eskisehirspor.com Giriş Sayfası
Forum Forum > Diğer > Türkiye'de ve Dünya'da Futbol
  Aktif Konular Aktif Konular
  FAQ FAQ  Forum Arama   Takvim   Kayıt Kayıt  Giriş Giriş

Eko-Spor: Süper Lig özelleştirilebilir mi?

 Cevapla Cevapla Sayfa  <1234 7>
Yazar
Mesaj
  Konu Ara Konu Ara  Konu seçenekleri Konu seçenekleri
tatar ilker Liste gör
Usta Yazar


Tatar İlker
Yaş: 41
Katılım: 30/Tem/2007
Yer: Istanbul
Online Durum: Offline
Mesajlar: 2637
  Alıntı tatar ilker Alıntı  CevaplaCevapla Direct Link To This Post Tarih: 06/Oca/2009 saat 11:45
Türk futbol kulüplerine alternatif yapılanma modeli
Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
taksar@gmail.com

05.01.2009 - 09:15

Süper Lig’e verilen aradan yararlanarak, bu hafta futbolumuzun  vazgeçilmez ana öğesi olan futbol kulüplerimizin yapısal bir genel değerlendirmesini yapmaya çalışacağız. Çünkü futbolu üreten ve devamını sağlayan bu yapı çok önemli iktisadi, mali, yönetsel sorunlarla boğuşuyor. Gün geçmiyor ki, bir futbol kulübümüzün mali, iktisadi ve yönetsel problemi bu sütunlara taşınmasın; televizyonlardan bizlere ulaşmasın…Bu sorunlar gün be gün artarak devam ediyor. Bu hastalıklı ve kriz üreten yapının ana dinamosunu genel yönetsel yapılanma oluşturduğu için biz bu yazımızda Futbol kulüplerimizin genel yönetsel yapılanmalarındaki temel ve genel zaaflar üzerinde durmaya çalışıp buna ilişkin  alternatif öneriler sunmaya çalışacağız. Alternatif model önerisinde bulunurken, bugün Dünyanın en zengin ve en iyi yönetilen kulübü Manchester United’ın kulüp örgütlenmesini de sizlerle paylaşıyor olacağız.

Yazımız iki bölümden oluşuyor. Bu haftaki yazımızda genel olarak futbol kulüplerimizin genel yönetsel sorunlarını saptamaya çalışacağız. Mevcut örgütlenme yapılarını belirleyip, Avrupa’daki üst düzey kulüp yapılarıyla mukayese edeceğiz. Gelecek haftaki yazımızda ise kulüplerimize önereceğimiz “Kurumsal Yönetişim” tabanlı alternatif yapılanma modelini açıklayacağız.

Geçmiş haftalardaki bu sütunlarda yayınlanan yazılarımızda genel olarak Türk Futbolunun temel sorun ve sıkıntıları üzerinde durmuş, Türk Futbol otoritesinin(Türkiye Futbol Federasyonu’nun) yapılanmasını irdelemiş ve incelemiştik. Bu yapıya ilişkin genel tespitimiz: Mevcut futbol otoritesi yapılanmamızın (Türkiye Futbol Federasyonu yapılanması), bugünkü haliyle var olan statüyü koruma ve kollamaya yönelik bir çalışma tarzı, örgütlenme anlayışı ve buna ilişkin bir felsefi yapılanma içinde olduğu yönündeydi. Bu haliyle mevcut yapının Türk futbolunun, rekabetçi yapısını yükseltecek ve buna bağlı olarak Türk futbol pastasını daha da büyütebilecek bir yapıya ve dinamiklere sahip olmadığını/olamayacağını nedenleriyle ifade etmiş ve bu yapının radikal bir şekilde değiştirilmesi için alternatif yapılanma önerilerimizi bu sütunlarda dile getirmiştik. Yani; Türk futbolunun sportif ve mali anlamda daha ilerilere götürülebilmesi için iktisadi, mali, ve yönetsel yönden gelişebilmesi ve mesafe kat edebilmesi öncelikle merkezi futbol idaresinin yeniden yapılanmasını gerektiriyor.

Geldiğimiz noktada anlaşılıyor ki; iş sadece merkezi futbol otoritesinin yapılanmasıyla bitmiyor…Aynı zamanda mevcut futbol kulüplerimizin yönetsel, iktisadi ve mali örgütsel yapılanmalarının da Türk futbolunu kalitatif ve kantitatif anlamda ileriye taşıyacak yapıda olmadığını gözlemliyoruz. Gördüğümüz ve incelemelerimizden ortaya çıkan sonuç şuydu: Bu yapı, sportif ve mali başarıyı getirecek bir yapıdan daha çok, son derece verimsiz ve kaos üreten bir yapı olduğuydu.

Öncelikle genel problem ve sıkıntıları üreten mevcut yapılanma şemasını aşağıya alarak analizimize geçelim.

Türk Futbol Kulüplerinin Genel Yönetsel Yapılanması

Aşağıdaki yapıdan da görülebileceği üzere, Türk futbol kulüpleri genel kurulca seçilen başkan ve yönetim kurullarıyla idare olunuyor. Başkanın güçlü bir statüsü ve etkinliği bulunuyor.  Yine bu yapı içerisinde futbolumuzu domine eden Üç Büyük kulübün genel yapılanmasını baz almaya çalışacağız.

Bugün Üç Büyüklerde yönetim kurulunun kararlarını inceleyecek, görüş, öneri ve eleştirilerini sunacak, adeta bir çeşit senato gibi çalışan,  Divan Kurulları bulunuyor.  (Divan Kurulunun işlevi, çalışma tarzı ve örgütlenme yapısı üzerinde ayrıca detaylı olarak durulacaktır.)

Üç Büyükler İn Genelleştirilmiş Organizasyonel Yapısı

Yukarıdaki yapı başkanın hem idari ve mali hem de ticari ve sportif etkinlikleri yönettiğini ortaya koymaktadır. Bu nedenle başkanın kulüp içinde mutlak bir otoritesi ve egemenliği bulunmaktadır. İki yıllık sürelerle genel kurullarca seçilen başkan ve yönetim kurulu, kulübü kendi strateji, misyon ve vizyonlarına göre yönetmektedirler. 

Bu yapılanma bugüne kadar Türk futbol kulüplerinin iktisadi, idari ve sportif alanlarda başarılı olmalarına olanak sağlayan bir yapı olma görevini tam olarak sağlayamamıştır.  Ve bugünün endüstriyel dönüşüm dinamiklerine uygun bir yapı konumundan da uzaktır.

Üç büyüklerin bugünkü geleneksel ve kurumsal yapıları Türk futbolunu daha ileri noktalara taşıyabilecek yetenek ve nitelikten uzak kalmıştır. Endüstriyel dönüşüm dinamiklerini yakalayamayan ve gelişmelerin gerisinde kalan bu yönetsel yapı sportif başarıyı da yakalayamamıştır. Avrupalı kulüplerle rekabet etmekten uzak bu organizasyonel yapı, mali yapının da bozulmasının temel nedeni olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle  kulüplerin ülkemiz özelinde dernek statüsünde örgütlenmiş olmalarına ilaveten, mevcut geleneksel yapının da sorunları, kulüpleri içinden çıkılması zor borç bataklarına sürüklemiştir. Kaynakları etkin kullanmayan bu verimsiz örgütsel yapı, Türk futbolunun da önünü kesmektedir.

Geleneksel yapı içerisinde yönetsel yetenek ve nitelikleri bakımından profesyonel kadroların yer almayışı; klasik yönetim anlayışının tüm ağırlığını genel kurul ve kulüp içinde  hissettirmesi; mevcut yapının kurumsallıktan ve şeffaflıktan uzak olması, yönetimlerin hesap vermekten kaçınması ve ilgili kurulların bu anlamda sağlıklı çalışamaması, futbolun giderek hastalanmasına ve bağışıklık sisteminin çökmesine neden olmuştur.

Yüz milyonluk bütçeleri hiçbir yönetsel özelliği ve niteliği olmayan, amatör zihniyetli yöneticilere emanet eden bu yapı, uzun vadeli ve kalıcı başarılar yerine, kısa süreli başarılı ve palyatif çözümlerle yoluna devam etmeyi önüne temel bir görev olarak koymuştur ve ne  yazık ki bu yapılanma Türk futbolunun önünü keser bir noktaya gelmiştir.

Yapılan tüm yönetsel hata ve yanlışların birikimli sonucu olarak,  kulüpleri finansal çıkmaz içine sokan bu yapı, diğer taraftan mali sıkıntı içinde olan kulüplere aktardığı bireysel fonlarla adeta kulüp üzerinde vesayet kurma hakkına sahip olmuştur. Kulüp üzerindeki vesayeti nedeniyle kendisine hesap sorulamayan ve hesap vermeyen bu yapı hiçbir yönetişim tekniğini uygulamadığı gibi, konvansiyonel düşüncenin girdabında kulüp yönetimindeki etkinliğini sürdürmektedir.

Mevcut örgütsel kulüp yapılanması patolojik bir yapıya işaret ediyor ve bunun semptomları da belli aslında. Sürekli krize sebep olan ve futbolun bağışıklık sisteminin orta ve uzun vadede çökmesine neden olabilecek bir yapılanış bu. Bu nedenle futbol kulüplerimizin ciddi yönetişim zaafları taşıdığını gözlemliyoruz. “... futbol kulüplerinin  kurumsal yönetim standartları  sürdürebilirlik,  hesap verebilirlik  ve şeffaflık açısından birçok zaafı içeriyor.

Bugün mevcut statükocu ve konvansiyonel yapının kurumsal yönetim ve yönetişim için  gerekli olan adillik, sorumluluk, şeffaflık ve hesap verilebilirlik konularında önemli sıkıntı ve sorunları bulunuyor. Bu nedenle güncel yapılanma sürekli hastalık üretiyor. Bu ise Türk futbolunun iktisadi, mali ve sportif anlamda rekabetçi yapısını olumsuz etkiliyor.

Bu bağlamda konuya yaklaştığımızda, futbolumuzun önümüzde duran en önemli sorun: Yönetsel yapılanma sorunu olarak karşımıza çıkıyor.

Futbol kulüplerimizin mevcut örgütsel yapılarının genel analizini yaptığımızda;

Uzun vadeli kalıcı plan ve stratejilerden yoksun, kısa vadeli günü kurtarmaya yönelik bir yapı içinde hareket ettiğini,

Denetimden uzak bir yönetim ve başkanlık sisteminin bulunduğunu,

Kulüplerin denetimlerinin yerli yerinde yapılmadığını; ibra müessesesinin gereği gibi çalıştırılmadığını,

Ben merkezci, yüksek egolu yöneticilerin, sorumluluk duygusundan uzak kararlar aldığını,

Bu anlayıştaki yöneticilerin makro bakış açısına sahip olmamaları nedeniyle, futbolun endüstriyel dönüşüm dinamiklerini yakalayabilecek yetenek ve kapasiteden yoksun olduklarını,

Sorumluluk duygusu az gelişmiş yöneticilerin olası başarısızlık durumunda, hata ve zaaflarını rakip takımlara ihale etmeye ve buna bağlı olarak bilinçli düşmanlıklar yaratan bir davranış biçimi sergilediklerini,

Yetki devir etmediklerini ve başkanların adeta “tek adam” konumunda kulüpleri yönettiklerini,

Demokratik katılımcı yapıların yaşamasına izin vermedikleri için, bireysel kararlarında sık sık yanılgıya düşmelerine karşın, stratejik danışmanlık hizmetleri almadıklarını, Bu anlayışa bağlı olarak çok sık teknik adam ve oyuncu değişikliklerine gittiklerini, Ekonomik ve ticari rasyonalitenin gereklerinden daha çok, bireysel rant maksimizasyonu peşinden koşan bir yönetici sınıfının kulüpleri sevk ve idare ettiklerini, gözlemliyoruz.

Türk futbolunun genel sorunlarının temelinde, kurumsallaşma eksikliğinden kaynaklanan yönetim problemi yatıyor.

Özellikle futbol kulüplerinin basiretsiz yönetimlerinin kaynakları etkin ve verimli kullanamaması, zaten kıt olan kaynakların israfına yol açıyor. Üstelik bir de futbolcu ücret ve maaşlarındaki astronomik artış, kulüplerin belini büker hale gelmiştir.

Son zamanlarda özellikle UEFA kriterlerinin sporda AB kriterlerine dönüşmesi sonucunda,  kulüpler düzeyinde arzulanan sportif ve mali başarının elde edilebilmesinin en önemli şartı, futbol kulüplerinin  profesyonel yöneticiler tarafından yönetilmesi ve kurumsallaşmasından geçiyor.

GENEL OLARAK AVRUPA’DA FUTBOL KULÜPLERİNDE KURUMSAL YAPILANIŞ VE MANCHESTER UNİTED ÖRNEĞİ

Avrupa’da yıllık yaklaşık 17,5 milyar dolarlık bir gelir yaratan futbolun kurumsal yapılanmasına bakıldığında özellikle İngiliz, Alman, Fransız kulüplerinde çok genel olarak aşağıdaki şekilde konumlanmış bir örgüt yapısı ile karşılaşmaktayız.

Aşağıdaki kurumsal yapılanışa bakıldığında üst düzey futbol kulüplerinde temelde idari faaliyetler ile sportif faaliyetlerin yönetiminin kesinlikle birbirinden ayrıldığını görüyoruz. Özellikle İngiliz futbolunda var olan menejerlik sistemi, sportif yönetimi tamamen teknik direktöre bırakıyor. Yani, Manchester United’da 20 yılını dolduran Sir Alex FERGUSON, kulübün sportif anlamda tek yetkili ve etkili ismi olarak karşımıza çıkıyor.

Genel Olarak Avrupa’da Şirket Şeklinde Örgütlenmiş Futbol Kulüplerinde Kurumsal Yapılanış Şeması

Yukarıda yer alan şemadan da görülebileceği üzere, futbol kulübünün mülkiyet yapısından kaynaklanan özellikler nedeniyle  iktisadi ve idari faaliyetler ile sportif faaliyetler arasında ikili bir yapı ve bu yapının başında CEO ve teknik direktör bulunuyor. Yani temelde Avrupa futbol kulüpleri iki temel fonksiyona göre yapılanmaktalar. İdari faaliyetler ve futbol faaliyetleri. İdari faaliyetler, kulübün iktisadi, idari ve mali açıdan yönetimini gerçekleştirirken; Futbol faaliyetleri bölümünün başında ise genelde Menejer olarak nitelendirilen teknik direktör bulunuyor. Bu modeli pür olarak İngiliz Premiership yapısında görebiliyoruz. İngiliz modelinde bu yapı genel geçer bir özellik taşırken, son zamanlarda diğer Avrupa takımlarında da buna benzer bir yapılanmaya yönelindiğini görmekteyiz...

Bu modelde genel olarak, kulüplerin şirket şeklinde örgütlenmiş olduklarını ve her kulübün belirli bir sahibinin (owner) bulunduğunu dikkate almamız gerekiyor.

Bu modeli daha çok, İngiliz, İtalyan ve Fransız kulüplerinde görebiliyoruz. Çünkü, İspanyol ve Alman kulüplerinde dernek örgütlenmesinin egemen olduğunu ve bahsi geçen yapının bu kulüplere uygun bir model olmadığını burada  ifade edelim.

Bu model kapsamında Manchester United Modeli’ne bir bakalım isterseniz.

Manchester United  PLC. Yönetim Modeli

1878 yılında, Newton Health LYR (Lancashire-Yorkshire Demiryolu) adıyla kurulan ve günümüze kadar, maddi ve manevi kaynaklarını yanında global saygınlığını da başarıyla yöneterek, endüstriyel futbolun gözbebeği ve ideal modeli olmayı başaran bu İngiliz kulübü,  bugün sadece İngiltere’de değil, tüm dünyada kendisine milyonlarca taraftar tabanı yaratabilmekte ve bu sayede küresel bir marka olabilmeyi başarabilmektedir.

Manchester United bugün sadece sportif başarıya odaklı bir model ile yönetilen bir kulüp olmaktan çok daha öte, endüstriyel futbolun gereklerini yerine getiren, devasa iktisadi ve ticari bir sportif ve ekonomik örgüt olmuştur. Endüstriyel ve ticari dönüşüm dinamiğini yakalayabilen bu kulüp, “başarı döngüsünü” iyi çalıştırmanın nimetlerinden sağlamaktadır. Sportif başarıyı, ekonomik başarıya; ekonomik başarıyı da tekrar sportif başarıya dönüştürebilecek yönetsel dinamiğe sahip Man. Utd. Bu sayede her yıl kaliteli oyuncu transferlerine daha fazla mali kaynak ayırarak, kendisine sağladığı rekabet üstünlüğüyle daha fazla gelir elde etmektedir. Yıllardır Avrupa’nın en fazla kazanan kulüpleri sıralamasında her zaman ilk sırayı alan Man.Utd. yıllık 300 milyon euro gelir elde edebilmektedir.

Vizyon sahibi idareciler ve profesyonel yöneticiler olmadan, Manchester United’ın çağdaş bir spor kuruluşuna dönüşmesi imkânsızdı. Kulübü modern, değişime açık ve düzenli bir ticari futbol varlığı haline getiren en önemli yönetici, tartışmasız Martin EDWARDS olmuştur. 1980 yılında başkanlık koltuğuna oturmasından hemen sonra, kulübün yeni ilkelerini tanımlamış ve ana hedef olarak, kulübü öncelikle kâr eder hale getirmeyi belirlemiştir. Bu amaca ulaşmak için EDWARDS ilk olarak, kulübe ait borçları kapatmak ve Old Trafford Stadyumu’na yatırım yapmak için kaynak arayışına girmiştir. 1991 yılında, kulübü halka arz etmeye karar vermiş ve Manchester United PLC’yi kurarak Londra Borsası’na giriş yapmıştır.  1997 senesine gelindiğinde kulüp, hisse satışlarından 100 milyon sterlinden fazla kazanmış ve yönetim de bu gelirlerden gelen paraları dikkatlice kullanarak stadyumu modernleştirip, borçlarını kapatmaya başlayabilmiştir. Günümüzde, kulübün üstünde ciddi bir kredi yükü kalmamıştır; borç yükü kontrol edilebilir seviyelerdedir, ve bununla birlikte, haftalık 67.000 seyirci ortalaması ile yıllık 100 milyon eurolara varan gelir getiren bir stadyuma sahiptir.

Manchester United, günümüzde (Malcolm GLAZER 2005 yılında kulübü satın alıncaya kadar. Y.Notu) British Gas PLC eski başkanı Sir Roy GARDNER; De La Rue PLC eski yönetim kurulu başkanı Ian MUCH; First Choice Holidays PLC eski finans direktörü David GILL ve Pearson Television eski finans direktörü ve işletim müdürü Nick HUMBY gibi en üst seviyede idareciler tarafından yönetilmektedir (Manchester United Official Web Site, 2005). Manchester United’da daha önce görev alan yöneticilere benzer olarak, bu yöneticilerin de üst seviyede idari kabiliyetleri, kulübün İngiltere’de en iyi yönetilen takım unvanını korumasını sağlayan kaynak olarak görülmektedir (BBC Online, 2005).(Malcolm GLAZER Man.Utd.’ı aldıktan sonra, bu yapı içinde yukarıda belirtilen isimler Man.Utd.’dan ayrılmışlardır. Şu anda kulübün yönetim ve denetimini elinde bulunduran GLAZER ailesinin fertlerinden Joel  GLAZER, Manchester United’ın Yönetim Kurulu Başkanı olarak görev yapıyor. Diğer taraftan kardeşi Avram GLAZER ise Yönetim kurulunda üye olarak bulunuyor. Her ikisi de babaları Malcolm GLAZER tarafından bu görevlere getirildiler. 2005 yılı Mayıs’ında Manchester United’ın önce %75’ini; daha sonra da kulübün %97,3’lük kısmının sahibi olan GLAZER, Kulübün PLC statüsünü iptal edip, Man. Utd. PLC’nin hisselerini kotasyondan çıkartmıştır. Söz konusu profesyonellerin yerine, bu konuda daha önce  Amerika Futbol Ligi’nde Tampa Bay isimli Amerikan futbol takımından tecrübe kazanmış olan üç oğlu geçmiştir. 

Manchester’ın kurumsal analizi

Manchester United, kulübün sportif başarısına ciddi etkileri olan teknik direktörlerle çalışmıştır. Matt BUSBY ve Alex FERGUSON buna uyan en iyi örnekler olarak gösterilebilir.

"Maçları ne pahasına olursa olsun kazanmak gerçek başarı değildir... Gücünüzün ve yeteneğinizin tümüyle oynadığınız taktirde yenilgide onursuzluk yoktur. Her şeyin üstünde olan, oyunun doğru ruhla oynanmasıdır... Dürüstçe ve kimseyi kayırmadan, sahadaki herkesin bir takım olarak mücadele ettiği bilinci ile... ve sonuç (her ne olursa olsun) acısız ve kibirsizce kabul edilmelidir” Sir Matt BUSBY

BUSBY, bu samimi yaklaşımının yanı sıra, ileri görüşlülüğüyle de Manchester United’ a çok değer katmıştır. futbol ekonomisinin mekanizmalarını anlamış ve geleceğini görmüştür. Denizaşırı pazarların önemini ve Manchester United’ın onlarla kurabileceği kazançlı bağlantıları fark etmiştir. Takımın popülerliğini diğer ülkelerde arttırmak için, sezon başı kamp programlarını İngiltere dışında organize etmeye başlamıştır; takımı 1950-1952 yılları arasında hazırlık dönemleri için Amerika’ya götürmüş, ve halkın ilgisini yeterince çektiğini inanana kadar orda kalmıştır. BUSBY’den sonra gelen tüm teknik adamlar, kendisinin adımlarını takip etmeye çalışmış, ancak İskoç teknik adam Alex FERGUSON, BUSBY’nin mirasını ileriye götürebilen kişi olmayı başarmıştır. 

Alex FERGUSON, Kasım 1986’da göreve getirilmiştir ve çoğumuzun bildiği gibi halen Manchester United’ın teknik patronu olarak çalışmaktadır. FERGUSON, BUSBY’nin stratejilerini izleyerek, takımı tarihindeki en başarılı günlerine ulaştırmıştır. Bu bir anda olmamıştır; kulübe gelişinin ilk senelerinde, takım performansı oldukça düşük kalmıştır. Ancak FERGUSON, uzun dönemli bir yatırım stratejisinde ısrar etmiş ve yeni oyuncu alımlarında para harcamaktan kaçınmamıştır. Manchester United yönetim kurulunun sabrı ve anlayışı ile isabetli transferler birleşince de, sürekli başarıyı kovalayan, yüksek performanslı bir takım yaratmayı başarmıştır. Çoğu otoriteye göre Alex FERGUSON’un en önemli erdemi, oyuncunun yeteneğini saptaması, geliştirmesi ve A takım içerisinde yararlanabilmesinin yanı sıra,  Manchester United’ın beklentilerine ve kültürüne ayak uydurabilecek oyuncuları transfer edebilmesidir.     

Belirtmemiz gerekir ki, Manchester United yönetimleri, teknik direktörlerine güvenme ve sabır gösterme büyüklüğünü gösterdiklerinden dolayı futbol da başarı gelmiştir. Sınırsız bir anlayış ve destek olmadan, ne BUSBY’nin, ne de FERGUSON’un takıma başarıyı getirmesi mümkün olamazdı; zira başarısızlıklar içinde geçirdikleri yılları atlatamadan işlerini kaybederlerdi. Bu nedenledir ki, yönetimler teknik direktörlere sabırlı davranarak ve futbol işlerine kesinlikle karışmamak durumundadırlar. 

Kurumsal yapı

Günümüzde, Manchester United PLC’nin yapısı, esnek ve yatay kurumsal ağ tipinin, karşımıza çıkan en iyi örneklemektedir. Daha önceden de belirttiğimiz gibi, kulübün ticari faaliyetleri, geçmişte oldukça saygın şirketlerde yer almış, üst seviyede profesyonel idareciler tarafından yönetilmektedir. Bunun yanında icra kurulu, özellikle futbolcu alışverişleri gibi futbol ile alakalı faaliyetlere, teknik direktörün işini kolaylaştırıcı katkılarda bulunarak, hem esneklik, hem de yatay fonksiyonellik gösterebilmektedir. “Kurul, oyuncu alışverişi ve kontrat anlaşmalarının parametrelerini belirler, anlaşma süreçlerini yakından takip eder ve tüm büyük transferleri ve sözleşmelerini onaylar. Tüm pazarlıklar, son detayına kadar genel müdür tarafından sürdürülür.

