eskisehirspor.com Giriş Sayfası
Forum Forum > Diğer > Türkiye'de ve Dünya'da Futbol
  Aktif Konular Aktif Konular
  FAQ FAQ  Forum Arama   Takvim   Kayıt Kayıt  Giriş Giriş

Eko-Spor: Süper Lig özelleştirilebilir mi?

 Cevapla Cevapla Sayfa  <12345 7>
Yazar
Mesaj
  Konu Ara Konu Ara  Konu seçenekleri Konu seçenekleri
tatar ilker Liste gör
Usta Yazar


Tatar İlker
Yaş: 41
Katılım: 30/Tem/2007
Yer: Istanbul
Online Durum: Offline
Mesajlar: 2637
  Alıntı tatar ilker Alıntı  CevaplaCevapla Direct Link To This Post Tarih: 31/Mar/2009 saat 09:16

Futbolda rekabet açısından finansal denge sorunu

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
taksar@gmail.com

30.03.2009 - 08:40

Objektif bir gözle bakıldığında, başta Avrupa olmak üzere, düzenlenen tüm futbol organizasyonlarında zengin ve büyük takımların başat durumda olduklarını görüyoruz. Bu durum, endüstriyel futbolun "reytingi" için de yaşamsal bir öneme sahip. Çünkü finansal dengesizlik bir yandan şampiyon kültürünün yaşamasına olanak verirken, diğer taraftan futbol maçlarındaki heyecan fırtınasının dinmesine ve buna bağlı olarak lig reytinginin düşmesine neden oluyor. Aynen Turkcell Süper Lig'de olduğu gibi.

Aşağı yukarı her yıl Süper Ligimizde kimin şampiyon olacağının yüzde 33.3 olasılıkla belirli olması, ligin reytingini düşürüyor, dünyanın en önemli derbisi olarak gösterdiğimiz Fenerbahçe-Galatasaray maçını yurtdışında kimseye satamıyoruz. Kısacası bir ligde finansal yoğunlaşma, sportif tekelleşmeyi de beraberinde getiriyor. Bu durum dünyanın en önemli liglerinde de aynı. Bu bağlamda bu yıl ki Turkcell Süper Lig'de ilk 5 takımın at başı giden yarışı reytingin yükselmesine olanak sağlıyor.

Günümüz futbolunda rekabetçi denge, kulüpler arasında dengede rekabeti sağlayabilmek bakımından çok önemli bir sorun olarak karşımızda duruyor.  1990'ların ikinci yarısından itibaren giderek ticarileşip endüstriyel bir karaktere bürünen futbol, rekabet bakımından güçlü bütçeler gerektiriyor. Yüksek bütçeli kulüpler rekabeti kendi lehlerine bozmuş durumdalar. Yani, zengin kulüpler sahip oldukları finansal güç ve olanaklar sayesinde, haksız rekabet üstünlüğünü ele geçirmiş vaziyetteler. Haksız rekabet doğal olarak, dengesiz rekabeti beraberinde getiriyor. Dengesiz rekabet ise futbolun orta ve uzun vadede kalite ve reyting kaybına yol açabilecek en önemli faktör olarak kendini somutluyor.

Futbolun kalitesi, rekabetçi yapının daha güçlü ve dengeli olmasına bağlı. Kulüpler arasında dengede rekabeti kurabilen yapılanmalar, rakiplerine göre daha rekabetçi ligler haline gelebiliyor. Bu kapsamda rekabetçi liglerde futbol kalitesi daha yükselirken, buna bağlı olarak reyting de daha fazla artmakta; buna bağlı olarak kulüplerin gelirleri geometrik olarak artabilmektedir.

Doç.Dr.Kutlu MERİH ile birlikte kaleme aldığımız Futbol Ekonomisi isimli kitabımızda Rekabetçi Denge üzerine çok derinlemesine yaptığımız analizlerde gördük ki; futbolda rekabetçi dengeyi yanlış noktada tesis eden ligler, süreç içinde rakiplerine göre rekabette geride kalmakta ve önemli gelir kaybına uğramaktalar. Bu nedenle bu haftaki yazımızda kulüplerin birbirleriyle olan rekabetlerini etkileyen en önemli unsur olan Finansal Denge sorunu üzerinde durmaya çalışacağız.

Finansal dengesizlik Kutlu MERİH'in saptamasına göre "finansal polarizasyon"a yol açıyor.

Finansal denge sorunu

Geçen haftalarda "Futbolun Paradoksal Sorunları" başlığıyla kaleme aldığımız yazıda da dile getirdiğimiz üzere,  Lig Bütünlüğü İçinde Rekabetin Kalitesinin Yükselmesi, Toplam Kaliteyi Artırıyor! Yani bir bakıma bir spor olayı, rakiplerin birlikte ürettikleri ortaklaşa bir üründür. Bunun kalitesi verdiği seyir keyfine ve sonucun belirsizliğine ve bu rekabetin neyi etkilediğine bağlıdır. Hal böyle olmakla birlikte; bazen bir ligde bir takımın finansal kazançlarını kullanarak, en iyi oyuncuları almasına olanak sağlanması, kulüpler arasında rekabetin zayıflamasına yol açıyor. Buna bağlı olarak, zengin kulüpler doğal olarak ligi domine ederken; diğer kulüpler de başaltı kulüpleri haline geliyor. Bu yapı böylece orta ve uzun vadede Liglerde bazı kulüpleri mali açıdan daha da zayıflatır ve sportif anlamda geriye düşmelerine neden olurken; bu etkinlikten alınan  keyif;  belirsizliğin giderek ortadan kalkması nedeniyle azalmaya başlar. Bu şekilde bazı riskler de yok olur. Bu durum da seyircinin ilgisinin kaybolmasına ve takımların gelirlerinin düşmesine yol açar. 

Gerçekten de sporda rekabet temel olmakla birlikte, rekabetin anlamlı olabilmesi bakımından kazananlar kadar kaybedenler de iyi olmalı ki, bu yarışma devam etsin. Yani rekabetsiz ve sonu daha baştan belli olan hiç bir spor karşılaşması, ilgi ve destek görmez. Bu durumun genellik arz etmesi halinde, kazananlar daha güçlenirken, kaybedenler de giderek zayıflamaya başlar. Zaman içinde sporun temel ruhu olan rekabetçi yarışma bu şekilde ortadan kalkar. Bu duruma örnek olarak, üç büyüklerin Süper Ligimizdeki oligarşik egemenliği verilebilir.

Kısacası; Finansal denge sorunu aslında bizi yukarıda belirttiğimiz en önemli paradokslarından birisine götürüyor. Yani Finansal dengesizlik paradoksuna…

İkinci Paradoks : "Finansal Dengesizlik" Paradoksu ya da Finansal güç rekabeti geriletiyor!

Şayet ligdeki her kulüp en iyi oyuncuları takımlarına transfer etmekte serbest olursa, kulüpler arasındaki rekabet, ücret ve primlerin yükselmesine yol açar. Parasal olanakları diğer kulüplere göre daha iyi olan kulüplerin, istedikleri futbolcuyu takımlarına transfer edebilmeleri, zaman içinde haksız bir rekabetin de doğumuna yol açıyor. Ortaya çıkan bu haksız rekabet, bu kulüpler arasındaki parasal uçurumların giderek daha da büyümesine neden oluyor. Haksız rekabetin yıkıcı etkisine maruz kalan, olanağı sınırlı diğer kulüpler yarışmalarda sadece "başaltı takımları" ya da "ötekiler" olarak kalıyor. Bu durum ise lig bütünlüğü içinde rekabeti bozarken, güçlüden yana haksız rekabetin de doğmasına neden oluyor. Nitekim Platini'nin bu durumu görerek, 2010 yılından itibaren gerek Şampiyonlar Ligi'nde, gerekse UEFA Kupası'nın formatında değişime gidecek olmasının altında bu neden yatıyor. Platini diğer yandan futbolda finansal dengesizliğin önüne geçebilmek için, kulüplerin harcamalarının, gelirlerinin yüzde 60'ı ila yüzde yetmişi arasında olmasını da tavsiye ediyor.

Bu paradoks,  günümüz yaşamının ayrılmaz bir parçası olarak karşımıza çıkıyor.

Objektif bir gözle bakıldığında, başta Avrupa olmak üzere, düzenlenen tüm futbol organizasyonlarında zengin ve büyük takımların başat durumda olduklarını görüyoruz. Bu durum: Endüstriyel futbolun kendisini yeniden üretim aracı olan "reyting" için de yaşamsal bir öneme sahip. Çünkü finansal dengesizlik bir yandan "Şampiyon kültürünün yaşamasına olanak verirken, diğer taraftan futbol maçlarındaki heyecan fırtınasının dinmesine ve buna bağlı olarak lig reytinginin düşmesine neden oluyor. Aynen Süper ligimizde olduğu gibi.

Aşağı yukarı her yıl Süper Ligimizde kimin şampiyon olacağının yüzde 33.3 olasılıkla belirli olması, ligin reytingini düşürüyor, dünyanın en önemli derbisi olarak gösterdiğimiz Fenerbahçe-Galatasaray maçını yurtdışında kimseye satamıyoruz. Kısacası bir ligde finansal yoğunlaşma, sportif tekelleşmeyi de beraberinde getiriyor. Bu durum Premier Lig dahil olmak üzere, dünyanın en önemli liglerinde de etkinliğini gösteriyor. Bu bağlamda bu yıl ki Süper Ligimize bakıldığında ilk beş takımın at başı giden yarışı reytingin yükselmesine olanak sağlıyor. Ancak bütçeler arasındaki fark, bir sürprize de yer bırakmayacakmış gibi görünüyor. Tuğrul AKŞAR/Sayfa 18

Yani, bu paradoks burada da çalışıyor!

Gelirlerin Dağılımı

Öz olarak futbolda  finansal denge sorunu,  futbol gelirlerinin dağıtımı sorunudur. Endüstrileşmeye paralel olarak değişen ve hızla artan futbol gelirleri, sonu Kupa ile biten turnuvaların da giderek parasallaşmasına ve çok önemli sayılabilecek parasal ödüllerin dağıtılmasını gündeme getirdi. Bugün Şampiyonlar Ligi'ne kalan ve sıradan bir performans sergileyen kulüplerin bile 10 milyon Euro'ya yakın parasal ödül kazanması veya UEFA Kupası'nı kazanan bir kulübün 8 Milyon Euro parasal gelire ulaşması veya Turkcell Süper Ligi şampiyon bitiren bir kulübün bile sadece sportif performanstan  10 milyon dolara yakın bir gelir elde etmesi, parasal gelirin paylaşımı sorununu da beraberinde getiriyor.

Gelir dağılımındaki dengesizlik sorunu, sonuçta finansal dengesizliğe  yol açıyor. Bu amaçla gelirlerin dağılım mekanizmaları futbol performansının profesyonel yapısını korumayı amaçlamaktadır.

Finansal Dengesizlik Futbol Pastasını Büyütmüyor

Futbol pastamızı oluşturan gelir kalemlerinin kulüplere dağılımına bakıldığında ise bu pastadan en büyük payı dört büyük kulübün aldığını görüyoruz. Nitekim, TV yayın gelirlerinin %42'si; Tribün gelirlerinin %49'u; Sponsorluk gelirlerinin %23'ü; saha içi reklam gelirlerinin %35'i dört büyük kulübe gitmektedir. 

Futbol Pastasının Paylaşımı

Gelirler   Dört Büyük Kulübün payı (%)

Tv yayın hakları 42

Tribün gelirleri  49

Sponsor gelirleri 23

Saha  içi reklam pastası  35

Diğer gelirler 27

Futbol faaliyetlerinin finansmanında yeterli öz kaynağa sahip olamayan Türk futbol endüstrisinin yoğun bir şekilde yabancı kaynağa, özellikle de banka kredisine yöneldiğini görüyoruz. Güncel verileri baz aldığımızda kulüplerin mali sektörden kullandıkları kredilerin 240 milyon dolara ulaştığını gözlemliyoruz. Toplam futbol pastasının % 40'ına karşılık gelen bu oran, bize futbolun kendi faaliyetlerinden fon yaratamadığını gösteriyor. Kullanılan kredilerin 205 milyon dolarlık kısmının da, yani %85'inin de üç büyüklere ait olduğunu belirtelim.

 

Türk Futbol Büyüklüğünün Finansal Göstergeleri   Mio $

TFP (Türk Futbol Pastası)  600

Kulüplerin Kull.Topl. Krd. Tutarı 240

Üç büyüklerin Güncel Banka kredileri 205

Üç büyük Kulübün Krd.Toplamı /Sektörün Kullandığı Toplam Krd. 0.85

Üç Büyük Kulübün Yıllık Ort. Geliri 53

Üç Büyük Kulübün Yıllık Ort. Gideri 67

Üç Büyüklerin Giderleri Top./Toplam Futbol Gelirleri 0,40

Yukarıdaki tabloda yer alan verilere göre; üç büyük kulüp yıllık ortalama 53 milyon dolar gelire ulaşırken; giderler ortalaması ise 67 milyon dolara yükseliyor. Üç kulübün yaptığı toplam 201 milyon dolarlık gider ise toplam Türk futbol pastasının yüzde kırkına karşılık geliyor. İşte haksız rekabetin ve dengesiz gelir dağılımının nirengi noktasını da burası oluşturuyor. Türk futbol kaynaklarının yüzde kırkını harcayan üç kulübün yarattığı gelir ise ne yazık ki, giderlerini karşılamaktan uzak ve bu nedenle bu üç kulüp her yıl bütçe ve nakit açığı veriyor. Bunun anlamı ise Türk futbolunun kıt ve sınırlı olan kaynaklarının, bu kulüpler tarafından etkin ve verimli kullanılamadığıdır. 

Kayıtlı değerler üzerinden hesapladığımız 600 milyon dolarlık Türk futbol pastasının paylaşımına bakıldığında ise üç büyük kulübün, toplam gelirin yüzde otuz üçünü kendi aralarında bölüştüklerini görüyoruz. Trabzonspor'u da dahil ettiğimizde bu pay %37'e kadar çıkıyor. Sadece Süper Lig'deki kulüplerimizi baz alsak bile geriye kalan on dört kulübün bu pastadan aldığı payın  ortalaması %4.5'a kadar düşüyor.  Kaldı ki, 2. 3. ve amatör liglerimizi bu pastanın paylaşımına dahil etmeden bu hesabı yapıyoruz. Durum bu olunca, ligin tepesindeki dört kulüp  toplam gelirden kulüp başına ortalama %9.5 oranında pay alırken; kalan on dört kulübün payı ise %4.5 civarında gerçekleşiyor. Sonra da bu kulüplerimizden rekabet etmelerini bekliyoruz. Hangi bütçe ve hangi kaynakla bu kulüpler rekabet edecekler? Türk futbolunun yapılanışındaki bu oligopolistik tekelci ve dengesiz yapı devam ettiği sürece, aslında biz bu kulüplerimizi rekabet etmemeye zorlamış oluyoruz.

Beş Büyük Lig'de Finansal ve Rekabetçi Denge Denge

Rekabetçi dengenin mihenk taşını, o ülkeden çıkan farklı şampiyon sayısı oluşturmaktadır. Yani bir ülke liginde rekabetçi denge ne kadar yüksekse, o ülkeden o kadar çok  farklı şampiyon çıkabilmektedir. Rekabetçi dengenin düştüğü liglerde ise şampiyon sayısı giderek azalmaktadır.

Bu bağlamda kuruluşlarından bu yana beş büyük ligin rekabetçi dengelerinin bu anlamda yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim bu liglerden İngiliz liginin 23; İtalyan Liginin 16; İspanyol Liginin 10; Almanya Liginin 31 ve Fransız Liginin de 19 şampiyon çıkarttığını görüyoruz.

Ancak endüstriyel futbolun gelişimine paralel olarak, son on beş yılda bu ülke liglerinde de rekabetin giderek düşmeye başladığını yaptığımız araştırmalardan görüyoruz. Beş büyük lig içinde son on beş yılda İngiliz Premiership, Alman Bundesliga ve  İspanyol La Liga beş farklı şampiyon çıkartırken; İtalyan Serie-A dört; Fransız 1.Lig ise dokuz farklı şampiyon çıkartabilmiştir. Bu durum bize, beş büyük lig içinde de rekabetçi dengenin giderek düşmeye başladığını gösteriyor.

Yani Avrupa futbolunda da rekabetçi denge giderek, büyüklerin lehine doğru evrilmiş vaziyette. Bu anlatılanları aşağıdaki tablolarda daha açık olarak görebilmekteyiz…

Beş Büyük Lig'de Rekabet Tablosu

Lig  / Gelir m€ /  Faaliyet karı (zararı) m€ / Faaliyet kar marjı / Toplam Gelir İçinde İşletme Giderlerinin payı / UEFA ŞL Çeyrek Finalistleri 2003-04/2007-08 / UEFA ŞL Yarı Finalistleri 2003-04/2007-08  / Son 15  Yılda Şampiyon Kulüp sayısı  / Çıkarttığı Toplam Şampiyon sayısı

Bundesliga         1.379    250    18%    65%      3     0    5   31

Premier Lig         2.273    141      6%    85%    12   10    5   23

La Liga             1.326      78       5%   82%      6    4     5   10

Serie-A             1.163     -40      n/a    94%   10    3     4   16

Ligue 1                972      23       2%   62%     4    1     9   19

Yukarıdaki tablodan da görülebileceği üzere;

Deloitte'un 2008 rakamlarına göre Avrupa futbol pastasının %53'ünü kendi aralarında paylaşan Beş Büyük Ligde faaliyetlerinden kar yaratamayan tek lig olarak karşımıza İtalyan Serie-A çıkıyor. Nitekim toplam gelirlerinin yüzde doksan dördünü işletme gideri olarak harcayan Serie-A, bu harcamalarının karşılığı 2003-04/ 2007-08 sezonları arasında tam 10 kez kulüplerini Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finale; 3 kez de yarı finale çıkartmış.Şüphesiz bu tablo içinde en göze çarpan lig, İngiliz Premier Lig oluyor.  Premier Lig yıllık 2.2 milyar Euro geliri ve bunun sonucunda yarattığı 141 milyon Euro işletme karı ile belki de beş büyük lig içinde en karlı lig değil ama, sportif performans bakımından en başarılı lig. Şampiyonlar Ligi'ni adeta Premier Lig'e çeviren İngiliz ekipleri, gelirlerinin yüzde seksen beşini işletme gideri olarak harcıyor.

Beş büyük lig içinde en fazla şampiyon çıkartan lig olarak 31 farklı şampiyon ile Bundesliga'yı görüyoruz. Hemen onu 23 farklı şampiyon ile İngiliz Premier Lig takip ediyor. Son 15 yılda ise en fazla şampiyon çıkartan lig olarak Fransız 1.Lig'i görmemize karşın, bu ligde aslında son on yılda rekabetin giderek yok olduğunu ifade edebiliriz. Çünkü son on yılda Olympique Lyonnais'in 7 şampiyonluğu bulunuyor.

Aslında yukarıdaki tablo da bize, Finansal dengesizliğin son on beş yılda beş büyük ligde de giderek arttığını gösteriyor. 

Ülkemizde ise durumun daha vahim olduğu görülüyor. Kurulduğundan bu yana sadece 4 şampiyon çıkartabilen Türkiye liginde bu sayı son on beş yılda üçe düşmüş durumda. Eğer bu sezonun sonunda Sivasspor şampiyonluğu kucaklarsa, Türkiye'de bu zincirin halkasını kırabilecek.

Finansal Denge'nin Liglere Etkisi

Finansal dengenin sağlanması bir bakıma ütopik bir amaçtır. Günümüzün reytinge dayalı futbol ekonomisi zenginlerin ve güçlülerin hep yarışmanın içinde olmasına göre kurgulanmış durumdadır.  Nasıl mikro iktisat teorisinde "tam rekabet piyasası" ideal ve ütopik bir piyasa ise, "finansal denge"nin sağlanması sorunu da bir ideal,  bir ütopyadır. Çünkü, Reyting dinamiği nedeniyle finansal dengesizliği tamamıyla gidermek mümkün görülmemektedir. Ancak rekabetçi dengeyi artırabilmenin yolu, finansal dengesizliğin minimize edilmesinden geçiyor. Finansal dengesizlik azaldıkça, liglerin rekabetçi yapısı da daha artmaktadır. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki; Futbol gelirlerinden kasıt, içinde havuz gelirlerinin de olduğu tüm gelirlerdir. Aksi halde çok büyük bir yanlışlığa düşeriz. Zira havuz gelirlerin en adil dağıtıldığı lig olarak karşımıza çıkan Fransız 1.Lig'inde (gelirlerin yüzde seksen üçü eşit dağıtılıyor) son yedi yılın şampiyonu Olympique Lyonnais…biz bu bağlamda futbol pastasından alınan payı dikkate almalıyız.  Aşağıdaki tablo bize rekabetçi dengenin yüksek olduğu ligler ile düşük olduğu liglerin arasındaki farkı ortaya koyuyor.

Ne yapmalı?

Futboldaki mevcut (ve artan) finansal dengesizliğin önüne geçebilmek için UEFA ve Türkiye Futbol Federasyonu'nun yapacağı çok önemli şeyler bulunuyor.

UEFA'nın yapması gerekenler:

1. Avrupa futbol ailesinin sağlığını korumak özellikle de genç oyuncuların eğitim ve gelişmelerini ilerletmek için UEFA Şampiyonlar Ligi finansal dayanışma sistemini gözden geçirip güncelleştirmeli ve Şampiyonlar Ligi gelirlerinin dağıtımını daha yaygın ve dengeli hale getirmeli; 

2. Büyük takımları koruyan ve kollayan UEFA ülke ve takım katsayı uygulaması değiştirilmeli; Şampiyonlar Ligi ve UEFA'ya daha geniş bir coğrafyanın katılımı sağlayacak şekilde beş yıllık kümüle puanlar yerine yıllık puanlamaya göre kulüplerin UEFA organizasyonlarına katılımları sağlanmalı;

3. UEFA Şampiyonlar Ligi havuz gelirleri dağıtım kriterleri yeniden belirlenmeli; daha küçük bütçeli kulüplerin rekabetini artıracak yeni düzenlemelere gidilmeli;

4. Bosman kuralları düşük bütçeli kulüpleri mağdur etmeyecek şekilde yeniden düzenlenmeli;

5. UEFA'nın kulüpler bazında gelir ve gider dengesini sağlayacak şekilde, harcamalara bir sınır getirmeli; bir kulübün transfer harcamaları dahil işletme giderlerinin mevcut gelirlerinin %70'ini geçmeyecek şekilde bir düzenleme yapmalı;

6. Kulüp borçlanmalarına üst sınır getirilmeli; dengeli bilançosu ve mali yapısı olmayan kulüpler yarışmalara alınmamalı;

7. Kulüp yapılarına kurumsal yönetişimin egemen kılınarak, finansal şeffaflık sağlanmalı;

8. Finansal uygunsuz davranışların önüne geçebilmek için kulüplerin bağımsız dış denetimleri yapılmalı;

9. UEFA ve ulusal federasyonların uzman ve sahtekârlıkla mücadele için bağımsız organlar da dahil olmak üzere iç yönetim birimleri oluşturmalı;

10. Futbol rekabet hukuku yeniden düzenlenmeli;

11. Futboldaki şike, rüşvet, teşvik, sahtekârlık, para aklama, şiddet veya diğer her türlü yolsuzluk ve suç faaliyetlerinin tespit ve önlenmesi için, adli yargı daha öncelikli olarak olaya müdahil olmalı;

12. Çocuk ve reşit olmamış genç oyuncu ticareti yeniden düzenlenmeli;

13. UEFA ve lokal federasyonların bütçe yönetimi rekabeti artıracak şekilde yeniden  belirlenmeli; futbolun emrine aloke edilecek miktar daha artırılmalı; Federasyonların bağımsız kar merkezi olmalarının önüne geçilmeli; 

14. UEFA kriterleri uygulamasında haksızlığa ve eşitsizliğe neden olabilecek eşit olmayan uygulamalara son verilmeli;

15. Lokal federasyonlar yarışmacı rekabeti artırabilecek ve daha geniş katmanların temsiline olanak sağlayacak şekilde yeniden örgütlenmeli;

16. UEFA ve Lokal federasyonlar nezdinde mutlaka, finansal sıkıntı ve problemler yaşayan kulüpler için bu sıkıntılarını atlatmalarına olanak sağlayacak bir havuz fon ve rezerv kaynak oluşturulmalı;

Türkiye Futbol Federasyonu'nun yapması gerekenler;

TFF  yukarıda belirtilenlere ek olarak;

1. Türkiye Süper Ligi'nde gelir dağıtım kriterleri daha dengeli ve rekabeti artıracak şekilde yeniden düzenlenmeli;

2. Turkcell Süper Ligi'ne daha geniş bir coğrafya'dan katılım olanağı yaratılmalı;

3.  Alt Liglerin statüleri değiştirilmeli profesyonel kulüp sayısı azaltılmalı; amatör kulüp yapılanması daha ön plana çıkartılmalı;

4. Futbolcuların sosyal güvenliklerini sağlayacak bir sosyal fon oluşturulmalı;

5. Kulüplerin ve tüm futbol çevresinin daha geniş katılımlarının sağlanacağı bir genel kurul yapılanmasına gidilmeli;

6. Federasyon'un futbolun gelişimi ve ilerlemesi ile rekabeti artırabilecek yapıyı oluşturabilmek için, Ar-Ge'ye ayıracağı bütçe daha fazla artırılmalı;

7.  Dernek statüsündeki kulüplerimizde finansal şeffaflığı artıracak şekilde genel kurulların yeniden yapılanması sağlanmalı;

8. Kulüpler arasında haksız rekabete neden olabilecek ve dolaylı ya da dolaysız fayda sağlayabilecek rant transferlerine son verilmeli;

9. UEFA Kriterleri  kulüp ayrımı yapmaksızın tavizsiz bir şekilde uygulanmalı; kriterleri yerin getirmeyen/getiremeyen kulüpler, haksız rekabet üstünlüklerini kullanamamalı;

10. Teşvik, şike, rüşvet, şiddet gibi futbol dışı ögelerin futbolu etkilemesini önleyecek gerekli  iç hukuk düzenlemeleri yapılmalı;  kulüp ayrımı yapılmaksızın bu düzenlemeler  hayata geçirilmeli;

11. TFF rekabet yönetiminde daha şeffaf  bir örgüt yapılanmasını gerçekleştirmeli;

12. Mevcut TFF yapılanması yerine daha geniş bir tabana ve yaygınlığa sahip, daha şeffaf; rekabeti daha iyi yönetecek; futbol pastasını daha fazla büyütebilecek; rekabeti artırabilecek; kuvvetler ayrılığı ilkesine göre organize olmuş bir örgütsel yönetim yapısı oluşturulmalı;

Kaynak: http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109

 

Feel the Difference, Feel the Excellence
Yukarı
tatar ilker Liste gör
Usta Yazar


Tatar İlker
Yaş: 41
Katılım: 30/Tem/2007
Yer: Istanbul
Online Durum: Offline
Mesajlar: 2637
  Alıntı tatar ilker Alıntı  CevaplaCevapla Direct Link To This Post Tarih: 07/Tem/2009 saat 09:50
Altyapı mı? Altta Kalan Yapı mı? (I)

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
taksar@gmail.com

22.06.2009 - 09:05
 

2009/10 sezonunda Galatasaray ile birlikte Türk futbolu ilk defa bu kadar heyecan uyandıran bir teknik adamla Frank Reijkaard ile birlikte olacak. Bu heyecan nereden geliyor diye soracak olursanız, karşınıza 2008/09 sezonunda Şampiyonlar Ligi finalini kazanan  Barcelona ve onu bu noktaya taşıyan en önemli isimlerden birisi olan Rijkaard çıkıyor.

