da rakibini 3-0 yenen Bursaspor, ikinci maçta 1 - 0 yenik duruma düşmesine rağmen skoru 1 - 1 e getirmeyi başardı. Ama Trabzonspor 4 gol atıp maçı 5 - 1 alarak kupayı müzesine götürmeyi başardı. 1994-95 sezonunda Bursaspor sezonu 6. sırada tamamlayarak UEFA Inter-Toto Kupası'na katılmaya hak kazandı. UEFA Kupası'na katılma maçında Alman Karlsruhe ile Bursa Atatürk Stadyumu'nda yıllarca unutulmayacak bir maç oynandı. Normal süresi 2-2 uzatma süresi karşılıklı atılan birer golle 3-3 biten karsılaşmada Karlsruhe, usta ayak Hassler'in son penaltı atisi ile 6-5 kazandı ve böylece Bursaspor Avrupa Kupalarından elendi.

Şampiyonluklar ve Kupalar

· Türkiye Süper Ligi Şampiyonluğu

- 2009-2010 Ertuğrul Sağlam

· Türkiye 2. Ligi ve Bank Asya 1.Lig Şampiyonluğu

- 1967-1968 Sabri Kiraz

- 2005-2006 Raşit Çetiner 

· Türkiye Kupası Şampiyonluğu

- 1985-1986 Muhtar Tucaltan

· Başbakanlık Kupası Şampiyonluğu

- 1970-1971 Tomislav Kaloperoviæ

- 1991-1992 Djordje Miliæ

1. Lig'de 41 sezon yer aldı. Bir kez de 2. Lig'e düştü.

Yukarıdaki açıklamalar da ortaya koyuyor ki, Bursaspor'un tarihten gelen bir sportif başarı kültürü var.

Şampiyonluğa etki eden faktörler

Bursaspor'un şampiyonluğunu tesadüfi bir şampiyonluk olarak değerlendirmemek gerekiyor. Bunun birkaç önemli gerekçesi var. Bunlardan ilkine yukarıda değindik. Bursaspor gerçekten tarihsel bir sportif başarı kültürüne sahip. Gerek Avrupa kupalarında gerekse Türkiye'de önemli bir sportif performansa imza atmış durumdalar.

İkinci önemli nokta: Bursaspor'un demografik olarak bulunduğu yer Türkiye Gayri safi milli Hasılasına önemli bir katkı yapan bir coğrafya konumunda. Bugün 800 milyar dolara yaklaşan GSMH'nın yüzde beşe yakın bir kısmını Bursa tek başına yaratıyor. Bunun yaklaşık 25 milyar dolarlık kısmı sadece otomotive ve imalat sanayinden geliyor. Bu haliyle bakınca Bursaspor, önemli bir parasal gelir yaratan ilin takımı olarak karşımızda duruyor. Bu bize Bursaspor'un özellikle sponsorluk gelirlerinde önemli gelirlere ulaşabilme potansiyelinin olduğunu gösteriyor. Endüstriyel futbolun en önemli gelir kaynaklarından birisini oluşturan bu gelir, bugün Bursaspor'a da çok önemli bir kaynak niteliğinde.

Üçüncü önemli nokta: Bursaspor'un sahip olduğu taraftar kitlesi…Bursaspor'un taraftar kitlesi, gerçekten diğer süper lig takımlarından önemli farklılıklar gösteriyor. Bugün Bursaspor'un sahip olduğu taraftar kitlesi üç büyüklerin tüketici taraftar kitle profiline çok yakın görünüyor. Yani, takımları için bir bütçe ayırıyor ve bunu harcıyorlar. Her maç stat doluyor ve takım önemli logolu ürün satımı ve maç günü geliri elde edebiliyor. Bu özellik ne yazık ki dört büyüklerin dışındaki Süper Lig ekiplerinde çok da olmayan genel bir karakteristik…Bu bağlamda Bursaspor bu potansiyelini daha da kullanabilir ve gelirlerini maksimize edebilir.

Dördüncü önemli nokta: Bursa bulunduğu coğrafik konum nedeniyle diğer Süper Lig ekiplerine göre çok şanslı olması. Çünkü İstanbul gibi bir metropole çok yakın. Her zaman merkeze yakın olan organizasyonlar, merkezin çekim gücünden yararlanırlar. Bunun ekonomik, ticari, turizm ve sportif çok önemli anlamları bulunuyor. İstanbul'a yakınlık parasal gelir yaratmada önemli bir faktör. Sonuçta bu özellik zaman içinde Bursaspor'a mali anlamda rekabet üstünlüğü sağlayan önemli bir husus. Bursaspor önümüzdeki günlerde bunu muhakkak ki çok iyi değerlendirecektir.

Beşinci önemli nokta: Kurumsallaşma çalışmalarında önemli bir gelişim kaydetmiş, istikrara dayalı ve teknik yönetime çok da karışmayan bir yönetsel yapı. Bu yapı doğal olarak sportif ve mali performansı beraberinde getiriyor. Bu konu üzerinde daha sonraki günlerde daha geniş analizler yapma şansımız olacak.

Yukarıda saydığımız faktörler Bursaspor'u başarıya taşıyan iktisadi, mali, yönetsel, demografik ve tarihsel ögeler. Olayın tabi ki en önemli faktörü sportif performans. Bu teknik bir analiz gerektirir. Bu konu yazılı ve görsel medyada günlerce detaylı olarak ele alındığı için ben ayrıca değinmeyeceğim. Ancak şunu söyleyebilirim ki, Bursaspor mevcut oyuncu kadrosunu Lig'de en etkili ve verimli kullanan bir takım olma özelliğine sahip. Gerek oynadıkları futbol sistemi gerekse oyuncuların mevcut kapasite ve yetenekleri, takımın oynamaya çalıştığı futbolla örtüşüyor. Defans güvenliğini sağlam tutarak, ofansif özelliklerini de rakibin durumuna göre kullanan akılcı ve stratejik bir oyun anlayışıyla oynadı bu sene Bursaspor.

Naklen yayın gelirleri dağıtım kriterlerinin değiştirilmesi Bursaspor'a şampiyonluk yolu açtı!

Bursaspor'un şampiyonluğuna etki eden konuların başında şüphesiz ki, naklen yayın gelir dağıtım kriterlerinin 2005 yılında yeniden yapılandırılmasıyla daha fazla paranın Bursaspor ve Anadolu kulüplerine plase edilmesi Bursaspor'a önemli bir finansal destek olmuştur.

Yeşil-Beyaz devrimin Süper Lig ekonomik değerlendirmesi bunu bize somut olarak ta belirtiyor zaten. 2005 öncesinde dört büyüklere yüzde 40'a yakın pay aktarılırken, performans kriterlerinin bu dağıtım koşullarına eklenmesiyle yüzde Büyüklerin parasal gelirleri %30'lara kadar düştü. Bu değişim aslında Anadolu ateşinin de daha gür yanmasına ve Bursaspor'un da şampiyonluk yolunda ilerlemesine olanak sağladı. Anadolu'daki diğer takımlara bu şekilde aktarılan paralardaki artış, onların bütçelerini önemli oranda büyüttü ve onları dört büyüklerin karşısında rekabet edebilecek düzeye getirdi.

Bursaspor'un şampiyon olması, rekabetçiyi dengeyi Anadolu kulüpleri lehine yeniden çevirebilir. Nu kapsamda bu şampiyonluk diğer Anadolu takımları için de çok önemli bir referans noktası olacak. Bursaspor Süper Lig'de bu başarıya, kulüplerin iyi yönetilmesi durumunda Anadolu takımlarının da ulaşabileceğinin gösterdi. Bu şampiyonluk Turkcell Süper Ligde bundan sonra diğer Anadolu takımlarını da motive edeceği için rekabetçi yapı artacak…gelecek yıllarda daha çekişmeli ve daha zevkli bir lig bizi bekliyor gibi görünüyor.

Bursaspor ne kazandı? Ne kazanacak?

Bursaspor'un Süper ligde ulaştığı şampiyonluk ve Şampiyonlar Ligi'ne direk katılacak olması nedeniyle önemli gelirler elde edecek. Bu süreçte Bursaspor'un logolu ürün satışlarında ve diğer gelirlerinde önemli artışlar kaydedilecek. Mevcut stadyumları Şampiyonlar Ligi'ni oynamaya çok da müsait olmadığı için stadyumda acil renovasyona gidilmek zorunda ya da bu maçları Olimpiyat stadında oynamak durumunda kalacaklar. Olimpiyat Stadı'nın artı ve eksilerini Galatasaray örneğinden bildiğimiz için şüphesiz Bursaspor yöneticileri bunu göz önünde bulunduracaklardır. Ancak Olimpiyat stadının en önemli avantajı maç günü geliri elde etmede Bursaspor'a önemli kazançlar sağlayabilir.

Bursaspor'un Olası Kazançları

Lig 1.liği geliri: 7 milyon lira

Performans geliri: 9.2 milyon lira

Dayanışma geliri: 5 milyon lira

Turkcell Süper Lig toplam geliri: 22 milyon lira

Şampiyonlar Ligi gruplara katılım geliri: 3,8 milyon Euro

Devler Liginde her maç için: 550 bin Euro

6 maç geliri: 7.1 milyon Euro

Şampiyonlar Ligi kazanılan maç başı: 800 bin Euro

Beraberlik: 400 bin Euro

Şampiyonlar Ligi geliri toplam: 13 milyon Euro

Fenerbahçe Şampiyonlar Ligi'nde gruplara kalamazsa yayın havuzundan ilave : 7 milyon Lira

Olimpiyat Stadı'nda oynanacak Şampiyonlar Ligi maç başına bilet geliri: Yaklaşık 1 milyon Euro

Grup maçlarının hepsinin bilet ve maç günü geliri: 7 milyon lira

Logolu ürün satışları: 1-2 milyon Euro

Yeni sponsorluk gelirleri 10 milyon Euro.

Yukarıdaki olası gelirler toplamı yaklaşık 80-85 milyon TL'na kadar yükselebiliyor.

Şampiyonlar liginde gruptan çıkılması halinde sadece sportif performans değil, aynı zamanda takımın repütasyonu da artacak. Şampiyonlar Ligi'ne katılacak olması daha şimdiden bir çok sponsoru harekete geçirmiştir diye düşünüyorum. Tüm bu gelirleri dikkate aldığımızda yaklaşık 15-20 milyon Euro büyüklüğe sahip Bursaspor'un bütçesinin 40-45 milyon Euro'ya kadar çıkması kuvvetle muhtemeldir.

Alman Wolsburg'a Benziyor

Bursaspor'un sportif ve demografik bazı özellikleri Alman Bundesliga'yı geçen sene şampiyon olarak tamamlayan Volsburg'a benziyor. Her ne kadar iki takımın gelirleri ve bütçeleri, takım değerleri arasında çok önemli farklar bulunsa da, renkleri, ilk kez şampiyon olmaları, yerli hoca ile bu başarıya ulaşmaları, otonotiv kenti olmaları, kentlerin bulundukları coğrafyada periferilerinin oluşması, benziyor. Ancak Alman takımın ana ortağı/sahibi Alman otomotiv devi Volkswagen'in merkezi Wolfsburg'da yer alıyor.

Sonuç

Türk futbol tarihinde ilk Turkcell Süper Lig'de kez şampiyon olan Bursaspor, artık bundan sonra para kazanma dönemine giriyor. Yeşil sahalarda kazandığı başarıyı mali başarıya dönüştürdüğü sürece rekabet gücünü artırabilecek ve takımın değeri yükselecek. Bu aynı zamanda taraftar sayısının artması, taraftar tüketicinin de daha fazla para harcaması anlamına geliyor. Bu bağlamda Bursaspor kurumsal yönetimini buna göre oluşturmalı gelirlerini salt başarıya değil, büyük takımlarda olduğu gibi daha geniş taraftar tabanına yayarak sürekli kılmalıdır.

Turkcell Süper Ligi'nin değeri gelecek yıl naklen yayın sözleşmelerinin yıllık %10'luk artış kaydedecek olması nedeniyle 812 milyon Euro'dan 890 milyon Euro'ya kadar yükselebilecek. Bursaspor'un başarısıyla cesaretlenen Anadolu takımlarının futbol ekonomisinin bu gelişimine ilave katkılar yapabilmeleri pratik olarak mümkün görünüyor. Bundan sonra daha zevkli ve çekişmeli bir Süper Lig izleme fırsatımız olabilecek. Şampiyonun her yıl yüzde 33 olasılıkla baştan belli olduğu bir ligden daha rekabetçi lige geçileceğini tahmin ediyorum. Bursaspor'un bu başarıyı bundan sonraki yıllara taşıyabilmesi tamamen sportif ve mali anlamda performansını sürekli kılmasına bağlıdır. Bu ise, Bursaspor'da kurumsal yönetim ve yönetişimi bir zorunluluk haline getiriyor. Trabzonspor'un 26 senedir neden şampiyon olamadığını Bursaspor yönetimi özel olarak analiz etmeli ve buna göre aksiyonlarını şimdiden alarak stratejik bir değişime yönelmeli ve yeni yapılanmaya geçmelidirler. Çünkü artık bu Bursaspor, eski Bursaspor değildir. Bursaspor artık kulvar değiştirmiştir. Bu kulvarda koşabilmenin ve rekabet edebilmenin gerekleri, geçmiş yıllardan çok ama çok farklıdır. Ben Bursaspor'un bu anlamda da Anadolu kulüplerine bir örnek, yeni bir model oluşturacağını düşünüyorum. Umarım ve dilerim ki, böyle de olur…

http://www.dunyagazetesi.com.tr/eko-spor-tugrul-aksar_109_0_yazar.html - http://www.dunyagazetesi.com.tr/eko-spor-tugrul-aksar_109_0_yazar.html ?


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 01/Haz/2010 saat 23:38
2016 Euro'yu neden kaybettik?

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

31.05.2010 - 09:10

Geçen haftanın en önemli olaylarından birisi şüphesiz ki Euro 2016'nın yani, Avrupa Futbol Şampiyonası'nın ev sahipliğinin UEFA tarafından belirlenmesiydi.

Finale üç ülke kalmıştı. UEFA Yönetim Kurulu'nun 13 üyesinin katıldığı oylamada, ilk turda Fransa 43, Türkiye 38, İtalya ise 23 puan aldı. En az puanı alan İtalya elenirken, Fransa ve Türkiye finale kaldı.

Çok umutluyduk ve heyecanlıydık. Çünkü Türkiye Futbol Federasyonu yaklaşık bir buçuk yıldır bu işin üzerinde mesai harcamış ve şimdi de bunun semeresini almak istiyordu doğal olarak. Her şey yolunda gidiyordu. Hemen hemen oy kullanacak tüm ülkeler TFF yönetimi tarafından ziyaret edilerek nabız yoklanmış ve Türkiye lehine deyim yerindeyse bir lobi çalışması sürdürülmüştü. Final günü de yapılan canlı sunumla bu işi nasıl kotaracağımızı ve neden düzenlemek istediğimizi tüm açıklığıyla anlatmış, ev sahibini belirleyecek oyları kullanacak ülke temsilcilerinden oy istemiştik. Hatta bu amaçla Cumhurbaşkanı Gül oylama için Cenevre'ye kadar gidip bir konuşma da yaptı. Ayrıca Başbakan Erdoğan da görüntülü mesaj göndererek üyelerin Türkiye lehine karar vermelerini istemişti.

Ancak tüm çabalara karşın, sonuç ne yazık ki beklediğimiz gibi çıkmadı ve Euro 2016'nın ev sahipliği Fransa'ya gitti. Yani anlayacağınız Fransa bir kez daha bu şampiyonaya ev sahipliği yapacak. Yapılan oylamada 7 ülke Fransa lehine oy kullanırken, 6 üye de bize oy verdi.

Ve sonuçta; UEFA başkanı Platini Euro 2016 Futbol Şampiyonası'na ev sahipliği yapacak ülkeyi açıkladı. Açıklama öncesinde kulislerde İtalya'nın şansının düşük olduğu Türkiye ile Fransa'nın yarıştığı konuşuldu. Ağırlıklı olarak Türkiye'nin adı üzerinde duruldu.

Böylece Türkiye'nin uluslararası bir turnuva organizasyonunu düzenleme isteği üçüncü kez geri çevrilmiş oldu.

Oylama sonucunu açıklayan UEFA Başkanı Michel Platini 2106 Avrupa şampiyonası ev sahipliğinin Fransa tarafından yapılacağını bildirdi. Sonuca göre Türkiye ve İtalya'yı geride bırakan Fransızlar, 2016 yılında 24 takımla yapılacak Avrupa Şampiyonası'nı düzenlemeye hak kazandı.

13 kişilik UEFA heyetinden en çok oyu alan Fransa, 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası'nın ev sahipliğini kazanırken Fransa cephesinde büyük bir coşku vardı. Açıklamanın ardından sahneye çıkan Fransa Futbol Federasyonu Başkanı Jean-Pierre Escalettes, ''Bizim için çok güzel bir gün. UEFA'nın güvenini sarsmayacağız'' dedi.

Anımsanacağı üzere, Fransa daha önce ev sahipliği yaptığı 1984 Avrupa Şampiyonası ve 1998 Dünya Kupası'nda kupayı müzesine götürmeyi başarmıştı.

Euro 2008'i de final oylamasında kaybetmiştik

Türkiye, ilk kez 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası'na ev sahipliği için Yunanistan ile ortak başvuru yaptı. Türkiye-Yunanistan adaylığının yanı sıra Avusturya-İsviçre, Bosna Hersek-Hırvatistan, Danimarka-Finlandiya-Norveç-İsveç ve İskoçya-İrlanda ortak başvuru yaparken, Macaristan ve Rusya ise tek başlarına aday olmuştu.

Yedi adayın yaptığı tanıtımlardan sonra Rusya, Macaristan ve Bosna Hersek-Hırvatistan ortaklığı ön elemeyi geçemedi ve ilk tur oylamaya dahil edilmedi. İlk tur oylama sonunda Kuzey ülkeleri ittifakı (Danimarka-Finlandiya-İsveç-Norveç) ile İskoçya-İrlanda Cumhuriyeti ortaklığı elendi ve Türkiye-Yunanistan ortaklığı ile Avusturya-İsviçre ortaklığı finale kaldı.

Finalde EURO 2008 organizasyonu Avusturya-İsviçre ortaklığına verilmişti.

Euro 2012 İçin Türkiye ilk kez tek başına aday olmuştu

Türkiye, 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası'na ev sahipliği yapmak için ilk kez tek başına aday olmuş, EURO 2012'ye Yunanistan, İtalya, Polonya-Ukrayna ve Macaristan-Hırvatistan ortaklıkları da adaylık başvurusu yapmıştı.  Ön eleme oylamasında Türkiye ve Yunanistan elenirken, final oylamasında Polonya-Ukrayna ortaklığı EURO 2012 organizasyonunu kazanmıştı.

Fransa'nın 3'üncü ev sahipliği

UEFA Yönetim Kurulu'nun 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası (EURO 2016) oylamasında organizasyonu yapmaya hak kazanan Fransa, 3. kez Avrupa Şampiyonası'na ev sahipliği yapacak. Avrupa Şampiyonası'nı daha önce iki kez düzenleyen Fransa, EURO 2016 ile birlikte bu organizasyonu en fazla düzenleyen ülke olma unvanını eline geçirecek. İlki 1960 yılında yapılan Avrupa Futbol Şampiyonası'na şimdiye kadar Fransa (1960 ve 1984), İtalya (1968 ve 1980) ve Belçika (1972 ve 2000) 2'şer kez ev sahipliği yaptı. Bu ülkelerden Belçika, 2000'deki şampiyonayı Hollanda ile birlikte düzenledi.

AVRUPA ŞAMPİYONALARINA EV SAHİPLİĞİ YAPAN ÜLKELER

Avrupa Şampiyonaları'na ev sahipliği yapan ülkeler şunlar:

Avrupa Şampiyonası'nı düzenleyen ülkeler

1960 Fransa

1964 İspanya

1968 İtalya

1972 Belçika

1976 Yugoslavya

1980 İtalya

1984 Fransa

1988 Batı Almanya

1992 İsveç

1996 İngiltere

2000 Hollanda-Belçika

2004 Portekiz

2008 Avusturya-İsviçre

 2012 Polonya-Ukrayna ortaklaşa düzenleyecek .

Kaybettiren olası nedenler

Avrupa birliği sürecinde ülkemizin üyeliğine yönelik karşılaştığımız genel sorunların burada da karşımıza çıkması olası nedenler arasında görülebilir. Oylamaya katılan hiçbir ülke bu konuda herhangi bir resmi açıklama yapmasa da, bu konunun oy veren üye ülkeler arasında bir bilinç altı sorunu olduğu konusunda medyamızda bir yargı olduğunu görüyoruz. Bu gerçekten de dile getirildiği gibi önemli olabilir. Üye ülkeler ile aramızdaki tarihsel, kültürel, sosyal ve politik farklılıklar karar verirken Fransa'nın ağır basmasına neden olabilir. Bu konularda ben bu sütunlarda herhangi bir şey yazmak istemiyorum. Benim üzerinde durmak istediğim konu: Üye üç ülke arasında bu organizasyona iktisadi, mali, altyapı ve spor kompleksleri bakımından en hazır ülke hangileriydi? Ve biz bu süreçte ne aşamadaydık? Bunlara bir bakalım isterseniz.

Altı yeni stad ve stadlara şehirlerarası ulaşım

için harcanacak toplam tutar 8 milyar Euro

UEFA'ya verdiğimiz ve UEFA resmi sitesinde yayınlanmış bulunan öneriye göre ülkemizde 2016'nın sekiz farklı il ve dokuz farklı statta oynanması planlanıyordu. Bu kapsamda 2016'nın oynanması planlanan stat olarak TFF aşağıdaki öneriyi UEFA iletmişti. İstanbul'da Atatürk Olimpiyat Stadyumu, Galatasaray'ın halen yapımı devam etmekte olan Türk Telekom Arena Stadı, Bursa'da 31.700 kapasiteli, 2014'te tamamlanacak ve bütçesi 118,6 milyon Euro olan Yeni Bursa Stadyumu, Eskişehir'de yine 37.072 kişilik ve 125.1 milyon Euro bütçeli yeni bir stadyum, İzmir'de 41.540 kişilik ve 153.2 milyon Euro yatırım bütçesi olan yeni bir stad, Ankara'da 41.379 kişi kapasiteli ve 176.8 milyon Euro bütçeli yeni bir stat, Konya'da 31.817 kişilik ve 119 milyon Euro'luk yeni bir stat, Kayseri'de ilave 19,3 milyon Euro'luk ilave yatırımla 31.816 kişi kapasiteli Kadir Has Stadyumu ve Antalya'da 41.703 kişi kapasiteli ve 158,3 milyon Euro yatırım bütçesi olan yeni bir stadyumda turnuva oynanacaktı. Ancak ne yazık ki bu teklifimiz genel kabul görmedi.

Yine turnuva kapsamında bu stadyumlara ulaşım olarak ta hükümetin genel bütçeye koyduğu yatırım bütçesi yaklaşık 7,1 milyar Euro. Ve buna ilişkin tüm yol çalışmalarını ve gerekli alt yapının bitiriliş tarihi olarak ta 2014 öngörülmüştü. Yukarıdakilerin ışığında genel bir değerlendirme yapacak olursak; Türkiye bu organizasyonu tamamlamak için 1 milyar 57 milyon Euro stat ve 7.1 milyar Euro da ulaşım yatırım bütçesini hayata geçirecekti. Diğer ülkelerden İtalya'yı ve Fransa'yı ele aldığımızda ise, elenen İtalya 12 farklı kent ve farklı stadyumda turnuva maçlarını oynatmayı planlarken, bunun için toplam 750 milyon Euro civarında bir stat yatırım bütçesi öngörmüştü. Sadece yeni bir stat yapımının olacağı belirtiliyordu.

Fransa ise 12 farklı şehir ve 12 farklı stadyumda turnuvayı organize edebileceğini; bu amaçla beş yeni stat yapılacağını ve buna ilişkin yatırım bütçesinin 1.7 milyar Euro olduğunu; ulaşım ve konaklama bakımında ilave bir yatırıma gereksinim olmadığını belirtmişti.

Seçim yapılırken hangi kıstaslara bakılıyor?

UEFA yönetim kurlu turnuvanın hangi ülkede oynanacağına karar vermeden önce aday ülkelerden bir sunum ve turnuvaya ilişkin bir teklif hazırlamalarını istiyor. Hazırlanan teklifler UEFA tarafından bir ön incelemeye tabi tutularak, finale kalacak üç aday belirleniyor ve bu adayların teklifleri daha detaylı olarak ele alınıp inceleniyor. Bu inceleme esnasında UEFA her kritere bir puanlama yapıyor. Bu puanlama sonucunda en yüksek oyu alan ülke bu organizasyona ev sahipliği yapıyor. Bu kriterlere geçmeden önce şunu da vurgulamakta yarar görüyorum: FIFA örneğinde olduğu gibi futbolun daha da yaygınlaşması ve sportif açıdan fair playi sağlamak adına çok daha farklı ülkelere ve coğrafyalara turnuva organizasyonu verilebilmekte. Çünkü futbolun sosyalleşmeye olan katkısı çok önemli… 2002'de Kore ve Japonya'da Dünya Kupası; 2010'da Güney Afrika'da Dünya Kupası organizasyonu son yıllarda buna iyi bir örnek oluşturuyor. Bu bağlamda 2012'nin Ukrayna ve Polonya'ya verilmesi bizi bu noktada ümitlendirmişti. Çünkü bu tür uygulamalar 53 üyesi bulunan UEFA'nın yönetsel anlayış ve felsefesinin daha sağlıklı olmasına ve daha tabana yayılmasına olanak veriyor. Böylesi uygulamalar turnuvaya ve organizasyona farklı bir soluk getiriyor ve değişik bir renk katıyor.

Genel olarak UEFA ana başlıklar altında aşağıdaki konuların alt detaylarına göre puanlama yapıyor ve buna göre sonucu açıklıyor

1. Aday ülkenin bu konudaki vizyonu,

2. Aday ülkenin turnuvayı hazırlayabilmesi için ekonomik ve politik durumu,

3. Statların yapısı, kapasiteleri, turnuvaya hazır olup olmadığı,

4. Statlardaki güvenliğin sağlanması ve naklen yayına ne ölçüde olanaklı olduğu,

5. Stadyumlara ulaşım,

6. Konaklama sorunun çözülüp çözülmediği,

7. Teknolojik alt yapı,

8. Havaalanlarının statlara olan uzaklığı,

9. Fan Zone'ların yeri,

10. Emniyet ve Güvenlik genel durumu,

11. Aday ülke daha önceden bu tür organizasyonlar düzenlenmişse genel performansının değerlendirilmesi,

12. Sosyal-kültürel durum,

13. Bu planlama kapsamında yatırımların nasıl finanse edileceği ,

Biz ne kadar hazırdık?

Yukarıda açıkladığımız genel değerlendirme kriterlerine göre biz ne kadar hazırdık sorusunu yanıtlamamız gerekiyor öncelikle. Bu konuda önemli eksikliklerimizin olduğu diğer aday ülkelerle kıyaslandığında kendiliğinden ortaya çıkıyor. Bu eksikliklerimizi 2016'ya kadar tamamlayabilecek miydik? Bir başka soru olarak karşımızda duruyor.

2016'ya kadar çoğu projeyi hayata geçirebilir miydik? Temel sorun bu bence…Bu konuda ben başarılı olacağımızı düşünenlerdenim. Çünkü biz millet olarak ta az ve dar zamanda iyi işler çıkartan bir ulusuz. Fakat bir şanssızlığımız ise Ukrayna-Polonya olmuş olabilir. Çünkü, gerek Polonya'nın, gerekse Ukrayna'nın içinde yaşadıkları genel ekonomik ve sosyal kriz bu ülkeleri bu turnuvayı hazırlamada ciddi sıkıntıya soktu. Hatta bir ara UEFA'nın bu organizasyonu başka ülkeye kaydırabileceği de haber konusu olmuştu. Ülkemizin de bu kapsamda değerlendirilirken, Ukrayna-Polonya olumsuz örneği Yönetim Kurulu üyelerini etkilemiş olabilir…

Olayın sadece bir lobi çalışmasına bağlı olmadığını da buradan bir kez daha vurgulamakta yarar görüyorum. Tabi ki, oy verecek yönetim kurulu üyelerinin görüşlerini almak ve onlarla yakınlık oluşturmak bu işin önemli bir kısmını oluşturuyorsa da bu olayı salt bir lobi sorununa indirmemek gerekiyor. Bu kapsamda ben Şenez Erzik'in elinden geleni yaptığına kesinlikle inanıyorum. Ancak son noktada yine Türkiye'nin tercih edilmeme nedenlerini kesin olarak UEFA'dan öğrendikten sonra daha net bir analiz yapabiliriz. Bu konudaki genel yaklaşımın sadece magazinel kısmının medyaya taşınması, bizleri yanlış yerlere götürebilir. Buna dikkat etmek gerekiyor.

Sonuç

Sonuçta bu turnuvanın ülkemize verilmemesi bir taraftan futbolun yaygınlaşması ve sosyal gelişim açısından UEFA'nın yönetim anlayışı ve felsefesiyle çelişirken; diğer taraftan da ülkemizin maddi kazanımı ile prestij sağlama ve dünyadaki tanınılırlığı açısından kaçan bir fırsat olmuştur. Ancak Türkiye Futbol Federasyonu'nun bıkmadan bu tür organizasyonlara talebini devam ettirmesi gerekiyor.

Platini: " sarkozy'nin varlığı, dengeyi Fransa lehine bozdu"

Avrupa Futbol Federasyonları Birliği (UEFA) Başkanı Michel Platini, Fransa'nın 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası'na ev sahipliği yapmaya hak kazanmasında Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin de payı olduğunu söyledi.

Platini, basına yaptığı açıklamada, UEFA Yönetim Kurulu'nun oylamasından önce Fransa'yı desteklemek için Cenevre'ye gelen Nicolas Sarkozy'nin ''dengeyi Fransa'nın lehine değiştirdiğini'' ifade etti.

Michel Platini, ''Cumhurbaşkanı Sarkozy'nin gelişinin önemli olduğunu ve dengeyi değiştirdiğini düşünüyorum. Oylamada sonuç 7-6 oldu. O yüzden gelmesi iyi oldu'' dedi. Platini, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün de Cenevre'de olduğunun hatırlatılması üzerine, ''Nicolas Sarkozy gelmeseydi, Türkiye kesin kazanırdı'' diye konuştu. UEFA Yönetim Kurulu'nun 13 üyesinin katıldığı oylamada, ilk turda Fransa 43, Turkiye 38, İtalya ise 23 puan aldı. En az puanı alan İtalya elenirken, Fransa ve Türkiye finale kaldı. Final oylamasında Türkiye 6 oy alırken, 7 oy alan Fransa, ev sahipliğini kazandı.

Fransız basını bu siyasi bir zafer Futbol ve iş dünyası kazanacak

Fransız basını, UEFA Yönetim Kurulunun, Cenevre'deki oylamada 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası'nın ev sahipliğini kendilerine vermesini bugün birinci sayfadan manşetten okuyucularına duyurdu.

Le Figaro gazetesinde yayınlanan başmakalede, evsahipliğinin Fransa'ya verilmesi ''siyasi bir zafer''olarak yorumlandı.

Başyazıda, ''Eğer Türkiye kazansaydı Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy için yenilgi olarak değerlendirilecekti'' ifadesi kullanıldı.

Sarkozy'nin uzun süredir Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıktığı ifade edilen başmakalede, ''Eğer Türkiye kazansaydı bu Fransa için tokat gibi olurdu'' denildi.

Başmakale, UEFA kararı için ''çok siyasi'' değerlendirmesinde bulundu.

Bu arada UEFA Başkanı Michel Platini, Le Figaro'ye verdiği demeçte, ''Sarkozy'nin Cenevre'ye gelmesinin dengeyi değiştirdiği'' yorumunda bulundu.

Le Parisien gazetesi, eski milli futbolcu Zidane, Sarkozy ve Fransa'nın sunumunu yapan 10 yaşındaki Nathan isimli çocuğu zaferin mimarları arasında gösterdi.

Gazete, özellikle Sarkozy'nin Cenevre'ye gelmesinin, oy verenlerin gözünde önemli etki yaptığı yorumunu yaptı. Le Parisien, Fransa'nın sağlam dosyasının yanında, lobi gücüyle evsahipliğini almaya hak kazandığı değerlendirmesinde bulundu.

Liberation gazetesiyse, evsahipliğini Fransa'ya getireceği ekonomik yararları ön plana çıkardı.

Journal du Dimanche gazetesi, olimpiyatları düzenleme hakkını İngiltere'ye kaptıran Fransa'nın bu sonuçla moral bulduğu yorumunu yaptı.

http://www.dunyagazetesi.com.tr/eko-spor-tugrul-aksar_109_0_yazar.html - http://www.dunyagazetesi.com.tr/eko-spor-tugrul-aksar_109_0_yazar.html



-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 07/Haz/2010 saat 18:42
Dünya Kupası mı, Para Kupası mı?

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

07.06.2010 - 09:00
javascript:void%28%29;"> javascript:void%28%29;"> javascript:void%28%29;"> javascript:void%28%29;"> javascript:void%28%29;"> javascript:void%28%29;"> javascript:void%28%29;"> javascript:void%28%29;"> javascript:void%28%29;">

 

11 Haziran'da Dünya'nın en büyük futbol organizasyonu Güney Afrika'da başlıyor. 11 Temmuz'da sone erecek bu turnuvaya ev sahibi Güney Afrika dört yıldır hazırlık yapıyor. Tüm hazırlıklar tamamladı. Geçen üç buçuk sene içinde Güney Afrika Cumhuriyeti altı stadı yenilerken, altısını da yeni inşa etti. Güney Afrika'nın dört bir yanında inşa ettiği bu statlardan içlerinde gerçekten göz kamaştırıcı olanlar var. Her şey futbol oyunu için dizayn edildi. Çok güzel görsel bir şölenle başlaması beklenen turnuvanın açılışı maçı da Johannesburg'da ev sahibi ile Meksika arasında oynanılacak.

Biz bu turnuvaya ne yazık ki gidemedik. Bu nedenle maçları televizyondan izlemek durumundayız. 32 ülkenin yer aldığı, dokuz farklı kentte ve 12 ayrı stadyumda oynanacak 64 maçın tamamı TRT'den yayınlanacak.

Tüm Türkiye'nin nefesini tutarak izleyeceği dünyanın en büyük futbol organizasyonu, TRT aracılığıyla daha önce eşi görülmemiş bir pazarlama iletişimi faaliyetine de ev sahipliği yapacak. Türkiye'nin yerli ve çokuluslu bir çok markasının yoğun ilgi gösterdiği advertorial uygulamaları "60 saniyelik tanıtıcı reklam" şeklinde maç yayınlarına dahil olacak ve futbol heyecanını, ürün ve hizmetlerle ortak noktada buluşturacak.

Turnuva gerçekten tutarı ciddi boyutlara ulaşan önemli ekonomik bir katma değer yaratıyor. Yaratılan bu katma değerin kaynaklarını sizlerle burada kısaca analiz etmeye çalışacağız. Bu turnuvanın G.Afrika'ya maliyeti ve faydaları üzerinde duracağız. İşin sosyal, ekonomik ve mali boyutları söz konusu. Güney Afrika'nın sadece statların yenilenmesi ve yapımına ilişkin harcadığı para 3 milyar dolara yaklaşıyor. Tabi ki olayın ironik yanları da yok değil. İşsizliğin yüzde 24'e ulaştığı, kişi başı gelirin bazı bölgelerde 200 dolara kadar düştüğü, bütçe açığının 15 milyar dolar civarında gerçekleştiği, yıllık büyüme hızının -1.8% olarak gerçekleştiği, açlığın, yoksulluğun hüküm sürdüğü, şiddet ve terörün kol gezdiği, su, enerji, eğitim, güvenlik gibi temel gereksinimlerin devletçe karşılanmakta zorlanıldığı bir ülkede Dünya Kupası'nı organize ediliyor. Gerçekten bu yazımızı da okuyunca göreceksiniz ki, bir Dünya Kupası neye rağmen düzenleniyor ve bu Kupa'nın olası ekonomik getirilerinin beklenildiği gibi olup olamayacağını da hep birlikte değerlendireceğiz.

Afrika'nın incisi Güney Afrika

1,219,090 km2 büyüklüğündeki coğrafyası ile Afrika kıtasının en güneyinde yer alan, nüfusun %79'unun siyah, %10'unun beyaz ve geri kalanının da Hint ve Asyalılardan oluştuğu toplam 49.109.107 kişilik nüfusu ve 2009 tahmini rakamlarına göre 491 milyar dolar büyüklüğündeki Gayri Safi Milli Hasılası ile kişi başına yaklaşık 10.000 dolara ulaşan milli geliri ve yüzde 24'e ulaşan işsizlik oranıyla Afrika kıtasının en değerli madenlerine sahip bir ülke Güney Afrika.

Gelir dağılımındaki dengesizlik sürekli artıyor

Ülkede uzun yıllar siyahlarla beyazlar arasında süren savaş ve ırk ayrımcılığı nedeniyle bir zamanlar tüm dünyanın dışladığı bir ülkeydi Güney Afrika Cumhuriyeti. Uzun yıllar beyazlara karşı verdiği mücadele nedeniyle 1990'da cezaevinden çıkan ve 1994'te de genel seçimlerle başkan seçilen Nelson Mandela ile Güney Afrika'nın makus talihi de değişmeye başladı. Öncelikle siyahi liderin başkan seçilmesiyle dünyada adeta ırk ayrımcılığının ikonu haline gelmiş Güney Afrika bu olumsuz imajdan kurtuldu ve ülkede siyahların egemenliğinde çok hızlı bir demokratikleşme hareketi başladı.

Mandela in 2008

Her ne kadar sosyal anlamda çok olumlu gelişmeler yaşandıysa da ekonomik anlamda durum tam bir felaket. Nüfusun yüzde ellisi yoksulluk sınırının altında. Gelir dağılımının en dengesiz olduğu ülkelerin başında gelen Güney Afrika'da en yüksek gelire sahip %10'luk kesim toplam gelirin %44.7'sini kendi aralarında paylaşırken, gelir düzeyi en düşük %10'luk kesimin ise milli gelirden aldığı pay sadece %1.3. gelir dağılımın dengesizliğini gösteren önemli katsayılardan Gini katsayısı da yıllar itibariyle bu dengesizliğin gelişimini açıkça ortaya koyuyor. 1994 itibariyle 0.59 olan katsayı 2005 itibariyle 0,65'e çıkmış durumda. Bilindiği üzere gelir eşitsizliğini tek bir değerde özetleyen Gini katsayısı, kişisel gelir dağılımını ölçmede en çok kullanılan ölçülerden birisi. Sıfır ile bir arasında değişen Gini katsayısı gelir dağılımı iyileştikçe sıfıra, gelir dağılımı bozuldukça bire doğru yaklaşıyor.

Yıllık bütçesi 11,4 milyar dolar iç açık, 18,2 milyar dolar dış ticaret açığı ve 15,6 milyar dolar düzeyinde de cari açık veren Güney Afrika'nın kamu borçlarının milli gelire oranı ise %35.7'e ulaşmış durumda. Yıllık enflasyon oranı %7.2 civarında olan ülkede aynı zamanda şiddet ve terör de ciddi boyutlara ulaşmış durumda.

En fazla kazanan ülke: brezilya

İlki 1930 yılında yapılan ve bu Haziran'da 19.su düzenlenecek olan Dünya Kupası'nı bugüne kadar yedi farklı ülke kazandı. Bu ülkelerin içinde Brezilya bu kupayı beş kez kazanırken, geçen kupanın sahibi İtalya ise bu kupayı Brezilya'dan sonra en fazla kazanan ülke oldu. Dört kez bu kupayı kendi müzelerine götüren İtalyanları bugüne kadar yine üç kupayla Almanlar izliyor. Diğer ülkelerden Uruguay ve Arjantin ikişer kez bu kupayı kazanırken, İngiltere ve Fransa birer kez bu kupayı havaya kaldırma başarısı gösterdiler.

Bugüne kadar bu kupaya kimlerin ev sahipliği yaptığını ve kimlerin kazandığını aşağıdaki tablodan görebilirsiniz.

FIFA DÜNYA KUPASI ŞAMPİYONLARI

  Yıl Ev Sahibi Ülke Kazanan Ülke

1 1930 Uruguay Uruguay

2 1934 İtalya İtalya

3 1938 Fransa İtalya

4 1950 Brezilya Uruguay

5 1954 İsviçre Almanya

6 1958 İsveç Brezilya

7 1962 Şili Brezilya

8 1966 İngiltere İngiltere

9 1970 Meksika Brezilya

10 1974 Almanya Almanya

11 1978 Arjantin Arjantin

12 1982 İspanya İtalya

13 1986 Meksika Arjantin

14 1990 İtalya Almanya

15 1994 ABD Brezilya

16 1998 Fransa Fransa

17 2002 Güney Kore & Japonya Brezilya

18 2006 Almanya İtalya

19 2010 Güney Afrika Cumhuriyeti ?

20 2014 Brezilya ?

11 Haziran'da Güney Afrika'da düzenlenecek 19. FIFA Dünya Kupası'na kadar geçen seksen yıllık süreçte kimlerin bu şampiyonaya ev sahipliği yaptığını ve kimlerin bu turnuvada en iyi sonuçları aldığını coğrafik olarak aşağıdaki tabloda görüyorsunuz.

Güney Afrika kupaya ne kadar harcama yaptı?

Güney Afrika geçen dört yıllık süre içinde bu turnuvayı organize edebilmek için yaklaşık 3 milyar dolar harcama gerçekleştirdi. Bu harcamalarda en önemli kalemi toplam on iki stadın yenilenmesi ve yeniden inşasına ilişkin ana kalem oluşturdu. Toplam harcamanın yarısına karşılık gelen stat inşası ve yenilemeler toplamı 1.5 milyar dolara ulaşmış durumda. Bu harcamalar içinde en yüksek tutar ise Cape Town'daki Green Point Stadına gitmiş vaziyette. 66 bin kapasiteli stada bugüne kadar toplam 400 milyon dolar harcama yapılmış. Statların yanında inşa edilen diğer spor tesisleri ve sporcuların konaklamaları için inşa edilen diğer konaklama üniteleri, statlara ulaşım için yapılan yeni yol ve diğer lojistik ve alt yapı yatırımları, güvenlik ve emniyeti sağlamak için yapılan ek harcamalar toplamı 3 milyar dolara ulaşıyor.

Bu harcamaların yaklaşık 1.3 milyarlık kısmının finansmanı FIFA tarafından sağlanırken, kalan 1.7 milyar dolarlık harcama ise Güney Afrika devleti tarafından karşılandı. Bu harcamaların yarattığı ilave katma değer ile ekonomiye sağlanan dışsal etki beş milyar dolara ulaşıyor.

Güney Afrika ve diğer ülkeler ne kazanacak?

Dünya Kupası öncesi ve sonrasında yapılan bazı araştırmalar, bu organizasyonun kupayı düzenleyen ülke ekonomisine dışsal etkiler dahil olmak üzere milli gelirlerinin %1'i ile 1.5'u arasında bir ekonomik katkı yaptığını ortaya koyuyor. En son 2006 Dünya Kupası'nı organize eden Almanya'nın bu organizasyon sonrası yaklaşık 7.5 milyar Euro'luk bir katma değer sağladığı yapılan araştırmalarla ortaya konulmuştu. Ancak bununla beraber bu tür organizasyonların aslında düzenleyen ülke ekonomisine daha sonraki yıllarda bazı etkilerinin olduğunu ifade ediyor.  Bu kapsamda ortaya konulan araştırmalara göre son kupada ev sahibi Almanya yaklaşık 7.5 milyar Euro'luk bir toplam kazanç elde ederken, bu kupayı kazanan İtalya'nın ise bu turnuvadan yaklaşık 3.5 milyar Euro civarında bir gelir elde ettiği ifade edilmişti.

Bu kapsamda değerlendirildiğinde Güney Afrika'nın sportif sonuçlardan bağımsız olarak elde edebileceği olası getiri dünyadaki genel küresel krizin de etkisiyle geçmiş yıllardaki turnuva getirilerine görece daha az miktarda gerçekleşmesi bekleniyor. 2008 yılının Kasım ayından bu yana ekonomisi küresel mali krizin de etkisiyle bunalıma giren Güney Afrika'nın toplam kazancının Alp Ulagay'ın Cnbc-e Business'in Haziran 2010 sayısında ele aldığı çalışmasında belirttiği Grant Thornton Danışmanlık firmasının verilerine göre yaklaşık 3 milyar dolar civarında gerçekleşmesi bekleniyor. Bu tutarın izleyen yıllardaki etkisinin ise 6.5 milyar dolara kadar yükselmesi tahmin ediliyor.

Turnuvaya katılan ülkeler ne kazanacak?

19. FIFA Dünya Kupası'na katılan 32 ülkeye bu turnuvada FIFA yaklaşık 420 milyon dolar para dağıtılacak. FIFA'nın 2006'da dağıttığı tutar 261 milyon dolar civarındaydı. 2010 Dünya Kupası'nda bu tutar %61'lik bir artışla 420 milyon Dolar'a ulaşacak. Bu tutarın 380 milyon dolarlık kısmı takımların sportif başarısına göre dağıtılırken, kalan tutar ise takımlara eşit olarak dağıtılacak. Şampiyon takımın kasasına 30 milyon dolar girerken, FIFA ayrıca bu turnuvada kadroya giren her oyuncu için de ilgili federasyonlara toplam 40 milyon dolar düzeyinde tazminat ödemesi gerçekleştirecek. Buna göre takımların kazanacağı parasal ödül tutarı aşağıdaki tablo ile bilgilerinize sunuluyor.

PARASAL ÖDÜL (MİLYON $)

Şampiyon 30

Finalist 24

Yarı Finalist 20

Çeyrek Finalist 18

İkinci Tur 9

Birinci Tur 8

Statlar

Turnuvaya ev sahipliği yapacak Güney Afrika dokuz ayrı kentte 12 farklı stadyumda bu organizasyonu gerçekleştirecek. Bu amaçla altı yeni stat yapıldı ve diğerleri de yenilendi. Bu organizasyonları aşağıdaki fotoğrafta görebilirsiniz. Bu statlar için yapılan toplam harcama tutarı yaklaşık 1,5 milyar dolar.

Turnuvanın Güney Afrika'ya faturası

Genel kanı o ki, bu turnuvalara çok ciddi para yatıran, harcama yapan ülkeler bunun karşılığını ve geri dönüşünü bugüne kadar bir şekilde fazlasıyla geri alabildiler. Ancak bu turnuvalara ilişkin yapılan yatırımların ne kadar geri döndüğü ise ülkeden ülkeye değişiyor. Futbolun bir endüstri olduğu ve çok önemli gelirlerin elde edildiği ekonomilerde yapılan statlar ve tesisler gerçekten o ülkelerin sportif gelişimlerine çok olumlu katkı sağlayabiliyor. Ancak böylesi ortamın ve birikimin olmadığı ülkelerde bu statlar ne yazık ki birer atıl yatırım olarak kalabiliyor. Özellikle 2002'de Kore ve Japonya'da yapılan Dünya Kupası nedeniyle inşa edilen bazı statların turnuva sonrası söküldüğünü ve bazılarının da atıl olarak durduklarını biliyoruz. Bu durum şu anda Güney Afrika için de geçerliymiş gibi duruyor.