Genel müdür, tüm ticari faaliyetler ve bağlı şirketlerden sorumlu iken, grup mali yöneticisi, finansal faaliyetlerden sorumludur. Teknik direktör, futbol takımı üzerinde tam yetkiye, futbolla ilgili diğer faaliyetlerde de ilk söze sahiptir. Aşağıdaki şema, Manchester United’ın kurumsal yapısını göstermektedir.

Ticaretle ilgili faaliyetler

Manchester United’ın yapısı, hedefleri ve amaçları, herhangi bir kurumsallaşmış ticari oluşumdan ayrılamayacak kadar gelişmiş bir konuma gelmiştir.  Özellikle geleceğe dönük detaylı planlama, kulübün mali istikrarı sağlamasındaki önemli etkenlerden biri olmaya devam etmektedir.

Stratejik planlama ve uygulama

Kulüp, stratejik hedeflerini açıkça tanımlamış ve planlarının başarıyla uygulanıyor olduğunun takip edilmesinin önemini anlamıştır. Machester United yıllık  faaliyet raporlarında yönetim kurulu, temel hedeflerinin uzun vadede hissedarlara daha çok kâr getirmek için gelişmeye devam etmek; ve taraftarlar için de sportif başarıyı devam ettirmek olduğunu resmi olarak açıklamıştır. Bu hedeflere ulaşmak için, aşağıdaki 5 maddenin sağlanmasını hedeflediklerini belirtmişlerdir:

1)Sportif başarıyı sürdürmek;

2)Taraftarlara müşteri gibi hizmet vermek;

3)Global markayı yükseltmek;

4)Medya haklarını geliştirmek;

5)Old Trafford Stadyumu’nun kullanımını arttırmak. 

Manchester United, mali hedefini ise sayısal olarak belirlemiş, performansını daha kolay gözlemleyebilecek bir konsept oluşturmuştur.  Kulübün amacı, toplam personel giderlerinin, yıllık cironun %50’si veya daha da altında olmasıdır.  Kulüp yetkilileri bu yaklaşımın Manchester United’a, “takım düzeni ile kulübün uzun dönem mali istikrarını dengeleme” yetisini kazandırdığını belirtmektedirler.

Manchester United’ın gelir kaynakları, ortaklıklar kurarak ve çeşitli ürünler sunacak şekilde global odaklı geliştirilmeye devam etmektedir. Ürünler sadece kulüp logolu malzemeler olmamakta, finans hizmetleri ve diğer bazı futbol dışı hizmetleri de kapsamaktadır. Manchester United, bu stratejileri uygulayarak, müşteri bilincini arttırmıştır ve sonuç olarak kulüp, halen sahip olduğu yerel taraftar kitlesini büyütmekle kalmamış, çoğu Asya’dan ve bir kısmı Amerika’dan olmak üzere, global izleyici sayısını 30 milyonun üzerine çıkarmıştır.

Maç günü faaliyetleri ve stadyum kullanımı

Son on yılda gerçekleştirilen muhtelif yenileme çalışmaları ile Old Trafford Stadyumu’nun bugünkü kapasitesi 70.000’in üzerine çıkarılmıştır. Kulüp, bilet fiyatlarını, koltukların konumu ve alıcıların kulüp üyeliklerine bağlı olarak, 21–34 sterlin arasında belirlemektedir. Manchester United’ın gelir kazandıran başka bir hizmeti de, maç günü misafirperverliği olarak adlandırılan, ve taraftarların 115–275 sterlin arasında ücretler ödeyerek yararlanabildikleri ek servislerdir. 

Kulüp, maç günü hizmetlerini çeşitlendirerek, maç başı seyirci ortalamasını neredeyse stadyum kapasitesine denkleştirmiş ve yıllık maç günü gelirlerini 100 milyon Euro seviyesine yükseltmiştir.

Yayın faaliyetleri

Manchester United, Premier Ligi ve UEFA yayın geliri havuzlarından yılda 95 milyon Euro civarında pay almaktadır. Kulüp, yerel ligde sürekli olarak üst sıralardaki yerini korumuş, ve UEFA Şampiyonlar Ligi’ne istikrarlı olarak katılmaya devam etmiştir. İşte yüksek yayın gelirlerinin altında yatan temel unsur, sportif başarının sağlanması ve devam ettirilmesi olmuştur.

Kulüp ayrıca, MUTV adında, global olarak uydu ve internet üzerinden izlenebilen bir resmi televizyon kanalı kurmuştur. Bunun yanında, özellikle Amerika’da olmak üzere, yayın teknolojilerini kullanarak pazarlama çalışmalarını arttırmıştır. Bir beysbol devi olan New York Yankees takımı ile stratejik bir ortaklık antlaşması imzalamış, ve bu kapsamda her iki kulüp de kendilerine ait yayın kuruluşlarını birbirlerine açarak, ellerinde bulunan geniş taraftar kitlelerine ulaşma şansı yakalamışlardır.  

Ticari faaliyetler

Manchester United, imajını, taraftar kitlesini, sponsorluk yapısını, pazarlama çalışmalarını ve gelir kaynaklarını kuvvetlendirmek için,  1997 senesinde Umbro yönetim kurulu başkanı Peter KENYON’u göreve getirmiş ve 1999 yılında da pazarlama müdürü olarak da Peter DRAPER’ı atamıştır. (Peter KENYON 2005 yılında Chelsea’ye geçmiştir.) Kulüp, bu iki yöneticinin katılımından itibaren, taraftar kitlesini genişletmek için uluslararası ve global pazarlara odaklanmıştır. İlk olarak, “...daha fazla global taraftarı müşteriye çevirmek için, markalarını uluslararası bir değer haline dönüştürmek ihtiyacında olduklarının farkına varmışlardır. Yöneticiler, kulübün ticari gelirlerini arttırmak için, yabancı pazarlara ortaklıklar yolu ile girme stratejisini takip etmişlerdir. Örneğin, 1999 senesinde, kullanımı giderek artan internet ve uydu televizyonları teknolojilerini sağlayan şirketlerle ortak olarak, Asya pazarından yararlanmak için “Rüyalar Tiyatrosu” adlı bir proje yaratmışlardır. Manchester United’ın, markasını global mertebeye ulaştırmak için izlediği strateji, mağazadan mağazaya farklılık gösteren ürünleri ile hizmet veren satış merkezleri kurmak olmuştur.  Rüyalar Tiyatrosu’nun temel prensibi budur. Bu sistemde, Manchester United ürünleri sağlarken; yerel şirketler, Dublin, Singapur, Dubai, Şanghay ve Hong Kong’da, mağazalar açmışlardır.  Dolayısıyla Manchester United, hiçbir sermaye yatırımı yapmadığı gibi, sağladığı ürünlerden tatmin edici kâr payı almayı garantilemiştir. 

Kulüp, farklı pazar ve müşteri dilimlerini hedeflerken uyguladığı çeşitlendirme stratejisini desteklemek için, sponsorluk ve ortaklık anlaşmalarını da daha fazla kazandıracak şekilde biçimlendirmiştir. Yakın tarihte, ana sponsor olarak telekomünikasyon devi Vodafone, teknik sponsor olarak ise Nike ile kontrat imzalamışlardır. Ek sponsorlarının arasında; Pepsi, Anheuser-Bush, Audi ve Fuji yer almaktadır (Manchester United Official Web Site, 2005). İngiltere’de bulunan diğer büyük kulüplerin çoğunda görüldüğü gibi, Manchester United, sponsoru olan Vodafone ile yaptığı ortaklık ile mobil telefon hizmeti, Zürich Bankası, İskoçya Bankası ve Britanya İnşaat Odası ortaklığı ile bankacılık hizmetleri de sunmaktadır. Ayrıca, İngiltere çapında markalı benzin ve elektrik hizmeti sunma konusunda da çalışmalar yapmaktadır.

Tüm bu çabaların birleşmesi sonucunda kulüp, ticari gelirini oldukça yükseltmiş, ve 2004-2005 dönemindeki kazanımını 72 milyon euro olarak açıklamıştır.

Marka yönetimi

Güçlü Manchester United markası olmadan, yukarıda belirtilen başarılara ulaşılması çok daha zor olurdu. Kulübün markasını oturtması onlarca yıl sürmüş ve özellikle 1990’ların son yıllarında gerçekleştirdikleri çabalar sonucu global bir isim haline gelmiştir. Manchester United’ın ticari (marka) başarısı, uzun yıllar sonunda ulaştığı ve oluşturduğu iki manevi kaynağa dayanmaktadır – imaj ve itibar.

Manchester United aşağıdaki karakteristikler sayesinde güçlü bir imaj yaratmış ve korumuştur.

1) Tutkulu ve heyecanlı bir futbol stili;

2) Gençlik ateşini yansıtan bir takım;

3) Kulüpte yer alan bireylerin, toplumun popüler kültürüne yerleştirilme şekli;

4) Kulübün son yıllarda aldığı stratejik ortaklık kararları.

Kulübün itibarının gelişmesi de, imaj gelişimi ile benzer karakteristikler göstermektedir. Kulüp, özellikle son 10 yılda, üstün saha performansı göstererek yerel ve uluslararası turnuvalarda kupalar kaldırarak, sportif saygınlığını arttırmıştır. Bunun yanında, kurumsal itibarını da saygınlaştırmak için toplumsal faaliyetlere ve hayır kuruluşlarına yardıma yönelmiştir; pek çok organizasyon için yardım toplama faaliyetlerinde bulunmuş, uluslararası toplum ve çocuk geliştirme programlarında aktif yer almıştır . Ek olarak, bir çevresel davranış bildirisi yayınlayarak, paylaşılan alanlarda ve çevrede yaşam kalitesini yükseltmek için ellerinden gelen her şeyi yapmaya hazır olduklarını açıklamış, doğanın korunmasına karşı olan duyarlılıklarını da göstermişlerdir .

Futbol ile ilgili faaliyetler

Manchester United’ın rakipleri karşısında en büyük avantajı, altyapılarından sürekli olarak yetişen genç yetenekleri, bünyesine dışardan kattığı oyuncularla beraber etkin şekilde kullanabilmesidir. Bunun yanı sıra, oyuncu izleme programları ile tespit ettiği, kalitesi yüksek oyuncuları transfer edip, bu oyunculara kulübün kültürünü hızlı bir şekilde benimsetmeyi başarması, kulübün istikrarlı bir kadro yapısına sahip olmasının en önemli nedenidir.  Takımda mevcut olan veya transfer edilen yıldızları son derece akıllı şekilde değerlendirmesi de, Manchester United’ı rakiplerinden bir adım öne çıkaran bir başka faktördür.

60’larda George BEST, 90’ların başında Eric CANTONA, ve 90’ların sonunda David BECKHAM gibi yıldız oyuncular, Manchester United’ın sportif başarılarında önemli roller oynamışlar ve kulüp markasının popüler ve değerli bir manevi varlık olarak gelişmesine katkıda bulunmuşlardır.  Buna ek olarak, bu tip yıldızlar kadar ilgi çekici olmasalar da, kalitesi yüksek diğer futbolcular olan Ryan GİGGS, Paul ve Gary NEVILLE, Roy KEANE, Paul SCHOLES ve Ole Gunnar SOLSKJAER’de, Manchester United’ın 1990’lar ortası ile 2000 başları arasındaki üstünlüğüne ciddi etkilerde bulunmuşlardır. Şimdilerde ise Christiano Ronaldo aynı işlevi yerine getirmektedir.   

Manchester United A takımında, devamlı olarak altyapıdan yetişmiş oyuncularını oynatmakta; ve bunda ısrar etmektedir. Bu sistemle başarı yakalayabilmek, uzun zaman ve sabır gerektirmektedir; fakat elde edilen başarı kalıcı olmaktadır.  İşte bu, Manchester United’ın futbol takımına istikrarı getiren asıl faktördür. 1992–2003 yılları arasındaki takım kadrolarında ortalama en az 4 oyuncu altyapıdan gelmekteydi. Bu oyuncular, kulüp içerisinde değişik seviyelerde 12 yıla varan süreler geçirdikleri için, kulübün kültürünü ve oyun stilini özümsemişler ve camialarına yüksek sadakat ile bağlanmışlardır.  Manchester United, uzun yıllar boyunca, bu tarzda  oyunculara as takımda yer vererek, tüm dayanağı ofansif ve heyecan verici bir oyun stili olan, daimi sportif başarıya ulaşmıştır.

Manchester United’ın rekabet avantajı, ticari kaynaklarının ve marka adının eşsiz bir şekilde yönetilmesi ile ortaya çıkmıştır. Tarihine, Matt BUSBY, Alex FERGUSON ve Martin EDWARDS gibi, devrim sayılabilecek yenilikler getirmekten çekinmeyen, kazandıklarıyla yetinmeyen bireyler şekil vermiştir. Kulüp, günümüzde üç temel değer olan sportif başarı, geniş ve global taraftar kitlesi, ve kurumsal etkinlik alanlarından yararlanmak için verimli ve sistematik yapı geliştirmiştir. Taraftarları ticari müşterilermişçesine, hem maddi hem de manevi olarak memnun etmeye çalışarak; saha içi ve dışı imajı ve itibarı ile Manchester United markasını yücelterek; televizyon ve maç günü gelirlerini en üst seviyeye çekerek; kulübü profesyonel idareciler yönetiminde uluslararası bir kuruluşa evrimleştirmişlerdir. 

Avrupa’nın üst düzey takımları ve üç büyüklerin yönetsel yapılanışlarının mukayeseli karşılaştırması

Avrupa’nın gerek dernek statüsünde gerekse şirketsel yapılanışlarına göre kupa kazanmış üst düzey takımlarının, yönetsel yapılanışlarını, ülkemizde üç büyüklerle karşılaştırdığımızda karşımıza aşağıdaki tablo çıkıyor. Bu bölüm, kulüplerimiz ve Manchester United arasındaki temel yönetim farklarını özetlemektedir.

Tablo 1 - Manchester United ve üç büyükler arasındaki yönetsel farklılıklar

Kavram

Avrupa’nın Üst Düzey Kulüpleri

Üç Büyükler

Organizasyonal Yapı

Fonksiyonlar açıkça belirlenmiş, görev tanımları net olarak yapılmış, görev dağılımı kişilere göre değil, kulüp gereksinimine göre gerçekleştirilmiş, geri besleme kanalları çalışan, yaygın bir matris yapıyla hareket eden,  esnek iletişim ağı sayesinde tüm hiyerarşik yapı içinde bilgi akımı tam olarak sağlanmış, hesap verebilir ve hesap soran bir yapı. Kulübün riskli aktiflerini yönetecek ve denetleyecek risk ve denetim komiteleri,

Basit ve hiyerarşik, net olmayan görev tanımları ve dağılımı; transparan olmayan  kapalı bir yapı, hesap vermeyen ve sormayan bir organizasyon,  katı bürokratik ve hiyerarşik yapı, geri besleme kanalları çalışmayan ve iletişimin genele yayılı olamadığı, başkanın kulüp üzerinde vesayete varan yetkileriyle varlığını devam ettiren bir yapı.

İdari Yönetim

Profesyonel yöneticiler, konu uzmanı idareciler

Amatör ruhlu, daha az bilgili konvansiyonel yöneticiler, sayısı az olan profesyonel idareciler.

Strateji Geliştirme ve Uygulama

Takım çalışması, sistematik planlama, gerçekçi hedeflerin koordineli yürütümü

Bireysel çalışma, sistemsiz planlama, gerçekçi olmayan hedefler, uzun vadeli stratejik plan eksikliği, amaç yerine sonuca yönelik düşünsel yönetim mantalitesi.

Maç Günü Faaliyetleri ve Stadyum Kullanımı

24 saat yaşayan canlı ve katma değeri yüksek optimum stadyumlar. Taraftar/müşteri segmentasyonuna göre çeşitlendirilmiş koltuk bölümleri ve ilave gelir yaratıcı ekstra maç günü hizmetleri.

Yeterli olmayan stadyum kapasitesi (FB hariç), dar hizmet yelpazesi, düşük katma değerli, yetersiz nitelikli statlar.

Medya Aktiviteleri

Kendi işlettiği global TV kanalı, yazılı medya. 

Global olmayan TV kanalları, aylık dergi.

Ticari Faaliyetler

Ulusal ve uluslararası yüksek tutarlı sponsorluk gelirleri, taraftar müşteri segmentasyonuna göre ürün çeşitlendirmesiyle elde olunan yüksek gelir, CRM aracılığıyla proaktif satış, dünyanın dört bir tarafından sağlanan merchandising geliri

Düşük tutarlı sponsorluk gelirleri, orta seviyeli yurtiçi ürün satışı, çok düşük uluslar arası emtia faaliyeti.

Marka Yönetimi

İmaj ve itibarı planlı olarak güçlendirme faaliyetleri, mevcut markayı iyi kullanma; küresel marka ve bunun aktif pazarlaması

Başarısız sportif imaj, uluslararası alanda güçlü olmayan itibar, mevcut markadan yeterli yararlanamama.

Yeni İş Alanları

Başarılı girişimler, istikrarla artan ek gelirler, kulübün aktiflerini yönetecek ve denetleyecek  risk ve denetim yönetimi ile, kulübün aktiflerinin çok etkin kullanılmasıyla, sigortacılık, seyahat, reklam, medya, betting, gibi alanlarda kurulan şirketler aracılığıyla, toplam gelirin artırılması,

Gelişmeye açık, yeni yeni fark edilen bir konsept.

Teknik Direktör

Uzun dönemli çalışma süresi, geniş yetkiler, çok iyi teknik bilgi ve engin tecrübe

Kısa dönemli çalışma süreleri, limitli yetkiler.

Oyuncular

Verimli altyapı sistemi, isabetli iç, para getiren dış transferler

Düşük verimli altyapı sistemi (Galatasaray hariç), pahalı ve isabetsiz iç, para kaybettiren dış transferler.

 
Kaynak: http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109 < ="http://88.255.111.70/www/delivery/ajs.php?zoneid=14&cb=15966411834&=s-1254&loc=http%3A//www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp%3FauthId%3D109&referer=http%3A//www.dunyagazetesi.com.tr/tumYazarlar.asp&mmm_fo=1" =text/>
Feel the Difference, Feel the Excellence
Yukarı
tatar ilker Liste gör
Usta Yazar


Tatar İlker
Yaş: 41
Katılım: 30/Tem/2007
Yer: Istanbul
Online Durum: Offline
Mesajlar: 2637
  Alıntı tatar ilker Alıntı  CevaplaCevapla Direct Link To This Post Tarih: 12/Oca/2009 saat 09:48
Türk futbol kulüplerine kurumsal yönetişim tabanlı model önerisi

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
taksar@gmail.com

12.01.2009 - 09:17
 
Geçen hafta genel olarak Türk futbol otroritesi (Türkiye Futbol Federasyonu) ve futbol kulüplerimizin sportif, iktisadi ve maki başarı için nasıl bir yapılanma sürecine girmeleri gerektiği üzerinde durmuş ve bu konuda ideal model olarak Manchester United'ın sportif, iktisadi, mali ve idari yapılanmasını analiz etmiş ve bazı ortak çıkarımlara ulaşmıştık. Bu hafta konuya ilişkin son ve sonuç yazımızda ise Türk Futbol kulüplerimizin nasıl bir yönetsel yapılanma modeline yönelmeleri gerektiği üzerinde durmaya çalışacağız. Bu konuda Doç.Dr. Kutlu MERİH ile birlikte kaleme aldığımız, Literatür yayınlarından 2008'te çıkan Futbol Yönetimi isimli kitabımız konuya ilgi duyanlar için ciddi bir başvuru kaynağı olabilecektir. Konuya ilişkin daha geniş detay ve başarı örneği diğer kulüp yapılanmalarını da bu kitapta bulabileceksiniz.

Sorunlar…Sorunlar…Sorunlar…

Türk futbolunun içinde bulunduğu sorunlar, futbolumuzun önünü kesiyor. Futbol kendi yolunda ilerleyemiyor. Önündeki engelleri aşmakta zorlanıyor. Kalitesini yükseltemiyor,  gelirlerini daha fazla artıramıyor,  rekabeti yükseltemiyor ve tüm bunların genel sonucu olarak Avrupa ve Dünya futbol pastasından sportif ve iktisadi olarak hakkettiği değeri alamıyor.

Futbolun kendi içsel dinamiklerinden kaynaklanan olumsuzluklar, yönetim hataları ile birleşince ortaya içinden çıkılması zor sorunlar çıkıyor. Bu sorun ve sıkıntıların giderilebilmesi ve Türk futbolunun önünün açılması, mevcut statükonun korunmasıyla değil, daha radikal bir yapının tesis olunmasıyla mümkün olacaktır. Varolan yapı, Türk futbol pastasını büyütemiyor, rekabetçi dengesini yükseltemiyor, haksız rekabetin gün be gün artmasına yol açıyor.

Elli yılı aşan profesyonel futbol yapılanmamız bugüne kadar sadece dört şampiyon çıkartabilmiş... Bu, futbol ligimizin rekabetçi yapısını ortaya koymak bakımından önemli bir ölçü (benchmark) noktasıdır. Bugünkü yönetsel futbol yapılanması büyüklerin ekseninde konumlanmış, mevcut statüyü devam ettiren, haksız rekabeti yükselten, rekabetçi dengeyi olumsuz etkileyen, ligin dengesizliğinin büyükler leyhine daha da  artmasına yol açan kısır bir yapıdır. Ne yazık ki,  bugün hepimiz rekabetçi dengeyi yükeltecek, futbol kalitesini artıracak, futbol pastasını büyütecek; teşvik, şike, rüşvet gibi futbol dışı faktörleri futboldan uzak tutacak bir yapıyı oluşturma yerine, var olan statükocu ve üretken olmayan yapının devamını ısrarla sürdürmeye devam ediyoruz.

Süper Lig'de gelir dağılımındaki dengesizlik, Türk futbolunun rekabet gücünü giderek zayıflatıyor. Büyükler ve ötekilerden oluşan bir lig yapısından sportif ve mali performans bekliyoruz. Bu halimizle Avrupalı devlerle rekabet şansımız neredeyse yok oluyor.

Futbol otoritesinin her geçen gün erozyona uğrayan yönetsel kredibilitesi, sorunları daha da çekilmez hale getiriyor. Oysa, bu değişim ve gelişim hareketinin, Federasyondan başlaması gerekiyor. Federasyonun bugünkü tek vücut yapısı, endüstriyel futbolun gereklerini yerine getirmede zorlanıyor. Oysa yıllık on milyarlarca dolar gelir yaratan bir endüstrinin mevcut yapılanma ve klasik yönetim tarzlarıyla sevk ve idaresi artık günümüzde mümkün değil... Başta Avrupa'nın prima ligleri olmak üzere, kulüp ve federasyon yapılarında önemli değişikliklere gidiliyor. Bu değişikliklerin hayata geçirilmesinde de UEFA 2004 Lisanslama Sistemi pivot olarak kullanılıyor.  Futbol kulüplerimiz için önerdiğimiz "kurumsal yönetişim" ilkelerine dayalı yönetsel yapılanma aşağıda dikkatlerinize sunulmaktadır. Bu model, mevcut statükocu yapının üzerinde yükselen bir alternatif model olmaktan daha çok, kulüplerin içinde bulundukları sorunlara fonksiyonel anlamda çözüm bulacak bir yapılanmayı ifade ediyor.

Futbol Kulüplerine Kurumsal Yönetişim Tabanlı Alternatif Yapılanma Model Önerisi

Alternatif modelimiz temelde iki kısımdan oluşuyor. İlk kısım staratejik kararların alınmasına olanak sağlayan üst yönetim ve kurulların bulunduğu bölümü gösterirken; ikinci bölüm ise alınan bu stratejik kararları hayata geçiren operasyonel bölümleri ve birimleri gösteriyor.