Rijkaard altyapıya çok önem veren ve güvendiğinde yaşını gözetmeksizin genç futbolcuya formayı  teslim eden bir teknik adam. Barcelona son Şampiyonlar Ligi'nde Manchester United'ı ezerek yenip, kupayı havayı kaldırdığında, takım kadrosunda altyapıdan gelen yedi futbolcu bulunmaktaydı ve bu futbolculardan üç tanesi Rijkaard ile ilk kez Barcelona A takımının formasını giymişlerdi. Bu futbolcular, Valdes, Iniesta ve Messi'ydi…

İşte biz bu kapsamda Türk futbolunun altyapısı ve altyapıdan yetişen yetenekler üzerinde duracağız.

Geçen haftalarda bu sütunlarda "Rijkaard Türk Futbolu İçin Bir Şans Olabilir mi?" Başlıklı bir yazıyı kaleme almıştık. Rijkaard ve Barcelona ekseninde bu hafta da Türk Futbolunun alt yapısının ne durumda olduğunu irdeleyeceğiz. Yazımız iki bölümden oluşacak. Bu haftaki bölümde genel olarak altyapı üzerinde durmaya çalışacağız…Gelecek haftaki yazımızda ise  altyapı temelinde futbolumuzun insan kaynakları ve Türkcell Süper Ligde altyapıda kulüplerimizin genel durumları üzerinde duracağız…

Altyapı Sorununa Giriş

Kısır ve sonuç getirmeyen tartışmalar neredeyse futbolumuzun odak noktasını oluşturuyor. Bu tartışmaların başında da bir türlü gündemden düşmeyen "yabancı oyuncu sayısı"nın serbest bırakılması konusu  geliyor.

Bir yandan yabancı oyuncu sayısının serbest bırakılması tartışılırken; diğer yandan bu uygulamanın Türk futboluna olumsuz etkilerinin olabileceğinin de altı çiziliyor. Gerçekten de son zamanlarda görüyoruz ki, hemen hemen tüm takımlarımızda bol miktarda yabancı oyuncu var ve bunların bir çoğu da yedekte bekliyor.  Yani takımlarımızda "bir yabancı oyuncu hovardalığıdır" sürüp gidiyor.

Yapılan onlarca transfer, harcanan milyon dolarlar ve bir türlü gelmeyen sportif performans... İşin daha da kötüsü, yerli oyuncularımızdan  kalite açısından çok da farkı olmayan bu oyunculara gösterilen sabır ve tahammülün yerli ve genç oyucularımıza gösterilmemesi. Tüm olumsuzluk ve yetersizliklerine karşın milli takımımızın en kilit mevkilerinde oynayabilecek oyuncularımızın kendi takımlarında yer bulamamaları nedeniyle, bu önemli mevkilere oyuncu bulmakta güçlük çekmemiz sonuçta Aurello gibi zorlama çözümlere yönelmek zorunda kalmamız...

Bu koşullar altında gereksinim duyduğumuz mevkilere oyuncu bulmakta zorlanıyoruz. Özellikli oyuncularımızın kendilerine ilk on birde yer bulamamaları ise sorunun giderek kronikleşmesine yol açıyor. Oysa 2000 yılında Galatasaray UEFA Kupası'nı ve Süper Kupayı kazanırken; bir yıl sonra Şampiyonlar Ligi'nde gruptan çıkıp, çeyrek final oynarken;  2002'de de milli takımımız Dünya üçüncüsü olurken bu sorun bu kadar yakıcı değildi. Yabancı oyuncu yine vardı. Ancak mevcut oyuncular gerçekten Türk futboluna ilave katma değer sağlayan türden oyunculardı ve bu dönemde pırıl pırıl yeni kuşak oyuncular da yavaş yavaş geliyordu. Çoğu altyapıdan gelen bu ışıltılı kuşakla 2003 Yılında Konfederasyon Kupası'nı oynadık ve herkesi kendimize hayran bıraktık. En son Euro 2008'te oynadığımız yarı finale kadar yükselen ve talihsiz bir şekilde Almanya'ya kaybettiğimiz turnuvada da görüldü ki, Türk futbolunun geleceği altyapıda ve altyapıdan gelecek futbolcularda…

Ancak görünen o ki, bugün kulüplerimizin çoğunun kadrosunu kalitesiz, yeteneksiz ve sıradan yabancı futbolcular oluşturuyor. Bu oyuncular Türk futbolcusunun bir yerde önünü kesiyor. Bu durum çoğu altyapıdan yetişen futbolcumuzun kadroda yer almasına bir şekilde engel oluşturuyor. Bu da, çoğu yeteneğin fırsat bulmadan yok olup gitmesine yol açıyor. Burda genel olarak ön plana çıkan temel sorun, özellikle ülkemize gelen yabancı teknik adamların uzun vadeli düşünmelerinden daha çok kısa vadeli amaç ve planlar doğrultusunda hareket ederek, genç futbolculara çok fazla yer vermemesi…Bu olumsuz durumu sadece yabancı teknik adamlarda değil, bu sezon olduğu gibi Mustafa Denizli'de, Bülent Korkmaz'da ve daha başka yerli teknik adamlarda da gördük. Amaç şampiyonluk olunca, hiçbir teknik adam orta ve uzun vadeli planlama içine girmiyor, kısa süreli planlar ve palyatif çözümlerle hareket ediyor.

Genel olarak altyapı nedir, ne değildir?

Altyapı deyince aklımıza ilk olarak üzerinde bir şeyin yükselmesine ve buna bağlı olarak üstyapıların kurulmasına olanak sağlayan temel oluşumlar gelir. Sosyolojide bu, toplumun genel değerlerinin oluşumunu sağlayan somut koşullardır. İktisatta, üretimin üzerinde yükseldiği ve üretim ilişkilerinin düzenlendiği tarihsel organizasyon ve süreçlerdir.  Politikada ekonominin yoğunlaştırılmış  ifadesidir. Çevre ve bayındırlıkta ulaştırma, enerji, haberleşme, sağlık gibi sermaye varlıklarının yetişmiş insan gücüyle desteklendiği yapılardır.

Sporda ve futbolda altyapı

En basit tanımıyla spor kulüplerinde altyapı:  Bu kulüplerde yer alan küçük yaştaki oyuncuları kalitatif ve kantitatif olarak A takıma yetiştirmeye ve hazırlamaya yönelik çalışan sistemsel bir süreç ve organizasyondur. Bu süreç içinde oyuncu nitelik ve nicelik olarak, olgunlaşır, büyür ve ustalaşır. Bu süreç fiziksel koşulların psikolojik koşullarla optimal dengesine ulaştığında da son bulur ve o oyuncu artık bir üst takımda yerini almaya başlar.

Ancak bu süreç çok  maliyetli ve meşakkatli bir süreçtir. Beklenen verimlilik düşük olabilir. Ne var ki, verimliliğin yükseltilebilmesi ve kalitenin kısa süre içinde artırılabilmesi, eğer oyuncunun fiziksel ve psiko-sosyolojik gelişimi de tamamlanmışsa mümkün olabilmektedir. Bunun dünya uygulamalarında örneklerini görebiliyoruz. Özellikle altyapılara yatırılan paraların harcamaların geri dönüşümü belli bir zaman gerektirir. İktisatta buna hasıla katsayısı denir. Yani yatırdığınız kaynağın geri dönüş süresini gösterir. Genellikle bu katsayılar yüksektir ve yatırımlar on-on beş-yirmi yıl gibi süreleri alabilir. Kulüplerin altyapılarında da durum budur. Altyapıdan A takıma bir oyuncunun gelmesi minimum beş yılı almaktadır. Bu süre içinde altyapıya sürekli kaynak aktarmak gerekir. Bir oyuncunun beş yıllık süre içinde minimum maliyeti yaklaşık 200 bin dolar civarındadır. Bu altyapıyı iyi kuran takımlar, zaman içinde bu maliyetlerini bir miktar aşağıya çekebilmektedirler. Ancak alt yapının gerçek hasıla katsayısının düşük çıkabilmesi (yani kendine yapılan tüm masrafları geri döndürme yıl sayısının kısalması) oyuncunun A takımda oynamaya başlamasıyla birlikte, takımına katma değer yaratabilecek düzeye gelmesine bağlıdır.

Altyapıda sorunlar var

Futbolumuzun fidanlığı sayılabilecek altyapıların bugün arzu edilen düzeyden uzakta olmaları, onların A takıma oyuncu yetiştirme verimlerini aşağıya çekiyor. Altyapı Avrupa'da özellikle futbolun olmazsa olmazlarından birisi. Avrupa'nın üst düzeydeki kulüplerinin sadece kendi ülkelerinde değil, aynı zamanda değişik kıtalarda da altyapı yatırımları bulunuyor ve altyapıya ayırdıkları bütçeler önemli büyüklüklere ulaşıyor.

Altyapı sorunlarının başında, altyapıya ayrılan kaynakların yetersizliği geliyor. Aynı zamanda tesislerin de UEFA standartlarının dışında olması, buradan gelecek başarının önünü kesiyor. Altyapı tesisleri genç ve çocuk sporcuların fiziksel ve psikolojik gelişimlerinin de sağlandığı yerler olmasına karşın, bu konularda çok önemli eksikliklerin bulunması, altyapının performansını olumsuz etkiliyor ve buralardan nitelikli oyuncular zor çıkıyor. Altyapıya verilen önemim üstyapıya verilen önemin altında kalması, takımlara yeni ve yetenekli, kaliteli oyuncu transferini önlüyor.

Altyapıya verilecek önem,  en az A takıma verilen önem seviyesine çıktığında bu yapılara gerçek anlamda değer vermiş oluruz. Bu noktada yönetimlerin olaya yaklaşım tarzları çok önemli hale geliyor.  Bugün Süper Lig ekiplerinde bile alt yapıya verilen önem konusunda sorunlar var.

Aslında bugün ligimizin futbol kalitesini etkileyen çok önemli sorunlar var bunları bu platformda zaman zaman tartışıyoruz. Gelir dağılımındaki dengesizlik, üç büyükler lehine konumlanmış bulunan haksız rekabet ve ciddi yönetsel hatalar Türk futbolunu sportif ve mali anlamda olumsuz etkiliyor. Bu kapsamda tartışılan yabancı oyuncu sayısı bile sorunun özünden uzaktır.  Her ne kadar yabancıya bakış açımızı yukarıda ortaya koymuşsak da, aslında sorun yabancıda değil. Kulüplerimizin altyapıya bakış tarzı ve yönetim anlayışlarında yatıyor. Çoğu altyapıda antrenman sahasının bile bulunmayışı; burada görev yapan teknik adamlara asgari ücretten ödemelerin yapılması; uzun vadeli stratejik planların bulunmayışı; bütçeden yeterli payların kulüplerimizce ayrılmaması gibi olumsuzluklar ilk akla gelenlerden birkaçı.

Kulüplerimiz ve federasyon altyapıya ne kadar para harcıyor?

Kulüplerimizin 2005-06 faaliyet raporlarından oluşturduğumuz aşağıdaki tablo bize altyapıya gerekli ve yeterli kaynağın tahsis edilmediğini gösteriyor.  Üç büyük kulübümüz içinde altyapıya en fazla kaynağı Beşiktaş'ın aktardığını ortaya koyuyor. Beşiktaş'ın bir önceki yılda da altyapıya aktardığı kaynak 2006 rakamına yakın tutarda. Aşağıdaki tabloya göre Fenerbahçe toplam gelirinin sadece  yüzde 1,8'ini; Galatasaray yüzde 3,2'sini altyapıya plase ederken; Beşiktaş toplam gelirinin neredeyse yüzde 13,3'ünü alt yapının emrine vermiş durumda. Federasyon ise 70 milyonluk gelirinin yüzde 9,8'ini amatör futbolun hizmetinde kullanmış.

Kulüplerin ve Federasyon'un Altyapı Harcamaları 2005-06

 Altyapıya Harcanan Tutar (YTL) / Toplam  Gelir  İçindeki Payı (%)

Fenerbahçe            2.025.180       1,8

Galatasaray            2.100.963       3,2

Beşiktaş                  6.177.291      13,3

Federasyon             9.961.300        9,8

Birazdan örnek olarak inceleyeceğimiz Ajax kulübünün 2004 yıl sonu verilerine baktığımızda ise, kulübün  toplam 64 milyon euroluk gelirinin % 32'sini altyapının emrine verdiğini görüyoruz. Bu inanılmaz oran kulübe futbolcu satımından çok yüksek tutarlarda bonservis bedelini de beraberinde getiriyor. 

Altyapı denince Avrupa'da akla ilk gelen kulüp: Ajax

Ajax yıllardır altyapıya verdiği büyük önem nedeniyle tüm Avrupa kulüplerinden farklı bir yere ve imaja sahip. Hatta Hollanda'da da bebeklerin anne ve babalarından önce Ajax ismini söyledikleri rivayet olunuyor. Şaka bir yana gerçekten de Ajax bu konuda haklı bir üne sahip... Bugün 64 milyon euroluk gelirinin %32'sini alt yapının emrine veren başka bir kulüp de bulunmuyor zaten. Ajax'ın mükemmel ArenA'sının hemen yanı başında mükemmel bir antrenman ve altyapı merkezi bulunuyor. "De Toekomst" (Gelecek)  adı verilen bu altyapı merkezin de 7 doğal çim,  1 yapay çim sahanın yanı sıra ve Ajax'ın PAF takımının maçlarını oynadığı küçük de bir stadyum bulunuyor.

1995 yılı Şampiyonlar Ligi Kupası'nın gelirleriyle bu altyapı tesislerini yapan Ajax, geçen süre içinde bu altyapı yatırımına tam 30 milyon euro harcamış ve bugün bu tesislerde tam 160 genç futbolcu Ajax'ın ArenA'sına çıkabilmek için kendisini yetiştiriyor. Burada yetişen gençler kapılarındaki ünlü Ajax'lı oyuncuların resimleriyle büyüyorlar ve bir gün onlar da Cruyff olabilmenin hayalini kuruyorlar.

De Toekomst'ta tam 10 antrenör, yaşları sekiz ila on sekiz arasında değişen gençleri yetiştiriyor ve onları yaşlarına göre kategorilere ayırıp, A1 kategorisinde olanları Ajax'a transfer ediyorlar. Bugüne kadar altyapıdan gelip Ajax'ın simgesi olmuş oyuncularından ilk aklımıza gelenler:  Wim ANDERİESEN, Piet van Reenen, Johan Cruyff, Johan Neeskens, Arie Haan, Wim Suurbier, Ruud Krol, Barry Hulshoff, Johnny Rep, Frank Rijkaard, Marco van Basten, Edgar Davids, Clarence Seedorf, Patrick Kluivert, Frank ve Ronald de BOER, Nwankwo Kanu, Marc OVERMARS, Dennis Bergkamp, Edwin van der Saar, Danny Blind, Aron Winter...

Altyapıdan gelen genç oyuncuları büyük paralar karşılığında İtalyan, İngiliz veya İspanyol kulüplerine satan Ajax'ın gelir tablosunda her zaman önemli bir tutarda "transfer geliri" bulunuyor. Son on beş yılda altyapıdan gelen 12 adet futbolcusunu satan Ajax bu transferlerden yaklaşık 65 milyon Euro gelir elde etmiş. 

Altyapıya verilen önem ve kulübün politikası hakkında Frank RİJKAARD'ın söyledikleri çok önemli. Rijkaard "Ajax'ta önemli olan, gençleri çok iyi bir şekilde yetiştirmek ve daha sonra ise onları yüksek transfer bedelleriyle satmaktır. Kulüp, politikası nedeniyle kesinlikle pahalı transfer yapmıyor. Onun yerine kendi yıldızlarını yetiştiriyor ve bunu da yıllardan beri başarıyla sürdürüyor" diyor.

Ajax altyapıda bu sağlıklı yapılanmayı gerçekleştirdikten sonra hem sportif hem de mali anlamda bugün çok iyi yönetilen bir kulüp kimliğini kazanmış durumda.  18 Mart 1900'de kurulan Ajax bugüne kadar tam 27 kez Hollanda Ligi'ni kazanırken; 14 Federasyon,  3 Avrupa Kupa Galipleri, 1 Şampiyonlar Ligi  ve  1 adet de UEFA Kupası'nı müzesine götürebilme başarısı göstermiş. 

Mali anlamda ise son derece sağlıklı ve sağlam bir yapıya sahip. Yıllık ortalama 60 milyon  euro civarında gelir elde eden Ajax, Avrupa'da faaliyetlerinden kâr eden nadir kulüplerden birisi. Bilançosunun %70'i öz kaynaklardan oluşuyor, yıllık faaliyetlerinden 24 milyon euro operasyonel kâr elde edebiliyor ve sıfır banka kredisiyle çalışıyor.

Ajax'ın altyapı felsefesi

Total futbolu dünya futboluna armağan eden Richuls MİNEL ve onun efsane takımı Ajax'la başlayan sürekli ve yüksek tempolu futbolu devam ettirebilmek için bugün Toekomst'a gelen her yıldız adayının alan kontrol zekası, sezgisel zekası ile algılama ve kavrama zekası özel inceleme altına alınır ve gelişimi çok yakından takip edilir.  Buna göre;

1) Alanı kontrol zekası önemlidir çünkü: Çağdaş futbolda esas olan alan mücadelesi ve savunmasıdır. Bu anlamda presle rakibin alanı daraltılırken, kendisine oynama alanı açmak temel amaçtır.

2) Sezgisel zeka önemlidir çünkü: Futbolcunun yerinde ve zamanında kademeye girebilmesi, olası pozisyonları önceden hissederek, buna göre pozisyon alması ve takımını atağa kaldıracak varyasyonları önceden düşünerek planlaması önemlidir.

3) Algılama ve kavrama zekası önemlidir çünkü: Saha içi olaylarını erken görmek ve algılamak, buna göre futbol aklını sonuna kadar kullanmak, saha içi görüş alanını geniş tutmak; antrenmanda öğrendiklerini saha içinde uygulayabilmek önemlidir.

Buna göre Ajax'ın altyapı felsefesi temel anlamda psiko-sosyolojik öğeleri bünyesinde taşıyor. TIPS (T= technique/teknik, I=intelligence/zeka, P= personality/kişilik, S= speed/ hız.) denen bir yöntem bu anlayışta egemen bir rol oynuyor.  Yani teknik ve zeka sahibi, aynı zamanda yüksek performans ortaya koyabilecek kişiliğe kavuşmuş ve süratli oyuncular yetiştirmeye dayalı total futbol anlayışıyla futbolun çehresi değişti, Ajax büyük başarılara imza attı ve dünya futboluna çok önemli yıldızlar kazandırdı.      

Altyapıda Barça Gerçeği

Bu yılı 3 kupa ile kapatan Avrupa Şampiyonu Katalan ekibi Barcelona'nın, Şampiyonlar Ligi'ni, La Liga'yı ve Kral Kupası'nı kazanırken, kadrosunda altyapıdan gelen yedi futbolcuya sahip olduğunu bir kez daha  anımsayalım.

Roma'da Şampiyonlar Ligi finalinde Manchester United'a top göstermeyen Barcelona'nın kadrosundaki altyapıdan gelen yedi oyuncuya  birlikte göz atalım.

Kalede V.Valdes, 27 yaşında ve 1992 yılında altyapıda futbola başladı ve Rüştü'nün Barcelona'ya transfer olduğu yıl, kaleyi VALDES'e RIJKAARD teslim etmişti.

Takımın en yaşlılarından 31 yaşındaki PUYOL, Barcelona altyapısında 1994 yılında futbola başladı. Daha sonra A takımına yükselen PUYOL,  hem Barcelona'nın hem de İspanyol milli takımının değişmez sağbeklerinden birisi olarak görev yapıyor. 

Defansın göbeğinde oynayan 22 yaşındaki PIQUE 1997 yılında altyapıda futbola başladı. Oynadığı  başarılı oyunuyla takımına sağladığı katma değer her geçen gün daha da artıyor.

4-3-3 formatında oynayan Barcelona'nın orta sahasındaki üçlünün sağ kanadını parsellemiş durumdaki 29 yaşındaki XAVI 1991 yılında; orta sahanın ortasında oynayan 20 yaşındaki BUSQUETS 1998 yılında ve orta sahanın solunda oynayan ve Barcelona'nın MESSI'den sonraki gözbebeği ve ilk kez RIJKAARD'ın forma verdiği 25 yaşındaki  INIESTA 1996 yılında Barcelona'nın altyapısında futbola başlayıp daha sonra A takımına yükselen yıldızları.

Ve Avrupa futbolunun bir numarası, Rijkaard'ın parlatıp, Barcelona'ya monte ettiği 21 yaşındaki MESSI'nin de 200 yılında Barça'nın alt yapısında futbola başladığını belirtelim.

Yukarıda saydığımız 7 oyuncu, Manchester United'a karşı oynanan final maçında ilk 11de yer aldı.

Bu yedi futbolcunun dışında Sırp asıllı Bojan Krkc, kaleci Jorguera, Pedro Rodrıquez ve Victor SANCHEZ de A takımı zorlayan genç yıldızlardan bazıları…

Tabiki ve de en önemlisi takımın başındaki Pep Guardıola, alt yapıdan yetişmiş, 11 yıl Barcelona'ya hizmet vermiş, efsane kaptanlardan birisi olarak yeşil sahalarda Barça ve İspanyol futbolu için ter dökmüş bir oyuncu ve teknik adam…

Pep GUARDIOLA geçen yıl Barcelona'nın B takımını çalıştırmaktaydı ve o, daha ilk yılında Barça'ya üç büyük kupa kazandırdı.  Pep'in bu işe başlarken Ronaldinho gibi bir yıldızı da sattığını unutmayalım. Aslında Ronaldinho, Rıjkaard döneminde takımdan kopmaya başlamıştı.

Kısacası ilk onbirinde B takımından gelen yedi Katalan oyuncusu bulunan ve bu kadronun emanet edildiği teknik adamın da aynı süreçten geçerek buralara geldiğini düşünürsek; bu takımın başarısı ve felsefesi de kendiliğinden ortaya çıkmış oluyor. Öyle ki, aynı dili, aynı kültürü konuşan ve yaklaşık on yıldır bir arada oynayan Xavi ile İnesta'nın, nasıl olup ta bu kadar birbirini tamamlayan bir ikili olduğunu; bir makine düzeninde oynayan orta sahanın nasıl olup ta bir tek pas hatası yapmadan maçı tamamladığının yanıtı işte burada yatıyor.

Barcelona Bu işi Nasıl Becerdi?

Avrupa'nın bir numaralı takımı ve kulübü konumundaki Barcelona, Manchester United'a top göstermeyen bir futbol oynarken bu oyunun mimarı oyunculardan INIESTA, MESSI ve kaledeki Valdes Rıjkaard tarafından Barcelona'nın A takımın alınmış ve daha sonra bir daha formayı bırakmamış oyunculardan sadece üçü.