Bir yanda yoksulluk diğer yanda milyon dolarlık şahane stadyumlar

Yokluğun, yoksulluğun, açlığın ve işsizliğin bu kadar yüksek ve yaygın olduğu, gelir dağılımındaki dengesizliğin adeta zirve yaptığı, toplam nüfusun neredeyse yarıya yakın kısmının yoksulluk sınırında bulunduğu ülkede çok önemli sosyal, politik, ekonomik ve mali sorunlar bulunması ve bunlara ilişkin somut çözüm önerileri mevcut hükümet tarafından ortaya konulamazken, merkez bütçeden yaklaşık 1,7 milyar dolarlık bir paranın sadece bir ay sürecek bir organizasyona aloke edilmesi Güney Afrika'da bazı muhalif seslerin de yükselmesine neden oldu. Cnbc-e Business'in bu konuda kaleme aldığı aşağıdaki pasaj gerçekten çok önemli. Hep birlikte okuyalım isterseniz. "…halkın büyük bir bölümünün ayda kişi başına 200 dolarla yaşam sürdürdüğü ülke için bu yatırımları Güney afrika'daki bazı kanaat önderleri gereksiz derecede lüks buluyorlar. Örneğim, Fahrenheit 2010 adlı belgesel, Nelspruit şehrinde 110 milyon dolara mal olan Mbombela Stadyumu'nun yoksulların devam ettiği bir okulun yerine inşa edildiğini anlatıyor. Üstelik stadyum en yeni teknolojilere sahipken civar semtin sakinleri su ve elektrikten yoksun olarak derme çatma barakalarda yaşam sürdürüyor. "

Dünya Kupası'nda dikkat edilmesi gereken 7 futbolcu

CRISTIANO RONALDO

Portekiz, Kanat oyuncusu

132 milyon dolara Real Madrid futbol kulübüne satılan Ronaldo, driplingleri ve hızıyla bakışları üzerinde topluyor, ama Dünya Kupası'nda kendisini kanıtlaması gerekiyor.

- Real Madrid formasıyla ilk 35 maçta 33 gol kaydetti.

LIONEL MESSI

Arjantin, Kanat oyuncusu

Ani "dur-kalk" hareketleri ve ataklarıyla Avrupa'da seyretmesi en heyecan verici oyunculardan. Ancak milli takımla anlaşıp anlaşamayacağı merak konusu.

- Avrupa'da Yılın Oyuncusu ödülü büyük bir farkla kazandı.

MAICON

Brezilya, Savunma oyuncusu

Başarılı bir savunma oyuncusu olduğu kadar hücumda da tehlikeli. Inter lehine, Juventus'a karşı kaydettiği gol bunun açıkça gösteriyor.

- Brezilya, Kupa'ya gelinceye kadar maç başına 0.6 gol yedi.

WAYNE ROONEY

İngiltere, Forvet

2006'da kırmızı kartla oyun dışı kalan oyuncu artık daha soğukkanlı. Ayrıca o dönemden beri futbol yeteneğini de geliştirdi.

- 2009-2010 sezonunda gol krallığında İngiltere'de 26 gol ile ikinci oldu.

SAMUEL ETO'O

Kamerun, Forvet

Afrika'da futbol severlerin idolü. Üç kez Yılın Futbolcusu seçildi. Şampiyonlar Ligi finallerinde üç maçtan ikisinde gol attı.

- Kamerun'un gelmiş geçmiş en oyuncusu. Kupa'ya gelinceye kadar 9 golü var.

IKER CASILLAS

İspanya, Kaleci

Kimilerine göre dünyanın en iyi kalecisi. Ona 'Aziz Iker' diyorlar. Keskin refleksleri, İspanya'nın en büyük avantajı.

- Avrupa elemelerinde hiç gol yemedi.

CLINT DEMPSEY

ABD, Orta saha oyuncusu

Amerika'nın şimdiye kadarki en çok tanınan ve yaratıcı orta saha oyuncusu. Antrenörü onu, Pete Maravich'e benzetiyor.

- 2006'da ABD'nin tek golünü Gana'ya karşı kaydetti.

http://www.dunyagazetesi.com.tr/tugrul-aksar_109_0_yazar.html - http://www.dunyagazetesi.com.tr/tugrul-aksar_109_0_yazar.html


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 21/Haz/2010 saat 14:14
Futbola mali kural uygulanabilir mi?
 
Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

21.06.2010 - 08:49
 

Bu hafta ele alacağımız  "Futbola Mali Kural",  aslında bizim bu sütunlarda uzunca süreden beri üzerinde durduğumuz bir konu. Bu bağlamda geçen hafta iki farklı konuda ancak felsefe olarak aynı anlayışa sahip iki önemli olayla karşı karşıyaydık. Bunlardan ilki, makroekonomik disiplini sağlamak amacıyla meclisten geçirilmek için hazırlanan "Mali Kural" yasa tasarısı; diğeri ise sportif anlamda tüm profesyonel futbol kulüplerini yakından ilgilendirecek Türkiye Futbol Federasyonu'nun "Futbola Mali Kural" deklarasyonu…

Ekonomik ve sportif olarak iki farklı alanda gündeme gelen ancak temel olarak benzer felsefi ve mali hedeflere odaklanmış iki değişik konuyu burada değerlendirmeye çalışacağız. Her ne kadar birisi spor, diğeri de ekonomi ile ilgi olsa da, öz itibariyle parasal borçlanmanın disipline alınmasıyla ilgili bu iki benzer konu genel olarak mali bir amaç peşinde uygulamaya alınmaya çalışılıyor.

Biz öncelikle kısaca isterseniz, ekonomik anlamda "mali kural"ı kısaca anlamaya çalışalım. Daha sonra "futbolun mali kuralı'" üzerinde durmaya çalışalım.

Nedir mali kural

Kamuoyunda daha çok "Mali kural" olarak bilinen bu yasa tasarısının temel amacı: Ekonomide güven ve istikrarı güçlendirmek, mali disiplin anlayışını kalıcılaştırmak, ekonomi politikalarına uzun vadeli perspektif getirerek mevduat ve kredi vadelerinin uzamasını sağlamak, kamunun uzun vadede finansman ihtiyacını netleştirerek özel sektörün daha uzun vadeli ve daha düşük maliyetle kaynaklara ulaşmasını sağlamak…

Tasarıya göre Mali Kural, genel yönetim, KİT'ler ve bağlı ortaklıklar ile sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan işletmeci kuruluşlar ile fonları kapsayacak. Döner sermayeli işletmelerin bütçelerinde gelir ve gider denkliğinin sağlanması esas olacak. KİT'ler ve bağlı ortaklıkları ile sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait işletmeci kuruluşlar toplulaştırılmış bazda borçlanma gereği oluşturamayacak.

Kısacası: bahse konu yeni mali politika anlayışına göre borç artışının kontrol altına alınabilmesi için bütçe açıklarının bu süreç içinde sürekli kontrol altına alınması gerekiyor. Yani sözün özü,  bu yasa tasarısı ile borçlanmaya bir disiplin getiriliyor.

Yukarıda anlattığımız "Mali kural" makro ekonomi için yaşamsal öneme sahip. Olayın makro ekonomik görünümü yukarıda anlattığımız gibi. Ancak bunun etkilerini önümüzdeki günlerde hep birlikte göreceğiz. Olayın sportif yönünde ise "Mali kural"  neyi hedefliyor, hayata nasıl geçirilecek? Ona bakalım isterseniz…

Futbolun borcu gelirlerini aşıyor!

Futbolun günümüzde giderek parasallaşıp ticarileşmesi ve endüstriyel bir karaktere bürünmesi futbol pastasının on milyar Euro'lara ulaşmasına yol açtı. Öyle ki Deloitte'un  en son raporuna göre Avrupa futbolu yıllık 14.6 milyar Euro bir gelir yaratıyor.  Yaratılan bu gelir doğal olarak futbolun parasal giderlerini de artırıyor. Gelirler ve giderler arasındaki bu orantısız büyüme süreç sonunda gelirler ve giderler arasında uçurumun giderek büyümesine yol açıyor. Başta transfer harcamaları, oyuncu ücret maş ve primleri, statlara yatırılan yüz milyonlarca Euro olmak üzere kulüplerin yapmış oldukları harcamalar ne yazık ki bir türlü futbolun parasal gelirleriyle karşılanamıyor.  Gelirlerin kaynağını artırmak ya da yeni gelirler elde etmek kolay olmuyor. Statların kapasiteleri artırılarak, ilave gelir elde etmek her zaman mümkün olamıyor. Her sene bir önceki yıla göre daha fazla logolu ürün satışı gerçekleştirilemiyor, taraftar sayısı artmıyor. Kısacası futbolun gelirleri sınırlı kaynaklardan elde ediliyor. 

Bir bütün olarak bakıldığında, futbolun  gelirlerinin  giderlerini karşılamakta yetersiz kalması, kulüp borçlanmalarının her geçen giderek artmasına yol açıyor. Temelde rekabet dinamiğinden kaynaklanan bu yetersizlik,  futbol gelirlerinin elde edilmesi sürecinde önemli bir finansman ihtiyacı doğuruyor. İşte futbol kulüplerinin, kendi rekabet güçlerini artırabilmek adına yöneldikleri bu süreçte giderlerin gelirlerden fazla olması, sezon sonlarında kulüplerin "gider fazlası" vermelerine neden oluyor.  Bir türlü "gelir fazlası" veremeyen futbol kulüplerinin giderlerindeki  bu dramatik artış, aslında futbol kulüplerinin  finansal, ekonomik ve sportif sağlıklarını olumsuz etkilemeye başlıyor, bağışıklık sistemini zayıflatmaya başlıyor. Doğal olarak bu aşırı borçlanma kulüplerin mali yapıları üzerinde finansal bir baskı yaratıyor. Bu finansal baskıdan kendisini kurtaramayan kulüpler ise süreç içinde geri dönemeyecekleri bir yola giriyorlar. Sonuçta, kulüp iflasları, küme düşmeler, kapanan ve tarih olan kulüpler gerçeği ile karşılaşıyoruz.

Gelir ve borçlanma arasındaki açık artıyor

Deloitte'un  düzenlediği  "En Zengin 20"  sıralamasında yer alan kulüplerin bir önceki yıla göre toplam borçlanmaları, toplam gelirlerinden yaklaşık 280 milyon Euro fazlayken; bu tutar 2008/09 sezonunda tam 2.2 kat artarak 898 milyon Euro'ya yükselmiş durumda. Yani kulüplerin gelirlerindeki artış, giderlerini karşılamakta yetersiz kalınca, bir önceki yıla göre en zengin 20 kulüp 618.4 milyon Euro daha fazla borçlanmaya gitmiş. Kulüp başına borçlanmadaki artış tutarı yaklaşık 40 milyon Euro'ya ulaşıyor.

Şüphesiz gelirler ile borçlanma arasındaki makasın bu kadar çok açılmasının en önemli nedenlerinden birisi; gelirler çok fazla artmazken, başta transfer harcamaları olmak üzere kulüplerin operasyonel giderlerinde çok önemli artışlar yaşanmış olmasıdır.

Gerçekten de bugün Avrupa'nın en zengin ve en büyük liglerine bakıldığında  Alman Bundesliga ve Fransız  Lig 1 hariç olmak üzere diğer 3 büyük ligin borçlanmaları, gelirlerinin üzerinde seyrediyor. Bu liglerin içinde İngiliz Premier Lig'in yıllık finansman açığı yaklaşık 4 milyar euro civarındayken; bu tutar İspanyol la Liga'da 3.5 ve İtalyan Serie-A'da ise 1.2 milyar Euro düzeyine yükselmiş durumda.

En zengin 20'deki toplam finansman açığı ise 898 milyon Euro. 900 milyon Euro'ya ulaşan bu açık kulüplerin doğal olarak mali disiplinlerini de bozuyor ve onları çok ciddi sıkıntıların içine itiyor.

Bu somut durum bir kez daha bizim Kutlu Merih hoca ile birlikte ortaya koyduğumuz "Bir futbol kulübünde gelirler arttıkça, giderler ve buna bağlı olarak borçlanmalar artar" tezimizi de doğruluyor. Bunun somut örneklerini ne yazık ki futbol kulüpleri  çok acı yaşıyorlar.

Ülkemizde durum nasıl?

Ülkemizde yıllık yaratılan futbol gelirleri toplamı yaklaşık 525 milyon Euro civarındayken, 2010 başında yapılan yeni naklen yayın ihalesiyle bu tutar 287 milyon Euro artarak   812 milyon Euro'ya yükseldi.

2008/09 rakamlarına göre Süper Lig kulüplerinin yıllık gider  toplamları 685 milyon Euro düzeyindeydi ve Türkcell Süper Lig ekipleri  yaklaşık 160 milyon Euro açık vermekteydi. Ya da kulüplerimizin ifadeleriyle Gelir Gider tabloları 160 milyon Euro "Gider Fazlası" veriyordu. Son on yılda oluşan  birikimli  zarar toplam ise 585 milyon Euro'ya ulaşmış durumda. Süper Lig ekiplerinin oluşan gider fazlaları ve zararlarını finanse edebilmek için bilançolarındaki toplam borçlanmaları ise 695 milyon Euro'ya kadar yükseldi. Yani buna göre Turkcell Süper Lig ekiplerinin ortalama borçlanma tutarları 38.6 milyon Euro düzeyinde.

Yukarıdaki verilerin bir başka ifadeyle açıklaması:  Turkcell Süper Lig her yıl ortalama 160 milyon Euro gider fazlası verirken, ortalama 58.5 milyon Euro da zarar ediyor.

Futbola mali kural ne demek?

Gelirlerin giderleri karşılayamadığı ve her yıl bu amaçla aradaki açığı borçlanmayla kapatmaya çalışan Turkcell Süper Lig, yıllık önemli bir finansman baskısı altında rekabetçi gücünü ayakta tutmaya çalışıyor. Yeni yayın sözleşmesiyle artan gelirler bu anlamda Turkcell Süper Lig ekiplerine önemli bir soluklanma olanağı sağlayacak. Tabi ki, bu gelirin sürdürülebilirliği ise ligin kalitesi ve marka değeriyle yakından ilintili. Yayıncı kuruluşun vergiler dahil her yıl ortalama 400 milyon Euro kulüplere ve federasyona ödeme yapmak durumunda kalması, kulüpler açısından olumlu olmakla birlikte yayıncı kuruluş açısından ciddi bir finansman da gerektiriyor.

Kulüplerimizin yetersiz gelirlerini aşacak şekilde harcamaya yönelmesi ve bunun yarattığı "Gider fazlası" yıllar itibariyle kulüp borçlanmalarının geometrik olarak artmasına neden olmuştur. Kulüp borçlanmasındaki artış ise ilave finansman gerektirdiğinden, kulüplerin birikimli zararları da artmaya başlamıştır. Bu durum rekabet açısından sürdürülebilir ve kontrol edilebilir bir durum olmaktan çıkmasına neden olurken; bu durumun kontrol altına alınabilmesi "futbola mali kural" uygulamasını da bir zorunluluk haline getirmiştir.

Yukarıdaki olumsuz gidişat ve UEFA'nın 2004 yılında yayınlamış olduğu "Kriterler"  ile 2009 yılında almış olduğu "Finansal Fair Play" uygulaması çerçevesinde Türkiye Futbol Federasyonu da harekete geçerek geçen hafta bir deklarasyon yayınlamak durumunda kaldı. Bu deklarasyona göre bundan sonra kulüplerimiz gelirlerinin yaklaşık yüzde yetmişini kendi operasyonel  giderleri için harcayabilecekler ve transfere ayıracakları tutar ise bütçelerinin bir buçuk katı kadar olabilecek. Futbola getirilen bu mali kurallara uymayan kulüpler ise lisans alamayacaklar. Bu bağlamda "… Kendi dönemlerinde kuralları her kulübe aynı şekilde uygulandığını" belirten Federasyon Başkanı Mahmut Özgener, ''Belki sizleri üzdük, ama uzun vadede ne yapmak istediğimizi anlayacağınızı sanıyorum. Borcu olan hiçbir kulübe lisans vermedik. Bu kararı verirken üzüldük, ama biz mali disiplini sağlamadığımız taktirde futbolu bugünkü sıkıntılarından kurtaramayacağımız inancıyla kararlarımızı aldık. Görevde olduğumuz sürece kurallar, tüm kulüplere aynı şekilde uygulanacaktır'' ifadelerini kullandı. Konuşmasına  "…liglerde mücadele edecek takımların lisans alabilmeleri yolundaki denetlemeleri eksiksiz uyguladıklarını ve herkese adil davrandıkları" şeklinde devam eden Özgener,  "Göreve geldikleri dönemde, kulüp lisans uygulamasıyla ilgili var olan kuralların aksine, farklı uygulamaların yapıldığını tespit ettiklerini" dile getirerek, ''Kurallar gereği futbolcusuna, antrenörüne borcu olan bir kulübe lisans verilmemesi lazım. Ama bizden önceki federasyon döneminde keyfi uygulamalarla önemli sayıda kulübe bu lisans borçlarına rağmen verilmiş. Bazı kulüplere kurallar ciddi bir şekilde uygulanırken, bazılarına ise farklı davranılmış. Örneğin Samsunspor, borcu nedeniyle kadrosuna ikinci bir kaleci dahi alamazken, 20 küsur kulübe bu hak ayrıca tanınmış'' şeklinde konuştu.

Futbola mali kural çalışır mı?

UEFA 2004 yılında "UEFA Kriterleri" adı altında yayınlayıp, 53 ülke federasyonuna bu  Lisanslama Kriterlerini gönderdiğinde, o günün koşullarında bu kriterleri uygulamanın çok da kolay olamayacağı lokal Federasyonlarda tartışılmaktaydı. Hatta bazı Federasyonlar 2008 yılına kadar kulüplerini bu değişen yaşama adapte edebilmek için ilave süreler bile aldılar. Ancak sistem UEFA'ya gidecek takımlar için çalıştırıldıysa da, UEFA organizasyonlarına katılmayan kulüpler için çalıştırılmadı. Bu nedenle de her yıl Turkcell Süper lig'de lisans alan ortalama kulüp sayısı altıyı geçmedi. Oysa bu seneden itibaren artık sadece UEFA'ya gitmek için değil, aynı zamanda Turkcell Süper Lig'de ve diğer profesyonel liglerde mücadele edebilmek için de bu kriterlerin yerine getirilerek lisans alınması bir zorunluluk haline getiriliyor.

Finansal fair play uygulaması ne zaman hayata geçirilecek?

UEFA'nın 2009 yılında yönetim kurulundan geçirerek, 2012-13 sezonundan itibaren uygulamaya almayı planladığı "Finansal Fair-Play" uygulamasıyla kulüpler; 1) Gelirlerinden daha fazla harcama yapamayacaklar, 2)Kulüp yöneticilerinden, başkanlardan ve diğer futbol dışı kurum ya da kişilerden alınan fonların kaynaklarına iade edilmesi amaçlanmaktaydı. Ancak daha sonra başta İngiliz kulüpleri olmak üzere bazı üst düzey lig takımlarının itirazları üzerine bu uygulamanın başlaması 2012-13 sezonu yerine  2014-15 sezonuna  kaydırıldı.  Bu amaçla Türkiye Futbol Federasyonu'nun da bu kriterlere kulüplerimizi uyarlaması gerekiyor.

Kulüpler mali kriterlere uyacak durumdalar mı?

Kulüplerin mali kriterlere uyabilecek konumda olduklarını bugünden söylemek çok zor. Kısa süre içinde mali disiplinin sağlanarak harcamaların kontrol altına alınması, denk bütçe uygulamasına geçilmesi, gelirlerin yüzde yetmişinden daha fazla harcamaya yönelinmemesi, transfer harcamalarında kulüp bütçesinin bir buçuk katının aşılmaması, kulüplerin şeffaf, hesap verebilir, denetlenebilir bir yönetsel yapıya kavuşturulması kulüplerimizi bu yapıya uymada gerçekten zorlayacakmış gibi görünüyor.

Ancak ne olursa olsun bu yapılanmanın içine de bir an önce girmek gerekiyor.

Sonuçta,

Makro ekonomide harcamaların ve borçlanmanın disiplin ve kontrol altına alınarak, bütçe açıklarının azaltılıp  bazı makro dengesizliklerin önüne geçilmeye çalışılması  ne kadar önemli ise, futbolda da kaynakları verimli kullanmayan, gelirlerinin çok üzerinde gider yaparak aşırı borçlanmaya yönelen kulüplerimizin rekabet güçlerini koruyabilmek için bu kuralın hayata geçirilmesi çok önemlidir. Bu amaçla Federasyonu böylesi bir karar alma ve uygulamaya gitmesi nedeniyle tebrik etmek gerekiyor. Ancak bu işin ne kadar zor ve uzun bir yol olduğunu da hep birlikte yaşayarak göreceğiz. Federasyonun burada çok dik durması ve eşitlik ilkesine göre hareket etmesi, uygulamanın başarısı açısından yaşamsal bir öneme sahip. Bu kararların hayata geçirilmesinin  orta ve uzun vadede Türk futboluna çok yararlı olacağını, rekabetçi dengeyi yükselterek  Türk futbolunun kalitesini ve marka değerini artıracağını düşünüyorum.

Bu uygulamaya yönelik gördüğüm eksiklik ve bazı aksaklıkları da önümüzdeki hafta bu sütunlarda ve http://www.futbolekonomi.com/ - www.futbolekonomi.com   'da yazmaya devam edeceğim.

http://www.dunyagazetesi.com.tr/tugrul-aksar_109_0_yazar.html - http://www.dunyagazetesi.com.tr/tugrul-aksar_109_0_yazar.html


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 05/Tem/2010 saat 14:37
Transfer nasıl yapılma(ma)lı?

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

05.07.2010 - 08:47

Transfer taraftarı uyutan bir illüzyon mu yoksa?

Her sezon bitiminde futbol düşkünleri için yeni ve heyecanlı bir dönem başlar. Bu heyecanlı bekleyişin ana nedeni ise "Transfer"dir. Taraftarın dört gözle beklediği transfer haberleri gazetelerin manşetlerinden okuyucuya servis edilirken, taraftar çok da kendisine sunulan bu haberlerin doğruluğunu irdeleme ihtiyacı hissetmez. Çünkü bu haberlerin önemli bir kısmının gerçek olmadığının bilincindedir ancak yine debu haberleri görmek ve rüya yıldızların takımının kadrolarını süsleyeceğini düşünmek ona tarifi mümkün olmayan bir keyif verir. Rüya görür hülya kurar. Hatta yapılmayan transferlerden mutsuz bile olmaz.

Transferin taraftarı böylesine mest edici ve uyuşturucu bir özelliği vardır ki, takımlarımız bunu ne yazık ki çok iyi kullanıyorlar. Ortaya atılan ya da gazete sayfalarına düşen sayısız futbolcu transferinin nasıl gerçekleşeceği ise ayrı bir muammadır. Adı geçen oyuncuların hangi bütçeye, kaç paraya, nasıl ve şekilde satın alınacağı üzerinde çok da durulmaz. Oysa bu, taraftarın rüyadan uyanması için çalar saatin zilidir, ne var ki, yine de taraftar bu haberleri tüketmeye devam eder. İşte bu tüketim doğal olarak kendi ekonomisini de beraberinde getiriyor.

Toz duman bulutu içinde takımlarımız transfer mevsimini açarlar ve bir önceki senenin gerisinde kalmadan transfer dönemini tamamlamaya çalışırlar.

İşte küplerimiz transfer mevsimini bu sene de hızlı açtı. Tüm kulüpler gereksinimi olan mevkilerine oyuncu transfer etmeye çalışıyor ve inanılmaz paralar harcıyorlar. Gün geçmiyor ki, gazetelerimizin manşetlerini transfer bombaları süslemesin…

Transfer borsasına Dünya Kupası'nın etkisi henüz yansımadı. Şüphesiz ki, Dünya Kupası sonrası transfer piyasası daha da hareketlenecek.

Transfer mevsiminde harcanan paralar transferin tozunu attırıp okuyucuya ulaştırılırken, ben de gayri ihtiyari bu değirmenin suyunun nereden geldiğini araştırmak istedim. Sadece transfere harcanan parayı araştırmak değil amacım, kulüplerimizin transferleri hangi mantık ve bütçe ile yaptıklarını da incelemek, irdelemek.

Bunu incelerken aslında kulüplerimiz nasıl transfer yapmamaları gerektiğini bir kez daha görmüş oldum.

Yapılan transferler önemli bütçeler gerektiriyor. Bu bütçeler nereden ve nasıl sağlanıyor, nasıl finanse ediliyor? İşin finansal kısmı bir yana, kulüplerin transfer ettikleri oyuncular ne ölçüde onların dertlerine çare olacak? Transfer edilen oyuncu yeni takımında ortaya ne performans koyacak? Hayal kırıklığı mı yaratacak yoksa yeni ufuklar mı açacak?

İşte biz bu sütunlarda bu sorulara yanıt bulmaya çalışacağız…

Her gün bir gazetede bir transfer haberiyle karşılaşıyoruz. Bunları olağan karşılamak gerekiyor ama transfere harcanan paralar, içinde yaşadığımız küresel kriz ortamında gerçekten düşündürücü…transfere harcanan milyonlarca Euro, akla bu paraların nasıl ödeneceğini sorusunu da beraberinde getiriyor. Gerçekten de hiçbir fayda maliyet analizi yapılmadan ve finansman kaynağı bulunmadan transfere oluk gibi akıtılan bu paralar, kulüplerimizin başını fena ağrıtacak gibi görünüyor.

Bu çılgınlık sadece ülkemizde değil, aynı zamanda Avrupa'da da devam ediyor. Ancak şu anda Avrupa'da transfer hareketi Dünya Kupası yüzünden geçen yıla göre biraz sönük gidiyor. Aslında geçen yaz Real Madrid ile başlayan hızlı transfer dönemi, geçen yıl daha hareketliydi. 2009/10 sezonunda daha çok Avrupa kulübü transfere para harcamış ve daha çok futbolcu sirkülasyonu olmuştu. Bu sene transferin birkaç kulüp ve futbolcu dışında çok hareketli geçmemesinde şüphesiz ki, ekonomik krizin olduğu kadar Dünya Kupası'nın da büyük etkisi bulunuyor.

İki yeni kitap ve transfer konusuna iki farklı yaklaşım

Transfer konusunu gündemime alırken size iki yeni kitaptan bazı önemli tespitler aktararak yazıma devam etmek istiyorum. Bunlardan ilki, "Soccernomics", diğeri ise "Futbolun Ekonomi Politiği". İzninizle kitapları burada kısaca sizlere tanıtmak istiyorum.

"Soccernomics", ünlü futbol ekonomisti Prof. Dr. Stefan Syzmanski ile çok popüler gazeteci Simon Kuper'in birlikte kaleme aldıkları bir kitap. Bu kitap bu ay içinde İthaki yayınlarından "Futbolun Şifreleri" başlığıyla yayımlandı. Akıcı dili ve konulara yaklaşımı ile okuması çok kolay, futbola hayranlık uyandıran güzel ve yararlı bir çalışma… Bu çalışmanın ele aldığı konulara istatistiksel yaklaşımı gözünüzü korkutmasın, kitap gerçekten bir çok önemli konuya cesurca ve keyifle yaklaşmış.İlginç yaklaşımlar sergilemiş ve daha şimdiden bir başucu kitabı olmaya aday bir kitap…

İkinci kitap ise ben denize ait… Haziran ayı içinde Literatür yayınları tarafından basılan "Futbolun Ekonomi Politiği"… Futbolun sadece paraya dönüşen bir show business olmadığını, rekabetin içinde önemli politik dinamiklere yer vererek, çoğu önemli ve güncel konuyu sizlere sunuyor. Özellikle futbolun küresel ekonominin krize girmesiyle birlikte karşılaştığı sorunlar, yönetim ve rekabet dengesi ile Futbolun ekonomisi ve politiği üzerine temel konular bu kitapta yer alıyor…

Ancak biz bu kitapların özellikle transfere ilişkin bölümlerinde yer alan ilginç olduğu kadar çarpıcı tespitlerle konumuza kaldığımız yerden devam edelim.

Transfer Piyasasındaki Sistemik hatalar

"Futbolda transfer işi başlı başına incelenmesi gereken bir olgu. Avrupa kulüpleri her yıl birbirlerine transfer ücreti olarak 1-2 milyar dolar arası para ödüyor. Ancak bu paranın büyük bir kısmı yanlış transferlerle çarçur ediliyor." (Futbolun Şifreleri, sh. 79).

Transfer piyasasında boşa harcanan paralar ciddi bir savurganlık yaratıyor ve verimsizliğe yol açıyor. Bu savurganlığa neden olan sistemik transfer yanlışları olarak karşımıza çok farklı ögeler çıkmakla birlikte bunların içinde en önemlileri:

1.Yeni teknik direktörün takımına damgasını vurmak için yaptığı transferler.Acaba şu sırada Beşiktaş'a yeni gelen Schuster de bu taktiği izliyor olabilir mi? Ne dersiniz?

2.Dünya Kupası veya Avrupa Şampiyonası'nda yıldızı parlayan oyuculara asıl değerlerinden daha yüksek meblağlar ödenmesi. (Bir oyuncu almanın en kötü zamanı, yaz aylarında büyük bir turnuvada parlak bir performans gösterdiği dönemdir.)

3.Bazı milletlerin oyuncularına asıl değerlerinden daha fazla tutarlar ödenmesi. (Kulüpler daha revaçta olan futbol ülkelerinden gelen oyunculara daha fazla para öderler. Özellikle Brezilyalı, Hollandalı, Fransız oyuncular için her zaman daha çok transfer ücreti/bonservis bedeli ödenir.)

4.Emekliliğinin sonuna gelmiş, sadece paranın konsantrasyonu ve motivasyonuyla ayakta kalan eski popüler oyuncuların yüksek ücretlere transfer edilmesi. (Bu konuda tüm takımlarımız ne yazık ki çok büyük hatalar içindeler. )

Doğru transfer için fırsatlar

1.Transfer piyasasında altın kural bir futbolcuyu değerini bulduğunda satmaktır. Formunun zirvesine çıkmış, yaşı ilerlemeye yüz tutmuş, tam olgunluk çağında ancak hala takım için iş yapan oyunculara talip çıktığında hemen satmak, transferin altın kuralı olarak karşımıza çıkıyor. (Acaba Galatasaray Arda'yı böylesi bir konjonktürü yakaladığında satsaydı çok daha mı fazla para kazanırdı? Ne dersiniz?)

2.Sorunlu ama yetenekli futbolcuyu ucuza al, rehabilite et ve değerini bulduğunda sat…(Bu konuda Avrupa'da ve ülkemizde bir çok örnekle karşılaşabiliriz. Örneğin, Beşiktaş'ın asi ve sorunlu, ancak yetenekli oyuncusu Batuhan'a bu kapsamda yaklaşabilir miyiz? Beşiktaş bu fırsatı daha iyi değerlendirebilir miydi acaba?

3.Her zaman başkalarının görmediği oyuncuları sapta, onları izle, çok genç yaşta atın al, hatta memleketlerinden ailesiyle birlikte onu kulübe getir, öğrenimini karşıla, ailesine destek ol. (Barcelona'nın bugün ele avuca sığmayan süper bücürü Messi'nin Arjantin'den daha onüç yaşındayken İspanya'ya getirilip, kulübe kazandırılması buna çok tipik örnektir. Bizde ise daha birkaç yıl öncesine kadar geleceğin Maradonası olarak gösterilen ve Barcelona'ya gideceği konuşulan Beşiktaşlı küçük Muhammet acaba şimdi nerde, ne yapıyor? Neden bir Messi olamayacak?)

4.Arsenal'de Arsen Wenger'in gösterdiği cesareti göster. Gerekirse yetenekli "çocuklar"dan kurulu bir takımla mücadele etmeyi göze al.

5.Kesinlikle scouting (Futbolcu izleme-değerlendirme) uygulamasının kulüplerde hayata geçirilmesi ve bu şekilde daha çok genç yaşta, değişik iklimlerdeki oyuncuların takıma kazandırılması.

Transferde O.Lyon kuralları

O.Lyon daha bundan on yıl öncesine kadar 10 milyon Euro bütçesi ve sıradan bir ikinci lig takımıyken, bugün piyasa değeri 200 milyon Euro'ya bütçesi 300 milyon Euro'ya ulaşan, Fransız Lig 1'i üst üste sekiz kez kazanan ve Şampiyonlar Ligi'nde hemen hemen her yıl ortalama en az çeyrek final oynayan bir takım nasıl oldu da bu noktaya geldi?

İşte bu sorulara yanıtlar, futbolun şifrelerinde detayıyla yer alıyor. Şimdi kısaca bunların üzerinde duralım.

1.Kitlelerin erdemlerinden yararlan… Bu teori tamamen Olympique Lyonnais (Olimpik Lyon) damgasını taşıyor. O.Lyon'un efsane başkanı Aulas'a göre, farklı görüşteki insanları bir araya getirerek, onların görüşlerinden bir uzlaşmaya ve en iyi fikre ulaşmak, tek bir uzmanı dinleyerek yapılan transferden daha iyi ve isabetlidir.

2.Bir başka O.Lyon kuralı ise: Bir oyuncunun alınacağı en iyi dönem, yirmili yaşların başıdır. Genelde 20-22 yaşları arasında üniversitede okuyan veya lisede öğrenim gören oyuncular transferde çok avantajlıdır.

3.Özellikle ümit milli ve 17 yaş altında oyuncuların oynadığı turnuvaları sıkı takip et ve yetenekli oyuncuları hemen ikna edip, takımın kadrosuna kat.

4.Yabancı transferlerin yerleşmesine ve adaptasyonuna özel önem ver. Onların yanına onları anlayacak menejerler ver. Sorunlarını hallet.

5.Eğer bir kulüp bir oyuncunuza değerinden fazla para ödüyorsa, oyuncuyu hemen sat. O.Lyon başkanı Aulas'a göre "oyuncu almak ve satmak, futbol performansını geliştirmekle ilgili bir şey değil. Bu büyük bir kar elde edilen ticari bir aktivite" (Futbolun Şifreleri, sh.108)

Transferin nasıl ve ne şekilde yapılması gerektiğini Futbolun Şifreleri isimli kitaptan aldığımız bilgi ve ip uçlarıyla zenginleştirerek sizlerle paylaştık. Paranız olsa bile transfer yapmak gerçekten meşakkatli bir iştir. Ancak tüm bu sıkıntıların sonucunda bir fiyasko ile de karşılaşma olasılığı her zaman mevcut…bunu da göz ardı etmemek gerekiyor.

Peki transferin ekonomisi nasıl çalışacak? Transfer için ne kadar bütçe ayırıyoruz ve bütçeye uyuyor muyuz?

Transferin Ekonomi Politiği

Transferin teknik, taktik ve yönetsel ip uçları üzerinde yukarıda kısaca durduk. Peki bu işin ekonomini nasıl ayarlamak gerekiyor?

UEFA'nın en son almış olduğu "Finansal fair Play" kararları doğrultusunda, artık bir futbol kulübü gelirinin üzerinde gider yapamayacak ve futbol dışı fonları futbolda kullanamayacak…

Ülkemizde de Türkiye Futbol Federasyonu'nun en son aldığı mali kararlar çerçevesinde de bir futbol kulübünün transfere harcayacağı tutar, bütçesinin 1.5 katından fazla olamayacak…

Transferin ekonomisi ve politikasına ilişkin benim kaleme aldığım ve literatür yayınlarından çıkan Futbolun Ekonomi Politiği isimli kitabımızda bu konuya bir bölüm ayırmış durumdayız.

Son beş yılda transfere ne kadar harcadık?

Turkcell Süper Lig'de son beş yılın transferine ilişkin hazırladığımız tablo aşağıda dikkatlerinize sunuluyor. Söz konusu tabloya göre Türkcell Süper Lig son beş yılda toplam 310 milyon 791 bin Euroluk transfer harcaması gerçekleştirmiş. 2009/10 sezonu yapılan transfer harcamaları 31,4 milyon euroya ulaşırken; son beş yıllık süreçte en fazla transfer harcamasının yapıldığı sezon olarak karşımıza 2008/09 sezonu çıkıyor. Bu dönemde TSL ekipleri toplam 102 milyon 643 bin TL'lık transfer gideri yapmışlar ve bir rekora imza atmışlar. 2008 yılı futbol pastamızın büyüklüğü dikkate alındığında bu tutar, toplam büyüklüğün %21'ine karşılık geliyor.

Yine aynı tablo bize son beş yıllık süre içinde TSL ekiplerinin yapmış oldukları toplam 310 milyon 791 bin Euroluk transfer harcaması karşılığında, oyuncu satımından sadece 84 milyon Euroluk bir transfer geliri elde ettiklerini; buna göre net 226 milyon 715 bin Euro cari transfer açığına yer verdiklerini; TSL'nin ithal ettiği oyuncuların dışsatımından para kazanamadığını (yani net borçlanmak durumunda kaldığını) gösteriyor.

Bu süreçte yabancı oyuncu transferine giden toplam tutar 178 milyon euroya ulaşmış durumda. Bu tutar ise transfer açığımızın yüzde 79'unu oluşturuyor.

 Turkcell Süper Lig ekiplerinin son beş yıllık transfer harcamaları ve gelirleri konsolide açık tablosu (Bin Euro)

  2009/10 2008/09 2007/08 2007/06 2006/05 Son Beş yıl

  Gelir  Gider Gelir  Gider Gelir  Gider Gelir  Gider Gelir  Gider Gelir Toplamı Gider Toplamı

  4.681 -31.447 9.165 -102.643 24.628 -51.386 31.280 -77.872 14.322 -47.443 84.076 -310.791

Net açık -26.766 -93.478 -26.758 -46.592 -33.121 -226.715

Yukarıdaki tablodan çıkan genel sonuçlar:

1.TSL transferde net borçlu bir lig. Yani transfer gelirleri, transfer giderlerini karşılamakta yetersiz kalıyor.

2.Transferde ithalatçı bir yapımız var. Oyuncu dışsatım gelirlerimiz, giderlerimizin sadece üçte biri kadar (%27). Yani transfer bütçemizin üçte ikisini transfer harcamaları oluştururken; transfer gelirlerimiz bütçenin sadece üçte birine yakın bir kısmını oluşturuyor.

3.Transferde net borçlu olmak, kulüplerimizde önemli finansal sorunları beraberinde getiriyor. Transfer gelir ve gider dengesindeki, gider fazlası durumu, süreç içinde kulüplerin borçlanmalarını artırıyor.

4.Bu kapsamda kulüplerimizin son beş yılda transfer açıklarının 226.7 milyo euroya ulaşması, kulüplerimizin transfer finansmanında yabancı kaynağa yöneldiğini ortaya koyuyor.

5.Son beş yılda kulüplerimiz yabancı oyuncu transferine toplam 226,7 milyon euro para harcamış durumda.

6.Kulüplerimiz genelde transfer ettikleri yabancı oyuncuları tekrar nakde dönüştüremediklerinden, (son sahibi olduklarından) transfer gelir ve giderleri arasındaki farkın, giderler lehine daha da açılmasına neden oluyor.

7.Transferde net açığın yıllar itibariyle giderek büyümesi, kulüplerin finansman ihtiyaçlarının artmasına yol açıyor. (Bu dinamik kulüplerimizin sürdürebilecekleri bir durum değildir.)

8.Kulüplerimizin sağlıklı ve sürdürülebilir bir transfer bütçesi yönetimi sergilemediklerini, artan cari açıktan gözlemliyoruz.

9.Ülkemizde transfer ekonomisi, doğal olarak futbol pastasının büyümesine yol açmakla birlikte; futbol ekonomimizdeki toplam borçluluk oranının yükselmesine; net borçluluğun artmasına neden olmaktadır. Yani kulüplerin net borçlulukları giderek artmaktadır.

Sonuçta; transfer ekonomisinde kulüplerimizin futbol gelirlerini ve kıt olan kaynaklarını verimli ve karlı kullanamadıklarını; bu nedenle transferin futbol ekonomisine sağlayacağı marjinal katkının giderek azaldığını gözlemliyoruz. Yani transfer ekonomisinin futbol ekonomisine sağladığı toplam fayda, katlanılan toplam maliyetin altında kaldığından bu süreç,kulüplerin net borçluluğunu artırıcı bir etki yaratmaktadır. Bu durum ise, zaman içinde transfer ekonomisinin futbol ekonomisine olan katkısını negatife dönderebilecektir. Çünkü, artan transfer maliyetleri nedeniyle giderek büyüyen kümüle transfer zararları (açıkları) süreç içinde kulüplerin aktiflerini zayıflatacağı için rekabet güçlerini de geriletebilecekir.

Transferde üç büyüklerin yıkılmaz egemenliği

TSL'nin sportif, iktisadi ve mali egemenliğini elinde bulunduran Üç Büyükler aynı zamanda transferi de domine ediyor.

Yıllar itibariyle Üç büyüklerin transfer harcamalarını ve bunların TSL'nin toplam transfer harcamaları içindeki paylarını gösteren aşağıdaki tablo bize burada da, İstanbul triosu lehine amansız ve haksız bir rekabetin olduğunu ortaya koyuyor. Üç Büyükler, son beş yılda toplam 205 milyon Euroluk bir transfer harcaması yapmışlar. Aynı dönemde TSL'nin yapmış olduğu kümüle transfer harcamaları ise 333 milyon 44 bin Euro olarak gerçekleşmiş. Buna göre toplam transfer harcamaları içinde üç büyüklerin payı %62'ye ulaşmış durumda. Yani 18 takımın bulunduğu Süper Lig transfer bütçesinin %62'si Üç büyüklere gitmiş.Diğer 15 takımın toplam transfer bütçesinden aldığı pay ise %38'te kalmış.

Süper Lig pahalı transfer yapıyor

Bir başka farklı konu da transfer harcamalarının, takımın piyasa değerinin gelişimine ve sportif performansına ne kadar katkıda bulunduğu konusudur. Olaya bu açıdan bakıldığında Süper Ligimizin bu konuda çok yol alamadığını gözlemliyoruz. Özellikle kariyerinin sonuna; yeteneklerinin sınırına gelmiş, sakat ve çoğu zaman da yaşlı futbolcuların TSL'ne transferi, kıt kaynaklarımızın heba olup gitmesine neden olmaktadır.

Transfer gelirlerimizin giderlerimizle kıyaslanmayacak kadar düşük kalması, zaman içinde futbol kulüplerimizin finansal bir darboğaza ve sıkıntı içine girmesine neden oluyor. Yani transfer ettiğimiz oyuncuların son sahibi olmak; onları yeni pazarlara satamamak transferlerin hem pahalı yapıldığının (paraya tahvil edilemeyen her şey, son kullanıcı için her zaman çok pahalıdır), hem de kaynaklarımızın yerli yerinde kullanılmadığının bir göstergesi...

Bu anlamda baktığımızda Süper lig'in transfer politikası "pahalı bir transfer politikası" olarak karşımıza çıkıyor. Bu sürdürülebilir ve kabul edilebilir bir yapı olmaktan ne yazık ki çok uzak görünüyor. Bu yükün altından kalkabilen kulüp sayısı da Avrupa dahil çok az görünüyor.

Sonuç

Bugün gelinen noktada TSL önemli bir parasal büyüklüğe ve piyasa değerine ulaşmış durumda. Bu süreç içinde futbol kulüplerimizin gelirleri ve giderlerinde önemli artışlar yaşandığı görülüyor. Gelirlerde yaşanılan bu artış en çok transfer harcamalarının artmasına neden oldu. Kendi içinde bakıldığında normal olarak değerlendirilecek bu durumun, doğal sonucunun da sportif performans olması beklenir. Özellikle günümüz endüstriyel futbolunda sportif performansın mali performansa, mali performansın da tekrar sportif performansa dönüşmesi kulübün orta ve uzun vadeli geleceği açısından çok önemlidir. Çünkü bu süreç içinde takımın piyasa değeri ve buna bağlı olarak ta futbol gelirlerinin büyümesi sağlanmış olur. Bu kapsamda olaya bakıldığında TSL'nin parasal gelirlerinde önemli artışlar kaydedilmiş olmakla birlikte; sportif performansta istenilen noktaya gelinememesi, süreç içinde önemli sıkıntılara yol açabilir. Çünkü, borca dayalı bir büyüme modeliyle futbolumuzun finansmanının sağlamaya çalışıyoruz. Bu başarı döngüsü içinde mali performans sportif performansı getirmezse, kulüplerimiz önemli finansal sıkıntılara katlanmak durumunda kalıyor. Bu bağlamda kulüplerimizin yapmış olduğu transfer harcamaları bugünkü yapısıyla sürdürülebilir bir dinamik olarak görünmüyor. Naklen yayın gelirlerinin neredeyse tamamı bugün transfere harcanıyor ve kulüplerimiz isabet yüzdesi düşük çok pahalı/maliyetli transferler yapıyor. İçinde bulunduğumuz ekonomik konjonktürün olumsuz etkisi de dikkate alındığında; elimizdeki kıt kaynakları çok etkin ve verimli kullanmak durumundayız. Oysa bugünkü uygulama tam anlamıyla bir transfer çılgınlığına doğru yol alıyor. Fayda maliyet analizinin yapılmadığı; kurumsal yönetişim temelinde varlık ve risk yönetiminin gerçekleştirilemediği futbolumuzda, içinde soluklandığımız dinamikler sürdürülebilir dinamikler değildir. Yapılan transfer çılgınlıklarının logolu ürün satımı, reklam ve sponsorluk geliri gibi gelirlere çıkartılabileceği savı da çok gerçekçi görünmemektedir. Nitekim, bu sorun aynı zamanda UEFA'nın da gündemindedir. UEFA Başkanı Michel Platini, her platformda futbol kulüplerinin abartılı derecede yüksek transfer harcamalarının önünü geçmek istediklerini belirterek, "Önümüzdeki 2-3 yıl içerisinde getireceğimiz sıkı finansal düzenlemelerle futboldaki bu büyük harcama alemine de son verileceğini" dile getiriyor.

Transfer ekonomisi çok sağlıklı ve sıkı kontrollerle yürütülmesi gereken bir ekonomidir. Bu konuda yapılacak yanlışlıklar, otomatikman kulüplerimizi etkileyecektir. Burada yapılacak hatalı uygulamalar, bir yandan kıt kaynakların heba edilmesini gündeme gelirken; diğer taraftan yetenek havuzumuzdaki gençlerimizin önlerinin kesilmesine de neden oluyor.

Özellikle yanlış transferleri en aza indirebilecek scouting uygulamasının kulüplerimizde olmayışı; bu işe gerekli kaynağın ayrılmaması, bizleri çok daha büyük maliyetlere katlanmak durumunda bırakıyor. Federasyon tarafından bir zorunluluk olarak Bu uygulamanın kulüplerin bütçeleri içinde yer alması sağlanmalıdır.

http://www.dunyagazetesi.com.tr/tugrul-aksar_109_0_yazar.html - http://www.dunyagazetesi.com.tr/tugrul-aksar_109_0_yazar.html


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 12/Tem/2010 saat 09:12
Ne olacak bu Avrupa futbolunun hali?

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

12.07.2010 - 09:01

Tanıl Bora'nın dediği gibi "Dünya Kupası futbolun Ramazan'ı" ve bu Ramazan siz bu yazıyı okuduğunuzda bitmiş, kupa da sahibini çoktan bulmuş olacak. Kıran kırana bir mücadele sonucunda kupaya uzanacak takım ister Hollanda, isterse İspanya olsun bir ilk gerçekleşmiş olacak. Futbol tarihlerinde ilk defa bu takımlardan birisi şampiyon olmuş olacak.

Hollanda bugüne kadar iki kez final oynayıp kaybetse de, bu kez portakallar ilk defa ev sahibi bir ülkeye karşı oynamayacaklar. Hollandalılar 1988 yılında Eurocup'ı kazanırlarken, bugüne kadar üç kez de finale yükselme başarısı gösterdiler. 1974, 1978 ve son olarak ta 2010. 1974'te ev sahibi Almanya'ya, 1978'te de yine ev sahibi Arjantin'e karşı finalde kaybeden Hollanda Milli Takımı bu kez işi sıkı tutmaya çalışacak. 1970'lerde üstün bir performans ortaya koyan Hollanda futbolu aynı zamanda Total futbolu da, futbol oyun anlayışı ve sistemine armağan eden bir ülke…

İspanya ise bugüne kadar en iyi performans olarak yarı finali görmüş bir ülke. 1950 Dünya Kupası'nda dördüncü olan İspanya bugüne kadar tam on üç kez Dünya Kupası elemelerine katılabilme başarısı göstermiş. Ancak 2010 Dünya Kupası'na kadar çok önemli bir başarıya ulaşamamışlar. 2008 yılında Avrupa Futbol Şampiyonası'nda kupayı müzesine götüren İspanyollar şu an Dünya kupasını da evlerine götürebilme şansına sahip olacaklar.