Bu modelimizde önerdiğimiz alternatif yönetim şeması içindeki en önemli değişiklik, kulüp aktiflerinin risk yönetim ve denetimini gerçekleştirecek olan, doğrudan Genel Kurul'a hesap verecek Risk Yönetim ve Denetim  Kurulu ile kulübü kurumsal yönetim ilkelerine göre denetleyecek olan Kurumsal Yönetim Kurulu'dur. Bu kurullardan Risk Yönetim ve Denetim Kurulu'nun görevleri üzerinde daha önceden durulduğu için yeniden burada anlatılmayacaktır.  Burada üzerinde duracağımız diğer kurul  Kurumsal Yönetim Kurulu'dur.

Kurumsal Yönetim Kurulu, kulübün kurumsal yönetim ve yönetişime uygun yönetilip yönetilmediğini ve kurallara uyumunu denetleyecek ve yönlendirecek olan bir kuruldur. Bu kurulda yer alacaklar Divan Kurulu tarafından seçilmektedir. Seçilen üyeler ve kurul Divan'a bağlı olarak çalışır. Bu kurul Divana göre daha spesifik ve kalifiye üyelerden oluşur.

Burada yer alan kurul yönetim üyeleri, bağımsız üyelerden oluşur. Kurumsal Yönetim Kurulu öz itibariyle;

1. Kulüpte kurumsal yönetim ilkelerinin uygulanıp uygulanmadığını, uygulanmıyor ise bunların gerekçesini ve bundan dolayı oluşan zarar ve ziyanı belirleyerek, bunları saptar ve Yönetim Kurulu'na sunar.

2. Kulübün pay sahiplerinin, paydaşlarla, taraftar/tüketiciyle  olan ilişkilerini koordine eder,

3. Yönetim Kurulu Üyelerinin ve yöneticilerin performans değerlendirmesi, diğer kulüp çalışanlarının kariyer planlaması  ve ödüllendirilmesi ile ilgili işlevleri yerine getirir.

Bu yönetsel yapılanmanın tahsis ettiği bir diğer görev ise genel müdür pozisyonudur.  Bir çeşit Chief Executive Officer (CEO) gibi çalışacak olan genel müdür, temel olarak üst yönetim ile orta kademe yönetim arasında köprü  görevi yapmaktadır. Kendisine bağlı çok sayıda birim bulunmaktadır.

Operasyonel anlamda modelde önerdiğimiz bir başka yenilik ise: Yeni iş ortaklık geliştirme yönetimi ile, taraftara hizmet verecek olan taraftar-müşteri ilişkileri yönetimidir. Bu birim özellikle endüstriyel futbolun bir zorlaması olarak ortaya çıkmaktadır. Kulübün ürün satış ve pazarlamasına ilişkin pro-aktif yaklaşımı egemen kılmaya çalışan satış ve pazarlamaya data base oluşturmayı amaçlayan ve satışı yöneten, yönlendiren bir fonksiyona sahiptir. Günümüzde desteklediği kulübüne bütçesinin önemli bir kısmını aktaran taraftar müşterinin katma değerinin yükseltilmesi öncelikli amaçtır. Bu amaçla taraftar-müşterinin segmente edilmesi suretiyle oluşturulan segmentasayona göre ürün çeşitlendirmesini  hedefleyen ve gerçekleştiren bölüm olarak karşımıza çıkmaktadır.

Kurumsal yönetişim neden gerekli?

Deloitte'un son çalışmasına göre 17,5 milyar dolarlık bir büyüklüğe ulaşan Avrupa futbol piyasası, artık kulüplerin bu pazardan daha fazla pay alabilmek adına, birbirleriyle kıyasıya bir rekabete girdiklerini gösteriyor.

Bu bağlamda çoğu kulüp ulaştıkları devasa bütçelerini daha iyi yönetebilmek, sermaye piyasalarına açılarak daha ucuz fon temin etmek, iktisadi ve mali başarıya ulaşarak, sportif başarıyı yakalamak adına kurumsal yönetişime doğru yol almaktadır. UEFA Lisanslama sisteminin de etkisiyle Avrupa'da çoğu  futbol kulübünün kurumsal yönetim ve yönetişimi kendi örgütsel yapılarına uyarlamaya çalıştıklarını görüyoruz.

Bu süreçte pazarının tümünü etkileyen en önemli trendin, gelir kaynaklarındaki hızlı artış olduğunu vurgulamak gerekir. Bu durum, idari ve stratejik zorluklarla birlikte, üst ve alt seviye kulüplere fırsatlar da sağlamaktadır.

Avrupa futbolundaki ana trendler:

1) Maç günü, yayın ve ticari gelirlerdeki artışlar,

2) Futbol kulüpleri ile diğer endüstrilerden firmalar arasında gerçekleşen ortaklıklar ve yeni girişimler,

3) Oyuncu ücretlerindeki artışlar ve,

4) Önde gelen futbol liglerinde yer alan rekabet dengesindeki düşüşlerdir.

Bu trendler, kulüplerin karşısına şu zorlukları çıkartmaktadır:

1) Gelir kaynaklarını mükemmel şekilde yönetilme gereği,

2) Yeni girişim yaratma ve ortaklık kurma stratejisi ile global marka yaratma fırsatlarının aranması,

3) Sportif başarı korunurken, giderlerin kontrol altında tutulması ve,

4) Takımlar arasındaki rekabet dengesinin muhafaza edilmesi amacıyla gelir dağılım modellerinin yeniden düzenlenmesi.

Bahsi geçen zorluklarla baş edebilmek için, futbol kulüplerinin gelir ve gider yapılarını çok iyi bilmeleri; maç günü gelirleri, yayın ve ticari gelirlerden oluşan birincil gelir kaynaklarını dikkatli bir şekilde dengelemeleri ve yönetmeleri, oyuncu alımları ve yeni girişim faaliyetleri için daha sistematik bir yaklaşım yaratarak ikincil gelirlerini arttırmaları, sportif başarıyı engellemeden sabit ve değişken giderlerini mümkün olduğu kadar azaltmaları, son olarak organizasyonlarının ticari ve futbol bölümlerinde çalışacak yetenekli profesyonelleri işe alarak, güçlü bir kuruluş oluşturmaları  gerekmektedir.

Avrupa kulüplerinin çoğunun, son on yıl içerisinde devamlı olarak zarar etmesine rağmen, İngiliz kulüpleri, yükselen bu zorluklarla başarılı bir şekilde mücadele edebilmiş ve kârlılıklarını arttırmayı devam ettirmişlerdir. Kurumsal yapılarında radikal değişiklikler yaparak ve profesyonel idarecileri işe alarak, özellikle Manchester United olmak üzere İngiliz kulüplerinin çoğu, eşi görülmemiş ticari başarılara ulaşmışlardır. Manchester United, İngiltere Premiyer Ligi ve UEFA Şampiyonlar Ligi'nde, istikrarlı sportif başarı ve kârlılığı yakalamıştır.

Futbol kulüplerine gelir getiren ana kalemler; maç günü, yayın ve ticari faaliyetlerdir ki bunlar, yan kalemler olan yeni iş alanları geliştirme, ortaklıklar kurma, marka yönetimi aktivitelerinden destek alırlar.

Buraya kadar yaptığımız analizler bize Avrupalı üst düzey kulüplerin rakiplerine üstünlük sağlamada Kurumsal Yönetim ilkelerini çok etkin kullandıklarını gösteriyor. Ancak bu konuda halen olayın farkına varmayan/varamayan futbol kulüpleri de yok değil.

Endüstriyel futbolun gözbebeği konumundaki Machester United, teknik direktörleri, kurumsal yapıları, ticaret ve futbol ile ilgili faaliyetleri açısından detaylı olarak incelenip, üç büyüklerle karşılaştırıldığında, Man.Utd.'ın rekabet üstünlüğü sağlama nedenleri aşağıda gösterilmektedir.

" Fonksiyonel bir kurumsal yapı dahilinde açıkça belirtilmiş idari rollerin ve şeffaf iletişim ağının bulunması,

" Yetenekli profesyonel yöneticiler kullanılması,          

" Sistematik bir stratejik planlama ve uygulama mekanizmasının benimsenmesi,

" Çeşitli maç günü hizmetleri sunan, uygun kapasitede bir stadyumun varlığı,

" İstikrarlı sportif başarıyla beslenen düzenli yayın gelir kaynağının oluşu,

" Global pazarlama aracı olarak özel televizyon kanalının kullanılması,

" Büyük ticari şirketlerle kazançlı ve uzun vadeli sponsorluk anlaşmalarının yapılması,

" Yardım kuruluşları ve hayır derneklerine ciddi katkıda bulunarak, kulübün imajının, itibarının ve markasının güçlendirilmesi,

" Futbol ile direkt ilgisi olmayan, finans gibi alanlarda yeni ve ortak girişimler oluşturulması,

" Üst yönetim ve teknik direktör arasında görev farklılığının ortaya konulması ve güç dengesinin sağlanması;

" Teknik direktörlerinin uzun süreler sabırla görevde tutulması ve,

" Oldukça efektif ve üretken bir altyapı sisteminin geliştirilip, A takımın en az 3'te 1'inde, yetiştirilen bu oyuncuların kullanılması. 

Buna karşılık, Türk futbol takımlarının ciddi idari ve yapısal zayıflıklar gösterdiklerini tespit ettik. Mali istikrar ve sportif başarıyı yakalayabilmek için, üç büyüklerin, vakit kaybetmeden yapmaya başlamaları gerekenlerin;

" Yukarıdaki şekilde gösterildiği gibi, etkin bir kurumsal yapı ve yönetim modeli yaratılması,

" Kabiliyetli profesyonel yöneticilere kulüp içerisinde geniş yetki ve görev verilmesi,

" Yönetim kurulu üyeleri arasındaki katılımın arttırılması ve bir güç dengesinin sağlanması için çeşitli kural ve prensiplerin oluşturulması,

" Sistematik bir stratejik planlama ve uygulama mekanizmasının oluşturulması,

" Çeşitli maç günü hizmetleri sunan, uygun kapasitede bir stadyumun edinilmesi,

" İzleyici başına düşen geliri arttırmak üzere, maç günü hizmetlerine kazanç sağlayan faaliyetlerin eklenmesi,

" İstikrarlı sportif başarıyla beslenen, düzenli yayın geliri kaynağının korunması ve arttırılması,

" Global ortaklıklar ve özel televizyon yayın kanallarından faydalanarak, marka bilinirliğinin hızla yaygınlaştırılması,

" Öncelikle geniş bir Türk nüfusunun yaşadığı Almanya olmak üzere, Asya ve Amerika gibi çekici pazarlarda, uluslararası satış mağazalarının açılması ve  sayılarının arttırılması,

" Tercihen bu mağazaların kurulacak olan ayrı bir şirket tarafından yerinde yönetilmesi veya franchising modelinin seçilmesi,

" Üst yönetim ve teknik direktör arasında görev farklılığının net bir şekilde ortaya konulması, benimsenmesi ve güç dengesinin mutlaka sağlaması ve,

" Oyuncu geliştirme programları, futbol akademileri ve oyuncu izleme çalışmalarına ciddi yatırımlar yapılmaya devam edilmesi, oyuncuların mutlaka A takımda etkin bir şekilde kullanılması olduğu belirlenmiştir.

Futbol kulüplerinde kurumsal yönetim süreci

Günümüz futbol kulüplerinin rekabet üstünlüğü sağlayarak, mevcut endüstriyel futbol pastasından daha fazla pay alabilmelerinin yolu, kurumsal yönetişimden geçiyor. Kurumsal yönetişimi hayata geçiremeyen kulüpler, ne yazık ki, bu rekabette geride kalıyor,  sportif ve mali başarıdan uzaklaşıyorlar. Zaten yüz milyonluk bütçeleri sevk ve idare etmenin başka bir yolu da bulunmuyor. Kişilere bağlı yönetsel bir yapı, endüstriyel dönüşüm dinamiklerini yakalayamıyor, kendisini bu gelişmelere adapte edemiyor. Hızla kurumsallaşmak gerekiyor. Kurumsallaşmak demek ise kurumsal yönetim ve yönetişimi, kulübe egemen yapı haline getirmek anlamına geliyor.

Kurumsallaşabilen  yapı, ortak aklın yönetim ve denetimine giren,  sistematik yönetimin hakim yönetim yapısı haline geldiği; şeffaflığın, hesap verebilirliğin ve katılımcılığın ana ekseni olduğu yönetsel örgütlenmeyi tanımlamaktadır.

Bu yapıyı günümüz kulüplerine uyarlamak ya da uygulamak çok da kolay görünmemektedir. Futbolun bir rant sağlama aracı olarak varlığını en etkin bir biçimde sürdürdüğü günümüzde, yöneticiler böylesi bir örgütlenmeye çok sıcak bakmıyorlar. Onlar hâlâ konvansiyonel yönetim anlayışıyla, kendi nüfuz alanlarının daraltılmasını istemiyorlar. Kulüp üzerinde kendilerine bir şekilde sağladıkları vesayet hakkını bırakmak ve rant maksimizasyonundan vazgeçmek istemiyorlar. Kısacası bugün Türk futbolunun önünde duran en acil görev, kulüplerimizi bu yöneticilerden kurtarabilmektir. Kurumsal dönüşüm ve gelişimin gerisinde kalan bir yapılanmayla, rekabet üstünlüğüne ulaşmak günümüz futbolunda çok mümkün görünmüyor.

Bugün hemen hemen tüm kulüplerimizde yönetimsel anlamda demokratik merkeziyetçi yapıdan uzaklaşıldığını gözlemliyoruz. Oysa tüm sivil kitle örgütlenmelerinde olduğu gibi spor kulüplerinde de, her ne kadar merkezi hiyerarşi olsa da, yukarıdan aşağıya olan merkeziyetçi yapı, demokratik taban üzerinde yükselir.  Bugün görüntü de kulüplerimizin yönetimlerini en geniş demokratik katılımın ifadesi olan Genel Kurul seçiyorsa da, seçime olan ilginin azlığının yanı sıra, başkanların kurumsal yönetişimi çalıştırmamalarından kaynaklanan olumsuzlukların etkisiyle, genel kurullar fonksiyonlarını tam olarak yerine getiremiyorlar. İbra müessesesi çalıştırılmadığı gibi, delegelerin manüplasyonu ile yöneticiler kendilerine çok kolay hareket alanları yaratabilmekteler. Hesap verme ve hesap sorma mekanizması çalışmadığından, yönetimler tüm başarısızlıklarına karşın, yönetimi bırakma erdemi göstermemekte, hızla demokrasiden uzaklaşarak, anti-demokrasiye doğru yol almaktadırlar.

Bugün ülkemizde futbol kulüplerimizde, kurumsallaşma ve kurumsal yönetişim süreci terse dönmüş durumdadır. AB ve UEFA'nın, tüm futbol kulüplerinin kurumsallaşma ve kurumsal yönetime yönlenmesini ısrarla talep etmelerine karşın, bizde bu süreç ters yönde çalışmaktadır. Görüntü olarak ve belge üzerinde AB'nin ve UEFA'nın talimatları yerine getiriliyormuş gibi hareket edilse de, öz olarak, kulüplerimizde anti-demokratik, kurumsal olmayan ve katı hiyerarşik yapının egemen olduğu, şeffaflıktan uzak, klasik yönetim yapıları bulunuyor. Bu durum gerçekten çok sakıncalı olduğu kadar, Türk futbolunun gelişiminin önünü kesmek bakımından da son derece tehlikelidir.

Yine kurumsal yönetişimin kulüplerimizde etkin bir yönetim anlayışı olarak tesis edilememesinde sadece yöneticilerimizden kaynaklanan sorunlar bulunmuyor. Yöneticiler kadar taraftar-tüketicinin de sorgulanması gerekiyor. Futbola çok fazla anlam yüklüyor, çoğu zaman onun bir oyun olduğunu unutuyoruz.

Kulübü, Oyuncuyu, Taraftarı Nasıl Algılamalı?

Günümüzde futbolunun endüstriyel dönüşüm dinamikleri, kulüpleri yeniden kurumsal olarak yapılanmaya zorluyor. Bugünün endüstriyel futbolu,  kulüpleri birer sportif organizasyondan, ekonomik organizasyona dönüştürmüş durumda. Bu değişim doğal olarak, yüz milyon dolarlık bütçeleri de beraberinde getiriyor. Hal böyle olunca ekonomik olarak belirli bir büyüklüğe ulaşan futbol kulüplerinin varlıklarının korunması, etkin ve verimli yönetimi kurumsal yönetişimin önemini artırıyor. Kurumsal yönetişim ise kurumsallaşma ve şeffaflaşmadan geçiyor. Kurumsallaşamayan bir kulübün şeffaflaşmasını beklemek ya da şeffaflaşamayan bir kulüpten kurumsallaşmayı beklemek ne yazık ki mümkün görünmüyor.

Futbol Kulüplerinde Risklerin, Varlıkların, İlişkinin ve Performansın  Yönetimi

Günümüz futbol kulüplerinin sportiflikten ekonomik birimlere dönüşen ve yüz milyon dolarlık büyüklüklere ulaşan yapısı, onların da reel ve ticari sektörlerdeki firmalar benzeri yönetimini ve yönetişimini önemli hale getiriyor.

Bu anlamda biz, özellikle de şirketleşerek borsaya kote olmuş futbol kulüplerinin yönetimlerinde ve başarıya giden süreçte bugün;

1. İlişki Yönetimini,

2. Varlık ve risk yönetimini,

3. Performans yönetimini,

Çok önemli kritik başarı faktörleri olarak görüyor ve değerlendiriyoruz. Bunların üzerinde kısaca durmakta yarar var...Çünkü yukarıda dile getirdiğimiz bu başarı faktörleri bugün çoğu üst düzey futbol kulübünde bir şekilde yaşama geçirilmeye çalışılıyor. Tam olarak ismi bizim belirttiğimiz şekilde olmasa da bu yönetim fonksiyonlarının kulüp yönetimlerine egemen kılınması bir süre sonra kaçınılmaz bir zorunluluk olarak karşımıza çıkacaktır diye düşünüyoruz.

1. İlişki Yönetimi

Günümüz üst düzey futbol kulüplerinin sportif ve mali başarıya ulaşabilmesinin yolu, kadrosunda barındırdığı yıldızları iyi yönetmekten, teknik adamları iyi yönlendirmekten, kulübe büyük maddi katkı sağlayan taraftar müşteri ile yönetim arasında çok başarılı bir iletişim ve etkileşim kurabilmekten geçiyor.

Futbol kulübü her alan ve her aşamada ilişki yönetimini iyi  ve başarılı gerçekleştirmek durumunda. Çoğu zaman yıldızları idare edemeyen teknik adamlar, teknik adamları yönlendiremeyen yönetimler,  yönetime destek yerine köstek olan taraftar müşteriler bu kavram içinde çok önemli bir yere sahip. Dile getirdiğimiz bu konuların tüm olumsuz örneklerini içeride ve dışarıda bir çok kulüpte gözlemledik. Zaten bu gözlemlerimiz sonucundadır ki, kulüplerimize ilişki yönetimini çok önemsemelerini ve buna göre yönetişim yapılarını oluşturmalarını ifade ediyoruz.

Ortaya somut bir gerçek çıkıyor ki, başarıya giden yolun temel taşlarını ilişki yönetimi oluşturuyor. Oyuncuların idaresi ve yönlendirilmesinden tutun da, teknik adamın motivasyonuna varıncaya kadar ki eylemlerde tek önemli faktör İlişki Yönetimi.

Kadrosunda yıldız futbolculardan yeterli verimi alamayan ya da bu yıldızları bünyelerinde tutma becerisi gösteremeyen kulüplerde ilişki yönetimlerinde önemli zafiyetlerin  bulunduğunu söyleyebiliriz.  Özellikle teknik adamların bu oyuncuları yönlendirme, taktik varyasyonlara göre kullanmadaki başarısızlıklarının altında etkin olmayan bir ilişki yönetimi yatıyor.

İletişimin ne türü olursa olsun, çağdaş davranış bilimlerinde yapılan inceleme ve araştırmalar göstermiştir ki; başarılı organizasyonlarda iletişimin başarıya etkisi %70 civarlarındadır.

Başarısızlıkta ise yapılan yanlışlıkların %80'inin hatalı iletişimden kaynaklandığı, yine aynı çalışmalarla ortaya konulmuştur. Bu anlamda teknik adamın, futbolcusuyla kurduğu iletişim, futbolcunun amaca yönlenmesi ve sezon sonunda ya da bir yarışmada şampiyonluğa ulaşması için yadsınamaz bir öneme sahiptir. Çünkü teknik adamın oyuncuya, oyuncunun da teknik adama ileteceği (anlatacağı) çok şey vardır.

Sonu kupayla bitecek bir yarışma organizasyonu içinde, yani hedefe ulaşmada, insanların birbirleriyle kuracakları iletişimin sağlıklı olup olmaması çok önemlidir.

2. Varlık ve Risk Yönetimi

Futbol kulüplerinin bonservis bedelleri üzerinden piyasa değerlerine bakıldığında Avrupa'da yer alan 53 ülke liginin toplam piyasa değeri 19 milyar dolara ulaşıyor.

Liglerin ulaştığı bu parasal büyüklük ve endüstrileşmenin getirdiği nitel değişimler doğal olarak kulüpleri,  daha önceden hiç karşılaşmadıkları bir kavrama, yani Varlık ve Risk Yönetimi'ne götürüyor. Bu nedenle kurumsallaşma ve kendi kurumsal yönetişimlerini oluşturma çabaları daha anlamlı hale geliyor. 

Kulüplerin varlıkları  sadece sahip oldukları değerli oyunculardan oluşmuyor. Bugün milyon dolarların kazanıldığı futbolun üretim alanı olan statlar, her birinden binlerce doların kazanıldığı en önemli varlıklardan birisi olan taraftar müşteriler, sahip olunan çok değerli gayrimenkul ve menkul değerler, iştirak olunan önemli şirketler de kulüplerin aktiflerini oluşturuyor. Bu nedenle kulüpler sahip oldukları bu varlıklarını çok etkin ve minimum riskle yönetmek zorundadırlar. 

Sahip olduğu aktiflerini iyi yönetemeyen, onları sistematik olan ve olmayan bazı risk kaynaklarına karşı koruyamayan; futbolun belirsizliğinin neden olabileceği olumsuz sonuçlara karşı önceden gerekli önlemleri alamayan bir futbol yapılanmasının endüstriyel futbolda eşitleriyle çok da rekabet edebilme şansı bulunmuyor.

Günümüzde kulüplerin oyuncularının yanı sıra, sahip oldukları diğer en önemli aktif varlıklarının başında statlar ve storlar geliyor. Özellikle kulüp faaliyetlerinin devamlılığını sağlayacak mali ve sportif başarılar, artık bugün etkin bir risk yönetimi ile mümkün olabiliyor.  Bugün modern statlarda koltuk başına birim maliyet yaklaşık 1000 ile 3000 euro arasında değişiyor. Çok kaba bir hesapla 50.000 kişilik bir stadın genel maliyeti 50 milyon ile 150 milyon euro arasında değişebiliyor. (İngiliz Milli Takımı'nın maçlarını oynayacağı 90.000 kişilik yeni Wembley Stadı'nın maliyeti 1,5 milyar dolara yaklaşmıştır.  Koltuk başına maliyeti 17.000 dolara yaklaşan stadın çok etkin yönetimi, korunması, bakımı ve yaşar halde tutulabilmesi bile başlı başına bir risk ve aktif yönetimini gerektiriyor.

Kulüplerin aktif varlıkları içinde bugüne kadar çok da dikkate alınmayan bir diğer aktif varlık kalemi olarak karşımıza taraftar tüketici çıkıyor.  Taraftarın günümüz endüstriyel gelişimi içinde pratikteki anlamı taraftar tüketici olurken; bu kavram kulüp açısından ise müşteri-taraftar olgusuna dönüşüyor. İşte taraftar müşterinin kulüpler için bir varlık olarak dikkate alınması ve buna göre risk yönetimi analizine dahil edilmesi, endüstriyel ve modern futbolun ve kurumsal yönetişimin vazgeçilmezlerindendir.

Aslında taraftar tüketicinin ya da taraftar müşterinin kulüpler açısından bir varlığa dönüşümü, tamamen endüstriyel dönüşümün pratikteki iz düşümü olarak karşımıza çıkıyor. Bu aktif kalem, bugün kulüplerin en önemli varlıklarından birisini oluşturuyor.  Bugün kulüplerin gelir kalemleri içinde yer tutan iki önemli gelir kaleminin ana objesini taraftar tüketici ya da diğer deyimle müşteri-taraftar oluşturuyor.