Barcelona altyapının yanı sıra doğal olarak her transfer sezonunda yaptığı flash transferlerle de adından söz ettiren bir ekip…Ancak kulübün sahip olduğu "izleme timleri"  Tüm kıtalardaki scoutları sayesinde sürekli futbolcu takibindeler. Bunların raporlamaları, sistematik veri girişleri, futbolcularla ilgili bilgilerin A'dan Z'ye taranması bu kişilerin görevleri arasında. Bu nedenle Arsenal, Manchester, Barselona gibi takımlar bizim ismini ancak yıldız olduktan sonra duyduğumuz futbolcuları çocuk yaşta bulup, kulüplerine adapte edebiliyorlar. Barcelona'nın  futbol okullarında yüzlerce çocuk futbolcu eğitiliyor, yetiştiriliyor ve A takıma oyuncu olarak hazırlanıyor. Barcelona'nın altyapıya ayırmış olduğu bütçe, toplam bütçesinin yüzde yirmisine yakın bir tutarı oluşturuyor ve bu bütçenin harcanmasından doğrudan altyapıdan sorumlu direktör sorumlu. Yine altyapıdan sorumlu  scoutlar yılın dörtte üçünü tüm dünyayı dolaşarak, futbolcu arayarak geçiriyor.  Bizim kulüplerimizde bu iş için yıllık 50 ila 100.000 dolar civarında para harcanırken; geçen yıl Barcelona bu iş için yaklaşık 1.5 milyon dolar para harcamış. Tam 12 tane scout ekibi bulunan Barcelona, geleceğin yıldız adaylarını böyle keşfediyor.  Altyapıdan yetişen oyuncuları olgunlaştırmak ve oynamalarını sağlamak için gerektiğinde başka takımlara yıllık olarak kiralamaktalar ve bu şekilde bu oyuncuların performanslarını artırmaya çalışmaktalar.

Feel the Difference, Feel the Excellence
Yukarı
tatar ilker Liste gör
Usta Yazar


Tatar İlker
Yaş: 41
Katılım: 30/Tem/2007
Yer: Istanbul
Online Durum: Offline
Mesajlar: 2637
  Alıntı tatar ilker Alıntı  CevaplaCevapla Direct Link To This Post Tarih: 07/Tem/2009 saat 09:57
Alt yapı mı, altta kalan yapı mı? (II)

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
taksar@gmail.com

06.07.2009 - 00:30
 

Bir hafta arayla futbolumuzun altyapı problemlerine yönelik araştırma ve analiz yazımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. İki hafta önce yine bu sütunlarda genel olarak altyapıyı tanımlamaya çalışmış ve buna ilişkin bir dizi genel saptamalarımızı yapmıştık. Buna göre altyapının altta kalmaması için neler yapılmalı? Bu konuda yol alabilme şansımız var mı? Kulüplerimiz yıllık altyapıya ne kadar bütçe ayırıyor? Bu bütçeler yeterli mi? Yerimde ve verimli kullanılıyor mu? Geçen sezon itibariyle Süper Lig'de mücadele eden kulüpler alt yapıdan ne kadar faydalanabilmişler ve sonuç olarak ta, neler yapılmalı üzerinde bu hafta durmaya çalışacağız.

Aslında bu hafta yoğun transfer haberleri nedeniyle transferler ve buna ilişkin ekonomi üzerinde duracaktık. Futbolculara inanılmaz paralar harcanıyor. Bu değirmenin suyu nereden geliyor ve bu iş nereye kadar gider? Bunu analiz edecektik, ancak yarım kalan yazımızı tamamlamak ve bir bakıma da transferlerin biraz daha netlik kazanması bakımından gelecek hafta bu konuyu gündeme taşımayı daha uygun bulduk…

Şimdi biz geçen haftadan yarım kalan altyapı sorunsalının ele alındığı yazımıza dönelim…

Alt Yapıyı Unuttuk mu?

Takımlarımızın geçen yıl Avrupa kupalarında yaşadığı başarısızlıklar, milli takımımızın 2010 Dünya Kupası'na giden yolda ıskaladığı maçlar, takımlarımıza milyon dolarlar ödenerek getirilen yabancılardan bir türlü istenilen performansın alınamaması ve son zamanlarda transferlere çılgınca harcanan paralar, dikkatlerimizin yeniden altyapıya çevrilmesine neden oluyor.

Futbolumuzun altyapısına yönelik Doç.Dr. Kutlu MERİH ile yaptığımız araştırmalar sonucunda ulaştığımız sonuçları 2008 yılında kaleme aldığımız Futbol Yönetimi isimli kitabımızda yayınlamıştık. Bu araştırmalarımız sonucunda gördük ki; Avrupa'da altyapıya en az önem veren liglerin başında Türkcell Süper Lig geliyor ve Türk takımları altyapıya gereken önemi vermede Avrupalı rakiplerinin çok gerisinde kalmışlar.

Gerçi son zamanlarda özellikle Federasyon'un UEFA yönlendirmeleri doğrultusunda "Herkes için Futbol" ve "Grassroots" projesi kapsamında, fair play olgunun yaygınlaştırılması temelinde daha çok lisanslı oyuncuya ulaşılması, yeni yeteneklerin keşfedilerek, Türk futboluna kazandırılması ve buna yönelik futbol okullarının açılması gibi projelerle altyapıya yönelik bazı adımlar atılmaya başlandı. Bu en azından ümit verici bir gelişme olmakla birlikte, hala kulüpler bazında altyapıya "gelecek" için bir türlü odaklanamadık.

Avrupa Altyapıda Ne Durumda?

Avrupa'nın önde gelen futbol ülkeleri İngiltere, İspanya, Almanya, İtalya, Fransa ve Hollanda ligleri üzerinden yapılan incelemenin sonuçlarına göre, neredeyse sınırsız yabancı oynatma hakkına sahip bu ülkelerde dahi kulüplerin kendi altyapılarından yetiştirdikleri futbolcu sayısı Türkiye'dekinden çok daha fazla... Altyapıdan yetişen oyuncuların A takımlarında yer bulabilmesi konusunda Fransa rakip tanımıyor. Fransa Ligi'nde tam 171 oyuncu altyapılarından yetiştikleri kendi takımlarında forma giyme fırsatını yakalamış durumda. 1998 Dünya ve 2000 Avrupa Şampiyonu Fransa'nın bu başarısının tesadüfi olmadığı kulüplerdeki adeta bir "futbolcu fabrikası"na benzeyen yapılanmayla da ortaya çıkıyor.

Fransa'da her kulüp altyapısından yetişen ortalama 8,5 futbolcuya yer veriyor. Bu rakam Türkiye'de 3,7'de kalıyor. Fransa'nın ardından İngiltere'de 5,8, "yabancı cenneti" İspanya'da ise 5,6 ortalamayla altyapıdan yetişen futbolcular takımlarında yer buluyor. Hollanda'da ise bu rakam 4,9. Türkiye'nin geride bıraktığı ülkeler ise 3,6'lık İtalya ile 2,6'lık Almanya. İtalya ve Almanya futbolunun son yıllarda yaşadığı krizde bu rakamların büyük etkisinin olduğunu ve iki ülkenin de futbolcu kaynaklarında ciddi azalma yaşandığını söylemek haksız olmaz.

Yaptıkları astronomik transferlerle dünya futboluna damgasını vuran dev kulüpler bile altyapıdan oyuncu yetiştirme konusunda Türk kulüplerinin çok önünde bulunuyor. Fransa'da kendi yetiştirdiği 15 futbolcuya A takımında yer veren Nantes'ın yanı sıra Metz (14), Toulouse (13), Auxerre ve Lille'i (12) "aşırı örnekler" olarak bir kenara bırakırsak da, son yıllarda Şampiyonlar Ligi'ndeki başarısıyla göz kamaştıran Lyon'u devre dışı bırakmak mümkün değil. Lyon, altyapısından yetiştirdiği 9 futbolcusuyla hem Fransa, hem de Şampiyonlar Ligi'nde gösterdiği performansla parmak ısırtıyor. İspanya'da Barcelona (7), Real Madrid (4), İngiltere'de Manchester United (9), Liverpool (6), Chelsea (5), Hollanda'da da Ajax (11) altyapıdan yetiştirdiği futbolcularıyla Avrupa'nın hatta dünyanın dev takımları arasında yer almayı sürdürüyor.

Futbolumuzda sorun sadece yabancı transferinde mi?

Türkiye'de ise Trabzonspor 8 altyapı futbolcusuyla ilk sırada yer alırken, bu sayı Galatasaray'da 5, Fenerbahçe'de ise 3. 80'li ve 90'lı yıllarda altyapıdan yetiştirdiği futbolcularla Türk futboluna damga vuran Beşiktaş'ın bugünkü kadrosunda "öz kaynak düzeninden yetişen sadece 2 oyuncunun yer alması ise dikkat çekiyor.

 Ülke            /    Alt yapıdan oyuncu sayısı             /         Ortalama

Fransa               171                                                          %8,55

İngiltere            116                                                             %5,8

İspanya             112                                                             %5,6

Hollanda              89                                                             %4,9

İtalya                   72                                                             %3,6

Türkiye                 67                                                              %3,7

Almanya               48                                                              %2,6

 Son beş yılda süper lig'de kulüplerin altyapıdan gelen futbolcu sayıları

Süper Lig'de yer alan kulüplerimizin altyapıdan gelen futbolcu sayıları aşağıdaki tablo ile okurun dikkatine sunulmaktadır. Sayılar ne yazık ki tatmin edici olmaktan uzak görünüyor. Altyapıda en başarılı kulüp olarak 7 futbolcu ile Galatasaray'ı görebiliyoruz.

Aşağıdaki tabloya göre Turkcell Süper Lig ekiplerinin altyapıdan A takımına aldıkları ortalama oyuncu sayısı 3,2 civarında. Bu sayı bize altyapıdan yetişip gelen ve A takımında forma giyen oyuncuları anlatıyor. Bu sayı aynı zamanda bize Türk kulüplerinin bu konuda ne  kadar yetersiz kaldıklarını da gösteriyor. Şampiyon Beşiktaş'ın altyapıdan sadece 2 futbolcu çıkartabilmesi, bize durumun vahametini ortaya koyuyor. 

Altyapıdan A Takımına Geçen Oyuncu Sayısı

BEŞİKTAŞ A.Ş.   2

SİVASSPOR       4

TRABZONSPOR A.Ş.  4

FENERBAHÇE 2

GALATASARAY A.Ş. 7

BURSASPOR   2

KAYSERİSPOR 6

GAZİANTEPSPOR  3

BÜYÜKŞEHİR BLD.SPOR  2

ANKARASPOR A.Ş.  2

ESKİŞEHİRSPOR 2

ANTALYASPOR A.Ş. 2

MKE ANKARAGÜCÜ 7

GENÇLERBİRLİĞİ 2

DENİZLİSPOR 3

KONYASPOR 2

KOCAELİSPOR 3

HACETTEPE SPOR 3

Son beş yılda Avrupa'da bazı kulüplerin altyapıdan gelen oyuncu sayıları

Avrupa'nın üst düzey takımlarında alt yapıdan gelen oyuncu sayıları yine aşağıdaki tablo ile sizlerin bilgilerine sunuluyor…Bu tablodan Türk futbol kulüplerinin alacağı önemli mesajlar bulunuyor. Alt yapıdan A takımlara en fazla oyuncunun Fransız takımlarından geldiği görülüyor.

Nantes 15

Metz 14

O.Lyon 9

Roma 8

Milan 3

Inter 2

Juventus 2

W.Bremen 5

Bayern Munich 2

Osasuna 13

Barcelona 7

Real Madrid 4

Man.Utd. 9

Liverpool 6

Arsenal 5

Chelsea 4

Ajax 11

Altyapıyı Geliştirmek İçin Ne yapmalı?

Bugün Şampiyonlar Ligi Kupası'nı havaya kaldıran Barcelona'da bile takımın omurgasını oluşturan oyuncular altyapıdan geliyorsa, bunun üzerinde durmalı ve düşünmeliyiz. Geçen haftalarda bu konuyu detayıyla ele aldık irdeledik.  2000 yılında Galatasaray UEFA Kupası'na uzanırken takımın omurgası kimlerden oluşuyordu bir düşünelim…

Türk futbolunun geleceği kendi altyapısındadır. Altyapımızı bir an önce gerçek bir fidanlık haline getirmemiz gerekiyor. Yabancı futbolcu çöplüğüne dönüştürdüğümüz futbolumuzda, yeni, yetenekli gençlere yol verebilmek ve onları yetiştirebilmek için Federasyon'un önünde önemli görevler duruyor. Özellikle yabancı oyuncu transferlerine akıttığımız paralar, Türk futbol altyapısının önünü kesiyor. Altyapıya yıllık 1 milyon dolar ayırmaktan imtina eden kulüplerimiz, bir yabancı transferi hovardalığı içinde kulüp fonlarını çarçur etmekteler. Bu böyle gidemez. Kulüplerin yabancı oyuncu transferi mutlaka denetim altına alınmalıdır. Kalitesiz ya da vasat yabancılarla kulübeyi doldurma yerine, kulüplerimizin altyapıdan daha fazla oyuncu çıkartmalarını sağlayacak bazı teşvik edici ve özendirici önlemleri  almak bugün TFF'nin en önemli görevleri arasındadır.  TFF bu konuyu daha cazip hale getirebilmek için her takıma asgari altyapı oyuncu sayısı ya da daha fazla altyapı oyuncusunun yer almasını sağlayacak bazı ödül ve teşvik önlemleri almalıdır. Bunların  ne olabileceği aşağıda bilgilerinize sunulmaktadır.

Öneriler…

1.Federasyon'un yapması gerekenler;

"Tüm kulüplerin altyapıdan en az dört futbolcuyu ilk onsekizlerine alacak şekilde takım kadrolarını oluşturmaları sağlanmalıdır.

"Her kulübün altyapıdan A takımı kadrosuna girecek ve resmi maçlarda oynayacak her futbolcusuna maç başına  cazip bir parasal ödül verilmelidir.

"Her kulüp için bu tutarlar, bankalarda açılacak bir altyapı fonunda biriktirilmelidir.

"Tüm profesyonel ve amatör kulüpler için ayrı bir altyapı fonu kurulmalı ve bu fon Federasyon tarafından adil ve rakebeti artıracak şekilde kullanılmalıdır.

"Kulüplerin yabancı transferlerine bazı kısıtlar getirilmelidir.  (örneğin hiç kendi ulusal takım formasını giymemiş oyuncunun transferine izin verilmemelidir)

"Yabancı sayısı yeniden gözden geçirilmeli ve 4+1 ile sınırlanmalıdır.

"Bir sezon içinde resmi maçların üçte birinden azında oynayan oyuncular için, bu oyuncuları transfer eden kulüpler, TFF nezdindeki altyapı fonuna belirli bir miktar para ödemelidir.

"Altyapıdan yetişen her oyuncu için TFF ayrıca bu kulüplere cazip yetiştirme primleri ödemelidir.

"Kulüplerin transfer bütçeleri mutlaka, transfer sezonu öncesi TFF tarafından onaylanmalı ve tescil edilmelidir. Bunda özellikle yabancı oyuncu transferleri için her kulüp, TFF'na ayrıca bir ekstra prim ödemelidir.

"TFF kulüplerin altyapı finansman problemleri için uygun borçlanma maliyetli ve uzun vadeli fonlar sağlamalıdır.

"TFF'nun özellikle Altyapı fonlarından daha fazla kaynağın Türk futboluna kanalize edilebilmesi için gerekli girişimlere önem vermelidir.

"TFF'nin bütçesi içinde altyapıya ayrılan tutarın payı %20'den az olmamalıdır.

"TFF kendi bünyesinde altyapı oyuncularına yönelik, onların bireysel bazda gelişimlerini sağlayacak eğitimler organize etmelidir. Bu kapsamda oyuncuların teknik, taktik ve kondüsyon yönünden gelişimlerinin yanı sıra, diğer temel konularda da sezonun belirli dönemlerinde kendi tesislerinde belirli sayıda oyuncuya gerekli eğitimleri sağlamalı ve bunları bir sertifikaya bağlamalıdır. 

2.Kulüplerin Yapması gerekenler

"Her futbol kulübü kendi bünyesinde, diğer gelirlerden ayrılacak gelirlerden oluşturulmak üzere  mutlaka  bir "Alt yapı fonu" kurmalıdır.

"Bu fona kulüp gelirlerinden aktarılacak pay minimum yüzde yirmi olmalıdır.

"Her kulüp her sezon kendi A takımına en az dört futbolcu yetiştirmelidir.

"Alt yapıya ayrılan bütçe içerisinde özellikle tesisler ve antrenman sahalarının mutlaka A takım standartlarında olması sağlanmalıdır.

"Alt yapıda yer alan oyuncuların aynı zamanda eğitim ve öğretimlerini de sağlayacak şekilde bir organizasyon sağlanmalıdır.

"Alt yapıda yer alan oyunculara teknik, taktik ve antrenman bilgi ve deneyimleri A takımın hocasının nezaretindeki bir hoca tarafından sağlanmalıdır.

"Altyapıda yer alan oyunculara aylık belirli bir tutarda para, ailelerine yetiştirme aylık bedeli olarak ödenmelidir.

"Alt yapı programında, tamamen bilimsel verilere dayalı bir antrenman programı hazırlanmalı ve bu programlar, Avrupa'nın bu konuda iyi olan kulüplerinin programlarından örnekler içermelidir.

"Her yıl alt yapıda yer alan oyuncular mutlaka, Avrupa'da bu işte iyi olan kulüplere götürülmeli, belirli süreler, o kulüp altyapılarıyla bir süre antrenmanlara çıkartılması sağlanmalıdır.

"Alt yapıda, oyuncuların gelişimine yönelik olarak "Temel Eğitim Antrenmanları" çok düzenli bir şekilde sürdürülmeli; bu antrenmanları mutlaka  "Gelişim Dönemi Antrenmanları takip etmelidir.

"Altyapıda yer alan her oyuncunun bireysel formasyon gelişimine yönelik oyuncu bazında özel eğitimler planlanmalı; bu eğitimler bir süre TFF tarafından organize edilmelidir. Özellikle oyuncuların yeteneklerinin daha geliştirilmesi ve yarışmacı özelliklerinin artırılabilmesi için her türlü taktik, teknik ve kondüsyon antrenman ve eğitimlerinin bireysel olarak hayata geçirilmesi sağlanmalıdır.

Feel the Difference, Feel the Excellence
Yukarı
tatar ilker Liste gör
Usta Yazar


Tatar İlker
Yaş: 41
Katılım: 30/Tem/2007
Yer: Istanbul
Online Durum: Offline
Mesajlar: 2637
  Alıntı tatar ilker Alıntı  CevaplaCevapla Direct Link To This Post Tarih: 15/Tem/2009 saat 11:48
Her iki tarafı keskin bıçak: Transfer ekonomisi

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
taksar@gmail.com

13.07.2009 - 09:08

 

Geçen yıl kadar olmasa da kulüplerimiz bu yıl transfere yine hızlı başladılar. Her gün bir gazetede bir transfer haberiyle karşılaşıyoruz. Bunları olağan karşılamak gerekiyor ama transfere harcanan paralar, içinde yaşadığımız küresel kriz ortamında gerçekten düşündürücü… Transfere harcanan milyonlarca Euro, akla bu paraların nasıl ödeneceğini sorusunu da beraberinde getiriyor. Gerçekten de hiçbir fayda maliyet analizi yapılmadan ve finansman kaynağı bulmadan transfere oluk gibi akıtılan bu paralar, kulüplerimizin başını fena ağrıtacak gibi görünüyor.

Bu çılgınlık sadece ülkemizde değil, aynı zamanda Avrupa'da da devam ediyor. Aslında bu yaz Real Madrid ile başlayan hızlı transfer dönemi, geçen yıl daha hareketliydi. 2008/09 sezonunda daha çok Avrupa kulübü transfere para harcamış ve daha çok futbolcu sirkülasyonu olmuştu. Bu sene transferin birkaç kulüp ve futbolcu dışında çok hareketli geçmemesinde şüphesiz ki, ekonomik krizin büyük etkisi bulunuyor.

2008/09 sezonunda Avrupa transfere rekor para harcadı!

Avrupa'nın beş büyük ligine baktığımızda İspanyol La Liga'nın bu sezon transfere 255 milyon Euro; İtalyan Serie-A'nın 250 milyon; İngiliz Premier Lig'in 176 milyon; Alman Bundesliga'nın 145 milyon; Fransız Lig 1'in 141 milyon Euro harcadıklarını görüyoruz. Bu tutarlar henüz transfer dönemi bitmediği için bize kesin tutarları bildirmemekle birlikte; geçen yılın transfer rakamlarına göz attığımızda arada korkunç farkların olduğunu gözlemliyoruz.

2008/09 sezonunda İngiliz Premier Lig 846 milyon Euro para harcarken; onu 515 milyon Euro'luk transfer harcamasıyla İtalyan Serie-A izlemiş. Alman Bundesliga ise 367 milyon Euro'luk transfer harcamasıyla üçüncü sırada yer alırken; Fransız Lig 1'in transfer harcaması ise 252 milyon Euro olarak gerçekleşmiş. Beş büyük lig içinde geçen sezon en az para harcayan lig ise 198 milyon Euro transfer harcamasıyla Alman Bundesliga olmuş…

Henüz daha krizin ayak seslerinin gelmekte olduğunu duyduğumuz 2008'de, beş büyük lig transfere toplam 2 milyar 178 milyon Euro harcarken; bu sezon bu tutar %56 azalarak 967 milyon Euro7ya gerilemiş durumda. Kısacası, bu yıl işin rengi değişmiş görünüyor.

Ülkemizde transfer ne durumda?

Aslında 2009/10 sezonuna Avrupa'ya nazire yaparcasına hızlı ve yüksek tutarlarla girdik. Fenerbahçe Mehmet Topuz'a 9 milyon Euro gibi son yılların en büyük parasını öderken; arkasından Galatasaray, Beşiktaş önemli miktarlara ulaşan transferlere imza attılar. Üç büyükler içinde Beşiktaş daha şimdiden 2009/10 sezonu için transfere 19 milyon Euro harcayarak Fenerbahçe ve Galatasaray'ın önüne geçmiş durumda. Bu sezonun transfer şampiyonu Kara Kartal olacakmış gibi görünüyor.

TSL'de son beş yılın transferine ilişkin hazırladığımız tablo aşağıda dikkatlerinize sunuluyor. Söz konusu tabloya göre Türkcell Süper Lig son beş yılda toplam 310 milyon 791 bin Euro'luk transfer harcaması gerçekleştirmiş. 2009/10 sezonu transfer dönemi tamamlanmamış olmakla birlikte bu sezon yapılan transfer harcamaları 31,4 milyon Euro'ya ulaşırken; son beş yıllık süreçte en fazla transfer harcamasının yapıldığı sezon olarak karşımıza 2008/09 sezonu çıkıyor. Bu dönemde TSL ekipleri toplam 102 milyon 643 bin TL'lık transfer gideri yapmışlar ve bir rekora imza atmışlar. 2008 yılı futbol pastamızın büyüklüğü dikkate alındığında bu tutar, toplam büyüklüğün %21'ine karşılık geliyor.

Yine aynı tablo bize son beş yıllık süre içinde TSL ekiplerinin yapmış oldukları toplam 310 milyon 791 bin Euro'luk transfer harcaması karşılığında, oyuncu satımından sadece 84 milyon Euro'luk bir transfer geliri elde ettiklerini; buna göre net 226 milyon 715 bin Euro cari transfer açığına yer verdiklerini; TSL'nin ithal ettiği oyuncuların dışsatımından para kazanamadığını (yani net borçlanmak durumunda kaldığını) gösteriyor.

Bu süreçte yabancı oyuncu transferine giden toplam tutar 178 milyon Euro'ya ulaşmış durumda. Bu tutar ise transfer açığımızın yüzde 79'unu oluşturuyor.

 Turkcell Süper Lig ekiplerinin son beş yıllık transfer harcamaları ve gelirleri konsolide açık tablosu (Bin Euro)

 
                      Gelir        Gider       Net Açık
2009/10         4,681       -31,447     -26,766
2008/09         9,165      -102,643    -93,478
2007/08        24,628      -50,386     -26,758
2007/06        31,280      -77,872     -46,592
2006/05        14,322      -47,443     -33,121
Son Beş yıl    84,076      -310,791   -226,715
 

Yukarıdaki tablodan çıkan genel sonuçlar:

1.TSL transferde net borçlu bir lig. Yani transfer gelirleri, transfer giderlerini karşılamakta yetersiz kalıyor.

2.Transferde ithalatçı bir yapımız var. Oyuncu dışsatım gelirlerimiz, giderlerimizin sadece üçte biri kadar(%27). Yani transfer bütçemizin üçte ikisini transfer harcamaları oluştururken; transfer gelirlerimiz bütçenin sadece üçte birine yakın bir kısmını oluşturuyor.

3.Transferde net borçlu olmak, kulüplerimizde önemli finansal sorunları beraberinde getiriyor. Transfer gelir ve gider dengesindeki, gider fazlası durumu, süreç içinde kulüplerin borçlanmalarını artırıyor.