İki farklı sistem sahibi ve futbol anlayışına sahip iki değişik milli takımın mücadelesine tanık olacağız. Bir yandan sürekli futbolcu üretip bunu yurtdışına ihraç eden ve bundan çok önemli futbol geliri elde eden bir ülke, diğer taraftan borç yükü altında olmakla birlikte dünyanın en ünlü takımları ve oyuncularına sahip, futbolcu ithalatının çok önemli boyutlara geldiği bir İspanya'yı izleyeceğiz.

Bugüne kadar ortaya konan futbol, saha içindeki oyun anlayışı, fizik kondüsyon, taktik ve teknik olarak İspanya'nın ağır bastığı final maçı öncesinde Hollanda'nın tecrübesi ve final motivasyonu onları da kupaya ortak edecek gibi görünüyor. Ancak İspanya'nın turnuvanın en iyi pas yapan ve organize olan ekibi olması, istediklerinde tempoyu artırıp düşürebilmeleri, dar alanda olağanüstü yetkinlikte top oynamaları ve birbirlerini çok iyi tanıyan ve bir makine dişlisi düzeninde doksan dakika boyunca aynı kalitede oyunu zorlayabilmeleri ve turnuvanın en favori takımlarından Almanya'yı adeta sürklase ederek elemeleri onları Hollanda karşısında bir adım öne çıkartıyor.

Dünya Kupası boyunca futbolun hep güzel yanına yönelik yazılar yazmak istedim. İç karartıcı yazıları sizlerle paylaşmaktan, kötü haberleri sizlere aktarmaktan uzak durmaya çalıştım ama ne yazık ki, hayatın acı gerçeğinin önüne geçilemiyor. Bir yandan Güney Afrika'daki futbol şöleni devam ederken, diğer taraftan futbola ilişkin kötü haberler medyada kendisine yer bulmaya devam ediyor. Bu yüzden yazımızın başlığı biraz arabesk oldu.

Geçen haftanın en iç karartıcı haberlerinden ikisini sizlerle kısaca paylaşmak istiyorum.

Barcelona oyuncuların ücretlerini ödemek için kredi arıyor!

Bu haberlerden ilki Avrupa'nın ve Dünyanın en büyük ve en iyi kulüplerinden Barcelona ile ilgiliydi. Medyaya düşen son haberlere göre Barcelona oyuncularının maaş ve ücretlerini ödeyebilmek için borç arayışına çıkmıştı. http://www.futbolekonomi.comun/ - www.futbolekonomi.com'un BBC'den aktardığı habere göre: " La Porta'dan sonra koltuğu devir alan Barcelona'nın yeni başkanı Sandro Rosell, kulübün sanıldığı gibi bir zenginlik ve nakit bolluğu içinde olmadığını; likidite sıkıntısı çeken kulübün acilen oyuncuların 145 milyon Euro'ya'e ulaşan ücret ve maaşlarını ödeyebilmek için nakit paraya ihtiyacı bulunduğunu ve bu amaçla banka kredisi arayışına girdiklerini; şu anda tüm ümitlerinin Shakhtar Donetsk'e satılan Dmitro Chygrynskiy'den ve Manchester City'e satılan Fildişili oyuncu Yaya Toure'den gelecek toplam 50 milyon Euro'ya bağlı olduğunu; her ne kadar kulüp kendi faaliyetlerinden gelir yaratabiliyor olsa da taze nakit paraya ihtiyaçlarının olduğunu ve bankalara bu borçlanmaya ilişkin iş planlarını sunduklarını, şimdilik durumun kontrol altında tutulduğunu" ifade ediyordu.

46 yaşındaki Katalan işadamı Rosell katıldığı bir konferansta gerçekleri dile getirdi. Deloitte'un rakamlarına göre Barselona'nın 20008/09 gelirleri 365.9 milyon, borcu ise 437.8 milyon Euro… Rosell 2009/10 sezonunda bu gelirlerin 445 milyon Euro'ya yükseldiğini ifade ediyor. Ancak Barcelona'nın bu sezon Valencia'dan David Villa'yı satın alması ve Arsenal'dan da Fabregas'ı takıma dahil edebilmesi için kulübün ilave 90 milyon Euro daha para bulması gerekiyor. Bu transferlere bağlı olarak kulübün borçlanması da daha şimdiden 490 milyon Euro'ya yükseldi. 

İkinci finansal kriz haberi de İtalyanların en zengin ve en popüler kulüplerinden birisi olan Roma'dan geldi.

Roma kulubü Satıldı

İtalyan futbol devi ve Deloitte'un en zengin 20 kulüp sıralamasında 146.4 milyon Euro'luk geliriyle 12'nci sırada kendisine yer bulan Roma kulübüyle ilgili http://www.futbolekonomi.com/ - www.futbolekonomi.com 'da çıkan haberi aşağıya olduğu gibi alıyoruz.

İtalyan futbol devi AS Roma'yı 17 yıldır elinde tutan, Italpetroli'nin sahibi Sensi Ailesi, içine girdiği borç batağından kurtulamayınca kulübü borçlu olduğu Unicredit Banca di Roma'ya devretmek zorunda kaldı. Bir alıcı çıkana kadar Rosella Sensi'nin kulübün yönetimini sürdürmesine karar verildi.

Rosella Sensi, AS Roma'yı 1993 yılında satın alan babası Franco Sensi'nin ölümünden sonra mali kriz içindeki kulübün yönetimini devraldı. Sensi, 2 yıllık başkanlık süresince kulübü krizden kurtarabilmenin yollarını aradı. Sensi, kemer sıkma politikası başlatarak, mali durumu biraz rahatlatsa da 325 milyon Euro'yu bulan borç batağından çıkamadı.

Sensi Ailesi'ne ait olan Italpetroli'nin yüzde 100 hissesine sahip olduğu AS Roma'nın satışıyla ilgili alıcılarla görüşmeye başlamıştı.

Ünlü yatırımcı George Soros ve Emirates Grup'un kulübe talip olduğu söylentileri ortalıkta dolaşırken Italpetroli, kredi borcunu ödeyemediği Unicredit Banca di Roma'yla masaya oturdu. Dün akşam geç saatlerde başlayan toplantı sonunda kulübün bankaya devredildiği açıklandı.

230 Milyon Euro karşılığında kulübü devrettiği belirtilen Italpetroli, grup bünyesinde bulunan bazı gayrimenkulleri de bankaya vermek zorunda kaldı. Unicredit'in CEO Yardımcısı Paolo Fiorentino, toplantı sonrası yaptığı açıklamada, şirket ve banka arasında imzalanan anlaşma gereği bir alıcı bulunana kadar Rosella Sensi'nin Roma Kulübü başkanlığını sürdürmesine karar verildiğini söyledi.

Kısacası Avrupa'nın iki devi Roma ve Barcelona mali anlamda önemli sıkıntı içinde görünüyor. Bu iki üst düzey kulübün çok ciddi nakit sıkıntısı çekmesinin temelinde aşağıda dile getireceğimiz genel ve konular yatıyor.

Avrupa futbolu borç batağında 

Dünya Kupası finalini iki Avrupalı'nın oynaması ve yarı finalde üç Avrupa ülkesinin bulunması, bir kez daha dünya futbolunun patronunun Avrupa olduğunu bize gösterdi.

Gerçekten de sportif performans ve sahip olduğu Şampiyonlar Ligi gibi bir organizasyon ile endüstriyel futbolun göz bebeği konumundaki Avrupa futbolu ne yazık ki, inanılmaz bir borç batağı içinde yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Gün geçmiyor ki Avrupalı kulüplere ilişkin bir borç, bir iflas haberini medyadan görmeyelim, okumayalım. Bir yandan dünya futbol pastasının üçte ikilik kısmını tek başına üreten bir futbol coğrafyası, diğer taraftan borçtan yakasını kurtaramayan bir Avrupa.

Futbol kulüplerini bu denli borçlanmaya iten faktör ne? Böylesi bir borçlanmanın altından futbol kulüplerinin kalkma şansı var mı? İsterseniz buna kısaca bir bakalım öncelikle…

Futbolun borcu gelirlerini aşıyor!

Futbolun günümüzde giderek parasallaşıp ticarileşmesi ve endüstriyel bir karaktere bürünmesi futbol pastasının on milyar Euro'lara ulaşmasına yol açtı. Öyle ki Deloitte'un en son raporuna göre Avrupa futbolu yıllık 14.6 milyar Euro bir gelir yaratıyor. Yaratılan bu gelir doğal olarak futbolun parasal giderlerini de artırıyor. Gelirler ve giderler arasındaki bu orantısız büyüme süreç sonunda gelirler ve giderler arasında uçurumun giderek büyümesine yol açıyor. Başta transfer harcamaları, oyuncu ücret maş ve primleri, statlara yatırılan yüz milyonlarca Euro olmak üzere kulüplerin yapmış oldukları harcamalar ne yazık ki bir türlü futbolun parasal gelirleriyle karşılanamıyor. Gelirlerin kaynağını artırmak ya da yeni gelirler elde etmek kolay olmuyor. Statların kapasiteleri artırılarak, ilave gelir elde etmek her zaman mümkün olamıyor. Her sene bir önceki yıla göre daha fazla logolu ürün satışı gerçekleştirilemiyor, taraftar sayısı artmıyor. Kısacası futbolun gelirleri sınırlı kaynaklardan elde ediliyor.

Bir bütün olarak bakıldığında, futbolun gelirlerinin giderlerini karşılamakta yetersiz kalması, kulüp borçlanmalarının her geçen giderek artmasına yol açıyor. Temelde rekabet dinamiğinden kaynaklanan bu yetersizlik, futbol gelirlerinin elde edilmesi sürecinde önemli bir finansman ihtiyacı doğuruyor. İşte futbol kulüplerinin, kendi rekabet güçlerini artırabilmek adına yöneldikleri bu süreçte giderlerin gelirlerden fazla olması, sezon sonlarında kulüplerin "gider fazlası" vermelerine neden oluyor. Bir türlü "gelir fazlası" veremeyen futbol kulüplerinin giderlerindeki bu dramatik artış, aslında futbol kulüplerinin finansal, ekonomik ve sportif sağlıklarını olumsuz etkilemeye başlıyor, bağışıklık sistemini zayıflatmaya başlıyor. Doğal olarak bu aşırı borçlanma kulüplerin mali yapıları üzerinde finansal bir baskı yaratıyor. Bu finansal baskıdan kendisini kurtaramayan kulüpler ise süreç içinde geri dönemeyecekleri bir yola giriyorlar. Sonuçta, kulüp iflasları, küme düşmeler, kapanan ve tarih olan kulüpler gerçeği ile karşılaşıyoruz.

Avrupa'nın en zengin 20 kulübünün gelir ve borçları arasındaki açık artıyor!

Deloitte'un her yıl düzenlediği "En Zengin 20" sıralamasında yer alan kulüplerin 2007/08 sezonunda toplam borçları, gelirleri toplamından yaklaşık 280 milyon Euro fazlayken; bu tutar 2008/09 sezonunda tam 2.2 kat artarak 898 milyon Euro'ya yükselmiş durumda. Yani kulüplerin gelirlerindeki artış, giderlerini karşılamakta yetersiz kalınca, bir önceki yıla göre en zengin 20 kulüp 618.4 milyon Euro daha fazla borçlanmaya gitmiş. Kulüp başına borçlanmadaki artış tutarı yaklaşık 40 milyon Euro'ya ulaşıyor.

Gerçekten de bugün Avrupa'nın en zengin ve en büyük liglerine bakıldığında Alman Bundesliga ve Fransız Lig 1 hariç olmak üzere diğer 3 büyük ligin borçlanmaları, gelirlerinin üzerinde seyrediyor. Bu liglerin içinde İngiliz Premier Lig'in yıllık finansman açığı yaklaşık 4 milyar Euro civarındayken; bu tutar İspanyol la Liga'da 3.5 ve İtalyan Serie-A'da ise 1.2 milyar Euro düzeyine yükselmiş durumda.

En zengin 20'deki toplam finansman açığı ise 898 milyon Euro. 900 milyon Euro'ya ulaşan bu açık kulüplerin doğal olarak mali disiplinlerini de bozuyor ve onları çok ciddi sıkıntıların içine itiyor.

Avrupalı kulüplerin 2008 sonu itibariyle konsolide bilançoları

Yine bu sütunlarda 15 Nisan 2010 tarihinde yazdığımız "Kulüplerin 2008 Sonu İtibariyle Konsolide Bilançoları" başlıklı yazımızda da detaylıca ele aldığımız gibi, UEFA'nın hazırlatmış olduğu "The European Club Footballing Landscape" raporuna göre Avrupa'nın 2008 itibariyle 732 kulübünden 631'inin gönderdiği finansallarından hareketle oluşturulan konsolide bilançoya göre kulüplerin toplam varlıkları 20 milyar Euro'ya; özkaynakları da 1.8 milyar Euro'ya ulaşıyor.

Bilançonun borç ve yükümlülükler kısmını oluşturan pasif tarafa bakıldığında en önemli pasifin 5.5 milyar Euro'luk ve %28'lik payı ile bankalara ve ticari kurumlara olan borçlar ve krediler olduğu görülüyor. Toplam banka borçlarının %69'luk kısmının 20 kulüpten geldiğini vurgulayan raporda; bu kulüplerden dokuzunun İngiltere'den, beşinin de İspanya'dan olduğu belirtiliyor. Banka borçlarını takip eden bir başka borç kalemini ise 4.2 milyar Euro'luk nominal değeri ve %22'lik payı ile kulübün başta oyunculara olan yükümlülüklerini ve diğer faaliyetlerinin gerçekleştirilmesi sürecinde borçlanılan kısa vadeli borçlar oluşturuyor. Pasifte yer alan bir diğer önemli borç kalemi de 2.2 milyar Euro ve %11'lik payı ile kulüp sahibi, ortağı ve yöneticilerine olan borçlar.

En büyük 20 kulübün borcu 4.8 milyar Euro

Deloitte'un her yıl düzenlediği ve önemli bir referans noktası haline gelen "En Zengin 20" sıralamasına giren kulüpler içinde kendisine yer bulan Avrupa'nın en büyük 20 kulübünün borcu 4.844 milyon Euro'ya ulaşmış durumda. Bu kulüplerin gelir ve borçlarını sizlerle aşağıda paylaşıyoruz.

2008/09 Sezonu En Zengin 20 kulüp (milyon Euro)

Sıra Kulüp Gelir Borçları  Gelir- Borç

1 Real madrid 01.4 62.8 -161.4

2 FC Barcelona 365.9 437.8 -71.9

3 Manchester United 327 777.3 -450.3

4 Bayern Munich 289.5 0.0 289.5

5 Arsenal 263 462.6 -199.6

6 Chelsea 242.3 779.5 -537.2

7 Liverpool 217 440.0 -223.0

8 Juventus 203.2 120.0 83.2

  Ortalama 197.34 242.2 -44.9

9 Inter 196.5 284.9 -88.4

10 AC Milan 196.5 220.0 -23.5

11 Hamburger SV 146.7 0.0 146.7

12 AS Roma 146.4 42.0 104.4

13 Olympique Lyonnais 139.6 35.0 104.6

14 Olympique Marseille 133.2 28.0 105.2

15 Tottenham Hotspur 132.7 72.3 60.4

16 Schalke 04 124.5 193.8 -69.3

17 Werder Bremen 114.7 0.0 114.7

18 Boruissia Dortmund 103.5 107.3 -3.8

19 Manchester City 102.2 163.5 -61.3

20 Newcastle United 101 118.1 -17.1

  Toplam   3.946.8   4.844.8 -898.0

20 Kulübün toplam gelirleri ile borçları arasındaki fark 898 milyon Euro. Yani anlayacağınız Dünyanın en fazla gelir yaratan ve futbolunu domine eden Avrupa futbolu yarattığı gelirleriyle giderlerini karşılamakta yetersiz kalıyor ve borçlanmaya yöneliyor.

Avrupa'nın en üst düzey 20 kulübünün ortalama geliri 197,3 milyon Euro iken, ortalama borçları da 242 milyon Euro civarında. Buna göre net 45 milyon Euro civarında açık veren bu kulüplerin içinde bulundukları bu durumdan kurtulabilmeleri için acilen kendilerine Roma ve Barcelona örneğinde de olduğu gibi ilave nakit para bulmaları gerekiyor ya da tam aksi yönde hareket ederek ellerindeki değerli oyuncuları satarak mali disiplini sağlamaları gerekiyor. Aksi taktirde Avrupa futbolu içinden çıkamayacağı bir yola girmiş durumda ve futbolun tüm parasal göstergeleri, Avrupa'nın genel ekonomik makro göstergelerinden çok da farklı görünmüyor. Bunun için UEFA'nın "Finansal fairplay"inin büyük önemi ve rolü bulunuyor. Avrupalı kulüplerin ve de bizim kulüplerimizin acilen kendilerine mali anlamda çeki düzen vermeleri gerekiyor.

http://www.dunyagazetesi.com.tr/tugrul-aksar_109_0_yazar.html - http://www.dunyagazetesi.com.tr/tugrul-aksar_109_0_yazar.html


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 09/Ağu/2010 saat 17:15
Futbolun zengin ve yoksulları arasındaki fark giderek açılıyor!

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

09.08.2010 - 08:46
 

Futbolun zenginleriyle yoksulları arasındaki fark her geçen gün artıyor. Giderek parasallaşıp ticari ve endüstriyel bir karaktere bürünen futbol, bir yandan kendisine yeni gelirler yaratırken, diğer yandan küçük kulüpler ile büyük kulüpler arasındaki gelir farklarının da açılmasına neden oluyor. Kulüplerin finansal olarak birbirlerinden uzaklaşmaya başladıkları bu durum "finansal polarizasyon" konusunu gündeme getiriyor. Yani futbol kulüplerinin gelirleri arasındaki fark açıldıkça kulüpler arasında kutuplaşma da giderek artıyor. Bu ise, büyük kulüplerin daha büyümesi; küçük kulüplerin ise giderek daha da küçülmesi anlamına geliyor. İşte bu polarizasyon sonuçta kulüpler arasında haksız rekabetin filizlenmesine ve büyük kulüplerin daha dominant olmalarına neden oluyor.

Finansal polarizasyonun zaman içinde sportif performanslar arasında belirleyici bir özelliğe sahip olması, bu konunun önemini daha da artırıyor. Parasal gelir olarak güçlü olan kulüp süreç içinde rekabet gücünü artırıyor. Bu durumda da rekabetçi dengede büyüklerin lehine, küçüklerin aleyhine bir durum ortaya çıkıyor. Bu ise futbolun uzun vadede ölümü anlamına geliyor. Rekabetin ve yarışmanın bittiği bir ortamda futbol kendi üretimini yeniden sağlayacak gelirler yaratamaz. Rekabetin olmadığı bir ortamda reytingden; reytingin olmadığı bir futbol ekonomisinde de gösteri endüstrisinden (show business) söz edemeyiz. Bugün endüstriyel futbolun ya da futbol ekonomisinin ana dinamiğini "reyting" oluşturuyor. Futbolun damarlarında dolaşan kan yani parayı "reyting" pompalıyor. Hal böyle olunca "finansal polarizasyon" çok önemli hale geliyor.

Deloitte Sport Business Group'un en son yayınladığı "National Interest- Annual Review of Football Finance 2010" raporunda önemli bir yer tutan bu konuyu sizlerle bu hafta paylaşmak istedim.

Aslında "finansal polarizasyon" futbol gelirlerinin dağıtımı sorunsalıdır ve futbolun politik ekonomisi konuları içinde de en önemli bir yeri işgal eder. Yani daha öz itibariyle futbol gelirlerinin dağıtımındaki dengesizliğin sebep olduğu haksız rekabet ve bunun sonucunda ortaya çıkan sportif performans tamamen "rekabetçi denge"nin nerede ve nasıl kurulduğuyla ilgilidir. 

İyi Yönetişim kavramı, genellikle içine kapalı, şeffaflıktan uzak futbol kulüpleri ve hesap vermek ve şeffaf olmak istemeyen futbol yönetim organları dünyasında özellikle önem taşıyan bir kavramdır. Futbol yönetim organlarının kulüplerdeki yönetişim sistemlerinin geliştirilmesine destek olmak için için daha fazla çaba göstermeleri gerekiyor. İyi yönetişim kulüplerim kendi başlarına başarabilecekleri bir uygulama olmaktan uzak görünüyor.Bu sürece taraftar örgütlerinin de katılmaları gerekiyor. Bu anlayış uygulamaya geçmeden bütün dünyada futbolum geleceği çok parlak görünmüyor.

Otoriteler aynı zamanda futbol gelirlerinin dağılımındaki adaletsizlikleri giderecek çareleri de geliştirmelidir. Yayın gelirleri daha adaletli dağıtılabilir. Gerçekte bu gelirlerin daha önemli bir kısmı alt ligler ve futbol alt yapısının geliştirilmesi için pay olarak ayrılmalıdır. Diğer taraftan maç günü gelirlerinin ve diğer ticari gelirlerin de yeniden dağılımı için teknikler geliştirilmelidir.

Bu yaklaşıma önemli bir itiraz, kötü yönetilen kulüplerin neden iyi olanlar sırtından finanse edilmeleri gerektiğidir. Buna cevap iyi yönetişimin bütün kulüplere yaygınlaştırılmasının etkinliği arttıracağıdır. İki temel stratejik hedef; gelirlerin daha adil dağılımı ve kulüplerin etkin yönetimi birbirleri ile tutarlıdır. Futbol yönetim otoriteleri gelirleri daha dengeli dağılan ve daha etkin yönetilen bir futbol modeli üzerinde ısrarlı olmalıdır. Burada taraftar dernekleri ve bunların federasyonları da iyi yönetişim modeline dahil edilmelidir. Taraftarların kulüp yönetimindeki etkinlikleri bir çok Avrupa liginde görülebilmektedir.

Avrupa futbolunda gelir uçurumu 

Deloitte Sport Business group raporuna göre 2008/09 sezonunda Avrupa'da beş büyük ligde en zengin kulüpler ile en düşük gelirli kulüpler arasındaki uçurum daha da açıldı.

Avrupa futbol pazarının 2009/10 sezonu toplam gelirleri 15.7 milyar Euro'ya ulaştı. Olumsuz ekonomik koşullara rağmen büyümesini bir önceki yıla göre yaklaşık 1 milyar Euro artırabilen Avrupa futbolunda toplam gelirin yaklaşık 7.9 milyar Euro'luk kısmı beş büyük lig olarak nitelendirdiğimiz İngiltere, İspanya, İtalya, Almanya ve Fransa tarafından yaratıldı. Yüzde 50'lik bir dilimi kendi aralarında paylaşan Beş Büyük Lig'in ekonomik büyüklüğü bir önceki sezona göre yaklaşık 200 milyon Euro'luk bir artış gösterdi.

Kalan 48 ülkenin Avrupa futbol pastasına katkısı ise 7.8 Milyar Euro düzeyinde gerçekleşti. Buna göre 48 değişik ülke toplam futbol pastasına %50'lik bir katkı sağlamış oldu.

Yine Deloitte'un her yıl düzenlediği "En Zengin 20- Para Ligi" sıralamasında yer alan kulüplerin toplam gelirleri ise 3.9 milyar Euro'ya ulaşıyor.

En büyük polarizasyon La Liga'da

Beş Büyük Lig'de yer alan en zengin ve en yoksul kulüpler sıralaması yapıldığında ise en zengin ile en yoksul kulüp arasındaki önemli farklar olduğu görülüyor. Aşağıdaki tabloya göre beş büyük lig içinde en yüksek polarizasyon İspanyol la Liga'da…İspanyol La Liga'da yer alan 20 takım içinde en yüksek gelir ile en düşük gelir arasında tam 25 kat fark bulunuyor.

Beş büyük lig ve Süper Lig'de polarizasyon

 Milyon Euro 

 En yüksek En düşük Kaç katı olduğu

La Liga 401 16 25X

Premier Lig 327 55 6X

Bundesliga 290 33 9X

Serie A 203 26 8X

Ligue 1 140 24 6X

Süper Lig 110 10 11X

2008/09 sezonunda La Liga'da Barcelona ve Real Madrid'in toplam kazançları 767 milyon Euro'ya ulaştı. Toplam gelirin yaklaşık %51'ine karşılık gelen bu tutar, La Liga'da inanılmaz bir finansal polarizasyon olduğunu gösteriyor. Bir önceki sezon bu iki kulübün toplam gelir içindeki payı %47 civarındaydı. Yani La Liga'da finansal polarizasyon bir önceki yıla göre %4 daha fazla artmış durumda.

Yukarıdaki tabloya göre La Liga'da en yüksek gelir 401 milyon Euro iken, en düşük gelir 16 milyon Euro düzeyinde. Buna göre en yüksek gelir ile en düşük arasında tam 25 kat fark bulunuyor.

Beş büyük lig içinde ikinci büyük polarizasyon Bundesliga'da görülüyor. Bundesliga'da en yüksek gelir 290 milyon Euro iken, en düşük gelir 55 milyon Euro düzeyinde. Yukarıdaki tabloya göre, diğer büyük liglerden Premier Lig'de en zengin ile en yoksul arasındaki fark 6 kat iken; Serie-A'da bu oran 8, Lig1'de ise 6 kat civarında gerçekleşmiş görünüyor.

Beş Büyük Lig'de polarizasyonun nerden kaynaklandığına bakıldığında ise şunlarla karşılaşıyoruz.

İspanya'da en büyük fark naklen yayın gelirlerinden ve maç günü gelirlerinden gelirken; İngiltere'de ise ticari gelirler ile maç günü gelirleri polarizasyonun temel kaynağını oluşturuyor. Alman Bundesliga'da ise kulüp gelirleri arasındaki derin uçurumun kaynağı ise ticari gelirler ve sponsorluk gelirleri…İtalya'da ise yine naklen yayın gelirleri ve ticari gelirler kulüpler arasındaki gelir farklılığında derin uçurumlara yol açıyor.

Fransız Lig1'de ise havuz gelirlerinin %83'lük kısmı tüm kulüplere eşit dağıtılmasına karşın, polarizasyonun kaynağı ticari gelirler ve maç günü gelirlerinden kaynaklanıyor.

Ülkemizde finansal polarizasyon

Ülkemizde de yukarıda anlatılanlara benzer bir durumla karşı karşıyayız. Deloitte'un hesaplamasına göre 342 milyon Euro tutarındaki Türk futbol pastasının (hangi kalemlerden ve nasıl oluştuğu ne yazık ki raporda yer almıyor. Bize göre futbol pastamızın büyüklüğü yeni naklen yayın bedelleri ile 812 milyon Euro'ya kadar yükselmiştir.) paylaşımında da önemli farklılıklar bulunuyor.

Ülkemiz futbol pazarındaki polarizasyonu iki şekilde ele almaya çalıştık. Bunlardan ilki, havuz gelirlerinin dağılımı baz alınarak yaptığımız analiz ve sportif performans açısından polarizasyon analizi.

Beş Büyük Lig analizinde yer alan tutarlar üzerinden konuya yaklaştığımızda, Süper Lig'de en yüksek kulüp geliri 110 milyon Euro iken, en düşük gelir olarak ta 10 milyon Euro'luk geliri görüyoruz.

Buna göre 110 milyon Euroluk gelire ulaşan Fenerbahçe ile yaklaşık 10 milyon Euroluk gelire sahip Denizlispor arasında tam 11 kat gelir farkı bulunuyor. Yani Süper Lig'de de polarizasyon kendisini bu şekilde somutluyor.

Türkcell Süper Lig'de en düşük - en yüksek gelir

  Toplam Sportif

 gelir olarak performans geliri olarak

En yüksek gelir (milyon Euro) 110 8.5

En düşük gelir (milyon Euro) 10 3.2

En yüksek / en düşük 11X 1,5X

Yukarıdaki tablodan da görülebileceği üzere, toplam gelirler üzerinden aradaki gelir uçurumu 11 kata kadar çıkarken, havuz gelirlerinin dağıtımı baz alındığında sportif performansa göre dağıtılan gelirler arasındaki fark 1.5 kat civarında olabiliyor. Örneğin 2009/10 sezonunda sportif performans nedeniyle Bursaspor 8.5 milyon TL ile en yüksek geliri elde ederken, en son sırada yer alan Denizlispor'un sportif performans geliri 3.2 milyon TL düzeyindedir. Sportif performans geliri olarak biz sadece havuz gelirleri içinde kulüplerin kazandıkları ve berabere kaldıkları maçlarda, maç başına kandıkları puanlardan elde ettikleri gelirleri dikkate aldık.

Yukarıdaki tablodan da görülebileceği üzere, 2009/10 sezonunu şampiyon olarak tamamlayan Bursaspor toplamda 27.8 milyon TL'lık bir gelire ulaşırken, 17. Sırada yer alan Denizlispor'un toplam geliri 10.9 milyon TL civarında gerçekleşmiştir.

Bursaspor'un şampiyon olmasına karşın Süper Lig'de en yüksek gelire ulaşamaması ise özel olarak analiz edilmelidir. Ancak şunu belirtmekte yarar var ki, özellikle dört büyük kulübün şampiyonluk nedeniyle aldıkları primler toplamı, toplam gelirin %13'ünü oluşturuyor.

Dört büyük kulübün havuz gelirleri toplamı 124 milyon TL civarında olup, bu tutar toplam 314.6 milyon TL'lık havuz gelirlerinin %39.4'üne karşılık geliyor. Buna göre dört kulüp başına ortalama gelir 31 milyon TL seviyesinde gerçekleşirken, diğer 15 takımın ortalama gelirleri ise 12.7 milyon TL civarında kalıyor. Buna göre dört büyükler ile diğer 15 kulüp arasındaki ortalama gelir farkı 18.3 milyon düzeyine çıkıyor. Bu ise diğer 15 kulübün ortalama gelirlerinden %43 daha fazla bir tutarı işaret ediyor.

Analizimizden çıkan sonuçlar;

·Bir ligde havuz gelirleri ne kadar adaletli ve dengeli dağıtılsa bile, eğer kulüpler arasında çok önemli gelir farkları var ise bu noktada karşımıza finansal polarizasyon çıkıyor. Örneğin, Premier Lig'de havuz gelirleri %50 - %25 - %25 kuralına göre dağıtılmasına (%50 dayanışma payı, %25 sportif performans ve %25'te popülerlik payı) karşın, kulüplerin gelirleri arasındaki fark 6 kata kadar çıkabiliyor. Ya da daha çarpıcı olması nedeniyle Fransız Lig1'i örnek verebiliriz. Lig1'de toplam gelirin %83'ü eşit dağıtılmasına karşın polarizasyon katsayısı 6'dır.

·İspanyol La Liga örneğinde olduğu gibi eğer havuz gelirleri uygulaması yoksa polarizasyon en yüksek seviyede gerçekleşebiliyor. İki kulübün toplam gelirlerinin İspanyol futbol pastasının %51'ine karşılık gelmesi bunu net olarak ifade ediyor. Bu ligde polarizasyon katsayısı tam 25 kat. Gerçekten bunu, rekabetçi dengenin artık tamamen büyüklerin lehine kaymış olduğunun bir göstergesi olarak yorumlamak gerekiyor.

·Finansal polarizasyonu yüksek liglerde rekabeti belli başlı birkaç kulübün domine ettiği ortaya çıkıyor. İspanyol La Liga'da Real Madrid ve Barcelona'nın sportif etkinliği buna en iyi örnektir. Son on yılda La Liga'da sadece 2 takımın şampiyonluk sayısının 8'e ulaştığını görüyoruz. Premier Lig'de son on yılda sadece 3 takım (Manchester United, Chelsea, Arsenal) şampiyonluğa ulaşırken; Italyan Serie-A'da da yine 3 takımın (Milan, Inter ve Juventus) şampiyon olduğunu gözlemliyoruz. Bu bağlamda en ilginç sonuçlardan birisi de Fransız Lig1'de gerçekleşti. Olympique Lyonnais son 10 yılın yedisini şampiyon olarak tamamladı.

·Ülkemizde de finansal polarizasyon futbolun geleceğini tehdit ediyor. Her ne kadar Bursaspor geçen sene Süper Lig'i şampiyon bitirse bile, İstanbul kulüpleriyle Anadolu kulüpleri arasında çok önemli gelir ve bütçe büyüklük farkları belirli ölçüde regüle edilemediği sürece, Üç büyüklerin finansal, ekonomik ve stratejik üstünlükleri devam edecekmiş gibi görünüyor. Bu bağlamda son on yılda Üç Büyüklerin dışında Anadolu'dan bir şampiyonun çıkması, Ligimizde de polarizasyonun ne kadar etkili olduğunu gösteriyor.

Polarizasyona karşı ne yapmalı?

Futbolun giderek parasallaşıp endüstriyel bir karaktere bürünmesi, kulüpler arasında çok önemli finansal dengesizliklere, haksız rekabete ve üstünlüklere yol açtı. Buna biz kısaca "finansal polarizasyon" diyoruz. Bu patolojik durum zaman içinde rekabetin yok olmasını da beraberinde getirdi. Doç.Dr. Kutlu Merih ile birlikte kaleme aldığımız Futbol Ekonomisi isimli kitabımızda bu durumu çok detaylıca ele aldık. Ve bunu futbolun en önemli paradokslarından birisi olarak nitelendirdik ve bunu "Üstün finansal güç, rekabeti geriletiyor" cümlesiyle formüle ettik.

Hal böyle olunca futbolun geleceği ve selameti açısından futbol otoritesinin mutlaka bazı regülasyonları uygulamaya alması gerekiyor. Çünkü polarizasyonun en önemli kaynaklarından birisi kulüplerin aşırı borçlanmaya gitmeleri ve bu şekilde sağladıkları fonlarla kendilerine haksız rekabet üstünlüğü sağlamaları…Bu bağlamda UEFA'nın "finansal fair play"i ve Türkiye Futbol Federasyonu'nun "mali kural"ı çok önemli bir misyona sahip…

Otoriteler aynı zamanda futbol gelirlerinin dağılımındaki adaletsizlikleri giderecek çareleri de geliştirmelidir. Yayın gelirleri daha adaletli dağıtılabilir. Gerçekte bu gelirlerin daha önemli bir kısmı alt ligler ve futbol alt yapısının geliştirilmesi için pay olarak ayrılmalıdır. Diğer taraftan maç günü gelirlerinin ve diğer ticari gelirlerin de yeniden dağılımı için teknikler geliştirilmelidir.

"Bu yaklaşıma önemli bir itiraz, kötü yönetilen kulüplerin neden iyi olanlar sırtından finanse edilmeleri gerektiğidir. Buna cevap iyi yönetişimin bütün kulüplere yaygınlaştırılmasının etkinliği arttıracağıdır. İki temel stratejik hedef; gelirlerin daha adil dağılımı ve kulüplerin etkin yönetimi birbirleri ile tutarlıdır. Futbol yönetim otoriteleri gelirleri daha dengeli dağılan ve daha etkin yönetilen bir futbol modeli üzerinde ısrarlı olmalıdır. Burada taraftar dernekleri ve bunların federasyonları da iyi yönetişim modeline dahil edilmelidir. Taraftarların kulüp yönetimindeki etkinlikleri bir çok Avrupa liginde görülebilmektedir."

***

(Kutlu Merih, Futbol Sektöründe Finansal polarizasyona karşı kurumsal Yönetişim, http://www.futbolekonomi.com/ - http://www.futbolekonomi.com )

http://www.dunyagazetesi.com.tr/tugrul-aksar_109_0_yazar.html - http://www.dunyagazetesi.com.tr/tugrul-aksar_109_0_yazar.html


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 16/Ağu/2010 saat 10:54
53. sezona sorunlarla başladık!

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

16.08.2010 - 08:58

Geçen yılın Türkcell, bu yılın Spor Toto Süper Ligi Cumartesi ve Pazar günü yapılan maçlarla perdelerini 53'üncü kez yeniden açtı ve gösteri başladı. Başladı başlamasına ama sorunlarımız diz boyu… Parasal, yönetsel, ekonomik sıkıntılar ve problemler Spor Toto Süper Lig ekiplerinin peşini bırakmıyor.

Önceki yıllar Süper Lig'in isim hakkı sahibi Türkcell Digitürk ile anlaşamayıp ta ligin isim hakkını Digitürk Spor Toto'ya satınca bazı Anadolu kulüplerimiz göğüs reklam ve gelirlerinden mahrum kaldı. En acısı geçen yılın şampiyonu Bursaspor göğüs reklamı konusunda en büyük sıkıntıyı yaşadı.

Geçen hafta bu konuya ilişkin Cnbc-e televizyonunda bir program gerçekleştirildi. Programa katılan kulüp başkanları göğüs reklamı alamadıklarından, doğal olarak reklam geliri elde edemediklerinden şikayetçiydiler. Konu gerçekten can sıkıcıydı. Süper Lig'in şampiyonu göğsüne reklam alabilecek firma bulamıyordu. Ya diğer Anadolu takımları ne yapsın? Konuya ilişkin bazı yorumlar yapıldı. Bu hafta bu konuyu ele almak bana en doğru iş gibi geldi.

Sadece yeterli gelir elde edememek değil, aynı zamanda çok ciddi borç baskısı altında bulunan ve bu nedenle oyuncusunun, teknik adamının parasını ödemekte zorlanan kulüplerin başka sorunları da bulunuyordu.

Spor Toto Süper Lig'de 2010-2011 sezonu, 14 Ağustos Cumartesi günü yapılan 4 maçla başladı. 16 Mayıs 2010'da yapılan son maçlarla 2009-2010 sezonunu kapayan Süper Ligde heyecan yeniden start aldı.

13 ilden 18 takım, toplam 282 gün sürecek yeni sezonda, yeni transferlerle güçlendirdikleri kadrolarıyla belirledikleri hedeflere ulaşmaya çalışacak.

52'nci sezonunu Bursaspor'un şampiyonluğuyla geride bırakan Süper Lig'de geçen sezon ligden düşen Diyarbakırspor, Denizlispor ve Ankaraspor'un yerlerini bu sezon Kardemir Karabükspor, Bucaspor ve Konyaspor aldı. Tüm Spor Toto Süper Lig takımlarımıza başarılar dileyerek, biz değerlendirmelerimize geçelim.

Bursaspor tarih yazdı ama formaya reklam bulamadı!

Bu başlık futbolun ekonomisine ilişkin günlük yazılı medyada yaptığı müthiş haber yorum ve söyleşileriyle haklı bir taktir alan sevgili arkadaşım Kenan Başaran'a ait. Kenan Başaran 12 Ağustos 2010 tarihli Referans Gazetesi'nde konuya ilişkin yaptığı haber yorumda konuyu tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor.

Yıllık yayın geliri 325 milyon dolara ulaşan bir Lig'de kulüplerimizin hala parasal sıkıntı içinde olmaları ve kendilerine göğüs reklamı bile bulamamalarını acaba nasıl yorumlamamız gerekiyor?

Evet ligimizde hala rekabetçi denge, dengede rekabeti sağlayacak şekilde konumlandırılmış değil. Hala kulüplerimizin gelirleri arasında büyük uçurumlar var. Kulüplerimizin bazıları rekabette kendilerine haksız üstünlük sağlayabiliyorlar. Tüm bunlara evet ama bir takımın göğüs reklamı bile almakta zorlanması acaba sadece futbolun genel yapılanmasındaki temel problemlerden mi kaynaklanıyor sizce? Bunda kulüplerimizin herhangi bir sorumlulukları yok mu?

Bu konuda Kenan Başaran'ın haber yorumundan kısa bir pasajı sizlerle paylaşmak istiyorum.

"Bir iki gün içinde bir anlaşma olmazsa tarih yazan ve Şampiyonlar Ligi'nde Türkiye'yi tek başına temsil edecek olan Bursaspor, göğüs reklamı almadan lig maçlarına başlayacak. Sadece Bursaspor değil, Sivasspor, Kasımpaşaspor, Gaziantepspor, Gençlerbirliği, İstanbul BB ve Kayserispor gibi diğer Süper Lig takımları da harıl harıl göğüs reklamı arıyor. Oysa bu takımlar böyle bir sorunla karşılaşacaklarına pek prim vermiyordu zira Türkcell ile yola devam edeceklerini düşünüyorlardı. Ancak, Turkcell geçen sezon göğsünde yer aldığı 10 Anadolu kulübüyle yeni sezonda çalışmayacağını açıkladı.

Turkcell'in sözleşmesi mayıs sonunda bitti ama kulüpler yeni bir anlaşma yapılmasını umuyordu. Fakat, Türkcell "buraya kadar" dedi. Peki ne oldu da Turkcell, Anadolu takımlarının göğsünden düştü."

Heber yorumda da vurgulandığı gibi bazı takımlarımız böyle bir sorunla karşılaşacaklarını hiç düşünmüyorlardı. Ama düşünülmeyen oldu ve Türkcell takımlara verdiği reklam desteğini kesti.

Bu yılın başlarında yani Şubat ayında naklen yayın anlaşmasında fahiş bir rakama ulaşılıp ta, takım başına ödenecek havuz gelirlerinin %140 yükselmesi bende farklı bir endişeye neden olmuştu. Bu denli yüksek bir kaynak bir yandan takımlarımızı maddi anlamda ciddi rahatlatırken, diğer taraftan başka bir gelir kaynağı yaratma arayışlarına yönelmemelerine de neden olabilirdi. Bu ise tam bir felaket olurdu. Çünkü göbeğinden naklen yayın gelirlerine bağlı bir yaşam ile varlığını devam ettirmeye çalışan bir kulüp bir süre sonra "gelir tembelliği" içinde yeni kaynaklar yaratmadan, yeni harcamalara yönelmeyi tetikleyebilir ve buna bağlı olarak verimsiz, israfçı bir anlayışla var olan kaynaklar hovardaca kullanılabilirdi. Bu endişem ne yazık ki hala gitmiş değil…

Kulüplerimizin mutlaka kendilerine naklen yayın gelirlerinin dışında ilave ve değişik gelir kaynakları yaratmaları gerekiyor ki, en son göğüs reklamı krizinde olduğu gibi sıkıntılar yaşamayalım.

Bu gelirleri yaratmak kolay mı?

Özellikle Süper Lig'de oynayan takımlarımızın mutlaka kendilerine çok farklı kaynaklardan ilave gelirler yaratıyor olmaları lazım. Ama bunun için kulüplerimizin mutlaka sportif performanslarını belirli bir istikrarda tutabilmeleri ve buna bağlı olarak taraftar tabanlarını daha da genişletecek etkinliklere ağırlık vermeleri gerekiyor. Mümkün olduğunca taraftarını müşteri olarak görüp ona göre yatırım yapıp gelirlerini artırmaya çalışmak en akıllıca yol gibi görünüyor. Unutmayalım ki, kulüp taraftarını ne kadar müşteri görürse, taraftar da kendisini o ölçüde tüketici taraftar olarak görür. Buna uygun satış ve pazarlama stratejileri oluşturup, taraftar başına ya da statta koltuk başına yaratılacak katma değeri maksimize edebilmek ilk akla gelenlerden birisi. Çünkü sonuçta devlerle rekabet edebilmenin yolu sağlıklı ve sürekli gelir elde edebilmekten geçiyor. Bunu yapan kulüplere baktığımızda; yüzyıla ulaşan bir tarihsellik, istikrarlı bir sportif performans ve milyonlara ulaşan bir taraftar kitlesi görüyoruz. Bunun sonucunda da o kulübün izlenilirliği yükseliyor ve zaman içinde kulüp mevcut ortalama sportif performansını devam ettirdiği sürece sportif performanstan bağımsız bir parasal performansa kavuşuyor. Bugün Avrupa'da üst düzey kulüplerin sportif performansları zaman zaman düşse bile her yıl standart bir parasal gelir elde edebiliyorlar. Bunun arka planında aslında markalaşmak yatıyor.

Yani takımlarımızın öncelikle ortaya kabul edilebilir bir sportif performans koymaları ve daha sonra bu performansı mali performansa çevirebilmeleri gerekiyor. Bu şekilde buradan gelecek yeni ve ilave fonlarla alt yapıya ve sportif tesislere yatırım yapmak, daha rekabetçi bir sportif performans ortaya koyarak, parasal anlamda refaha ulaşmak temel amaç…ancak bunları yapabilmek kolay olsaydı zaten tüm kulüplerimiz bu saate kadar bunları yapar ve rekabet üstünlüklerine ulaşırlardı. Özellikle böylesi bir yapı kulüplerimizde kurumsal yönetim ve yönetişimi bir zorunluluk haline getiriyor. Böylesi bir örgüt modeli kurmadan hayal edilen sportif ve parasal refaha ulaşmak zor görünüyor.

Transferler yapılıyor ama hangi bütçelerle?

Süper Lig ekipleri hız kesmeden transferlere devam ediyor. Ama sormak lazım hangi bütçelerle? Özkaynakları neredeyse tamamen yok olmuş bir kulübümüz transfer şampiyonu. Anadolu'daki kulüplerimiz de fayda maliyet analizi yapmadan yabancı kontenjanını doldurmak için transfer yarışındalar. Bütün bunlar olurken, kulüplerimiz oysa ciddi finansal sıkıntı içinde. UEFA kriterleri adeta göz ardı edilmiş durumda. Mevcut varlıkları borçlarını karşılayamayan yani pasif açığı veren kulüpler hala delicesine transfere para harcıyor. Oysa UEFA'nın finansal fair play kuralları ve UEFA kriterleri kulüplerin başında "Demoklesin kılıcı" gibi sallanıp duruyor.

Geçen yıl sadece sekiz kulübümüz UEFA kriterlerini gerçekleştirerek lisans alabildi. Bu durum bile Süper Lig'de mücadele eden diğer kulüplerimizin durumlarını ortaya koyuyor.

Mali yapılarındaki yetersizlik ve olumsuzluklara karşın borçlanma yoluyla transfer yapan kulüplerimiz sonuçta rakiplerine karşı önemli bir rekabet üstünlüklerine kavuşuyorlar. Ne var ki, yapılan isabetsiz transferler takımlarımızın kaynaklarının israf edilmesine neden olurken, diğer taraftan borç yükünü de artırıyor. Bu nedenle mutlaka transfer bütçelerinin futbol otoritesi tarafından sıkı bir şekilde kontrol edilmesi gerekiyor.

6+2+2 Transferde savurganlığa yol açıyor

Bilindiği üzere geçen sezon bazı kulüplerin yaptığı ısrar ve lobiler sonucunda Türkiye Futbol Federasyonu 6+2+2 kuralını getirmişti. Buna göre kulüplerimiz sahada 6 yabancı futbolcuyu oynatırken, 2 yabancı kulübede, 2 yabancıyı da tribünde tutabileceklerdi. Bu kural gelir gelmez de tüm takımlarımız kalite, ihtiyaç, fayda ve maliyet analizi yapmadan yabancı oyuncu transferlerine başladılar ve bugün Süper Lig'de yabancı oyuncu sayısı 150'yi geçmiş durumda. Ancak verimlilik açısından olaya bakıldığında ise bu oyuncuların sadece yüzde elliye yakın kısmının takımlarında oynadığı diğerlerinin ise yedek kulübesinde veya tribünde oturduğu yaptığımız araştırmalarla ortaya çıkıyor. Yani takımlarımız bu kontenjanı çok verimli kullanamıyor. Aksine yetenekli genç futbolcularımızın önünü kesiyor.