Kulüplerimizin ciddi iç denetim zafiyetlerine de burada değinmemiz lazım. Kuvvetler ayrılığı ilkesi temelinde Denetleme ve Divan Kurulları'nın fonksiyonlarını tam anlamıyla yerine getiremiyor olmaları, kulüp içinde merkeziyetçi demokratik yapılanmanın, demokrasi kısmını sekteye uğratıyor. Kurumsallaşma kurum içinde kuvvetler ayrılığına bağlı bir yönetim anlayışının, transparanlığın ve hesap verilebilirliğin örgüte egemen kılınmasını ifade eder. Bu kapsamda olaya bakıldığında, kulüplerimizde bu kurumların doğru çalışmadığını gözlemliyoruz. Öncelikle bu olumsuzlukların giderilmesi gerekiyor ama daha önemlisi ülkemizde futbolda rekabet yanlış bir düzlem içinde gidiyor. Haksız rekabet temelinde şekillenen ve  üç büyüklerin ekseninde konumlandırılmış bir lig ne yazık ki Türk futbolunun gelişiminin önündeki en büyük engel. Bu yapısal sorun giderilmediği sürece tüm sorunlar da tali kalmış olacak gibi görünüyor.

3. Performans Yönetimi

Kulüplerimizin sportif ve mali başarıya ulaşmada karşılarına çıkan bir diğer önemli kritik başarı faktörü de Performans Yönetimi olgusudur. Nedir Performans Yönetimi? Nasıl yapılmalıdır?

Kulüplerin temel amaçları, yarışmacı ve sonu kupayla biten bir ortamda sportif ve mali başarıya ulaşmaktır.  Öncelikle sportif başarı ve sportif başarı döngüsüyle gelecek olan mali başarı temel olarak kulüplerce hedeflenir ve kulüpler genelde kendilerini bu olgulara göre konumlarlar. Ancak çoğu zaman ne sportif başarı, ne de mali başarı mümkün olmaz.

Performans yönetimi öz itibariyle bir hedef ve başarı  yönetimidir. Ya da daha açık ifadeyle daha sezon başında gerçekleştirilmesi amacıyla kulüp yönetimince ortaya konulan hedeflere ulaşım başarısı ya da sezon başında belirlenen hedeflere sezon sonunda ulaşma yüzdesi kulüplerin sportif performanslarını belirler.

Temelde kulüplerin;

1. Sportif Performans,

2. Mali ve iktisadi performans

hedefleri bulunur. Bu hedeflere sezon sonunda yaklaşım dereceleri, kulüplerin bu konularda ne kadar başarılı ya da başarısız olduklarını ortaya koyar. Ulaşılan performans, kulüpleri başarı döngüsü içinde ileriye (başarıya) ya da geriye (başarısızlığa) götürür. İleriye giden kulüpler, sonuçta kendilerine bu süreçte rekabet üstünlükleri sağlarlar. Sportif başarı performans yönetiminin gerekli ama yeterli koşullarından birisi değildir. Başarı döngüsünde yol alınabilmesi etkin bir performans yönetimini gerektirir. Bu döngü içerisinde sportif başarının mali ve iktisadi başarıya dönüştürülebilmesi de bu döngünün yeterli koşulunu oluşturur. Bu nedenle etkin bir performans yönetimi, sportif yarışmanın süreç olarak kulüp yönetimince çok etkin yönetimi ve denetimiyle mümkün olur.

Daha lig başlamadan ortaya konulan performans hedeflerinin takım tarafından özümsenmesi; bu performansa uygun transferlerin yapılması; teknik adam ve yönetim kadrolarının oluşturulması; aktiflerin en yüksek getiriyi sağlayacak şekilde yönetilmesi ve yönlendirilmesi performans yönetimi ve takibinin özünü oluşturur. Ortaya konulacak hedeflerin takımın rekabetçi yapısına, kapasitesine, kalitesine uygun olması gerekir. Gerçekçi hedeflerin belirlenmesi ve performe edilmesi temelde iki şekilde olur: İlki sportif performansın yönetimi ve takibi temelde futbol şubesi sorumlusu denetiminde ve teknik direktörün önderliğinde gerçekleştirilirken; mali ve iktisadi performans tamamen yönetimin denetimi ve sorumluluğunda gerçekleşir.

Bu süreçte takımın alacağı sportif başarı ya da başarısızlıkların yönetimi ve denetimi; buna uygun ara aksiyomların alınması, taktik değişikliklerin belirlenmesi teknik kadro ile yönetim kadrosunun uyumlu ve koordineli çalışmasıyla mümkün olur. Ancak her durumda performans yönetimi bir stratejik yönetim aracı olduğu için sorumluluk tüm anlamıyla yönetimindir. Bu konuda yapılacak hatalar ve bunların yol açacağı ciddi sonuçlar sadece teknik adam yetersizliği olarak görülemez ve değerlendirilemez.

Bu süreçte teknik kadro çok doğal olarak sportif performans yönetiminden sorumlu olmakla birlikte; kulübün iktisadi ve mali performansına da katkı sağlaması beklenir. Özellikle kulüp için çok önemli maddi getirilerin olduğu turnuvalarda başarılı sportif sonuçların alınması, iktisadi ve mali performansa da çok büyük katkı sağlayacaktır.

Sonuçta günümüz kulüplerinin sportif organizasyonlardan birer eko-sport organizasyonlara dönüşmüş olmaları onları daha rekabetçi bir ortama taşımıştır. Bu süreçte kulüpler rekabetçi yarışma içinde geride kalmamak için: varlıklarını iyi yönetmek, bazı risklerden bu varlıklarını korumak, sportif ve mali başarıya ulaşabilmek için de mükemmel bir ilişki yönetimi kurmak zorunda kalmışlardır. Bunların sağlanabilmesi ve sürecin olumlu performe edilebilmesi için de etkin bir performans yönetimi ve takibi yapılması gerekmektedir.

Futbol sektöründe "İyi Yönetişim - Good Governance"

Yönetişim, en basit tanımı ile, genel olarak hiyerarşik ve emir-komuta tipinde olmayan  yatay organizasyonların yönetim teknikleri ile ilgilidir. Bu ise federatif yapılı futbol yönetim organları için oldukça uyumlu bir modeldir. Buna göre yönetişim olan yapılarda tepede her şeye kadir egemen bir organ bulunmaz. Buna karşılık yönetim süreci yarı otonom birimlerden oluşan yapılar, yerel otoriteler, kamu kurumları, yarı kamusal örgütler ve çeşitli gönüllü organizasyonlar ve federatif yapılar söz konusudur.

Kulübün sportif, iktisadi ve mali başarıya ulaşabilmesi için yönetişim, "İyi Yönetişim-Good Governance" gerekiyor.

Bu uygulama, örgütler ile bunlara kaynak sağlayan paydaşları arasındaki ilişkileri tanımlayan deontolojik ilkeleri, örgütler arası ilişkileri düzenleyen yöntem ve teknikleri ve paydaşların birbirine karşı olan hak ve yetkilerini düzenler. Gerçekte "İyi Yönetişimi" gerçekleştiren belirgin bir yöntem olmamasına karşılık, deyim birkaç temel kavramdan oluşan, oldukça açık bir anlama sahiptir. Bunlar; şeffaflık, hesap verilebilirlik, paydaş katılımı ve net yasal ve deontolojik çerçeve olarak özetlenebilir.

Sporun ve futbolun "yönetişimi" konularına giderek artan ilgi, sportif organların amatör gönüllüler tarafından yönetilmesi yerine yönetim fonksiyonlarında uzmanlaşmış profesyonel yöneticiler tarafından yönetilmesi doğrultusunda önemli açılımlar yarattı. Artık sporun ve futbolun oldukça gelişmiş aktifleri üzerinde yönetici iktidarının kötüye kullanılmasını engelleyecek ve yönetimde verimliliği sağlayacak teknikler önem kazanmaya başlamıştı. Bu da ancak "iyi yönetişim" için temel ilkeler olan şeffaflık, açıklık, hesap verilebilirlik ve paydaşların katılımı ile sağlanabiliyordu.

Bu yaklaşım diğer taraftan paydaşların kim olduğu ve spor organizasyonlarının mülkiyeti gibi sorunların da gündeme gelmesine neden oldu. Bu çerçevede geleneksel taraftarlık organlarının yanında sporun ve futbolun sorunlarına yönelik organlar da oluşmaya başladı. İngiltere'de Manchester United'ın GLAZER ailesi tarafından satın alınarak sahipliğinin el değiştirmesi, taraftarların da mülkiyet üzerinde hak iddia eden organlar oluşturmalarına neden oldu. Manchester United Supporters Trust (MUST) taraftar organizasyonu, MU yönetişim sistemi içinde bir yer sağlamak için yoğun bir kampanyayı yürütüyor. Bu kampanya taraftarlar tarafından bir yarı-profesyonel futbol kulübü FC United of Manchester (FCUM) kurulmasına kadar ilerledi. Tarihi kulüplerin taraftarları da kulüpleri üzerinde tarihi hakları olduğunu iddia ediyorlar ve bu hakkı talep ediyorlar. Benzer bir taraftar ilgisi  ve katkısı Barcelona Kulübü taraftarlarının "Blue Elephant-Mavi Fil" örgütlenmesinde de gözlenebiliyor. Bu ve benzerleri hareketler taraftarların da futbolun ekonomi-politiği içinde anlamlı bir yer alma isteklerini yansıtıyor. İngiltere, Galler ve İskoçya bölgelerinde şimdi kulüp yönetişiminde yer almak amacı ile oluşturulmuş yüzün üzerinde taraftar organizasyonu görülüyor. Bu örgütler kulüp hisselerini toplayarak yönetimde temsil edilme olanağı sağlamaya çalışıyorlar.

SONUÇ: Futbola uygun "iyi yönetişim" modeli gerekiyor

Bugün yıllık gelir ve giderleri yüz milyonlara ulaşan futbol kulüplerinin artık geleneksel ve konvansiyonel yönetimlerle idare edilmesi çok gerilerde kaldı. Bu mantık ve anlayışla sevk ve idare olunan kulüpler yarışmacı turnuvalarda artık ne yazık ki çok gerilerde kalıyorlar. İktisadi, mali ve sportif başarı ancak kulüp yönetimlerine Kurumsal Yönetim ve Yönetişimin egemen yapı haline getirilmesiyle mümkün olabiliyor. Ancak klasik yönetim anlayışının sadık uygulayıcısı yöneticiler buna ne kadar izin verir bilinmez ama toplam başarı ancak bu şekilde geliyor. Futbolun nüfuzunu bırakmak istemeyen yöneticiler ancak bir noktaya kadar kulüplerini taşıyabilirler ama bu gelinen nokta asla kulüp çıkarlarını gözeten ve kulübü daha ileri yarışmalara taşıyacak bir nokta olamayacaktır. Bu nedenle kurumsal çıkarları ön plana alan bir örgütsel yapının oluşturulması sorunu, bugün Türk futbolunun önünde duran tarihsel bir görevdir. Kurumsal çıkarların maksimizasyonu, ancak kurumsal yönetişim ve yönetimle mümkün olabilir.

"İyi Yönetişim" kavramı, genellikle içine kapalı, şeffaflıktan uzak futbol kulüpleri ve hesap vermek ve şeffaf olmak istemeyen futbol yönetim organları dünyasında özellikle önem taşıyan bir kavramdır. Futbol yönetim organlarının kulüplerdeki yönetişim sistemlerinin geliştirilmesine destek olmak için  daha fazla çaba göstermeleri gerekiyor. İyi yönetişim kulüplerin kendi başlarına başarabilecekleri bir uygulama olmaktan uzak görünüyor. Bu sürece taraftar örgütlerinin de katılmaları gerekiyor. Bu anlayış uygulamaya geçmeden bütün dünyada futbolun geleceği  çok parlak görünmüyor.

Otoriteler  aynı zamanda futbol gelirlerinin dağılımındaki adaletsizlikleri giderecek çareleri de geliştirmelidir.  Yayın gelirleri daha adaletli dağıtılabilir. Gerçekte bu gelirlerin daha önemli bir kısmı alt ligler  ve futbol alt yapısının geliştirilmesi için pay olarak ayrılmalıdır. Diğer taraftan maç günü gelirlerinin ve diğer ticari gelirlerin de yeniden dağılımı için teknikler geliştirilmelidir.

Bu yaklaşıma önemli bir itiraz, kötü yönetilen kulüplerin neden iyi olanlar sırtından finanse edilmeleri gerektiğidir. Buna cevap iyi yönetişimin bütün kulüplere yaygınlaştırılmasının etkinliği arttıracağıdır. İki temel stratejik hedef; gelirlerin daha adil dağılımı ve kulüplerin etkin yönetimi birbirleri ile tutarlıdır. Futbol yönetim otoriteleri gelirleri daha dengeli dağılan ve daha etkin yönetilen bir futbol modeli üzerinde ısrarlı olmalıdır. Burada taraftar dernekleri ve bunların federasyonları da iyi yönetişim modeline dahil edilmelidir. Taraftarların kulüp yönetimindeki etkinlikleri birçok Avrupa liginde görülebilmektedir. Taraftarların yönetimle ilgilendikleri kulüplerde finansal yönetimin daha sağlıklı işlediği gözlenebiliyor.

Four Four Two dergisi'nin 2009 yılı Şubat sayısında da konuya ilişkin yayınlanan  bir makalede, aslında bizim kulüp yönetimine ilişkin yıllardır söylediğimiz şeyler kısa başlıklar halinde Nick Watkins tarafından kaleme alınmış. Watkins de  özetle; Kulüp yönetimini CEO önderliğinde bir orkestra yönetimine benzetiyor. Genel ihtiyaçların uygun bileşimini sağlayan yöneticinin başarılı olacağını belirtiyor ve devam ediyor. Kulüp yönetiminin basit ve sıradan bir şirket gibi yönetilemeyeceğini; kulüp yönetiminin diğer örgüt yönetimlerinden önemli farklar gösterdiğini; yanlış transferlerden kaçınılmasını ve nakit akışının hiçbir zaman gözden kaçırılmaması gerektiğini; finansal disipline önem verilmesini; gelirleri maksimize ederken, kompleks maliyetlerin minimize edilmesini; teknik direktörlerin kararlarına kesinlikle karışılmamasını, aksine desteklenmesini (bu biraz bize uymuyor ama!); stadyumların 365 gün açık ve çalışılabilir hale getirilmesini; altyapıya önem verilmesinin başarıda en önemli kritik kararlardan birisi olduğunu; taraftarın taleplerine profesyonelce yanıt verilmesini ve sonuçta futbolun daima zevkli bir uğraşı olduğunun bilinciyle hareket edilmesini istiyor.

Kaynakça:

Tuğrul AKŞAR-Kutlu MERİH, Futbol Yönetimi, Literatür yayınları, İst. 2008.

Cüneyt SEZGİN, Kulüplerimizde Risk Yönetimi, Denetim ve Kurumsal Yönetim, http://www.fesam.org/sur_makale.php?kod=14&url=uzman/cs011.htm

Grant THORNTON, " Governance; A Guide for footbaall Clubs" The FA December, 2005.

Manchester Utd. Official Web Site.

Yalın SEVGÖR, Utilization of Europen ootball Club management Practices in Turkish Football,  Master's Thesis, Helsinki University., 2005

Four Four Two,  The Ultimate Football Magazine, Europen Edition, February 2009,

Edward ENSOR, Manchester United,, Building a Legend: The Busby Years, 2007.

Joe NOCERA, "Social (ir)responsibility", The Herald Tribune, April 8, 2007.

Mete İKİZ, "Barcelona'nın Mavi Fil'i Türklere örnek olabilir",  http://www.fesam.org/sur_makale.php?kod=99&url=uzman/mikiz012.htm

Mete İKİZ, "Manchester United futbolda başarının standardını belirliyor", http://www.referansgazetesi.com/haber.aspx?HBR_KOD=94072

Feel the Difference, Feel the Excellence
Yukarı
tatar ilker Liste gör
Usta Yazar


Tatar İlker
Yaş: 41
Katılım: 30/Tem/2007
Yer: Istanbul
Online Durum: Offline
Mesajlar: 2637
  Alıntı tatar ilker Alıntı  CevaplaCevapla Direct Link To This Post Tarih: 19/Oca/2009 saat 14:20
Futbola ”Bailout” (Mali Yardım) yakında…

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
taksar@gmail.com

19.01.2009 - 08:52

Gelecek hafta Turkcell Super Lig kaldığı yerden devam edecek. Bu dönemde verilen arayı iyi kullanabilmek amacıyla bu hafta da yine birkaç önemli konu üzerinde durmaya çalışacağız.  Aslında bu tür aralar bazı genel ve sağlıklı değerlendirmeler yapabilmek için de çok iyi geliyor. Ama en uzun arayı da bizim verdiğimizi iletmek istiyorum. Bu kadar uzun aranın faydaları ve sakıncaları tartışılabilir. Özellikle belirli bir performansı yakalamış, tam açılmış takımlar için bu "motoru kapatmak" ile eş anlamlı. Öbür yandan sakatları, eksiği ve form yetersizliği olan takımlar için de bir derlenme, toparlanma ve yaraları sarma dönemi oluyor bu ara…

Bu haftaki yazımızda, bir yandan futbola da sıçrayan ekonomik durgunluğun üzerinde durmaya çalışırken, diğer taraftan bu ay itibariyle FourFourTwo dergisinin yaptığı 2009'un En Zengin Futbol adamları ve bunların varlık gelişimlerini değerlendirmeye çalışacağız. Aynı zamanda bir futbol ligine yabancı sermayeyi çekebilmek için neler yapmamız gerekiyor? Bu konuda karşımıza en güçlü örnek olarak çıkan Premier Lig'de işler nasıl yürüyor? Ne kadar yabancı sermaye yatırımı olmuş? Bunların üzerinde durmaya çalışacağız.

Ekonomik Kriz Futbolu da Vurmaya Başladı

Ekonomik kriz tüm yakıcılığıyla devam ediyor.  Ekonomik konjonktürdeki olumsuzluklardan futbol kulüplerinin etkilenmemesi mümkün görünmüyor. Nitekim başta Premiership olmak üzere Avrupa'nın üst düzey liglerinde mücadele eden futbol kulüplerinden finansal anlamda kötü haberler geliyor ve ne yazık ki gelmeye devam edecek gibi de görünüyor…Bu konuda daha öndeki haftalarda olası gelişmeleri de göz önünde bulundurarak bazı analizler yapmıştık. Futbol da diğer tüm sektörler gibi, krizden payına düşeni alıyor. Özellikle kulüpler 2008'in son çeyreğine ilişkin açıkladıkları mali tablolarında önemli zararlara uğradıklarını anons ettiler. Bu konuya önümüzdeki haftalarda bu sütunlarda yer vermeye çalışacağız…

Küresel kriz sadece 2009 yılının en zengin futbol kulübü sahiplerinin servetlerini eritmedi, aynı zamanda futbol milyoneri futbolcuların servetlerinde de önemli kayıplar yaşanmaya başlandı.

2009 Yılı Futbol Zenginleri

FourFourTwo dergisinin yaptığı listeye göre futbol kulübü sahibi olan dolar milyarderlerinin başında, 15 milyar Sterlinlik servetiyle  Manchester City kulübünün sahibi, aynı zamanda Galatasaray'ın Seyrantepe'deki  yeni stat projesine de ortak olan Şeyh Mansur Bin Zayed El Nayan geliyor. Şeyh Mansur El Zayed'i ise dünyanın en büyük çelik üreticilerinden ve Türkiye'de Erdemir'in de hissedarlarından olan Hintli Lakshmi Mittal izliyor. İlk üç sırada yer alan son milyarder ise 10 milyar Sterlin tutarındaki servetiyle Chelsea'nın patronu Roman Abramovich…

FourFourTwo'un yapmış olduğu 2009'un futbol zenginleri listesi kulüp sahibi bazında aşağıdaki tabloda görülüyor.  

2009 Yılı Futbol Zenginleri Listesi

  Kulüp Serveti

 Kulüp Sahibi   (Milyon Sterlin)

1 Şeyh Mansur Bin Zayed El Nahyan Manchester City 15.000

2 Laksimi Mittal ve ailesi Queens Park Rangers 12.500

3 Roman Abramovich Chelsea 7.000

4 Joe Lewis Tottenham Hotspur 2.500

5 Bernie& Slavica Ecclestone Queens Park Rangers 2.400

6 Stanley Kroenke Arsenal 2.245

7 Alisher Usmanov Arsenal 1.500

8 Lord Grantchester ve Moores Ailesi Everton 1.200

9 Dermot Desmond Celtic 1.200

10 Lord Ashcroft Watford 1.100

11 Malcolm Glazer ve ailesi Manchester United 1.100

12 Simon Keswick Cheltenham Town 996

13 Trevor Hemmings Preston North End 900

14 Mike Ashley Newcastle United 800

15 Randy Lerner Aston Villa 750

16 Tom Hicks Liverpool 700

17 The Walker Ailesi Blackburn Rovers 660

18 Mohammed Al Fayed Fulham 650

19 Sir David Murray Glasgow Rangers 600

20 David Sullivan Birmingham City 450

21 Steve Morgan Wolves 400

22 Sir Martyn Arbib ve ailesi Swindon Town 350

23 David Gold ve ailesi Birmingham City 350

24 John madejski Club Reading 350

25 George Gilett Liverpool 300

26 Stephen Lansdown Bristol City 275

26 Sir Elton John Club Watford 325

27 Danny Fiszman Club Arsenal 220

28 Marcus Evans İpswich Town 200

29 Kevin Mccabe ve ailesi Sheffield United 200

30 Sir Keith Mills Tottenham Hotspur 200

FourFourTwo'un yapmış olduğu listeye giren tüm iş adamları ve futbolcuların servetleri toplamı 61 milyar Sterlin'e ulaşıyor. İlk 30'da yer alanların (yukarıdakilerin) toplam servetleri ise 57.4 Milyar Sterlin.

Kriz Servetleri Eritti

Yukarıdaki tabloda yer alan dolar milyarderi kulüp sahibi iş adamlarının servetlerinde, ekonomik kriz nedeniyle önemli sayılabilecek kayıpların oluştuğunu gözlemliyoruz. Bu listede yer alanlardan Chelsea'nin sahibi Roman Abramovich'in servetindeki erimenin değeri 3 milyar sterline ulaşmış bulunuyor.

2003 yılında Chelsea'yi  yaklaşık 150 milyon sterline satın alan ve bugüne kadar kulübe 578 milyon sterline para transfer eden Abramovich, Chelsea'ye harcadığı para karşılığı sadece 2 kez Premierhip şampiyonluğu, 1 kez Federasyon kupası kazandı. Takımı Cehelsea bir kez de  2008 yılında Şampiyonlar Ligi'nde final oynadı, ancak Kupa'yı Manchester United'a  penaltı atışları sonunda kaptırdı.

Kulübüne bu kadar para aktarmasına karşın Abramovich hala Chelsea'nin gelir gider dengesini sağlayıp, kulübünü kara geçiremedi. Şu anda Premier Lig'in en borçlu kulübü konumundaki Chelsea'nin toplam borçları 736 milyon Sterlin'e ulaşmış durumda.

Bir yanda Kriz, Diğer Yandan İngiliz Futbolu'na Para Yağıyor…

İngiliz futbolu Deloitte'un raporlarına göre yıllık yaklaşık 3.5 milyar dolar civarında bir gelir yaratıyor. Avrupa futbol pastasının yüzde yirmisine karşılık gelen bu tutar, diğer liglerle kıyasladığımızda gerçekten olağanüstü bir rakam olarak karşımıza çıkıyor. Bu denli büyük para yaratan bu lig'de tüm profesyonel kulüpler şirket şeklinde örgütlenmek zorunda oldukları için, bu şirketlerin hisseleri de alınıp satılabilmekte; kulüpler Londra borsasına kote olabilmektedirler. Gerek bu durum, gerekse Premier Lig maçlarının özellikle hafta sonları 172 ülkede canlı yayınlanıyor olması ve yaklaşık 470 milyon insanın bu ligi ilgiyle izlemesi, Premier Lig kulüplerinin yabancı yatırımcı için önemli bir cazibe merkezi olmasına neden oluyor.