4.Bu kapsamda kulüplerimizin son beş yılda transfer açıklarının 226.7 milyon Euro'ya ulaşması, kulüplerimizin transfer finansmanında yabancı kaynağa yöneldiğini ortaya koyuyor.

5.Son beş yılda kulüplerimiz yabancı oyuncu transferine toplam 226,7 milyon Euro para harcamış durumda.

6.Kulüplerimiz genelde transfer ettikleri yabancı oyuncuları tekrar nakde dönüştüremediklerinden, (son sahibi olduklarından) transfer gelir ve giderleri arasındaki farkın, giderler lehine daha da açılmasına neden oluyor.

7.Transferde net açığın yıllar itibariyle giderek büyümesi, kulüplerin finansman ihtiyaçlarının artmasına yol açıyor. (Bu dinamik kulüplerimizin sürdürebilecekleri bir durum değildir.)

8.Kulüplerimizin sağlıklı ve sürdürülebilir bir transfer bütçesi yönetimi sergilemediklerini, artan cari açıktan gözlemliyoruz.

9.Ülkemizde transfer ekonomisi, doğal olarak futbol pastasının büyümesine yol açmakla birlikte; futbol ekonomimizdeki toplam borçluluk oranının yükselmesine; net borçluluğun artmasına neden olmaktadır. Yani kulüplerin net borçlulukları giderek artmaktadır.

Sonuçta; transfer ekonomisinde kulüplerimizin futbol gelirlerini ve kıt olan kaynaklarını verimli ve kârlı kullanamadıklarını; bu nedenle transferin futbol ekonomisine sağlayacağı marjinal katkının giderek azaldığını gözlemliyoruz. Yani transfer ekonomisinin futbol ekonomisine sağladığı toplam fayda, katlanılan toplam maliyetin altında kaldığından bu süreç, kulüplerin net borçluluğunu artırıcı bir etki yaratmaktadır. Bu durum ise, zaman içinde transfer ekonomisinin futbol ekonomisine olan katkısını negatife döndürebilecektir. Çünkü, artan transfer maliyetleri nedeniyle giderek büyüyen kümüle transfer zararları (açıkları) süreç içinde kulüplerin aktiflerini zayıflatacağı için rekabet güçlerini de geriletebilecektir.

Transferde üç büyüklerin yıkılmaz egemenliği

TSL'nin sportif, iktisadi ve mali egemenliğini elinde bulunduran Üç Büyükler aynı zamanda transferi de domine ediyor.

Yıllar itibariyle üç büyüklerin transfer harcamalarını ve bunların TSL'nin toplam transfer harcamaları içindeki paylarını gösteren aşağıdaki tablo bize burada da, İstanbul triosu lehine amansız ve haksız bir rekabetin olduğunu ortaya koyuyor. Aşağıdaki tabloya göre Üç Büyükler, son beş yılda toplam 205 milyon Euroluk bir transfer harcaması yapmışlar. Aynı dönemde TSL'nin yapmış olduğu kümüle transfer harcamaları ise 333 milyon 44 bin Euro olarak gerçekleşmiş. Buna göre toplam transfer harcamaları içinde üç büyüklerin payı %62'ye ulaşmış durumda. Yani 18 takımın bulunduğu Süper Lig transfer bütçesinin %62'si üç büyüklere gitmiş. Diğer 15 takımın toplam transfer bütçesinden aldığı pay ise %38'te kalmış.

Üç büyüklerin transfer harcamaları (Bin Euro)

 

 

2008/09

2007/08

2007/06

2006/05

2005/04

Toplam

Fenerbahçe

22,374

8,562

28,578

10,644

16,602

86,760

Beşiktaş

17,675

12,784

18,281

10,529

15,581

75,119

Galatasaray

13,350

15,041

4,397

4,917

6,248

43,952

Toplam

53,399

36,387

51,255

26,090

37,701

205,832

TSL Toplam

102,643

51,836

77,872

47,443

53,250

333,044

TSL içindeki Payı

52%

70%

66%

55%

73%

62%

 
 
 
 
Hazırlamış olduğumuz yukarıdaki tabloya göre son beş yıl içinde transfere en fazla parayı 86,7 milyon Euro ile Fenerbahçe harcarken; onu en yakından 75,1 milyon Euro ile Beşiktaş takip etmiş durumda. Bu süreçte transfere en az parayı ise 43,9 milyon Euro'luk harcamasıyla Galatasaray'ın yaptığını görüyoruz.

Olaya bir de sportif performans açısından bakarsak; son beş yıllık süre içinde transfere en fazla para harcayan kulüp olarak Fenerbahçe'nin bu dönemde 2 TSL şampiyonluğu kazandığını ve şampiyonlar Ligi'nde bir çeyrek final yaşadığını görüyoruz. Transfere ikinci en fazla parayı harcayan Beşiktaş'ın ise sadece 1 Lig şampiyonluğu ve 3 kez de Fortis Türkiye Kupası'nı müzesine götürdüğünü gözlemliyoruz. Transfere en az parayı harcayan Galatasaray'ın ise bu süreçte 2 kez Lig şampiyonu olduğunu ve bir kez de Fortis Kupası'nı kazandığına şahit oluyoruz. Her üç ekibin ayrıca bu süreçte birer kez de Süper Kupa'yı kazandığını belirtelim.

Transfer harcamaları artarken; futbol pastası da büyüdü!

Son beş yıllık süre içinde TSL ekiplerinin transfere ayırmış oldukları bütçeleri sürekli artarken, aynı dönemde TSL futbol pastasının da büyüdüğünü gözlemliyoruz. 2005 yılında 336 milyon Euro'luk bir futbol geliri büyüklüğüne sahip olan Turkcell Süper Lig, geçen beş yıllık süre içinde toplam gelirlerini %56 artırma başarısı gösterdi. Yıllar itibariyle düzenli olarak gelirini artıran TSL, aynı zamanda piyasa değerini büyüttü. 2005 yılında yaklaşık 430 milyon Euro'luk bir piyasa değerine sahip olan TSL'nin, 2009 yılında sahip olduğu piyasa değeri %78 artarak 747 milyon Euro'ya yükseldi. Ulaştığı bu pasta ve piyasa değeriyle Avrupa'nın en değerli ve en büyük 6. Ligi konumuna gelen TSL, mali ve iktisadi alanda gösterdiği performansı ne yazık ki, sportif alanda gösteremedi.

Yıllar itibariyle Türk futbol pastasının büyüklüğü aşağıdaki tablo ile dikkatlerinize sunulmaktadır.

525 milyon Euro büyüklüğe ulaşan Türk futbol pastasının yüzde doksan beşini Süper Lig üretiyor. Süper Lig bu anlamda futbolumuzun lokomotifi. Bu gelirler elde olunurken de Süper Lig başta oyuncu ve teknik adam ücret ve bonservisleri olmak üzere önemli giderler yapıyor. Sadece oyuncu ve teknik adamlara ödenen ücretler ve onların yıllık bonservis bedelleri toplamı, 160 milyon Euro'ya ulaşıyor. Bu bağlamda 2008-09 sezonunda kulüplerin transfere harcamış oldukları tutar ise 102 milyon Euro olarak gerçekleşmiş. 2009/10 sezonu transferleri henüz sonlanmadığı için kesin bir tutar vermemekle birlikte; bugüne kadar yapılan transfer harcamaları tutarı aşağıdaki tablodan da görülebileceği üzere 31.4 milyon Euro civarında. 2008/09 sezonunda yapılan transfer harcamaları ise toplam futbol pastamızın yüzde yirmi birine karşılık geliyor. Diğer bir ifadeyle 2008/09 sezonunda Süper Lig ekipleri toplam gelirlerinin yüzde yirmi birini transfere harcamış. Bu tutar, Türk futbol pastasının yüzde otuzuna karşılık geliyor. Teknik adam ve yardımcılarına ödenen ücret, maaş ve bonservis bedellerini de dikkate aldığımızda bu oran yüzde otuz ikiye yükseliyor. Kısacası, Türkcell Süper Lig kulüpleri gelirlerinin üçte birini transfere plase etmiş…Yine www.transfermarket.de <http://www.transfermarket.de/> sitesine göre bonservis bedelleri üzerinden hesaplanan Süper Lig'in piyasa değeri de bu harcamalarla birlikte 747 milyon Euro'ya ulaşmış durumda. Kulüplerimizin 2008/09 sezonunda yapmış oldukları transfer harcamalarının yaklaşık 56 milyon Euro'luk kısmı, yani yüzde elli beşlik kısmı yabancı transferine gitmiş.

Ülkemizde transfer ekonomisinin futbol ekonomisine marjinal katkısı diğer Avrupa ligleri ile kıyaslandığında, istenilen düzeyden uzaktadır. Özellikle futbolu ekol ve kulüpleri marka olmuş liglerde, transferin futbol ekonomisine sağlayacağı marjinal katkı daha yüksektir. Bu konuda abartılı bir örnek verirsek, konu daha iyi anlaşılmış olacaktır. Örneğin, Cristiano Ronaldo'yu Real Madrid'in verdiği 94 milyon Euro'nun yarısına bir fiyata bile olsa bir Türk kulübünün transfer ettiğini varsayalım. Bu transferin sağlayacağı marjinal katkı, futbol ekonomisinin boyutu ile satış ve pazarlama kapasite ve yeteneği nedeniyle sınırlı kalacaktır. Türk kulübünün transfer etmiş olduğu oyuncunun imaj haklarının satış ve pazarlamasını gerçekleştirebilmesi için yaygın ve küresel bir marka olma zorunluluğu bulunuyor. Ancak bu koşullarda sponsorluk ve imaj satış gelirleri artırılabilir. Aksi taktirde logolu ürün satışı, imaj hakların satış gelirleri ve yayın hakları satış gelirleri sınırlı bir gelişim gösterecektir. Bugünkü koşullarda Ronaldo'ya yıllık 13 milyon euro ücret ve maaş ödemesi yapacak Real Madrid, bu tutarın yüzde seksenine yakın bir kısmı, o futbolcunun imaj haklarının satımından geri alabilme olanağına sahiptir. Bu özellik Beckham transferinde de çalışmış ve Beckham kendi imaj haklarının satımından doğan gelirlerin yüzde ellisini kontrat gereği Real'e ödemek zorundaydı. Ancak bir nokta daha var ki, bu sorun tüm bilinen ezberleri bozabilecek niteliktedir. O da içinde yaşadığımız küresel krizin, transfer ve futbol ekonomisinin büyümesine negatif etki yapmasıdır. Bu nedenle, bu tutarlarda transfer masraflarının kulüplerce karşılanabilmesi giderek zorlaşmakta, olanaksızlaşmaktadır.

Süper Lig pahalı transfer yapıyor

Bir başka farklı konu da transfer harcamalarının, takımın piyasa değerinin gelişimine ve sportif performansına ne kadar katkıda bulunduğu konusudur. Olaya bu açıdan bakıldığında Süper Ligimiz'in bu konuda çok yol alamadığını gözlemliyoruz. Özellikle kariyerinin sonuna; yeteneklerinin sınırına gelmiş, sakat ve çoğu zaman da yaşlı futbolcuların TSL'ye transferi, kıt kaynaklarımızın heba olup gitmesine neden olmaktadır.

Transfer gelirlerimizin giderlerimizle kıyaslanmayacak kadar düşük kalması, zaman içinde futbol kulüplerimizin finansal bir darboğaza ve sıkıntı içine girmesine neden olmaktadır. Yani transfer ettiğimiz oyuncuların son sahibi olmak; onları yeni pazarlara satamamak transferlerin hem pahalı yapıldığının (paraya tahvil edilemeyen her şey, son kullanıcı için her zaman çok pahalıdır), hem de kaynaklarımızın yerli yerinde kullanılmadığının bir göstergesidir.

Bu anlamda baktığımızda Süper Lig'in transfer politikası "pahalı bir transfer politikası" olarak karşımıza çıkıyor. Bu sürdürülebilir ve kabul edilebilir sınırların üzerinde bir orandır. Bu yükün altından kalkabilen kulüp sayısı da Avrupa dahil çok az sayıdadır.

Sonuç

Bugün gelinen noktada TSL önemli bir parasal büyüklüğe ve piyasa değerine ulaşmıştır. Bu süreç içinde futbol kulüplerimizin gelirleri ve giderlerinde önemli artışlar yaşanmıştır. Gelirlerde yaşanılan bu artış en çok transfer harcamalarının artmasına neden olmuştur. Kendi içinde bakıldığında normal olarak değerlendirilecek bu durumun, doğal sonucunun da sportif performans olması beklenir. Özellikle günümüz endüstriyel futbolunda sportif performansın mali performansa, mali performansın da tekrar sportif performansa dönüşmesi kulübün orta ve uzun vadeli geleceği açısından çok önemlidir. Çünkü bu süreç içinde takımın piyasa değeri ve buna bağlı olarak ta futbol gelirlerinin büyümesi sağlanmış olur. Bu kapsamda olaya bakıldığında TSL'nin parasal gelirlerinde önemli artışlar kaydedilmiş olmakla birlikte; sportif performansta istenilen noktaya gelinememesi, süreç içinde önemli sıkıntılara yol açabilir. Çünkü, borca dayalı bir büyüme modeliyle futbolumuzun finansmanının sağlamaya çalışıyoruz. Bu başarı döngüsü içinde mali performans sportif performansı getirmezse, kulüplerimiz önemli finansal sıkıntılara katlanmak durumunda kalır. Bu bağlamda kulüplerimizin yapmış olduğu transfer harcamaları bugünkü yapısıyla sürdürülebilir bir dinamik olarak görünmüyor. Naklen yayın gelirlerinin neredeyse tamamı bugün transfere harcanıyor ve kulüplerimiz isabet yüzdesi düşük çok pahalı/maliyetli transferler yapıyor. İçinde bulunduğumuz ekonomik konjonktürün olumsuz etkisi de dikkate alındığında; elimizdeki kıt kaynakları çok etkin ve verimli kullanmak durumundayız. Oysa bugünkü uygulama tam anlamıyla bir transfer çılgınlığına doğru yol almaktadır. Fayda maliyet analizinin yapılmadığı; kurumsal yönetişim temelinde varlık ve risk yönetiminin gerçekleştirilemediği futbolumuzda, içinde soluklandığımız dinamikler sürdürülebilir dinamikler değildir. Yapılan transfer çılgınlıklarının logolu ürün satımı, reklam ve sponsorluk geliri gibi gelirlere çıkartılabileceği savı da çok gerçekçi görünmemektedir. Nitekim, bu sorun aynı zamanda UEFA'nın da gündemindedir. UEFA Başkanı Michel Platini, her platformda futbol kulüplerinin abartılı derecede yüksek transfer harcamalarının önünü geçmek istediklerini belirterek, "Önümüzdeki 2-3 yıl içerisinde getireceğimiz sıkı finansal düzenlemelerle futboldaki bu büyük harcama alemine de son verileceğini" dile getiriyor.

Bunun yanı sıra rekabetçi denge bakımından da üç büyükler ile diğer kulüpler arasında transfer harcamaları bakımından büyük uçurumlar bulunuyor. Bu dengesizlik, büyüklerin lehine, diğerlerin aleyhine haksız rekabete neden oluyor. (Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. "Süper Lig bu yükü taşıyabilir mi? http://www.fesam.org/sur_makale.php?kod=2&url=uzman/ta045.htm)

Kulüplerin yapmış oldukları transfer sözleşmelerinde olası hatalar, büyük tazminat cezalarının doğmasına neden oluyor. Bu tazminatlar zaten finansal sıkıntı içindeki kulüplerimizin mali yapılarının giderek daha da kötülemesine neden oluyor.

Transfer ekonomisi çok sağlıklı ve sıkı kontrollerle yürütülmesi gereken bir ekonomidir. Bu konuda yapılacak yanlışlıklar, otomatikman kulüplerimizi etkileyecektir. Burada yapılacak hatalı uygulamalar, bir yandan kıt kaynakların heba edilmesini gündeme gelirken; diğer taraftan yetenek havuzumuzdaki gençlerimizin önlerinin kesilmesine de neden olmaktadır.

Özellikle yanlış transferleri en aza indirebilecek scouting uygulamasının kulüplerimizde olmayışı; bu işe gerekli kaynağın ayrılmaması, bizleri çok daha büyük maliyetlere katlanmak durumunda bırakıyor. Federasyon tarafından bir zorunluluk olarak Bu uygulamanın kulüplerin bütçeleri içinde yer alması sağlanmalıdır.

Feel the Difference, Feel the Excellence
Yukarı
tatar ilker Liste gör
Usta Yazar


Tatar İlker
Yaş: 41
Katılım: 30/Tem/2007
Yer: Istanbul
Online Durum: Offline
Mesajlar: 2637
  Alıntı tatar ilker Alıntı  CevaplaCevapla Direct Link To This Post Tarih: 05/Ağu/2009 saat 09:44
Anadolunun bütün kulüpleri birleşiniz!

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
taksar@gmail.com

03.08.2009 - 08:57

Nisan 2004 tarihinde sporseverlerle (aslında bahis severler terimini daha uygun buluyorum) tanışan ve Türk futbolunun gelişimine finansal destek sağlayan İddaa 5. yaşını kutlarken, son bir aydır önemli bir tartışmayla da karşı karşıya… Tartışmanın özünü yeni sezonda İddaa'dan kulüplere dağıtılacak hasılatın yüzde 10'u yerine, oynanma oranının yüzde 10'unun verilecek olması oluşturuyor. Bunun kaçınılmaz sonucu ise profesyonel futbol liglerinde yer alan 150 futbol kulübünün gelirlerinde yüzde 90'a varacak oranlarda maddi kaybın yaşanacak olması…

Kulüplerimizi ciddi ölçüde finansal olarak rahatsız edecek bu konuya girmeden önce kısaca İddaa'nın Türk Sporu içindeki yerine bir bakalım isterseniz.

İddaa beşinci yılını kutluyor

Nisan 2009 tarihi itibariyle beşinci yaşını dolduran İddaa, Türkiye'nin en çok oynanan bahis oyunlarından birisi. Bugün iddaa oynayanların sayısı yaklaşık 3 milyona ulaşıyor. Önce futbol oyunlarıyla tanınan İddaa bugün itibariyle basketbol, voleybol, motor sporları, bilardo ve tenis gibi farklı spor dallarını da programına aldı. Spor Toto Teşkilatı'nın Türkiye genelinde bugün 81 il ve 750 ilçede 5 bine yakın bayisi bulunuyor. Hem bayi ağı hem de çevresinde oluşan ekosistemde İddaa'nın, yaklaşık 60 bin kişiye geçim kaynağı sağladığı tahmin ediliyor.

Nisan 2004'te hayata geçen İddaa aslında 2 şirkete hayat verdi. Bunlardan biri İnteltek iken, diğeri de Bilyoner oldu. İnteltek'teki ortaklık yapısı ile aynı yapıyla kurulan Bilyoner, İddaa oyunlarının GSM, ITV (DigiTurk, D-Smart benzeri Dijital TV platformları), Internet ve IVR/Çağrı Merkezi aracılığıyla oynanması amacıyla hizmet vermeye başladı. Bilyoner daha sonra 13 Ekim 2005'te Türkiye Jokey Kulübü Genel Müdürlüğü (TJK) ve 6 Aralık 2006 tarihinde Mili Piyango Genel Müdürlüğü ile imzalanan sözleşmeler ile Türkiye'nin ilk şans oyunları platformu oldu.

Bahis oyunu için daha önce 2002 ve 2003'de iki ihale yapılmıştı. Bu ihalelerin biri teknolojik altyapı kurulması için diğeri de bahis oyunları oynatmaya yönelikti. 2004 yılında İddaa, Spor Toto Genel Müdürlüğü'nün düzenlediği ihale sonucunda Turkcell'in iştiraki Çukurova Grubu'nun İnteltek firması tarafından kazanıldı. Bu süreçte İnteltek altyapısını oluşturdu ve dört bin bayiye ulaştı. Ancak ihaleye giremeyen ABD'li firma, Spor Toto Teşkilat Başkanlığı'nın İnteltek ile sözleşme imzalaması sonrası, 2004 yılında ihalenin usulsüz olduğu ve ihaleyi Kamu ihale Kurumu'nun yapması gerektiğini ileri sürerek dava açtı. 3 yıl süren dava sonunda ihalenin iptali gündeme geldi. Danıştay yürütmeyi durdurma kararı aldı. İddaa'nın oynanmama ihtimali doğdu. Ancak kulüpler bu duruma itiraz ederek, hükümetten orta yol bulmasını istedi. Bunun için Meclis'ten yeni bir yasa çıkarıldı ve bu kapsamda yeni yasal düzenlemeyle İddaa ihalesi Kamu İhale Kanunu kapsamı dışında tutularak, 2007 yılında tekrar İddaa ihalesi yapıldı.

İddaa'nın 2004 yılında yapılan ihalesine, Çukurova Grubu şirketlerinden İnteltek, tek başına girerek, 2007 yılına kadar hasılattan yüzde 16.3, 2007'de ise yüzde 11.3 komisyon almıştı. 2007'de yapılan İddaa ihalesine, Lotos-Ladbrokes ve Lottomatica-Snai SPA-Doğan Yayın Holding konsorsiyumunun katılarak rekabet yaratması sonucu İnteltek, hasılattan alacağı payı 8 kattan fazla azaltarak yüzde 1.4'e indirerek, 10 yıllığına İddaa'nın yeni işletmecisi oldu. Bu süreçte, devlet 10 yıl içinde yaklaşık 3 milyar YTL daha fazla kazanmayı garantiledi.

İddaa'nın payı bahis oyunlarında hızla büyüyor

İddaa'nın bahis oyunları pazarındaki payı 2004'de yüzde 1 iken, bu oran bugün yüzde 36'ya yükselmiş durumda. 2008 yılı itibariyle 200 milyon USD ciroya ulaşan Bilyoner'in, İddaa cirosundan aldığı pay ise %13 civarında.

İddaa geçen beş yıllık süre toplam yaklaşık 7.7 milyar lira hasılat yarattı. 2004 yılını 236 milyon TL'lik bir hasılatla kapatan İddaa, 2005 yılında 615 milyon TL'lik bir gelire ulaştı. Esas gelişmesini 2006 yılında yakalayan İddaa, bu yılın sonunda toplam cirosunu dört kat artırarak, 1 milyar 200 milyona yükseltti. Toplam gelirdeki bu artış, kulüplere ödenen isim haklarında da üç basamaklı bir gelire ulaştı. Buna göre kulüplere ödenen tutar da 21 milyon TL'den 107 milyon TL'ye yükseldi. 2007 yılını yaklaşık 1,9 milyar TL'lik hasılatla geçen İddaa, bu yılda kulüplere toplam 165 milyon TL isim hakkı bedeli ödedi. 2008 yılında krizi de dinlemeyen İddaa, toplam gelirlerini 2 milyar 301 milyon TL'ye yükseltirken; kulüplere ödenen isim hakları bedelleri de 205 milyon TL'ye ulaştı. Vergiler hariç beş yılda 6 milyar 223 milyon TL'lik bir hasılatı yakalayan İddaa bu dönemde toplam 1 milyar 400 milyon TL de vergi geliri yarattı. Vergi gelirleri dahil toplam cirosu 7 milyar 623 milyon TL'ye ulaşan İddaa, bu süreçte kulüplere de 554 milyon TL'lik bir kaynak transfer etmiş oldu.

Son beş yılda İddaa'nın ciro gelişimi ve kulüplere dağıtılan tutarlar (Milyon TL)

Beş yılda 7,7 milyar TL ciroya ulaştı

Oynatılmaya başlandığı 2004'ten, 2008 yılı sonuna kadar İddaa üzerinden yaratılan toplam hasılat vergi dahil yaklaşık 7,7 milyar TL'ye ulaşmış durumda. Türkiye çapında yaklaşık 60 bin kişiye geçim kaynağı sağlayan İddaa ile bu hâsılat üzerinden devlete KDV ve şans oyunları vergisi olarak 1,4 milyar TL, Türkiye liglerinde yer alan futbol kulüplerine isim hakkı bedeli olarak toplam 554 milyon TL, kamu kurum ve kuruşlarına ise (Çocuk Esirgeme Kurumu, Kredi Yurtlar Kurumu, Savunma Sanayi, Türk Tanıtım Fonu ve GSGM'ye) 224 milyon TL kaynak yaratıldı. İddaa, aynı zamanda bu oyunu oynayan iştirakçilere 3 milyar 700 milyon TL ikramiye dağıtırken; bayilere de 616 milyon TL komisyonu kazancı sağladı. İddaa işini Spor Toto Teşkilat Başkanlığı'ndan ihaleyle alan İnteltek firması ise geçen beş yıl içinde yaklaşık 1 milyar TL kurum geliri elde etti. İddaa'nın son beş yıl içinde yarattığı gelir ve bunun dağılımı aşağıdaki tablodan görülüyor.

Son 5 yıl İddaa cirosunun dağılımı  

 
                                               Milyon TL        Payı
Vergi                                       1.400            0,18

Kulüplere                                   554             0,07

Sosyal yardım kuruluşları(*)      224             0,03

İştirakçilere                             3.700            0,48

Kurum payı                              1.008            0,13

TFF payı                                      177            0,02

Bayi komisyonu                           616            0,08

Toplam                                     7.679            1,00

 (*)Çocuk Esirgeme Kurumu, Kredi Yurtlar Kurumu, Savunma Sanayi, Türk Tanıtım Fonu ve GSGM payları.