Teşvik, şike ve şiddete karşı yeni futbol yasası mutlaka çıkmalı

Milyar dolarlık bir endüstride rekabeti düzenleyen koşulların sadece yönetmelik ya da idari çözüm yollarıyla değil kendi yasalarıyla yönlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Sadece şike için ceza yasasında bir düzenlemeye gidilmesi sorunların önünü kesmez sadece öteler. Avrupa'da bazı ülkelerde olduğu gibi mutlaka sporda ve futbolda her türlü hukuksal anlaşmazlık, teşvik, şike ve şiddet olayları için spor mahkemeleri kurulmalı; özellikle futbolun bağışıklık sistemini çökerten teşvik ve şikeye ağır yaptırımlar getirilmeli, tribün terörü ve küfür için yeni yasal düzenlemeler zaman geçirmeden yapılmalıdır.

Sonuç

Elli üçüncüsüne merhaba dediğimiz bu sezonda Spor Toto Süper Lig sürprizlerle başladı ve umarım ki sürprizlerle de son bulur. Yıllık 325 milyon dolar havuz gelirinin dağıtıldığı; galibiyet priminin 750 bin, beraberliğin 375 bin TL olarak belirlendiği yeni sezonda kıran kırana rekabetin yaşanacağı geçen hafta oynanan maçlarla belli oldu. Tüm takımlarımıza başarılar diliyoruz. Ancak mevcut sorunlarımızı da görmezlikten gelemeyiz. Bir an önce bu sıkıntılara çözüm bulmalıyız.

http://www.dunyagazetesi.com.tr/tugrul-aksar_109_0_yazar.html - http://www.dunyagazetesi.com.tr/tugrul-aksar_109_0_yazar.html


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: Berkay ÇİFTER
Gönderi tarihi: 16/Ağu/2010 saat 11:33
İyi ki varsın ETİ !


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 23/Ağu/2010 saat 10:53
Futbolda Süper Lig’e 5 yılda 125 milyon $

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

23.08.2010 - 08:50

Süper Lig isim hakkını bildiğiniz üzere geçen hafta Spor Toto beş yıl için 125 milyon dolar ödeyerek satın aldı. Bu nedenle Turkcell Süper Lig Spor Toto Süper Lig'e dönüştü. Bu konu yani isim haklarının satın alınması ya da satılması günümüzde önemli bir ticari konu.

Konunun bence ilginç olan yönü devletin elindeki tüm kamu hizmeti veren kurum ve kuruluşları satarak özelleştirmeye çalıştığı bir dönemde Spor Toto'nun böyle bir aksiyonda bulunması gerçekten ilginç. Bu eylemin arka planında hangi saikler olabilir. Bu hafta bu konuyu sizlerle paylaşmak istedim.

Öncelikle konuyu bir anımsayalım isterseniz…

Beş yıl için 125 milyon dolar

Süper Lig'in isim sponsoru Spor Toto oldu. Beş yıllığına 125 Milyon Dolar verecek olan Spor Toto 2010-2011 sezonundan itibaren geçerli olacak anlaşmaya göre Süper Lig'in isim haklarına sahip olacak. Süper Lig'in yanı sıra, TFF 2. Lig ve TFF 3. Lig'in isim hakları da 5 yıl süreyle Spor Toto tarafından alındı. Artık yeni dönemde liglerin adları, Spor Toto Süper Lig, İddaa 2. Lig ve İddaa 3. Lig olarak kullanılacak.

On beş gün önce Swiss Hotel'de düzenlenen basın toplantısında Süper lig'in "İsim hakkı " spor Toto'ya geçmiş oldu. Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Faruk Nafız Özak ve Spor Toto Teşkilat Başkanı Bekir Yunus Uçar, Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Mahmut Özgener, TFF Başkanvekili Lutfi Arıboğan, TFF Yönetim Kurulu Üyeleri Zafer Yıldırım ve Yunus Egemenoğlu ile Digitürk Genel Yayın Yönetmeni Ertan Özerdem katıldığı basın toplantısında Türkiye profesyonel liglerinde ve Türk futbolunda yeni bir dönem de başlamış oluyor.

Konuya ilişkin Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Mahmut Özgener şunları söyledi: "14 Ocak 2010 tarihinde gerçekleştirilen ve Türk futbolu için bir milat olan "Yayın İhalesi" sonucunda, Süper Lig'de mücadele eden kulüplerimize yüzde 126 artışla yılda 321 milyon dolar aktarılacak olması Türk futbolu açısından gurur verici. Türk sporunun en değerli markalarından biri olan Süper Lig'in 5 sezondur devam eden isim sponsorluğu, bugünden itibaren ülkemizin bir başka değerli kurumunun ismiyle devam edecek. 2 gün sonra 53'üncü sezonuna merhaba diyecek olan Süper Lig bundan sonra Spor Toto Süper Lig adıyla anılacak."

Yeni yayın ihalesi ile Avrupa'nın en değerli ligleri arasındaki yerini sağlamlaştıran Süper Lig'e duydukları güven ve yaptıkları yatırım için Spor Toto Teşkilatını kutlayan Başkan Özgener, 2005 yılından bu yana isim sponsorluğu yaparak futbolumuza önemli bir kaynak aktarımı sağlayan Turkcell firmasına da özel teşekkürlerini iletti.

"Futbol ekonomisinde çağı yakaladık"

Mahmut Özgener şöyle devam etti: "Bu güç birliğinin yaratılmasında, futbolumuzda sağlanan güven ortamının, futbola aktarılan kaynak artışının payı büyük. Bugünkü mutluluğumuz sadece Süper Lig'in isim sponsorluğundan kaynaklanmıyor. Spor Toto Teşkilatı, Türk Futbolunun atar damarlarından TFF 2. Lig ve TFF 3. Lig'e de ismini verdi. Böylece, ülkemizde yer alan 4 profesyonel ligin tamamının isim sponsoru olmuş oldu. Bu gelişmeler, futbolun endüstrileştiği bir ortamdan geri kalmadığımızı, çağa ayak uydurduğumuzun en güzel kanıtı. Futbola aktarılan bu ekstra kaynaklar, tüm liglerdeki kulüplerimiz için önemli bir itici güç olacaktır."

2. Lig ve 3. Lig'in ön adı Spor Toto oldu

Türkiye Futbol Federasyonu (TFF), bugün Süper Lig, 2. Lig ve 3. Lig'in isim haklarının kullanımıyla ilgili gerçekleştirilen lansman sonrası, düzeltmeye gitti. Daha önce 2. Lig ile 3. Lig'in ön adı olarak "İddaa"nın kullanılacağı duyurulurken, daha sonra TFF'den yapılan açıklamada, Süper Lig'de olduğu gibi bu iki ligde de ön adın "Spor Toto" olacağı kaydedildi.

Ciro yüzde 10 Artar(mı?)

Spor Toto olarak geçen yıl 2 milyar dolarlık ciroya ulaştıklarını anlatan Bekir Yunus Uçar, şu değerlendirmeyi yaptı: "Bu çalışma Spor Toto'nun cirosunu yüzde 10 artıracaktır. Bu tür sponsorluklar şirketlere maddi ve manevi önemli katkılar sağlıyor. Yasal olmayan bahis pazarına da ağır bir darbe vuracağımıza inanıyorum."

4 büyükler önemli

Süper Lig'in isim hakkıyla birlikte yapılacak çalışmaları anlatan Bekir Yunus Uçar, şöyle konuştu: Öncelikle 4 büyüklerin kollarındaki Süper Lig logosuna şirketin adının da yazılması gerekiyor. Futbol topunun üzerindeki logoda da adımız bulunacak. Hakemlerin üstündeki formalarda da Spor Toto Süper Lig logosu yer alacak. Maç başlamadan önce ve maç sonralarında da görünürlük ön planda olacak.

Süper Lig'in adı nasıl değişti?

Her şey Digiturk'ün geçen sezon ligin yayın hakkı için 321 milyon dolar vermesiyle başladı. Süper Lig'in isim hakkının satışını da elinde bulunduran Digiturk, bu alanda yeni ihale istedi. Turkcell'den yılda 10 milyon dolar alan Digiturk, daha fazla para kazanacağını hesapladı. Ancak Turkcell'in sözleşmesi 2010-2011 sezonunu da kapsıyordu. Digiturk önce bir başka GSM operatörü Vodafone ile görüştü. Vodafone Süper Lig'e yıllık 35 milyon dolar verdi.

Turkcell Genel Müdürü Süreyya Ciliv, bu işi mahkemeye götürdüklerini belirtti.

Daha sonra araya Spor Toto girdi ve ligin isim hakkına talip olduğunu açıkladı.

Turkcell, Süper Lig'in isim hakkı için Spor Toto'ya yeşil ışık yaktı.

Şirketler kapıştı Spor Toto kârlı çıktı

Şirketlerin çekişmesinden Spor Toto'nun da kârlı çıktığını dile getiren Bekir Yunus Uçar, şu değerlendirmeyi yaptı: "Bu konuda Vodafone'da önemli çalışmalar yaptı. Süper Lig'in isim hakkı için Vodafone 35 milyon dolar verdi. Ancak Spor Toto'nun futbol kulüplerine olan desteği göz önüne alınarak 25 milyon dolar vermemize rağmen Süper Lig'e adımızı yazdırmayı başardık. Şirketlerin çekişmesinden Spor Toto olarak kârlı çıktık."

Spor Toto Süper Lig isim hakkını neden satın aldı?

Bildiğiniz üzere Spor Toto yasal olarak "Spor Tahmin Oyunu" oynatan bir devlet kurumu. Aslında Yurtdışında Spor Tahmin Oyunu isminde ya da bu işi yapan bir devlet kuruluşu üst düzey liglerde (İngiltere, İspanya, Almanya, İtalya ve Fransa'da) yok. Hemen hemen hepsinde bu işi yapan özel bahis şirketleri var ve bu şirketler kulüplerle ya doğrudan ya da dolaylı olarak anlaşıyor ve sponsorluk hizmeti veriyorlar. Ancak ülkemizde Bahis oyunları yasak olduğu için biz ancak "Spor Tahmin oyunları" ismiyle bu oyunları oynuyoruz ya da oynatıyoruz. Bu bağlamda aslında siz eğer İddaa kuponu dolduruyorsanız yasal olarak "bahis oyunu" değil bir "spor tahmin oyunu" oynuyorsunuz. Yasamız böyle tanımlamış. Bunda yapılacak bir şey yok. Ancak bu oyunlar bildiğimiz üzere bir "bahis oyunu"dur ve yıllık hacmi dünya genelinde 95 milyar dolar civarındadır.

Bu kapsamda olaya bakıldığında Spor Toto'nun bir devlet kuruluşu olarak bu olaya ilgi duymasının ve ihaleye girip Süper lig isim hakkını almasının nedeni nedir? Bunun üzerinde durmaya çalışalım biraz.

Spor Toto'nun tarihçesi

Spor Toto'nun daha doğrusu ilk yıllardaki adıyla "Bahs-i Müşterek"in Türkiye'ye gelmesi ve uygulamaya alınması da gerçekten çok enteresan olmuş. O dönemin Beden Terbiyesi Genel Müdürü Vildan Aşir Savaşır, Spor Toto fikrini ortaya atan ilk öncü kişi olmuş ve 1949 yılında İsveç'ten özel bir kuryeyle getirttiği Spor Toto mevzuatını bizatihi kendisi Türkçe'ye çevirerek, dönemin futbol federasyonu başkanı Ulvi Yenal ile birlikte Spor Toto organizasyonun kurulabilmesi için çalışmalara başlamış.

Spor Toto organizasyonunun, Türkiye'de kurulması için yoğun çaba harcayan Futbol Federasyonu Başkanı Ulvi Yenal, o günlerde yaşadıkları sıkıntıları Tercüman gazetesinde 1986 yılında çıkan yazısında şöyle anlatıyor: "Savaşır'dan sonra gelen genel müdürler, teftiş ve tetkik gibi konularla uğraştığından Spor Toto'ya ilgi göstermediler. Müracaat ettiğimiz makamlardan, çocukları kumara mı alıştıracaksınız? Profesyonelliğe geçtiniz yetmedi mi? Gibi sözlerle karşılaştık. Madem uygar ülkelerin hepsinde oynanıyor neden Fransa'da bu oyun yok gibi laflar işittik. Avrupa'da birçok ülke spor tesislerini spor totodan gelen gelirlerle tamamlarken, biz kısır bütçelerle yılları geçiriyorduk. 1950 yılında Rize Milletvekili Zeki Rıza Sporel ile Konya Milletvekili Saffet Gürol Spor Toto ile ilgili birlikte bir kanun teklifi hazırladı ve Meclis'e sundu. Ancak o teklif hiç bir sonuca ulaşamadı ve encümende eriyip gitti."

10 yıllık mücadele

Meclis'te o yıllarda DP milletvekilleri Spor Toto'nun kumar olduğunu ileri sürerek kanunun reddine çalıştı. Meclis'te kimi vekiller karşı çıkarken, kimileri de kanuna olumlu yaklaşıyordu. Orhan Şeref Apak, Sait Selahattin Cihanoğlu, o zaman ki Genel Müdür Mehmet Arkan, Nizamettin Kırşan ve Muhlis Peykoğlu, Spor Toto'nun oynanması (o zamanki adıyla Bahsi Müşterek) için yoğun çaba harcadı. Kanun 1959 yılında 10 yıllık gecikmeyle çıktı.

Spor Toto'nun Uygulamaya Geçirilişi

Meclisteki ekişmeli bir mücadeleden sonra, Futbol Müsabakalarında Müşterek Bahisler Tertibi Hakkında'ki 7258 sayılı Kanun 29 Nisan 1959 tarihinde kabul edilmiş ve Spor Toto resmen kuruldu ve adı "Futbol Müsabakalarında Müşterek Bahis Teşkilatı" oldu.

Spor Toto Teşkilat Başkanlığı

Spor Toto Teşkilat Müdürlüğü, 28.02.2007 tarihinde yürürlüğe giren 5583 sayılı "Futbol Müsabakalarında Müşterek Bahisler Tertibi Hakkında Kanun İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun" ile Teşkilat Başkanlığı'na dönüşmüştür.

Bahis oynamak suç mu?

Ülkemizde kişilerin bahis oyunu düzenlemeleri ve oynamaları 7258 Sayılı Yasa'ya göre suç ve iki yıldan beş yıla kadar da hapis cezası bulunuyor. Ancak bu hak ülkemizde yasayla devlete verilmiş. Sadece devlet bahis oynatabilir, düzenleyebilir. İddaa ve Sportoto gibi oyunları bu kapsamda değerlendirmek gerekiyor.

Spor Toto Yılda 2 milyar TL ciro yapıyor

Spor Toto teşkilat başkanı Bekir Yunus Uçar 2009 yılında Spor Toto'nun 2 milyar TL'na yakın bir ciro yaptığını ifade ediyor. İddaa'nin cirosu ise yıllık bazda bir buçuk milyar dolara ulaşmış durumda.

Kısacası devletin tekelinde bulunan bahis oyunları çok doğal olarak günümüz endüstriyel spor ortamında çok önemli bir pastayı oluşturuyor. Yıllık yüz milyar dolar seviyesine gelen ve bu şekilde kendi ekonomisini yaratmış olan bahis oyunları tüm dünya genelinde bir virüs gibi aslında futbol dahil tüm spor branşlarını sarmış vaziyette.

"Asalak Ekonomi"

Temel dinamiğini spordan/futboldan almasına karşın, spora/futbola aktarılan paralar ise toplam hasılatın yüzde onu kadar bile değil. O halde spordan/futboldan beslenmesine karşın spora/futbola hak ettiği parayı kanalize etmeyen bir oluşumu nasıl nitelemek gerekiyor. Ben buna futbolun/sporun sırtından beslenen "asalak ekonomi" diyorum.

Bahis ekonomisi bu bağlamda bir nevi asalak bir ekonomiyi oluşturuyor ve öz itibariyle de aslında futbolun ve sporun bağışıklık sistemini süreç içinde sakatlıyor zayıflatıyor. Bahis oyunlarının pratikteki diğer türevleri olarak karşımıza teşvik ve şike çıkıyor. Kendi takımının aleyhine bahis oynayan futbolcular, rakiplerine bavullarla teşvik primi dağıtan yöneticiler, uluslararası etkinlik gösteren şike olayları tüm bunlar futboldan ve spordan beslenen ama futbolun bağışıklık sistemini çökerten anti-futbol/spor ögeleri olarak varlıklarını devam ettiriyorlar.

Biz şimdi tekrar Spor Toto'nun Süper Lig isim hakkını neden aldığı sorusuna yanıt vermeye çalışalım.

Spor Toto Süper Lig'in marka değerini yükseltir mi?

Spor Toto elli yılı aşkın tarihi ve yaygın bilinirliğiyle Türkiye'nin önemli kuruluşlarından birisi. Konuya bu şekilde yaklaşıldığında Spor Toto'nun böyle bir işe girmesi son derece normal görünüyor. Yıllardır devlet eliyle oynatılan bahis oyunlarının ana organizatörü olan Spor Toto'nun Süper Lig gibi bahis oyunlarının temel dinamiğini oluşturan bir kuruluşun isim hakkını alması çok doğal.

Burada temel olarak iki amaç olduğu kanısındayım. Bunlardan ilki; devlet sosyal niteliğinden dolayı spora ve dolayısıyla futbola daha fazla fon transfer edebilmek amacıyla böyle bir organizasyona girmiş olabilir. Sporun ve futbolun desteklenmesi, daha da yaygınlaştırılması, Türk sporu/futbolunun rekabetçi düzeyini yükseltebilmek amacıyla kulüplere daha fazla fon transfer edebilmek bu önemli bir misyondur. Ancak burada fon transferi özel bir şirkete yani, yayın hakkı sahibi Digitürk'e yapılıyor

İkincisi ise burada dev bir pazar var ve pasta her geçen gün büyüyor. Milyar dolarlara ulaşan bir ekonomik pazardan daha fazla pay alabilmek ve buradan gelecek fonları devletin kullanımına bırakmak çok önemli bir amaç olabilir…Yani Spor Toto kendi marka değerini daha da artırarak, bir süre sonra bu değer üzerinden kendi yapısının özelleştirilmesine ortam ve olanak sağlamayı amaçlıyor olabilir.

Kısacası Spor Toto'nun Süper Lig isim hakkını almasının sosyal ve siyasi nedenleri bulunuyor. Siyasi neden ise ekonomik sebepler üzerinde yükseliyor. Çünkü ekonomik olarak bahis sektöründen daha fazla pay alarak, buradan gelecek kaynakların tasarrufunu hükümetin emrine sunmak. Aslında bu tüm ülkeler ve ekonomiler için geçerlidir.

Peki devletin böylesi bir organizasyon içine girmesini nasıl yorumlamalı? Bugün Süper Lig'de oynayan bazı takımlarımızın kamu fonlarıyla finanse ediliyor olmaları zaten bu kulüplerin kamu eliyle haksız rekabet üstünlüğüne ulaştıkları yönündeki önemli tartışmaları da beraberinde getiriyor.

Kamu elindeki fonları bu tür alanlara bloke edebilir mi? Ederse buradaki temel amaç nedir? Yani bugün herhangi bir belediyenin profesyonel bir takım/kulüp sahibi olması ve bazı kamu fonlarının bu takıma aktarılmasının temel gerekçesi nedir? Bu ne kadar sosyal adalete hizmet eder? Bu açıdan olaya bakıldığında Spor Toto Teşkilat Başkanlığı'nın kendi katma bütçesinden 125 milyon doları buraya aktarması tamamen siyasi bir karardır ve kişisel kanım o dur ki, Spor Toto futbolumuzun marka değerini yükseltmekten daha çok kendi marka değerini artırmayı hedeflemektedir.

Süper Lig'de rekabet artar mı?

Spor Toto'nun beş yıllık süre için Süper Lig isim hakkı olarak beş yıllığına Türkiye Futbol Federasyonu'na 125 milyon dolar ödeyecek olmasını da anlamakta zorlanıyorum. Çünkü, Süper Lig'in yayın, pazarlama ve satış hakkı yıllık 321 milyon dolar ödeyen Digitürk'e ait. Buna göre sözleşmeyi Digitürk ile Spor Toto'nun yapması gerekirken, TFF ile sözleşme imzalanmasını anlamaya çalışıyorum. TFF düzenleyici otorite olarak orada bulunuyorsa sorun yok. Ancak bildiğim kadarıyla kontrat TFF ile Spor Toto arasında yapıldı.

Bu tutar doğal olarak Digitürk'ün bütçesine bir gelir kalemi olarak girecek. Buna göre futbola buradan ekstra bir para aktarmak çok mümkün görünmüyor. Nitekim grup şirketi olmalarına karşın Türkcell ile Digitürk arasındaki kavga da bunu doğruluyor. Bu olayla Digitürk yılda 10 milyon dolarlık bir gelirini yıllık 25 milyon dolara çıkartarak bir kar maksimizasyonu sağlamıştır. Bu ticari bir kuruluş için çok normaldir. Çünkü bir "kamu malı" olarak futbol ihale edilmiş ve bu "mal"a en fazla parayı veren kuruluş bu mal"ın beş yıllığına kullanım hakkını satın almıştır, dolayısıyla bu konuda da tasarruf hakkına sahiptir.

Kısacası, bu ticari işlem nedeniyle Süper Lig ekiplerine eğer ilave bir fon aktarımı olacaksa (bence olmayacak), Süper Lig ekiplerinin rekabet güçleri olumlu etkilenir. Ancak bu açıkladığım nedenlerden dolayı çok mümkün görünmüyor.

Sonuçta

Süper Lig isim hakkı satışının bugün yıllık 10 milyon dolardan 25 milyon dolara kadar yükselmesi futbolumuzun marka değerinin yükseldiğinin bir göstergesi olarak algılanabilir mi? Bence kesinlikle hayır.

Yayın hakkı değeri yıllık %130'luk bir artış kaydetmişse, isim hakkı değerinin artması da normal görülebilir. Ancak her iki konuda da değer artışının doğal dinamiklerden kaynaklanmadığını düşünüyorum. Naklen yayın hakkı ihalesinde masada bir başka kurumun da "bulundurulması" yıllık yayın hakkı bedelinin beklenenin çok üstünde çıkmasına neden olmuştur. İsim hakkı satışını ise Digitürk'ün "kar saiki" ile hareket etmesinin sonucu Türkcell ile olan sözleşmesini bitirip, ihaleye çıkmasının bir sonucu olarak görüyorum. Bu noktada bir olağan dışılık söz konusu değil. Ancak, Spor Toto'nun, zaten kendi tekelinde tuttuğu bir mala bu kadar yüksek bir fiyat vererek, isim hakkını satın almasının mantığını ise anlayamadım.

Bu alışverişte kim daha fazla yarar sağlayacaktır bunu önümüzdeki günlerde hep birlikte göreceğiz. Ancak şunu söyleyebilirim ki, burada Spor Toto yıllık isim bedelini özel bir şirkete ödeyecek. Özel şirketin futbola aktaracağı fon zaten ihaleyle belirlenmiş durumda. Bu nedenle Süper Lig ekiplerinin bu işten ekstra bir gelir sağlamaları mümkün görünmüyor. Ancak Spor Toto'nun kendi marka değerini artırarak zaman içinde kendisine ilave avantajlar sağlayacağı ise çok açık.

 
http://www.dunyagazetesi.com.tr/tugrul-aksar_109_0_yazar.html - http://www.dunyagazetesi.com.tr/tugrul-aksar_109_0_yazar.html


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 13/Eyl/2010 saat 13:56
Borç batağındaki kulüplerimiz ya da mali başarı ve sportif başarı üzerine bir analiz

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

13.09.2010 - 08:56

Kulüplerimizin mali durumlarındaki olumsuzluklar tüm yakıcılığıyla devam ediyor ve bu sorunlar onların geleceklerini tehdit altına almış durumda... Mali başarıya ulaşmadan sportif başarı, sportif başarıya ulaşmadan mali başarı ne yazık ki gelmiyor. Son iki yıl içerisinde özellikle Süper Lig'de naklen yayın gelirlerindeki astronomik artış çoğu spor kulübümüzün vergi ve SSK prim borçlarının ortadan kalkmasına yol açtı. Ancak buna rağmen hale vergi ve SSK prim borcu olan Süper Lig ekipleri de bulunuyor. Sorunun son yıllarda alt ligler doğru kaydığını gözlemliyoruz. 

Geçenlerde medyada çok da fazla kendisine yer bulamayan, değişik tarihlerde iki farklı haber yayınlandı. İkisi de benzer konuları içeriyordu. Haberler öz olarak borç batağındaki kulüplerin durumlarını ortaya koymaktaydı. İşte bu haberler aslında böyle bir yazının yeniden kalene alınmasına neden oldu.

Radikal'de, "Spor kulüpleri borç batağında"( ) başlıklı haberi okuyunca, aslında son on yılda spor daha doğrusu futbol kulüplerimizin yapısında çok da önemli bir değişikliğin olmadığını bir kez daha görmüş oldum. Nitekim bundan tam sekiz yıl önce yine buna benzer bir haber nedeniyle NTVMSNBC'de bu konuya ilişkin bir makale kaleme almış ve bazı analizler yapmıştım.( )

Bu haberler sonrası futbol takımlarının böylesi bir borç batağına girmelerinin nedenlerini yeniden analiz etmek gerekiyordu. Neden bir futbol takımı, bu kadar büyük bir borç yükünün altına girer? Bu takımların katlandıkları bu mali külfet, sportif anlamda bir nimete dönüşmekte midir? Yeşil sahalarda başarılı olan takımlar, acaba mali anlamda da başarıyı yakalayabiliyorlar mı? Ya da mali anlamda başarılı olan takımlar, sportif olarak da başarılı olabiliyorlar mı? Daha buna benzer birçok soruya yanıt arayabilmek amacıyla, yeni bir analitik bir analiz kaçınılmaz oluyor.

Ancak analizimize geçmeden önce isterseniz konuya ilişkin yayınlanan haberlere bir göz atalım.

Spor kulüpleri borç batağında!

SGK'ya 71 milyon lira borcu olan 279 spor kulübünün 123'ünün yapılandırmaya gittiğini söyleyen Çalışma Bakanı Ömer Dinçer, 48 spor kulübünün üst düzey yöneticileri hakkında icra takibi başlatıldığını söyledi.

Sosyal Güvenlik Kurumu'nun (SGK) görev yapan 200 yöneticiye 1 milyon 209 bin TL ödeme emri göndermesi, futbol kulüplerinin kuruma olan borçlarını gündeme getirdi. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer, 279 spor kulübünün SGK'ya 71 milyon 130 bin TL borçlu olduğunu, 123 kulübün borçlarını yapılandırdığını, 48 spor kulübünün üst düzey yöneticileri hakkında icra takibi başlatıldığını anlattı.

Spor kulüpleri arasında en fazla sigorta prim borcu Bank Asya 1. Lig takımlarından birisine ait. Kulübün 967 bin liralık sigorta prim borcu var. Borçlular listesinde iki de Spor Toto Süper Lig ekibi bulunuyor. Kayıtlara göre, bu takımlarımızdan birisinin 351 bin 734 lira, diğerinin ise 331.325.47 sigorta prim borcu bulunuyor.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Dinçer, futbol kulüplerinin borçlarının sigorta pirim alacaklarından ve uygulanan kanuni faiz ve cezalardan oluştuğunu belirtti. Kulüpte yöneticilik yapmış kişilerin 'müştereken ve müteselsilen' borçtan sorumlu olduğuna anımsatan Dinçer, borçların on yıla kadar tecil ve taksitlendirilmesi imkânı getirildiğini, 2008 yılı Mayıs ayında yapılan yasa değişikliği ile iki ay içinde başvuranlara, borçları iki yıl taksitle ödeme imkanı sağlandığını anlattı.

279 kulüp, 71 milyon borç

Dinçer'in verdiği bilgiye göre; başta futbol kulüpleri olmak üzere spor dünyası SGK'ya büyük miktarda borç taktı. Toplam 279 spor kulübünün SGK'ya sigorta primleri gibi kalemlerden 71 milyon 139 bin TL borcu bulunuyor. 123 spor kulübü borçlarını taksitlendirmek için kurumla anlaştı. 15 spor kulübünün taksitlendirmesi devam ediyor, 26 spor kulübü de borçlarını yeniden yapılandırmayı tercih etti. 48 spor kulübünün üst düzey yöneticileri hakkında icra takibi başlatılırken, diğer borçlu kulüplerin tüzel kişiliğine yönelik icra takibi devam ediyor.

Devlet Bakanı Özak: "Kulüplere Borç Affı Getiremeyiz" 

Borç batağında olan kulüplere yönelik her hangi bir af konusunun gündeme gelmesinin söz konusu olmadığının altını çizen Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Özak, "Kulüpler için borç affı olmaz. Bizim dönemimizde iyileştirme oldu 4-5 kez. Borcu affettiğiniz zaman bir başkasına haksızlık yapıyorsunuz. Bir de af affı getiriyor. Önemli olan sürdürülebilir bir hale getirilmesinde kulüplerin kulüplere yardımcı olabilmektir. Kulüplerin gelirlerini, televizyon gelirlerini arttırıyoruz. Eskiden İddaa yoktu şimdi o da var. Ürün gelirleri yeni bir yöntem. Reklamla da ilgili. Türkiye ekonomisi iyileşince reklam geliri de artıyor. Vatandaşların forma alma gücü artıyor. Bunlar hep ekonomi ile ilgili. O bakımdan biz kulüplere aslında ekonomiyi iyileştirerek çok yardımcı olduk, havuzda verilen o paraların da Türk ekonomisinin de iyi olmasından dolayıdır. Bu refahla ilgili bir konu. Konu da ekonomi ne kadar iyi olursa kulüplerimizin cebine da o kadar çok para girer." ifadelerini kullandı.

Spor kulüpleri var olan vergi ve Sosyal Güvenlik Primleri nedeniyle önemli bir sıkıntıdayken, Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Özak; "ekonomik krizde olan futbol kulüplerinin mali borçlarının affedilerek silmelerinin mümkün olmadığını, ancak borçları yapılandırmaya devam edeceklerini" söyledi.

Futbol kulüplerine ellerinden gelen yardımı yapmaya çalıştıklarını dile getiren Bakan Faruk Nafiz Özak, "Bazı ödeme ve yardımlarda gelen paralar direk maliye ve sigortaya gittiği için ceplerine ayrı girmesi bir para lazım. Bu ancak şöyle olur. Özel sektör verir, kombine alınır, reklam verilir girer. Bunlar olabilir. Diğer resmi paralar kulüplerin cebine girmiyor. Bütün kulüplerimiz böyle bütçeleri düzgün, politikaları iyi kulüpler olursa bu Milli Takım'a da yansır. Milli Takım'daki düşüşün sebeplerine bakarsanız kulüplerin performansı düşünce milli takımın da performansı, Avrupa kupalarındaki başarı düşüyor. Bunu kabul etmek lazım. Onun için kaliteyi yükseltmek için hep beraber uğraşmak lazım.'' dedi.

Büyük kulüplerin gelirleri çok olduğu için çarkı rahatlıkla döndürebildiklerinin altını çizen Bakan Özak, "Tavsiyem şu. Aklın yolu bir. İyi bir işletmeci gelir gider dengesini kurar. Kulüplerimizi yönetenleri hepsi, kendi işlerinde çok başarılı. Kendi işlerinde böyle gelir gider dengesizliği yok. Ama kulüpler sürdürülebilir bir borçlanmaya giriyorlar, gelirlerini devamlı arttırıyorlar, giderleri de devamlı artıyor. Bu şu anda önemli bir sorun. Bunu medya, divan kurulları denetlerken konuşuyor. Kulüplerimizin şuanda yaptığı çok borçlanarak ileriye doğru daha çok gelir elde ederek bu işi sürdürebilmek. Başarılarını ve marka değerini artırmak. Dolayısıyla tribünler dolsun, kombine satayım, ürünlerimi satayım, göğüs reklamımı satayım, kolumdaki reklamımı satayım böyle gidiyorlar. Şuana kadar da gittiler. Ama her kulüp bunu yapamıyor. Çünkü her kulübün marka değeri yüksek değil. O bakımdan bu işin gelir gider dengesini kurmak lazım. Marka değerini yükseltmek ve topluma da mal etmek lazım. Burada da taraftarlara ve sevircilere çok büyük görevler düşüyor." diye konuştu.

Kulüplerimizin devlete olan vergi ve SSK borçlarına ve bunlara ilişkin bakanın açıklamalarını okuduk. Şimdi biz analizimize geçelim.

Sportif ve mali başarının analitik analizi

Analizimiz temelde iki bileşenden oluşmakta. Bu bileşenlerden biri, yani diyagramın düşey bileşeni mali durum mali başarı (MB), yatay bileşeni ise sportif başarı (SB) dir. Diğer bir ifadeyle; iki eksenli analizimizi oluşturmak için, birbirini kesen iki eksenli bir kartezyen koordinat sistemi çizelim önce. Dikey eksen mali başarıyı, (MB); yatay eksen sportif başarıyı, (SB) gösteriyor olsun. İki eksenin kesiştiği 0 noktasına göre (MB)'nin yukarı tarafı, mali durumun pozitif olduğu konumları; alt tarafı ise mali durumun negatif olduğu konumları sergiliyor.

Yani, mali yapıda pozitiflikten kasıt, gelirlerin giderlerden büyük olması, bütçenin açık vermemesi veya en azından denk olması; negatiflikten kasıt ise, bütçe açığının olması ya da giderlerin gelirlerden büyük olması durumudur. Yine 0 noktasına göre (SB)'nin sol tarafı sportif durumun, yani sportif başarının negatif; sağ tarafı ise pozitif sürdüğü konumları temsil ediyor. Bu durumda bu iki eksenin birbirini kestiği noktanın sağında ve solunda üst ve alt bölgeler olacaktır.

Sol üst bölge (II nolu bölge) takımların sportif alanda başarılı olamadıkları negatif durum ile mali performansın olumlu olduğu, pozitif mali durumu (buna örnek, Gençlerbirliği, Kayserispor verilebilir ya da Gaziantep veya borcu olmayan diğer Anadolu kulüpleri buna örnek gösterilebilir); sağ üst bölge (I nolu bölge) hem mali hem de sportif başarının pozitif olduğu olumlu / ideal bölgeyi gösteriyor ki, (buraya geçen yılın şampiyonu Bursaspor'u yazabiliriz. Çünkü geçen yılın şampiyonluğu ve bu yıl Şampiyonlar Ligi'nden gelecek paralarla Bursaspor mali başarıda önemli bir yol kat etmiş oldu.); sol alt bölge (III nolu bölge) hem sportif başarısızlığın ve hem de mali başarısızlığın olduğu, hiç istenmeyen en negatif bölgeyi; sağ alt bölge ise (IV nolu bölge) mali başarısızlığa karşın, sportif başarının olduğu, çoğu zaman görülemeyecek, sıra dışı performansı yansıtan a tipik bir durumu (UEFA'yı kazanan Galatasaray'ı) anlatmaktadır.

Burada ilk aşamada iki sorunun yanıtını arıyoruz:

1- Bugün itibarıyla Türk futbol kulüpleri bu koordinat sisteminin neresindedir?

2- Önümüzdeki dönemde nerede olacaktır?

Nerede duruyoruz?

Bu analizde sportif başarıdan kastedilen, ulusal ya da uluslararası kazanılan şampiyonluklar ile veya bu başarıya çok yakın derecelerdir. Örneğin, Süper Lig'de bugün 3 büyüklerin şampiyonluk dışındaki dereceleri, başarısızlık olarak görülüyorsa da, aslında lig ikinciliği Şampiyonlar Ligi'ne katılabilme olanağı verdiği için, bunu bir yerde başarı olarak görmek gerekir. Ya da şampiyonluğa oynamayan bir Anadolu takımının ligde ilk 3 sıraya girebilmesi ya da UEFA Avrupa Ligi'ne katılabilmesi bir başarı olarak değerlendirilmektedir. Veya Avrupa'da finallere çıkabilme durumu da bir başarı olarak görülebilir.

Bugün futbol kulüplerimize bakıldığında, bu modelde futbol kulüplerimizin büyük bir kısmının mali anlamda performanslarının son derece kötü olduğu; yani diyagramın yatay ekseninin altında yer aldığı görülmektedir. III ve IV nolu bölge olarak nitelendirdiğimiz bu bölge bir anlamda "borç bataklığı"dır.

Bataklıktan kurtulmaya çalışan takımlarımızın bir kısmı, sportif anlamda başarıyı yakalarken, büyük bir kısmının yeşil sahalarda da başarılı olamadıkları ortaya çıkmaktadır. Başta üç büyükler olmak üzere, devlete vergi, SSK vb. borçları bulunan, futbolcusuna taksitini ödeyemeyen bu nedenle çoğu zaman UEFA'lık olan bir durumdan söz ediyoruz.

3 büyüklerin tekelleri

Her ne kadar Süper Lig'de geçen yıl Bursaspor üç büyüklerin tekelini kırarak şampiyon olduysa da, hala ekonomik ve mali anlamda üç büyüklerin lig yapılanması üzerindeki etkileri devam ediyor. Bu yapının kırılmasına yönelik özellikle 2005 yılında havuz gelirleri dağıtım politikalarındaki yapılan değişiklikler nihayet meyvelerini de vermeye başladı. Artık maç başına ve sezon sonuna göre önemli para kazanabilme olasılığı bulunan Anadolu takımları ligde önemli sürprizler yapmaya başladılar ve bu devam edecekmiş gibi de görünüyor. Ancak hala üç büyüklere yönelik "rant politikası" devam ettiği sürece bu transformasyon süreci uzayacakmış gibi görünüyor. Bu durum devam ettiği sürece, bu bölgede yer alan kulüplerimizin, bellerini doğrultabilme olanağı da olmayacaktır, bir bakıma… Bu anlamda üç büyükler bugün IV nolu sağ alt bölgede görünüyor. Yani mali durum negatif bir durum sergilerken, sportif başarı pozitif bir görünüm veriyor. Kısa dönemde bu bölgeden çıkılacağına ilişkin bir görünüm şimdilik yok.

Yukarıda da ifade ettiğim üzere Bursaspor'un geçen yıl ortaya koymuş olduğu performans onları bu analizde I'inci bölgeye konumlandırıyor. Gaziantepspor ve Gençlerbirliği takımlarımız  II nolu bölgede yer alırken; bu iki takımımızın dışındaki diğer takımlarımız III nolu bölgede kendilerine yer bulabilmektedirler. Kısa ve orta vadede III nolu bölgede yer alan takımlarımızın ilk hareketleneceği bölge, IV nolu bölge olarak görülmektedir. Bu takımların başında da taşıdığı potansiyel itibariyle Trabzonspor geliyor. Trabzonspor gerek sportif, gerekse mali başarı açısından rahatlıkla bu bölgeye ulaşabilir. Ancak içinde bulundukları mali yapı şimdilik onların I nolu bölgeye hareket etmelerine pek olanak vermiyor.

Diğer takımlarımızın Lig'de ve Avrupa'da ortaya koyacakları sportif performans onları III nolu bölgeden II nolu bölgeye hareketlendirebilir ancak, pratikte bu oldukça zor görünüyor. Ama bu hareket sağlıklı olabilmenin de bir göstergesi aynı zamanda. Bu hareketlenmede, bir yerde geleceğe yatırım yapmak veya önce mali yapının düzeltilerek, daha sonra sportif başarılara ulaşmaya çalışmak felsefesi bu hareketlenmenin ana temasını oluşturuyor.

UEFA kriterleri ve 2014-15 sezonundan itibaren uygulamaya alınacak olan "Finansal Fair-Play" uygulaması da, takımlarımızın öncelikle III ve (IV) nolu bölgelerden acil kurtulmaları gerektiğini ifade ediyor.

Mali sıkıntılar artarsa

III ve IV nolu bölgelerden kurtulamayan takımların, zaman içinde silinip gitmeleri de kaçınılmaz görünüyor. Bu bölgelerden kurtulma sürecinde, eğer sportif başarılara da ulaşılabiliyorsa; bu başarılar ekonomik olarak ta taçlandırılabilirse, takımların sağlayacakları ciddi maddi gelir, mali yapının da hızla düzelmesini de beraberinde getirebilir. Getirebilir diyorum, çünkü buna en iyi örnek, Galatasaray'ın UEFA şampiyonu olmasına karşın, ekonomik anlamda bu şampiyonluğu yakalayamamasıdır…

Ama normalinde hedef, ideal olan bölgedir. Yani, hem sportif hem de mali performansın pozitif olduğu (I) no.lu bölgedir. Tüm hareketlenmelerde, gidilmesi gereken bölge burası olmalıdır.

Mali performans olarak III ve IV nolu bölgelerde bulunan takımlarımız, adeta ateş hattında olan kulüpler. Nitekim, yukarıda da belirttiğimiz üzere Süper Lig'de yer alan 2 kulübün ve diğer liglerde yer alan 277 kulübün borçlarına istinaden haklarında icrai işlem yapılıyor olması bu durumu ortaya koyuyor.

Mali başarısızlık = Sportif başarısızlık

Analizimizde göze çarpan nokta; futbol kulüplerimizdeki mali yetersizliklerin, takımlarımızın sportif yeterliliklerinin de önünü kesmesidir. Bu durum "haksız rekabet"in de beslendiği bir olgu olarak çıkıyor karşımıza. Bugün, örneğin liglerdeki diğer takımlarımız borç batağı içinde yüzmeye çalışırken, üç büyüklere sağlanan çeşitli dolaylı yasal çıkarlar, rant transferi, III ve IV'üncü bölgede yer alan takımların haksız rekabete uğramasına neden oluyor.

Alt bölgelerden üst bölgelere hareketlenme sayısı son derece sınırlı iken, üst bölgelerden özellikle II nolu bölgeden aşağılara doğru hareketliliğin daha fazla olduğunu görmekteyiz. Mutlaka, bunda ülkemizin sosyo-ekonomik yapısının büyük etkileri vardır, ancak bu başlı başına bir etken midir? Onu da sorgulamak gerekir.

Kulüplerimizin mali yapıyı düzeltmeye çalışırken, sportif olarak olumsuz performans sergilemeleri, bu olumlu hareketin önünü kesmektedir. Bu bağlamda yayın haklarından elde edilen gelirlerin dağıtımı, biraz koruyucu bir özellik taşısa da, başka gelir kalemlerinin olmayışı, takımlarımızın ideal bölgeye hareketini mümkün kılmamaktadır.

Alt ligler ile Süper Lig arasındaki mali uçurumun daha da artması diğer kulüplerimize alt yapıdan oyuncu çıkartma olanağının da önünü kesiyor. Her ligde alt ligler, prima liglerin fidanlığı durumundadır ve bu nedenle Avrupa'da özellikle alt liglere hiç te azımsanmayacak ölçüde parasal fonlar transfer olunur. Bu bir gerekliliktir. Bu durum Türk futbolunun geleceği açısından da son derece önemlidir. Alt ligleri güçlü olan ülkeler, rekabetçi yapısı ve futbol kalitesi yüksek liglerdir.

Özellikle Süper Ligimizde takımlarımızın gerek sportif, gerekse mali anlamda Avrupa'da mücadele ettikleri rakiplerinin gerisinde kalmaları bu yapılanmanın patolojik bir sonucudur. Sadece üç büyüklerin bütçesini büyüterek Avrupa ile rekabet edebilme şansını yakalamaya çalışmak doğru bir strateji gibi görünmüyor. Ancak son beş yıl içinde özellikle havuz gelirlerinin önemli ölçüde artması ve bunların dağıtım kriterlerinin rekabetçi dengeyi olumlu etkileyecek şekilde yeniden belirlenmesi taktire değer gelişmeler olarak görülebilir. Ancak bu tek başına yetmiyor. Özellikle kulüp borçlanmalarındaki dengesizlik haksız rekabetin artmasına yol açıyor. Bunun mutlaka kontrol altına alınması en öncelikli görevlerin başında geliyor.

Neler yapılabilir?

Ya da bu aşamada üçüncü ve dördüncü sorular geliyor gündeme. Hem mali performansın hem de sportif performansın pozitif yönde sürdürülebilir kılınması her zaman mümkün mü? Yani birinci iyi seçeneğin yakalanması söz konusu mu? Bu soruya olumlu yanıt verebiliriz. Çünkü dünyada bunu becerebilen ülkeler ve bu ülkelerin takımları var.

Ancak, özellikle Avrupa'da da bize benzer bir portrenin ortaya çıkması; temelde haksız rekabete yol açabilecek ciddi bir kaygı olarak UEFA tarafından değerlendirildiği için, UEFA 2014-15 itibariyle kendisine üye olan ülke liglerinde yer alan tüm takımların mali anlamda disiplinine yönelik aldığı kararlar zaten takımlarımızı mali disipline uymaya davet ediyor onları.

Bu nedenle tüm kulüplerimiz öncelikle mali yapılanmalarını bu kurala uygun hale getirmek zorunda. Aksi halde bu kurallara uyamayan kulüpler lisans alamayacakları için en kriterlere sahip olamayan ülke takımları, UEFA'nın organize edeceği şampiyonalara katılamayacak…Peki UEAF Kriterleri ve Finansal Fair- Play uygulamaları açısından pozitif durum Türk takımları için mümkün mü?

Geçmişe baktığımızda bu sorunun yanıtı kısa vadede pek olumlu görünmüyor. Ama başka bir çare olmadığı da ortada…

Hem mali başarının hem sportif başarının negatif olması mümkün mü? Ne yazık ki evet. Maalesef bu durum, ülke liglerinin kapasite ve kalitelerinin de mihenk taşını oluşturmakta.  

Sonuç

Türk futbol kulüplerinin sağ üst bölgede konumlanmasının, yani hem mali performansın hem de sportif performansı pozitif yönde götürmesinin, geçmiş deneyimler çerçevesinde bakıldığında, kısa ve orta vadede pek mümkün veya kolay olmadığı görülüyor. Madem en iyi durumu gerçekleştirmek ya da kısa süre gerçekleştirilse bile bunu sürdürebilmek mümkün değil, o zaman ikinci iyiyi elde edip onu sürdürülebilir kılmak hedeflenebilir.

İkinci iyiyi kısa vade ve uzun vadede değerlendirirsek; Kısa veya orta vadede takımların hızlı bir şekilde II nolu mümkün olursa I nolu ideal bölgeye hareket etmeleri; yani, öncelikle berbat durumdaki mali yapılarına çeki düzen vermeleri ve daha sonra düzelen yeni mali yapı temelinde, yeni sportif başarılara yelken açmaları akla gelen ilk mantıklı yol…

Kısa vadede ise bir takım mali açmazlar içinde olabilir, negatif bir mali performans sergileyebilir, hatta bu süreç içinde yokluk ve yoksulluklar içinde mucize başarılara da ulaşabilir, takımlarımız. Ama bu bölgede kalıcı ikamet edemez. Sadece, kısa vadede ulaşacağı sportif başarıları parasallaştırarak, buradan mali yapıya kaynak tedariki sağlayıp, ya I nolu sağ üst bölgeye ya da II nolu sol üst bölgeye hareketlenmelidir.

UEFA finansal fair play uygulaması geliyor

UEFA finansal fair play uygulamaları zaten, III ve IV nolu bölgede takımların kalmasına izin vermeyeceğine göre, kulüplerimizin gerekli aksiyomları almaları bir zorunluluk olarak görülüyor. Bunun için öncelikle, futbol kulüp yönetimlerinin günü kurtaran ve popülist uygulamalar yerine, daha radikal ve kalıcı uygulamalara geçmesi gerekiyor. Bu bağlamda futbol kulüplerine kurumsal yönetim modeli önemli ölçülerde yardımcı olacaktır. Kaynaklar çok etkin ve verimli kullanılmalı; sportif performansı artırabilmek için mali performansa da odaklanılmalıdır. Ancak mali performans için ilk koşul öncelikle ortaya sportif performans koymaktır. Sportif performans iyi yönetimle birleşince zaman içinde mutlaka mali başarı da gelecektir zaten. Bir süre sonra sportif performanstan bağımsız mali performans ta söz konusu olabilir ancak bunun için mutlaka marka olmak gerekiyor.