Aşağıdaki tablodan da görülebileceği üzere Premier Lig'deki yabancı yatırım tutarı 2.159 milyon Sterlin'e ulaşmış durumda.  Bu tutar, kulüp yatırımı için gelen sermaye olmakla birlikte, Roman Abramovich- Chelsea örneğinde olduğu gibi bir de kulüp sahiplerinin, faaliyetlerin finansmanına yönelik olarak kulüplere işletme sermayesi olarak koydukları tutarları da dikkate aldığımızda bu tutar 4 milyar Sterlin'e ulaşıyor. Bu nedenledir ki, İngiliz kulüplerinin toplam borçları 5.750 milyon  dolara ulaşıyor. Şu anda İngiliz futbol kulüplerinde borç/gelir rasyosu  %157 civarındadır. Bu rasyo bize, İngiliz futbol kulüplerinin ürettiklerinden daha fazla tükettiklerini; yani gelirlerinin çok üstünde bir borçlanmaya gittiklerini gösteriyor.

İngiliz Futbolu'nda Yabancı Sermaye (Milyon Sterlin)

Takım Kulüp Sahibi Ülke Satın Alma Tutarı Payı (%) Alındığı Tarih

Fulham Muhammed El fayed Mısır 32 100 1997

Chelsea Roman Abramovich Rusya 150 100 2003

Manchester United Malcolm Glazer ABD 850 100 2005

West Ham Eggert Magnussan İzlanda 92 100 2006

Aston Villa Randy Lerner ABD 68 100 2006

Portsmouth Alexander Gaydamak Rusya 11 100 2006

Blackpool Valery Belokon Litvanya 4,5 20 2006

Liverpool G.Gilett&T.Hicks ABD 508 100 2007

Arsenal Alisher Usmanov Rusya 75 14,6 2007

Leicester City Milan mandaric Sırbistan 25 100 2007

Queens Park Rangers Laksmi Mittal Hindistan 200 20 2007

Manchester City Suleyman El Fahim B.A.E 144 100 2008

Yabancı sermaye İngiliz futboluna önemli bir fon sağlıyorsa da, genel olarak Premiership ekiplerinin yüksek borçluluk oranları başta Football Association (FA) olmak üzere, UEFA ve diğer ligler tarafından da haksız rekabete konu olması nedeniyle ciddi bir şekilde eleştiriliyor…

Turkcell Super Lig'e Yabancı Gelir mi?

Peki biz Turkcell Super Lig olarak ne kadar yabancı sermayeyi Türk futbol endüstrisine çekebiliriz? Ya da yabancı sermaye Türk Futboluna para yatırır mı?

Aslında bu konu ayrı bir inceleme konusu…bunu ilerleyen haftalarda değerlendirmeye çalışlacağız. Ancak kısaca şunu belirtmeliyiz ki, gelişmiş ülkelerin futbol liglerinde mevcut yapılarından dolayı ortakların işlerindeki bozulmaların da etkisiyle büyük iktisadi ve mali sıkıntılar yaşanmakta. Bu ülkelerde kulüp sahibi çoğu firma, bugün hükümetin  mali yardım paketinden destek almaya çalışıyor. Biz bu koşullar altında henüz bu krizin yakıcılığını çok yaşamadık. Bu nedenle kulüplerimiz her ne kadar finansal sıkıntı içinde olsalar da, bu sıkıntı asla bir Premier Lig, bir Serie-A, bir Bundesliga'da yaşanılan sıkıntı kadar olamaz. Bunu bir avantaj olarak görebiliriz ve yabancı sermayeyi Türk futboluna çekebiliriz. Ama bunun için bazı yönetsel, yasal ve ticari yapılanma gerekiyor. Bugünkü dernek örgütlenmesi zaten bu tür fonların ülkemize gelmesine olanak tanımıyor. Benim iddiam o dur ki, futbol otoritesi öncülüğünde gerçekleştirilecek yeni bir yapılanma ve örgütlenme Türk futbol kulüplerine olan ilgiyi artırabilir. Bunun için neler yapılması gerektiğini iki haftadır yazıyoruz. Bu nedenle bunları burada tekrarlamayacağız.  Ama futbol otoritesinin önünde böylesine tarihi bir fırsat duruyor. Daralan piyasalarda radikal önlemler almak ve bunları hayata geçirmek öncelikli görevlerin başında geliyor.

İngiliz Futbolu'na Yeni Abramovich, Şeyh Mansur El Nayan…

Nitekim Manchester City'nin sahibi Şeyh Mansur El Nahyan'ın hafta içinde Milan'ın Brezilyalı oyuncusu Kaka'ya önerdiği 110 milyon Euroluk transfer teklifi de bu iddiaları bir yerde doğrular nitelikte…İş sadece Kaka'nın transferiyle bitmiyor. Manchester City aynı zamanda Manchester United'ın 2008 yılında Avrupa'nın en iyi oyuncusu unvanını almış bulunan genç yıldızı Portekizli Ronaldo'yu da alabilmek için 170 milyon Euro transfer bütçesi ayırması gerçekten Premier Lig'de finansal dengeleri sarsacakmış gibi görünüyor. İngiltere'ye giren her türlü paranın sıkı takibini yapan İngiliz Maliyesi, konu futbol oldu mu konuya sessiz kalmakla yetiniyor. Manchester City'nin Abu Dhabi grubun sahibi tarafından satın alınmasıyla bir yanda tüm gözler Manchester City'e çevrildi. Her ne kadar ezeli rakipleri Manchester United'ın sportif ve mali anlamda çok gerisinde kalmalarına karşın, bu hamleler tekrar Manchester United ile başa baş rekabet edebildiği günlere ulaşabilmenin de özlem ve arzusunu içeriyor. 47.500 kapasiteli stadında %90 doluluk oranı ile 42.856 seyirciye oynayan Man.City, son beş yılda toplam cirosunu 28 milyon Sterlin'den 61,8 milyon Sterlin'e çıkarttı. Toplam cirosunda sağladığı bu %121'lik artışa karşın hala Premier Lig'de istenilenden çok uzakta bir performans sergileyen ve şu anki haliyle düşmemek için mücadele eden Man.City, Şeyh'in kulübe ayırdığı 1 milyar dolara yakın transfer bütçesiyle ilk bomba transferini yaparak, Real Madrid'te oynayan Brezilyalı Robinho'yu 42 milyon Euro'ya kendi renklerine bağladı. İkinci ve belki de ondan daha fazlası olabilecek bir Abramovich vakasıyla daha Premier Lig'de karşı karşıyayız.  Yıllık faaliyet giderleri sürekli artan ve son beş yılda 169 milyon Sterlin harcama yapan Manchester City bu dönemde faaliyet karı yaratamadığı için son beş yılda toplam 23,4 milyon Sterlin zarar etmek durumunda kaldı. Ancak şimdi Şeyh'in kulübe para transferiyle, Man.City Premier Lig'de yukarıları zorlayabilecek…

İngiliz Futbol Kulüpleri Borç Batağında

İngiliz futbol kulüplerinin toplam borçlanmalarının 5,750 milyon dolara ulaşması UEFA'yı ve diğer ligleri de alarm vaziyetine geçirdi. Özellikle Premier Lig PLC.'nin Genel Müdürü    başta olmak üzere, Arsenal, Liverpool ve diğer bazı PL ekiplerinin teknik adam ve yöneticileri, PL'de bazı kulüplerin hızla haksız rekabete doğru gittiklerini ve kendilerine rekabet üstünlüğü sağladıklarından şikayetçiler…Konuya Bundesliga'nın güçlü ekiplerinden Bayern Munich de dahil oldu.

Geçen haftalarda UEFA başkanı Michel Platini de bazı İngiliz kulüplerinin Şampiyonlar Ligi'ni sürekli domine ettiklerini; ancak bu başarının arka planında bu kulüplerin sürdürülemez bir borç yapısına sahip olduklarını ve bunun da yarışmacı futbolda dengeleri bozduğunu ifade etti. Yine Plati'nin danışmanlarından Profesör Cannon da, bu kulüplerin gelirlerini iyi harcamadıklarını, ekonomik kriz ortamında kaynakların iyi kullanılmaması durumunda, bir süre sonra bu kulüplerin "sıfırı tüketeceklerini" ve bunun da futbolu olumsuz etkileyeceğini ifade etti.  Zira Avrupa'da çoğu kulüpte Merchandising gelirleri, lokal reklam ve medya gelirleri, sponsorluk gelirleri düşme trendinde. Şu anda futbolda hiçbir kulübün ve oyuncunun, düşen gelirler ve ekonomik kriz nedeniyle güvende olmadığını ifade eden Cannon,  bir süre sonra kulüplere para desteği sağlanmak zorunda kalınabileceğini dile getirdi. Çoğu sponsor firmanın finansal sıkıntıya girmesi, Premier Lig'de sponsorluk gelirlerinde önemli düşüşlere yol açtı. Artık eskisi gibi muazzam para desteği sağlayan sponsorlar çok fazla kalmadı…

İngiltere'de Bazı Kulüpler, Patronları Yüzünden Zor Durumda Kalabilirler

Bazı İngiliz kulüp patronlarının finansal dengelerinin ekonomik kriz nedeniyle mali durumlarının bozulması, önümüzdeki günlerde Premier Lig ekiplerinde bazı el değiştirmeleri de beraberinde getirebilecek gibi görünüyor. Bu aynı zamanda bazı kulüplerin çok daha fazla zorlanacaklarını ve hatta iflasa kadar sürüklenebileceklerinin de bir ön işareti olarak yorumlanabilir. Özellikle yüksek borç baskısı altında kalan bazı kulüplerin sürdürülemez bir finansal yapıya doğru sürüklenmeleri, onları önümüzdeki günlerde çok önemli sıkıntılara sevk edebilecek gibi görünüyor. Bu kulüplerin başında da New Castle United geliyor. NCU'nun 48 yaşındaki patronu ve İngiltere'nin spor malzeme üreticisi devlerinden Mike Ashley'in sahip olduğu şirketin yaklaşık 200 milyon Sterlin tutarındaki bir varlığını başta Madoff olmak üzere bazı hedge fonlara kaptırması ve buna bağlı olarak Londra borsasına kotasyonlu şirketinin hisselerinin büyük bir düşüşe sahne olması Ashley'i çok sıkıntıya sokmuş durumda. 

Yine ekonomik krizin etkisinden kurtulamayan ve finansal dengesi bozulan kulüplerden  Porsmouth ve West Ham da son derece sıkıntılı bir durumla karşı karşıyalar. Özellikle Portsmouth'un sahibi Alexsandre Gaydamak kulüplerine alıcı arıyor. 2006 yılında aldığı Portsmouth'a bugüne kadar ilave 32 milyon sterlin daha ödeyen Gaydamak,  Portsmouth'da beklediği performansı mali ve sportif anlamda yakalayamadı. Halen 23 puanla PL'de 14. sırada yer alan kulüp düşmemeye oynuyor.

Yine 2006 yılında 92 milyon Sterlin'e West Ham'ı alan İzlandalı Eggert Magnussan da, İzlanda'nın toptan iflas etmesiyle bugünlerde son derece zor durumda ve şu anda kulübü devir edecek başka bir yatırımcı arayışı içinde…

Roman Abramovich Chelsea'yi Satıyor mu?

2003 yılında 150 milyon Sterlin'e Chelsea'yi aldığında yaklaşık 11,7 milyar Sterlin serveti olduğu tahmin edilen Roman Abramovich, Chelsea ile İngiltere ve  Avrupa'da tüm kupaları havaya kaldırabilmek için hiçbir fedekarlıktan kaçınmayacağını ifade etmişti. Nitekim 2003 yılında kolları sıvayan Abramovich geçen beş yıllık süre içinde kulübe kendi servetinden yaklaşık  578 milyon sterlin para aktardı. En kaliteli hocaları, en popüler oyuncuları transfer etti. Ama geçen süre içinde Abramovich'in ekibi  sadece 2 PL şampiyonluğu ve bir Federasyon Kupası  kazandı. Sadece bir kez de Şampiyonlar Ligi finali oynadı. Bütün bunların ötesinde harcadığı para ile İngiltere medyasının her zaman en popüler kişileri arasında yer alan Abramovich, Chelsea ile düşündüğü finansal başarıya da ulaşamadı. Deloitte'un yaptığı en zengin 20 sıralamasında sahip olduğu 190,5 milyon Sterlin gelir ile 4. sırada yer alan mavili ekip, PL'deki en büyük rakipleri Manchester United'ın da çok gerisinde kaldılar. Manchester United 236,2 milyon Sterlin gelir ile ilk sırada yer alırken, yıllık giderler bakımından da Chelsea'den daha iyi bir performans gösterdi.

Elde ettiği toplam gelirler bakımından son beş yılda Manchester United'ın 190 milyon Sterlin gerisinde kalan Chelsea, aynı dönemde rakibine göre 250 milyon Sterlin daha fazla harcama yapmış durumda.

Yine bu dönemde toplam zararı 372 milyon Sterlin'e ulaşan Chelsea, sahip olduğu borç bakımından da Manchester United'dan ciddi fark yemiş vaziyette…Toplam 736 milyon Sterlin borcu bulunan Chelsea aslında tam anlamıyla borç batağına girmiş durumda. Şu anki borçlarını döndürmekte zorlanan kulüp, ekonomik kriz yüzünden 4 milyar Sterlin'e yakın para kaybeden ve serveti eriyen Abramovich'ten daha fazla ek kaynak alamayacakmış gibi görünüyor. Chelsea'nin bugünkü iktisadi ve mali yapısı ile sahip olduğu sportif performans,  Abramavich'e parasını geri alabilme olanağı tanımıyor. Bu nedenle Abramovich'in uygun bir alıcı bulması durumunda kulübü satması an meselesi…

Chelsea şu anda PL'de 45 puanla Man.United ve Liverpool'un arkasında üçüncü sırada yer alıyor.

Futbola Bailout (Mali Yardım) Olur mu?

Liverpool'un sahipleri Tom Hicks ve George Gilett ekonomik kriz nedeniyle yaklaşık 350 milyon Sterlin tutarında bir mali yardım aldılar. Aslında 2007 yılında yaklaşık 508 Sterlin'e satın aldıkları Liverpool'un toplam borcu bugün 674 milyon Sterine ulaşmış durumda ve borç her geçen gün daha da artmakta…En zengin 20 Kulüp sıralamasında 133,9 Milyon Sterlin ile 8. sırada yer alan Liverpool finansal anlamda ortaklarının finansal durumlarının giderek bozulması nedeniyle sıkıntılı günler geçiriyor..ve bugünkü performans ile Liverpool'un bu borcun altından kalması çok da mümkün görünmüyor.

Geçtiğimiz Ekim'de, FA Yönetim Kurulu Başkanı  Lord Triesman  PL ekiplerinde borçlanmanın giderek arttığını ve 5.5 milyar dolara ulaşan bu borcun kulüpler için somut bir tehlike oluşturduğunu; hiçbir zenginin ya da iş adamının bu dağ gibi borçlarla mücadele edemeyeceğini ve bu yapının sürdürülebilir bir yapı olmaktan bir an önce kurtulması gerektiğini  ifade etmişti.

Ancak gelinen son durum gösteriyor ki, PL ekipleri gerçekten global krizden en fazla etkilenen kulüpler ve bu kulüplerin kendi çabalarıyla bu "dağ gibi borçlar"ın altından kalkmaları da çok olası  görünmüyor. İngiltere her ne kadar kürsel sermayenin aktığı ülkelerden birisi de olsa, son zamanlarda yaşanılan finansal ve ekonomik olumsuzluklar İngiliz kulüplerine yatırım yapan şirketleri ve grupları çok büyük etkilemiş durumda. Bu nedenle bu yatırımlarından belki de çoğu zarar ederek, çıkmak durumunda kalacaklar..  Ancak, bugünkü ortamda bu kulüplere kim mi para yatıracak? Bu sorunun yanıtı da Manchester City vakasında yatıyor.

Önümüzdeki günlerde İngiliz Futbol Federasyonu'ndan "bailout" talebinde bulunabilecek kulüpler olduğunu belirtmekte yarar görüyorum. Böyle bir talep gelirse  bu,  hiç kimseyi şaşırtmasın…

Kaynak: http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109
Feel the Difference, Feel the Excellence
Yukarı
tatar ilker Liste gör
Usta Yazar


Tatar İlker
Yaş: 41
Katılım: 30/Tem/2007
Yer: Istanbul
Online Durum: Offline
Mesajlar: 2637
  Alıntı tatar ilker Alıntı  CevaplaCevapla Direct Link To This Post Tarih: 26/Oca/2009 saat 09:36
Küresel krizden etkilenen taraftar bilet almaya devam edecek mi?

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
taksar@gmail.com

26.01.2009 - 09:04

Ekim 2008'den beri ekonomik krizin futbola olası etkilerini bu sütunlarda tartışmaya çalışıyoruz. Futbolun giderek krizden daha fazla etkileneceğini, bu nedenle kulüpleri zor günlerin beklediğini sürekli tekrarlıyoruz. Gerçekten de kriz tüm yakıcılığıyla futbola sirayet etmiş durumda. Ancak krizi tam yakıcılığıyla Turkcell Süper Lig henüz yaşamaya başlamadı daha. Bu nedenle konuya ilişkin kulüplerimizin herhangi bir önlem paketleri ve aldıkları bir aksiyon da yok. Her zaman ki "bir şey olmaz" duyarsızlığı ve kaderci anlayışıyla kulüplerimiz, toz duman bulutu içinde yol almaya çalışıyor. Avrupa'ya baktığımızda ise kulüpler krizin pençesinden kurtulabilmenin yollarını aramaya başladı bile. Kriz sadece reel kesim ya da finansı değil, futbola da ulaştı ve etkisi altına almaya başladı. Dalga dalga yayılan ekonomik krize karşı kulüplerimizin de bir an önce gerekli önlemleri almaları v bunları hayata geçirmeleri gerekiyor. Sadece kulüplerimiz mi? Futbolun yönlendiricisi, denetleyicisi ve örgütleyicisi konumundaki federasyonun da bir an önce gereken önlemleri alması ve kulüpleri bu konuda yönlendirmesi gerekiyor.

Bunu yapabilecek miyiz bilemiyorum ama Avrupa futbolundan hiç de iyi haberler gelmiyor. Avrupa'nın en yüksek geliri ve taraftar kitlesine sahip kulüplerinde bile sponsorlarla, yayın şirketleriyle, medya ve reklam şirketleriyle önemli sorunlar yaşanmaya başlandı. Çoğu kulüp borçlarını döndüremez oldu ve çok önemli tutarlarda zararlar açıklıyorlar. Bunlardan en çarpıcısı olan Newcastle United'ın bu hafta açıkladığı rekor zarar. 100.9 milyon sterlinlik ciroya sahip Newcastle'ın yıllık zararı 34,1 milyon sterlin… Bazı kulüp sahiplerinin bozulan işleri, kulüpleri de etkilemeye başladı. Avrupa'nın en önemli kulüplerinden bazıları, dağ gibi birikmiş borçların altından kalkamayacaklarını anladıkları için şimdiden kendilerine alıcı aramaya başladılar. Kısacası futbol zaten hastaydı, şimdi kriz bu hastalığı daha da ilerletti. Futbolun bağışıklık sistemi çökmek üzere… Bir an önce hastalığın semptomlarını doğru ve hızlı bir şekilde saptayıp, buna uygun tedavi sürecini başlatmalıyız.

Sponsorlar kulüpleri terk etmeye mi başladı?

Geçen haftaki yazımızda da bu konu üzerinde durmuş ve olası bazı olumsuzlukların futbolu nasıl vurabileceğini değerlendirmeye çalışmıştık. Görünen o ki, Avrupa futbolunda başta maç günü gelirleri, logolu ürün satım gelirleri olmak üzere, sponsorluk ve ticari gelirlerde önemli sayılabilecek düşüşler yaşanmaya başlandı. Önemli sayılabilecek kurumların, futboldaki stratejik ortaklarını bir an önce terk ederek, kendi yaşamsal varlıklarını devam ettirmeye çalıştıkları görünüyor.

Bunların içinde en dikkat çekeni Manchester United'ın stratejik sponsorlarından AIG'nin bu yılın sonunda artık sponsorluktan çekileceğini beyan etmesiydi. Yıllık yaklaşık 19,5 milyon sterlinlik sponsorluk desteğini artık veremeyeceğini beyan eden AIG kendi başının derdine düşmüş durumda. Geçen hafta gazete manşetlerine de yansıyan bu haber aslında bizim beklediğimiz gelişmelerden birisiydi.

Sadece Manchester United'ın değil, birçok İngiliz ve Avrupa kulübünün sponsorlarını kaybetme tehlikesi bulunuyor. Bu konu üzerinde yaklaşık 3 haftadır durduğumuz için daha fazla detaya girmeyeceğiz. Bizim üzerinde durmak istediğimiz daha farklı bir konuyu bugün gündeme getirmek istiyorum. Maç günü gelirlerinin temelini oluşturan gelir kaleminden, yani maç bilet gelirlerinden ve dolayısıyla maç bilet fiyatları üzerinde durmaya çalışacağım.

Taraftar maç bileti almaktan vazgeçecek mi?

Deloitte'un 2007 tarihli yıllık raporuna 17,5 milyar dolar tutarındaki Avrupa futbol pastasının yaklaşık %25'i maç günü gelirlerinden oluşuyor. Avrupa futbolunu domine eden beş büyük ligin gelirlerinin bileşimi aşağıdaki tablodan net olarak görülüyor. Beş büyük lig içinde en yüksek maç günü geliri elde eden lig olarak karşımıza %33 ile İngiliz Premier Lig çıkıyor.

Beş büyük ligde gelirlerin bileşimi

 İngiltere / İtalya / Almanya / İspanya / Fransa

Maç günü gelirleri 33% 13% 25% 28% 15%

Yayın gelirleri 42% 62% 27% 35% 57%

Sponsorluk 25% 14% 30% 37% 18%

Ticari gelirler (*) 11% 18% (*) 10%

 100% 100% 100% 100% 100%

(*) Sponsorluk ve ticari gelirler birleştirilmiştir.

Geleneksel futbolun en önemli gelir kaynağını oluşturan maç günü gelirleri endüstriyel aşamada bile önemini koruyor. Hâlâ çoğu lig ve kulüp için maç günü geliri en önemli gelir kaynağını oluşturuyor. Bununla beraber son zamanlarda kulüplerin maç günü gelirlerinde bazı azalmalar yaşandığı da yine gelen haberler arasında. Özellikle bazı kulüpler, geçmiş yıllarda tribünlere daha fazla seyirci çekebilmek amacıyla, geometrik artış trendi içindeki naklen yayın gelirlerinin getirisindeki yükseklik nedeniyle maç biletlerinde bazı indirimlere gitmişlerdi. Başarılı da olan bu uygulama çok fazla genele yayılamadığı için bu uygulamadan bir süre sonra vazgeçilmişti. Şimdi gelinen noktada ise, ekonomik krizin vurduğu taraftar tüketici artık gelirinin önemli bir kısmını futbola ayırmak istemiyor. Bunu niye mi söylüyoruz. İngiliz Virgin Money'in Premier Lig'de 3.887 taraftar arasında yapmış olduğu bir anket bize bunu söylüyor. Birazdan bu anket üzerinde duracağız ama öncelikle Premier Lig'deki maç biletlerine bir göz atalım isterseniz.

Premier Lig'de maç biletleri

Şampiyonlar Ligi / Derby Maçlar / Diğer maçlar

Arsenal Emirates Statyum 165£ 180£ 45-110£

Chelsea Stamford Bridge 220£ 150£ 35-125£

Manchester United Old Trafford 175£ 250£ 55-115£

Liverpool Anfield 180£ 225£ 25-125£

Tottenham White Hart Lane - 195£ 25-95£

Aston Villa Villapark - 195£ 25-55£

Blackburn Rivers Ewood Park - 125£ 25-95£

Bolton Reebok Stadium - 100£ 15-80£

Everton Goodison Park - 175£ 25-80£

Fulham Craven Cottage - 100£ 15-80£

Hull City KC Statdyum - 100£ 15-75£

Manchester City City of Manchester Stadium - 200£ 25-75£

Midlessbrough Riverside Stadium - 175£ 15-55£

Newcastle St James' Park - 175£ 30-85£

Sunderland Stadium of Light - 150£ 15-55£

Portsmouth Fratton Park - 130£ 15-95£

Wigan JJB Stadium - 100£ 15-55£

West Ham Upton Park - 175£ 25-60£

W.B.Albion The Hawthorn's - 175£ 15-55£

Stoke Britannia Stadium 150£ 15-45£

Yukarıdaki tabloya göre en yüksek bilet gelirini dört büyük elde ediyor. Arsenal, Chelsea, Manchester United ve Liverpool Premieeship'te en yüksek maç günü gelirine sahip kulüpler olmakla birlikte; dört büyüklerin dışında Tottenham, Everton, Blackburn; Manchester City ve Newcastle kulüpleri de Premier Lig'de en yüksek maç günü geliri elde kulüpler olarak karşımıza çıkıyor. Premier Lig'de çoğu kulübün Şampiyonlar Ligi ve derby karşılaşmaları dışındaki maçlarının biletleri 15 sterlin ile 125 sterlin arasında değişiyor. Premier Lig'de en düşük maç bileti 15 sterlinden başlarken, bazen bu fiyatlar, karşılaşmanın önemine göre yüksek meblağlara çıkabiliyor.