İddaa'ya yeni dağıtım sistemi mi geliyor?

İddaa gelirlerinin kurumlar bazında dağılımını yukarıdaki tabloda gördük. Bu tabloda futbol kulüplerine aktarılan toplam tutar 554 milyon TL civarında. Kulüplere dağıtılan toplam tutar, cironun yüzde dokuzu civarındayken, vergiler düşüldüğünde, kulüplere aktarılan tutarlar, toplam İddaa cirosunun yüzde yedisine karşılık geliyor. Mevcut sisteme göre İddaa kuponunda yer alan tüm kulüplere, oynanıp oynanmadığına bakılmaksızın yüzde dokuz dolayında bir ödeme yapılıyor. Üzerinde çalışılan yeni dağıtım sisteminde ise kuponda yer alan kulüplere eğer bahis oynanmışsa, oynanan bahisin yüzde onunun ödenmesi planlanıyor. Bu konuya geçmeden önce geçmiş yıllarda liglere ne kadar para ödendiğine bir bakalım.

Liglere ne kadar para aktarıldı?

2004'ten başlayıp, 2008 sonuna kadar geçen süre içinde İddaa'nın Liglere isim hakkı bedeli olarak ödemiş olduğu tutarlar aşağıdaki tablodan görülüyor. Tabloya göre, İddaa'nın beş yılda futbol kulüplerine aktardığı tutar 554 milyon TL'ye ulaşıyor. Bu tutarın %44'ünü oluşturan 245 milyon TL'lik kısmı Süper Lig kulüplerine transfer edilirken; kalan %56'lık bölüm, yani 309 milyon TL'lik kısmı da Bank Asya 1. Lig ve TFF 2. Ve 3. Liglerine aktarılmış durumda.

Son 5 yılda liglere aktarılan tutar (Milyon TL)  Toplam Gelir içindeki payı

Süper Lig'e aktarılan                       245                            0,04

Lig A'ya aktarılan tutar                    185                            0,03

Lig B'ye aktarılan tutar                    124                            0,02

Futbol kulüplerine aktarılan             554                            0,09

Yeni düzenleme küçüklerin ölümüm anlamına geliyor!

Yeni sezonda bahis oyunu İddaa'daki sistem değişikliği, başta Süper Lig ekipleri olmak üzere çoğu futbol kulüplerinin gelirlerinde önemli bir azalışa neden olacak. Bu nedenle Kulüpler Birliği ve Türkiye Futbol Federasyonu konuya ilişkin yeni arayış ve soruna çözüm bulma çabası içindeler. Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) Başkanı Mahmut Özgener, "Konuyu gerekli mercilere ilettik. Eğer yeni düzenleme uygulanırsa Türkiye'de futbol çöker. Bu sistemle kulüplerin geliri 153 milyon TL azalacak" şeklinde ifade de bulunurken; ana geliri İddaa'dan oluşan çoğu Anadolu kulübü de daha şimdiden karaları bağlamış durumda.

Bugünkü uygulama ile Turkcell Süper Lig'deki kulüpler, İddaa'dan 2.5 ile 3 milyon lira arasında bir gelir sağlarken; bu tutar Bank Asya 1. Lig'de 250 bin, TFF 2. Lig ve TFF 3. Lig kulüplerinde yıllık 50 bin liraya kadar düşebiliyor. Böylelikle takımlar, geçen sezon İddaa'dan aldığı yüzde 10 pay yerine (aslında bu pay %9 civarında) bu sezon binde 8 civarında bir gelirle yetinmek durumunda kalacak. Buna göre, önceki sezonda İddaa'dan yaklaşık 1 milyon lira gelir sağlayan bir Bank Asya 1. Lig kulübünün geliri 200 TL'ye kadar gerilerken; bu tutar TFF 2. ve 3. Lig kulüplerinde 100 bin TL civarında olacak. Hatta Kırşehirspor Kulüp Başkanı İbrahim Kaya'nın ifadesine göre 30-35 bin olan İddaa gelirleri bu uygulama ile 500 liraya kadar düşecek.

Yeni dağıtım sistemi kulüplerin büyük bir maddi kayba uğramalarını beraberinde getiriyor. Eğer Türkiye Futbol Federasyonu'nun (TFF) ve Kulüpler Birliği'nin çabaları bir sonuç vermezse; Bank Asya 1. Lig ve TFF 2 ile 3. Lig ekipleri ligleri boykot etmeye hazırlanıyor.

Bazı Turkcell Süper Lig kulüpleri başta olmak üzere, Bank Asya 1. Lig ve TFF 2. Lig ekiplerinin çoğunda, kulüp gelirleri içinde önemli bir yer tutan İddaa gelirlerindeki bu düşüş, zaten finansal sıkıntı içinde olan çoğu futbol kulübünü vuracak gibi görünüyor. Halihazırda mevcut gelirleriyle giderlerini karşılamakta zorlanan futbol kulüpleri için bu düzenleme "default" yani yükümlülüklerini yerine getirememe, iflas anlamına geliyor. Bütçelerini ciddi ölçüde sarsacak…

Yeni düzenlemeyle bahis oyunu İddaa'daki sistem değişikliğinin kulüp bütçelerini ciddi oranda sarsacağını söyleyen Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) Başkanı Mahmut Özgener, "Yeni düzenleme uygulanırsa, Türkiye'de futbol çöker. Geçtiğimiz sezon 140 kulübe isim hakkı payı olarak toplam 171 milyon TL dağıtıldı. Bu sistemle gelir 18 milyon TL'ye düşecek. Kulüpler 153 milyon TL kaybedecek" dedi.

Bahsin yüzde 92'si yabancıya

İddaa gelir dağıtımı sistemindeki olası değişikliğin yapılması durumunda, bu sistemden en büyük darbeyi, gelirlerinin yüzde seksen-doksanı İddaa gelirinden oluşan kulüpler yiyecek. Çünkü, mevcut sistemde İddaa'da Türk kulüpleri toplam hasılatın yüzde 10'unu isim hakkı olarak alıyordu. Yeni düzenlemeyle genel hasılat yerine Türk kulüplerine oynanan bahis miktarının yüzde 10'unun ödenecek olması; toplam bahsin yüzde 92' sinin de yabancı kulüplere oynandığı dikkate alındığında, bu tutarı neredeyse sıfıra yaklaştırıyor. Türkiye'de oynanan bahislerde Türk kulüplerinin payı ortalama yüzde 8 civarında. Yeni sistemde toplam hasılatın yüzde 8'i içindeki yüzde 10'unun dağıtılması durumunda, kulüplere ödenen isim hakları 18 milyon TL'ye kadar düşebilecek. Bu tutarın da daha çok Türkcell Süper Lig ekiplerine gideceği göz önüne alındığında, küçük kulüplere yaşam şansı kalmamış olacak. Aslında bu uygulama ile sadece küçük kulüpler değil, aynı zamanda tüm kulüpler etkilenecek. Ancak büyük kulüplerin gelirleri içinde zaten önemsenmeyecek bir tutarı ifade eden İddaa geliri daha çok Bank Asya 1. Lig, TFF 2 ve 3. Lig kulüplerini etkileyecek…

Bütün kulüpler birleşin…

Kulüpler geçen sezon da İddaa gelirlerini borçlarını kapatmak için kullandı. Başta Süper Lig olmak üzere 1, 2 ve 3. liglerde yer alan 150 kulübün çoğunluğu, İddaa'dan gelen kaynağın büyük bölümünü borçlara kaptırdı. Bunun yasal alt düzenlemsi de geçen yıl yapılmıştı. Yapılan 2008 yasal düzenlemesiyle kulüpler iyice kuşatıldı ve rekabet güçleri eridi. Neydi bu yasal düzenleme?

Spor kulüplerinin naklen yayın, İddaa, Spor Toto-Loto ve reklam gelirleri için ödemeleri gereken katma değer vergisini (KDV) devlete yatırmamaları üzerine, Maliye Bakanlığı yeni düzenlemeyle, KDV Genel Tebliğ Taslağı ile spor kulüplerinin ödenmesine aracılık ettikleri KDV'yi, vergi dairesine yatırmayıp, kullanmalarının önüne geçmek amacıyla kaynakta tevkifata gitti. Yani, TFF aracılığıyla, daha bu gelirler kulüplere ödenmeden, var olan vergi borçları mahsup edilerek, isim hakları bedelleri ve naklen yayın gelirleri ödenmeye başladı. Kısacası TFF ve diğer federasyonlara vergi sorumlusu uygulaması getirildi. Bu şekilde vergi kaçağının da önüne geçilmiş oldu. Bugünkü uygulamada, spor kulüpleri, genel oranda KDV'ye tabi bu gelirleri nedeniyle, hesaplanan KDV'nin reklamı veren veya yayın faaliyetini gerçekleştirenler ya da düzenlenen şans oyunlarında isim hakkını kullananlar tarafından yüzde 60 oranında tevkifata tabi tutulmak zorunda. Bu kapsamda ödemeleri yapanların gerçek usulde KDV mükellefi olmamaları, tevkifat yapmalarına engel teşkil etmiyor.

Düzenlemeye göre, naklen yayın gelirleri üzerinden tahakkuk eden yüzde 18?lik KDV'nin yüzde 60?ını Futbol Federasyonu ya da ilgili diğer federasyonlar, İddaa gelirleri üzerindeki KDV'nin yine yüzde 60?lık bölümünü düzenleyici kuruluş devlete beyan edecek ve hesaplanan vergiyi süresi içinde vergi dairesine yatırıyor.

Söz konusu verginin yüzde 40?lık bölümü ise yayın geliri ve isim hakkı geliriyle birlikte kulübe ödeniyor. Yüzde 40?a karşılık gelen KDV'yi de, ilgili kulüp devlete ödüyor.

Yani anladığınız üzere, kulüplerin kıpırdayacak halleri kalmadı. Zaten borç batağında olan ve mevcut yükümlülüklerini bile yerine getiremeyen kulüpler için çember iyice daraltılmış oldu. Bu sıkıntı kulüpleri giderek daha da zorlamaya başladı.

Örneğin 2007 sezonunda 165 milyon YTL'lik isim hakkı elde ederken, bu paranın sadece 99 milyon 481 bin TL'si kulüplerin kasasına girebildi. 37 milyon 910 TL'lik kısmı ise başta SSK, vergi, GSGM borçları ile çeşitli kişi ve kuruluşların icra ve temliklerini karşılamak için kesildi.

Süper Lig'de 18 kulüp İddaa'dan 73 milyon TL isim hakkı kazandı. Ancak bu paranın 25 milyon TL'sı kulüplerin hesabına yatırılırken, kalan 48 milyon TL'lik kısmı ise borç hanesine gitti.

Bank Asya'da ise durum daha kötü. Bu ligde mücadele eden 18 takım kazandığı 54,5 milyon liralık isim hakkının 30 milyon TL'lik bölümünü yani, %55'ini borçları nedeniyle tahsil edemedi.

Bugün Anadolu takımlarının ayakta kalmasını iddia gelirleri sağlıyor. Bir ilin spor kültürünü, tanınmasını sağlayan takımların yaşaması bu gelirlere bağlı. Durum böyle iken Bakanlar Kurulu kararı ile kulüplerin iddia gelirlerinin düşürülmeye çalışılması, zaten zar zor ayakta durmaya çalışan, birkaç gönüllünün ve destekleyici kuruluşun desteği ile yaşayan bu takımların kapılarına kilit asmalarına neden olacak.

Yeni dağıtım sistemine yönelik Bank Asya 1. Lig ve diğer profesyonel liglerde tepki çığ gibi büyüyor. Konyaspor Başkanı Bahattin Karapınar, yeni uygulamayla, İddaa'nın kulüplerin önünü kapattığını söylüyor ve çok çarpıcı bir örnek veriyor.

 "Kızılcahamam Kampı'nda düzenlenen turnuvada Giresesunspor'la yaptığımız maçta, bu maç için 18 bin liralık İddaa oynanmış, bunun %10'nu kulüplere tahsis edildi, paylaştığında Konyaspor ve Giresunspor'a 900'er lira para düştü, bunun %15'i de vergi olarak kesilince kulübümüze 783 TL kaldı. Büyük kulüpler içinde aynı durum geçerlidir." dedi.

Tepkiler…Tepkiler

Anahtarları teslim edeceğiz'

Bank Asla 1. Lig Kulüpleri Birliği Başkanı Bayram Akgül; "Şok olmuş durumdayız. Bu durumda yapılacak tek şey kulübün anahtarlarını şehrin ileri gelenlerine teslim etmek olacak. Beni Bank Asya'daki tüm kulüp başkanları aradı, 'anahtarı nereye verelim' diyorlar. Bizi 1. Lig ve 2. Lig takımlarını ayakta tutan bu iddaa gelirleriydi. Artık olmayacak" dedi.

TFF 2. ve TFF 3. Lig Kulüpler Birliği Platformu Başkanı Ünal Tombulel, yaptığı açıklamada, yeni sistemde kulüplerin büyük maddi kayba uğrayacağını savundu. Sistem değişikliğinin yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini dile getiriyor. Ve devam ediyor: ''Eğer sistem bu halde olursa TFF 2. Lig'de bir kulübün yaklaşık 700 bin ile 1 milyon lira arasında kaybı olacak. Sezon sonunda en fazla 100 bin lira alabilecek. Oysa biz İddaa'dan gelen paralarla ayakta duruyoruz. Böyle olursa başkan ve yönetim kurulları istifa eder.''

Kulüpler Birliği Başkan Yardımcısı Göksel Gümüşdağ da, İddaa'da sistem değişikliğine gidilmemesi gerektiğini, aksi durumda kulüplerin büyük ekonomik sıkıntılar yaşayabileceğini ifade ederek, "Turkcell Süper Lig'deki kulüplerin yanı sıra Bank Asya 1. Lig ile TFF 2. ve 3. Lig'de yer alan takımların sistem değişikliğinden olumsuz etkileneceğini kaydetti. "Kulüplerin gelir ve gider dengeleri henüz oturmuş değil. Bu dengeyi tutturmak zor. Turkcell Süper Lig'deki kulüpler, İddaa'dan 2,5 ile 3 milyon lira arasında gelir sağlıyor. Ligde 14 Anadolu kulübü var. Kulüplerin en az 2 milyon lira kayıpları olacak. Zaten kulüplerimizin ciddi ekonomik sıkıntıları var. Bank Asya 1. Lig'in yayın geliri olmadığı için daha çok sıkıntıları olacak. Sistem değişikliği kulüpleri düşündürüyor. Sistem eskisi gibi kalmalı. Bütçeyi kafa kafaya zor götürebiliyoruz. Kulüplerimiz ciddi sıkıntılar çekecek'' diyor.

Peki ne olacak? Neden böyle bir düzenlemeye ihtiyaç duyuluyor?

Kulüplerimize büyük kaynak aktarıldığı iddiasında bulunan İddaa'daki dağılımı yukarıda sizlerle paylaştık. Son beş yılda 7,7 milyar TL'lik bir kaynak yaratan İddaa'dan kulüplerimizin payına düşen tutar sadece yaklaşık yüzde yedi civarında kalmış. Yani 554 milyon TL'ye karşılık geliyor. Oysa bu paranın ana kaynağını Futbol kulüplerimiz oluşturuyor. Ana öğesi daha doğrusu futbolun vazgeçilmez öğesi olan futbol kulüplerine iddaa'dan aktarılan paranın ne kadar yetersiz olduğunu hep birlikte görüyoruz. Bu konuya ilişkin 2004'ten bu yana yazdığımız ve üzerinde durduğumuz konu: Futbol kulüplerine rekabet açısından daha fazla payın aktarılmasıydı. Bu payın yüzde yirmi beşten aşağıda olmaması gerektiğini her platformda ve kitaplarımızda savunduk. Çünkü, İddaa oyununun ana motorunu kulüpler oluşturuyor. Ne yazık ki, kulüplerin üst örgütlenmesi TFF ve kulüpler Birliği bu konuya hiçbir zaman gerektiği kadar ilgi göstermediler. Ancak bıçak kemiğe dayanınca şimdi, bu düzenlemeye karşı mücadele etmeye çalışıyorlar.

Spor Toto Teşkilat Başkanlığı ve bir maliye bakanlığı ortak yapımı olan bu düzenlemede, İddaa kuponlarının yüzde doksan ikisinde yabancı maçların oynanıyor olması referans noktası kabul edilerek, "içeride olmazsa biz dışarıdan bu işi götürürüz ve bu şekilde daha çok vergi yaratmış oluruz" mantığıyla hareket ediliyor. Olay bu kadar basite indirgenmemeli. Hiçbir şey aslını yok etmeye yönelik planlanamaz. Eğer iddaa ile Türk sporuna ve futboluna kaynak aktarılmak amaçlanıyorsa, burada böylesi bir durum yok. Şu haliyle de hiç kimse İddaa'nın Türk sporunun gelişimine çok önemli fonlar aktardığını, yaratılan toplam kaynak büyüklüğü içinde iddia edemez. Toplam kazancın sadece %7'si futbola, kalan %93'ü futbol dışına giden bir yapılanmayla, futbola ve spora hizmet mi edilmiş oluyor? Bu işin yanlış yapılmadan düzeltilmesi gerekiyor. Zaten var olan haksız rekabetin daha da artırılarak, Anadolu kulüplerinin ölümüne neden olacak bu uygulamaya karşı, Karl Marx'ın, F. Engels ile kaleme aldığı Komünüst Manifesto'nun son cümlesiyle yazımızı noktalıyoruz. Marx ve Engels, "Tüm dünyanın işçileri birleşiniz. Çünkü, zincirlerinizden başka kaybedeceğiniz başka bir şey yok" diyordu, ben de şimdi, "Anadolunun tüm kulüpleri birleşiniz, yoksa, yok olursunuz" diyorum. Ancak konu hakkında Kulüpler Birliği'nin ne düşündüğünü merak edip web sayfalarına girdiğimde, konunun henüz Birliğin gündeminde olup olmadığını, web sayfasının yapım aşamasında olması nedeniyle öğrenemiyorum. Bu da tarihi bir ironi olsa gerek…

 
http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109
Feel the Difference, Feel the Excellence
Yukarı
tatar ilker Liste gör
Usta Yazar


Tatar İlker
Yaş: 41
Katılım: 30/Tem/2007
Yer: Istanbul
Online Durum: Offline
Mesajlar: 2637
  Alıntı tatar ilker Alıntı  CevaplaCevapla Direct Link To This Post Tarih: 12/Ağu/2009 saat 09:21
Futbolu sevmek ve 52. sezona merhaba...

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
taksar@gmail.com

10.08.2009 - 08:47

52. sezona merhaba…

Turkcell Süper Lig, 52. sezonuna bu hafta sonu oynanan maçlarla merhaba dedi. 18 kulüp 2009-10 sezonunda Süper Ligimiz'e yeni umutlar, yeni beklentiler ve hedeflerle giriyor. Bütün hedef sezon sonunda bu kupaya ulaşabilmek, ligi bir önceki yıla göre daha üst sırada tamamlayarak sportif ve mali yönden iyi bir performans sergileyebilmek. Bu amaçla Avrupa Kupaları'na katılabilmek.

Futbol bugün "iş" olsun diye oynanıyor

Futbol bir oyun. Yabancılara göre garip bir oyun. Ancak bu oyun son yıllarda çok daha farklı oynanmaya başlandı. Futbolun parasallaşma, ticarileşme ve endüstrileşme süreci onu, salt bir spor olmaktan çıkartıp, amacından ve anlamından çok daha farklı mecralara sürükledi. Futbolun o masum güzelliği her geçen sezon aldığı darbelerle örselendi. Ona farklı anlamlar yüklenmeye başlandı. Mücadele basit bir sportif rekabetten giderek uzaklaştı. Statlar birer arenaya dönüşürken, kulüpler milyonlarca doların peşinden koşan, devasa bütçelere sahip bir ekonomik organizasyona dönüştü. Futbol giderek parasallaştı, parasallaştıkça da futbolun o ellili, altmışlı hatta yetmişli yıllardaki masum güzelliği giderek yok oldu. Artık günümüzde futbol "iş" olsun diye oynanan, bir endüstriye dönüştü. Bu değişim sürecini, Uruguaylı büyük yazar Eduardo Galeano, "Gölgede ve güneşte futbol" isimli Türkçe'ye de çevrilen o nefis kitabının başlangıcındaki tümcelerle, futbolun öyküsünü, "zevkten zorunluluğa uzanan hüzünlü bir öykü" olarak niteliyor ve devam ediyor: "Spor bir sanayi dalına dönüştüğü oranda, iş olsun diye oynandığı zamanki güzelliğinden bir şeyler kaybetmiştir"

Gerçekten de futbol bugün parasal anlamda işe yaramayan her öğeyi ret etmekte; kendine farklı bir yol haritası oluşturmaktadır. Bu bağlamda sürecin giderek parasallaşması, futbolun özünü de değiştiriyor. Taraftar bir yandan, kulüpler nezdinde bir "müşteri" olarak görülüp, değerlendirilirken; diğer taraftan futbol kulüpleri yıllık ciroları yüz milyon dolarların üzerinde dev ticari örgütlenmeler haline geliyor. Bu kapsamda Avrupa'nın en zengin 20 kulübünün toplam yıllık geliri 5,5 milyar Euro'nun üzerine çıkarken, Avrupa'da futbolu domine eden beş büyük ligin yıllık gelirleri toplamı 8,5 milyar Euro'ya ulaşıyor. Kısacası futbol hızla parasallaşıyor, parasallaştıkça, masumiyetini yitirmeye devam ediyor.

Futbolun ticarileşmesi yeni sorunlar getiriyor

Futbolun evrimsel gelişimi bu dönüşümü bir yerde zorunlu kılıyor. Futbol pastasının büyümesi, gelirlerin yüz milyon dolarlara ulaşması çok doğal olarak sorunları da beraberinde getiriyor. Sportif rekabeti devam ettirmeye ve bu yarışma içinde olmaya çalışan kulüplerin giderek bozulan rekabetçi denge içinde haksız rekabete maruz kalmaları, onları bir finansal girdaba da sürüklüyor. Gün geçmiyor ki, medyada bir kulübün finansal problem ve sıkıntılarına ilişkin haberleri okumayalım. İflas eden, küme düşen, borçlarını ödeyemeyen ve yok olup giden onlarca kulüp birer haber manşeti olarak gözümüzün önünden kayıp gidiyor.

Parasal sıkıntıların neden olduğu sorunların dışında, futbolun masumiyetine zarar veren ve güzelliğini alıp götüren teşvik, şike, rüşvet, şiddet gibi anti-futbol sorunlarını da unutmayalım. Futbolun bağışıklık sistemini zayıflatan ve onu bir çıkar aracı haline dönüştüren, bu anlayışa karşı futbol otoritesinin gerekli önlemleri almada yetersiz kalması yeni sorunlara da davetiye çıkartıyor.

Kurumsal yapıdan ve yönetimden uzak yönetsel örgütlenmelerle yoluna ağır aksak devam etmeye çalışan kulüplerimizi önümüzdeki günlerde kurumsal yönetişim sorunları da bekliyor. Özellikle Avrupa futbolunun patronu UEFA'nın bu konularda bazı zorlayıcı önlemler almaya yönelik çalışmaları kısa süre içinde sonuçlanacak gibi görünüyor.

Futbolun tüm güzelliklerini doyasıya yaşamak istediğimiz 52. sezonda, yukarıdaki sorunlar kulüplerimizi bekliyor. Daha sezonun başında kulüplerin İddaa gelirlerindeki yeni düzenlemeler, bu sezon yapılacak naklen yayın ihalesi; ekonomik konjonktürdeki olumsuzluğun bir türlü düzelmemesi nedeniyle daralan gelirler; buna karşın durmayan transfer harcamalarının kaçınılmaz sonucu giderek bozulan mali denge ve bütçe disiplini; satılamayan kombine kartlar; maliyeye olan vergi borçları ve SSK primleri nedeniyle icrai takibe uğrayan kulüpler… Kısacası iç karartıcı ve sportif keyfimizi kaçırtacak konular ve sorunlar kapı önünde bizi bekliyor. Türkcell Süper Lig perdelerini açıyor ama, perdenin arkasında bir başka fırtına sürüyor. Ama tüm bunlara rağmen bu showun da devam etmesi gerekiyor.

Ancak sadece bu sezon değil, hemen hemen her sezon Turkcell Süper Lig aynı sorunlarla sezona başlıyor.

Toplumun her katmanını, bulaşıcı bir hastalık gibi sarmış, her uzvuna metastaz yapmış futbolda, nedir bu oyunu bu kadar vazgeçilmez kılan? Sonuçta bir yarışma değil midir, ucunda kupa bulunan.

Futbol giderek kirleniyor

Ne var ki, futbola olan aşırı ilginin, sportiflikten tecimselliğe gidişin kaçınılmaz olduğu günümüzde, paraya tedavül edilmesi, aslında son derece de normal ve eşyanın tabiatına da uygun olmasına karşın; bu gelişmede üzücü olan taraf, futbolun bir spor olmaktan çıkıp, endüstriyel bir sektör haline gelmesi sürecinde, giderek kirlenmesidir. Bu noktada, masumiyetini de yitirmeye başlayan futbolun, endüstrileştikçe kirlenen ve masumiyetten uzaklaşan bir niteliğe bürünmesi; onun metalaşarak, kendi pazarını yaratmasını ve yeniden pazar için üretime hazır hale getirilmesine neden olmuştur.