Bu durum kulüplerimizi ciddi ölçüde mağdur ediyor. Süper Lig dahil hemen hemen çoğu kulübün yayın geliri dışında önemli bir geliri bulunmuyor. Bunun en iyi örneğini bu sezon başında Şampiyon Bursaspor dahil 11 Süper Lig ekibinin göğüs reklamı verebilecek bir sponsor bulamamaları, alternatif gelir kaynakları yaratmaya yönelik bir strateji ve planlarının bulunmayışı örnek gösterilebilir. Kulüpler mutlaka başka gelir kalemleri yaratmak zorundadırlar. Bu nedenle ticari anlamda ülkemizin Uluslararası entegrasyonlara girebilmesi, bu konuda takımlarımıza ciddi rahatlıklar sağlayabilecektir.

Yoksa kısa vadede işimiz çok kolay görünmüyor. Önümüzde bir takım UEFA zorlamaları da olsa, biz bu kriterlerin de zayıf karnını yakalayıp, talebe uygun görüntü oluşturma çabalarımız devam edecek gibi görünüyor.

http://www.dunyagazetesi.com.tr/eko-spor-tugrul-aksar_109_0_yazar.html - http://www.dunyagazetesi.com.tr/eko-spor-tugrul-aksar_109_0_yazar.html ?


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 21/Eyl/2010 saat 23:38
Avrupa futbolu borç ligi

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

20.09.2010 - 08:59
 

Bu senenin mart-nisanında dünyanın en değerli ve en zengin kulübü Manchester United, 600 milyon Sterlin'e ulaşan borçlarını döndürmekte zorlanmasa ve bu nedenle uluslararası piyasalarda uzun vadeli tahvil ihraç etmemeye kalkışmamış olmasaydı  ve yine bu yılın 13 Haziran'ında Barcelona'da başkanlığı, Mavi Fil hareketi'nin lideri Laporta'dan devir alan Sandro Rosell hemen başkanlık seçimleri sonrasında, "Acil olarak 50 milyon Euro'ya ihtiyacımız var. Kulüpte maaşları ödeyemiyorum" diye gazetelere demeç vermemiş olsaydı, Avrupalı kulüplerin borçları bu kadar ilgi görmeyecekti.

Gerçekten de son zamanlarda özellikle Avrupalı kulüplerin borçlarıyla yakından ilgilenir olduk. Beş büyük ligin milyar Euro'lara ulaşan borçları doğal olarak Avrupa futbolunun da gündemini belirliyor, yön veriyor.

Gün geçmiyor ki, ekonomik ve mali krizin de etkisiyle futbol kulüplerinin borçlanmalarında yaşanılan olağanüstü artışlar ve bunların kulüplere olumsuz etkileri üzerine yazılı ve görsel medyada bir haber ile karşılaşmayalım, bir haber okumayalım, izlemeyelim…

Gerçekten de Avrupa'da ve  ülkemizde futbol kulüplerinin borçlanmaları üzerine yazılı ve görsel medyada yer alan bir çok haber, futbol kulüplerinin adeta birer borç sarmalına yakalandıklarını, içinde bulundukları bu borç batağından kurtulabilme savaşımı verdiklerini ortaya koyuyor.

Ekonomik ve mali konjonktürdeki olumsuzlukların, kulüplerin hesapsız ve kitapsız harcamalarıyla birleşmesiyle ortaya çıkan bu aşırı borçlanma durumu, kulüpleri adeta ölümün pençesine atıyor. Çoğu kulüp bu sarmaldan kurtulabilmek için taze kaynak arayışında. Giderek artan borç baskısı nedeniyle rekabetin yıkıcı etkisine maruz kalan çoğu kulüp, yaklaşan " Finansal Fair Play" uygulamaları nedeniyle de kara düşüncelere dalmış durumda.

Deloitte her yıl düzenli olarak Avrupa futbolunun en zengin 20 kulübünün yer aldığı bir sıralama yapıyor ve bunu yayınlıyor. Sadece kulüplerin gelirlerine göre yapılan bu sıralamanın adı Money League" yani "Para Ligi…

Deloitte'un bu raporuna girebilen kulüpler genel algı olarak Avrupa'nın  en zengin kulüpleri olarak kabul ediliyor. Ancak benim çoktandır üzerinde durduğum bir konu var ki, bu konuyu sizinle bu hafta paylaşmak istedim.

Deloitte sadece para ligi değil, borç ligi sıralaması da yapmalı!

Futbol kulüplerinin sadece gelirlerine göre yapılan bu sıralama, genel itibariyle doğru gibi görülse de, her zaman asıl olan gelirler ile giderler arasındaki farkın ne olduğudur. Yani bu sıralamaya giren kulüpler acaba bunca gelir elde etmelerine karşın, sezon sonunda ne yapmışlar? Ne kadar kar elde edebilmişler? Borçları ne düzeyde? Toplam gelirleri, giderlerini karşılayabiliyor mu? Tüm giderler düştükten sonra kulüp kar yapabiliyor mu? Kulüp gelirlerini futboldan mı yoksa futbol dışından mı elde ediyor? Daha buna benzer bir çok soru bu konuda sorulabilir. Bunun için aslında Deloitte'un  ayrıca bir de Avrupa kulüp futbolunun finansal yıllık raporunu yapması gerekir. Çünkü Deloitte bunu yapabilecek bilgi ve potansiyele sahip bir kurum ve her türlü olanağa da sahip görünüyor.

Deloitte'un geleneksel olarak her yıl düzenlemiş olduğu "Annual Review of Football Finance" raporu, aslında Avrupa futbolunun genel fotografını çekmek bakımından çok anlamlı ve bizim gibi araştırmacılar açısından son derece yararlı ve önemli bir çalışma. Deloitte'un Avrupa futboluna yönelik düzenlemiş olduğu  bu rapor,  Avrupa futbol finansına makro bir bakış açısı getiriyor olmakla birlikte;  ne var ki kulüp bazına sadece Premier Lig ve Championship kulüpleri özelinde inebiliyor.  Diğer Avrupalı kulüplerin finansal verilerine bu raporda ulaşım şansı ne yazık ki yok. Oysa, Para Ligi'ne giren kulüplerin gelir bilgilerinin yanısıra diğer finansal bilgilerinin de Para Ligi raporuna eklenmesi raporu daha anlamlı kılacaktır.

Deloitte'un Para Ligi'ne giren ancak, çok önemli borç ve giderleri bulunan Para Ligi kulüplerinin bu bağlamda bir de Borç Ligi yapılmalı bizce.

Avrupa borç ligi

Barcelona'nın yeni başkanı  Sandro Rosell seçildiğinin hemen arefesinde kulübün  273 milyon Euro'ya ulaşan borcu içinde vadesi gelen 150 milyon Euro'luk borcun ve maaş ödemelerinin gerçekleştiribilmesi için acilen 50 milyon Euro'ya ihtiyaç duyduğunu beyan etmesi tüm gözlerin Barcelona'nın üzerine çevrilmesine neden olmuştu.

Bir yandan bu borçların ödenmesi, diğer taraftan transfer dayatmasının getirdiği ilave para ihtiyacı, başkanın  en çok istediği Arsenallı oyuncu Fabregas'ın transfer edilememesine sebep olmuştu. İçinde bulundukları nakit sıkışıklığını aşabilmek için  Dmytro Chygrynskiy'i 15 milyon Euro'ya Shakhtar Donestk'e, Zlatan Ibrahimovic'i 24 milyon Euro'ya, Yoann Gourcuff'u  da 22 milyon Euro'ya satmak zorunda kalan Barcelona çok parlak bir transfer sezonu geçirememiş ve sadece Valencia'dan David Villa'yı 40 milyon Euro'ya kadrosuna dahil edebilmişti.

Manchester United borç batağından kurtulabilecek mi?

Bugüne kadar kazandıkları kupalarla efsane takımlar haline gelen Manchester United ve Liverpool, bir yandan borçlarıyla başa çıkmanın yollarını araştırırken, bir yandan da taraftarlarından gelen büyük tepkiyi azaltmanın çarelerini arıyor. Şampiyonluğun en önemli adaylarından Manchester United, 716 milyon sterlinlik borcuyla en borçlu kulüp konumunda görünüyor.  Dünyanın en zengin kulüpleri arasında yer alan Manchester United'ın finansal yapısı, 2005 yılında ABD 'li Glazer ailesinin kulübü borçlanarak 828 milyon sterline satın almasının ardından giderek bozuldu. . İngiliz kulübü 2004 yılına kadar izlediği mükemmel mali ve ekonomik politikalar ile endüstriyel futbolun model kulübü olmuştu. Glazer ailesi, Manchester United'ı satın alırken Old Trafford Stadı ve takımın antrenmanlarını yaptığı Carrington'ı da banka kredisi karşılığında teminat olarak gösterdi. Glazer ailesinin kulübü borç batağı içine çekmesi ve çok yüksek maliyetle borçlanmaya gitmesi 2004 yılına kadar her yıl kar eden bu kulübü zarar eden bir kulüp haline getirdi.   Man.Utd.'ı böylesi bir borçlanmaya iten temel neden ise Glazer ailesinin kulübü satın alma döneminde kullanmış olduğu kredilerin çok yüksek faizleri… Yıllık 70 milyon Sterlin civarında bir faiz yükü altında kalan Man. Utd. bu yüksek faiz baskısından kurtulabilmek için bu yılın Nisan ayında 600 milyon Sterlin'lik tahvil ihracına gitti. Kulübün giderek artan borçlarına taraftarların tepkisi de gün geçtikçe artıyor. Taraftarlar Old Trafford Stadı'ndaki maçlarda takımlarını yalnız bırakmasa da borçlara karşı tepkilerini kulübün 1878 yılındaki ilk renkleri olan sarı-yeşil atkılar takarak gösteriyorlar.

Premier Lig'in bir diğer en yüksek borçlu kulübü ise 701 milyon Sterlin borcu ile Chelsea. Ancak söz konusu borç tamamıyla Anramovich'in Chelsea'ye 2003 yılından bu yana  aktardığı fonlardan oluşuyor. 

Borç liginin bir diğer kulübü 501 milyon sterlinlik borcu ile La Liga'nın güçlü ekiplerinden Valencia… Valencia içinde bulunduğu parasal krizden kurtulabilmek için bu yıl önemli oyuncularından David Villa ile David Silva'yı elinden çıkartmak zorunda kaldı.  David Villa'yı 40 milyon Euro'ya Real Madrid'e, David Silva'yı ise 32 milyon Euro'ya Manchester City'e satarak 72 milyon Euro transfer geliri elde eden Valencia ayrıca stat konusunda da sıkıntı içinde. 

Borçlarıyla başı dertte olan bir başka İngiliz kulübü ise Liverpool. 351 milyon Sterlin borcuyla listenin dördüncü sırasında yer alan Premier Lig ekibi, bu borçlarından kurtulabilmek için bir kurtarıcı bekliyor. İki Amerikalı sahibi Tom Hicks ve George Gillet'in, Royal Bank of Scotland ile Wachovia Bank'tan sağlanan krediyle kulübü satın almaları nedeniyle oluşan yıllık faiz yükü 36.5 milyon sterline ulaşmış durumda. Mali yapıdaki bu bozulma doğal olarak sportif performansı da olumsuz etkiliyor. Bu bağlamda sportif performanstaki düşüş ise hiç te tesadüf değil. Geçen sezon ligde şampiyonluk yarışından erken kopan ve UEFA Avrupa Ligi'nde başarılı olmak için mücadelen Liverpool'un taraftarları da Manchester United taraftarları gibi kulübün içinde bulunduğu mali duruma tepki gösteriyor.   

Avrupa borç ligi en yüksek 20 kulüp

Sıra Kulüp Toplam borç (milyon Sterlin)

1. Manchester United 716

2. Chelsea (Limited) 701

3. Valencia C.F 501

4. Liverpool 351

5. Real Madrid 296

6. FC Barcelona 273

7. AS Roma 271

8. Schalke 04 234

9. Arsenal 223

10. Fulham 218

11. Deportivo 214

12. Villa Real 210

13. Manchester City 187

14. Espanyol 133

15. Inter 130

16. Westham 110

17. Racing 106

18 Newcastle United 106

19 Real Zaragoza 98

20 Sevilla 96

Yukarıdaki tablo bize Avrupa'nın en borçlu 20 kulübünü gösteriyor. Belirtilen 20 kulübün toplam borçları 5.174 milyon Sterlin'e ulaşırken,  20 kulübün toplam gelirleri ise 3.5 milyar Sterlin civarında.

Listede görüldüğü üzere 9 İspanyol, 8 İngiliz, 2 İtalyan ve 1 Alman kulübü bulunuyor.

En borçlu lig Premier Lig

Kulüplerin dışında en borçlu Ligler sıralaması yaptığımızda ise karşımıza aşağıdaki tablo çıkıyor.

Yukarıdaki tabloya göre en borçlu lig olarak toplam 3.8 milyar Euro'luk borcuyla Premier Lig'i görüyoruz. Premier Lig'i ise 2.250 milyon Euro'luk borcuyla İspanyol La Liga izliyor.  Beş büyük lig içerisinde borcu olmayan tek lig ise Fransız Lig 1.

Söz konusu ligler içinde gelir ve sahip oldukları assetler bakımından en öne çıkan lig ise yine İngiliz Premier Lig oluyor. Premier Lig yıllık 2.526 milyon Euro gelir yaratırken, toplam 4.450 milyon Euro'luk ta bir varlığa sahip görünüyor. Buna göre toplam varlığı borçlarının üzerinde olan Premier Lig yarattığı gelir bakımından da ilk sırada yer alıyor.  Her ne kadar borçlarının üzerinde bir varlığa sahip olsa da Dünyanın en prestijli futbol liglerinden biri olan Premier League'de mücadele eden kulüplerin borçları takımların ve ligin geleceğini tehdit edecek düzeye ulaşmış durumda görünüyor.

Finansal Lig'de toplam borç itibariyle Premier Lig'i takip eden La Liga yaklaşık 2.250 milyon Euro'luk borcu ile 1.4 milyar Euro'luk gelirinin üzerinde bir borçla sahipken, mevcut borcunun karşılığında ise 2.850 milyon Euro'luk bir varlığı bulunuyor.

Beş büyük lig yıllık toplam 7.8 milyar Euro gelir yaratırken, borçları ise neredeyse gelirlerini yakalamış durumda. Toplam 7.2 milyar Euro borcu bulunan bu liglerin sahip oldukları uzun vadeli varlıkları da borçlarından yüzde otuz daha fazla.

10.2 milyar Euro toplam asset ile borçlarının ve gelirlerinin üzerinde bir varlığa sahip olan Beş Büyük Lig'de toplam borç stokunun %52'si, varlıkların %44'ü ve toplam gelirin %32'si tek başına Premier Lig'e ait.

Süper ligimizin durumuna gelirsek, Süper Lig'in toplam borcu 500 milyon Euro'ya ulaşırken, sahip olduğumuz toplam varlık tutarı ise 390 milyon Euro'ya civarında görünüyor.  Yıllık yaratılan gelir ise 585 milyon Euro düzeyinde. Buna göre toplam varlığımız, borçlarımızı karşılamakta yetersiz kaldığından Spor Toto Süper Lig Net Borçlu durumunda görünüyor.

Beş büyük lig ve Süper Lig'de finansal durum (2008/09)

 Milyon Euro

 Yıllık  Uzun dönem Toplam

Ligler gelirleri assetleri borç

Premier Lig 2.526 4.450 3.800

Serie-A 1.450 1.500 540

La Liga 1.438 2.850 2.250

Bundesliga 1.421 980 653

Ligue 1 990 475 0

Toplam 7.825 10.255 7.243

Süper Lig 585 390 500

Biz ne durumdayız?

Beşiktaş'ın eski İkinci Başkanı Hüsnü Güreli'nin Yönetim Kurulu Başkanlığı'nı yaptığı Güreli Baker Tilly Yeminli Mali Müşavirlik'in araştırmasına göre 4 büyük kulübün borcu yaklaşık 900 milyon TL'yi (yaklaşık 450 milyon Euro) buldu.  Diğer Süper Lig ekiplerinin de toplam borçlarını eklediğimizde bu tutar 500 milyon Euro'ya ulaşıyor. Bu durum aynı trendde giderse kulüplerinizin borcu  5 yıl sonra 1.5 milyar TL'ye çıkacak.

Sonuç

Avrupalı ünlü kulüplerin sahiplik yapılarındaki değişme ile yeni sahiplerin kulüpleri borçlandırarak kendilerine fon transfer etmeleri, yaşanılan ekonomik ve mali krizin olumsuz etkileri, hesapsız kitapsız yapılan transferlere akıtılan yüz milyonlarca para kulüpleri adeta bir borç batağına sürüklemiş durumda.

Avrupa futbolunun her ne kadar varlıkları mevcut borçlarını karşılayabilecek düzeyde ise de, borçlanma eğiliminin bu şekilde devam etmesi durumunda kulüplerin ve bu liglerin gelecekleri ciddi tehdit altında görünüyor. Bu olumsuzluğa dur demek bakımından UEFA'nın 2009 yılında almış olduğu finansal fair play kararları son derece yerinde ve doğru kararlardır. Ancak başta bizim kulüplerimiz de dahil olmak üzere tüm borçlu kulüplerin 2014-15 sezonuna kadar mali ve ekonomik yapılarını bu kararlara uyumlu hale getirmeleri gerekiyor. 

http://www.dunyagazetesi.com.tr/eko-spor-tugrul-aksar_109_0_yazar.html - http://www.dunyagazetesi.com.tr/eko-spor-tugrul-aksar_109_0_yazar.html ?


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 18/Eki/2010 saat 10:55
Futbol kulüpleri neden satılıyor?

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

18.10.2010 - 09:24

Geçen hafta yazılı ve görsel basında çok fazla yer almasa da,  yurtdışında Liverpool'un satışına ilişkin önemli haber ve yorumlar vardı. Liverpool'un çok ciddi bir borç yükü altında olması satışı ilginç kılıyordu. Bu kadar borç batağında olan bir kulüp neden satın alınırdı ki? Liverpool'un yıllık gelirleri belli olduğuna göre bu kadar borcun altına kim neden imza atıyordu?

Bu hafta biz Liverpool özelinde futbol kulüplerinin alınıp satılmasını ele alıp, irdelemek istiyoruz. Ancak buna geçmeden önce Liverpool'un satışına ilişkin ilginç gelişmeler de yaşandı. Başlangıçta satış,  kulüp yönetimince onaylanmasına karşın, daha sonra kulüp sahipleri Tom Hicks ve George Gillett'in,  önerilen 300 milyon sterlini az bularak, satışın durdurulması için mahkemeye gitmeleri bir futbol kulübü için gerçekten enteresan gelişmelerdi. Öncelikle isterseniz Liverpool'un satışına ilişkin süreci kısaca bir anımsayalım.

Başkan Liverpool'un satıldığını açıkladı!

Her ne kadar Liverpool'un satışı Premier Lig yönetimince henüz onaylamamış olsa da, Liverpool Başkanı Martin Broughton, geçen hafta kulübün resmi sitesinde satış işleminin başarıyla sonuçlanmasından duyduğu mutluluğu dile getiren ifadeler kullanmış  ve Amerikan şirketi New England Sports Ventures 'in (NESV) teklifinin, Liverpool yönetimine iletilen tekliflerden en iyisi olduğunu belirtmişti. Hatta başkan Martin Broughton NESV'i aynı zamanda Liverpool'un 'her zaman kazanma' felsefesine en uygun alıcılardan birisi olarak nitelemiş, satış sürecinin başarıyla tamamlandığını kulübün resmi sitesinden kamuoyuna ve taraftarlara duyurmuştu.

Kısacası, Liverpool Kulübü Yönetim Kurulu yaptığı açıklamalarla, kulübün satışı ile ilgili ABD'nin ünlü beyzbol kulübü Boston Red Sox'un sahibi de olan NESV şirketiyle anlaştıklarını bildirmiş ve kulüp açısından mutlu sona varılmıştı. Ancak daha sonradan  olay birden tersine döndü. Liverpool yönetimi önce mahkemeye, daha sonra da Premier Lig'e başvurarak, satışın durdurulmasını talep etti.

Liverpool'un şu anki sahipleri Tom Hicks ve George Gillett, 2007 yılının Şubat  ayında Liverpool'u 347.5 milyon dolara satın almışlardı.

Hicks ve Gillett, Royal Bank of Scotland'a olan 237 milyon sterlin borcun vadesinin yaklaşıyor olması nedeniyle kulübü bir an önce elden çıkartmaya çalışmaktaydılar.

Liverpool'un satışı mahkemeye taşınıyor

BBC'nin haberine göre; Liverpool'un Amerikalı sahipleri Tom Hicks ve George Gillett, kulübün Amerikan şirketi NESV'e satışını önlemek için mahkemeye başvurdu.

Tom Hicks ve George Gillett, Liverpool Yönetim Kurulu'nun kabul ettiği 300 milyon sterlinlik  teklifi yetersiz buluyor.

Anlaşmanın yapılması halinde 200 milyon dolardan fazla kayba uğrayacaklarını ifade eden Hicks ve Gillett, Liverpool yönetim kadrosu içindeki oylamada üç kabul oyuna karşılık iki oyla azınlıkta kalınca satış kararını mahkemeye taşımıştı.

Amerikalı şirket sahipleri, kulübün yönetim kurulu başkanı Martin Broughton'un böyle bir satışı onaylama yetkisi bulunmadığını savunuyor.

Satış tartışması

Guardian Gazetesi spor ekinde ise Liverpool'la ilgili bir gelişmeye daha yer verildi.  Singapurlu milyarder iş adamı Peter Lim de Liverpool için karşı bir teklifte bulunmuştu.

Guardian'a göre Peter Lim, "sahneye çıkmayı bekliyor"du.  Gazete, Lim'in de Liverpool için 476 milyon dolarlık (300 milyon sterlin) bir teklifte bulunduğunu; hatta teklifin bazı yönlerinin, taraftarlar için NESV'in teklifinden de iyi göründüğünü belirtiyordu.

Yine gazetenin haberine göre, Liverpool'un vadesi gelen borcunu ödeyememe durumu gerçekleşirse, kulübün kayyuma devredilmesi ve takımının dokuz puanın silinmesi gündeme gelebilecekti…

Liverpool'un satışı durdu!

NESV yetkilileri, bu durumda, Liverpool'u, en azından aynı koşullarda satın almaktan vazgeçebileceklerinin sinyalini vermişti.

Liverpool'un eski sahipleri Tom Hicks ile George Gillett'in , ABD'nin Teksas eyaletindeki bir mahkemeden Liverpool Kulübü'nün NESV'e satış sürecini durduracak geçici bir karar aldığı açıklandı.

Kulübün Amerikalı sahipleri Tom Hicks ile George Gillett Jr. tarafından yapılan açıklamada, mahkemenin, Liverpool'un satışını ihtiyati tedbirle durdurma kararı aldığı iddia edildi.

Açıklamada, kulüp için teklif edilen meblağın yetersiz olduğu, satışın gerçekleştirilmesi halinde kulübün, gerçek pazar değerinin yüz milyonlarca dolar altında bir rakama satılacağı ve bu nedenle satışa onay veren 3 yönetim kurulu üyesinin mahkemeye verileceği kaydedildi.

İngiliz Yüksek Mahkemesi, Liverpool'un satışıyla ilgili açılan davada, dün Tom Hicks ve George Gillett aleyhinde karar vermiş ve kulübün satışıyla ilgili süreçte yönetim kurulunu haklı bulmuştu.

Sonunda satış gerçekleşti

Liverpool'un The Royal Bank of Scotland'a faizleriyle birlikte yaklaşık 237 milyon sterlin  borcunun bulunması,  Tom Hicks ve George Gillett'i vadesinde bu borcun ödenmesi için yeni bir kaynak arayışına itmişti. Ancak ilk önce yaklaşık 1 milyar sterlin, arkasından da 600 milyon sterlin değer biçtikleri kulüplerinin 300 milyon sterline Amerikan NESV'e satılmasına onay vermeyen ancak yönetim kurulunda 2'ye karşın 3 oyla satışın gerçekleşmesinin de önüne geçemeyen ortaklar, her ne kadar Amerikan Texas eyalet mahkemesinden satışı durduracak bir karar almalarına karşın, İngiliz mahkemesinin satışın durdurulmasına ilişkin Hicks ve Gilett tarafından açılan davanın ret edilmesine karar vermesi sonucunda Liverpool resmen yeni bir Amerikalı firmaya satılmış oldu.

Kulüpler nasıl satılabilir aşamaya geldi?

Liverpool örneğinde olduğu gibi bugün Avrupa'nın çoğu liginde mücadele eden futbol kulübü satıldı, hisseleri el değiştirdi veya mevcut borçlarını ödeyemedikleri için İtalyan Roma kulübü örneğinde olduğu gibi bankalara devredilmek durumunda kalındı.

Sadece futbol oyununu oynamak için kurulmuş bu asırlık kulüpler bugün nasıl oluyor da satılıyor, hisseleri el değiştiriyor? Bu soruya yanıt verebilmek için biraz geriye gitmemiz gerekecek…

Futbol endüstrileşiyor

Eğlence ve endüstriyel sanayinin en ileri dönemini yaşadığımız bu çağda, dünyanın en evrensel ve en küresel işini futbol olarak tanımlarsak, herhalde yanılmamış oluruz. Hangi sanayinin ana dalında ya da hangi endüstri kolunda, üç milyarın üzerinde bir kişiden talep yaratabilecek bir sektör ya da üründen söz edilebilir ki?

Tüketim boyutlarını fark eden kulüpler dünyanın her tarafından taraftar kazanmanın yolunu günümüzde buldu. Bugün Avrupa'nın Real Madrid, Barcelona, Manchester United, Liverpool gibi üst düzey kulüplerinin formaları ve logolu ürünleri dünyanın dört bir tarafında milyonlarca insanlara satılıyor.  Dijital platformlar sayesinde bu kulüplerin maçları tüm dünyada milyarlarca insan tarafından izleniyor. Sadece Premier Lig maçları haftalık 470 ülkede canlı yayınlanıyor.

Seksenli yılların ortasından itibaren digital yayın olanaklarının (platformlarının) gelişmesine paralel olarak, futbol sektörü de niteliksel bir değişime uğradı.  Globalleşme ile birlikte futbol da yavaş yavaş spor olmaktan öteye doğru yol aldı.

Milyarların ilgisini çeken bir spor dalı olarak futbol, bugün olimpik ruhtan hızla uzaklaşarak; günümüzün en yaygın tüketim kalıplarını belirleyen, ticari iş kollarından birisi olup çıktı. Bu ticari gelişme, futbolun pazar için yeniden üretimini sağlayan bir sürecin kaçınılmaz sonucudur da aynı zamanda. Yani futbol, gelişen ve değişen koşulların sonucunda, nitelik ve içerik olarak ciddi bir evrimsel süreç geçirdi. Alınıp satılan bir meta haline geldi.

200 milyar dolarlık bir pazar

Bunun parasal anlamı ise, tüm dünya genelinde dışsal etkilerini de dikkate aldığımızda 200 milyar dolara yaklaşan devasa cirodur. Bu anlamda futbol bugün sportiflikten endüstriyelliğe çevrilirken; spor kulüpleri de birer ekonomik örgüt olup çıktı. Bu değişim ve gelişim sürecini; futbolun yan ürünlerinin pazarlanmasında, futbol-medya ilişkisinde, taraftar ve yıldız futbolcu profilinde, hatta taktik anlayışlarda bile gözlemleyebiliyoruz. Bu dönem futbolun bir çeşit kabuk değiştirme dönemi bir bakıma…

Doksanlı yıllarda endüstriyel ve ticari yönünü daha da küreselleşerek milyonları peşinden koşturan bir etkinlik, sosyal hayatın önemli bir parçası, gündelik yaşamda hakkında en çok konuşulan tartışılan konu haline geldi futbol. Bu dönüşüm futbolu yalnızca bir spor dalı olmaktan çıkardı ve adeta büyük bir sektöre dönüştürdü. Dünya sporu haline gelen futbolda temel amaç da tüketim olmaya başladı. Günümüzün futbolu artık bir gösteri endüstrisine (show bussines) dönüş bulunuyor.

Bu endüstriyel süreç tam anlamıyla futbolun niteliksel dönüşüm süreci aslında… Yeşil sahalardaki her hamle, her taktik, her diziliş ve kurgu tam anlamıyla bu sürecin ve endüstrinin bir parçası konumunda. Zenginler için stadyumlardaki localara kurulan VIP'ler, kulüplerin borsadaki işlemleri, sponsor firmalar, televizyonlardan alınan yayın hakkı ücretleri, takımların logosunu taşıyan forma, kaşkol, kasket, eşofmanları ve minik bir servet oluşturan kombine biletleriyle, yıllık yüzmilyon dolarlara ulaşan gelirleri ve harcamalarıyla  bir futbol ekonomisi oluştu.

Kulüpten özel şirkete

Futbolun bu süreçte giderek parasallaşıp ticari bir karaktere bürünmesi başta futbol kulüpleri olmak üzere çoğu şeyin niteliğini ve içeriğini değiştirdi. Çünkü yıllık gelirlerin ve giderlerin  yüz milyon dolarlara ulaşması, kulüpleri birer sportif organizasyon olmaktan daha çok ekonomik-sportif organizasyonlara dönüştürdü. Böylesine büyük bütçeler doğal olarak kendi örgütlenmesini ve ekonomisini de yeniden yarattı. Aslında kulüplerin ilk şirketleşmesi, bugünden çok daha farklı bir anlam ve sorumluluk taşımaktaydı.

İlk şirketleşen kulüplerde amaç farklıydı

Başlangıçta bütün futbol kulüpleri gönüllü üye kuruluşları olup amaçları spor yapmaktı. Seyircilerden para almak veya futbolculara para ödemek gibi bir anlayışları yoktu. Günümüzde çeşitli federasyonlara kayıtlı çok sayıdaki futbol kulübü hala bu anlayışla varlığını sürdürüyor. 

Zaman içinde futbolun para karşılığı da yapılabileceği, insanların bunu ödemeye hazır oldukları ortaya çıkınca, futbol giderek profesyonelleşti ve para ile dönen bir örgütlenme şekline dönüştü. Bunun çeşitli hukuki ve finansal sorunları da beraberinde getirmesi, özellikle İngiltere'de kulüplerin hızla anonim şirketler şekline dönüşmesine yol açtı.

Kulüplerin ilk şirketleşmesinin profesyonellikle birlikte ortaya çıktığını söylemek yanlış olmayacaktır. Nitekim bu bağlamda ilk şirketleşen kulüpleri İngiltere'de görüyoruz. İngiltere'de geçen yüzyıl başında kulüplerin şirketleşmesi, futbolun profesyonelleşmesine paralel olarak gerçekleşti. Kulüpleri yönetenler para hareketlerinin kendilerini sorumluluk altına sokmasını istemiyorlardı ve buna göre kulüpler sınırlı mali sorumluluk gerektiren limited şirketler (PLC) haline dönüştürüldü ve bu yapı aynı zamanda kulüp yöneticilerinin kulüplerden mali çıkar sağlamasına da olanak veriyordu.

İngiltere Federasyonu (FA) kulüp yöneticilerinin kulüplerden çekebileceği kaynaklara bir sınır getirdi (Kural 34). Bu kurala göre hisselere ödenecek maksimum temettünün bir sınırı vardı ve kulüp yöneticilerine ödeme yapılması yasaklanıyordu. Ayrıca kulübün iflas ederek tasfiye edilmesi halinde aktifleri bir yerel spor kuruluşuna devredilmeliydi. Bu anlayış bir çok ülkede kulüpler ve yerel yönetimler ve Barcelona gibi taraftar kuruluşları ile derinlemesine ilişkilerin gelişmesine yol açtı.

Şirket olarak futbol kulübü

Genellikle dernek şeklinde örgütlenen futbol kulüpleri tarafından yürütülen sportif faaliyetler önemli bir ekonomik faaliyetin konusunu oluşturuyor. Bu oyunda futbolcular profesyonelleşirken, kulüpler de şirketleşiyor. Avrupa'daki takımların neredeyse tamamı şirketleşirken, Türkiye'de de bu sayı giderek artıyor.

Bir çok durumda kulüpten şirkete dönüşme, pratik bir uygulama olarak karşımıza çıkıyor. Şirketleşmenin çeşitli yararları bulunduğu tartışılabilir. Endüstriyelleşmenin değişik meyvelerinden yararlanabilmek amacıyla şirketleşen kulüpler, ilk zamanlar profesyonel futbol için çok önem taşıyan stadyumları inşa edebilecek fonları yaratabilmeyi amaçlıyorlardı. Ancak günümüzde kulüplerin halka arzda bulunabilmeleri için öncelikle şirketleşmeleri gerekiyor. Bu yasal zorunluluk, şirketleşmeyi hızlandıran temel katalizör olarak karşımıza çıkıyor.

Şirketleşme yeni sorunlar yaratıyor

Futbol kulüplerinin şirketleşmesi bugün Liverpool ve Manchester United örneklerinden de görülebileceği üzere kulüplere kaynak yaratmak değil, kulüp kaynaklarının kolaylıkla sektör dışına aktarılabilmesine olanak sağlamak için tasarlanıyor.

İngiltere'de ilk şirketleşmeler 20. yüzyıl başlarında gerçekleşmiş ve kulüp yöneticilerinin kişisel borç yükü altına girmelerini engellemek amacını taşımıştır. Kulüplerin şirketleşerek halka açılması ise sanıldığı gibi ekstra finansal kaynak yaratmak yerine, mali yapıların daha da çarpıklaşmasına yol açmıştır.

Halka açılma

1983 yılında Tootenham Hotspurs halka açılan ilk İngiliz kulübü oldu. O zaman bunun iyi bir fikir olduğunu çok az kişi düşünüyordu, taraftarlar ve sektördeki diğer kulüpler kuşkucu yaklaştı ve borsa oldukça kayıtsız kaldı. 1989 Hillsborough stad faciasından sonra Lord Taylor raporu futbola yatırımlar yapılmasını gerektiren öneriler ortaya koyunca kaynak yaratabilecek finansal mekanizmalar sektörün de gündemine girmeye başladı.

Bugün Avrupa'da otuza yakın kulüp borsada işlem görüyor. Bu kulüplerin piyasa değerleri yüzmilyon eurolara ulaşmış durumda… Sadece Man.Utd.'ın piyasa değeri 1.2 milyar dolar civarında.

Ancak günümüzde yanlış model ve yöntemlerle halka arza gitmek kulüpleri gelecek yıllarında içlerinden çıkamayacakları bataklıklara da sürüklüyor. Bunun en tipik örneği olarak ülkemizde Galatasaray'ı görüyoruz.  Başkan Adnan Polat bir süreden beri Sportif AŞ ile Futbol AŞ'yi birleştirerek, yanlış halka arzın kulübe verdiği milyonlarca dolar zararın önüne geçmeye çalışıyor. 

Ticarileşme sorunları da beraberinde getirdi!

Futbol kulüplerindeki ticarileşmenin yüksek boyutlara ulaşması, sektörde borçlanmanın önünün açılmasına; fon akışlarının giderek bozulmasına, kulüp dışına fon transferinin giderek artmasına ve buna bağlı olarak kulüp aktiflerinizi zaman içinde erimesine neden oldu.

Bugün Liverpool'un içine düştüğü durum tamamen kulüp sahipleri  Hicks ve Gilette'in kulübü satın alırken kullandıkları banka borçlarının, kulübün pasifine kaydedilmesinden kaynaklanıyor. Kulübü borçlandırmak suretiyle, mali durumunu finansal baskı altına sokmak ve süreç içinde kulüpten fon transferinde bulunmak, Liverpool'u içinden çıkılmaz bir noktaya getirdi.

Yine Manchester United 2005 yılına kadar kar eden ve sıfıra yakın bir banka borcuna sahip kulüpken, bu tarihte Malcolm Glazer'ın kulübü satın almasıyla giderek artan banka borçlanması yüzünden kulübün yüksek bir finans baskısına maruz bırakılması, kulübü bu senenin mart ayında 600 milyon sterlinlik tahvil ihracına sürükledi.

Yine yukarıdaki faktörlerin yanı sıra, futbol sektöründe faktör fiyatlarının belirsiz olması, futbolculara yapılan transfer ödemelerinin ve ücretlerin ciddi bir ekonomik hesaba dayanmasını engelliyor. Bu durum da kulüpleri irrasyonel finansal yöntemlere sürüklüyor. Mantık ve finansal denge sınırlarını zorlayacak şekilde borçlanan kulüpler, çoğu zaman bu borçları ödeyebilmek için diyet olarak, uzun yıllarda edindikleri değerli taşınmazlarını, aktiflerinden çıkartıyorlar. Birçok ülkede kulüplerin değerli arsalarının sporla ilgisi olmayan ticaret merkezleri haline dönüştüğü görülüyor. Futbol kulüpleri kendi konuları olmayan seyahat ve otelcilik gibi sektörlerde para ve enerji harcamak durumunda kalıyor.

Kısacası, bugün futbolun endüstriyel bir karaktere bürünmesi, kulüpleri her ne kadar şirketleşmeye zorlasa da hala dernek statüsünde olup Avrupa'da başarılı olan Barcelona, Real Madrid, Bayern Münih gibi dev futbol kulüpleri de bulunuyor.

Ancak, günümüzde giderek yüzmilyon dolarlara ulaşan ciroları ve sahip oldukları şirketlerle  komplike bir yapıya bürünen kulüplerde çoğu zaman dernek yapılanmasının da yönetim,  denetim ve paydaşlar bakımından yeterli bir örgütsel model oluşturamaması, ibra müessesesinin iyi çalıştırılamaması kulüpleri şirketleşmeye yöneltiyor. Hal böyle olunca da sorunlar da beraberinde geliyor. Tüm bunların içinde en önemli ögeler ise kulüplerin iyi yönetilmemesi ve gerekli denetimin yapılamaması olarak karşımıza çıkıyor. Bu durum ise, kulüplerin sportif ve finansal geleceklerini tehlikeye atan, sportif rekabette geride kalmalarına yol açan bir olumsuzluğa neden oluyor.

Sonuçta;

Bugün futbol kulüpleri ulaştıkları popülariteleri sayesinde dünyanın dört bir tarafında kendilerine taraftar müşteri bulabiliyorlar. Küreselleşmenin getirdiği tüm kolaylıklardan yararlanan futbol günümüzde artık,  başka ürünleri pazarlar konuma geldi. Bu durum çoğu iş sahibinin kendi ürettiğini, dünyanın dörtbir tarafına pazarlayıp satabilmesi için iyi bir olanak sağlarken; diğer taraftan da futbol sayesinde yeni iş olanakları yaratılabiliyor, ilave katma değerlere ulaşılabiliyor. 

Futbol kendisi aynı zamanda çok ciddi parasal gelirler yaratabiliyor.

Yine OECD'nin 2009 yılında yayınladığı bir rapora göre futbol kulüpleri aynı zamanda yoğun bir şekilde kara paranın aklanmasında, yasal olmayan servetin yasallaştırılmasında ve başka alanlara para transferinde yoğun bir şekilde kullanılıyor.

Yukarıda değinilen özellikler futbol kulüplerini yüzmilyon dolarca borcu bulunsalar dahi çoğu zaman alınıp satılmada cazip hale getirebiliyor.  

Kısacası günümüzde futbolun öyküsü,  Uruguaylı büyük yazar ve şair Eduardo Galeano'nun ifadesiyle, "…zevkten zorunluluğa uzanan hüzünlü bir öyküye" dönüşmüş durumda ve  "spor bir sanayi dalına dönüştüğü oranda, iş olsun diye oynandığı zamanki güzelliğinden bir şeyler kaybetmiş" durumda.

 
http://www.dunyagazetesi.com.tr/tugrul-aksar_109_0_yazar.html - http://www.dunyagazetesi.com.tr/tugrul-aksar_109_0_yazar.html


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 25/Eki/2010 saat 10:12
Futbolcuların geleceği var mı?

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

25.10.2010 - 09:23

Uzun zamandır üzerinde düşündüğüm bir konudur. Bir futbolcu sakatlanırsa ne olur? Onu nasıl bir gelecek bekliyor? Daha doğrusu herhangi bir futbolcunun bir geleceği var mı? Eğer ki, futbolcu profesyonel oynadığı ve en fit olduğu dönemlerde aldığı / kazandığı paraları kendi geleceğine yönelik bir yatırıma dönüştürememişse veya geleceğini güvence altına alabileceği kadar bir para kazanamamışsa, futbolu bıraktığında ya da bırakmak durumunda kaldığında onu nasıl bir gelecek bekliyor?

İşte günümüz endüstriyel futbolunda hiç göz önüne getirilmeyen ancak her an her futbolcunun başına gelebilecek bir durumdan söz ediyorum.

"Yardıma ihtiyacım var!"

Bu konuya ilişkin bundan yaklaşık bir yıl önce bir telefon konuşmasına muhatap kalmıştım. Bir gün çalan telefonumu açtığımda karşımda tüm mağduriyetine ve içinde bulunduğu acz durumuna karşın, yaşama direncini oluşturan şanlı mazisinin  üzerinde yükselen gururlu, onurlu tok bir ses önce tane tane kendisini tanıttı. Güzel İzmirimizin şimdi Süper Lig'de olmayan bir takımından İstanbul'a, Üç büyüklerden birisine 70'li yılların sonuna doğru gelen bu oyuncumuzu aslında o kuşaklar çok yakından tanırlar.

1950'de İzmir'de doğan ve 1977-1978 Sezonunda üç büyük kulübümüzden birisine transfer olan,  ince uzun fiziği ve hava toplarındaki hakimiyetiyle savunmada kesici olarak görev yapmasına karşın bir sezonda 8 gol atan, 14 kez A Milli formayı giyen ve sonunda bu büyük takımımıza antrenör olarak ta çalışan Türk futbolunun unutulmaz yıldızlarından birisiydi.

Oyuncumuz ALS (Geçmiş yıllarda kaybettiğimiz Fenerbahçeli eski oyuncu Sedat Balkanlı ve Trabzonsporlu İsmail Göcekin'in  hastalığı) olduğunu, her geçen gün eridiğini, çoğu yetisini yavaş yavaş kaybetmeye başladığını, şu anda bir huzur evinde kaldığını, ailesinin ve çocuklarının bu hastalığı nedeniyle kendisini yüz üstü bıraktığını, çok mağdur olduğunu, eğer kabul edersem kendi fotoğraflarından ve maçlarından oluşturduğu bir albüm kitabını bana göndermek istediğini, bunun karşılığında da benim gönlümden geçen tutarı kendi banka hesabına havale yapıp yapamayacağımı nazik bir şekilde soruyordu. Ben bu dramatik durum karşısında çok etkilenmiştim "tamam siz lütfen hesap numaranızı verin ben size havaleyi yapayım" diyerek konuşmayı tamamlamıştım. Adı gibi kendisi de büyük bir futbolcuydu. Fiziği ve oyun sitiliyle herkesi kendisine hayran bırakan bir futbolcudan gelen bu yardım çağrısına duyarsız kalamazdım ve nitekim bir sonraki gün havaleyi yapmıştım. Kitap da daha sonra gelmişti.

Şimdi bir huzur evinde adeta ölümü bekleyen bu yıldıza bu şekilde bi el uzatma bir çözüm olabilir miydi? Milli olmuş, milyonların sevgilisi eski bir oyuncumuz bu durumda mı kalmalıydı? Ben sadece bir futbolsever olarak kıyıya vuran bir deniz yıldızını tekrar denize atmaya çalışmıştım, ancak bu olsa olsa bir palyatif bir çözüm olabilirdi. Buna ilişkin daha kurumsal ve kalıcı çözüm önerileri yaratmak zorundaydık. Bu durumu 2008 yılında Kutlu Merih ile birlikte yayınladığımız Futbol Yönetimi isimli kitabımızda derinlemesine ele almıştık

Günümüz Futbolu Nitelik Değiştirdi

Futbolun özellikle 1990 yılların başından itibaren tüm unsurlarıyla önemli bir değişim sürecine girdiğini gözlemliyoruz. Futbolun digital platformlar aracılığıyla dünyanın dört bir tarafına ulaştırılması ve dört milyar insana servis edilmesi, futbolun çok hızlı bir şekilde parasallaşmasına ve ticarileşmesine neden oldu. Ticarileşen ve endüstriyel bir kimliğe bürünen futbol artık "iş" olsun diye oynanıyor. Bu kapsamda günümüzün en önemli ekonomilerinden ve "iş"lerinden birisi olan futbol yıllık yüz milyar dolarlara ulaşan devasa pastalar yaratıyor.

Futbolun bu denli hızlı parasallaşıp endüstriyel bir kimliğe bürünmesi, başta futbolcuyu, kulüpleri, gelirlerin yapısını, statları, taraftarı, topu, hakemi kısacası futbolun tüm ögelerini etkiledi ve değiştirdi. Bu değişim sürecinden en çok etkilenenlerin başında futbolcular geliyor. Ellili yıllarda maç içinde ortalama üç buçuk dört kilometre koşan, dinlenerek oynayan futbolcunun yerini bugün sahada onbir - oniki kilometre koşan, fizik kondüsyonu yüksek biyonik futbolcular aldı. Her şeyin çok hızlı tüketildiği çağımızda, futbolun da hızlı tüketilmesi ve daha çok paralar yaratabilmesi için hızlı oynanması gerekiyor.

Yine Ellili yıllarda uluslararası kimliğe sahip turnuvalara katılan takım sayısı, bugünle kıyaslanamayacak kadar azdı. Bu nedenle o yıllarda bir futbolcu kendi ligleri dahil senede en fazla 30 veya 40 maç yapabiliyordu.

Günümüze geldiğimizde ise işin rengi ve boyutu değişti.  Bugün futbol sert ve hızlı oynanıyor, ciddi fizik kondüsyon gerektiriyor. Aynı zamanda bir futbolcunun bir yıl içinde oynadığı maç sayısı da altmışa - yetmişe kadar çıkabiliyor. Ucunda milyon dolarların olduğu kupa ve maçlar dikkate alındığında bunu doğal karşılamak lazım. Bu durum futbolun endüstriyel bir karaktere bürünmesinin doğal sonucu olarak karşımıza çıkıyor.

Futbolcu artık günümüzün modern bir işçisi

Her ne kadar yıllık on milyonlarca dolarlık kontratlara imzalar atsalar da, futbolcular artık günümüzde emek, kas ve beyin gücünü satan modern işçiler. Ticarileşen futbolun zorlaması ve daha çok para odaklı olması sebebiyle yıllık oynadığı maç sayısı neredeyse iki katı artan futbolcunun değişmeyen tek şeyi, her ne kadar antrenman ve beslenme bilimlerindeki müthiş ilerlemeler olsa da vücudu, insan olması… Kendisine çok iyi baksa da, futbolcular artan yoğun maç trafiğinde, yüksek mücadele ve kapasitede gerektiren maçlarda çok fazla sakatlanmaya başladılar. Ve bu sakatlıkların çoğu kas gruplarına aşırı yüklenmeden kaynaklanıyor. Gün geçmiyor ki, bir futbolcunun sakatlık haberine medyada rastlamayalım.

Sakatlığın iki yönü

Sakatlıklar bir yandan futbolcunun oyuna/maça devam edememesi sonucu onu maddi ve manevi olarak olumsuz etkilerken, diğer yandan kulübü de çok önemli parasal kayıplarla karşı karşıya bırakabiliyor.

Futbolcu bir yandan bir insan olarak çok önemli sakatlıklar nedeniyle kendi yaşam kalitesinden ödün verirken, diğer taraftan da emek ve kas gücünü oyuna dahil edemediği için parasal kayba uğruyor. Kulübüyle maç başına anlaşmışsa para alamıyor veya eğer bu sakatlık bir transfer öncesi gerçekleşmişse, oyuncunun transferini engelliyor. Bu durum oyuncunun hem fizik hem de psikolojik olarak yıkıma uğramasına neden oluyor. Bu duruma müdahale edecek bazı çözümler bulunmalı.