Beş büyük ligde ortalama bilet fiyatları

Yukarıdaki tablodan da görülebileceği üzere özellikle dört büyüklerin Şampiyonlar Ligi ve kendi aralarında oynadıkları maçların biletleri gerçekten el yakıyor. Beş büyük ligde ortalama bilet ücretlerine baktığımızda ise aşağıdaki tabloyla karşılaşıyoruz. Cem Çetin'in Referans Gazetesi'nde yayınladığı aşağıdaki tabloya göre maç bileti en pahalı ülke, 43 Euro ortalama bilet fiyatı ile Premier Lig. Premier Lig'i 40 Euro'luk bilet fiyatlarıyla İspanyol La Liga izlerken; La Liga'nın arkasında ise 27 Euro'luk bilet fiyatlarıyla İtalyan Serie-A'yı görüyoruz. Alman Bundesliga'da ise ortalama bilet fiyatı 25 Euro civarında…

Beş büyük ligde ortalama bilet fiyatları (€)

İngiltere 43

İspanya 40

İtalya 27

Fransa 26

Almanya 25

Kaynak: Cem Çetin, Referans Gazetesi

Premier Lig kulüpleri arasındaki bilet fiyat farklılıklarına benzer durumu Beş büyük Lig arasında da görüyoruz. Kulüpler özellikle kriz öncesine kadar daha fazla maç günü geliri elde edebilmek amacıyla, statlarını modernize ederek koltuk başına katma değeri yükseltmeye çalışıyorlardı. Ancak bugün kriz bu modernizasyon çalışmalarına sekte vurmuş durumda.

Dünyada en ucuz bilet fiyatlarından bazı örnekler verecek olursak, aşağıdaki tabloya bakmak gerekecek. PL'de en yüksek bilet fiyatlarına sahip Chelsea'de en ucuz fiyat 35 Euro'dan başlarken, Boca Juniors'un maçını 4 dolara izleyebilirsiniz.

Kulüp / En ucuz bilet fiyatı

Chelsea 38£

Real Madrid 25 €

La Galaxy 23$

Bayern Munich 19,51$

Sydney FC 12,72$

Boca Juniors 4$

Al Ahly cairo 1,81$

Taraftarın üçte biri gelecek yıl sezonluk bilet almak istemiyor

Virgin Money'nin Premier Lig'de 3.887 taraftar arasında yapmış olduğu ankete göre taraftarın yüzde otuz altısı, gelecek yıl Premier Lig'de sezonluk bilet almaktan vazgeçtiğini belirtmiş. Ankete katılan taraftarın yüzde otuz yedisi ise gelecek yıl da yine sezonluk bilet almaya devam edeceğini ifade ediyor. Her 10 taraftardan birisi ise gelecek sezon ekonomik kriz ve durgunluk nedeniyle, bütçesinden artık daha az parayı desteklediği kulübe harcayacağını belirtiyor.

Yapılan araştırma/ankete göre en büyük risk altında görünen kulüp olarak karşımıza West Ham, Blackburn ve Newcastle çıkıyor. Ankete katılan deneklerden bu üç kulübü destekleyen taraftardan %37'si gelecek sezon takımlarının kombine kartını almayacağını belirtiyor. Bu gerçekten çok önemli sonuçlar doğurabilecek bir olumsuzluk… Bunun üzerinde özellikle bu kulüplerin çok sıkı durması ve buna göre aksiyon alması gerekiyor. Anketin bir diğer ilginç sonucu ise Manchester United'lı taraftarlardan bu ankete katılanların %36'sının gelecek yıl kombine kart almayı düşünmediklerini belirtmeleri. Gelecek sezon kombine kartı almama düşüncesine sahip en düşük oran ise Wiganlı taraftara ait.

Kısacası ekonomik durgunluk taraftarı "cost cutting"e, yani maliyet tasarrufuna yöneltmiş durumda.

2009-2010 sezonu kombine kart almamayı düşünen taraftar dağılımı

Kulüp / Gelecek sezon kombine kart almamayı Düşünen taraftar (%)

West Ham 37

Blackburn 37

Newcastle 37

Manchester Utd. 36

Tottenham 34

Portsmouth 31

Bolton 31

Manchester City 31

Everton 27

Aston Villa 26

Chelsea 26

Arsenal 24

Middlesbrough 24

Fulham 22

Hull 20

Stoke 18

Sunderland 18

West Brom 18

Wigan 14

Yine söz konusu ankete göre: desteklediği kulübünün kombine kartına sahip taraftardan %24'lük kısmının bir bölümü yani yüzde üç oranındaki taraftarın ise kartları olmasına karşın masraf yapmamak için takımının her maçına gitmeyeceğini; %21'inin ise maça gitse bile herhangi bir harcama yapmayı düşünmediklerini; %9'luk bir taraftar kitlesinin de kartlarını bazı maçlarda arkadaş çevresine kiralayacaklarını ortaya koyuyor.

Bilet fiyatları daha da düşecek

Virgin Money'in yapmış olduğu anket ve genel ekonomik gidişat bize bilet fiyatlarında düşüşlerin yaşanacağını haber veriyor. Bugünkü bilet fiyatlarıyla maça gidebilmek ve statlarda para harcamak sadece %37'lik bir taraftar kitlesinin tüketim tercihini gösteriyor. Oysa bu oran mevcut genel giderlerin karşılanması için hiç de yeterli değil. Bu oranın hızla yukarı çekilebilmesinin yolu ilave başka önlemler almakla birlikte bilet fiyatlarının da revize edilmesinden geçiyor.

Ülkemizde ve diğer Avrupa liglerinde de bugün maç bilet fiyatları gerçekten el yakıyor. Bazı kulüplerimizin izlemiş oldukları fiyat politikası, sürdürülebilir görünmüyor. Aynı düşüşün ülkemizde de yaşanacağını tahmin etmek çok zor değil.

Futbol taraftarı fiyat endeksi

İngiltere'de Virgin Money Ocak 2006'dan bu yana Futbol Taraftarı Fiyat Endeksi yapıyor. Fiyat endeksi her üç ayda bir yayınlanıyor ve indeksi oluşturan mal ve hizmet sepeti içinde taraftarın maç günü yaptığı harcama kalemleri yer alıyor. Bu kelemleri sıralarsak; maça gelişte kullanılan tren bilet fiyatları, özel araç ve otobüsle gelen taraftar için bir galon benzin fiyatı, oto park ücreti, gıda, içecek ve alkol fiyatları, maç bileti, kulüp forması ve logolu ürünlerin fiyatları indeksin mal ve hizmet demetini oluşturuyor.

Virgin Money'nin Futbol taraftarı Enflasyon endeksine göre Ocak 2006'dan bu yana maç günü maliyetleri ortalama %36'lık bir artış göstermiş. Kriz öncesi son üç ayda yaşanılan fiyat artışı ise bir hayli yüksek. Bu artış %21 civarında… Yine bu endekse göre ortalama bir İngiliz futbol taraftarı maç günü yaklaşık 95,60 sterlin tutarında bir harcama yapıyor.

Endeksin bir diğer amacı da taraftara, destekledikleri kulüplerin ürünlerindeki fiyatların gelişimi, yani yükseliş ve düşüşleri hakkında bilgi vermek ve bunu geçmiş yıllarla kıyaslayarak, kendi bütçelerini hazırlamalarına yardımcı olmak. Kulüplerin bu endekse ne kadar duyarlı olduğunu bilemiyorum ama taraftar açısından gerçekten yararlı bir endeks.

Genel enflasyon düşüyor ya forma ve bilet fiyatları?

Söz konusu endeksi her üç ayda hazırlayan ve yayımlayan Virgin Money'e göre ekonomik durgunluk İngiltere'de futbolu seyirci sayısı ve maliyetler yönünden etkilemeye başladı. Hala futbolun kazanma şansı yüksek olmakla birlikte, kriz yolda. Çoğu insan resesyon nedeniyle iş kaybetme korkusu ve endişesi altında harcamalarını azaltma yoluna gidiyor. Bu nedenle sezonluk bilet (kombine kart) alımlarından vazgeçebiliyor ve olası sıkıntılara karşı para tasarrufuna yöneliyorlar.

Darboğaza giren diğer tüm sektörlerde olduğu gibi futbolda da kulüplerin, bu sıkıntıdan kurtulabilmek için kendilerine ve taraftarlarına yönelik acilen aksiyon planları oluşturmaları ve bunları hemen uygulamaya almaları gerekiyor. Aslında İngiltere'de bazı kulüpler krize karşı hemen gereken önlemleri almaya yöneldiler fakat daha çok bunları hayata geçirmeye ihtiyaçları var. Futbol Taraftarları Federasyonu başkanı Malcolm Clarke'e göre son 15 yıllık süreçte futbolda enflasyon hızlı ve tutarlı bir şekilde yükselmeye devam etti. Şimdi ise düşen genel enflasyon nedeniyle futbol endüstrisinde bazı mal ve hizmetlerin fiyatları, taraftar için cazip bir noktaya getirilebilir ve onların kısa dönemde bazı şeyleri de yapabilme olanağı da bu şekilde doğabilir. Kulüplerin daralan piyasada ve maç biletlerine talebin düşmesi durumunda, kulüpler kendi taraftar kitlesi için bir futbol maçının sonunda değişik ve sürpriz aktiviteler düzenleyebilir. Aksi halde İngiliz taraftar Premier Lig maçlarını iki kupa bira bedeline Publarda izlemeye başlayabilir. Seyircinin tribünden kaçmaması için kulüplerin daha farklı ve çekici alternatifleri düşünüp uygulamaya geçmesi Clarke'e göre elzem tedbirlerden sadece birisi.

Ekonomiler birer birer durgunluğa giriyor. Gerçekten de kriz nedeniyle son üç ayda başta petrol fiyatları olmak üzere çoğu hayati mal ve hizmetin fiyatlarında önemli düşüşler yaşandı. İnsanların para harcama iştahlarının krizden kaynaklanan çeşitli nedenlerden dolayı azalması, genel ekonomide olduğu gibi futbol ekonomisinde de bazı düşüşleri beraberinde getirdi. Bugün Premier Lig'de ortalama maç bilet fiyatlarında, forma fiyatlarında, yiyecek, içecek ve diğer bazı mal ve hizmet fiyatlarında düşüşler gözleniyor. Ancak bunun daha çok genele yayılması gerekiyor. Genel fiyatlar düzeyindeki düşüşler karşısında futbol kulüplerinin arz ettikleri mal ve hizmetlerin fiyatlamalarında da gözden geçirmelerini zorunlu kılıyor. Kulüplerin bu konuda izleyecekleri politika, taraftarın da harcama niyeti ve eğilimini belirlemiş olacak. Taraftar da buna göre sezonluk bilet alıp almamayı; maçlara daha sık gidip gitmemeyi düşünecek.

Kulüpler ekonomik krize karşı acilen eylem planları oluşturmalı

Yukarıda belirtilen anket açıkça ortaya koyuyor ki, taraftar içinde bulunduğu mali ve ekonomik sıkıntılar nedeniyle bundan sonra kulübüne daha az harcamaya başlayacak. Bunun kulüpler için anlamı ise gelirlerde önemli düşüşlerin yaşanacak olması. Oysa kulüp yani futbol ekonomisinde ise futbol kulüplerinin, yaptıkları harcamalar ve sahip oldukları yükümlülükler nedeniyle bunu birden yapabilme olanakları da çok mümkün görünmüyor. Zaten futbol ekonomisinde gelirler mevcut giderleri karşılamakta yetersiz kalırken, bir de maç günü biletlerini düşürmek kulüpleri ilk bakışta zora sokacakmış gibi görünüyor. Aksi takdirde bu kez de taraftarı statlara çekmek çok mümkün olamayacak. O zaman başka alternatifler yaratma arayışı içinde olmak zorunda futbol kulüpleri. Statlarda sınırlı kapasiteyle futbol üretimi gerçekleştiriliyor. Kapasiteyi kısa ve orta vadede artırma olanağı olmadığına göre bu darboğazı aşabilmenin yolu koltuk başına katma değeri yükseltmekten geçiyor. Bu ise ekstra yatırımlar gerektiriyor. Modernizasyon çalışmaları, ilave aktiviteler, daha fazla hizmet sunulması ve bu masrafları çıkartacak ilave talep yaratılması gerekiyor. Bütün bunlar ise kriz ekonomisi yönetimine geçilmesini ve daha şimdiden bunun hazırlıklarının yapılmasını zorunlu kılıyor.

http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=109

Feel the Difference, Feel the Excellence
Yukarı
tatar ilker Liste gör
Usta Yazar


Tatar İlker
Yaş: 41
Katılım: 30/Tem/2007
Yer: Istanbul
Online Durum: Offline
Mesajlar: 2637
  Alıntı tatar ilker Alıntı  CevaplaCevapla Direct Link To This Post Tarih: 02/Şub/2009 saat 11:21
Türk Futbolu İçin Daha Fazla Sivasspor!..

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
taksar@gmail.com

02.02.2009 - 09:09

Sivasspor'un Süper Lig'deki istikrarlı ve iddialı çıkışı ligimizde çok daha önceden tartışılması gereken bir konuyu gündeme taşıdı. "Sivasspor şampiyon olabilir mi?" Ya da  bir başka ifadeyle "Anadolu'dan şampiyon çıkar mı?" Soruya soruyla yanıt verelim: Neden çıkmasın ki? Trabzonspor da Anadolu'dan bu şekilde şampiyon çıkmamış mıydı? Tabii çoğu insan gibi ben de gönlümden geçeni dile getiriyorum. "Sivasspor şampiyon olur. Olmalı da" Bu temenni ve dilek; kısır, temposuz, verimsiz ve kalitesi düşük ligimizin geleceği açısından da gerekli...

Peki akıl ve mantık yönüm ne diyor? Üç büyüklerin ekseninde yapılanmış, dengesiz ve haksız rekabetin egemen olduğu bir ligde mevcut yapı buna ne ölçüde ve nasıl izin verecek? Neden geçmiş yıllarda bir Gençlerbirliği, bir Vestel, bir Gaziantepspor, bir Eskişehirspor ya da bir başka Anadolu takımı Lig'de şampiyonluk ipini göğüsleyemedi? Neden Sivasspor örneği Süper Lig'de toplumsal ve sportif uyanışın bir başlangıcı olmasın ki? Gerçekten de tartışmalı ve sorgulamalıyız. Anadolu'dan şampiyon Çıkar mı?

Aslında "Anadolu'dan şampiyon çıkar mı?" sorusu bile, pratikte kendisini bir ümitsizlik ve kaderine razı olmanın ifadesi olarak somutluyor...Anadolu'dan şampiyon çıkmalı! Bu, Türk futbolunun geleceği ve sağlığı açısından da önemli... Ellibir yıllık profesyonel futbol geleneğimizde, bugüne kadar şampiyonluğu kıl payı kaçıran üç Anadolu takımıyla karşılaşıyoruz. Bu takımlarımızdan Eskişehirspor 1969-70 sezonunda 7 puan; 1971-72 sezonunda da 3 puan farkla ligi ikinci tamamlayarak, şampiyonluğu kılpayı kaçırırken; Adanaspor da 1980-81 sezonunu şampiyonun hemen arkasından 5 puan eksikle tamamlamış...2000'li yıllarda ise Sivasspor 2007-08 sezonunda Lig ikincisi Fenerbahçe, Lig Üçüncüsü Beşiktaş ile aynı puanda ama averaj ile dördüncü sırada, şampiyon Galatasaray'ın 6 puan gerisinde ligi tamamlamış. Şampiyonluğa en yakın olduğu sezonda şampiyonluğu kaçırmış. Trabzonspor'u saymazsak, şampiyonluğa bu kadar yaklaşan başka Anadolu takımları da çıkmamış bugüne kadar ne yazık ki. Geçen 51 yıllık süreçte İstanbul 45 şampiyonluk yaşarken, Anadolu sadece Trabzon ile altı şampiyonluğa ulaşmış...matematiksel olarak ifade edersek, Türkiye profesyonel futbol ligindeki şampiyonlukların  yüzde seksen sekizi İstanbula gitmiş...Bu çok büyük bir oran... Bu anlamda temenni ve dileklerin gerçekleşme olasılıklarını, en iyi somut koşulların analizini yaparak değerlendirebiliriz. Somut koşulların somut analizi, bize Sivasspor'un şampiyonluğu konusunda önemli ip uçları verecektir şüphesiz.

Günümüzde Süper Lig'de "şampiyonluk" çok özel anlamlar içeriyor. Ancak bu unvana ulaşmak ne yazık ki sadece dilek ve temennilerle gerçekleşmiyor. Türk futbolunun sosyo-ekonomik yapılanması sportif başarıyı kesin ve doğrudan belirliyor. Şampiyonluk bir sonuç olmaktan öte çok ciddi bir süreçtir de aynı zamanda. Bu süreçte şampiyonluğu etkileyen ve belirleyen o kadar çok spor dışı öge var ki, bu ögelerin herbiri şampiyonluk yolundaki ekipleri zaman zaman bu şiardan saptırabiliyor.

Bu bağlamda konuya yaklaştığımızda karşımıza iki temel sorun çıkıyor. Sivasspor'un şampiyon olabilmesi ve yeni Trabzonların çıkabilmesi işte bu sorunların üstesinden gelebilmeyi gerektiriyor.

Bu sorunlar çözümlenmediği sürece Sivasspor'un olası şampiyonluğu bile gerçekten "hoş bir tesadüf" olarak varlığını devam ettirecektir.

Anadolunun önünü kesen temel sorunlar

Konuya ilişkin bugüne kadar yaptığımız çalışma ve araştırmaların sonucunda ortaya iki yalın gerçeğin çıktığını gördük.

Bunlardan ilki: Türkiye profesyonel futbol ligimizde gerçek anlamda bir "gelir dağılımı dengesizliği"nin bulunması; ikincisi ise bu olumsuzluğun kulüplere ve yeşil sahalara " haksız rekabet" şeklinde yansıması.

Süper Ligimiz hangi bakımdan "Süper?"

Futbolu kitlelerin ilgi gösterdiği sportif  ve ekonomik bir etkinlik olarak görürsek, "bileşik kaplar" teorisi burada da çalışıyor...Futbolumuzda da toplumsal ve ekonomik alanlarda olduğu gibi ciddi dengesizlik ve çarpıklıklar bulunuyor. Dengesiz ve haksız rekabet "güçlü" İstanbul kulüplerinin egemenlik alanını her geçen gün  biraz daha genişletip çevresinde, "kaderine razı" başaltı periferileri oluştururken; diğer taraftan Süper Lig'de "üç büyükler" ve "ötekiler" şeklinde çarpık bir yapılanmayı da beraberinde getiriyor...Bakmayın siz arada bir, birkaç Anadolu kulübünün çıkıp, Fener'i, Beşiktaş'ı ve Galatasaray'ı yenmesine...Bunlar belki üç büyüklerin amaçlarına ulaşmada zaman zaman, istem dışı da olsa uğradıkları "taktiksel yenilgiler"...Stratejik amaç aynen devam ediyor. "Futbol pastasından en büyük payı alabilmek" ve "nüfuz alanını" daha da genişletebilmek.

Yani İstanbul cephesinde değişen bir şey yok...

Peki ne olacak Anadolu futbolunun hali?...Sportif anlamda, mali anlamda, entelektüel anlamda Anadolu gerçekten çok gerilerde. Bu bir kader mi? Çıkış yolu yok mu? Anadolu kulüpleri gerçekten şampiyonluk istiyor mu? Gençlerbirliği gibi nakit bolluğu içinde yüzen bir kulüp neden vizyon ve misyon olarak önüne Avrupa'yı ya da "uluslararasılaşmayı" koymuyor? Marka olabilmek için neden mücadele etmiyor? Ya da zaman zaman "saman alevi gibi" parlayıp sönen Anadolu kulüpleri neden çıkışlarını kalıcı kılamıyor?

Önümüzde "dağ" gibi duran sorunlar!

Bugün ülkemizde fiili anlamda İstanbul, futbol endüstrisinin ve endüstriyel futbolun başkenti olmuş vaziyette. İstanbul merkezli bir futbol dünyası, Türk futboluna damgasını vuruyor. Şüphesiz ki, bunda asırlık kulüplerin tarihleri önemli bir rol oynuyor ama peki Ülkemize futbolun girdiği yer olan İzmir'in asırlık kulüplerine ne oldu? Nerede o kulüpler?  Sonuçta, Küreselleşen futbol ülkemizde de giderek tekelleşiyor ve İstanbul kulüplerinin çevresinde "ötekiler" isimli periferiler oluşuyor.  Sivasspor da bu "periferilerden" birisi...

Yeni Sivasspor ve yeni şampiyonlar çıkartabilmek için işte bu gelişim ve  değişimin analitik ve diyalektik sorgulamasını yapmak zorundayız.

Futbolumuzun bugün önünde iki temel sorun duruyor. Bunlardan ilki, rekabetçi dengeyi sağlayacak ve haksız rekabeti ortadan kaldıracak bir yapıya hala ulaşılamamış olması; diğeri ise, mevcut sınırlı kaynakların dengesiz dağılımı ile bu kaynakların etkin ve verimli kullanılamamasıdır. Bu iki temel sorun, futbolumuzun kalitesini olumsuz etkilemekte, sportif ve mali başarının önünü kesmektedir. O halde öncelikle yapılması gerekeni sorgulamalıyız...Yükselen bir değer olarak Türk futbolunun Avrupa ve Dünya futbol pastasından daha fazla pay alabilmesi için neler yapmalıyız? 

Öncelikle Türk futbolunun sosyo-ekonomik yapılanışını iyi analiz etmemiz gerekiyor...Bu bağlamda konuya yaklaştığımızda Türk futbolunun bugün çok ciddi altyapı ve üst yapı sorunlarının bulunduğunu görüyoruz. Tesis ve stat olarak yeterli alt yapıyı sağlayamayan kulüplerimizin, sahip olduğumuz yetenek havuzunu da efektif kullanamadıkları ortada.

Türk Futbol Pastasının Büyüklüğü

Aşağıdaki  tabloda yer alan veriler Türk futbol pastasının büyüklüğünün 450 milyon euroya (yaklaşık 600 milyon dolara) ulaştığını gösteriyor. Bu gelirler içinde en önemli kalemi yüzde 27,39'la naklen yayın gelirleri oluşturuyor. Bu geliri takip eden diğer önemli gelir kalemi ise %16.11'lik payla "Diğer gelirler" kalemi. (Diğer gelir kalemleri içinde, Sportif A.Ş.lerin temettü gelirleri,  logolu ürün satım gelirleri (merchandising gelirleri), hibe ve yardım gelirleri v.b gelirler bulunuyor) Üçüncü büyük gelir kalemi olarak ta karşımıza %14.50'lik payı ile "İddaa gelirleri" çıkıyor. Avrupa futbolunda önemli bir paya sahip tribün ve Sponsorluk gelirleri ise diğer gelirlerin gerisinde kalmış durumda. Tribün gelirlerinin payı ise yüzde onüçe düşmüş durumda. Sponsorluk gelirlerinin toplam gelirler içindeki payı ise %12 civarında. Diğer taraftan 600 milyon dolara yaklaşan büyüklüğüyle Türk Futbol endüstrisi, 17.5 Milyar dolar civarındaki Avrupa futbol pazarının sadece %3.4'ünü oluşturuyor.