Ortaya büyük rantların çıkması, bir spor olan futbolu çok farklı mecralara sürüklemektedir. Marx'ın, bütün kötülüklerin anası olarak gördüğü para, bir yandan, futbolda her türlü üç kağıdın döndüğü spor dışı faktörleri besleyici bir ortam yaratırken; diğer yandan da futbolun bugün, bu kadar da sevilmesine de olanak sağlamıştır. Semih Gümüş'ün, "Futbol ve Biz" isimli kitabında da söylediği gibi: "Edilgin izleyiciler olarak bizler, elbette sporun artık endüstrileşmesinin, metalaştırılmasının yol açtığı tatsızlıkları da kabullenmek durumunda kalıyor olmamız, bu durumda bile onsuz yapamamamızın bir nedeni olmaktadır." İşte bu noktada karşımıza çıkan bu paradoks, sevgiyi de nefreti de bir araya getiren en önemli bir unsur oluvermektedir bir anda.

Taraftar uyuma 'oyun'una sahip çık!

Bu noktada Craig McGill'in, "Futbolun Kârhanesi" isimli kitabında da belirttiği gibi futbolun geleceği açısından taraftarın mutlaka oyunun içinde olması gerekiyor. Çünkü McGill'e göre, gelecek yıllarda futbolun en önemli anları saha içinde değil, saha dışında gerçekleşebilir; eğer taraftarlar buna dahil olmaz ve oyunla ilgili daha fazla söz hakkı talep etmezse, futbol tanınmayacak bir biçimde değişebilir, bu güzel oyun gelebileceği ve gelmesi gereken halin çirkin, bozulmuş bir biçimine dönüşebilir. Unutmayalım oyun değişiyor…

Futbol basit ve güzel bir oyundur!

Britannica, bugün dünyada en yaygın ve popüler spor dallarından birisi olan futbolu, çok basit anlamda, 11'er kişiden oluşan iki takım arasında oynanan ve oyuncuların, şişirilmiş bir topu, el ve kollarını kullanmadan rakip kaleye atmaya çalışmasına dayanan bir oyun olarak tanımlamakta… Mazisi çok eskilere gitse de, bu süreç içinde hiçbir zaman cazibesinden bir şey kaybetmemiş. Aksine kendisine olan ilgiyi daha da arttırarak günümüze kadar, kendisini geliştirip gelebilmiş.

Absürd sayılabilecek bir ilgi derecesinde, bugün milyarlarca kişiyi, peşinden sürükleme becerisi gösteren futbol, neredeyse çılgınlık haline gelmiş. Sahip olduğu evrensel dil ve herkesin algılayabileceği basitlikteki kuralları, onu daha da sihirli hale sokmuş. İşte bu faktörler, insanoğlunun yüzyıllar boyu kendisini hiç mi hiç uzak tutamadığı bir büyüyü de bu şekilde ortaya çıkartmış.

Sandığımızdan da yaşlı olan futbolu belki de daha da naif ve ilginç kılan ve bugüne kadar getiren temel özelliğinin, izlenebilirliğindeki heyecan ve adrenalin düzeyindeki yüksekliğin hiçbir dönem ve tarih kesitinde, bugünden daha düşük düzeyde olmamasıdır. Her zaman futbolu canlı ve heyecanlı tutan, gelişimine katkı sağlayan bu dinamizmin özünü, belki de, Tayfun Öneş'in, "İçimizdeki Futbol, Dışımızdaki Futbol" isimli eserinde belirttiği binlerce yıl önce söylenmiş, Konfüçyüs'ün şu sözünde bulabiliriz. "Galibin burnu büyümemeli, mağlubun cesareti kırılmamalıdır".

Toplumun her katmanını, bulaşıcı bir hastalık gibi sarmış, her uzvuna metastaz yapmış futbolda, nedir bu oyunu bu kadar vazgeçilmez kılan? Sonuçta bir yarışma değil midir, ucunda kupa bulunan. Kitleleri kalbinden fetheden, uğrunda ölümlerin göze alındığı, Rysard Kapuscinski'nin, "Futbol Savaşı"nda ortaya koyduğu çarpıcı örneklerde olduğu gibi, ülkeler arası savaşlara neden olan…

Ya da Bora, Reiter ve Horak'ın derlediği makalelerden oluşan "Futbol ve Kültürü" isimli müthiş eserde, Gabriel Colome'in, "FC Barcelona ve Katalan Kimliği" başlıklı makalesinde yazdığı gibi, "ellili yıllardan itibaren merkezi iktidarla özdeşleştirilen ve kralın takımı olan Real Madrid'in, Barça tarafından ilk defa alt edilmesiyle", demokrasiye geçiş sürecini başlatan bir olgu mudur yoksa. Seyir zevkimizi tatmin ettiğimiz, aklımızı ve ruhumuzu doksan dakika dışarıda bırakacak kadar, yediden yetmişe herkesin büyük bir tutkuyla bağlı olduğu ve peşinden koştuğu, masum bir spor dalı mıdır ya da futbol?

Nasıl değerlendirirsek değerlendirelim; futbol, bugün yaşantımıza yön veren, giderek ilgisini daha da artıran, günümüzün vazgeçilmez toplumsal olgularından birisi.

Bazı futbol yorumcularına göre, şunun şurasında bir "eğlencelik" olan futbolda, tam da liglerin başladığı bir zamanda, bu kadar sosyolojiyi ve felsefeyi zorlamanın anlamı nedir diye soracak olursanız: Buna verilecek yanıt madalyonun diğer yüzünün de görülmesiyle ilgili olacaktır.

Futbolu seven ve futbol üzerine düşünen birisi olarak, en büyük dileğim, spor elbisesinin futbolu tüm pislik ve kirden koruması, uzak tutmasıdır. Futbolun sadece futbol olmadığını da, geçmiş yıl uygulamalarından görmüş olmanın verdiği endişenin dışa vurumudur, aslında bu sütunda yazılanlar. Ama ben yine tüm iyi niyetimle, bu beklenti içinde, futbolu sevmeye devam edeceğim. Futbolu, kendi kültürel art alanı içinde değerlendirilmesi gereken, güzel bir oyun olarak görüyorum.

Futbolu sevmek, sadece tuttuğunuz takımı sevmek değildir!

Tanıl Bora'nın derlediği, "Takımdan ayrı düz koşu" isimli çalışmada, Ahmet Çiğdem'in üzerine basarak söylediği gibi; "Futbolu sevmek, sadece kendi tuttuğu takımı sevmek değildir elbette…

Maalesef Türkiye'de taraftar denilen kitle ne yazık ki, hep kendine taraftar olan, takım sevgisini, ancak takım kendisini tatmin ettikçe sürdüren bir güruhtan ibaret." Bu değerlendirmeye, çok rahatlıkla, adı futbol yazarı, kendisi taraftar olan köşe yazarlarını da eklemeyi unutmamalıyız.

Oysa kişisel görüşüm o dur ki, futbolu sevmek: Futbol üzerine düşünmek ve futbol kültürünün düşünsel birikimine katkı sağlamaktır. Bu platformda yazılanları, futbolu bir kahve ve sokak kültürü olarak gören basit ve sığ, aynı zamanda tarafgir anlayışın pençesinden kurtarma çabaları olarak görmek, değerlendirmek gerekir. Bunu yaparken de, futbolun kendine özgü kültürel yapısını anlamaksızın, sadece sosyo ekonomik boyutundan hareketle, hala onu yığınları uyuşturan bir yönetsel araç olarak görme hatasına da düşmemiz gerekir.

Sonuçta, futbolun show-business haline geldiği modern çağımızda, bu temaşa sanatından maksimum zevki ve keyfi almaya çalışalım. Olayın hem gösteri hem de iş olan kısmını, ayrı ayrı değerlendirelim ve herkesten daha temiz ve fair bir futbol için, futbolu sevmelerini, futbol üzerine düşünmelerini isteyelim.

Bu temenni altında 52'ciye merhaba diyeceğimiz, Turkcell Süper Lig'e de hoş geldin diyelim.

 
Feel the Difference, Feel the Excellence
Yukarı
tatar ilker Liste gör
Usta Yazar


Tatar İlker
Yaş: 41
Katılım: 30/Tem/2007
Yer: Istanbul
Online Durum: Offline
Mesajlar: 2637
  Alıntı tatar ilker Alıntı  CevaplaCevapla Direct Link To This Post Tarih: 19/Ağu/2009 saat 18:55
Futbol para yıkama aracı (mı?)

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
taksar@gmail.com

17.08.2009 - 09:11

 

Geçen ay Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü'nün (OECD) Mali Eylem Görev Gücü (FATF) "Money laundering through the football sector" (Futbol sektörü üzerinden para aklama) isimli şok bir rapor yayımladı. Bu rapor sadece birkaç gazetenin spor sayfasında çok küçük bir haber olarak yer aldı. Köşe yazısı olarak ta sadece usta gazeteci Attila Gökçe'nin köşesinde kendisine yer bulabildi. Daha sonra da bu konu unutuldu gitti. İşte biz bu hafta bu konuyu gündeme taşıyarak, futbol otoritesinin konuya dikkatini çekmeye çalışacağız.

Futbol bir para aklama aracı olarak kullanılıyor!

Bugün dört milyara yakın insanın delicesine peşinden koştuğu; uğruna yüz milyarlarca paranın harcandığı en yaygın spor dallarından birisi olan futbol, artık günümüzde "iş" olsun diye oynanıyor. Kitlelerin futbola olan bu sevdası, doğal olarak futbolu farklı bir mecraya da sürüklüyor. Futbolun güzelliği ve ona olan ilgi günümüzde itinayla paraya tahvil edilirken; bu masum oyun, bir oyun olmaktan öte bir kazanç-çıkar sağlama aracına dönüştürülüyor. İşte bu süreç aynı zamanda futbolun kendi mezar kazıcılarını da yaratıyor. Futbolun giderek parasallaşması, futbolun kendi bağışıklık sistemini zayıflatacak Teşvik, şike, rüşvet, şiddet ve bahis gibi anti futbol öğelerinin de ortaya çıkmasına neden oluyor.

Bugün yeryüzünde 4 milyara ulaşan futbol seyircisi, 38 milyon kayıtlı futbolcu, 5 milyon hakem, 155 bine ulaşan profesyonel futbol kulübünün olduğu ve yıllık yüz milyar dolarlara ulaşan  parasal gelir etkisi  dikkate alındığında, para aklamada neden futbolun seçildiği de bir bakıma ortaya çıkıyor.

Paranın futbol piyasasına girişinde herhangi bir engelleme ile karşılaşmaması, günümüzde para aklamaya çıkartılan en büyük davetiyeyi oluşturuyor. Aynı zamanda bu olumsuzluk futbolun en önemli handikaplarından da birisi olarak karşımıza çıkıyor. Daha doğrusu futbolun yeryüzündeki genel popülaritesi, futbola enekte edilen paralara karşı hükümetlerin finansal bir miyopiye yakalanmalarına yol açıyor.

Tüm para hareketlerinin çok sıkı takip edildiği bir ülkede, konu futbol olduğunda tüm otoriteler bu para hareketlerine seyirci kalabiliyorsa, o zaman konuya ilişkin sorulacak çok soru ve aydınlanması gereken birçok nokta var demektir. Aksi halde son beş yıl içinde Chelse'ye 850 milyon dolar para aktaran Roman Abramovich'e karşı, İngiliz Futbol Federasyonu'nun (The Football Association-FA) ve İngiliz maliyesinin seyirci kalmasının başka nasıl bir açıklaması olabilir ki? Ya da yıllık 170 milyon Euro geliri olan bir kulüp nasıl olur da 500 milyon Euro'luk bir borç batağına saplanabilir ki? Veya yıllık 250 milyon Euro'luk transfer yapabilen bir kulüp, bu bütçeyi nereden ve nasıl sağlayabilir ki? Kısacası daha buna benzer bir çok soruyu peşi sıra sorabiliriz.

İşte FATF'nin bu raporu da tam bu konuyu sorguluyor. 

Futbolun aktörleri arasındaki para dolaşımı

Futbolun ana öğelerine baktığımızda sektörün en önemli hücresini futbol kulüpleri oluşturuyor. Kulüpleri takip eden diğer önemli futbol aktörü olarak karşımıza, endüstrinin en önemli  varlığını oluşturan  profesyonel futbolcular çıkıyor. Futbola para akıtan sponsorlar; futbolun nakit ve yayın akışını sağlayan medya; bazı ülkelerde kulübün yasal olarak hisselerini elinde bulunduran girişimci patronlar; futbolcu sirkülasyonunu ve nakit hareketini sağlayan futbol menajerleri (football agents);bu işten önemli vergi geliri elde eden maliye (Premier Lig yıllık 1,2 milyar dolar vergi ödüyor) ve daha buna benzer bir çok unsur futbolda sportif ve mali hareketliliği sağlıyor. İşte bu öğeler arasında her tarafın yararına olan çoklu bir simbiyoz yaşam da söz konusu. Tüm öğelerin birbiriyle olan organik bağını ise, çok da sağlıklı ve transparan olmayan bir muhasebe sistemi sağlıyor. İşte bu yapı, para aklama sisteminin de kovalent bağını oluşturuyor. Anti-futbol ögelerinin yaşamasına, bu aktörler arasındaki kompleks network olanak sağlıyor.

Gelir dağılımındaki dengesizlik

Rapora göre: Avrupa futbol piyasası 2007 yılında 13.8 milyar Euro'luk bir hacme ulaştı. Bunun % 52'sini beş büyük lig (İngiltere, İspanya, İtalya, Almanya ve Fransa), % 68'ini bu beş büyükteki ligler oluşturdu. Toplam hacmin % 30'u bu beş top-ligdeki futbolcu ücretlerine gittiği için gelir dağılımı son derece adaletsiz. Futbol piyasası kolay girilebilir, yönetimi yıllardır profesyonellikten uzak ve ortak bir yasal yapıdan yoksun (Her ülkede farklı kulüp yapıları, farklı muhasebe, vergi sistemleri var) oluşu nedeniyle karaparaya karşı savunmasız. Sektördeki nakit akışının hacmi çok büyük, boyutu da uluslararası olduğundan denetimi çok zor.

Suç örgütleri yatırım yapıyor

Piyasa giderek büyüdüğü için nakit ihtiyacı da aynı paralelde büyüyor ve kulüplerin finansal yapısı bozuluyor. Bu nedenle futbol kulüpleri gelen paranın kaynağını sorgulamıyor ve hem parayı aklıyor hem de bu kaynağı getiren sosyal bir statü, çevre kazanıyor. Suç örgütleri futbola yatırım yaparak bahis, gayrimenkul gibi sektörlerde hakimiyet elde ettikleri gibi yerel ve ülkesel yönetimlerle de ilişki kuruyorlar.

Birçok ülkede kulüp yönetici ve sahiplerinin inşaat sektöründen gelmeleri dikkat çekici. Futbolcuların imaj hakları genelde vatandaşı oldukları ve/veya oynadıkları ülkelerin dışındaki ülkelerden kişi ve/veya kurumlara pazarlanarak hem vergi kaçırma hem para aklama operasyonları yapılıyor. Futbol sektörü para aklama dışında, insan ticareti, vergi suçları ve ilaç (özellikle doping) ticareti gibi suçları da saklamakta kullanılıyor.

FATF nedir?

Şoke eden raporu yayınlayan FATF (The Financial Action task Force), tüm dünyada terörizmin finansmanı ve para aklamaya karşı global finansal sistemi korumaya ve kollamaya yönelik politikalar üretmek, geliştirmek amacıyla kurulmuş, uluslar üstü olduğu kadar hükümetler arası, bağımsız  bir örgüt. İnceleme ve analizlerini yayımlıyor, öneriler getiriyor, hükümetlere, devletlere tavsiyelerde bulunuyor ve uluslararası kamuoyu oluşturuyor. Saptadığı, analiz ettiği, irdelediği konulara ilişkin gerekli yasal düzenlemelerin yapılabilmesini teminen, hukuksal, finansal ve muhasebe olarak evrensel normlar getirmeye çalışıyor. Tüm sektörleri inceleyebiliyor, her türlü bilgiye hükümetlerin uluslararası gücünü kullanarak ulaşabiliyor. Tüm araştırmalarını da yazılı ve web ortamında yayınlıyor. Kısacası, FATF bir nevi dünya parasal düzeninin bağışıklık sistemine zarar verecek her türlü  para aklama eylemine karşın bir virüs koruma programı gibi çalışıyor. Ya da böylesi bir misyona sahip.

Temmuz 2009'da bu kez FATF'nin hedefinde küresel spor dalları ve en çok da popüler spor dalı olan futbolun, para yıkama eylemlerinde nasıl kullanıldığının araştırması vardı. Çok ilginç, ilginç olduğu kadar da neredeyse teamül haline gelmiş ve en kötüsü de neredeyse genel olarak kitlelerce kanıksanmış yöntemlerle futbol ve diğer spor dallarında para aklama eylemleri masaya yatırılmıştı. İşte biz bu raporun özellikle de futbola ilişkin kısımları üzerinde duracağız. Raporda saptanan konular üzerinden bazı kişisel analizlerimizi de  yapacağız.

Raporun genel içeriği

Rapor altı bölümden oluşuyor. İlk bölümde para aklamanın (ya da daha açık ifadeyle para yıkamanın) hangi spor dallarında nasıl yapıldığı anlatılırken, futbolun bu işe neden alet edildiği sorgulanıyor.

İkinci bölüm futbol sektörünün yapısının analiz edildiği bölümü oluşturuyor. Bu bölümde Avrupa futbol pastası ve bu pastanın paylaşımının neden olduğu olumsuzluklar gözler önüne serilirken, futbolun kurumsal yönetimi (UEFA, FIFA , AFC, CAF, CONCACAF, CONMEBOL, OFC) genel olarak analiz ediliyor. Ve bu federasyonlar arasındaki bağ sorgulanıyor. Yine aynı bölümde gelir dağılımındaki dengesizliğin futbol kulüplerinin finansal kırılganlıklarını nasıl artırdığı ele anlıyor.

Üçüncü bölüm ise; sistem içinde futbolun güvenlik açıklarını sorguluyor. Futbolun sisteme nasıl ve ne şekilde girdiğini ortaya koyuyor.

Dördüncü bölüm ise futbolda para aklama yöntemlerini çeşitli örnek olaylarla tipolojik olarak ele alıyor.

Beşinci bölümde ise para aklama girişimlerine genel bir bakış ortaya konurken, son bölümde ise sonuç olarak ulaşılan önemli bulgular değerlendiriliyor.

Sektörün güvenlik zaafları

Rapora göre sektörün güvenlik eksiklerini yorumlayacak olursak, aşağıdaki sorunlarla karşılaşıyoruz.

·Sektöre paranın girişinin önünde bir engel olmaması nedeniyle, sisteme nüfuzun kolay olması.

·Kulübün paydaşları arasındaki karmaşık ağ yapısı.

·Profesyonel yönetim eksikliklerinden kaynaklanan sorunlar.

·Kulüplerin yasal ve ticari yapılanmalarındaki sıkıntılar.

·Sektörün hatırı sayılır parasal büyüklüğü içinde oluşan ve kontrol dışı parasal işlemler, harcamalar ve sözleşmeler.

·Futbolun irrasyonel yapısından kaynaklanan öngörülemeyen maliyetler ve bunun etkileri.

·Kulüplerin finansal ihtiyaçları ve bunun yol açtığı kırılganlık.

Para aklamaya olanak sağlayan yukarıdaki faktörlerin temelde;

·Kulüp sahipliği,

·Transfer piyasası ve oyuncu bonservis sahipliği,

·Bahis faaliyetleri,

·İmaj hakları, sponsorluk ve reklam-medya sözleşmeleri/düzenlemeleri temelinde yükseldiğini ve bu yapı üzerinde çok önemli riskler doğurduğunu gözlemliyoruz.

Kulüp sahipliği temelindeki örgütlenmelerde, yasadışı kazançların kulüpler aracılığıyla legalleştirilmeye çalıştırılması çok sık görülen bir uygulama olarak karşımıza çıkıyor. Nereden edinildiği şüpheli olan parasal gelirin kulübe aktarılarak, paranın kayıt altına alınması ve daha sonra bu tutarın kulüp borçlandırılmak suretiyle yasal olarak geri alınması en sık karşılaşılan para aklama methotlarından birisi.

Borsaya açılan kulüplerin hisselerinde spekülasyon yapılarak, haksız kazanç elde edilmesi.

Oyuncu transferlerinde resmi sözleşmenin, gerçek değerinin üzerinde bağıtlanarak, aradaki farkın kulüpten çekilmesi ya da tersi işlem ile kulübe para enjekte edilerek, yasal olmayan paranın kaydi sistem içine alınması.

Ya da gerçek değerinin altında bir sözleşme ile vergi ziyanına neden olunması. Bu amaçla transfer edilen bir oyuncuya bir miktar paranın yurtdışında elden ödenmesi.

Futbolcuya ödenen ücretin önemli bir kısmının "imaj hakları" olarak gösterilip bu tutarın yurtdışında faaliyet gösteren bir şirkete devredilmesi ve ödemelerin bu şirket üzerinden yapılması.

Bahis şirketleri aracılığıyla şike organize edilmesi ve bunun genç oyuncu transferinde etkin bir araç olarak kullanılması.

Karanlık geçmişler ve yüz milyon dolarlık servetler

Sahip oldukları servetleriyle dünyanın en zengin insanları olma özelliğine sahip şaibeli milyarderlerden de burada söz etmemiz gerekiyor.

20 milyar dolar civarındaki  serveti ve Chelsea'ye aktarmış olduğu 850 milyon dolara ulaşan parası ile gündemden hiç düşmeyen Roman Abramovich;

1995 yılında Roman Abramovich ile birlikte kurduğu Sibneft'ten sonra, Kia Joorabchian'ın sahibi olduğu Media Sports Investment şirketinin gizli ortağı olan Boris Berezovsky;

Brezilya'nın en popüler kulüplerinden Corinthians'ı satın alan Media Sports Investment şirketinin başkanı olan dolar milyarderi Kia Joorabchian;

Rus asıllı Fransız işadamı Arcadi Gaydamak'ın oğlu ve Portsmouth'un sahibi ve milyar dolarlık serveti olan Alexandre Gaydamak, futbola aktardıkları paralar ile geçmişlerini de futbol aracılığıyla yıkayan şaibeli dolar milyarderleri olarak karşımıza çıkıyor. 

Genel değerlendirme

FATF'nin geçen ay yayınladığı para aklama raporuna ilişkin genel değerlendirmemizi  yapacak olursak;

Raporda futbolun bağışıklık sistemini çökertebilecek genel semptomlar belirlenmiş; konunun temel kaynağına ilişkin örnek ve detay olaylar  belirtilmiş olmakla birlikte, raporda ele alınmayan bir önemli konu var ki, ben bu konuyu sorunun ana kaynaklarından birisi olarak görüyor ve değerlendiriyorum. Özellikle futbolda; bataklığı oluşturan temel etmenlerden birisi olarak, küresel futbola yön veren ekümenik örgütlenme anlayışı üzerinde durmamız gerekiyor. Çünkü bu anlayış ile futbol hukuksal ve yasal denetimin dışına çekiliyor.

Bu bağlamda, sporun (özelde de futbolun) ekonomik, sportif ve hukuksal öğelerinin genel olarak ele alınıp, değerlendirildiği, AB Komisyonu tarafından yayımlanan ve Sporun (özellikle futbolun) AB hukuk sistemi karşısındaki durumunu belgeleyen Beyaz Kitap'tan bahsetmeden geçemeyiz.  

"Sporun özgüllüğü"nü (yani FIFA, UEFA, IOC gibi kurumların ekümeniklik iddialarını) yeniden tanımlayarak, Avrupa spor Hukuku'nun, AB Hukuk normları içinde değerlendirilmesini sağlamaya yönelik bir hukuksal platform olarak karşımıza çıkan Beyaz Kitap, aslında kendisini yasalar ve devletler üstü gören UEFA ve FIFA'nın ekümenik yapısının da sonlandırılmasını amaçlıyor.

Bu konuyu aslında Doç. Dr. Kutlu Merih ile birlikte 2008 yılında kaleme aldığımız "Futbol Yönetimi" isimli kitabımızda Türkiye'de ilk kez akademik boyutta detaylıca irdeleyip futbol hukukunun geleceğine yönelik bazı analizler yapmıştık.

Futbolun spor hukuku içinde yerini sorgulayan "White Paper" (Beyaz Kitap) üzerinde konuyla ilişkisi bakımından kısaca durmamız gerekiyor.

Beyaz Kitap

FIFA'nın Bosman kurallarından bu yana Avrupa hukuk sistemi ile olan çelişmesi ve kendinde varsaydığı yetkileri tartışma konusudur. Bu yetkiler Avrupa hukuk sistemi tarafından geçerli sayılmamaktadır. FIFA yetkileri ve kapasiteleri konusunda AB Komisyonu ve AB hukuku karşısında giderek pozisyon kaybetmektedir. FIFA'nın yetkileri ve tasarrufları AB Müktesebatı ile sınırlı hale getirilmiştir. Caherleroi mahkemesi kararlarına göre FIFA sıradan bir ticari kuruluştur ve yetki ve tasarruflarını ancak AB hukuku çerçevesinde kullanabilir. Ayrıca AB komisyonu tarafından yayınlanan "Beyaz Kitap" dokümanına göre; "FIFA'nın yetkileri sadece yeşil sahada oynanan oyunla sınırlıdır. Bunun dışındaki her şey Avrupa hukuk sisteminin konusudur".