Sakatlığın diğer boyutu ise futbolcunun kulübüyle ilgili olanı. Onlarca milyon dolar verilerek transfer edilen bir yıldız oyuncunun sakatlanması kulüplere çok pahalıya mal oluyor. Sakatlıklar takımın performansına doğrudan etki yaparken, düşen performans nedeniyle kulübün çok ciddi maddi kayıpları gündeme geliyor. Geçen sene Galatasaray'ın ilk yedi hafta maç kaybetmeyerek fırtına gibi girdiği Süper Lig'de Baros'un, Kewell'ın ve diğer futbolcuların sakatlıkları nedeniyle ligde kaybettiği puanlar, kaçırılan şampiyonluk, Şampiyonlar Ligi ve sonuçta kaybedilen milyonlarca dolar…

Yine bu yıl Beşiktaş'ın içinde bulunduğu durum… Queresma ve Guti'nin sakatlıkları nedeniyle ligde ve Avrupa'da ard arda kaybedilen üç maç ve düşen sportif performans…

Futbolcular sakatlanırsa fatura kime çıkacak?

Sevgili Deniz Gökçe hocamın http://www.futbolekonomi.com/ - www.futbolekonomi.com da kaleme aldığı "Sakatlık Ekonomisi" başlıklı nefis yazısında da belirttiği üzere futbol bugün o kadar fiziki, hızlı ve hatta "gaddarca" oynanıyor ki, sakatlanmamak mümkün değil.

Bu sakatlıklar doğal olarak hocamın ifadesiyle ortaya bir de "sakatlık ekonomisi" çıkartıyor. Bu ekonominin dinamiğini de, kulüplerinde yıldız olup, milli takıma çağırılıp orada oynayamaz hale gelen futbolcular oluşturuyor. Bu duruma örnek verilecek o kadar çok oyuncu var ki, en günceli ve medyayı sürekli meşgul eden Arda Turan sakatlığı. Arda Turan'ın grubumuzdaki Belçika maçında rakip oyuncunun tekmesine maruz kalması sonucu sakatlanması ve bu sakatlığı kulübünde tedavi edilmeye çalışılırken, milli takım kadrosuna çağırılıp antrenmanlarında aşırı yüklenmeden dolayı futbolcuyu ağır bir sakatlığa sürüklemesi ve sonucunda ameliyat olmak zorunda kalmasından dolayı takımı Galatasaray'ın mağduriyeti nasıl giderilecek?

Ya da yine Deniz Gökçe'nin söz konusu yazısında dile getirdiği gibi Bayern Münich'in yıldız oyuncuları Mark von Bommel ve Arjen Robben'in Hollanda milli takımı ile Dünya Kupası maçlarına katılmış ve hafif sakatlıkları bulunan bu oyuncuların Dünya Kupası'nda sakatlıklarının ağırlaşması sonucunda bugün takımlarında oynayamamalarından kim sorumlu olacak? Bugün Bundesliga ve Şampiyonlar Ligi'nde sorunlar yaşayan ve maddi kayba uğrayan Bayern'in zararı kimin tarafından tazmin edilecek?

Bu kapsamda Bayern başkanı Karl Heinz Rumenigge medyaya yaptığı açıklamayla, oyuncularının sakatlıkları nedeniyle Bayern Münich'in Hollanda Federasyonu KNVB'yi, oluşan maddi ve manevi zararların tazmin edilebilmesi  amacıyla dava edeceklerini belirtti.

FIFA Dünya Kupası'nda takımlara 40 milyon dolar ödedi

FIFA son Dünya Kupası'nda bir ilke imza atarak, Afrika'da yapılan turnuvaya katılan her takıma, olası sakatlıklara karşı takımında oynayamayacak oyuncuların takımlarına ödenmek üzere toplamı 40 milyon dolara yakın bir tutar ödemişti. Çok yeterli olmasa da en azından bir "iyi niyet" göstergesi olması bakımından anlamlı ve önemli olan bir uygulamaydı bu.  Ancak burada esas sorun şu: takımlarından milli takıma davet edilen oyuncuların milli maçlarda sakatlanmaları durumunda (Arda Turan örneğinde olduğu gibi) lokal federasyonların aldığı aksiyonlar.

FIFA'nın böyle bir uygulaması olmakla birlikte UEFA'da henüz bu konuya ilişkin bir adım atılmış görülmüyor. İşin enteresanı ise Uluslararası Profesyonel Futbolcular Derneği'nin de (FifPro) bu konuya ilişkin bir aksiyon almamasıydı.

Sadece milli futbolcuların sigortası sorunu çözer mi?

Geçen hafta Habertürk'te konuya ilişkin Sefer Yüksel'in 21 Ekim tarihli bir haberi yer aldı. Söz konusu habere göre; Bir sağlık grubu yönetim kurulu başkanı, milli futbolcuların sigortalanması için teklif hazırlanması talimatını vermiş ve buna yönelik bir prim çalışması da yapılmıştı.

Aslında Arda Turan'ın milli takımdaki sakatlığı sonrası bu durum biraz daha önemli hale geldi. Böylesi bir sakatlıkla yüz yüze kalınmadan önce futbolcuların daha dikkatli davranarak kendilerine özel bir sigorta yaptırabilecekleri söz konusu haberde dile getiriliyor.

Bu bağlamda Federasyon milli takım oyuncularını sigortalatabilmek için "düğmeye bastı" ve Türkiye'de sporcu sigortası yapan kurumlardan birisiyle "Forma Poliçesi" adı altında Türkiye'de sporcu sigortası işini başlatmak istedi.  Bu çalışmaya göre, millilerin yıllık primlerinin futbolcu başına ve yaşına göre 15 bin ile 17 bin 136 dolar arasında değişeceği hesaplandı.

Söz konusu sigorta şirketi platin, altın, gümüş ve bronz olmak üzere 4 ayrı paket ile futbolculara sigorta poliçesi yapabileceğini ifade ediyor. Yapılacak poliçelerden platin paketi satın alacak 18 ila 24 yaş arasındaki milli futbolcuların, 84 gün bekleme süreli ve 1 milyon dolar tazminat ödemeli poliçesinin yıllık prim tutarı 15.138 dolar iken, bu rakam 25-29 yaş arası futbolcular için 15.714 dolar, 30-34 yaş arasındaki futbolular için ise 17.136 dolar.

Futbolcuların geçmiş hastalıkları ve sakatlıkları poliçe kapsamı dışında bırakılırken, fiyatlama talep edilen teminat türüne göre yapılıyor.

Futbolcunun vefat etmesi veya sakat kalması durumunda 100 bin dolar ile 1 milyon dolar arasında sporcunun poliçe tercihine göre tazminat ödenebiliyor.

TFF ne yapıyor?

Milli futbolcuların sigortalanması konusunda Federasyon'un hala somut bir adım atmadığı konusunda basında bazı eleştirilere rastlamak mümkün. TFF Başkanı Mahmut Özgener de önceki hafta oynanan Almanya maçından önce, "Yaklaşık iki aydır çalışıyoruz. Belki de sigortasız oynadığımız son maç Almanya karşılaşması olacak" açıklamasını yapmıştı.

Yine Sefer Yüksel'in söz konusu haberine göre, Arda Turan Avrupa'da yaygın olmakla birlikte, Türkiye'de tartışma yaratan sadece birkaç futbolcuda bulunan sigortayı geçen sene 12.000 euro ödeyerek yaptırmıştı. 42 günlük sakatlığın muaf tutulduğu bu poliçe şartlarına göre,  günlüğü 1.500 Euro'dan hesaplanacak sözleşme karşılığı Arda Turan'ın eline yaklaşık 30.000 euro tazminat geçecek. Sakatlığın uzaması halinde bu tutarın üzerine her geçen gün 1.500 euro eklenecek.

Arda ödeyebiliyor, peki diğer futbolcular ne yapacak?

Arda'nın biraz pro-aktif davranıp yukarıda bahse konu poliçeyi yaptırması, bir futbolcu için ne kadar önemli hale geliyor bunu Arda'nın sakatlığında gördük. Ancak Arda kendi özel sigortasını yaptırmıştı. Bu akıllı bir futbolcu yaklaşımı. Ama aynı zamanda parasal gelir bakımından da yeterliği olan futbolcuların yaptırabileceği bir poliçe, sigorta durumu. Peki bu poliçeyi diğer futbolcuların yaptırabilme gücü var mı? Ya da bir başka ifadeyle olayı sadece milli takıma seçilen oyuncular bazında mı ele almak gerekir?

Profesyonel yaşamın gereği olası bir sakatlık durumunda bu poliçe devreye giriyor. Peki milli takıma gidemeyen, Süper Lig'de oynamayan, aylık maaş, ücret ve primlerini alamayan, antrenmana dolmuş ve otobüsle giden Bank Asya ve üçüncü lig profesyonel oyuncularının durumu ne olacak?

Bu durum Federasyonu daha kapsamlı ve daha geniş düşünmeye, tüm ligleri kapsayacak bir düzenlemeye gitmeye ve aksiyon almaya zorluyor. Milli takıma çağrılan oyuncularımıza tabi ki sigorta yapılsın ama bu durumu milli takım ile sınırlandırmak son derece sakıncalı…

O halde ne yapılmalı?

Federasyon bünyesinde sosyal güvenlik kurulu kurulmalı

Futbol Yönetimi isimli kitabımızda da ifade ettiğimiz gibi Federasyon'un yeni yapılanma sürecinde, futbolcuların gelecekleri, sosyal güvenceleri ve emekliliklerine yönelik her türlü kararı alacak ve bunları FifPro ile koordineli götürebilecek yeni bir kurula ihtiyaç var.

Aslında ideal model günümüzde futbolun artık bir endüstri gerçeğini kabul ettiğimize göre, onların sosyal ve demokratik haklarını koruyacak ve kollayacak yasal bir oluşuma, yani sendikaya yönelme gerekliliğidir. Bu konuda eski Galatasaraylı futbolcu Metin Kurt'un önderliğinde bazı çalışmalar yapılıyor olmakla birlikte, henüz sektörün gereksinimini karşılayacak bir sendikal örgütlenme çeşitli nedenlerden dolayı kulüp bazında gerçekleştirilemedi. Bu işle uğraşan futbolcular da ya kadro dışı bırakılıyor ya da takımdan uzaklaştırılmak suretiyle sendikal oluşumun önüne geçilmeye çalışılıyor.

Sendikal örgütlenmeye gidilemiyorsa, o zaman Federasyon'un burada adım atması gerekiyor. Çünkü, artık önemli bir değer yaratan futbol ekonomisinin en önemli aktifini futbolcular oluşturuyor. Bir futbolcunun on milyonlarca dolar değer ifade ettiği bir ortamda bir yandan bu futbolcuların birer aktif varlık olarak korunması ve değerlerinin yitmemesi için, diğer yandan da futbolun gelişimi ve futbol ekonomisinin sağlıklı işleyebilmesi için Federasyon'un olaya müdahil olması gerekiyor.

Bu bağlamda, Türkiye Futbol Federasyonu yapılanması içinde direkt genel kurula bağlı olarak çalışacak ve hesap verecek, tamamen iş yaşamının içinden gelmiş akademik ve hukuk adamlarından oluşacak bu kurul oluşturulmalı ve bu kurul daha profesyonelliğe başlangıçtan itibaren, profesyonel futbola adım atan herkesin geleceğini güvence altına alacak, sosyal güvence sağlayacak bir görev ve anlayışla hareket etmeli. Bu kurulun oluşumu için gerekli detaylar söz konusu kitabımızda olduğu için burada fazla değinmek istemiyorum.

Sosyal güvenlik kurulu kendini ve futbolcuları nasıl finanse edecek?

Bu kurulun temel geliri naklen yayın gelirlerinden kulüplere ödenecek tutar üzerinden ve Federasyon paylarından belirli bir yüzde ile sağlanabileceği gibi; profesyonel lisans çıkartılması aşamasında futbolculardan alınacak belirli tutarlar üzerinden ve transferlerde oyuncunun alacağı ve kulübün ödeyeceği tutar üzerinden belirli oranlarda yapılacak kesintilerin, bu kurul adına açılacak bir banka hesabında oyuncu ismi bazında açılacak alt hesaplarda aktif oyunculuk dönemi boyunca biriktirilerek ve bloke edilerek oluşturulabilir.

Kaynağın sağlanmasından sonra ikinci aşama sigorta poliçesi yapılması aşamasına geliyoruz. Sigorta poliçeleri tamamıyla bu kurulun denetimi ve gözetimi altında yapılmalı. Sigorta poliçesinin yapılması kesinlikle ilgili kulübün ve futbolcunun kendi inisiyatifine bırakılmadan bu kurul tarafından gerçekleştirilmelidir.

Sadece sakatlık sigortası değil, işsizlik ve emeklilik sözleşmesi de futbolculara sağlanmalı!

Günümüzde geleceklerini garanti altına alabilecek ve yaşamını futbolsuz da devam ettirebilecek futbolcu sayısı gerçekten çok azdır. Profesyonel futbolcuların önemli bir kısmı aktif futbol yaşamını sona erdirdiklerinde herhangi bir sosyal güvenliğe sahip değil. Üstelik bir de sakatlanmış olanlar varsa, onların durumu gerçekten çok daha vahim…

İşte bu koşullar altında oyuncuların sadece olası sakatlıklara karşı korunması değil, aynı zamanda futbolcunun sosyal güvencesini ve geleceğini de garanti altına alabilecek sosyal bir oluşum sağlanmalıdır.

Bu kapsamda futbolcuların sosyal geleceklerini güvence altına alabilmek, onların formsuzlukları ve diğer çeşitli nedenlerle takımlarında oynayamamaları durumunda gelirsiz kalmamaları için mutlaka tüm profesyonel futbolculara başta "işsizlik sigortası" olmak üzere, bireysel emeklilik sözleşmeleri de sosyal güvenceleri ve gelecekleri açısından sağlanmalıdır. Üstelik bireysel emeklilik sözleşmeleri, son derece küçük katılımlarla oyunculara gelecek açısından, aktif futbol yaşamları sona erdiğinde büyük birikimler sağlayabilir.

 
http://www.dunyagazetesi.com.tr/tugrul-aksar_109_0_yazar.html - http://www.dunyagazetesi.com.tr/tugrul-aksar_109_0_yazar.html
 


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 02/Kas/2010 saat 18:01
Her ne kadar ESES'imin geçmişteki Anadolu devriminden bahsetmese de...
 
Süper Lig'de üç büyüklerin devri bitiyor mu?

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

01.11.2010 - 09:33
26 yıl aradan sonra bir Anadolu takımı Bursaspor, Trabzonspor'dan sonra Süper Lig'i şampiyon olarak bitirince bunun geçici mi yoksa kalıcı mı bir şey olacağı tartışılmaya başlanmıştı. Öyle ya son Anadolu şampiyonu Trabzonspor 26 senedir Süper Lig'de şampiyon olamıyordu ve hala İstanbul'un egemenliği yıkılmaz bir şekilde devam ediyordu. İşte Bursaspor bu anlayışın belki de gerçekten süreç içinde değişmesine olanak sağlayacak bir hamleyi geçen yıl üç büyüklerin önünde ligi şampiyon bitirerek gerçekleştirebildi. Bu olay belki de Anadolu'nun yeniden uyanış hareketinin başlangıcıydı.

Bu hafta Süper Lig'de bir Anadolu ihtilali oldu mu? Yoksa bu geçici bir başkaldırma mıydı? Onu irdeleyip yorumlamaya çalışacağız.

Önce konuya rekabetçi denge açısından yaklaşmamız bizi sağlıklı bir analize götürebilir. Bu nedenle konuya öncelikle "rekabetçi denge analizi" yaparak başlamak en doğru yaklaşım olacaktır.

Futbolda rekabetçi denge

Günümüz futbolunda rekabetçi denge, kulüpler arasında dengede rekabeti sağlayabilmek bakımından çok önemli bir sorun olarak karşımızda duruyor.  1990'ların ikinci yarısından itibaren giderek ticarileşip endüstriyel bir karaktere bürünen futbol, rekabet bakımından güçlü bütçeler gerektiriyor.

Yüksek bütçeli kulüpler rekabeti kendi lehlerine bozmuş durumdalar. Yani, zengin kulüpler sahip oldukları finansal güç ve olanaklar sayesinde, haksız rekabet üstünlüğünü ele geçirmiş vaziyetteler. Haksız rekabet doğal olarak, dengesiz rekabeti beraberinde getiriyor. Dengesiz rekabet ise futbolun orta ve uzun vadede kalite ve reyting kaybına yol açabilecek en önemli faktör olarak kendini somutluyor.

Futbolun kalitesi, rekabetçi yapının daha güçlü ve dengeli olmasına bağlı. Kulüpler arasında dengede rekabeti kurabilen yapılanmalar, rakiplerine göre daha rekabetçi ligler haline gelebiliyor. Bu kapsamda rekabetçi liglerde futbol kalitesi daha yükselirken, reyting de daha fazla artmakta; buna bağlı olarak kulüplerin gelirleri geometrik olarak artabiliyor. Doç. Dr. Kutlu Merih ile birlikte kaleme aldığımız Futbol Ekonomisi isimli kitabımızda rekabetçi denge üzerine çok derinlemesine yaptığımız analizlerde gördük ki; futbolda rekabetçi dengeyi yanlış noktada tesis eden ligler, süreç içinde rakiplerine göre rekabette geride kalmakta ve önemli gelir kaybına uğramaktalar. Özellikle "finansal denge" rekabeti şekillendiren en önemli faktörlerden birisi. Kulüpler arasındaki finansal dengesizlikler, rekabetin yapısını bozuyor. Bozulan rekabet yapısı ise zengin kulüpler lehine haksız rekabetin doğmasına neden oluyor. Bu nedenle bu haftaki yazımızda kulüplerin birbirleriyle olan rekabetlerini etkileyen en önemli unsur olan finansal denge sorunu üzerinde durmaya çalışacağız.

Finansal denge sorunu

Daha önce "Futbolun Paradoksal Sorunları" başlığıyla kaleme aldığımız yazıda da dile getirdiğimiz üzere,  lig bütünlüğü içinde rekabetin kalitesinin yükselmesi, toplam kaliteyi artırıyor! Yani bir bakıma bir spor olayı, rakiplerin birlikte ürettikleri ortaklaşa bir üründür. Bunun kalitesi verdiği seyir keyfine ve sonucun belirsizliğine ve bu rekabetin neyi etkilediğine bağlıdır. Hal böyle olmakla birlikte; bazen bir ligde bir takımın finansal kazançlarını kullanarak, en iyi oyuncuları almasına olanak sağlanması, kulüpler arasında rekabetin zayıflamasına yol açıyor. Buna bağlı olarak, zengin kulüpler doğal olarak ligi domine ederken; diğer kulüpler de başaltı kulüpleri haline geliyor. Bu yapı böylece orta ve uzun vadede liglerde bazı kulüpleri mali açıdan daha da zayıflatır ve sportif anlamda geriye düşmelerine neden olurken; bu etkinlikten alınan  keyif;  belirsizliğin giderek ortadan kalkması nedeniyle azalmaya başlar. Bu şekilde bazı riskler de yok olur. Bu durum da seyircinin ilgisinin kaybolmasına ve takımların gelirlerinin düşmesine yol açar. Gerçekten de sporda rekabet temel olmakla birlikte, rekabetin anlamlı olabilmesi bakımından kazananlar kadar kaybedenler de iyi olmalı ki, bu yarışma devam etsin. Yani rekabetsiz ve sonu daha baştan belli olan hiç bir spor karşılaşması, ilgi ve destek görmez. Bu durumun genellik arz etmesi halinde, kazananlar daha güçlenirken, kaybedenler de giderek zayıflamaya başlar. Zaman içinde sporun temel ruhu olan rekabetçi yarışma bu şekilde ortadan kalkar. Bu duruma örnek olarak, üç büyüklerin Süper Ligimizdeki oligarşik egemenliği verilebilir.

Kısacası; Finansal denge sorunu aslında bizi yukarıda belirttiğimiz en önemli paradokslarından birisine götürüyor. Yani finansal dengesizlik paradoksuna…

Finansal güç rekabeti geriletiyor!

Şayet ligdeki her kulüp en iyi oyuncuları takımlarına transfer etmekte serbest olursa, kulüpler arasındaki rekabet, ücret ve primlerin yükselmesine yol açar. Parasal olanakları diğer kulüplere göre daha iyi olan kulüplerin, istedikleri futbolcuyu takımlarına transfer edebilmeleri, zaman içinde haksız bir rekabetin de doğumuna yol açıyor. Ortaya çıkan bu haksız rekabet, bu kulüpler arasındaki parasal uçurumların giderek daha da büyümesine neden oluyor. Haksız rekabetin yıkıcı etkisine maruz kalan, olanağı sınırlı diğer kulüpler yarışmalarda sadece "başaltı takımları" ya da "ötekiler" olarak kalıyor. Bu durum ise lig bütünlüğü içinde rekabeti bozarken, güçlüden yana haksız rekabetin de doğmasına neden oluyor. Nitekim Platini'nin bu durumu görerek, 2010 yılından itibaren gerek Şampiyonlar Ligi'nde, gerekse UEFA Kupası'nın formatında değişime gidecek olmasının altında bu neden yatıyor. Platini diğer yandan futbolda finansal dengesizliğin önüne geçebilmek için, kulüplerin harcamalarının, gelirlerinin yüzde 60'ı ile yüzde yetmişi arasında olmasını da tavsiye ediyor.

Bu paradoks,  günümüz yaşamının ayrılmaz bir parçası olarak karşımıza çıkıyor. Objektif bir gözle bakıldığında, başta Avrupa olmak üzere, düzenlenen tüm futbol organizasyonlarında zengin ve büyük takımların başat durumda olduklarını görüyoruz. Bu durum: Endüstriyel futbolun kendisini yeniden üretim aracı olan "reyting" için de yaşamsal bir öneme sahip. Çünkü finansal dengesizlik bir yandan "Şampiyon kültürü"nün yaşamasına olanak verirken, diğer taraftan futbol maçlarındaki heyecan fırtınasının dinmesine ve buna bağlı olarak lig reytinginin düşmesine neden oluyor. Daha baştan bir takımın maçı kazanma ihtimalinin yüksekliği mevcutsa o maçın izlenirliği giderek düşüyor ve bu durum uzun vadede gelir kaybına yol açıyor.

Aynen Süper Lig'de olduğu gibi. Aşağı yukarı her yıl Süper Ligimizde kimin şampiyon olacağının daha geçen yıla kadar yüzde 33.3 olasılıkla belirli olduğu bir ligde, Bursaspor'un  şampiyon olması bazı şeylerin değiştiğinin ya da değişmekte olduğunun bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Ama henüz önlerinde gidilmesi gereken çok uzun ve engebeli bir yol var.

Gelirlerin dağılımı

Öz olarak futbolda  finansal denge sorunu,  futbol gelirlerinin dağıtımı sorunudur. Endüstrileşmeye paralel olarak değişen ve hızla artan futbol gelirleri, sonu kupa ile biten turnuvaların da giderek parasallaşmasına ve çok önemli sayılabilecek parasal ödüllerin dağıtılmasını gündeme getirdi. Bugün Şampiyonlar Ligi'ne kalan ve sıradan bir performans sergileyen kulüplerin bile 10 milyon euroya yakın parasal ödül kazanması veya UEFA Kupası'nı kazanan bir kulübün 8 milyon euro parasal gelire ulaşması veya Turkcell Süper Lig'i şampiyon bitiren bir kulübün bile sadece sportif performanstan  10 milyon dolara yakın bir gelir elde etmesi, parasal gelirin paylaşımı sorununu da beraberinde getiriyor.

Gelir dağılımındaki dengesizlik sorunu, sonuçta finansal dengesizliğe  yol açıyor. Bu amaçla gelirlerin dağılım mekanizmaları futbol performansının profesyonel yapısını korumayı amaçlamaktadır.  Bu anlayış ise futbola egemen olmaya başlayan rekabetçi pazar ekonomisi anlayışı ile ters düşmektedir. Pazar ekonomisi güçlü ve başarılı olanın ayakta kalmasını başarısızların ise tasfiye olarak veya diğerleri tarafından yutularak ortadan kalkmalarını gerektirir. Futbolun rekabetçi yapısı ise buna uygun düşmez. Başarılıların başarılı olması için başarısız olanların da varlığı gerekir. Bu da her kulübün kendi başının çaresine bakması yaklaşımından farklı finansal ve ekonomik düzenlemeleri gerekli kılar. Kulüplerin finansal ve ekonomik olarak kendi başlarının çaresine bakması, büyük  taraftar tabanı olan güçlü kulüplerin lig yarışması içinde diğerlerinden giderek kopmasına;  bu ise sektördeki finansal ve ekonomik dengelerin bozularak liglerin sağlığı için esas olan rekabetçi dengelerin de bozulmasına yol açıyor.

Rekabet futbolda kaliteyi getiren temel unsurlardan en önemlisi. Rekabetçi dengenin yüksek olmadığı ligler ne yazık ki daha büyük futbol pastası yaratamıyor. Şampiyonun ve başaltı takımların her yıl belirli olasılıklarla belirli olduğu liglerde, reytingin giderek düşeceği beklenir. Ya da teorik olarak bunun böyle olması gerekir.

Futbol pastasının paylaşımında İstanbul egemenliği

Futbol pastamızı oluşturan gelir kalemlerinin kulüplere dağılımına bakıldığında ise bu pastadan en büyük payı dört büyük kulübün aldığını görüyoruz. Nitekim, TV yayın gelirlerinin %42'si, tribün gelirlerinin %49'u, sponsorluk gelirlerinin %23'ü, saha içi reklam gelirlerinin %35'i dört büyük kulübe gidiyor.

Futbol pastasının paylaşımı

Gelirler     Dört büyük kulübün payı (%)

TV yayın hakları 42

Tribün gelirleri  49

Sponsor gelirleri 23

Saha  içi reklam pastası  35

Diğer gelirler 27

Futbol faaliyetlerinin finansmanında yeterli öz kaynağa sahip olamayan Türk futbol endüstrisinin yoğun bir şekilde yabancı kaynağa, özellikle de banka kredisine yöneldiğini görüyoruz.

Güncel verileri baz aldığımızda kulüplerin mali sektörden kullandıkları kredilerin 250 milyon dolara ulaştığını gözlemliyoruz. Yine kulüplerin toplam borçlanmalarının da yaklaşık 900 milyon dolara ulaştığını dikkate aldığımızda, Türk futbol kulüplerinin toplam borçlanma tutarı 1 milyar 150 milyon dolara ulaşıyor. Bu tutar Toplam futbol pastasının %40'ına karşılık gelen bu oran, bize futbolun kendi faaliyetlerinden fon yaratamadığını gösteriyor. Kullanılan kredilerin 205 milyon dolarlık kısmının da, yani %85'inin de üç büyüklere ait olduğunu belirtelim. 

Üç büyüklerin havuz gelirleri, havuz dışı gelirlerinden daha küçük!

Yine üç büyüklerin Süper Lig havuz gelirleri toplamı ise 71 milyon dolar civarında.  Bu tutar toplam havuz gelirlerinin %23'üne karşılık geliyor. Kalan %77'lik pay ise diğer 15 kulüp tarafından paylaşılıyor. Buna göre üç büyük kulüp başına düşen ortalama havuz geliri  %7.6'ya gelirken; diğer 15 kulüp başına düşen ortalama gelir ise, toplam gelirin %5.1'ine karşılık geliyor. Bu durum bize, üç büyüklerin havuz gelirlerinin aslında toplam futbol pastasından maç günü gelirleri, sponsorluk, reklam ve medya ile logolu ürün satımından elde olunan gelirleri olarak elde ettikleri gelirlerin daha fazla olduğunu gösteriyor.

Havuz gelirlerinde Anadolu kulüpleri sportif performans olarak üç büyüklerden daha iyi performans ortaya koymalarına karşın, ilave futbol gelirleri yaratmada Anadolu kulüplerinin potansiyellerini harekete geçirememeleri, İstanbul'un finansal ve iktisadi üstünlüğünün devam etmesine neden oluyor. 

Yukarıdaki tabloda yer alan veriler bize Türk futbol pastası büyüklüğünün 1 milyar 150 milyon dolara (yaklaşık 820 milyon euroya) ulaştığını gösteriyor. Bu gelirin paylaşımına bakıldığında ise bu gelirin yaklaşık %37'lik kısmının üç büyükler tarafından paylaşıldığını görüyoruz.

Üç büyük kulüp yıllık gelirleri toplamı 300 milyon dolara yaklaşırken, giderleri toplamı ise 400 milyon doların üzerine çıkmış vaziyette. Yani üç büyük kulüp 2009/10 itibariyle net 100  milyon dolar gider fazlası vermiş durumda.

Neredeyse Türk futbol kaynaklarının yüzde kırkını harcayan üç kulübün yarattığı gelir ise ne yazık ki, giderlerini karşılamaktan uzak ve bu nedenle bu üç kulüp her yıl bütçe ve nakit açığı veriyor. Bunun anlamı ise Türk futbolunun kıt ve sınırlı olan kaynaklarının, bu kulüpler tarafından etkin ve verimli kullanılamadığıdır.

Durum bu olunca, Anadolu kulüplerinden rekabet etmelerini nasıl bekliyoruz, hangi bütçe ve hangi kaynakla bu kulüpler rekabet edecekler? Bilemiyorum. Türk futbolunun yapılanışındaki bu oligopolistik tekelci ve dengesiz yapı devam ettiği sürece, aslında biz bu kulüplerimizi rekabet etmemeye zorlamış oluyoruz.

Her ne kadar havuz gelirleri dağıtım kriterlerindeki yeni düzenlemeler ve naklen yayın gelirlerindeki artış kulüplerin rekabet güçlerine olumlu etki yapsa da, hala İstanbul kulüplerinin geçmişten gelen finansal, iktisadi ve yönetsel egemenlikleri devam ediyor.

Bu koşullar altında Bursaspor'un ve diğer Anadolu kulüplerinin ortaya koydukları sportif performans gerçekten inanılmaz ve takdire değer…

Sonuç

Türk futbol yapılanması içinde her ne kadar Bursaspor geçen yılı şampiyon olarak tamamlamışsa da, hala futbol gelirlerinin paylaşımı ve kullanımında İstanbul egemenliği devam ediyor. Yani İstanbul'un finansal üstünlüğüne karşı Anadolu kulüpleri mütevazı bütçelerle, kaynaklarını görece daha etkin ve verimli kullanarak, sportif performans ortaya koymaya çalışıyorlar ve bunu başarabiliyorlar da…

Bugün Bursaspor'un ligde yürüyüşü çoğu Anadolu kulübüne de örnek olmuş durumda. Olympique Lyonnais (O.Lyon) da Fransız Lig 1'e 1989'a yükseldiğinde 10 milyon euro gelir, 20 milyon euro bütçesi  ile sıradan bir takımdı. Ancak istikrarlı ve disiplinli gidiş, O.Lyon'u on sene içinde Fransız Lig'inin efendisi yaparken, Avrupa'nın da en elit kulüpleri arasına soktu. O.Lyon üst üste yedi kez Lig 1'i kazanırken gelirini 155, bütçesini de 225 milyon  euroya çıkarttı… O zamanlar O.Lyon'un ilk şampiyonluğuna dudak bükenler, bugün O.Lyon'un başarısını alkışlıyor, takdir ediyor. Bursaspor da bu yürüyüşüne tıpkı O.Lyon gibi devam etmeli. Ya da Alman Volfsburg gibi…

Bursaspor'un şampiyonluğunu Anadolu ihtilalinin ayak sesleri olarak değerlendirmeliyiz. Ancak henüz daha tamamlanmamış, kesintisiz devam etmesi gereken bir devrim bu… Bu bağlamda Bursaspor'un bugün Süper Lig'de bulunduğu yeri ve geçen yıl ki şampiyonluğunu sportif bir başkaldırı olarak görüyor ve değerlendiriyorum. Bu performans uzun soluklu olursa, bunun arkasından gelecek mali başarı Süper Lig'de rekabetçi dengenin, dengede rekabeti sağlayacak şekilde yeniden konumlandırılmasına da olanak sağlamış olacak. Bu anlamda "kesintisiz devrim" devam etmeli. Bunun için bugünkü performansı asla küçümsemiyorum ama geçmişteki Trabzonspor örneğini de unutmuyorum. Bu nedenle Bursaspor'un bugünkü başarısının gözümüze tül örtmemesi gerekir. Bursaspor yeni Bursasporlar için de yürümeli bu yolda…

http://www.dunyagazetesi.com.tr/tugrul-aksar_109_0_yazar.html - http://www.dunyagazetesi.com.tr/tugrul-aksar_109_0_yazar.html
 


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: matt
Gönderi tarihi: 22/Kas/2010 saat 07:06
Konu ile ilgili bir baska haber de "Her puan para olunca Anadolu coştu" basligi ile bugunku Radikal gazetesinde yeraliyor:
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=1029227&Date=22.11.2010&CategoryID=84 - http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=1029227&Date=22.11.2010&CategoryID=84
Mete


Gönderen: Zeus26
Gönderi tarihi: 22/Kas/2010 saat 08:44

   

     Tek kelime ;   Bİ Tİ YORRRRR....




-------------
hayat "siyah kırmızı" dır..


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 22/Kas/2010 saat 14:46
Marka değeri nasıl yaratılır: NBA örneği

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com

22.11.2010 - 09:05

Geçen hafta bu sütunlarda dünyanın en önemli basketbol ligi NBA'in bugünkü konumuna gelinceye kadar geçtiği gelişim aşamalarından hareketle, doğup büyümesi ve dünyanın en çok izlenen basketbol ligi oluşum sürecini sizlerle paylaşmıştım. NBA'in özellikle artık sadece bir basketbol ligi olmadığını, 205 ülkede 43 farklı dilde milyara yakın insana nasıl ulaştığını ve bunun sonucunda yıllık 4 milyar dolara yaklaşan gelirleriyle önemli bir gösteri endüstrisine nasıl dönüştüğünü örnekleriyle anlatmıştım.

Bu hafta da sizlere bir show-business'e dönüşen NBA'in kat ettiği bu gelişim sürecini nasıl kullanarak dünyanın en önemli markalarından birisi haline geldiğini anlatmaya çalışacağım.

Şüphesiz ki, NBA'yi diğer benzer liglerden ayıran en temel özelliği: Maç öncesi etkinliklerden başlayıp, maç devam ederken, periyot aralarında ve maç sonlarında olağanüstü gösterilerin paraya çevrilmesinde gösterilen başarı. Bu gerçekten de bir başarı hikayesi. Futbol gibi dünya genelinde dominant ve yaygın bir sporun bile önüne geçebilecek kadar başarılı olan bu spor dalı, artık sadece bir spor değil. NBA'de basketbol artık "iş" olsun diye oynanıyor ve yıllık yarattığı gelirlerle de gerçekten önemli bir iş kolu haline gelmiş durumda.

Kısacası, oyuncusundan, hakeminden, statlarından, oyun esnasında çalınan müziklerden, seyirciden ve de en önemlisi maç öncesi ve esnasında yayın yapan, onu izlemekten zaman zaman maçı kaçırdığınız, stadın tam ortasında tavana asılı 360 derece dev ekran televizyon ile bu etkinliklerin okyanus ötesine taşınması NBA'yi çok başarılı bir marka haline getirmiş durumda. Bu bağlamda özellikle basketbolun markalaşması ve pazarlama / satış konularındaki olağanüstü başarısının arka planında neler olduğunu, tüm dünyada en büyük gelir yaratan bu müthiş organizasyonun nasıl çalıştığını bu hafta sizlerle bu sütunlarda paylaşıyor olacağım.

NBA'i bir 'show business'a  dönüştüren adam:  David Stern

NBA'deki en temel dönüm noktalarından belki de en önemlisi 1984 yılında David Stern'in NBA Başkanı olarak göreve gelmesidir. Aslında NBA'yi Stern öncesi ve sonrası olarak iki ayrı dönemde değerlendirebiliriz. Özellikle Stern öncesi dönemde lig bir türlü küreselleşememiş, son derece sınırlı gelir kaynaklarıyla, oyuncuların ücret ödemeleri dahil çoğu giderleri karşılamakta zorlanıyor, lig oyuncuları arasında disiplinsizlik had safhada, yeterli sponsor bulunamadığı için Avrupa ve diğer ülkelerden oyuncu transferleri çok fazla yapılamıyor, ciddi kalite eksikliği var ve ligin yayın hakları çok küçük tutarlara satılıyor ancak dünya genelinde yayın söz konusu değil, kısacası çöküş döneminde olan bir lig ile karşı karşıyayız. Ligin kalitesi ve lige olan ilgi yok denecek kadar azdı. Öyle ki 1981 NBA Finalleri, kendisini canlı yayınlamak isteyen bir kanal bulamamış ve final karşılaşmaları gece yarısı banttan yayınlanmıştı.

Stern'in yarattığı NBA, sadece bir spor aktivitesi değil, tamamen bir marka olmak üzerinedir. David Stern önce sahadaki oyunculardan başlayıp ligin görünümünü tepeden tırnağa değiştiren kişidir. Lig bugün, buralarda ise Stern'in payı büyüktür.

Stern'in olaylara çok çabuk müdahele edebilmesi, yanlışlıklara karşı gerekli önlemleri hızla alabilmesi, yaptığı yenilik ve kural değişiklikleriyle izlenilirliği ve heyecanı artıracak yeni uygulamaları cesurca karar verebilmesi NBA'yi daha izlenir hale getirdi.

Yıldıza dayalı model NBA'yi daha çok popüler yaptı

Özellikle Michael Jordan gelişi, NBA için ticari bir lütuf oldu. İzlenilirliğin ve buna bağlı olarak parasallaşmanın belki de en önemli kilometre taşlarından birisini  Michael Jordan gelişi oluşturuyor. Bu yeni dönemle birlikte, onun oyun için yaptığı özel yetenek ve beceri gösterileri, önde gelen diğer iki basketbol yıldızı 1980'lerin Larry Bird ve Magic Johnson efsanelerinin daha da pekişmesine olanak sağladı. Ve bu sinerji bu ulusal lige sponsorların daha fazla önem vermesine neden oldu. Belki de Stern ile bu ulusal lig, uluslararası bir kimliğe bürünmeye başladı.. İlk olarak Nike, ayakkabı sözleşmeleriyle lige adım attı. Nike ile birlikte NBA'de popülerlik ve kar yeni zirvelere yol aldı. 2004 yılına gelindiğinde, Stern NBA'e bayilik sistemi getirerek, NBA ürünlerinin tüm dünyada pazarlanıp satılmasına yönelik bayii sayısını 30'a kadar çıkarttı.

Stern'in bu uygulamaları NBA'i tüm dünyada eşi benzeri görülmemiş bir uluslararasılaşmaya taşıdı. Bugün NBA şimdi Amerika Birleşik Devletleri dışında, 43 farklı dilde, dünya çapında 205 ülke televizyonundan insanlarla buluşuyor. Bu sihirli oyunu milyarlarca insan aynı zamanda izliyor. Kısacası Stern'in akıl dolu hamleleri ve televizyon NBA karakterinin küreselleşmesine ve tam anlamıyla bir show business olmasında önemli bir rol oynadı.

Her zaman rekabet ön planda

Stern'in ikinci önemli uygulaması ise NBA'in ilk sezonunda yani 1946-47 sezonunda kullanılmış fakat daha sonra rafa kaldırılmış olan ücret tavanı (Salary Cap) uygulamasını 1984-85 sezonunda tekrar uygulamaya aldırtarak, NBA'de küçükler ile büyükler arasında rekabetçi dengenin daha fazla bozulmasına izin vermemesiydi.

Bu uygulamayla, ligde mücadele eden takımlar arasında güçlü olanlara karşı güçsüz takımları korumaya yönelik, tamamen korumacı ve eşitlikten yana bir sistem yeniden uygulamaya alındı. Bu sistemi geçen hafta ayrıntılarıyla anlatmış olduğumuz için tekrarlamayacağız ama şunu belirtmekte yarar var ki, bu iki uygulama NBA'in küresel bir markaya dönüşmesinde çok önemli bir rol oynadı ve bu sayede yıllık 4 milyar dolara yakın bir parasal gelir yaratılabildi.

NBA'in markalaşma sürecine etki eden ve halen başkanlığını sürdüren  David Stern'in oyunu markalaşmaya götüren küçük ama dev hamlelerine kısaca bir göz atalım ve ondan sonra kurumsal markalaşma sürecini birlikte irdeleyelim isterseniz.

NBA'in direksiyonundaki avukat

David Stern'in esas mesleği avukatlık. Columbia Üniversitesi Hukuk Bölümü'nden mezun olan Stern'in bir avukat olarak kılı kırk yaran özelliği NBA'i dünya markası olmaya götüren süreçte göz ardı edilemeyecek önemli hamleler içeriyor. Yıllardır 'NBAin < http://www.itusozluk.com/goster.php/nba - http://www.itusozluk.com/goster.php/nba > dümenini elinde bulunduran bu insan bu süreçte nelere imza attı? Oyuna nasıl bir katkı sağladı buna bir bakalım.

·NBA'yi küreselleştirebilmenin yolu onu tüm dünyaya yaymaktan geçiyor. Bunun için de başta Hırvat Drezan Petrovic, Çinli Yao Ming olmak üzere dünyanın tüm yetenekli oyuncularını NBA'ye transfer ederek, yıldıza dayalı bir model geliştirdi ve bu ülkelerde de kendisine ilave izleyici ve taraftar buldu. Bu sayede basketbolu ve dolayısıyla NBA'i daha popüler hale getirdi ve izlenme oranları birden arttı. Buna bağlı olarak NBA ürün satışı katlandı. Bu iki hamleyle NBA ek olarak 2 milyara yakın bir izleyici kitlesine daha ulaştı. Yine bu kapsamda ülkemizden de bazı oyuncuların NBA'de oynamasını böyle değerlendirmek yanlış olmayacaktır. Bildiğiniz üzere şu anda beş oyuncumuz NBA'de mücadele ediyor.

·Basketbolu çirkinleştirecek hiçbir harekete prim vermedi. Daha ofansif ve göze hoş gelen bir basketbolun oynatılması, daha geniş kitlelere ulaşmak için olmazsa olmazdı ve nitekim savunmanın ön planda olmasına izin veren, tempoyu düşürecek her türlü hareketi önlemeye çalıştı. Hatta bu bağlamda daha hızlı bir basketbol için alan savunmasını yasaklamak dahi bir ara NBA yönetiminin gündemine girdi. Bugün bile hala hızlı oyunu destekleyen, oyun temposunu düşürmeyi önleyici önlemler almaya çalışılıyor. Şu anda sorgulanan en önemli konulardan birisini de tempoyu düşüren taktik fauller.

·Basketbolu küreselleştirirken onu aynı zamanda sosyalleştirebilmek NBA'in en önemli politikalarından birisini oluşturuyor. Bu kapsamda dünyanın muhtelif bölgelerine her yaz yıldızlarla yapılan yolculuk sayesinde çocuklara basketbol derslerinin verilmesi onu daha da kitleselleştiriyor. Yine küreselleşme adına NBA televizyonunun bazı uygulamaları daha geniş taraftar ve izleyiciye ulaşma olanağı sağlıyor. Bu kapsamda bizi de ilgilendiren bir gelişmeyi geçen pazar hep birlikte yaşadık ve Beşiktaş- Fenerbahçe basket maçı NBA televizyonunda banttan yayınlandı.

·Oyuncuları her fırsatta sosyal projelerin içine katılması, NBA'in küreselleşmesine akıllıca hamleler sağlıyor. NBA'in önde gelen oyunculardan bir kısmının, öğrencilerle birlikte sınıfta derse girmesi ya da hasta çocukların ziyaret edilip onlara forma ve diğer NBA ürünlerinin verilerek moral takviyelerin yapılması NBA'i daha da sosyalleştiriyor ve sevdiriyor.

Markalaşma sürecinde bir Amerikan mucizesi olarak NBA modeli

NBA aslında her zaman olduğu gibi yine bir Amerikan pazarlama ve satış mucizesi olarak karşımızdaki yerini alıyor. Mantık ve temel satış stratejisi hep aynı. NBA ile aslında basketbol diğer ürünleri pazarlayan bir ürün konumunda. Bu amaçla yaygınlaşmak ve daha fazla küresel izleyiciye ulaşmak modelin özünü oluşturuyor. Ne kadar yaygınlaşır, küreselleşirse o kadar popülerleşiyor ve kendisine her zaman sadık kalacak bir tüketici taraftar ya da televizyon izleyicisi yaratıyor. Bu amaçla satışın/pazarlamanın ve iletişimin tüm olanakları bu iş için NBA yönetimince seferber ediliyor. İletişimde özellikle dijital yayın platformları çok etkin kullanılıyor. Spor dijital yayın olanakları kullanılarak gösteri endüstrisine dönüştürülüyor.  Dünyadaki 3 milyara yakın insan bu etkinliği eş anlı olarak canlı izleyebiliyor, logolu ürünlerini tüketebiliyor ve NBA'ye okyanus ötesi finansal destek sağlıyor.

Amerikan spor endüstrisi Avrupa'dan farklı çalışıyor!

Avrupa'da ve dünyanın tüm diğer kıtalarında (Kuzey Amerika hariç) spor endüstrisi farklı bir dinamikle çalışıyor. Bu da rekabette temel farklılıkların olmasından kaynaklanıyor.

Birinci temel farklılık: Avrupa'da ve tüm dünyada oluşturulan tüm spor liglerinde düşme ve yükselmeye dayalı bir lig organizasyonu ve buna bağlı bir rekabet varken, Kuzey Amerika'da düşme ve çıkmanın olmadığı bir rekabet ortamında lig varlığını devam ettiriyor. Kendi içinde kapalı devre oynanan, lige kimlerin devam edip, etmeyeceğine yönetimin karar verdiği, ancak rekabetin son derece yüksek olduğu bir lig organizasyonundan bahsediyoruz. Rekabet bu haliyle hiç düşmüyor. Aksine inanılmaz ve heyecanlı maçlara sahne oluyor.

İkinci temel farklılık: Avrupa'da ve diğer liglerde transferde ve bütçede serbest rekabet söz konusuyken, NBA'de ücret tavanı ve draft sistemiyle tüm takımların transfer ve oyunculara ödenecek ücret ve primlere sınırlar getirilmiş durumda. Bu rekabeti öldürmeyen aksine dengede rekabeti maksimize eden bir uygulama. Rekabetin dengede yapılıyor olması, daha baştan favoriyi de önemli ölçüde elimine ediyor. Avrupa'da ise sistem tamamen serbest ve kontrol edilmeyen bir mekanizma üzerine kurulmuş durumda.

Üçüncü temel farklılık: NBA halen yürürlükte olan toplu iş sözleşmesine göre NBA'deki tüm oyuncular bir yıl içinde basketbolla ilgili gelirlerin (reklam, bilet satışı, televizyon ve medya hakları, forma ve lisanslı ürün satışı gibi) %48,04'ü oyunculara dağıtılıyor. Avrupa'da ise havuz sisteminde toplanan gelirler oyunculara değil, kulüplere dağıtılıyor. Dolayısıyla oyunun ana öğesi kulüplerden daha çok oyuncular oluyor. Böyle olduğu için de neredeyse bir takım geliri kadar kazanca ulaşan oyuncular söz konusu.