 

2007-08 itibariyle Türk Futbol Pastasının Büyüklüğü  

Gelir Kaynakları Tutar (Milyon Euro) Toplam Gelir İçindeki payı (%)

Tv yayın hakları 123 27,39

Süper Lig  İsim hakkı satışı 14 3,22

Tribün gelirleri  60 13,34

Sponsor gelirleri 55 12,23

Saha  içi reklam pastası  50 11,12

Fortis Türkiye Kupası isim hakkı satışı 9 2,09

İdda Gelirleri 65 14,50

Diğer gelirler 72 16,11

TOPLAM (Milyon Euro) 450 100,00

Futbol Gelirinin Paylaşımı

Futbol pastamızı oluşturan gelir kalemlerinin kulüplere dağılımına bakıldığında ise bu pastadan en büyük payı dört büyük kulübün aldığını görüyoruz. Nitekim, TV yayın gelirlerinin %42'si; Tribün gelirlerinin %49'u; Sponsorluk gelirlerinin %23'ü; saha içi reklam gelirlerinin %35'i dört büyük kulübe gitmektedir. 

Futbol Pastasının Paylaşımı

Gelirler / Dört Büyük Kulübün payı (%)

Tv yayın hakları 42

Tribün gelirleri  49

Sponsor gelirleri 23

Saha  içi reklam pastası  35

Diğer gelirler 27

Futbol faaliyetlerinin finansmanında yeterli öz kaynağa sahip olamayan Türk futbol endüstrisinin yoğun bir şekilde yabancı kaynağa, özellikle de banka kredisine yöneldiğini görüyoruz. Güncel verileri baz aldığımızda kulüplerin mali sektörden kullandıkları kredilerin 240 milyon dolara ulaştığını gözlemliyoruz. Toplam futbol pastasının % 40'ına karşılık gelen bu oran, bize futbolun kendi faaliyetlerinden fon yaratamadığını gösteriyor. Kullanılan kredilerin 205 milyon dolarlık kısmının da, yani %85'inin de üç büyüklere ait olduğunu belirtelim.

 

Türk Futbol Büyüklüğünün Finansal Göstergeleri  Mio $

TFP (Türk Futbol Pastası)  600

Kulüplerin Kull.Topl. Krd. Tutarı 240

Üç büyüklerin Güncel Banka kredileri 205

Üç büyük Kulübün Krd.Toplamı /Sektörün Kullandığı Toplam Krd. 0.85

Üç Büyük Kulübün Yıllık Ort. Geliri 53

Üç Büyük Kulübün Yıllık Ort. Gideri 67

Üç Büyüklerin Giderleri Top./Toplam Futbol Gelirleri 0,40

Yukarıdaki tabloda yer alan verilere göre; üç büyük kulüp yıllık ortalama 53 milyon dolar gelire ulaşırken; giderler ortalaması ise 67 milyon dolara yükseliyor. Üç kulübün yaptığı toplam 201 milyon dolarlık gider ise toplam Türk futbol pastasının yüzde kırkına karşılık geliyor. İşte haksız rekabetin ve dengesiz gelir dağılımının nirengi noktasını da burası oluşturuyor. Türk futbol kaynaklarının yüzde kırkını harcayan üç kulübün yarattığı gelir ise ne yazık ki, giderlerini karşılamaktan uzak ve bu nedenle bu üç kulüp her yıl bütçe ve nakit açığı veriyor. Bunun anlamı ise Türk futbolunun kıt ve sınırlı olan kaynaklarının, bu kulüpler tarafından etkin ve verimli kullanılamadığıdır. 

Türk futbol pastası bugün itibariyle ne yazık ki olması gereken büyüklükten çok uzakta...Futbol pastasının yeterli büyüklüğe ulaşamaması kulüplerimizin Avrupa'da başarılara ulaşmasının önünü kesiyor. Bu nedenle Avrupalı devlerle rekabet edemiyoruz. Sportif başarı olmayınca, mali başarı da gelmiyor. Türk futbolu kendisini yeniden üretecek ve uluslararası marka olmasını sağlayacak başarılara imza atabilmek için gerekli kaynağı yaratmakta zorlanıyor.

Sorun sadece kaynak yaratamamaktan da  değil. Var olan pastanın paylaşımında da ciddi problemler var. Yaklaşık 600 milyon dolar büyüklüğündeki futbol gelirlerimiz, kulüpler arasında rekabeti artıracak, teşvik ve şikeyi ortadan kaldıracak, sportif başarıyı getirecek şekilde kulüplere dağıtılmıyor, dağıtılamıyor...Rekabetçi denge kurulamıyor, kulüplerimiz dengede rekabet edemiyor. Bu nedenle Türk futbolu yükselen bir değer  olarak, Avrupa ve dünya futbolundan daha fazla pay alamıyor. 

Kayıtlı değerler üzerinden hesapladığımız 600 milyon dolarlık Türk futbol pastasının paylaşımına bakıldığında ise üç büyük kulübün, toplam gelirin yüzde otuzüçünü kendi aralarında bölüştüklerini görüyoruz. Trabzonspor'u da dahil ettiğimizde bu pay %37'e kadar çıkıyor. Sadece Süper Lig'deki kulüplerimizi baz alsak bile geriye kalan on dört kulübün bu pastadan aldığı payın  ortalaması %4.5'a kadar düşüyor.  Kaldı ki, 2. 3. ve amatör liglerimizi bu pastanın paylaşımına dahil etmeden bu hesabı yapıyoruz. Durum bu olunca, ligin tepesindeki dört kulüp  toplam gelirden kulüp başına ortalama %9.5 oranında pay alırken; kalan on dört kulübün payı ise %4.5 civarında gerçekleşiyor. Sonra da bu kulüplerimizden rekabet etmelerini bekliyoruz. Hangi bütçe ve hangi kaynakla bu kulüpler rekabet edecekler? Türk futbolunun yapılanışındaki bu oligopolistik tekelci ve dengesiz yapı devam ettiği sürece, aslında biz bu kulüplerimizi rekabet etmemeye zorlamış oluyoruz.

SONUÇ

Sivasspor'un bugün dolu dizgin gidişinin önünde sportif bir engel bulunmuyor. Ancak şampiyonluk ta sadece sportif performansla gelmiyor. Şampiyonluk yolu engebeli, dolambaçlı ve dikenli bir yol. Bu yolu tamamlamak için sağlam ve sağlıklı bir mali yapı da tek başına yeterli olmuyor. Çünkü futbol sisteminin işleyişi çok önemli bir etken. Sistemin temel dinamiklerindeki dengesizlikler giderilmediği sürece, Sivasspor tüm Anadolunun gücünü de arkasına alarak şampiyonluğa ulaşıp sıra dışı bir örnek olarak ismini Türk futbol tarihine altın harflerle yazdırması, hoş bir tesadüf olarak kalacaktır. Asıl olan Sivasspor'u yeni Sivassporlar'un izlemesine  ve Sivasspor'un başarılarını kalıcı kılabilmesine olanak sağlayacak futbol alt ve üst yapılanmasının sağlanması; Anadolu kulüplerinin rekabet gücünün yükseltilmesi; Üç büyükler lehine haksız rekabetin minimize edilerek, dengeli gelir dağıtımının sağlanmasıdır.

Asla biz Sivasspor'un Türk futbolu için sıradışı bir örnek olarak kalmasını istemiyoruz. Anadolunun her türlü haksız rekabete maruz kalmış ve adil olmayan gelir dağılımı nedeniyle finansal ve iktisadi sıkıntılar içindeki cesur ve özverili takımlarının önlerinin açılmasını istiyoruz.

Yukarıda yer verdiğimiz veriler bize; Türk futbol pastasının futbolumuzu daha ileri noktalara taşıyabilecek büyüklüklere ulaşamadığını; var olan pastanın paylaşımında çok ciddi dengesizlik ve haksızlıkların bulunduğunu; paylaşılan kaynakların ise verimli ve efektif kullanılamadığını; üç büyüklerin lehine  amansız bir haksız rekabetin bulunduğunu gösteriyor.  Yani İçinde bulunduğumuz mali ve iktisadi durum bugün Türk futbolunun ayağına pranga olmuş durumda. Futbol gelirlerinin dengede rekabeti sağlayacak, futbol kalitesini yükseltecek, teşvik ve şikeyi ortadan kaldıracak şekilde düzenlenmesi ve dağıtılması Federasyonun önünde duran en acil görev...Bu sorunlarımızı gideremediğimiz sürece Türk Futbolunda rekabete, kaliteye ve yeni şampiyonlara hasret kalacağımız görülüyor. Bu yapının oluşturulması, sadece lokal rekabeti getirmiyor. Avrupalı devlerle de baş edebilmenin yolu da buradan geçiyor. İşte bu koşullarda gerekli ve yeterli iyileştirmeleri sağlayabilirsek, o zaman yeni Sivassporlar çıkartabiliriz. Yoksa hayallerimiz sadece bir temenni ve dilek olarak kalır. Türkiye'nin 60'lı yıllarda yaşadığı toplumsal uyanış hareketinin, Süper Lig'de de yaşanabilmesi için Sivasspor çok önemli bir fırsat...Bu nedenle Türk Futbolunda sloganımız: "İki, üç daha fazla Sivasspor" olmalıdır ki, hayallerimiz gerçeğe dönsün.

Feel the Difference, Feel the Excellence
Yukarı
tatar ilker Liste gör
Usta Yazar


Tatar İlker
Yaş: 41
Katılım: 30/Tem/2007
Yer: Istanbul
Online Durum: Offline
Mesajlar: 2637
  Alıntı tatar ilker Alıntı  CevaplaCevapla Direct Link To This Post Tarih: 09/Şub/2009 saat 19:20
2016 Avrupa Futbol Şampiyonası Türkiye'de Düzenlenebilir mi?

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
taksar@gmail.com

09.02.2009 - 09:00

FIFA 2010 Dünya Kupası Güney Afrika'da; UEFA 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası ise Polanya ve Ukrayna'da  düzenlenecek. Bunun kararını FIFA ve UEFA ayrı ayrı yayınladıkları deklarasyonlarla belirtmişti. 2010 için biz de Yunanistan ile birlikte bu organizasyona talip olmuş ama alamamıştık. Cardiff'te yapılan UEFA Yönetim Kurulu toplantısında 12 üyeden beşi Ukrayna ve Polanya için oy kullanırken; dördü İtalya, üçü de Hırvatistan için oy kullanmıştı.  Biz son eleme seçimlerine girememiştik. Şimdi önümüzde bir fırsat daha doğuyor. 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası için yeniden organize olmak durumundayız. Hem de tek başımıza bu turnuvayı Türkiye'de düzenlemek için.

UEFA ve FIFA genellikle son birkaç turnuvadır, biraz da olayın sosyal tarafını göz önünde bulundurarak, bu tür organizasyonları iki ülkeye ihale ediyor. Hatırlanacağı üzere 2002 Dünya Kupası Kore ve Japonya'da; 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası da Avusturya ve İsviçre'de düzenlenmişti.

Bu tür organizasyonların ülke ekonomilerine dolaylı ya da doğrudan sağlayacağı katkıların önemi, bu tür turnuvaların organizasyonlarına olan talebi artırıyor. 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası için 10 ülke bu turnuvanın organizasyonuna talip olmuştu.

Polanya ve Ukrayna 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası'nı Düzenleyebilecek mi?

2016 Eurocup için adaylar bu yıldan itibaren yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlayacaklar. Tabii ki burada en kritik faktör, yaşanan küresel ekonomik bunalım. Çünkü ekonomik bunalımın ülke ekonomilerinde neden olduğu daralmalar ve yaşanılan kayıplar, bu turnuva için talip sayısını düşürebilir. 2012 Polanya ve Ukrayna ortak yapımı olacak Avrupa Futbol Şampiyonası'nın ev sahipleri ekonomik krizin pençesinden kurtulmaya çalışıyorlar. Özellikle Ukrayna'nın dış borçlarının bir çığ gibi büyümesi ve makro göstergelerindeki olumsuzluklar, turnuvanın organizasyonunu aksatabilecek düzeye de gelebilir. Resesyonun yaşandığı genel ortamda yeni stat inşaatları ve bazı alt yapı harcamaları ciddi bütçeler gerektiriyor. Aynı şeyler Polanya ekonomisi için de geçerli. Daralan ekonomi ortamı, yükselen işsizlik,  artan dış borç ve cari açık daha şimdiden bu iki ülke Federasyonlarını kara kara düşündürüyor.

 

Bu Tür Organizasyonlar Ülke Ekonomisine Ne Kazandırıyor?

Aslında sıradan bir futbolsevere göre, Kupa'yı bir takımın kazanmasının Avrupa ve Dünya ekonomisine olumlu ya da olumsuz nasıl bir etki oluşturabileceği, gerçekten de şüpheli bir durum gibi görünebilir. Ama raporların ortaya koyduğu bazı yalın ve iktisadi gerçekler, Kupa'yı kimin kazanacağına göre  Avrupa  ekonomisinin nasıl etkileneceğini de gözler önüne seriyor. Bu da ortaya koyuyor ki,  futbol bugün sadece sportif bir oyun olmaktan öte milyarlarca insanı peşinden sürükleyen, yıllık yüzmilyarlarca dolar gelir yaratan ve bazen ülkeler arasında savaşa bile yol açabilecek kadar etkili bir oyun haline geldi. Yani yabancıların deyimiyle futbol, bugün sadece oyun (game) olmaktan çoktan çıktı ve yaşamımıza yön veren sosyo-ekonomik bir olgu oldu. Bugün futbol günümüzde "iş" olsun diye oynanıyor...

Mastercard'ın 2008 yılında yapmış olduğu araştırmalar ve düzenlediği raporlara göre UEFA Avrupa Futbol Şampiyonası kıtanın en önemli spor etkinliklerinden biri olması sebebiyle EURO 2008, öncelikle katılımcı 16 ülkeye olmak üzere tüm Avrupa ekonomisine 1,5 milyar euro dolayında bir katkı sağladı. Bu etki, grup bazında her bir maçın ortalama 42 milyon euro değerinde olmasıyla özellikle sponsorluk ve ticaret gelirlerindeki yükselme sayesinde birçok ülkede hissedildi. Şampiyonanın ilerleyen safhalarında oynanacak maçların ekonomik getirisi ise çok daha fazla oldu. Turnuva boyunca bilet, yiyecek-içecek satışlarında, yolculuklarda, ticarette, sponsorluk ve reklam gelirlerinde yaşanan artışlar yanı sıra telekomünikasyon ve yeni medya servislerinin daha fazla kullanılmasının, bu turnuvaya katılan ülkelerin ekonomilerine pozitif etkileri olmuştu.  

Futbolun kazancı, yarattığı kayıplardan daha fazla olmasa da, Kupa'yı kazanan sadece yeşil sahada kazanmıyor. Aynı zamanda saha dışında da önemli parasal kazançlara ulaşılıyor. Bu kazancı aslında iki ana başlıkta ele alabiliriz. Birincisi UEFA'nın dağıtacağı maddi parasal ödül; ikincisi ise ölçümlenmesi çok ta kolay olmayan Dışsallıklardan Kaynaklanan gelirler. 

1.Doğrudan elde olunan parasal kazançlar, (Ölçümlenebilir gelirler)

Kupa'yı kazanan takım UEFA tarafından doğrudan parasal olarak ödüllendiriliyor. Çünkü gruplara kalmakla parasal ödül almaya hak kazanan Milli takımlar, şampiyonluğa kadar giden süreçte sadece sportif performans nedeniyle 23 milyon Euro parasal ödül alabiliyorlar. UEFA 2000 yılındaki organizasyonda 72,5 milyon Euro (120 milyon isviçre Frangı), 2004'te düzenlenen şampiyona için de 129 milyon Euro dağıtmıştı. 2008'te dağıtılan ödül ise %42 artırılarak 184 milyon Euro oldu.

Turnuvaya katılan her takım katılım payı olarak 7.5 Milyon Euro (bu rakam Euro 2004'te 4.5 Milyon Euro'ydu) aldı. Grup maçlarında alınan her galibiyete 1 Milyon (2004 Eurocup 'ta bu tutar 625.000 Euro idi), beraberliğe de 500.000 (2004'te 300.000 Euro'ydu) Euro ödül verildi... Çeyrek finale kalan takımlar ekstra olarak 2 Milyon, yarı finale kalan takımlar da 3 Milyon Euro aldı. Buna göre Kupa'yı ve tüm maçlarını kazanan İspanya 23 Milyon Euro'yu kasasına koymuştu.

Türkiye ise bu turnuvada gruplarda aldığı 2 galibiyetten 2 Milyon Euro; çeyrek final ve yarı final maçlarından 5 milyon ve katılım başarısı olarak ta 7.5 milyon euro olmak üzere toplam 14.5 milyon euro bir parasal ödül kazanmıştı.

2.Dışsallıklardan Kaynaklanan Gelirler, (Ölçümlenmesi zor gelirler)

Futbolun kendi dinamikleriyle oluşturduğu bir birim gelir, dokuz birim ilave katmadeğer yaratmaktadır. Bu bağlamda olaya bakıldığında, turizm sektöründen, medyaya; medyadan, tekstile; tekstilden, iletişim ve elektronik sektörüne; reklam ve diğer sektörüne futbolun etkisi yıllık 225 milyar dolara ulaşmış durumda...Bu açıdan bakıldığında bu organizasyonu yapan ülke ekonomileri kesinlikle GSMH'na ilave gelirlere ulaşmış olacaklardır. Aynı zamanda bu turnuva nedeniyle yapılan veya geliştirilen statlar, oteller, tesisler, metro, otoyollar gibi çoğu altyapı yatırımları da ülkeye ilave değerler katmakta ve rant sağlamaktadır.

Dışsallıktan kaynaklanan kazançlara ilişkin 2002 ve 2006 Dünya Kupası ile Euro 2004 ve 2008 sonuçlarına göre yapılan analizlerde ortaya çıkan iktisadi  ve mali gerçekleri çok genel olarak ana başlıklar halinde sıralarsak; 

1.Kupayı kazanan ülkenin ekonomisinde ortalama binde beş ile binde yedi civarında bir büyüme yaşandığı;  

2.Kaybeden ülkenin ekonomilerinde ortalama binde bir ile binde üç oranında daraldığı;

3.Özellikle Kupa'da oynayan gelişmekte olan ülkelerin ekonomileri ile futbol başarıları arasında bir korrelasyon bulunduğu; özellikle ekonomik kriz dönemlerinde  bu ülkelerde futbola daha az kaynak ayrılması, sponsor bulunamaması ve yetenekli futbolcuların gelişmiş İlkelere transfer olması nedeniyle sportif başarının yüksek olmadığı,

Görülmüştür.

Türkiye Bu Organizasyondan Ne Kazanır?

2016'nın ülkemizde düzenlenmesiyle elde olunabilecek olası gelirleri yine iki başlık altında ele alırsak;

I. Doğrudan Elde Olunan Parasal (ölçümlenebilir) gelirler;

1.Takımımızın doğrudan katılacak olması nedeniyle alacağı katılım ücreti. (Bugünkü tutar 7.5 milyon Euro) Sportif performansa göre bu tutar 20 milyon Euro'ya kadar çıkabilir.

2.UEFA bilet gelirinden Federasyon'a kalacak yaklaşık 45 milyon Euro.

3.UEFA bu tür organizasyonlar için söz konusu ülkelere belirli bir bütçe ayırmaktadır. Ve bu şekilde çoğu stat modernizasyonu ve bazı alt yapı ve tesisleri renove edilebilmektedir. (Ancak bu bütçe dikkate alınmamıştır.)

4.Konaklama geliri,

5.ve diğer operasyonel gelirler,

II. Dolaylı Gelirler (Dışsallıktan Doğan)- Ölçümlenmesi Zor Gelirler

1.En az 100 bin adet tv satışından 100 milyon dolar.

2.Forma ve bayrak gibi tekstil ürünlerinden 70 milyon dolar.

3.Yayıncı kuruluşun 25 milyon dolarlık reklam geliri.

4.En az 100 milyon dolarlık tanıtım fırsatı.

5.İletişim ve mobil telefon sektöründen 15 milyon dolar,

6.Hediyelik eşya ve PC oyunları satışından 15 milyon dolar, 

7.Milli takım sponsorluk gelirleri en az 25 milyon dolar.     

Yaklaşık kazanç 300 ile 350 milyon dolar arasında olacak.

 (Sözkonusu rakamlar 2002 ve 2006 Dünya Kupası ile 2004 ve 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası verilerine göre hazırlandı.)

Euro 2016 için yapılması gerekenler

Tabi ki böylesi bir organizasyonu almak ciddi çalışma gerektiriyor. Yapılması gereken Lobi etkinliklerinin dışında statların genel durumu, konaklama, ulaşım, güvenlik gibi temel faktörlerde diğer ülkelerin önüne çıkabilecek bir yapıda olmamız gerekiyor.  Özellikle de maçların oynanacağı statların 2016'ya hazır hale getirilmesi büyük önem taşıyor.

UEFA 2016'ya gidecek takım sayısını da 16'dan 24'e çıkartacak. Bu parasal gelir ve rekabet açısından da büyük önem taşıyor. Ama bu sayınsın artması stat sayısının da artmasını beraberinde getiriyor. Buna göre bizim 2016'ya hazır olabilecek statlarımız aşağıda bir tabloyla gösteriliyor. Buna göre söz konusu stat yatırımları tamamlanırsa  toplam koltuk sayımız da 433.000'e ulaşmış olacak.  Bunun anlamı ise mevcut koltuk kapasitemizde %37'lik bir artış sağlanacak olmasıdır.

2016'ya Hazır Olabilecek Statlar

Şehir / Statyum / Kapasite / Grup maçları / İlk 16 / Çeyrek Final / Yarı Final / Final   

İstanbul Olimpiyat Stadı 72.000 4 1 1 1 1 1

İstanbul Şükrü Saraçoğlu 51.000 4 1 1     

İstanbul Türk Telekom Arena (Yapılıyor) 52.000 4 1 1     

İzmir Atatürk Statyumu(Yenilenecek) 63.000 4 1 1 1   

Ankara 19 Mayıs Statyumu(Yenilenecek) 35.000 4 1       

Kayseri Kadir Has Statyumu (Bitmek üzere) 30.000 3 1       

Trabzon Avni Aker Statyumu(yenilenecek) 40.000 4 1       

Bursa Atatürk Statyumu (Yenilenecek) 30.000 3 1       

Konya Atatürk stadı (yenilenecek) 30.000 3         

Antalya Atatürk Stadı(Yenilenecek) 30.000 3         

2016'ya Türkiye'nin talip olabilmesi için Federasyon'un hızla başta stat yatırımı olmak üzere bazı konularda acilen aksiyonlar alması ve bunları yaşama geçirmesi gerekiyor. 15. Avrupa Futbol Şampiyonası gerçek anlamda bir şölen olacaktır. İlk defa 24 takım mücadele edecek ve daha fazla seyirci ve izleyici sayısına ulaşılabilecektir. Bu kapsamda UEFA öncelikle bu organizasyona aday ülkelerin stat yatırımlarını değerlendiriyor. UEFA normlarına uygun minimum 9 adet stadın ilk etapta UEFA Yönetim kuruluna sunulması gerekiyor. Bu statlardan en az ikisinin 50.000 koltuk kapasiteli ve beş yıldızlı olması; diğer yedi stattan 3'ünün en az 40.000 kapasiteli ve 4 yıldızlı; 3 adetinin de 3 yıldızlı ve minimum otuzar bin  koltuğa sahip olmaları ön koşullardan en önemlisi. 

2016 için mevcut statlarımızın UEFA standartlarına uygun hale getirilebilmesi ve yeni stat inşaatları yaklaşık 537.6 milyon Euroluk bir bütçeyi zorunlu hale getiriyor. Bu konuda olası maliyetler aşağıdaki tabloda gösterilmektedir.

Euro 2016 için Katlanılacak Olası Stat Maliyetleri

Şehir / Statyum / kapasite / Koltuk Adedi / Hedef Kapasite / Öngörülen Gider(Euro) / Açıklama 

İstanbul Olimpiyat Stadı 72.000 72.000 72.000 9.600.000 UEFAşartlarına uygun

İstanbul Şükrü Saraçoğlu 51.000 51.000 51.000 0 UEFA şartlarına uygun

İstanbul Türk Telekom Arena (Yapılıyor) 52.000 52.000 52.000 230.000.000 Yeni proje. Tamamlanmak üzere.