Sonuçta;

Her ne kadar kriket, ragbi, at yarışı ve motor sporları gibi sporlar da tehdit altında olmasına karşın, futbolun global boyutu, onu  para aklamada kullanılan en yaygın spor dalı olarak karşımıza çıkartıyor. Suç örgütleri bu amaçla futbola yatırım yapıyor. Rapora göre küreselleşerek endüstri haline gelen futbol, kulüplerin finansman ihtiyacı arttığı için para aklamada yoğun olarak kullanılıyor. Özellikle  futbolun  küresel olabilme özelliği ve kulüplerin artan finansman ihtiyacı sonrası, yapılan oyuncu transferleri sayesinde  futbolun uluslararası para transferine olanak sağlıyor. Bu hareket, futbol kulüplerini, suçlular için mükemmel bir para aklama aracı haline getiriyor.

Futbolun bugün ticari gelirlerinin ve yapılanmasının spor hukuku dışında tutulmaya çalışılması, onu para aklamanın mükemmel bir aracı haline getiriyor. İngiliz gazeteci Andrew Jennings'in "Faul: FIFA'nin Karanlık Yüzü" isimli kitabında bizatihi FIFA başkanı Sepp Blatter'in başkanlık seçimlerinde rüşvet dağıtarak, delege oylarını kazanmasına ilişkin ortaya koyduğu argümanlar ve  FIFA hesaplarının incelenmesine, ekümeniklik anlayışı çerçevesinde adli mahkemelerin olaya müdahil olamaması, futbolun para aklamaya alet olmasının da en önemli nedenlerinden birisini oluşturuyor.

Peki ne yapılmalı?

Peki futbol dışı öğelerin, futbolu kullanarak para aklama çalışmalarının önüne geçebilmek için neler yapılmalı? Rapora göre para aklamaya ve mali suçlara karşı futbolu ve diğer spor dallarını koruyabilmek için;

·Sorunların kamuoyu ile paylaşılması,

· Farkındalığın artırılması,

·Finansal şeffaflığın sağlanması,

·Ve bu tür suçlarla yoğun mücadele edilmesi, gerekiyor.

Yukarıda sayılanlara ek olarak; Beyaz Kitap'ta da belirtildiği üzere, futbolun sahip olduğu kurumsal yapı ve statü içinde elde ettiği tüm gelirler AB spor hukukunda olduğu gibi spor hukuku normları içinde değerlendirilmeli ve takip edilmelidir. Bu bağlamda futbolun devletler/hükümetler ve yasalar üstü statüsünü anlatan ekümenik yapılanmasının  kesinlikle spor hukuku içine çekilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu kapsamda futboldan kaynaklanan ve nemalanan her türlü mali suçlarda doğrudan spor  hukuk mekanizmasının çalışmasına olanak sağlayacak yasal düzenlemelere gidilmesi, futbolda para aklamaya karşı çok önemli bir gelişim olacaktır.

http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109

Feel the Difference, Feel the Excellence
Yukarı
tatar ilker Liste gör
Usta Yazar


Tatar İlker
Yaş: 41
Katılım: 30/Tem/2007
Yer: Istanbul
Online Durum: Offline
Mesajlar: 2637
  Alıntı tatar ilker Alıntı  CevaplaCevapla Direct Link To This Post Tarih: 24/Ağu/2009 saat 18:14

Beş büyük ligde kârlılık üzerine…

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
taksar@gmail.com

24.08.2009 - 09:13

Beş büyük lig toplam gelirin büyük kısmını alıyor

Bilindiği üzere Avrupa'nın beş büyük ligi, yani İngiliz Premier lig, İspanyol La Liga, Alman Bundesliga, İtalyan Serie-A ve Fransız 1.Lig, Deloitte'un 2009 raporlarına göre 14,6 milyar Euro'luk Avrupa futbol pastasının %53'ünü kendi aralarında paylaşıyorlar. Kısacası, beş büyük ligin Avrupa futbolundan aldığı pay parasal tutar olarak tam 7.7 milyar Euro.

Yine Deloitte'un söz konusu raporuna göre Avrupa futbol pastası bir önceki yıla göre toplam 1 milyar Euro'luk bir büyüme kaydederken; bu büyüme beş büyük ligde yaklaşık 700 milyon Euro'ya ulaşmış durumda. Anlayacağınız aslında Avrupa futbolundaki 1 milyar Euro'luk büyümenin %70'i bu liglerden geliyor. Bu durum doğal olarak bu liglere inanılmaz bir rekabet üstünlüğü sağlıyor. Bu rekabet üstünlüğünü arkasına alan beş büyük lig transfer sezonunda da ortalığın tozunu atar duruma geliyor. Sonuçta parasal gelirin dağılımındaki bu dengesizlik, sportif ve mali başarıyı beş büyük lige götürürken, diğer 48 ülke futbol ligi de doğal olarak sportif ve mali başarının gerisinde kalmış oluyor.

Gelirlerin bileşimi

Beş büyük ligde gelirlerin nereden geldiğine baktığımızda ise aşağıdaki tabloda yer alan bilgilerle karşılaşıyoruz. Tabloya göre İngiliz Premier lig'de en önemli gelir kalemini %48 ile yayın geliri oluştururken; onu %29 ile sponsorluk geliri oluşturuyor. Ancak bu gelirin içinde, aşağıdaki tabloda yer almayan ticari gelirleri de dikkate almamız gerekiyor. Maç günü gelirleri ise %23 civarında…

Sözkonusu tabloya göre gelirlerin en büyük kısmı yayın gelirlerinden gelen İtalyan Serie A'da ise bu sene yayın gelirlerinde havuz gelirlerine geçildi. Serie A'nın dışında yayın geliri en yüksek lig olarak karşımıza, gelir kalemleri içinde %56'lık payı ile Fransız Lig 1 çıkıyor.

Özetle, aşağıdaki tabloyu değerlendirdiğimizde; beş büyük ligin gelirleri içinde en önemli gelir kalemini naklen yayın gelirleri oluşturuyor.

Nitekim 2008/09 sezonu itibariyle beş büyük ligde toplam naklen yayın gelirleri 3.1 milyar Euro'ya ulaşmış durumda. Maç günü gelirleri 1,8 milyar Euro olarak gerçekleşen beş büyük ligin sponsorluk gelirleri toplamı ise 1 milyar 756 milyon Euro düzeyinde gerçekleşmiş.

 5 büyük ligde 2008/09 yılı gelirlerinin bileşimi (%)

 

Premier Lig  

Bundesliga

La Liga 

Serie A

Fransız Lig 1

Maç günü geliri 

23

33

32

13

20

Yayın geliri 

48

28

40

61

56

Sponsorluk geliri 

29

24

28

13

14

Diğer ticari gelirler   

-

15

-

13

10

Toplam

100

100

100

100

100

Büyük ligler ile küçük ligler arasındaki uçurum daha da artıyor

Bu büyüme çok doğal olarak bu liglerin sayesinde oluyorsa, bu liglerin de bu pastadan daha fazla pay almaları mantıklı değil mi diye bir soru akla gelebilir. Bu soru gerçekten de kendi içinde bir kısır döngüyü de ifade ediyor. Gösteri endüstrisinde bu ligler sahne alıyor ve insanlar da onları izlemek için televizyonlarının başlarına geçiyorlar ya da statlara gidiyorlar. Bu nedenle Premier Lig haftalık 170 farklı ülkede 470 milyon insan tarafından izleniyor. Bu nedenle tüm televizyonlar bu ülkelerin maçlarını yayınlıyorlar. Hal böyle olunca da büyük para daha fazla para yaratıyor. Ancak bu gelişim ne kadar sağlıklı bu tartışılır. Parasal gelir dağılımındaki dengesizlikler uzun vadede toplumlarda önemli sosyal sorunları beraberinde getiriyor. Yıllardır bu nedenle tüm ekonomi politikalarının en öncelikli işini hep gelir dağılımının yeniden düzenlenerek, dengeli ve adil bir gelir dağılımı oluşturma çalışmaları olmuştur. Ancak geriye baktığımızda ne yazık ki bu politikaların çok da amaçlarına ulaşamadıkları görülmüştür. Şimdi aynı şey futbol için de geçerli. Yani, her geçen gün Avrupa'nın beş büyük ligi, diğer liglerle parasal olarak arayı açıyor ve sportif olarak daha ileriye gidiyor. Bu nasıl oluyor? Ne yapmalı? Gerçekten bu konular ekonomide olduğu gibi, futbolda da gelir dağılımının yeniden düzenlenmesi konusunu gündeme getiriyor. Bu sorunu sadece beş büyük ligde değil, aynı zamanda lokal liglerde de görüyoruz. İngiltere'de 4, İspanya, İtalya, Fransa ve Almanya'da 3 büyük kulüp pastanın yüzde 60'a yakın kısmını kendi aralarında paylaşıyorlar. Tıpkı ülkemizde olduğu gibi. Ülkemizde de üç büyükler toplam pastanın yüzde elliden fazlasını kendi aralarında paylaşıyorlar…

Beş büyük lig faaliyet kârı yaratabiliyor mu?

Peki, bu ligler futbol pastasından en büyük payı almalarına karşın, ne ölçüde kâr edebiliyorlar? Ya da bir diğer ifadeyle bu liglerin operasyonel kârlılıkları yani, faaliyet kârları nasıl bir gelişim gösteriyor? Çünkü, en büyük pastayı bu ligler aldığına göre, en fazla faaliyet kârını da bunların yaratması beklenir. Durum böyle midir? Bu yazımızda buna bakacağız. Aslında sorunu şöyle de ele alabiliriz: Bu ligler futbol kaynaklarını ne kadar etkin kullanıp, ilave kaynak yaratabiliyorlar? Çünkü büyümenin ana motorunu operasyonel kârlılık oluşturuyor…

Ancak durumun çok da böyle olmadığını birazdan göreceğiz. Çünkü futbol ekonomisinde gelirler arttıkça giderler daha fazla artıyor. Bu önemli paradoksu biz daha önce bu sütunlarımızda daha önceden ele almış ve durumu geniş bir şekilde ele almıştık. Kısaca bu konuyu bir kez daha anımsadıktan sonra yazımıza devam edelim.

Beşinci paradoks: Futbol sektöründe gelirler arttıkça verimlilik azalıyor, kârlar düşüyor. (İngiltere vs. -Chelsea paradoksu)

Futbolda içsel dinamiklerin, iktisat teorisindeki dinamikler gibi çalışmadığını, futbolun temel doğrularından birisi olarak her zaman ifade ettik. Gerçekten de futbolda kaldıraçlar, iktisatta ya da finansmanda olduğu gibi çalışmıyor. İktisadın temel ilkelerinden olan kâr maksimizasyonu ya da maliyet minimizasyonu ne yazık ki futbol için geçer akçe değil! Düşük bütçeli bir takım yaratılarak/oluşturularak, Avrupa devleriyle mücadele edip, kupa kazanmak teorik olarak mümkün görünmekle birlikte, pratikte çok zor görünüyor. Ya da tam tersi durum da futbolda çok geçerli değil. Örneğin yıldızları bir araya getirmeniz Real Madrid'de olduğu gibi mümkün olabilir ve bir ''galactica'' yaratabilirsiniz ama başarıya da Real de olduğu gibi hasret kalabilirsiniz.

Futbolda ölçek ekonomisi de çalışmıyor. Yani mevcut kadronuzda ilave maliyete katlanmadan, verimliliği artırabilmek çoğu zaman mümkün olamıyor. Bu anlamda yaptığınız yatırımlar sonucunda oluşan başarı kapasitenizi, her yarışmada kullanamıyorsunuz. Her turnuva ve yarışmada yeniden yapılanmak ve takımınızı buna göre oluşturmak zorunda kalabilirsiniz. Bu olayın bir diğer boyutu da futbolda bir yandan gelirleriniz artarken, iktisatta olduğu gibi kârınız artmamasıdır. Ya da gelirleriniz arttıkça, giderleriniz bundan daha hızlı artmaya başlayabilir. Bu paradoksa en tipik örnek olarak son yılların en gözde kulübü Chelsea'yi örnek gösterebiliriz. Chelsea bugün Avrupa'nın en zengin beşinci kulübü olmasına ve yıllık 268,9 milyon sterlin bir gelir elde etmesine karşın, Avrupa'nın giderleri en fazla ve en borçlu kulüplerinden birisi konumunda. Roman Abramovich'in Chelsea'yi satın aldığı 2003 sezonu öncesi toplam gelirleri yaklaşık 110 milyon Euro iken; 2007/08 sezonunda Chelsea'nin cirosu 268,9 milyon Euro'ya yükselmiştir. Geçen beş yıllık süre içinde yüzde 144'lük bir artışı ifade eden bu oran yıllık ortalama yüzde 28 civarında bir artışa karşılık geliyor. Yine aynı dönemde Chelsea'nin giderlerine baktığımızda ise; 2003/04 sezonunda toplam 55 milyon Euro gidere ve ortalama yüzde 67 gibi gider/gelir rasyosuna sahipken; bugün bu rasyo yüzde 79'a çıkmıştır. Buna bağlı olarak operasyonel zararları 2003/04 sezonunda 87,8 milyon sterlinden (105 milyon Euro), 2007/08 sezonunda 140 milyon sterline (168 milyon Euro'ya) yükselmiş durumdadır.

Kısaca futbol sektörü, Doç. Dr. Kutlu Merih'in dile getirdiği gibi bir verimlilik (efficiency) ve etkinlik (effectiveness) sorunu yaşıyor. Yani futbol sektöründe var olan kaynaklar verimli bir şekilde kullanılmadığı için olması gereken etkin sonuçlara da ulaşılamıyor.

Beş büyük ligde gelirler ve kârlılık

Aşağıdaki tablodan da görülebileceği üzere, beş büyük lig son 12 yıllık dönemde yani 1996/97-2008/09 arası beş büyük lig toplam 65.4 milyar Euro tutarında bir gelir yaratmış. Bu süreçte Premier Lig 20 milyar Euro'luk bir gelire ulaşırken, bu lige en yakın Serie-A ile aralarında 6,5 milyar Euro'ya ulaşan bir fark bulunuyor. 13,6 milyar Euro'luk Serie A'yı ise, 12,5 milyar Euro'luk geliriyle Bundesliga takip ediyor. Dördüncü sırada yer alan İspanyol La Liga'nın ulaştığı gelir ise 10,7 milyar Euro. Son sırada yer alan Franszı Lig 1'in de yarattığı gelir toplamı 8,4 milyar Euro.

Aşağıdaki tabloda göze batan en önemli unsur: Son 12 yıllık süreçte toplam gelirin %30.7'sinin tek başına Premier Lig tarafından yaratılmasıdır. Premier Lig'i, %20.8 ile Serie-A izlerken; Alman Bundesliga'nın payı %19 civarında. Son yıllarda önemli bir atak yapan La Liga'nın payı ise %16.4. Beş büyük lig içinde en düsüşk gelire sahip lig olarak karşımıza çıkan Fransız Lig 1'in ise payı %12.9.

Bu süreçte; İngiliz Premier Lig gelirlerini %269 artırırken; Franszı Lig 1 %258; La Liga %224; Bundesliga %181 ve Serie A da % 165 artırma başarısı göstermişler. Bu dönemde toplam beş büyük ligin ortalama gelir artışı ise %218 olmuş.

       Beş büyük ligde son on iki yılda toplam gelirlerin gelişimi (Mil Euro)

 

Premier Lig  

Seria A

Bundesliga

La Liga 

Fransız Lig 1

Toplam

1996/97

685

551

524

444

293

2497

1997/98

895

650

513

569

323

2950

1998/99

1024

1059

681

612

607

3983

1999/00

1219

1151

880

722

644

4616

2001/02

1557

1127

1043

676

643

5046

2002/03

1747

1162

1108

776

689

5482

2003/04

1791

1153

1058

847

655

5504

2004/05

1977

1336

1236

953

696

6198

2005/06

1995

1399

1195

1029

910

6528

2006/07

2273

1163

1379

1326

972

7113

2007/08

2441

1400

1420

1370

990

7621

2008/09

2526

146

1470

1440

1050

7946

Toplam

20130

13611

12507

10764

8472

65484

Beş büyük ligde operasyonel kârlılığın gelişimi

Aşağıdaki tabloyu incelediğimizde beş büyük lig içinde operasyonel kârlılığını yıllar itibariyle devam ettirebilen lig olarak karşımıza sadece Premier Lig ve Alman Bundesliga…

İngiliz Premier Lig son 12 yıllık süre içinde faaliyet kârının 127 milyon Euro'dan 234 milyon Euro'ya yükseltebilirken; Alman Bundesliga ise 37 milyon Euro seviyesindeki faaliyet kârını 136 milyon Euro'ya kadar artırabilmiş.

Zararda olan ve faaliyet kârlılıkları volatil bir gelişim gösteren ligler olarak ta İtalyan Serie A ile Fransız Lig 1'i görüyoruz. Özellikle İtalyan Serie A operasyonel kârlılık konusunda çok volatil bir yapı sergilerken; bu süreçte sadece iki kez kâra geçebilmiş. 1996/97 sezonunda 8 milyon Euro'luk bir faaliyet kârına ulaşan Serie A, 2003-04 sezonunda da 1 milyon Euro kâra geçebilmiş.

Fransız Lig 1 de yine faaliyet kârı yaratmakta zorlanan bir lig olarak karşımıza çıkıyor. Fransız Lig 1 bu periyotta sadece 3 kez faaliyet kârı elde edebilirken; 2007/08 sezonunu ise 84 milyon Euro zararla kapamış.

1996/97-2007/08 döneminde İngiliz Premier Lig kümüle olarak 1,944 milyon Euro tutarında toplam faaliyet kârına ulaşırken; Alman Bundesliga ise bu süreçte 1,211 milyon Euro operasyonel kâr yaratabilmiş.

Bu süreçte İtalyan Serie-A 1,413 milyon Euro zarar ederken; Fransız Lig 1 de toplam 428 milyon Euro'luk bir faaliyet zararına katlanmak durumunda kalmış.

Beş büyük lig içinde La Liga'nın finansal verileri elde edilemediğinden tabloya dahil edilememiştir.

La Liga hariç beş büyük lig geçen 12 yıllık süre içinde toplamda 1,314 milyon Euro faaliyet kârına ulaşırken; Fransız Lig 1 ve İtalyan Serie-A'nın zararları toplamı ise 1,841 milyon Euro'ya yükselmiş durumda.

Sonuç

Avrupa futbolu şüphesiz ki, finansal ve sportif anlamda dünya futbolunu domine ediyor. Avrupa futbolunun parasal gelir kaynakları her geçen gün önemli artışlar sergilemesine karşın, sektörün operasyonel kârlılığa ulaşmakta zorlandığını gözlemliyoruz. Bunda futbol ekonomisinin terse çalışan dinamiklerinin etkisi büyük. Futbol ekonomisinde kaynakların verimli kullanılamaması, bir yandan etkin sportif ve mali etkin sonuçlara ulaşılmasını engellerken; diğer yandan da güçlüler ve büyükler lehine haksız rekabetin artmasına neden oluyor. Rekabeti bozan bu paradoksal durum ne yazık ki, futbol ekonomisinin ana dinamiğini de oluşturan olumsuz etmenlerden birisi olarak varlığını devam ettiriyor.

Avrupa futbolunda gelir ve giderler arasındaki dengesizlik, futbolun sektörel kârlılığının önünü kesiyor. Kulüpler bazında da operasyonel kârlılığa ulaşan kulüp sayısının ne kadar az olduğu dikkate alındığında bu sorun futbol ekonomisinin üzerinde durulması gereken konuların başında geliyor.

Ligler kulüpler toplamından oluşuyor. Bu nedenle kulüp bazında faaliyet kârlılığına ulaşamayan kulüpler, liglerin de operasyonel kâra geçmelerini engelliyor. Bu bağlamda kulüplerin operasyonel kârlılığa ulaşabilmeleri çok önemli. Kulüplerin faaliyet kârlılığı yaratamalarının temel nedenlerine bakıldığında;

· Gelir ve giderleri arasında, giderler lehine çok büyük farkların bulunduğunu,

· Kulüplerin mevcut kaynaklarını etkin ve verimli kullanamadıklarını,

· Futbol takımı işletme giderlerinin kontrol altına alınamadığını,

· Takımdaki ücret ve maaş giderlerinin sınırlandırılamadığını,

· Futbol ekonomisindeki paradoksların varlığını devam ettirdiğini,

· Futbol transfer piyasasında fiyatların kontrol edilemediğini,

· Kulüplerin sağlıklı ve sürdürebilir bir gelir düzeyinin bulunmadığını,

· Kulüplerin kurumsal yönetimlerindeki olumsuzlukların mali disiplini bozduğunu,

Gözlemliyoruz.

Bu konularda lokal federasyonlar ile UEFA ve FIFA'nın alması gereken önemli aksiyonlar bulunuyor. Bu konuları daha önceki yazılarımızda çok detaylı olarak dile getirdiğimiz için tekrar burada yer vermeyeceğiz.

 

Gelir

Faaliyet Karı/zararı (€ mio)

Faaliyet Kar Marjı

Toplam gelir içinde işletme giderlerinin payı

Bundesliga 

1379

250

18%

65%

Premier Lig 

2273

141

6%

85%

La Liga 

1326

78

5%

82%

Seria-A   

1163

-40

n/a

84%

Ligue 1

972

23

2%

62%

 http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109

 

Feel the Difference, Feel the Excellence
Yukarı
mr zenco Liste gör
Deneyimli Yazar


Alper Yeşilöz
Yaş: 36
Katılım: 02/Ağu/2007
Yer: Bahrain
Online Durum: Offline
Mesajlar: 696
  Alıntı mr zenco Alıntı  CevaplaCevapla Direct Link To This Post Tarih: 24/Ağu/2009 saat 18:40
valla yalan yok bi okuyayım diye niyetlendim ama gözüm yemedi naptın abi sen ansiklopedi gibiLOL
Ayrıca 5 büyük yok tek büyük var oda TSLLOL(made by Halil Ünal)
Cehennemin ateşi buz tutana dek ESES!!!
Yukarı
tatar ilker Liste gör
Usta Yazar


Tatar İlker
Yaş: 41
Katılım: 30/Tem/2007
Yer: Istanbul
Online Durum: Offline
Mesajlar: 2637
  Alıntı tatar ilker Alıntı  CevaplaCevapla Direct Link To This Post Tarih: 04/Eyl/2009 saat 15:19
Şampiyonlar Ligi mi, zenginler ligi mi?

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
taksar@gmail.com

31.08.2009 - 09:04

Şampiyonlar Ligi'nin grupları geçen hafta içinde çekilen kuralarla belli oldu. Buna göre B Grubu'nda mücadele edecek Lig'deki tek temsilcimiz Beşiktaş, Manchester United, CSKA Moskova ve Alman Wolfsburg ile karşılaşacak.

Şampiyonlar Ligi grup maçları 15 Eylül tarihinde başlayıp, 9 Aralık 2009 tarihinde sona erecek. Avrupa'nın kulüpler bazındaki en önemli kupasında final karşılaşması ise 22 Mayıs 2010'da İspanya'nın başkenti Madrid'de yapılacak.

Bu yıl gruplarda 18 farklı ülkeden 32 takım yer alıyor ve bu kulüplerin sadece 16'sı kendi liglerinin şampiyonları. Kalan 16 kulüp ise UEFA ülke katsayısının sağladığı olanakla devler ligine girdi.

Öncelikle gruplara bir bakalım isterseniz… (Ş) işareti o kulübün liginde şampiyon olduğunu gösteriyor.

Gruplar

A Grubu

Bayern Münih

Juventus

Bordeaux(Ş)

Maccabi Haifa(Ş)

B Grubu

Manchester United(Ş)

CSKA Moskova

BEŞİKTAŞ(Ş)

Wolfsburg(Ş)

C Grubu

Milan

Real Madrid

Marsilya

Zürich(Ş)

D Grubu

Chelsea

Porto(Ş)

Atletico

A. Nicosia(Ş)

E Grubu

Liverpool

Lyon

Fiorentina

Debrecen(Ş)

F Grubu

Barcelona(Ş)

Inter(Ş)

Dinamo Kiev

Rubin(Ş)

G Grubu

Sevilla

Rangers(Ş)

Stuttgart

Unirea Urziceni(Ş)

H Grubu

Arsenal

AZ Alkmaar(Ş)

Olympiakos(Ş)

Standard Liege(Ş)

Bu yıl UEFA daha çok para dağıtacak!

UEFA bu sene Şampiyonlar Ligi'nin bütçesini 1 milyar Euro'nun üzerine çıkartırken; kulüplere dağıtılacak parasal ödülü de bir önceki yıla göre %28 artırarak, 586 milyon Euro'dan 750 milyon Euro'ya yükseltecek. Bu artış sadece Şampiyonlar Ligi'nde değil, aynı zamanda UEFA Avrupa Ligi'nde de gerçekleşecek.