Dördüncü temel farklılık: Her takımın bir sahibinin olması. Yani tüm takımlar şirket statüsünde ve hisseleri alınıp satılabiliyor. Oysa Avrupa'da sadece Premier Lig'de tüm takımlar şirket şeklinde örgütlenmek zorunda. Onun dışında Avrupa'nın diğer liglerinde böyle bir zorunluluk bulunmuyor. Maaşları ve masrafları kulübün sahibi ödüyor. Los Angeles Lakers, Dallas Mavericks ve New York Knicks gibi takımların yıllık bütçeleri 150 milyon dolara kadara ulaşıyor. Oyunculara ödenen paralar ise oyuncu başına yıllık on milyon dolarlara çıkıyor. Nitekim bu kapsamda NBA'de en fazla kazanan oyuncular 25.2 milyon Dolar ile Lakers'ın yıldızı Kobe Bryant. Bryant'ı, Magic'in önemli skorerlerinden Rashard Lewis 22.1 milyon ile takip ediyor. Boston Celtics'in yıldızı Kevin Garnett ise 21.2 milyon dolar ile üçüncü sırada yer alıyor. Phoenixli efsane Shaquille O'Neal da  21 milyon dolarlık kazancı ile dördüncü sırada yer alırken, bir diğer yıldız Lebron James ise 16.2 milyon dolarlık gelire sahip. NBA'deki temsilcimiz Hidayet Türkoğlu ise 6 yıllık sözleşme karşılığında 36.7 milyon dolara imza atmıştı.

 İŞTE YENİ SEZONDA 5 DEV ADAM'IN KAZANCI:

İsim Takım Yıllık ücret

Hidayet Türkoğlu Phoenix Suns  9.8 milyon dolar

Mehmet Okur Utah Jazz  9.5 milyon dolar

Ersan İlyasova Milwaukee 2.3 milyon dolar

Ömer Aşık Chicago Bulls 1.7 milyon dolar

Semih Erdem  Boston Celtics 473 bin dolar

Beşinci temel farklılık; bu modelde  esas ürün takımlardan çok liglerin kendisi. Bu nedenle de tüm liglerden oluşan devasa bir lig ekonomisi ve bunun yarattığı ortak sinerjiyi burada görebiliyoruz. Avrupa'da spor bir gösteri endüstrisi olarak sadece kendi sektörüyle rekabet ederken, Amerika'da spor diğer eğlence sektörüyle de rekabet içinde. Bu kapsamda NBA'de temel ürün takımlardan daha çok NBA'in kendisi. NBA, ABD'de diğer eğlence ürünleriyle bir rekabet içinde. Lakers ile Celtics rekabetinden çok, NBA ile Ulusal Futbol Ligi (NFL) arasında bir rekabet yaşanıyor. NBA aynı zamanda diğer eğlence sektörü ile de Hollywood, Amerikan futbolu ve beyzbol ile de rekabet içinde.

Markalaşmaya giden süreçte göze batan temel farklılıklar

Yukarıdaki temel dinamikler Amerikan Ulusal Basketbol Birliği (NBA) ligini, Kara Avrupa'sı ve Türkiye ile kıyaslandığında çok farklı bir iş modeli olarak karşımıza çıkartıyor. NBA, hem kendisi bir marka ve şirket modeli olarak nitelendirilebilirken, diğer taraftan da düşme ve çıkmanın olmadığı bir lig organizasyonu içinde mücadele eden 30 takımıyla birlikte bir farklı piyasa özelliğine de sahip bulunuyor. Kuşkusuz dünyanın global nitelik taşıyan en değerli markalarından birisi haline gelen NBA'in bu başarısının yaratılmasında yıldızlara dayalı sitemin büyük rolü bulunuyor. Nitekim, 1980?lerde ezeli rakipler Los Angeles Lakers ile Boston Celtics'in efsanevi oyuncuları Magic Johnson ve Larry Bird, 90?ların Chicago Bulls'un Michael Jordan'ı gibi takım ve markalaşmış oyuncuların yerel ve küresel çapta pazarlanmasındaki başarı yatıyor. Bir spor olmaktan çok iş (business) ve bir endüstri haline gelen Amerikan basketbolunun, 25 yıl içinde geçirdiği evrim, bir piyasanın nasıl yoktan yaratılacağı ve düzenleneceği konusunda önemli mesajlar veriyor.

Kısacası, spor pazarlaması için olduğu kadar bir piyasa düzenlemesi açısından da mükemmel bir örnek sunan NBA modelinde, piyasanın toplam değerini artırmak için işbirliği yapan kulüpler, yaratılan toplam değeri eşit şekilde paylaşırken, diğer taraftan da oyunun temel aktörü konumundaki oyuncular bu oluşumdan yarı yarıya pay alabiliyorlar. Bu rekabette tüm takımlar yetenek ve para paylaşımında eşitliğe sahipken, saha gerisindeki farkı yöneticiler ve ekipleri yaratıyor. Burada klasik bir espriyi de sizlerle paylaşmak istiyorum. "Bir NBA takımını almak için yüz milyonlarca doları olan büyük bir kapitalist olmanız gerekir. Ama bir takımı alıp yönetim koltuğuna oturduktan sonra herkes sosyalist olur"

Marka olarak NBA

NBA denildiğinde ilk akla gelen süper yıldızlardır. Bu da zaten bu iş modelinin temel dinamiklerinden birisidir. Çünkü yıldızlara dayalı bir organizasyonda bu çok doğal bir sonuçtur. Nirekim NBA denildiğinde çoğumuzun ilk aklına gelen Micheal Jordan'dır. Micheal Jordan ile altı şampiyonluğa ulaşan Chicago Bulls ise daha sonra aklımıza gelir. NBA ile tüm dünyaya bir eğlence ve heyecan satılıyor ve tüm izleyicilerde sempatik ve  pozitif algılar yaratılıyor. Bu da NBA'ye sürekli finansman sağlayan sadık bir tüketici taraftar kitlesi yaratıyor. Logolu ürün satımında bu nedenle yüksek satışlar ve yüksek bir bağlılık temelinde tutku söz konusudur. NBA kendi ürünlerinin reklamını da yapmasını iyi bilir, Magic Johnson ve Larry Bird. Daha sonra Michael Jordan. Onun arkasından Kobe Byrant ve Shaquille O'Neal. Şimdi de LeBron James bu meşaleyi alıyor. David Stern, bu yetenek ve hepsi tek başına bir marka haline gelen bu isimleri, NBA markasını güçlendirmek için kullanıyor.

Sistem kazan kazan üzerine kurulu

Sistemde hem takımlar, hem lig, hem de oyuncular para kazanıyor. Bu nedenle NBA ortak çıkarların sağladığı faydanın maksimize edildiği bir organizasyon. Bunun yanında satış ve pazarlamanın en önemli araçlarından birisi olan görsellik her şeyin üstünde gelir. Bu nedenle takımlara getirilmiş yüksek standartlı kurallar bulunuyor. Bunların başında takımların renklerini ve logolarının düzenlenmesi, değiştirilmesi tamamen NBA yönetiminin iznine bağlı. Asla görselliğe zarar verecek bir atraksiyona izin verilmiyor. İsteseniz dahi kötü bir logo ve renk seçme imkanınız yok. Kontrol sadece bu kadarla sınırlı değil, lisanslı ürünlerin tümü özel izne tabi. Örneğin Philadelphia 76?ers için tişört yapmak isteyenlerin NBA ofisini arayıp izin alması gerekiyor. Bununla da kalmıyor, kardan belli bir oranı da NBA yönetimine ödemek gerekiyor. Toplanan bu para takımlar arasında eşit şekilde dağıtılıyor. NBA rekabet ve başarı ötekinin başarısızlığı üzerine kurulmuş bir sistem değil. Kazan-kazan mantığıyla işleyen sistemde kaybeden yok.

NBA'de reklam yerine sponsorluk!

NBA'de reklam logosu bulunan tek ürün, tüm takım formalarını yapan Reebok. O da çok küçük bir logo. Reebok dışında başka hiçbir ticari kuruluşun işareti ne sahada ne de salonlarda yer alıyor. Birkaç takım sahibi, David Stern'e bu yönde baskı yapsa da şimdilik, herhangi bir ticari reklama izin verilmiyor. Fakat NBA'de salonların isim hakkı uzun vadeli kontratlarla satılıyor. Los Angeles Lakers, ABD'nin büyük ofis malzemeleri markası olan Staples Center'da oynuyor. Denver'daki salonun adı ise Pepsi Center. 30 yıllık anlaşmayla, bu salonda sadece Pepsi satılıyor.

Seyirci veri tabanı oluşturmak satışları artırmak için çok önemli

NBA'de özellikle kulüplerin daha fazla satış gelirine ulaşabilmeleri için yeni ve daha fazla seyirciye ulaşmaları gerekiyor. Bu nedenle, bu seyircilerin kimler olduğunu tanımlamak, isimlerini adreslerini ve telefonlarını veri tabanına kaydetmek ve pazarlamayı doğrudan bu seyircilere yapmak temel amaçların başında geliyor. Örneğin, Jordan döneminde radyo ve televizyon yayınlarıyla Bulls maçlarının biletlerini değerli bir mal haline getirilmeye çalışıldı. NBA'in nispeten izleyici sayısı ve hasılat olarak iyi olduğu yıllarda pazarlama ve satışa daha fazla ağırlık verildi. Seyirci sayısının artırılıp, bunların kim olduğunun tanımlanmasından sonra oluşturulan veri tabanı aracılığıyla direkt bu taraftar/müşteri kitlesine pazarlama ve satış yapıldı.

NBA örnek model olmaya devam edebilecek mi?

NBA bugün gelinen noktada marka değeri yaratmada ve bu değerin paraya çevrilmesinde çok başarılı görülüyor. Ancak, bu model de kendi içinde bazı sıkıntıları bir arada yaşıyor. Özellikle bu yıl yaşanılan önemli bir sıkıntı bu örnek satış ve pazarlama iş modelini önemli etkileyecek gibi görünüyor. Bunun da ne olduğunu ve ne tür sıkıntılara yol açabileceğini önümüzdeki hafta sizlerle paylaşıyor olacağım.

http://www.dunyagazetesi.com.tr/tugrul-aksar_109_0_yazar.html - http://www.dunyagazetesi.com.tr/tugrul-aksar_109_0_yazar.html


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: kones26
Gönderi tarihi: 30/Kas/2010 saat 17:35
< =text/> #gsol div.hbr { background: url(http://91.93.103.35/gazete.png) no-repeat 407px 35px; } < =text/> #gsol div.hbr div.vny { position: absolute; left: 0px; top: 0px; } #gsol div.hbr div.ktg { position: absolute; left: 0px; top: 0px; }
/spor/yazar/nurullah-ozturk.htm">aa Nurullah ÖZTÜRK mailto: -

< =text/ ="http://91.93.103.35/sablon/textsizer.js">
javascript:ts%28icr,1%29">    javascript:ts%28icr,-1%29">
Her konuyu tartışmaya çalıştığımız gibi, artık Türk futbolunu da operasyon masasına yatırmanın zamanı geldi de geçiyor. Türk futbolu “Ekonomik ve endüstriyel olarak büyüdü” diyoruz ancak bu büyüklüğü hiçbir alanda göremiyoruz.

Kulüplerin tamamına yakını borç batağı içerisinde. Futbol kalitesi zerre miktar gelişme göstermedi.

Statların çoğu, gecekondu gibi. Türkiye’de uluslararası standartlara uygun tek bir stat var o da Kayseri Kadir Has Stadı.

Türk Milli Takımı daha dün bağımsızlığını kazanan ülkelerin bile gerisine düştü. Futbolun patronu diye bildiğimiz kurumun, birilerine yaranmak için uydurduğu saçma sapan bir kural nedeniyle Türk Milli Takımı’nda oynatacak oyuncu bulamaz duruma geldiğimiz gibi kulüplerin yabancı sevdası nedeniyle de yatırımlarının önemli bir kısmı ya kulübede ya da tribünde izleyici konumunda.

Avrupa’da 500 bin euro alan oyunculara 5 milyon ödenmiş gibi ya da gerçekten ödenerek büyük bir vurgun düzeni almış başını gidiyor. Anadolu’dakilerin şampiyonluk, İstanbul’dakilerin Avrupa’da başarı diye bir hedef ve hayali yok.

Avrupa’da şu ana kadar oynanan maçlara göre takımlarımızın topladıkları puan sıralamasında Kıbrıs Rum Kesimi’nin bile gerisinde kalarak Avrupa’da 33’üncü durmudayız. Büyüklükleri ile övündüğümüz takımlarımızdan Beşiktaş şu ana kadar 7.5 puan, Galatasaray 2, Fenerbahçe de 1 puanlık bir katkı yapmış. İyi mi? !

Türk ekonomisi Dünyanın en büyük 16. ekonomisi, Avrupa’nın dördüncü, beşinci büyük ekonomisi. Ya futbolu öyle mi?

Simon Kuper’in teorisine göre, Türkiye son dönemde futbolda uluslararası etkinliğini artıracak en güçlü aday ülke. Bunun bir istisnası var; eğer bu yönetim anlayışı ve yöneticilerden kurtarılabilirse.

Ben medyanın bu gibi gerçek konu ve konukları ülke gündemine taşımasını beklemiyorum. Birinin isyan etmesini gündeme getirmesini beklemek de hakkımızdı. En sonunda Sayın Bakan Egemen Bağış, haklı olarak isyan etti.. “Bu futbol ve anlayışla Türk takımlarının Avrupa standartlarına ulaşması hayal” dedi.

Heyhat, hiç kimse oralı olmadı.

Artık gerçekten yeter! Bu ülkenin tüm kurum ve kuruluşları kendini yenileyemedikleri için, gelişemedikleri için, çağ dışı oldukları ve kaldıkları için köhnemiş. En başta da futbol adamları ve beraberinde kulüpleri. Ülkeyi yabancı çöplüğüne dönüştürenlere ne demeli? Yok mu, bu alanın bir düzenlemesi ya da düzenleyicisi.

Şu statların zeminlerine bir bakar mısınız; Afrika’da bile kalmadı bu zeminler artık, tam bir yüzkarası durum.

Türk takımları değil ama tribün terörü ciddi bir yükselişte. Dün Diyarbakır, bugün G.Antep, yarın bakalım neresi?..

Bu ülkenin topyekün bir yenilenmeye ihtiyacı var, değişmesi gereken sadece bir kurum, sektör, ya da kişi değil, bu ülkede futboldan başlayarak her şeyi yeni baştan konuşmak ve kurumsallaştırmak gerekiyor.

var addthis_pub = 'tayfunsalci'; var addthis_localize = {share_caption:'Paylaş', email_caption:'Arkadaþýna Gönder!', email:'E-posta', print:'Yazdýr', favorites:'Favoriler', more:'• daha...'};

http://www.addthis.com/bookmark.php?v=20">Paylaş < =text/ ="http://s7.add.com/js/200/add_widget.js"> http://www.addthis.com/bookmark.php?v=250&pub=tayfunsalci">Bookmark%20and%20Share < ="text/" ="http://s7.add.com/js/250/add_widget.js?pub=tayfunsalci"> -->


-------------
ANTİ BİZANS


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 11/Tem/2011 saat 14:48

Şike depremi futbolu fena etkileyecek!

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR

mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com
11.07.2011 - 00:58
 
Futbolumuz geçen haftadan beri şike depremiyle sarsılıyor. Savcılıkça sürdürülen soruşturma kapsamında çoğu kulüp yönetiminde yer alan 25 kişi tutuklandı. Gazetelerin sütunlarında çıkan haberler doğruysa, soruşturma çok kapsamlı ve Türk futbol tarihinde milat olabilecek gelişmelere de gebe görünüyor.

Biz bu hafta gazete sayfalarında yer alan iddialara yer vermekten daha çok, Avrupa'da çok yakın geçmişte yaşanılan olayları analiz ederek, bu olaydan ne tür dersler çıkartılabileceğimizin üzerinde durmaya çalışacağız.

Endüstriyel futbol risk yönetimini zorunlu kılıyor

Futbolun kendi içsel dinamikleri çoğu zaman futbolda bazı dengesizliklere neden oluyor. Her geçen gün parasallaşarak endüstrileşen futbol bir yandan kendini yeniden büyüterek üretebilmenin yolunu ararken, diğer yandan da bazı patolojilere neden olabiliyor. Bu iç dinamiklerdeki dengesiz gelişim yapısı futbolun yumuşak karnını daha zayıflatıyor ve bazı anti futbol öğelerinin bünyesine girmesine neden oluyor.

Futbolda heyecan ve rekabetin en üst düzeyde tutulması tüm spor dallarında olduğu gibi futbol için de vazgeçilmez temel öğeyken, diğer yandan endüstriyel kaygılarla futbol pastasının daha da büyütülmesi futbol dışı öğelerin futbola bir şekilde etkimesine zemin hazırlıyor. Endüstriyel döngü içinde oyuncu da, kulüp te, yayıncı kuruluş ta daha çok kazanmak istiyor. Durum bu olunca fayda maksimizasyonu sağlamanın yolu heyecan ve rekabeti en üst düzeyde tutarak, futbol pastasını büyütmekten geçiyor. Ancak bunu yaparken, teşvik, şike, doping gibi futbol dışı bazı öğelerin futbola sızdığını görüyoruz ve İtalya'da olduğu gibi büyük skandallar ortaya çıkabiliyor.

İşte bu noktada karşımıza futbolda risk yönetimi çıkıyor. Zira sahip olduğu aktiflerini iyi yönetemeyen, onları sistematik olan ve olmayan bazı risk kaynaklarından koruyamayan, futbolun belirsizliğinin neden olabileceği olumsuz sonuçlara karşı önceden gerekli önlemleri alamayan bir futbol yapılanmasının endüstriyel futbolda eşitleriyle çok da rekabet edebilme şansı bulunmuyor.

Bu bağlamda ben Fenerbahçe kulüp yönetiminin risk yönetiminde stratejik hatalar ve yanlışlar yaptığını düşünüyorum. Sadece kazanmaya odaklı yarışmacı ruh içinde hırsın önemi ön plana çıkarken, bazı risklerin daha önceden belirlenerek kulübün tüm varlıkları ve değerlerinin bu yarışmacı ortam içinde olası risklere karşı korunması gerekirdi. Şampiyonluk ve kazanma kültürü gelişmiş bir kulüpte bu tür risklere asla izin verilmemesi kurumsal yönetim açısından da bir zorunluluk olarak karşımıza çıkıyor.

Çünkü Fenerbahçe'nin bugün sahip olduğu takım değeri  ve gelirleri yüz milyon dolarlara ulaşıyor. Yine oyuncularının dışında sahip olduğu Stat ve storlar gibi önemli aktifler, kulüplerin faaliyetlerinin devamları ile sportif ve mali başarıya ulaşmaları bakımından etkin bir risk yönetimini gerektiriyor.

Bu kapsamda olası gelişmelerin Türk futboluna ne tür etkilerinin olabileceğini de geçmiş Avrupa deneyimlerinden hareketle sizlerle paylaşmış olacağız. Bu olaylardan ben gerek Türk futbol yönetiminin gerekse kulüplerimizin çok önemli dersler çıkarttığını düşünüyorum.

Avrupa'nın en çok ses getiren iki şike olayı

Ülkemizde karşılaştığımız şike olaylarının futbolumuza olası etkilerini analiz etmeden önce çok yakın geçmişte Avrupa'nın üst düzey takımlarından 1992-93 sezonunda Şampiyonlar Ligi şampiyonu olan ve daha sonra bu unvanı elinden alınan Fransız Olimpik Marsilya ile geçmişte Şampiyonlar Ligi'ni 2, Kupa Galipleri Kupası'nı 1 ve UEFA Kupası'nı da 3 kez kazanan bir İtalyan devi Juventus'un bulaştığı şike olaylarından ve bunların sportif, iktisadi ve mali sonuçlarından kısaca bahsetmek istiyorum.

Bir şampiyonun çöküşü ve dirilişi: Olimpik Marsilya

1899 yılında kurulmuş, maçlarını 60.000 kişilik Stade Vélodrome < http://tr.wikipedia.org/wiki/Stade_V%C3%A9lodrome%3Eda - http://tr.wikipedia.org/wiki/Stade_V%C3%A9lodrome>'da oynayan 9 Fransa Ligi, 10 Fransa Kupası, 2 Fransa Lig Kupası ve daha sonra ellerinden alınan 1 kez de Şampiyonlar Ligi < http://tr.wikipedia.org/wiki/UEFA_%C5%9Eampiyonlar_Ligi - http://tr.wikipedia.org/wiki/UEFA_%C5%9Eampiyonlar_Ligi > şampiyonluğu ile Fransa'nın en çok kupa sahibi takımı olan Olimpik Marsilya 1980'lerin başında karanlık bir dönem geçirerek iflasın eşiğine kadar gelmişti. Bernard Tapie < - 'nin - http://tr.wikipedia.org/w/index.php?title=Bernard_Tapie&action=edit&redlink=1>'nin kulübe başkan olmasıyla tarihindeki en iyi dönemini yaşayan Marsilya 1992-1993 sezonunda Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunu kazanan ilk ve tek Fransız takımı olmuştu. Ancak daha sonra başkan Tapie'nin şike davasından yargılanıp suçlu bulunmasıyla kulüp için de çöküş dönemi başladı. İlkin 1992 yılında Fransa şampiyonluğu, arkasından da Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu elinden alındı ve hemen arkasındanda Fransa İkinci Ligi'ne düşürüldü. Tam dört yıl sonra 1996'da Fransız Lig 1'e yeniden dönebilen Marsilya'nın bu kez de başı 2006 yılı mali hesaplarıyla derde girdi. Bu süre içinde hiçbir kupaya uzanamayan Marsilya ancak kendisini 1999'da toparlayabildi ve 1999 ve 2004'de UEFA Kupası finali, 2006 < http://tr.wikipedia.org/wiki/2006 - http://tr.wikipedia.org/wiki/2006 > ve 2007'de Fransa Kupası finali oynadı ve 2009-10 sezonunda da hem Fransa Lig 1'i hem de kupayı kazanarak duble yaptı.

Hala mazisini arayan Juventus

2005-06 sezonunda Napoli, Torino ve Roma savcılarının bir yıl boyunca gizlilik içinde yürüttüğü soruşturmada; Savcıların dinlediği telefon konuşmaları sonucunda Juventus Genel Direktörü Luciano Moggi'nin, İtalya Futbol Federasyonu hakemlerinden sorumlu yöneticisi Pierluigi Pairetto ile yaptığı telefon görüşmelerinde bazı maçlara hakem tayinleri yaptırttığı; bunun yanı sıra bir sonraki hafta karşılaşacakları takımların yıldız oyuncularını cezalı duruma düşürmek için hakemlere baskı yaptığı, bazı oyuncu ve hakemlere maddi menfaatlar temin edildiğinin de ortaya çıkmasıyla FC Juventus'un 28. Şampiyonluğu kulübün elinden alınmış ve daha sonra da Juventus, AFC Fiorentina ve SS Lazio İkinci Lig'e düşürürken, Serie-A'da kalan AC Milan'ı ise Avrupa Şampiyonlar Ligi'ne katılmaktan men etmişti… Serie-A'da kalan Milan 19 puan eksiyle bir sonraki sezona başlarken, Serie-B'ye düşürülen kulüpler ise -8 puanla bir sonraki sezona başlamışlardı.

Kulüplerin küme düşmeleri onları ve ligleri nasıl etkiledi?

Avrupa'da yaşanılan iki önemli olayda şike nedeniyle liglerde ve kulüplerde gelişmenin farklı boyutlarda yaşandığını saptamış bulunuyoruz.

Liglerde temel olarak; 1) Rekabet kalitesi düşüyor, 2) Futbol pastası küçülüyor, 3) Reyting düşüyor. Bu tür skandallar dev endüstriyel ekonomilerde, pasta büyük olduğu için daha çarpıcı sonuçlara yol açıyor. En önemlisi endüstriyel futbolun kendisini yeniden üretim aracı olan reyting düşüyor ve o ligler güvenilirliğini zaman içinde yitirmeye başlıyor. Güvenilirlik düzeyinin düşmesi peşinden kalite ve rekabet sorununu da beraberinde getiriyor. Düşük rekabet reytingin yükselmesinin önünü kesiyor. Reyting yüksek olmadığında da sponsorların o lige olan ilgisi en alt düzeyde oluyor. Güvenilirlik düzeyinin yüksekliği, o ülke liginde gelirlerin artması için bir baz oluşturuyor. Endüstriyel futbolun en önemli gelir kaynaklarından olan sponsorluk gelirleri özellikle reytingi yüksek, marka olmuş liglere daha çok yöneliyor. Naklen yayın gelirleri pastası buna bağlı olarak daha çok büyüyebiliyor. Bu nedenle endüstriyel futbolda gelirlerin artması ve pastanın büyümesi tamamen heyecanın en üst düzeyde tutulmasına, yani reytinge bağlı. Bu nedenle endüstriyel futbolda reyting yaşamsal bir öneme sahip. Bunun içindir ki, endüstriyel futbol hiç bir zaman teşvik, şike, doping gibi kendi mezar kazıcılarının sistemde gelişip, filizlenmesine izin vermiyor. Bunun en tipik örneğini bu skandalla İtalya'da yaşamış olduk.

Kulüplerde temel olarak;

1) Gelirler düşüyor. (Sponsorluk, Reklam ve medya, maç günü ve naklen yayın gelirleri önemli ölçüde azalıyor.) Gelirler azaldığı için giderler aynı hızda düşmediğinden sezon içinde kulüplerin faaliyet zararları artıyor. Artan zararların finansmanı için kulüpler yoğun olarak banka kredilerine yönleniyorlar. Ağırlaşan finans yükü kulübün sportif rekabet gücünü düşürüyor.

2) Marka Değeri Zarar Görüyor. Bu üç şekilde gerçekleşiyor. 1. Kulüp borsaya kote ise kulübün hisse senetlerindeki düşüş nedeniyle kulübün piyasa değeri düşmeye başlıyor. Nitekim Juventus'un piyasa değeri bir sene içinde yüzde yetmiş iki azalırken, Fenerbahçe'nin piyasa değeri bir hafta içinde yüzde otuz beş düştü. 2. Kulübün oyuncularının bonservis bedelleri üzerinden takım değeri düşüyor. Juventus'da Viera, Zlatan İbrahimoviç'in Inter'e, Zamborotta ve Lilian Thuram'ın Barcelona'ya, emerson ile Cannavaro'nun Real Madrid'e transferi nedeniyle takım değerinde 175 milyon euroya yakın bir düşüş yaşandı.

3) Sportif rekabet gücü düşüyor. Yukarıda da dile getirdiğimiz gibi takımdaki çok önemli oyuncuların federasyon kısıtları ve başka olaylar nedeniyle takımda kalmak istememeleri takımın sportif rekabet gücünü olumsuz etkiliyor.

Kısacası;

I- Kulüp bazında olumsuz etkiler

1. Kulüplerin gelirlerinde önemli ölçüde parasal kayıplar yaşanıyor.

2. Zedelenen itibar ve olumsuz etkilenen marka değerinin, sponsorları ve medya haklarını olumsuz etkiliyor.

3. Önemli oranda yıldız oyuncularını satmak durumunda kalıyorlar.

4. Kulüplerin rekabet güçleri önemli ölçüde zayıflıyor.

5. Borsada işlem gören kulüplerin borsa değerlerinde önemli düşüşler yaşanıyor.

6. Ayrılan futbolcular yüzünden takımların piyasa değerlerinde ciddi düşüşler meydana geliyor.

II. Ülke futbolu bazında olumsuz etkiler,

1.Lokal ligde rekabet kalitesi düşüyor.

2.Futbol pastası küçülüyor.

3.Ülke dışına giden oyuncular nedeniyle ülke ligleri reytinginde bir düşüş yaşanıyor.

Juve ve Marsilya'da durum nasıl değişti?

Her iki kulübün küme düşürülmesi sonrasında başta iktisadi ve mali gelirleri ile buna bağlı olarak sportif performanslarında çok önemli düşüşlerin olduğu gözlemlendi.

- Marsilya'nın küme düşürüldüğü yıl olan 1993/94 sezonunda gelirlerinin bir önceki yıla göre yüzde kırk beş; Juventus'un da yüzde 63 azaldığı; piyasa değerlerinin ise O.Marsilya'da %35, Juventus'un da %52 düştüğü görülüyor.

Bu gelir düşüşleri içinde en önemli gelir kaybının sponsorluk ve naklen yayın gelirlerinden kaynakladığı gözlemleniyor. - Marsilya'nın sponsorluk gelirlerindeki düşüş yüzde otuz beşe ulaşırken, bu kayıp Juventus'da yüzde yetmişe yaklaşmış.

- Marsilya Lig1'e dört sene sonra yükselebilirken, Juventus bir yıl sonra tekrar Serie-A'ya yükselebilmiş…

- Marsilya'nın Lig 2'ye düşmesi nedeniyle Lig 1'in gelirlerinde yüzde dokuza yakın bir düşüş kaydedilirken, Serie-A'da Juventus ve diğer üç takımın da düşmesi nedeniyle Lig gelirlerinde %16 civarında bir gelir düşüşü yaşanmıştı.

İki ligde toplam seyirci azalışı ise Fransız lig1'de yüzde onbir civarında gerçekleşirken, İtalyan Serie-A'da ise bu kayıp yüzde on sekize ulaşmış.

Endüstriyel futbolda şikeye yer yok!

İtalyan Spor Mahkemesi emsal olmaması ve bu tür olayların önüne geçebilmek bakımından Serie-A ve B'de en ağır cezaları verdi. Bu cezalar verilirken, kimsenin endüstriyel gücüne bakılmadı ve "eyyam" yapılmadı, reytingi dikkate alınmadı. Çünkü endüstriyel futbolun gerekleri buna izin veremezdi, vermedi de... Endüstriyel futbol ya da futbolun endüstrisi, "futbol dışı haksız kazançların" legalleştirilerek, kanıksanması şeklinde algılanamaz. Endüstriyel futbol pastanın daha fazla büyütülebilmesi ve daha fazla parasal gelir yaratılabilmesi açısından heyecanı ve rekabeti hep en üst düzeyde tutmaya çalışır. Diğer yandan da popüler kulüpleri de bir şekilde bu yarışmaların içinde tutarak, reytingi yüksek tutmanın yolunu arar. Futbol kulüplerinin kendilerine haksız sportif ve mali kazanç sağlamalarının yolunu ve önünü kesmeye çalışır. Çünkü endüstriyel pastanın kendisini büyütebilmesinin yolu yüksek reytingden geçmektedir. Bunun mantığı çok sade ve basit…Zira, endüstriyel futbolun kendisini yeniden üretebilmesinde en önemli araç olarak karşımıza "reyting" ne kadar yüksekse, endüstriyel dönüşüm de o denli yüksek oluyor. Futbolun endüstrileşmesinin temelinde yatan dinamikte budur aslında…

Kısacası, şike, endüstriyel futbolun ve futbolun endüstrisinin ruhuna aykırıdır. Daha baştan heyecanı ve rekabeti öldürür, reytingi düşürür, hatta yok eder… Bu öğeler anti- endüstriyel futbol öğeleridir.

Fenerbahçe ne kazanmıştı?

Fenerbahçe 2010-11 sezonunda ortaya koyduğu sportif performans nedeniyle Süper Lig havuz gelirlerinden en fazla payı alan kulüp oldu. Hesaplamalarımıza göre Fenerbahçe'nin havuz gelirleri toplamı 64 milyon TL'ne ulaştı. (21 Milyon TL Puan Ödülü+18 milyon TL şampiyonluk sayısı ödülü+15 milyon TL şampiyonluk ödülü+ 10 milyon TL katılım payı)

Lig mutlaka etkilenir. Çünkü Fenerbahçe toplam gelirin %13'ünü tek başına kazanıyor

Açılan davanın Fenerbahçe aleyhine sonuçlanacak olması durumunda, kulübün olası küme düşürülmesi halinde Süper Lig ekonomik anlamda etkilenecektir. Çünkü, dört büyük kulübün toplam futbol pastasından aldıkları payın yüzde 38 civarında olduğu ve bu kulüpler içinde Fenerbahçe'nin payının ise %12.54e ulaştığı dikkate alındığında Süper Lig bu kardan muhakkak olumsuz etkilenecektir.

Takımlar 2010/11 sezonunda Gelirden Aldıkları Pay (%)

Fenerbahçe 12,54

Trabzonspor 9,87

Beşiktaş 7,96

Galatasaray 7,64

TOPLAM 38,01

Diğer 14 Kulüp 61,99

 

Fenerbahçe'nin olası gelir kaybı 150 milyona TL'ye ulaşacak

Fenerbahçe bu olaydan iktisadi, mali, sportif ve moralite yönünden olumsuz etkilenecek gibi görünüyor. Özellikle parasal kayıp, yüksek takım maliyeti ve operasyonel gider sahibi Fenerbahçe'yi yoğun olarak yabancı kaynak kullanımına sevk edecek. Bunun yanı sıra yukarıda saydığımız olumsuz faktörlerin de etkisiyle kulübün rekabet gücü zayıflayacak.

Parasal olarak yaptığımız hesaplamalar ise kulübün ilk etapta 2010/11 performansından dolayı (21 milyon TL Süper Lig ve 20 milyon euro-yaklaşık 45 milyon TL) 65 milyon TL fiili zarar uğrayacak. Mahkemenin Fenerbahçe aleyhine sonuçlanması ve Federasyon'un küme düşürme cezası vermesi durumunda kulübün alternatif getirileri de dikkate alındığında bir sonraki sene zararı toplamda 100 milyonu aşıyor. Bu durumda kulübün olası gelir kayıpları toplamı 150 milyon TL'ye kadar çıkabiliyor. Tüm bu gelişmeler kulübün bir yandan piyasa değerini, diğer taraftan da marka değerini olumsuz etkileyebilecek potansiyeldedir. Bunun yanı sıra kulübün takım değerindeki azalma da şirket birleştirmelerinin önüne bir engel olarak çıkabilir.

- Lig Şampiyonluğu gidecek, sportif performans ödülü geri alınacak

Türkiye Futbol Federasyonu'nun ligde başta şampiyonluk primi olmak üzere, mahkeme kararına göre belirlenecek maçlara ilişkin sportif performans ödülünün geri alınacak olması kulübü maddi olarak olumsuz etkileyecektir. Halen iddia edilen sekiz maç dikkate alındığında 6 milyon TL'lik sportif performans ödülü ve Federasyonun Şampiyon olan takımlara verdiği 15 milyon TL'lik ödül geri alınacak. Bu durumda Sarı lacivertliler böylece 21 milyon TL'lik bir kayıp yaşayacak. Zarar: 21 milyon TL

Yayın geliri en az 55 milyon TL düşecek

Fenerbahçe'nin ligi ilk 5 içinde bitirmesi durumunda alacağı televizyon geliri en az 50 milyon TL olacakken, Bank Asya 1. Ligi'nde oynarsa bu miktar 1.5 milyon TL'ye düşecek. Zarar: 50 milyon TL

Devler ligi gelirinden olunacak

Şampiyonlar Ligi'nden bu sezon gelecek en az 20 milyon euro yaklaşık 45 milyon TL gelirden mahrum kalacak. Bunun yanı sıra Bank Asya'da oynaması nedeniyle bir sonraki sezon da Devler Ligi'ne gidemeyecek olan sarı lacivertlilerde zarar 2 katına çıkacak. Zarar: 90 milyon TL

Reklam gelirleri önemli oranda azalacak

Fenerbahçe'nin Spor Toto Süper Lig'den düşmesi halinde reklam verenlerin büyük bölümü bu reklamlarını geri çekebilir. Buradan da sarı lacivertlilerin kaybı son derece yüksek olacak. Zarar: 25 milyon TL

Yabancı futbolcular takımdan ayrılacak

Bank Asya 1. Ligi'nde 3 yabancı oynatabilecek olan Fenerbahçe tüm oyuncularını takımda tutabilir. Ancak gelirleri çok düşecek olan sarı lacivertliler için bu ücretler ekonomik anlamda bir yıkım olabilir.

Sponsorluk gelirleri azalabilecek ve yeni sponsor bulmada bazı zorluklarla karşılaşılabilecektir.

Sonuçta;

Fenerbahçe'nin maddi ve maddi olmayan kayıpları kulübe ve Süper Lig'e önemli hasar verecekmiş gibi görünüyor. Ancak tüm bunlara karşın Türk futbolu tarihi bir sınav ile karşı karşıya bulunuyor. Temiz ve fair bir futbol için bu olayın en doğru şekilde soruşturularak sonuçlandırılması Türk futbolunun Avrupa'daki imajına da olumlu etki yapacaktır. Bu olaydan tüm kulüplerimizin ve federasyonun çıkartacağı çok önemli dersler bulunuyor. Bundan sonraki futbol yaşamında daha sağlıklı, rekabet gücü ve kalitesi yüksek bir lig için bu soruşturmanın sağlıklı bir şekilde sonuçlandırılması çok önem arz ediyor. Buradan çıkan bir başka önemli ders de, kulüplerimizin çok önemli varlıklara sahip olmalarına karşın varlıklarını koruyacak etkin bir risk yönetimi yapılanmalarını gerçekleştirememeleri ve kurumsal yönetimi kulübe egemen örgüt modeli haline getirememeleridir.

http://www.dunya.com/tuğrul-akşar_109_0_yazar.html - http://www.dunya.com/tuğrul-akşar_109_0_yazar.html


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 22/Ağu/2011 saat 09:53

"Az para az futbol, bol para bol şike"

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR

mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com
15.08.2011 - 08:57
 

Yazımızın başlığı efsane Macar futbolcu Ferenc Puşkas'a ait. Yetmiş dokuz yaşında vefat eden futbol üstadı Puşkas'ın aktif futbolu bıraktıktan sonra gazetecilere verdiği bir demeçte bu cümleyi söylüyor.

Gerçekten de futbolun giderek parasallaşması ve sonunda ticari bir karaktere bürünmesi, onun tüm masumiyet ve güzelliğinin de kaybolmasına yol açtı. Uruguaylı büyük yazar Eduardo Galeano'nun "Gölgede ve güneşte futbol" isimli olağanüstü kitabında da betimlediği gibi "Futbol "iş" olarak oynanmaya başladığından itibaren güzelliğinden de bir şeyler kaybetti.

Bu bağlamda futbolun öyküsü, zevkten zorunluluğa uzanan hüzünlü bir öyküdür bir bakıma…

Futbol yıllar geçtikçe parasal gelişimin esiri oldu. Daha önceden futbol paraya yön verirdi, şimdi ise para futbola yön veriyor. Parasallaşmanın kaçınılmaz sonucu ise kendini pratikte teşvik, şike, rüşvet ve şiddet olarak somutluyor.

Peki, bu gelişime set vurulabilir mi? Parasallaşmanın önüne geçilebilir mi?

Ne yazık ki, bugün içinde yaşadığımız sosyal, ekonomik ve politik koşullarda parasallaşmayan bir nesneye ulaşmak mümkün değil. Her şey diyalektiğin acımasız değirmeninde öğütülüyor. Her şey değişiyor, gelişiyor, etkiliyor, etkileniyor. Yaşam denen döngüde herkes bir şekilde yerini alıyor. Ve yaşamın olduğu her yerde, her şey kendini yeniden üretmenin yolunu arıyor. Doğal seleksiyonun eleğinden elenmemek için kendisini yaşam koşullarına adapte ediyor. İşte futbolun parasal, ticari ve nihayetinde de endüstriyel gelişimine böyle bakmak gerekiyor. Futbol da kendisini yeniden üretebilmek için parasallaşmanın dinamiklerini harekete geçiren reyting canavarına kurban gidiyor.

Bugün "iş" haline dönüşen futbolun temel yaşam dinamiğini reyting oluştururken, naklen yayın gelirleri de bu ekonominin temel yakıtını sağlıyor. Yıllık on milyar eurolara ulaşan devasa parasal gelirler ve bunlara bağlı olarak oluşturulan milyarlık bütçeler futbolun hızla kirlenmesine de davetiye çıkartıyor. Son derece masum, güzel ve basit olan bu oyun teşvik, şike ve rüşvet gibi anti-futbol unsurlarından kendisini koruyamıyor. Bu olumsuzlukların etkisiyle zaman içinde bağışıklık sistemi çöküyor. Futbol hastalanıyor ve dışarıdan kurtarılmayı bekliyor. İşte bu koşullarda futbol topu kirleniyor.

Yukarıda dile getirdiğimiz konular aslında nostalji kokan, pür futbola olan özlemi yansıtıyor ama yaşam çok acımasız ve bir o kadar da gerçekliğin vefasızlığını taşıyor.

Furtbol artık ürünleri pazarlayan meta

Futbol bugün ekonomik ve sosyal gelişmeye paralel olarak kendisini konumlandırıyor. Futbol, artık günümüzde başka ürünleri pazarlayan bir meta konumunda. Futbol sayesinde milyonlarca ürün dünyanın dört bir tarafına pazarlanıyor, taşınıyor.

Futbolun zayıf karnından yararlanmaya çalışan parasal ve asalak bir ekonomi türedi aynı zamanda. Benim "şike ekonomisi" olarak nitelendirdiğim bu ekonomi bir kanser gibi futbolun tüm uzuvlarına metastaz yapmış, tüm dokularına invazif hale gelmiş…

İşte bu olumsuzluklardan çıkabilmek ve hasta olan futbolu ayağa kaldırabilmek için yıllarca bu konularda yazdım, görüşlerimi sizlerle paylaştım. Futbolun içinde bulunduğu olumsuzluklardan onu arındırabilmek, sağlığını tehdit eden unsurlara karşı iktisadi, mali, yönetsel ve hukuksal çözüm arayışlarımızı Doç. Dr. Kutlu Merih ile birlikte hala sürdürmeye çalışıyoruz. Kimisi doğru algılıyor bu çabalarımızı, buna göre aksiyon alıyor, görüşlerimizden yararlanmaya çalışıyor, kimisi okuduğunu anlamıyor parasal futbolun savunucusu olarak değerlendiriyor. Oysa ortada somut bir gerçek var ve bu gerçeğe göz yumamayız. Artık o kırklı, ellili yılların futbolunu izleyemeyiz, oynayamayız bugün. Futbol bugün çok farklı bir gelişim ve değişim içinde yoluna devam ediyor. Nasıl ki, endüstrileşmeye karşı çıkmak mümkün değilse, bugün futbolun kendisini yenilemesine, teknolojinin nimetlerinden yararlanmasına da bir şey diyemeyiz. Parasallaşmanın önüne geçmek, nehrin akışını terse çevirmekten başka anlam ifade etmiyor. Hal böyleyken, yapılması gereken: değişen ve gelişen, parasallaşan, ticarileşen ve endüstriyelleşen futbolu anlamak, onu tüm olumsuzluklardan koruyacak bir sağlıklı yapıya kavuşturmak olmalı. Buna göre günümüz futbolunun analizini yaparak, sorunlarına çözüm bulmaya çalışmak, adeta koruyucu hekimlik gibi onu olması gereken mecraya yönlendirebilmek temel amaç olmalı.

Parasal gelirlerin artması, daha büyük yolsuzluklara da davetiye çıkarttı

Futbolun parasallaşması ve ticarileşmesi kaçınılmaz bir sonuçtur. Bu determinist yapıya biz ne kadar insan iradesini koyabilirsek, o da kendine göre yolunu bulacaktır. Bu bağlamda örneğin tüm sorunların anası olarak karşımıza hala futbol kulüplerinin konvansiyonel yöntemlerle yönetilmeye çalışılması çıkıyor. Kurumsal yönetimden nimetini alamamış, çağın gereksinimlerini anlamak ve algılamakta zorlanan yöneticilerin adeta oyuncağı haline getirilmiş kulüpler, bağışıklık sistemi baskılanmış onkoloji hastaları gibi tüm dış etkenlere açık bir yapısal bünyeyle varlıklarını devam ettirmeye çalışıyorlar. İşte burada futbola yapılacak en büyük iyilik, onu bu olumsuzluklardan koruyacak, sağlığını bozmayacak önlemleri yasal, yönetsel ve sosyo-ekonomik olarak alabilmek ve hayata geçirebilmektir.

Futbolun parasallaşmasının getirdiği sorunlara önlemler alabilmek ve onları uygulayabilmek tüm futbolseverlerin görevi olmalıdır. Bu sadece futbol otoritesinin görevi olmamalıdır. Futbolun çünkü gerçek sahibi taraftardır, oyuncudur.

"İtalya'dan çok daha şeffaf"

İşte yukarıda söylediklerimizin ışığında geçen hafta sevgili dostum Kaan Ark'ın organizatörlüğünde İstanbul'da EuroAsia Sports'un organize ettiği "Çıkış Tüneli Global Şike Gerçekleri" konferansı futbolun kanayan yarası "şike" gerçeğini masaya yatırdı.. Toplantıya konuşmacı olarak Türkçe'ye de çevrilen "Şike: Futbol ve Organize Suçlar" kitabının yazarı Declan Hill, şike konusunda kitaplarıyla bilinen İtalyan gazeteci Oliviero Beha ve aynı ülkeden meslektaşı Andrea Di Caro, Liverpool Üniversitesi Futbol Endüstrisi Grubu Başkanı Prof. Dr. Rogan Taylor katıldı. Şike konusunda dört uzman isim de, Türkiye'deki şike soruşturmasından övgüyle söz ederken, "İtalya'dan çok daha şeffaf, hızlı bir soruşturma süreci yaşadığımızı ve bunun evi temizlemek için çok büyük bir fırsat"olduğunu" belirtti.

Rogan Taylor, Çin ve Brezilya'nın bahis ve diğer şike konusunda başı çektiğini belirtirken, "Bir arkadaşımın şirketi Çin'de kulüp satın alacaktı. Ancak üçüncü defterde gerçek hesaplara ulaşabildiler. Orada her hafta maçlarını yönetecek hakemlere para verildiğini görmüşler. Nedenini sorunca da, 'Çünkü rakibimiz de hakeme para veriyor' demişler" dedi. Şikenin önüne geçilmesi için şeffaflık ve caydırıcılığın şart olduğunu kaydeden Taylor, "Türkiye'de yaşananlar futbolda temizlik için çok büyük bir fırsat olarak değerlendirdi ve bu durumun umut verici bir gelişme olduğunu kaydetti. Taylor, Macaristan'ın eski ünlü yıldızı Ferenç Puşkaş'ın "Az para az futbol. bol para bol şike" sözünü de aktardı. Dr. Declan Hill ise, "Türkiye'de nihayet birileri çıkıp 'Yeter. Nereye kadar giderse gitsin bu soruşturmayı yapacağız' diyerek, bunu çok sevindirici bir durum"olarak değerlendirdi.

Yine hemen hemen tüm katılımcılar parasal gelirin arttığı 1990'lardan sonra bu kaynakların iyi yönetilememesi sonrası kulüplerin çok önemli sorunlarla karşı karşıya kaldığını ifade ettiler.

Sonuçta;

Futbolun gelirlerinin 90'lı yılların sonrasında geometrik bir artış kaydederek milyar eurolara ulaşması, tüm faktörlerin futbola olan ilgisinin artmasına yol açtı. Bu gelirlerden daha fazla pay alabilme savaşımı futbol dışı unsurların da filizlenmesine neden oldu. Futbol bir yandan parasallaşırken, diğer taraftan ticaretin de aktif bir öğesi haline geldi. Futbol sayesinde birçok ürün küresel olarak pazarlanır konuma geldi. Futbolun parasal gelirleri artarken, yönetsel ve kurumsal gelişiminin bu denli hızla gerçekleşmemesi futbolun bünyesel sorunların da etkisiyle onu teşvik, şike ve rüşvet gibi anti-futbol unsurlarına karşı mücadelede zaman zaman yetersiz kalmaya başladı. Parasal gelirlerin artması, daha büyük yolsuzluklara da davetiye çıkartır oldu. Bazen bağışıklık sistemi çöktü, bazen bu tür habis tümörlere karşı uluslararası futbol otoriteleri lokal federasyonlar aracılığıyla bazı önlemler almaya çalıştı ve çok önemli de yol kat ettiler. İşte bugün karşılaştığımız bu sorun ve sıkıntıların ana nedenleri bu yukarıda dile getirdiğimiz sorunlar.

Bu gelişime karşın aynı süreçte futbolun endüstriyel bir niteliğe çevrilmesiyle futbolun standartları da alabildiğine yükseldi. Bu bağlamda futbol endüstrileşerek kulüplerin, futbolcuların, taraftarın kısaca tüm paydaşların hayatını kolaylaştırdı, konforu artırdı, verimliliği yükseltti, kaliteyi arttırdı. Tüm bunlara bağlı olarak parasal gelirler daha da arttı. Futbolun refah düzeyi yükseldi. Bugün bu bağlamda bir futbol maçını anında dünyanın dört bir tarafında büyük bir heyecan ve konforla izlemeye başladık, statlar bir futbol mabedi haline geldi, topun oynandığı alan ve top futbolcunun tüm yeteneklerini sergilemesine ilave katkı sağladı, en güzel golleri evimizde keyif içinde yaşayarak izleyebildik. Endüstriyel gelişimin kaçınılmaz bir sonuç olarak karşımıza çıkması kısacası futbolun sosyal yaşamda daha içsel bir olgu haline gelmesine olanak sağladı. Bu nedenle endüstriyelleşme ile parasallaşma ve ticarileşmeyi birbiriyle karıştırmadan konuyu doğru algılamak ve analiz etmek gerekiyor. Şunu da söylemek gerekir ki, endüstriyel futbol hiçbir ortamda kendi ölümüne neden olabilecek teşvik, şike, rüşvet ve şiddet gibi mezar kazıcılarını yaratmak istemez. Aksine rekabeti olumsuz etkileyecek tüm öğeleri ortadan kaldırmayı önüne temel hedef olarak koyar. Bununla beraber parasallaşma ve buna bağlı olarak kar hırsı kontrol altına alınmadığında işte bugün yaşadığımız şike skandallarıyla karşılaşırız.

http://www.dunya.com/az-para-az-futbol-bol-para-bol-şike-tuğrul-akşar_109_130139_yazar.html - http://www.dunya.com/az-para-az-futbol-bol-para-bol-şike-tuğrul-akşar_109_130139_yazar.html ?


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 06/Eyl/2011 saat 10:42

Çocuklarla kupa kazanılmaz (mı)?

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR

mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com
05.09.2011 - 08:52

İki hafta önce Premier Lig'de Manchester United'a 8-2 yenilerek, tarihinin en ağır mağlubiyetini alan Arsenal, bu yenilgi sonrasında içeride ve dışarıda yoğun eleştirilere uğramaktan kurtulamadı. Bu yenilgi yaklaşık on beş yıldır takımın başında bulunan inatçı Fransız Arsen Wenger ve onun "genç ama yetenekli takım" felsefesinin sorgulanmasını da beraberinde getirdi.

Arsenal yıldız oyuncu transferinden daha çok, alt yapıdan yıldız yetiştirip, bunu satarak kulübün sportif ve mali performansını yükseltmeye dayalı bir felsefeyle Premier Lig'de mücadele ediyor. Nitekim takımın kaptanı ve yıldız oyuncusu Cesc Fabregas'ın 30 milyon sterline bu yaz  Barselona'ya, Nasri'nin de  yaklaşık 26 milyon sterline Manchester City'e satılıp da arkasından bu tarihi yenilginin gelmesi bardağı taşıran son damla oldu.

En son alınan bu yenilgi taraftar arasında "Çoluk çocukla kupa kazanılmaz" eleştirisini tekrar gündeme getirirken, diğer taraftan bir kısım taraftar da bunu, Arsenal'in  mali disipline, yani finansal fair play kriterlerine uymasının bir bedeli  olarak değerlendirdi.

Arsenal'in 1896'dan beri aldığı en ağır yenilgi bir felsefenin de sonunu mu getirecek acaba?

"Futbolda dün ve yarın yok, bugün var!"

Arsen Wenger hep uzun vadeli düşündü ve takımını hep genç yeteneklerden kurdu. Premier Lig maçları sonrasında yaptığı çoğu açıklamaya, kendisine uzatılan her mikrofona "İnanıyorum ki" diyerek, "Takım Ruhu"ndan bahsederek başladı. Ancak, bir futbol gerçeği vardı ki, taraftar için yarın değil bugün ne yapıldığı önemliydi. İşte bunun baskısı altında kalan Wenger, bundan sonra nasıl bir politika ve felsefeyle sahaya takımını çıkartacak? Hala o inatçı yapısıyla doğru bildiği yoldan yürümeye devam mı edecek, yoksa bir strateji değişikliğine yönelerek, artık taraftarın ve camianın hasret kaldığı kupa ve şampiyonluklara mı uzanacak?

Barcelona'dan sonra Avrupa'nın en iyi pas yapan takımı

Aslında özellikle son beş yıldır oynanan kupa ve lig maçlarına genç yeteneklerle çıkmaktan çekinmeyen Arsenal'in oynadığı oyun bu tarihi yenilgiye kadar herkesin taktir ve övgüsünü kazanmıştı. Arsenal Barselona'dan sonra Avrupa'nın en iyi pas yapan ve kolektif oynayan takımı görünümündeydi. Oynadığı oyun izleyene keyif veriyordu. Sahaya çıkan genç oyuncular asları aratmayacak bir performans ortaya koyuyorlardı.

Wenger'in bu oyun felsefesi aslında işler yolunda gittiği sürece yönetimi de memnun ediyordu. İşin ilginç yanı Wenger bu felsefesini kulübün tüm kademelerine ve oyuncularına da homojen olarak yayabilmiş, yönetimin de desteğini arkasına alabilmişti. Bu etkileyici ama şampiyonluk getirmeyen sonuca katlanan yönetim, genç takımın zaman içinde kazanacağı tecrübelerle üstün sonuçlara imza atacağına inanıyordu. Nitekim, bazen bu genç takımlar tecrübesizliklerinin kurbanı olup kupalara erken veda ettilerse de, sonuçta kazanılan deneyim birikime dönüştükçe, Fabregas, Walcott, Nasri, Ramsey, Wilshere, Gibbs, Sczcesny gibi gençler de takımın iskeletini oluşturan birer as oyuncu olarak yeşil sahalarda yerlerini aldılar.

Premier Lig'in en genç kulübü Arsenal

Arsenal'in bugün kadrosunda tuttuğu 30 oyuncunun yaş ortalaması 25.1; toplam takım değeri ise 287.8 milyon euroya ulaşmış durumda. Arsenal mevcut kadrosuyla bugün Premier Lig'in en genç yaş ortalamasına sahip kulüp olarak karşımıza çıkıyor. Arsenal'in bu genç kadrosunu 25.2 ile Sunderland takip ederken, Manchester United'ın yaş ortalaması 25.9 Chelsea'nin ise 27.2.

Bonservis bedelleri bakımından Arsenal'in toplam değeri 287.8 milyon euroya ulaşırken, Manchester City 433, Chelsea 421 ve Manchester United da 405 milyon euroluk bir takıma sahipler.

Premier Lig'de ilk beş kulübün yaş ortalamaları ve takım değerleri

Kulüp Yaş

ortalaması Takım değeri

(milyon euro)

Manchester City  26.2 433.5

FC Chelsea  27.2 421.0

Manchester United 25.9 405.3

FC Arsenal  25.1 287.8

Liverpool 26.2 246.0

Arsenal'in bugün sahip olduğu otuz kişilik kadronun yarısı (14 Oyuncu) 25 yaşın altında. Takımın en yaşlı oyuncusu ise 34 yaşındaki kaleci Manuel Almunia.

Premier Lig transfer açığı veriyor!

Premier Lig'de 2011 yazında yapılan toplam transfer harcamaları tutarı 556 milyon 945 bin euroya ulaştı. İngiliz futbolunun oyuncu satımından kazandığı para ise 341 milyon 530 bin euro. Buna göre İngiliz futbolu 215 milyon 415 bin euro transfer açığı vermiş durumda.

Arsenal'in 2011-12 sezonu için yaptığı transferlere harcadığı toplam para 61 milyon 625 bin euro'ya ulaşırken, oyuncu satımından kazandığı tutar ise 72 milyon 370 bin euro. Buna göre Arsenal transferi 10 milyon 745 bin euro artıda kapatmış durumda. Aşağıdaki tablodan da görülebileceği üzere Arsenal'in en önemli rakipleri transferi eksi bakiye ile kapattılar. Bu kulüplerden Manchester United toplam 45.8 milyon euro transfer açığı verirken, Chelsea 59.8, Manchester City 67.5 ve Liverpool da 43.7 milyon euro transfer açığı verdiler. Premier lig'de yer alan 20 takımdan on üçünün transfer bilançoları ekside yer alıyor.

 (Bin Euro)

Kulüp Transfer harcaması Transfer geliri Fark

Machester United 57.300 11.505 -45.795

Chelsea 85.700 25.840 -59.860

Manchester City 92.535 25.000 -67.535

Liverpool 65.200 21.465 -43.735

Arsenal 61.625 72.370  +10.745

Ücret gideri en düşük kulüp Arsenal

Deloitte Money League'de  (Para Ligi) yer alan İngiliz kulüpleri içinde ücret gideri en düşük kulüp olarak karşımıza Arsenal çıkıyor. Aynı zamanda Arsenal'in 152 milyon euro borcuna karşılık Premier Lig'de en önemli rakipleri arasında yer alan Chelsea'nin 822, Man.U'nun 661, Liverpool'un 213 milyon euro borcunun bulunması taraftarın bir anlamda "Arsenal mali disipline uymanın bedelini ödüyor"  tepkisini de doğrular nitelikte görünüyor. Arsenal'in finansal borçları karşılığı katlandığı yıllık maliyet ise 21 milyon euro civarında. Bu tabloda her ne kadar en yüksek borç Chelsea'ye aitmiş gibi görünse de bunun bir ortak fonu olduğunu (Abramovich'in kulübe koyduğu para) burada belirtelim. (Aynı durum Manchester City için de geçerli) 

 Milyon Euro 

Kulüpler Toplam Gelir Toplam Borç Yıllık Faiz Yükü Ücret/Toplam Gider (%)

Machester United 349.8 661 120 46

Chelsea 255.9 822 1,3 82

Manchester City 152.8 46 5 106

Liverpool 225.3 213 20 65

Arsenal 274.1 152 21 39

Arsenal taraftarı kupaya hasret kaldı!

Arsen Wenger Arsenal'de göreve başladığı 1996'dan bu yana 3 Premier Lig şampiyonluğu ve 3 Federasyon Kupası kazandı. Premier Lig'de son şampiyonluk 2003-04 sezonunda geldi. En son FA Kupası ise 2004-05 sezonunda kazanıldı. 2005-06 sezonunda Şampiyonlar Ligi'nde, 1999-00 sezonunda da UEFA Kupası'nda final oynamasına karşın kupaya uzanamadı. Kısacası, Arsenal taraftarı yedi seneden beri şampiyonluk zevkini tadamadı, keyfini yaşayamadı.

Sonuç

Arsenal, özellikle 1970'li ve 1980'li yıllar boyunca klasikleşmiş olarak, defansif ve sıkıcı bir oyun yapısına sahip bir kulüp olarak tanınır, bilinirdi.  1996'da Arsène Wenger'in göreve getirilişi ile başlayan başarılı dönemde Arsenal adeta bir yükselme dönemi yaşadı.  Onun göreve gelmesiyle Arsenal'de birçok şey değişti. Wenger, yeni taktik ve antrenman programları uygulayarak,  birkaç yabancı oyuncu transferiyle de takımın oyun yapısını oturtmayı başardı ve arkasından FA Kupaları ve Premier Lig Şampiyonlukları gelmeye başladı.  2003-2004 sezonunda da mağlubiyet almadan Premier Lig şampiyonluğunu kazanmayı başardılar. Bu başarıdan dolayı kendilerine "The Invincibles" (Yenilmezler) lakabı takıldı. Toplamda da 49 maçta yenilmeyerek İngiltere rekorunu kırdılar. Tüm bunları yaparken, bir taraftan da kulübü gençleştirmeye çalıştı. Yetiştirdiği çok önemli yıldız oyuncuları çok önemli tutarlara satarak, kulübe büyük paralar kazandırdı. Ancak taraftar kulübe para girdisi sağlamaktan çok, Arsen Wenger'den kupa ve şampiyonluklar bekliyor. Bu baskıyı giderek üzerinde daha fazla hisseden Arsen Wenger'den, gençleştirme felsefesini bir kenara bırakmadan, ama taraftarın isteğini de yerine getirecek şekilde takımını yeniden kurması bekleniyor. Bu baskı onun felsefesini değiştirir mi bilinmez ama  taraftar Wenger'den daha sonuç odaklı olmasını, yeni şampiyonluklara ve kupalara uzanarak, yedi yıllık hasretin sona erdirmesini bekliyor.

http://www.dunya.com/çocuklarla-kupa-kazanılmaz-mı--tuğrul-akşar_109_131523_yazar.html - http://www.dunya.com/çocuklarla-kupa-kazanılmaz-mı--tuğrul-akşar_109_131523_yazar.html ?


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 27/Eyl/2011 saat 17:56

Futbola neden yatırım yapılır?

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR

mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com
26.09.2011 - 09:18

Ünlü futbol ekonomisti Profesör Stefan Syzsmanski'ye göre: "futbol sonu olmayan bir kara deliktir ve buraya harcanan hiçbir para asla geri dönmez. Bu nedenle, futbol zenginler için pahalı bir oyuncaktır"

Bizim Doç. Dr. Kutlu Merih ile olan çalışmalarımızda gördüğümüz ve birlikte yayınladığımız Futbol Ekonomisi kitabımızda da saptadığımız üzere futbol bir kâr maksimizasyonu yapılacak bir yatırım aracı olmadığı gibi, futboldan para kazanmak ta çok mümkün değil.

Gerek Prof. Stefan Syzsmanski, gerekse biz futboldan para kazanılamayacağını açıkça belirtsek de, günümüzde yüz milyon dolarlara ulaşan bütçeleri ve milyar dolarlara varan piyasa değerleriyle adeta her biri devasa bir ekonomik örgüt olan futbol kulüplerine son zamanlarda ilgi çok artmaya başladı. Özellikle çok ciddi sermaye birikimi ve servet sahibi olan kişi ya da kurumlar futbol kulüplerinin hisselerini satın alıyor ya da onlara ortak oluyorlar.

O halde para kazanılması çok da mümkün olmayan bir alana insanlar/kurumlar neden para yatırıyor? Bu yazımızda bu konu üzerinde durmaya çalışacağız. Bu bağlamda futbol kulüplerine fon girişi nasıl oluyor, öncelikle bu konuyu anlatmamız gerekiyor.

Futbol kulüplerine yatırım nasıl yapılıyor?

Futbol kulüplerine yatırım günümüzde üç şekilde gerçekleşiyor. Bunlarda ilki ve klasik olanı, İngiltere örneğinde olduğu gibi kulüplerin şirket şeklinde kurulmuş olmaları nedeniyle herhangi bir yatırımcı kulüplerin hisselerinin bir kısmını ya da tamamını kulüpten doğrudan satın alabiliyor.

İkinci yöntem, şirket şeklinde organize olmuş ve borsaya açılmış olan kulübün hisseleri ya kulüpten ya da borsadan satın alınarak kulübe ortak olunabiliyor.

Üçüncü ve son yöntem, özellikle son birkaç yıldır çok gündemde olan ve tartışılan bazı fonlar sayesinde futbol kulüplerine ortak olmak. Bu yöntemle kulüplere ortak olunabildiği gibi aynı zamanda kulüplere oyuncu temini de mümkün olabiliyor.

Gelin biz şimdi endüstriyel futbolun model ligi olan Premier Lig'e bir göz atalım. Premier Lig'de hangi kulübe kim yatırım yapmış ya da diğer ifadeyle kulüplerin sahipleri kimler?

Dünyanın en değerli ligine ilgi çok fazla

Aşağıdaki tablodan da görülebileceği üzere Avrupa'nın en değerli ligleri olarak karşımıza beş büyük lig çıkıyor. Bu liglerin içinde en değerli lig olarak ta oyuncu bonservis bedelleri üzerinden hesaplanan 3.299.950.000 euroluk değeriyle Premier Lig'i görüyoruz. Premier Lig'i 2.6 milyar euroluk değeriyle İspanyol Primera Division izliyor.

Yine aşağıdaki tablodan hareketle beş büyük ligde yer alan toplam 98 takımın bonservis bedelleri üzerinden hesaplanan Lig değerleri 11.224.275.000 euroya ulaşıyor.

Ülke Lig Kulüp Sayısı Oyuncu Sayısı Toplam Değer (Bin euro) Kulüp Başına Ort.Değer (Euro)

İngiltere Premier League 20 536 3.299.950 164.997.500

İspanya Primera División 20 482 2.613.200 130.660.000

İtalya Serie A  20 584 2.230.800 111.540.000

Almanya 1.Bundesliga  18 507 1.702.875 94.604.167

Fransa Ligue 1 20 546 1.377.450 68.872.500

Premier Lig'i bu kadar değerli kılan en önemli özelliği ise her hafta sonu 170 ülkede yaklaşık 574 milyon insanın bu ligdeki maçları izliyor olmasından kaynaklanıyor. Oynanan futbolun kalitesi, rekabetin yüksekliği ve yaratılan futbol pastasının büyüklüğü ligi adeta Avrupa'nın ve dünyanın en değerli ligi haline getiriyor. Yine bu ligi en değerli kılan özelliklerden birisi de, en fazla yabancı sermaye girişinin olduğu lig olması. Son sekiz yılda Premier Lig'e giren yabancı sermaye 10 milyar euroya ulaşıyor. Bunda şüphesiz ki, ligde yer alan kulüplerin şirket statüsünde kurulmuş olmasının da rolü büyük. Çünkü, yatırımcı doğrudan kulübü satın alabilme olanağı ve şansına sahip.

Aşağıdaki tablodan da görülebileceği üzere Premier Lig'de top koşturan 20 kulübe, her biri değişik sektörden tam 33 farklı kişi ya da kurum ortak olmuş durumda.

Premier Lig'de kulüpler ve sahipleri (2011 itibariyle)

Premier Lig kulüpleri Kulüp sahibi Sektör

    

Arsenal Stan Kroenke (66.76%) Kroenke - G.Menkul & Spor Ürünleri Franchise

 Alisher Usmanov and Usmanov - madencilik,

 Farhad Moshiri (29.25%) Hill-Wood - Bankacılık

 Peter Hill-Wood (0.8%) Keswick - Bankacılık

 Sir Chips Keswick (0.3%) Rangers - Spor Yatırımcısı

 Rangers F.C. (0.2%) 

Aston Villa Randy Lerner Bankacılık ve Finans yatırımcılığı

Blackburn Rovers Venky's (India) Limited Poultry, İlaç ve Kozmetik

Bolton Wanderers Eddie Davies Elektrikli Ev Aletleri

Chelsea Roman Abramovich Petrol

Everton Bill Kenwright (27%) Kenwright - Tiyatro yapımcılığı

 Robert Earl (23%) Earl - Casino & Tur Operatörü

 Jon Woods (21%) Woods - Compüter Oyunları

Fulham Mohamed Al-Fayed Perakende

Liverpool Fenway Sports Group Fenway Spor Yatırımcılığı

 LeBron James James - Basketbol ve Spor yatırımcılığı

Manchester City Mansour bin Zayed Al Nahyan Petrol ve Endüstri yatırımcısı

Manchester United Malcolm Glazer Dondurulmuş Gıda, Spor Kulüpleri yatırımcılığı, G.menkul

Newcastle United Mike Ashley Spor Ürünleri

Norwich City Delia Smith (Joint 53%) Gıda Sanayi

 Michael Wynn-Jones (Joint 53%) yayıncı

 Michael Foulger (15%) Kümes hayvancılığı

Queens Park Rangers Lakshmi Mittal (33%) Mittal - Çelik

 Tony Fernandes (66%) Fernandes - Hava Yolu Taşımacılığı

Stoke City Peter Coates Bahis

Sunderland Ellis Short Mali yatırımcı

Swansea City Mel Nurse G.Menkul

Tottenham Hotspur Joe Lewis (85%) Lewis - İhracatçı

 Michael Ashcroft (4%) Ashcroft - Finans& Telekomünükasyon

Wigan Athletic Dave Whelan Perakendecilik

Wolverhampton Wanderers Steve Morgan G.Menkul

West Bromwich Albion Jeremy Peace Endüstri

Kimler neden futbola para yatırıyor?

Futbol asla bir kar maksimizasyonu yapılabilecek bir yatırım enstrümanı olmamakla birlikte, ancak dolaylı fayda maksimizasyonu sağlanabilecek bir yatırım alanı olarak karşımıza çıkıyor. Bu konuda yaptığımız çalışmalar da ortaya koymaktadır ki, futbol kulüplerinin ekonomisi rasyonel bir tabana dayanmadığı gibi, kâr maksimizasyonunun en önemli araçlarından maliyet minimizasyonu da bu sektörde çalışmıyor. Futbol ekonomisi, Doç. Dr. Kutlu Merih'in tespitlerinde de olduğu gibi asimetrik, inelastik ve irrasyonel bir yapıya sahip bir ekonomi görünümünde.

Futbolun günümüzde ulaştığı popülarite, onun tüm dünyada nüfuz gücünü artırıyor. Özellikle siyasi, iktisadi, mali ve yönetsel yönlerden futbol kulübü sahibi olmak ya da bir futbol kulübünde başkan olarak görev yapıyor olmak çok farklı ve dolaylı avantajlar/faydalar sağlıyor. Bunlar belki birer pozitif öge olarak değerlendirilebilir.

Bu faydaların başında özellikle futbol aracılığıyla daha geniş kitlelere ulaşarak satış ve pazarlama etkinliğini artırmak, siyasi çevre edinmek, yeni iş olanaklarına kavuşmak, sosyal bir network oluşturmak ve sosyal duyguların tatminini sağlamak açısından futbol çok doğal ve çok fonksiyonel bir yatırım alanı olarak değerlendirilebilir. Ancak olayın bir başka boyutu daha var ki, bu nokta son zamanlarda çok önemli hale geldi. Bu tam anlamıyla futbolun güzel yanını kullanarak kişisel çıkarların maksimize edilmesine olanak sağlıyor.

OECD'nin Temmuz 2009'da yayınladığı ve benim birkaç kez bu sütunlarda gündeme getirdiğim "Money Laundering through the Football Sector - July 2009" (Futbol Sektörü Aracılığıyla Para Aklamak) isimli raporda da sıkça vurgulandığı üzere, ne yazık ki futbol bugün aynı zamanda yoğun olarak bu işlere alet ediliyor. Özellikle transferler aracılığıyla çok önemli miktarlarda kayıt dışı para bu sayede sisteme sokuluyor. Yine, futbol sayesinde çok önemli tutarlara ulaşan boyutlarda vergi kaçırma söz konusu olabiliyor. Yine kulübü borçlandırmak suretiyle kendi firmalarına finansman olanağı sağlamak bu yöntemlerin başında geliyor. (Bu konudaki en çarpıcı örnek 2005 yılına kadar her sene kâr eden Manchester United kulübünün Amerikalı iş adamı Malcolm Glazer tarafından satın alındıktan sonra kulübün borç batağına saplanması gösterilebilir. Manchester United hatırlanacağı üzere kısa vadeli borçlardan kurtulabilmek amacıyla 2010 yılında 600 milyon sterlinlik uzun vadeli tahvil ihracını gerçekleştirmişti. Ancak bu kulübü rahatlatmaya yetmemiş olmalı ki, şimdi de Malcolm Glazer kulübün belirli miktardaki hissesini önümüzdeki aylarda Singapur borsasında (yaklaşık 1 milyar dolarlık ) halka arz edecek.

Bütün bunları da negatif yönler olarak değerlendiriyorum.

En zengin futbol kulüp sahipleri

Sıra İsmi Kulübü Serveti

      (milyar dolar)

1 Oleg Deripaska Kubani (Rusya) 28

2 Roman Abramovich Chelsea (İngiltere) 23.5

3 Lakshmi Mittal  Queens Park Rangers (İngiltere) 20.5

4 Amancio Ortega Deportivo (İspanya) 20.2

5 Paul Allen Seattle Sounders (Amerika) 17

6 Francois Pinault Renn (Fransa) 16.9

7 Silvio Berlusconi Milan AC. (italya) 9.4

8 Alisher Usmanov Arsenal FC. Ortağı (İngiltere) 9.3

9 Philip Anshutz L.A.Galaxy 8

10 John Fredriksen Valeranga(Norveç) 8

http://www.dunya.com/tuğrul-akşar_109_0_yazar.html - http://www.dunya.com/tuğrul-akşar_109_0_yazar.html

-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 05/Eki/2011 saat 16:56

Futbol ruhunu televizyona mı sattı?

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR

mailto:taksar@gmail.com - taksar@gmail.com
03.10.2011 - 09:22

Şike soruşturmasıyla geciken Spot Toto Süper Lig, yayıncı kuruluşun da talebiyle bir ilke tanık oldu ve sıkıştırılmış bir dört hafta yaşadı. Daha doğrusu, dört haftayı İngiliz usulü yaparak iki haftaya sıkıştırdık. Buna bağlı olarak takımlarımız 11 günde dörder maç yaptılar.

Artan maç trafiği bir yandan taraftarın kafasını karıştırırken, diğer taraftan bu tempoya alışkın olmayan futbolcularımızda da sakatlıkların artmasına neden oldu. Bu yoğunluğu yıllardır yaşayan Premier Lig'de, işte bu konuda geçen hafta BBC, Kırmızı Şeytanların tam 25 yıldır hocalığını yapan Sir Alex Ferguson ile bir söyleşi yaptı. Bu söyleşide Manchester United Teknik Direktörü Ferguson, yayıncı kuruluşların İngiliz futbolu üzerinde çok fazla nüfuz sahibi olduğundan yakındı.

Şeytanla el sıkıştığınızda bunun bedelini de ödersiniz!

BBC'ye verdiği mülakatta yayıncı kuruluşun gücünden şikâyetçi olan Ferguson özetle; "Televizyonların bu gücünün futbola sağladığı büyük miktardaki paradan kaynaklandığını" vurguladı. "Futbolun ruhunu televizyon şeytanına sattığını" iddia eden Ferguson, "televizyon tanrılaştırıldı, bizler de bedelini ödüyoruz" dedi.

Ferguson, BBC'ye yaptığı açıklamada, "lig fikstürünü, tamamen yayın hakkına sahip kuruluşların kontrol ettiğini, çarşamba gecesi Avrupa'da, cumartesi günü öğle saatlerinde de İngiltere'de maç yapmalarının kendilerini tuhaf duruma düşürdüğünü" belirtti. "Bu kuruluşların, istedikleri takımı istedikleri saatte oynattıklarını" ifade eden Ferguson, televizyonları şeytana benzetmekten de geri kalmadı ve ekledi: "Şeytanla el sıkıştığınızda bunun bedelini de ödersiniz" dedi.

Ünlü İskoç teknik adam ayrıca, "Premier Lig'in yayın haklarının dünya üzerinde 200 kadar ülkeye satıldığı gözönüne alındığında, kulüplere ödenen paranın yeterli olmadığını" da sözlerine ekleyerek "durumdan hiç memnun olmadığını" dile getirdi.

Ferguson televizyondan şikayet ederken, diğer taraftan Futbol Federasyonu eski Başkanı Brian Barwick de, "futbolun televizyona aşırı şekilde bağımlı hale geldiği fikrine katıldığını" belirtirken, "televizyon gelirlerinin aynı zamanda Manchester United'ın Ferguson yönetiminde kaydettiği başarıda önemli bir rol oynadığını; televizyon yayınlarından en fazla kazanç sağlayan kulübün de Manchester United olduğuna" dikkat çekti.

Aşağıdaki tablodan da görüleceği üzere, Premier Lig'in yayın hakları, 2013 sezon sonuna kadar üç yıllığına yaklaşık 2 milyar euro'ya BskyB ve ESPN tarafından satın alınmıştı.

Her hafta Premier Lig maçları 200 milyon ülkede yayınlanıyor ve 470 milyon insan tarafından izleniyor.

Ferguson'un elde ettiği yayın gelirini yeterli bulmadığı Manchester United, geçen sezon Premier Lig'in yayın hakları karşılığında 60.4 milyon sterlin almıştı. İngiliz kulübünün son Deloitte Para Ligi raporuna göre ise, tüm platformlardaki maçlarından elde ettiği toplam yayın geliri 128 milyon euro'yu (104.8 milyon sterlin) buluyor.

Yayın gelirleri son dönemde İspanya Ligi'nde de tartışma konusu oldu. Real Madrid ve Barcelona gibi devler La Liga'dan yıllık 140 milyon euro gibi rakamlar elde ederken, Sevilla'nın geliri ise ancak 40 milyon euro'yu buluyor. Yayın gelirleri, statlarından fazla para kazanamayan İtalyanların da en önemli kazancı. Milan'ın yıllık TV geliri 141.1, Inter'in ise 137.9 milyon euro. Fransa'da ise Lyon yıllık 78.4 milyon euro'yu kasasına koyuyor. 

Naklen yayın gelirinde rekor Fransızlarda!

Aşağıdaki tablodan da görülebileceği üzere, en fazla naklen yayın geliri elde eden Lig, Fransız Lig 1. Lig 1'de naklen yayın hakkı toplam 2.004 milyon euro'ya satılırken, Lig 1'i 1.996 milyon euro'yla İngiliz Premier Lig takip ediyor. Diğer beş büyük ligden Alman Bundesliga 1.182 milyon euro, İtalyan Serie-A ise 1.016 milyon euro yayın geliri elde ediyor. İspanyol La Liga ise, havuz uygulaması bulunmadığı için naklen yayın gelirleri kulüpler tarafından pazarlıkla ayrı ayrı satılıyor. Bu lig'de Real Madrid ve Barcelona'nın maçları dışındaki kulüplerin maçlarını yayınlamak üzere La Sexta 120 milyon euro ödüyor. Real Madrid ve Barcelona kendileri yayın haklarını ayrıca satıyorlar. Barcelona'nın yıllık yayın geliri 178.1 milyon euro, Real Madrid'in ki ise 158.7 milyon euro civarında…

Beş büyük ligdeki toplam gelir içinde yayın gelirlerinin payının en yüksek olduğu lig olarak yüzde 60 ile İtalyan Serie-A geliyor. İtalyanları %55 ile Fransız Lig 1 takip ediyor. Diğer ligler ise aşağıdaki tabloda görülüyor.

Beş büyük ligdeki naklen yayın gelirleri

      Gelir

    Milyon euro içindeki

Lig Ülke Sezon Yayıncı kuruluş Toplam Yıllık payı (%)

Premier Lig İngiltere 2010-13 sezonları Bskytv+ESPN 1996 666 49

İtalyan Serie A İtalya 2010-12 RTL Sport Mediaset 1016 508 60

La Liga  İspanya 2009-12 La Sexta 120 40 41

Bundesliga Almanya 2009-12 Skytv-ARD 1182 394 31

Lig 1 Fransa 2008-11 Canal +, Orange sport 2004 668 55

En yüksek yayın geliri Barcelona'da…

Avrupa'nın en zengin takımlarından birisi olan Barcelona'nın toplam yayın geliri 178.1 milyon euroya ulaşırken, bu tutar Barcelona'nın gelirlerinin %44'ünü oluşturuyor. Barcelona'yı bir başka İspanyol devi Real Madrid 158.7 milyon euroyla takip ediyor.

Deloitte'un Para Ligi'ne giren kulüpler içinde en fazla yayın geliri elde eden 10 kulüp aşağıda görülüyor. Bu tabloya göre, toplam gelirleri içinde en fazla paya sahip yayın geliri ise %69 ile Juventus.

Avrupa'nın en yüksek naklen yayın gelirine sahip 10 kulüp

  Milyon  Toplam gelir   euro İçindeki payı

Sıra Kulüp   (%)

2 Barcelona  178.1 44

1 Real Madrid 158.7 36

7 Milan 141.1 60

9 Inter 137.9 62

10 Juventus 135.2 69

3 Manchester United 128.0 37

5 Arsenal 105.7 38

6 Chelsea 105.0 41

8 Liverpool 97.1 43

4 Bayern Munih 83.4 26

Her şeyi televizyon yönetiyor

UEFA eski Genel Sekreteri Gerhard Aigner'e göre "Her şeyi televizyon yönetiyor". Gerçekten de özellikle 1990'lı yılların başından itibaren giderek yaygınlaşan dijital platformlar sayesinde futbol tam anlamıyla televizyonun esiri olmuş durumda. Televizyonun futbol üzerinde tam bir hâkimiyeti bulunuyor. Bu hâkimiyet, yayın gelirleri yükseldikçe adeta bir tahakküme dönüşüyor ve futbol takımları televizyonun yönlendirimi ve çıkarları doğrultusunda hareket etmek zorunda kalıyor.

Bugün futbol maçlarının oynandığı statlar, adeta birer televizyon stüdyosuna dönüşmüş durumda. Oyuncular da birer televizyon yıldızı…

1986 Dünya Kupası öğle sıcaklarında oynandı!

86 Meksika Dünya Kupası'nda, Valdano, Maradona ve diğer öbür oyuncular maçları öğleyin, güneşin kavurucu sıcakları altında oynadılar. Meksika'da vakit öğleyken, Avrupa'da geceydi ve Avrupa televizyonları için en uygun zaman bu saatlerdi.

Yayın hakkının satışı, oyunun kalitesi ve futbolcunun sağlığından daha mı önemliydi? Futbolcuların görevi koşmaktı, konuşmak değildi ve FIFA Başkanı Havalange devreye girerek tartışmaya şu sözüyle kesti; "Çenelerini kapatıp oynamaya baksınlar".

Sonuç

Bugün futbol ve televizyon simbiyoz bir yaşam içindeler. Ne televizyon futbolsuz, ne de futbol televizyonsuz yapamaz konuma geldiler. Futbolun endüstriyel bir karaktere bürünmesi ona farklı bir misyon yükledi. Bu da futbol aracılığıyla diğer ürünlerin tüm dünyada pazarlama ve satışının gerçekleştirilmesi. Bu ürünlerin satışı ise televizyonun medya ve reklam gücüne dayanıyor. Televizyon sattıkça futbola daha fazla para aktarıyor. Bu anlamda yayın gelirleri ticarileşen futbolun dinamosunu oluşturuyor. Bu dinamonun enerji üretimi ise naklen yayın gelirleriyle mümkün oluyor. Bu durum kulüplerde nispi anlamda bir parasal bolluğa yol açarken, diğer taraftan kulüpler naklen yayın bedelleri nedeniyle televizyona muhtaç duruma geliyor, aralarında bir kovalent bağı oluşuyor. Göbeğinden televizyona bağımlı bu yaşam, kulüplerce eğer yeterli daha başka futbol geliri yaratılamazsa futbolu vesayeti altına alıyor. Bu ise futbolun sağlığını ve geleceğini tehdit eden en önemli unsur haline geliyor. Bu nedenle TV gelirlerinin payı, toplam gelirler içinde giderek artıyor.

http://www.dunya.com/futbol-ruhunu-televizyona-mı-sattı-tuğrul-akşar_109_133905_yazar.html - http://www.dunya.com/futbol-ruhunu-televizyona-mı-sattı-tuğrul-akşar_109_133905_yazar.html ?

-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence


Gönderen: esesozgur
Gönderi tarihi: 05/Eki/2011 saat 19:05
Bu daha İyi Günlerimiz...
 
Türkiye'de ise bu durum Anadolu klüplerini vurdu.
Zaten stada seyirci çekmek için zorlanan Anadolu klüpleri Digitürk'ün almış olduğu TFF nin adeta boyun eğdiği karar doğrultusunda bütün maçları yayınlamaya başladı.
Bütün maçlar yayınlanmaya başladığında Çoğu Anadolu klübünün stadlarının bakımsız ve yetersiz olması taraftarın güzel vakit geçiemek için gittiği stadta adeta eziyet çekmesi, klüplerin bilet fiyatlarını İstanbul klüplerine özenerek yüksek tutması,maçlarda stadlarda yaşanan olayların olumsuzluğu gibi nedenler göz önüne alındığında böyle bir imkan varken taraftarlar maçları evlerinde televizyonda izlemeyi tercih etmesi kadar doğal birşey yoktur herhalde..
Oysa ki taraftarlar defalarca dile getirdi bu kararlar alınırken seyirci maçlara gelmez yapmayın etmeyin dediler ama dinleyen kim yöneticilerin o kadar gözü dönmüştü ki alacakları paralar yüzünden bu seslere kulak bile asmadılar.
TFF yi zaten hiç hesaba katmıyorum, dediğim gibi onlar zaten adeta kölesi olmuşlar yayıncı kuruluşun.Maçların fikstürlerini ve saatlerini ben TFF nin belirlediğine inanmıyorum.Baksanıza  bir de play off sistemi çıkardılar başımıza doğru dürüst liglerinde futbol takımı olmayan liglerde uygulanan bir sistem.Uygulayan ülkelerden bazıları San marino,G.kıbrıs,İsrail,belçika vs.Tff neden bir Fransa,İngiltere,İspanya,Almanya ligini örnek almıyorda Yukarıda saydığım ligleri örnek gösteriyor.Sizce kendi isteğimi yoksa Yayıncı kuruluşun mu?Yoksa şike olaylarını sindirmek için mi?
Yayıncı kuruluşa gelince onların zaten hiç umurlarında bile değil taraftarın maça gelip gelmemesi ben satacağım decoder'e bakarım diyerek vermiş olduğu parayı çıkarmaya çalışıyor.
Bir de bunun üstüne şike olaylarının patlak vermesi, TFF' nin ve klüplerin cesaret edemeyip adeta şikeye arka çıkması,ceza verilmesi kararını alamaması,şike yapanı değilde şikeden bahsedeni cezalandırması, çoğu taraftaların maçlara artık futbol rekabeti değilde tiyatro gözüyle bakmasına neden olmuştur.Şampiyonun sahada değilde masa başında belirlendiği bir maça kim gitmek ister ki..
Bu yıl Ligimize bakıldığı zaman tribüleri en çok dolan takım Fenerbahçe'dir.Bu da bana suçluluk psikolojisi yüzünden olduğunu aklıma getiriyor.
Son olarak yazının başında belirtiğim gibi bu daha iyi günlerimiz diyorum.Kış ayları geldiğinde ve üstünede takımınız başarısız ise stadlardaki taraftar sayısı günden güne düşecektir.
Syg.


-------------
Hayatta 2 şeye güvenirim;biri aynaya baktığımda gördüğüme diğeri yukarı baktığımda göremediğime..
Sagopa


Gönderen: tatar ilker
Gönderi tarihi: 14/Oca/2013 saat 10:07

TUĞRUL AKŞAR / EKO-SPOR

Süper Lig özelleştirilebilir mi?
14 Ocak 2013 Pazartesi 08:06
 
Süper Lig'in bugünkü koşullarda özelleştirilebilmesi için mutlaka çok ciddi çalışmalar yapılmalı ve doğru modellemeler oluşturulmalıdır. Kulüplerin genel uzlaşmasına bağlı ve futbolun uzun vadede yararına olacak bir yapılanma içinde stratejiler oluşturulmalıdır. Aceleye getirilmemelidir.
Son zamanlarda Süper Lig'in özelleştirilmesine ilişkin bazı tartışmalar gündeme geldi. Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki, Avrupa'da özelleştirilmiş bir futbol ligi bulunmuyor. Tam olarak benzemese bile Kuzey Amerikan sportif organizasyonlarından Ulusal Basketbol Ligi (NBA), Ulusal Futbol Ligi'nde (NFL) olduğu gibi sahipliğin bulunduğu sportif organizasyonlarını (ligleri) görüyoruz. Bu liglerde de tüzel kişi mülkiyet yerine, bireysel veya çok ortaklı mülkiyet yapısını görüyoruz. Ancak gerek bu organizasyonel yapı, gerekse bu liglerde rekabetin farklı örgütlenmiş olması (bu liglerde düşme ve yükselme bulunmuyor) ve ücret tavanı gibi uygulamalar nedeniyle, tamamen Avrupa futbolundan farklı özellik ve örgütlenmeye sahip olan Kuzey Avrupa tipi sportif örgütlenme modeli, Avrupa futboluna uygun görünmüyor.
Ancak, bu liglerde bile lig organizasyonunun özelleştirildiğini göremiyoruz.
Mülkiyet yapısının değişmesi demek
Özelleştirme kamusal mülkiyetin özel mülkiyete geçmesi anlamına geliyor. Yani, mülkiyetin yapısı değişiyor. Bu özelleştirilecek şirketin hisselerinin ya blok olarak ya da halka arz ile satılmasını ifade ediyor. Böylesi bir durumda özelleştirilecek şirkete ya da kuruma bir talep yaratmak gerekiyor. Talebin özel mülkiyet tarafından gelmesi esas olduğuna göre, özelleştirilecek şirketin mutlaka karlı olması gerekiyor ki, satılacak kuruma bir talep oluşsun.
Yıllık ciddi maliyetleri bulunan, toplamda finansal açık veren, kar etmeyen ve finansal olumsuzlukları bulunan bir futbol ligine/ bir kuruma alıcı bulmak çok da mümkün görünmüyor. Bu bağlamda dile getirecek olursak, salt geçen sene Digitürk'ün tüm Süper Lig kulüplerine ödediği naklen yayın bedeli 574 milyon TL'ye (yaklaşık 430 milyon dolar) ulaşıyor. Ve toplamda geçen sene Süper Lig önemli bir miktarda zarara da imza atmış durumda.
Bu açıdan bakıldığında, Süper Lig'in özelleştirilmesi teorik olarak mümkün olmakla birlikte, kurulacak Süper Lig AŞ'nin hissesini herhangi bir özel şirket ya da kuruma veya mali yatırımcı satmak pratikte çok da mümkün görünmüyor.
tugrul_aksar-001.jpg
Süper Lig bugünkü değerini hak ediyor mu?
Satılacak ürünün/malın/ligin değeri, pazar değeri bir şekilde oluşur ancak, oluşacak bu değer, Süper Lig'in bugün yarattığı parasal değere ulaşır mı, burası da tartışmalı görünüyor. Çünkü Süper Lig'i satın alacak kurumun ödediği parayı çıkartabilmesi için lig maçlarını bir şekilde dışarıda ve içeride satıyor olması, orta veya uzun vadede ödediği parayı bu yatırımdan geri alıyor olabilmesi gerekiyor.
Reytingi olmayan, kalitesi düşük, rekabetçi dengesi büyükleri korumaya yönelik, kendi iç dinamikleriyle gelir yaratamayan, devlet subvansiyonuyla ayakta duran, dışarıda pazarı olmayan, içeride pazarı devlet destekli oluşturulan bir ligi kim neden satın alsın ki?
Olumsuzluğa neden olabilir mi?
Kulüplerimizin, sonuçta futbolumuzun gelirlerini artırabilmek amacıyla oluşturulması hedeflenen kulüp üst yapılanması konumundaki Süper Lig AŞ'yi, özelleştirme kapsamında, devlet satışa çıkarttığında bazı olumsuz olasılıklarla da karşılaşma ihtimalimiz bulunuyor.
1) Özelleştirme ile elde olunan tutarların milyar dolarlar mertebesine ulaşabileceğine pek olasılık veremiyorum. Olası bir özelleştirme de Süper Lig kulüplerine bugünden daha az bir gelir yaratılırsa, bu durum kulüplerimizi olumsuz etkileyebilecektir.
2) Kuzey Amerika tipi sportif örgütlenme örneğinde çok sık yaşanan bir sorunla da karşı karşıya kalabiliriz. Bu örnekte de görüldüğü üzere, özelleştirilen Lig'de mülkiyeti elinde bulunduran sahip ile Süper Lig kulüpleri arasında olası bir finansal uzlaşmazlıkta Süper Lig A.Ş. sahibi lokavt ilan ederse veya Süper Lig kulüpleri greve giderse neler olacak?
3) Süper Lig AŞ'nin sahibi olacak kişi/kurum kulüplere istikrarlı bir şekilde gelecek yıllara ilişkin istikrarlı ve kalıcı gelir yaratabilecek ve bunu kulüplere dağıtabilecek mi?
4) Böylesi bir yapılanma içinde Süper Lig AŞ sahibine ekstra bir avantaj devlet tarafından sağlanacak mı?
Şirketleşme çözüm mü?
Bu oluşum sürecinde kulüplerin şirketleştirilmesi bir çözüm olabilir, ancak iktisadi, mali ve sportif başarının garantisi olamaz. Çünkü bugün şirket şeklinde organize olup ta iflas edip küme düşen, tarih sahnesinden çekilmiş birçok örneğe tanık oluyoruz. Şirketleşmek kulüpleri daha fazla borca itiyor. Şirketleşen kulüpler otomatikman şirketler hukuku ve ticaret kanuna tabi oluyorlar ve vergisel konularda sorumlulukları alabildiğine artıyor. Dernek statüsündeki akçeli ve yasal bütün avantajlarını yitiriyorlar. Şirketleşen kulüpler doğal olarak üçüncü kişi ya da kurumlara finansal yükümlülüklerini yerine getiremediklerinde iflas ettirilebiliyorlar. Oysa dernek statüsünde ibra müessesi genel kurul üyelerinin ve yönetimin inisiyatifinde. Şirketlerde ise böylesi bir avantaj bulunmuyor. Bu nedenle şirketleşmek isteyen kulüplerin, bu isteklerini bir kez daha gözden geçirmelerinde yarar var. Ancak, bugünkü dernek yapılanmasıyla da yola devam edemeyiz. Çalıştırılmayan ibra müessesesi, başkanlık sultasıyla idare edilen iktisadi, finansal ve yönetsel yapı, devlet sübvansiyonuna bağlı mali yapılarla dernek olarak başarıya ulaşma şansımız bulunmuyor.
Sonuç
Ülkemizde Süper Lig'in yeniden yapılandırılması tarihsel bir zorunluluk olarak önümüzde duruyor. Süper Lig kesinlikle fonksiyonel ve yönetsel olarak güçler ayrılığı ilkesine göre yeniden organize olmalı. Bu kapsamda kulüplerimizin mutlaka şirketleşmeleri gerekmemekle birlikte, kurumsal yönetimin tüm kulüplerimiz için bir zorunluluk haline getirilmesi ve kulüplerimizin başkanlık sultasından kurtarılması gerekiyor.
Süper Lig'in bugünkü koşullarda özelleştirilebilmesi için mutlaka çok ciddi çalışmalar yapılmalı ve doğru modellemeler oluşturulmalıdır. Konu enine boyuna tartışılarak, kulüplerin genel uzlaşmasına bağlı ve futbolun uzun vadede yararına olacak bir yapılanma içinde stratejiler oluşturulmalıdır. Böylesi bir konuya yönelmek, aceleye getirilmemelidir. Her şeyden kulüplerimizin sağlıklı geleceklerini düşünmek durumundayız. Bu sebeple, önümüzdeki birkaç yıl içinde öncelikle tüm kulüplerimizde kurumsal yönetim ve yönetişimin egemen örgüt modeli haline getirilerek; şeffaf, hesap verebilir, denetlenebilir, paydaşlarına karşı sorumluluklarını yerine getirebilen bir yapıya kavuşturulması gerekiyor. Türk futbolunun kurtuluşu, kulüplerimizin yönetsel yetersizliklerinin giderilmesine, sağlıklı bir mali ve iktisadi yapıya süreç içinde ulaşılmasına bağlıdır. Aksi halde, bugünkü koşullarda Süper Lig AŞ oluşturulsa bile, adı olan, ama kendisi olmayan bir lig olacaktır.
 
http://www.dunya.com/super-lig-ozellestirilebilir-mi-150789yy.htm - http://www.dunya.com/super-lig-ozellestirilebilir-mi-150789yy.htm


-------------
Feel the Difference, Feel the Excellence



Sayfayı yazdır | Close Window

Bulletin Board Software by Web Wiz Forums® version 9.50 - http://www.webwizforums.com
Copyright ©2001-2008 Web Wiz - http://www.webwizguide.com