Bu sayede her 2 kupaya katılan takımlar geçen sezonun çok üzerinde para elde edecek.

Bu artışın kaynağını ise, var olan genel küresel krize karşın UEFA'nın yaptığı yeni sponsorluk sözleşmeleri oluşturuyor. Aslında kulüpler bazında sponsorluk sözleşmelerinde önemli kayıplar yaşanırken, UEFA'nın bu konuda başarılı olması gerçekten enteresan. Bunda şüphesiz ki, Şampiyonlar Ligi'nin büyük rolü var. İşte bu anlaşmalar sayesinde 2009-10 sezonunda Şampiyonlar Ligi'nde ve Avrupa Ligi'nde kulüplere dağıtılacak gelirlerde önemli artış olacak. UEFA medya merkezinin basına verdiği bilgilere göre; bu sezon Şampiyonlar Ligi'nin toplam gelirleri ilk kez 1 milyar Euro barajını geçerek 1 milyar 90 milyon Euro'ya ulaşacak. UEFA, Şampiyonlar Ligi'nde mücadele eden ekiplere toplam 750.9 milyon Euro ve Avrupa Ligi'nde oynayan takımlara toplam 135 milyon Euro dağıtacak. Ancak bu toplam rakamlara, ön elemeyi geçemeyen takımlara ve ülke federasyonlarına verilen destek payları dahil değil. Geçtiğimiz yıl ise Şampiyonlar Ligi'nde 32 takıma yaklaşık 586 milyon Euro dağıtılmış, UEFA Kupası'nda dağıtılan toplam rakam ancak 37.5 milyon Euro olmuştu.

Kriz ortamında bu ödüller kulüplere ilaç gibi gelecek!

Yeni sezonda Şampiyonlar Ligi'ndeki 750.9 milyon Euro'nun 413 milyonluk kısmı başarı primi olarak dağıtılacak.

Buna göre katılım parası 3.8 milyon Euro, maç primi 550 bin Euro olacak. Gruplarda her galibiyete 800 bin, beraberliğe 400 bin Euro verilecek. Hiç puan alamayan takım bile 7.1 milyon Euro ödüle hak kazanacak. Tüm maçlarını alarak şampiyonluğa ulaşan takım ise toplam 31.2 milyon Euro kazanabilecek. Ancak bu rakamlara medya gelirleri dahil değil. Toplam gelirin 338 milyon Euro'luk kısmı ülkelerin medya pazarı büyüklüğüne göre takımlara dağıtılacak. İngiliz, Alman, Fransız, İtalyan ve İspanyol takımları gelirin bu kısmından aslan payını alacak.

Kupa 2'de de farklı uygulama

Yeni adıyla UEFA Avrupa Ligi'nde de grup mücadelelerinden itibaren tüm gelirler merkezileştirildi. Bu sayede gruplara kalan 48 ve onlara 3. turda eklenecek 8 takım, toplam 135 milyon Euro'yu kendi aralarında paylaşacak. Grup maçları oynayacak her takım, puan alamasa bile 930 bin Euro ile sezonu kapatmış olacak.

Beşiktaş yıllık geliri kadar paraya ulaşabilir!

Bu gelir artışı, Türk takımlarına da yarayacak. Özellikle Şampiyonlar Ligi'ndeki tek Türk takımı olmanın avantajını Beşiktaş iyi kullanabilirse ciddi gelir rakamlarına ulaşabilme olasılığı yüksek. Siyah-Beyazlılar, daha şimdiden 3.8 milyon Euro katılım payı ile 3.3 milyon Euro maç primini hak etmiş durumdalar. Yani Beşiktaş hiçbir maçını kazanamasa bile 7.1 milyon Euro'yu kasasına indirecek. Eğer 2 galibiyet 2 beraberlik alıp üst tura çıkarlarsa, alacakları para toplam 12.5 milyon Euro'ya ulaşacak. Buna yaklaşık 10 milyon Euro olması beklenen medya payını da eklediğimizde Beşiktaş'ın kazancı 22.5 milyon Euro'ya ulaşıyor ki, bu tutar Beşiktaş'ın neredeyse bir yıllık geliri kadar…

Galatasaray ve Fenerbahçe, UEFA Avrupa Ligi'nde ne kazanacak?

Avrupa Ligi'nde Fenerbahçe ve Galatasaray 600 bin Euro katılım bedeli ve toplam 330 bin Euro maç primi alacaklar. 2 takım, gruptaki her galibiyet için 120 bin, beraberlik için de 60 bin Euro prime hak kazanacak. Sonraki turlarda primler 180 bin, 270 bin, 360 bin ve 630 bin Euro olarak artacak. F.Bahçe ve G.Saray finalist olursa 2 milyon, şampiyon olursa 3 milyon daha Euro alabilecekler.

Yukarıda verilen bilgiler ışığında temsilcilerimizden birisinin gruptaki tüm maçlarını kazanarak gruptan çıkıp şampiyon olması halinde, medya payı da eklendiğinde, UEFA parasal ödülü 10 milyon Euro'ya kadar çıkabilecek.

Yani bu yıl değişen formatıyla birlikte UEFA Avrupa Ligi de önemli paralar dağıtmaya başlayacak. Bu şekilde bir ölçüde de olsa, bu turnuvaya katılan takımların parasal kazançları artacağı için, Kupa'ya bir heyecan da gelmiş olacak.

Şimdi bu parasal değişikliği tablo olarak sizlerle paylaşalım.

Şampiyonlar Ligi ve Avrupa Ligi'nde ne değişti?

Şampiyonlar Ligi

GEÇEN YIL

 BU YIL

Katılım payı

3 milyon

3.8 milyon

Maç primi

400 bin

550 bin

Galibiyet primi

600 bin  

800 bin

Beraberlik primi

300 bin

400 bin

İkinci tur primi

2.2 milyon

3 milyon

Çeyrek final pri

2.5 milyon

3.3 milyon

Yarı final primi

3 milyon

4 milyon

Finalist primi  

4 milyon

 5.2 milyon

Şampiyonluk primi

7 milyon

9 milyon

Başarı primi toplam

310.6 milyon

413.1 milyon

Medya payı toplam

276.2 milyon

337.8 milyon

Genel toplam

586 milyon  

750.9 milyon

 

 

 

AVRUPA LİGİ

GEÇEN YIL

 BU YIL

Katılım payı

115 bin

600 bin

Maç primi

25 bin

50 bin

Galibiyet primi

40 bin

120 bin

Beraberlik primi

20 bin  

60 bin

İkinci tur primi

70 bin

180 bin

Üçüncü turu prim

70 bin

270 bin

Çeyrek final primi

300 bi

360 bin

Yarı final primi

600 bin

630 bin

Finalist primi  

1.5 milyon

2 milyon

Şampiyonluk primi

2.5 milyon

3 milyon

Başarı primi top

23 milyon

81 milyon

Medya payı topla

14.5 milyon

54 milyon

Genel toplam

37.5 milyon

135 milyon

Şampiyonlar Ligi adeta bir zenginler ligi

1992'de Şampiyon Kulüpler Kupası, UEFA tarafından Şampiyonlar Ligi'ne dönüştürüldüğünde, hiç kimse Şampiyonlar Ligi'nin bugünkü gelişim düzeyine ulaşabileceğini tahmin edemezdi. Bu dönüşüm hareketi aslında UEFA açısından o yıllarda bir zorunluluktu. Bir yandan giderek parasallaşan ve endüstriye dönüşen futbol ile bu etkinliğin yarattığı parasal gelirden daha az pay alan kulüplerin alternatif arayışlar içine girmeleri, UEFA'yı ciddi bir format ve yapısal değişikliğe itti. Artık Şampiyon Kulüpler Kupası bu haliyle devam edemezdi. Futbolun parasallaşan yeni yüzü Endüstriyel Futbol, bu dönüşümü bir zorunluluk olarak UEFA'nın önüne koymuş durumdaydı. Çünkü o yıllarda UEFA'ya karşıt durumda olan bazı yerel platformlar da yavaş yavaş filizlenmeye başlamıştı. Bu gelişim zamanla UEFA'yı tehdit edebilecek boyutlara ulaşabilirdi. Bunun önünü kesebilmenin yolu böylesi bir dönüşümü zorunlu kılıyordu. Nitekim bu alternatif oluşum daha sonra kendisini 2000 yılında somutlaştırarak adını G14 olarak duyurdu. İşte bu ahval ve şerait içinde UEFA yeni bir format ve daha fazla parasal ödül ile hem kendi yerini sağlamlaştırdı, hem de bu gösteri endüstrisi içinde olması gereken tüm kulüpleri bir arada tutma başarısı gösterebildi. UEFA'nın parasal ödülü bu kadar yükseltmesi bir lütuf olarak ta görülmemeli. Kulüplerin bu organizasyondan kazandıkları tutarların yetersizliği, onları bir arayışa itince, UEFA'da altın yumurtlayan tavuğu kaybetmemek için kesenin ağzını açmak durumunda kaldı. İsterseniz Şampiyonlar Ligi'nde parasal ödül olarak dağıtılan gelirlerin gelişimine bir bakalım.

Şampiyonlar Ligi parasal ödül gelişimi (1992/93-2008/09)

Sezonlar / Kulüplere Dağıtılan Toplam (m Euro) / Kulüp Başına Düşen (m Euro) / Yıllık Artış Yüzdesi (%)

1992-93   /  38 /  1,19  / -

1993-94   /  55 / 1,72 /  44

1994-95   / 130 / 4,06 /136

1995-96   / 142 / 4,44 / 9

1996-97   / 142 /  4,44 / 0

1997-98   / 209 / 6,53 / 47

1998-99   / 313 / 9,78 / 0

1999-00   / 315 / 9,84 / 0

2000-01   / 315 / 9,84 / 0

2001-02   / 339 / 10,59 /  8

2002-03   / 410 / 12,81 / 21

2003-04   /414 / 12,94 / 1

2004-05   /420 / 13,13 / 1

2005-06   / 437 / 13,66 / 4

2006-07   / 550 / 17,19 / 26

2007-08   / 585 / 18,28 / 6

2008-09   / 585 / 18,28 / 0

2009-10   / 751 / 23,47 / 28

Toplam    / 6.150 / 192 

Yukarıdaki tablodan da net olarak görülebileceği üzere, 1992/93 sezonunda 38 milyon Euro'luk bir gelir, kulüplere dağıtılırken, bu tutar bir sonraki yıl 55 ve daha sonraki yıl da 130 milyon Euro'ya çıktı. Doğal olarak Şampiyonlar Ligi'nin yeni bir organizasyon olması, başlangıçta dağıtılan parasal ödülün de düşük olmasına neden oldu. Ancak UEFA'nın biraz da elini sıkı tutmasının da bu işte önemli rolü vardı.

1992-2009 sezonları arasında Şampiyonlar Ligi parasal ödül gelişimi (Milyon Euro)

Yukarıdaki tablo bize gelirin geometrik bir hızda yıllar itibariyle nasıl arttığını somut olarak ortaya koyuyor. Bugün UEFA'nın parasal geliri 17 sezonda tam 18,7 kat artırıp 751 milyon Euro'ya yükseltmesine karşın, bu turnuvadan kazandıklarını az bulan Arsen Venger gibi futbol adamları da bulunuyor.

UEFA parasal ödülü artırırken, payı azalttı!

UEFA 2008-09 sezonunda toplam gelirinin yüzde 71'ini kulüplere dağıtırken; bu oran başlangıçta %15 seviyesindeydi. 2009-10 sezonunda da bu oran %69 düzeyinde gerçekleşmiş olacak. Aslında bir önceki yıla göre mutlak değer bazında UEFA parasal ödülleri artırırken; nispi anlamda parasal geliri %2 azaltmış oluyor. Oysa normal artış trendi içinde UEFA'nın dağıtacağı tutar 23 milyon Euro daha fazla olmalıydı. Yani 2009/10 sezonu için dağıtılacak tutar 751 milyon yerine 774 milyon Euro olmalıydı.

Şampiyonlar Ligi mi, zenginler ligi mi?

Yukarıdaki açıklamalarımızdan da görülebileceği üzere bugün her ne kadar adı Şampiyonlar Ligi olsa da, bu futbol organizasyonu kelimenin tam anlamıyla bir zenginler kulübü... Özellikle yeni formatla, bu turnuvaya sadece şampiyonların değil, aynı zamanda ülkelerin diğer 2.3. ve 4. takımlarının da katılıyor olması, Şampiyonlar Ligi'ni sadece isim olarak yaşatıyor. Oysa bu yıl olduğu gibi, daha baştan eliminasyon ve katsayı sistemi, çoğu ülkenin şampiyon takımının bu turnuvaya katılımının önünü kesiyor.

Bu sene turnuvaya katılacak 32 takımdan sadece 16'ncısı kendi ülkelerinin şampiyonu… Bugün UEFA'ya bağlı 53 ülke federasyonu olduğunu da bir kez daha anımsatalım…

Kısacası, adı Şampiyonlar Ligi, kendisi Zenginler Ligi olan bu organizasyona, yani zenginler kulübüne üye olabilmenin yolu, yüksek mali ve sportif performanstan geçiyor. Kulübe adım atabilmek için, önünüze çıkan ciddi rakipleri ekarte etmek tek başına yetmiyor; aynı zamanda onlarla rekabet edebilecek bir parasal büyüklüğe de sahip olmanız gerekiyor.

Kimler bugüne kadar ne kazandı?

UEFA Şampiyonlar Ligi'ne yönelik yaptığımız arşiv ve istatistik çalışmaları sonucu aşağıdaki tabloya ulaşıyoruz.

Bu sene 18. düzenlenecek olan Şampiyonlar Ligi'nde bugüne kadar 104 kulüp mücadele etmiş. Yıllar itibariyle bu turnuvaya katılan kulüplerin tüm sezonlar boyunca kazandıkları parasal gelir tablosu bu sütunlarımıza sığmayacağı için ben özetle, bu organizasyondan en çok kimlerin kazandığını aşağıdaki tablo ile sizlerle paylaşıyorum.

Şampiyonlar Ligi 1992-93 sezonundan bu yana para dağıtmaya devam ediyor. UEFA bu organizasyon aracılığıyla 17 sezonda toplam 6 milyar 150 milyon Euro'luk bir parasal ödül dağıtmış. 17 sezondur devam eden Lig'de en çok para kazanan onbeş kulüp ve bizim takımlarımız aşağıda gösteriliyor. 2008/2009 sezonunda Avrupa'nın en zenginler sıralamasında ilk 15'te yer alan on kulüp aynı zamanda Şampiyonlar Ligi'nde de en çok kazanan kulüplerden… Aşağıdaki tabloya göre kuruluşundan bu yana en çok parayı kazanan kulüp olarak karşımıza Bayern Münih çıkıyor. Bayern Münih, Şampiyonlar Ligi'ne tam 12 kez katılmış ve bu organizasyondan toplam 389 milyon372 bin Euro kazanmış. Bayern Münih'in bu turnuvaya iştirak ettiği 12 sene içinde ortalama her yıl 32,5 milyon Euro'luk bir gelire ulaşmış. Bayern'i izleyen kulüp ise 375,8 milyon Euroluk geliriyle Manchester United. Üçüncü sırada yer alan kulüp olarak ta 360,6 milyon Euro'luk geliriyle Real Madrid'i görüyoruz.

On beş kulübün 17 sezonda kazandığı toplam para 4 milyar 26 milyon Euro'ya ulaşırken, bu kulüplerin toplam parasal ödülün bugüne kadar %65'ini kendi aralarında paylaştıklarını görüyoruz.

En çok kazanan onbeş kulüp içinde 4 İngiliz ve İtalyan , 3 İspanyol, 2 Alman,  1 Hollanda ve 1 Fransız kulübü yer alıyor. Tabloda yer alan onbeş kulüp, Şampiyonlar Ligi'nin bugüne kadar dağıtmış olduğu toplam 4 milyar 98 milyon Euroluk parasal ödülün yaklaşık %28'ini kazanma başarısı gösterebildi.

Şampiyonlar Ligi'nde en çok kazanan kulüpler (1992-2009)

     Toplam Tutar (Bin Euro) / Katılım Sayısı

1 Bayern Münih 389.372 12

2 Manchester United 375.728 14

3 Real Madrid 360.681 13

4 Arsenal FC 332.028 11

5 FC Barcelona 313.063 13

6 AC Milan 309.271 12

7 Juventus 286.831 11

8 Olympique Lyon 268.485 9

9 Chelsea FC 256.554 7

10 Liverpool FC 213.396 7

11 PSV 201.506 13

12 Inter 198.070 8

13 Bayer Leverkusen 177.400 6

14 Valencia CF 172.332 6

15 AS Roma 171.993 6

26 Galatasaray 98.122 10

34 Fenerbahçe 71.622 6

54 Beşiktaş 32.900 4

Biz ne durumdayız?

17 sezondur devam eden Şampiyonlar Ligi'ne en fazla katılımı 10 kez ile Galatasaray gerçekleştirmiş. Fenerbahçe 6 sezondur bu turnuvaya iştirak ederken, Beşiktaş sadece 4 kez katılabilmiş. Bu yılı da sayarsak beş kez katılmış olacak. Bu süreçte takımlarımız 17 sezonda toplam 202 milyon 644 bin Euro parasal ödül kazanabilmiş… En fazla kazancı 98.122 bin Euro ile Galatasaray elde ederken; Fenerbahçe 71.622 bin Euro ve Beşiktaş ta 32.9 milyon Euro toplam parasal gelire ulaşmış. Kulüplerimizin kazandıkları toplam tutar, Şampiyonlar Ligi'nin dağıttığı toplam parasal tutarın %2.7'sine karşılık geliyor.

Şampiyonlar Ligi'nde tüm zamanların rekorları

Şampiyonlar Ligi'nin biraz da diğer rekorlarından söz edelim isterseniz… Bugüne kadar en farklı skorlardan başlayalım…

En farklı skorlar

Liverpool-Beşiktaş: 8-0 (6.11.2007)

Arsenal- Slavia Prag: 7-0 (23.10.2007)

Juventus-Olympiakos: 7-0 (10.12.2003)

Bayern Münih- Sporting Lizbon: 7-1 (10.3.2009)

Manchester United- AS Roma: 7-1 (10.4.2007)

Olympique Marseille - CSKA Moskova: 6-0 (17.03.1993)

Leeds United- Beşiktaş: 6-0 (26.9.2000)

Real Madrid - KRC Genk: 6-0 (25.9.2002)

En gollü maçlar

AS Monaco- Deportivo La Coruna: 8-3 (5.11.2003)

Paris Saint Germain- Rosenborg: 7-2 (24.10.2000)

Olympique Lyonnais- Werder Bremen: 7-2 (8.2.2003)

Villareal- Aalborg :6-3 (21.10.2008)

Bir maçta dört gol atan futbolcular

Marco van Basten (AC Milan- Göteburg 4-0, 25.11.1992)

Simone Inzaghi (Lazio- O.Marseille 5-3, 14.03.2000)

Dado Prso (AS Monaco- Deportivo La Coruna 8-3, 5.11.2003)

Ruud van Nistelrooy (Man. United- Slavia Prag 4-1, 03.11.2004)

Andriy Shevchenko (Fenerbahçe- AC Milan 0-4, 23.11.2005)

Bugüne kadar en fazla gol atanlar

Raul Gonzalez (Real Madrid 64 gol)

Ruud van Nistelrooy (PSV, Man. United, Real Madrid 56 gol)

Thirry Henry (Monaco, Arsenal, Barcelona 50 gol)

Andriy Shevchenko (Dinamo Kiev, AC Milan, Chelsea 47 gol)

Filippo Inzaghi (Juventus, AC Milan 42 gol)

Alessandro Del Piero (Juventus 41 gol)

Lige en çok katılan kulüpler

Manchester United ve Porto 14 kez,

Real Madrid, PSV, Barcelona 13'er kez,

Bayern Münih, AC Milan; D.Kiev 12'şer kez.

Beşiktaş kimlere karşı mücadele edecek?

Beşiktaş yer aldığı B Grubu'nda Manchester United, CSK Moskova ve Wolfsburg ile maçlar oynayacak. Grupta yer alan en popüler ve en zengin kulüp olarak karşımıza Man.United çıkıyor. Man.Utd. aynı zamanda sportif performans olarak ta grubun favorisi durumunda. Man. Utd. sahip olduğu 324 milyon 800 bin Euro'luk geliriyle Avrupa'nın en zengin ikinci kulübü konumunda. Uluslararası piyasa değeri 1,2 milyar dolara ulaşan Man. Utd.'nin bonservis bedelleri üzerinden takım değeri ise 363,5 milyon Euro'ya ulaşmış durumda. Geçen yılı 109 milyon Euro faaliyet kârı ile kapatan Man. Utd. maçlarını 76.400 kişilik Old Trafford Stadı'nda oynuyor. Manchester Utd. tam bir devler ligi abonesi. Bu orgnizasyona bugüne kadar 14 kez katılmış ve 363,6 milyon Euro parasal ödül kazanmış. Sportif performansı Christian Ronaldo'yu satmalarına karşın olağanüstü…

Beşiktaş'ın kendisine göre rakibi finansal verileri dikkate alırsak sadece CSK Moskova olarak karşımıza çıkıyor. CSK'nın finansal verileri Beşiktaş ile büyük benzerlik gösteriyor. Geçen yılı 1,5 milyon Euro zararla kapatan kulüp maçlarını 28800 kişilik statda oynuyor. Rus futbolunun yeni parlayan yıldızlarından… 2007 yılında Fenerbahçe'nin grubunda yer alan CSK'yı Fenerbahçe, Şükrü Saraçoğlu'nda 3-1 yenmiş; deplasmanda 2-2 berabere kalmıştı.

Wolfsburg ise 4. kategoriden Beşiktaş'ın grubuna gelen bir Alman ekibi. İlk kez bu yıl Bundesliga'da şampiyonluğa ulaştılar. Geçen yıl mükemmel bir performans göstererek Bundesliga'yı şampiyon olarak bitirdiler. Finansal olarak çok iyi durumdalar. Herhangi bir sıkıntıları yok. Yıllık 75 milyon Euro'luk geliri ve sahip oldukları 150,3 milyon Euro'luk takım değerleriyle bu yıl Şampiyonlar Ligi'nde sürprizlere imza atabilirler.

Görünen o ki, Beşiktaş'ın bu grupta mücadele edebileceği rakip olarak CSK Moskova karşımıza çıkıyor. Wolfsburg ile de başa baş bir mücadele vereceğine inandığım Beşiktaş'ın CSK Moskova ve Wolfsburg'dn alacağı puanlarla bir üst gruba çıkabilme veya UEFA Avrupa Ligi'ne devam edebilme şansları olabilecek.

2009-10 Şampiyonlar Ligi B Grubu genel parasal tablo

 Transfer Kulüplerin   Bugüne    

 Market Piyasa  Yıllık Faliyet  Kadar Şampiyonlar Ligi Şampiyonlar Ligi'ne  Stat

 Değeri Gelirleri Kârı Gelirleri Katılım  Koltuk

 Bin € Bin € Milyon € Bin € Sayıları Sayısı

Manchester United 363.650 324.800 109 375.728 14 76400

CSKA Moskova 96.150 61.500 -1,5 26.950 4 28800

BEŞİKTAŞ 98.450 28.500 -5,6 32.900 4 32145

Wolfsburg 150.300 75.000 1,2 - 1 30000

Sonuç

Şampiyonlar ligi sahip olduğu popülaritesi, saygınlığı ve kazandırdığı paralar ile tüm kulüplerin bugün hedefinde yer alan bir lig. Avrupa ve Dünya futbolunun en saygın ligi olan ŞL, bu turnuvada mücadele eden kulüplere hem para, hem de saygınlık kazandırıyor. Bu lig'de yer almak gerçekten çok önemli. Yıllık 1 milyar Euro'ya ulaşan bütçesi ve kulüplere dağıttığı 750milyon Euro'ya yakın para ile aynı zamanda endüstriyel futbolun da gözbebeği durumunda. Bu lige girebilmek ve rekabette geride kalmamak için ciddi bütçe gerekiyor. Yarattığı gelir ve kazandırdıklarıyla her zaman futbolun en önemli ve prestijli turnuvası olan bu organizasyonda Türk kulüplerinin mutlaka yer alması gerekiyor. Türk futbolunun rekabetçi yapısının gelişmesi; futbol gelirlerimizin artması, futbol ekonominin büyümesi için bu ligde yer almak kesinlikle bir zorunluluk. Tüm kulüplerimizin hedefi bu ligde mücadele edebilmek olmalı ama mevcut dengesizlikler ve haksız rekabet koşulları buna ne yazık ki pek izin vermiyor. Bu organizasyondan parasal ve sportif performans bakımından aldığımız pay son derece düşük… Süreç içinde bunun değişmesi de çok kolay görünmüyor. Bu olumsuzluklar altında tek temsilcimiz Beşiktaş'a grubundaki maçlarda başarılar diliyoruz.

Feel the Difference, Feel the Excellence
Yukarı
 Cevapla Cevapla Sayfa  <12345 7>


Forum Kısayol Forum İzinleri Liste gör

Bulletin Board Software by Web Wiz Forums® version 9.50
Copyright ©2001-2008 Web Wiz

Bu sayfa 0,547 saniyede hazırlanmıştır