İzmir Atatürk Statyumu(Yenilenecek) 63.000 51.000 63.000 25.000.000 Kapasite artırımı. UEFA standartlarına uygun hale getirme

Ankara 19 Mayıs Statyumu(Yenilenecek) Yeni 0 35.000 63.000.000 Yeni proje

Kayseri Kadir Has Statyumu (Bitmek üzere) 30.000 30.000 30.000 75.000.000 Yeni proje

Trabzon Avni Aker Statyumu(yenilenecek) 21.700 21.700 40.000 30.000.000 Kapasite artırımı. UEFA standartlarına uygun hale getirme

Bursa Atatürk Statyumu (Yenilenecek) 21.000 21.000 30.000 20.000.000 Kapasite artırımı. UEFA standartlarına uygun hale getirme

Konya Atatürk stadı 19.440 7.500 30.000 20.000.000 Kapasite artırımı. UEFA standartlarına uygun hale getirme

Antalya Atatürk Stadı Yeni 0 30.000 65.000.000 Yeni proje

Toplam         537.600.000 

Euro 2008'in Statları aşağıdaki tablodan görülebilir. Söz konusu statların modernize edilmesi nedeniyle İsviçre ve Avusturya'nın harcamış oldukları tutar yaklaşık 440 Milyon dolara ulaşmıştı. İsviçre ve Avusturya'nın organizasyon nedeniyle katlandıkları maliyet ise yaklaşık 846 milyon euro civarındaydı.

Yapılan hesaplamalara göre Euro 2008'in dışsal etkileriyle birlikte İsviçre ve Avusturya'ya katkısı yaklaşık 1,5 milyar euro oldu.

Euro 2008 Statları 

Ülke / Şehir / Stadyum / Kapasite / Ev Sahibi Kulüp / Maçlar

İsviçre Basel St. Jakob-Park 42.500 FC Basel İlk maç, 2 grup maçı, 2 çeyrek final maçı, 1 yarı final maçı.

 Bern Stade de Suisse, Wankdorf 32.000 BSC Young Boys 3 grup maçı

 Cenova Stade de Genève 32.000 Servette FC 3 grup maçı

 Zürih Letzigrund Stadion 32.000 FC Zürich 3 grup maçı

Avusturya Innsbruck Tivoli-Neu Stadion 30.000 FC Wacker Tirol 3 grup maçı

 Klagenfurt Wörthersee Stadion 30.000 FC Kärnten 3 grup maçı

 Salzburg Wals Siezenheim Stadium 30.000 Red Bull Salzburg 3 grup maçı

 Viena Ernst Happel Stadion 50.000 Austria 3 grup maçı, 2 çeyrek final maçı, 1 yarı final maçı ve FİNAL.

Euro 2016'yı organize etmemiz halinde, bu organizasyonun Türk futbol pastasına ilave katkısı 400 milyon Euro civarında olabilecektir. Bu gelirin diğer etkileriyle birlikte Türk ekonomisine katkısı Euro 2008 örneğini baz alırsak, 2-2,5 milyar Euro'ya kadar çıkabilecektir. (Euro 2008'in İsviçre ve Avusturya ekonomilerine etkileri hakkında daha detaylı bilgi için Zürih Turizm Enstitüsü'nün detaylı çalışması ve Mastercard'ın Euro 2008 araştırma raporuna bakılabilir)

Sadece ekonomik gelişme ve beklentiler için değil, Türkiye'nin tanıtımı ve futbol ülkesi olabilmesi için de bu organizasyonların içinde yer alması gerekiyor. İsviçre ve Avusturya'nın Euro 2008'deki cansız ve renksiz birer ülke karakteri çizmelerine karşın Türkiye'nin ekstra avantajları bulunuyor. Bu avantajların nakde tahvil edilebilmesi ve Türk futbol pastasının büyütülmesi anlamına geliyor.

Türkiye'nin bu organizasyona talip olabilmesi ve alabilmesi için gereken her türlü detaylı harcama projesi ve bütçesinin titizlikle çalışılması gerekiyor. Bu konuda belki TFF gerekli çalışmaları yapıyordur. Bu kapsamda sayın Ömer Tanrıöver'in Deloitte Spor Servisi olarak yaptığı "Dünya Kupası Türkiye'de" çalışması bir yol haritası olabilir.

SONUÇ

Milyar dolarlara ulaşan küresel gelirleriyle dev bir endüstri haline gelen futbolun finansal ve iktisadi gücünü 2008 Eurocup ile bir kez daha görme fırsatı bulacağız. Sadece bu turnuvayı düzenleyen ülkelere değil, aynı zamanda bu turnuvaya katılan 16 ülkeye de futbol ekonomik anlamda ciddi bir gelir katkısı sağlayacak, ekonomik katma değer üretecek.

Futbolun kazancı yarattığı kayıplardan daha fazla olmasa da, Kupa'yı kazanan sadece yeşil sahada kazanmıyor. Aynı zamanda saha dışında da önemli parasal kazançlara ulaşılıyor. Bu kazanç iki şekilde oluyor.

2.Doğrudan elde olunan parasal kazançlar,

Kupa'yı kazanan takım UEFA tarafından doğrudan parasal olarak ödüllendiriliyor. Çünkü gruplara kalmakla parasal ödül almaya hak kazanan Milli takımlar, şampiyonluğa kadar giden süreçte sadece sportif performans nedeniyle 23 milyon Euro parasal ödül alabiliyorlar. UEFA 2000 yılındaki organizasyonda 72,5 milyon Euro (120 milyon isviçre Frangı), 2004'te düzenlenen şampiyona için de 129 milyon Euro dağıtmıştı. 2008'te dağıtılan ödül ise %42 artırılarak 184 milyon Euro oldu.

Turnuvaya katılan her takım katılım payı olarak 7.5 Milyon Euro (bu rakam Euro 2004'te 4.5 Milyon Euro'ydu) aldı. Grup maçlarında alınan her galibiyete 1 Milyon (2004 Eurocup 'ta bu tutar 625.000 Euro idi), beraberliğe de 500.000 (2004'te 300.000 Euro'ydu) Euro ödül verildi...

Çeyrek finale kalan takımlar ekstra olarak 2 Milyon, yarı finale kalan takımlar da 3 Milyon Euro aldı. Final karşılaşmasında kupayı kaldıran takım İspanya 7.5 Milyon Euro, kaybeden Almanlar ise 4.5 Milyon Euro almışlardı. Buna göre Kupa'yı kazanan İspanya 23 Milyon Euro'yu kasasına koymuş oldu. 

3.Dışsallıklardan Kaynaklanan Gelirler,

Futbolun kendi dinamikleriyle oluşturduğu bir birim gelir, dokuz birim ilave katmadeğer yaratmaktadır. Bu bağlamda olaya bakıldığında, turizm sektöründen, medyaya; medyadan, tekstile; tekstilden, iletişim ve elektronik sektörüne; elektronik sektöründen reklam sektörüne futbolun etkisi yıllık 225 milyar dolara ulaşmış durumda...Bu açıdan bakıldığında bu organizasyonu yapan ülke ekonomileri kesinlikle GSMH'na ilave gelirlere ulaşıyorlar.  Aynı zamanda bu turnuva nedeniyle yapılan veya geliştirilen statlar, oteller, tesisler, metro, otoyollar gibi çoğu altyapı yatırımları da ülkeye ilave değerler katmakta ve rant sağlamaktadır.

Feel the Difference, Feel the Excellence
Yukarı
tatar ilker Liste gör
Usta Yazar


Tatar İlker
Yaş: 41
Katılım: 30/Tem/2007
Yer: Istanbul
Online Durum: Offline
Mesajlar: 2637
  Alıntı tatar ilker Alıntı  CevaplaCevapla Direct Link To This Post Tarih: 16/Şub/2009 saat 18:40
Futbol para liginde kur kaybı ve listeye ilk giren Türk takımı Fenerbahçe

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
taksar@gmail.com

16.02.2009 - 08:56

Giriş

Deloitte her yıl düzenli olarak Avrupa futbolunun mali görünümüne ilişkin ciddi raporlar hazırlıyor ve bunları yayınlıyor. Bu yıl on ikincisini yayınladı. Ancak bu seneki raporun iki ilginç özelliği var. Bunlardan ilki ve en önemlisi; Türk futbol ekonomisi için de büyük bir önem taşıyan Fenerbahçe'nin 19. sıradan bu listeye girmesi…(Bunun üzerinde daha doğrusu bu ilkin üzerinde birazdan detaylıca duracağız.) İkincisi ise ekonomik krizin vurduğu İngiliz futbolu ve bu nedenle listeye giremeyen İngiliz kulüpleri. Zira, ekonomik kriz nedeniyle İngiliz Sterlini'nin, Euro ve dolar karşısında ciddi değer kaybetmesi sonucuyla, listeye girebilecek en az üç İngiliz kulübünün liste dışında kalmasına neden olması.

Başlık ve ana tema olarak kur kayıplarına dikkat çeken rapor, kulüplerin 2007-08 sezonunun en az dokuz aylık dönemlerine ilişkin, güvenilir ve de ulaşılabilir gelirlerini baz alarak düzenlenmiş. Kulüplerin bir takvim yılı içinde elde ettikleri, maç günü gelirleri (bilet satışları ve kombine kart gelirleri), tüm naklen yayın gelirleri, ticari gelirler, sponsorluk gelirleri ile merchandising gelirleri rapora dahil edilirken, kulüplerin oyuncu satımından elde olunan transfer gelirleri ile sermaye hareketlerine bağlı oluşan futbol dışı gelirleri dikkate alınmadı.

Kimler girdi, kimler çıktı, kim ne kadar pay alıyor?

Deloitte'un bu yıl ki düzenlediği "En Zengin 20" listesine iki yeni kulüp (Fenerbahçe ve Manchester United) girerken, geçen yıldan Alman Werder Bremen ve İspanyol Valencia'nın listeden çıktığını görüyoruz.

Geçen yılın en zengin 20'si içinde 6 İngiliz; 4 Alman, 4 İtalyan; 3 İspanyol, 2 Fransız ve bir İskoç kulüp yer alırken; bu yıl İngilizler'in listeye fazladan bir kulübü daha, Manchester City'i sokarak sayıyı 7'e çıkardıklarını; Almanlar'ın ve İtalyanlar'ın dörder kulüple yollarına devam ettiklerini; İspanyol kulüp sayısının da bir eksilerek 2'ye gerilediğini; İskoç Celtic'in yerine de Fenerbahçe'nin girdiğini gözlemliyoruz.

Bu sene en parlak performansı bir önceki yıla göre gelirlerini yüzde 32.5 artırarak, 223,3 milyon Euro'dan 295,3 milyon Euro'ya yükselten B.Münih sergilemiş bulunuyor. Son beş yıldır ilk beşe giremeyen Bayern'in özellikle ticari gelirlerindeki önemli artış, onları 7. sıradan 4. sıraya taşımış durumda. Yine en önemli artışı kaydeden bir başka kulüp olarak ta karşımıza O.Marsilya çıkıyor. O.Marsilya'nın bir önceki yıla göre gelirlerini yüzde 28 artırdığını görüyoruz.

Bu listeye bu sene 19. sıradan giren Fenerbahçe'nin de Deloitte'un raporlarına göre gelirlerini bir önceki sezona göre yüzde 275 artırarak, 87 milyon Euro'dan 111,3 milyon Euro'ya yükselttiğini gözlemliyoruz.

Deloitte'un 2006/07 ve 2007/08 En Zengin 20 Kulüp listesine takım veren ülkeler

Ülke   /    2007/08 Sezonunda Listeye Giren Takım Sayısı    /   2006/07 Sezonunda Listeye Giren Takım Sayısı   /    2007/08 gelir Toplamı (Bin Euro) /   Toplam gelir İçindeki Payı   /  2006/07 Gelir Toplamı (Bin Euro)   /    Toplam gelir İçindeki Payı payı

İngiltere 7   6   1.443,6   0,37   1.351,1   0,37

Fransa    2   2   282,5      0,07     239,6    0,06

Almanya  4  4    683,1      0,17     555,3    0,15

İtalya      4  4    725,3      0,19     691,8     0,19

İspanya  2  3    674,6      0,17      748,7    0,20

Türkiye   1  1    111,3      0,03       111,8    0,03

ve Diğer 
 
Toplam  20 20  3.920,4    1,00      3.698,3  1,00

2006/07 ve 2007/08 sezonunda en zengin 20 kulüp sıralamasına giren kulüplerin yarattıkları toplam gelirin ve bunun paylaşımına bakıldığında ise; bir önceki sezona göre toplam gelirin yüzde 6 oranında artarak 222,1 milyon Euro yükseldiğini görüyoruz.

Bu yıl ki en zengin 20 sıralamasında yer alan 7 İngiliz kulübünün yaratmış olduğu toplam gelir 1 milyar 443 milyon 600 bin Euro civarında ve bu tutar toplam 20 kulübün gelirinin yüzde 37'sine karşılık geliyor. İngiliz kulüplerinden sonra en fazla gelir yaratan ülke olarak İtalya'yı görüyoruz. İtalyanlar listeye dört kulüp verirken; bu dört kulübün toplam ciroları 725,3 milyon Euro'ya ulaşmış durumda. 4 İtalyan'ın toplam gelirden aldığı pay ise yüzde 19. İtalya'yı İspanya izliyor. İspanya'nın 2 takımı Real Madrid ve Barcelona toplam 674,6 milyon Euro gelire sahip ve bu iki takımın gelirleri, toplam gelirin yüzde 17'sine karşılık geliyor. Alman Bundesliga'nın da dört takımla iştirak ettiği bu listede, Alman ekiplerinin toplam gelir içindeki payları İspanyollar'ın payına eşit. En Zengin 20 listesine 2 kulüple katılan Fransızlar ise En Zengin 20'nin en fakirleri konumunda. 2 Fransız kulübün gelirleri, toplam gelirin sadece yüzde 7'sini oluşturuyor. Listeye 19. sıradan giren Fenerbahçe ise 111,3 milyon Euro'luk geliriyle, toplam gelirden yüzde 3 oranında pay alıyor.

2006/07 sezonunda en zengin 20 sıralamasına giren kulüplerin ortalama gelirleri 184,9 milyon Euro iken; 2007/08 sezonunda bu gelirin yüzde 6 artarak, 196,1 milyon Euro'ya yükseldiğini görüyoruz.

En Zengin 20 Kulüp

Sıra  /   Kulüp    /  Gelir Milyon Euro  
2007/2008                                 2006/2007 

1 Real Madrid 365,8                 1 Real Madrid 351,0

2 M.United 324,8                      2 M.United 315,2

3 Barcelona 308,8                     3 Barcelona 290,1

4 B.Münih 295,3                        4 Chelsea 283,0

5 Chelsea 268,9                        5 Arsenal 263,9

6 Arsenal 264,4                         6 Milan 228,7

7 Liverpool 210,9                       7 B.Münih 223,3

8 Milan 209,5                             8 Liverpool 206,5

9 Roma 175,4                            9 Inter 176,7

10 Inter 172,9                          10 Tottenham 153,1

11 Juventus 167,5                    11 Roma 145,2

12 O.Lyon 155,7                       12 Juventus 141,2

13 Schalke 04 148,4                 13 O.Lyon 140,6

14 Tottenham 145,0                 14 Newcastle Utd. 129,4

15 Hamburg 127,9                    15 Hamburg 120,4

16 O.Marsilya 126,8                  16 Schalke 04 114,3

17 Newcastle Utd. 125,6          17 Celtic 111,8

18 Stuttgart 111,5                   18 valencia 107,6

19 Fenerbahçe 111,3               19 O.Marsilya 99,0

20 M.City 104,0                        20 W.Bremen 97,3

Toplam   3.920,4                      Toplam   3.698,3

 
Ortalama 196,1                        Ortalama 184,9
 
İngilizler, kurdan kaybetti

Girişte de belirttiğim üzere, bu yıl özellikle İngiliz kulüplerinin gelirleri, küresel ekonomik kriz nedeniyle ciddi darbe yemiş durumda. Çünkü Sterlin'in Euro karşısında aşırı değer yitirmesi, kulüp gelirlerinin düşmesine yol açtı. Eğer Sterlin Euro karşısında değer yitirmemiş olsaydı, en zengin 20 sıralamasında bu yıl en az dokuz İngiliz kulübünü görecektik ve Manchester United da ilk sırada yer alacaktı. Haziran 2007'de 1£= 1,4856 € iken; 30 Temmuz 2008'de bu parite yüzde 15'lik bir düşüşle 1,2632'ye gerilemiş durumda. Krizin en büyük etkilerinden birisi olarak görebileceğimiz, lokal para değer kaybı sonuçta İngiliz kulüplerinin gelirlerini önemli ölçüde azaltmış durumda. £/€ paritesindeki bu gerileme olmamış olsaydı, Manchester United'ın listede görünen geliri 381,9 milyon; Chelsea'nin 316,3; Arsenal'in 310,9; Liverpool'un 248,1; Tottenham'ın 170,5; Newcastle'ın 147,7 ve Manchester City'nin de 122,3 Euro geliri olacaktı. Buna göre sadece listeye giren 7 İngiliz kulübünün pariteden oluşan kaybı toplam 254,5 milyon Euro'ya ulaşmış durumda. Yine buna göre ekonomik krizin etkisi lokal para değer kaybına uğramamış olsaydı; West Ham 121,1 milyon Euro; Everton 112,5 milyon Euro Aston Villa da 112,3 milyon Euro'luk gelirle en zengin 20 sıralamasındaki yerlerini almış olacaklardı.

En zengin 20 kulüp, 3.9 milyar Euro gelir yaratıyor!

Listeye giren En Zengin 20 kulübün toplam gelirleri, 2006 yılına göre 222,1 milyon Euro'luk bir artışla (yüzde 6), 3.9 milyar Euro'ya ulaşmış durumda. Bu tutar yaklaşık 13,5 milyar Euro tutarındaki Avrupa futbol pastasının da yüzde 2,88'ini oluşturuyor. İlk sırada, dört yıldır liderliği kimseye kaptırmayan, 365.8 milyon Euro'luk geliriyle Real Madrid'i görüyoruz.

2007-08 sezonunda En Zengin 20 Kulüp'ün gelirleri (Milyon Euro)

Fenerbahçe ne yaptı?

Fenerbahçe ilk kez Türk futbol ekonomisi tarihinde bir ilke imza atarak Deloitte'un Para Ligi'ne girdi. Aslında bakıldığında ara sıra bu listeye kulüp veren İskoçya, Portekiz gibi ülkeleri saymazsak, beş büyük ligin dışında Para Ligi'ne giren başka ülke takımı yok. İngiliz Premier Lig, Alman Bundesliga, İspanyol La Liga, İtalyan Serie-A ve Fransız Lig 1'i gerçekten bu konuda bir kartel oluşturmuş durumdalar. Bu beşli'nin Avrupa futbol pastasından aldığı pay onlara sportif performansta büyük bir rekabet üstünlüğü sağlıyor. Öyle ki, bu ülkelerin takımlarının dışında Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunu kazanan tek takım olarak sadece Porto'yu görüyoruz. Hatırlanacağı üzere Porto, 2003-2004 sezonunda Monaco'yu Deco'nun mükemmel oyunuyla 3-0 yenerek kupa'yı bu beşli çetenin dışında çıkaran ilk takım olmuştu. Bu başlamda Fenerbahçe'nin böyle bir lige girmesi Türk futbolunun vizyonu ve geleceği açısından da büyük bir önem taşıyor.

Fenerbahçe'yi Para Ligi'ne taşıyan iki önemli gelişme görüyoruz. Bunlardan ilki Fenerbahçe'nin geçen yıl Şampiyonlar Ligi'nde göstermiş olduğu başarılı performansın sonucunda kazandığı ekstra paralar ve 100. yıl organizasyonu nedeniyle elde olunan önemli tutarda parasal gelir.

Fenerbahçe'yi Para Ligi'ne taşıyan gelirlerinin bileşimine bakıldığında toplam gelirlerinin yüzde 50'sinin yani 56,7 milyon Euro'luk kısmının ticari faaliyetlerinden geldiğini; ortalama 42.500 seyirciye oynayan Fenerbahçe'nin 27,9 milyon Euro'luk gelirinin (yüzde 25'inin) maç günü gelirlerinden oluştuğunu; kalan yüzde 23,9'luk bölümünün ise 26,7 milyon Euro tutarındaki naklen yayın gelirlerinden sağlandığını görüyoruz.

Fenerbahçe'nin 2006-07 sezonundan itibaren gösterdiği mali performans ve 2007-08 sezonunda gelen sportif başarı, kulübün gelirlerini de önemli ölçüde artırdı. Buna göre Fenerbahçe'nin gelirleri 2006 yılında 62 milyon Euro iken; bu tutar bir sene sonra 82 milyon Euro'ya ve 2008 sezonunda da 111,3 milyon Euroya kadar yükseldi. 2006 yılına göre gelirlerini yüzde 79 artırma başarısı gösteren Fenerbahçe'nin 2007/08 sezonunda Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finale yükselmesi, kulübün kasasına ilave 17,3 milyon Euro'nun girmesine olanak sağladı. Şampiyonlar Ligi maçlarının sağladığı ekstra maç günü gelirleri ve UEFA havuzundan gelen paralarla birlikte bu tutar 26,7 milyon Euro'ya kadar yükseldi. Yine bu dönemde Fenerbahçe'nin ticari gelirlerinin artmasında en önemli gelir kalemlerinden birisi olarak da karşımıza 100. yıl organizasyonundan elde olunan gelirler çıkıyor. Sadece 2007 yılında 9,5 milyon Euro civarında 100. yıl kutlamasına ilişkin piyango ve diğer 100. yıl geliri elde eden Fenerbahçe, 2008 yılında da yine buna benzer bir performans sergiledi.

Fenerbahçe bu performansı sürdürülebilir mi?

Para Ligi'ne giren ilk Türk takımı olarak tarihe geçen Fenerbahçe'nin bu performansının arka planına bakıldığında mali performansın yıllar itibariyle düzenli ve istikrarlı bir şekilde arttığını gözlemliyoruz. Bunda en önemli faktör olarak karşımıza yenilenen ve koltuk başına katmadeğeri artırılan Şükrü Saraçoğlu Stadyumu çıkıyor. Her geçen gün ilave katmadeğer yaratabilecek şekilde stadı modernize eden Fenerbahçe, bu sayede hem parasal gelirlerini ciddi bir şekilde artırdı, hem de ezeli rakipleri Galatasaray ve Beşiktaş'a kapatılması çok zor farklar attı. Gerçek anlamda, Fenerbahçe bugün Türkiye'de endüstriyel dönüşüm dinamiklerini en iyi kavrayan ve hayata geçiren bir kulüp. Son yıllardaki sportif performansın paraya tahvil edilmesinde üstün bir beceri gösteren Fenerbahçe, bunun semeresini Para Ligi'ne girerek elde etmiş oldu. Yine aynı zamanda bütçe itibariyle de Galatasaray ve Beşiktaş'ın önünde ve üstünde bir büyüklüğe sahip Fenerbahçe, özellikle Fenerium projesinde de rakiplerine göre ön plana çıktı.

Genel olarak bakıldığında gelir yönünden başarılı bir performans sergileyen Fenerbahçe ne yazık ki, gider ve borç yönetimi konusunda aynı parlak performansı sergileyemedi. 2008 yıl sonu hesaplarına göre 280,7 milyon TL'si gelir; 291,6 milyon TL de gidere sahip Fenerbahçe'nin, 149,6 milyon YTL da borcu bulunuyor. Yıllar itibariyle önemli sayılabilecek gider fazlası veren Fenerbahçe'nin, 2008-09 sezonunda sportif ve mali performans bakımından bugün arzu edilen noktadan uzakta olduğu görülüyor. Özellikle son sezonda yapılan transfer harcamaları ve buna bağlı olarak artan takım giderleri, kulübün gelir yapısını ciddi zorlar duruma gelmiştir. Bugünkü koşullarda sahip olduğu potansiyeli ve olanakları bakımından en kolay ve en rahat nakit yaratabilecek konumda bulunan Fenerbahçe'nin sezon sonunda Şampiyonlar Ligi'ne gidememesi durumunda önemli bir gelir ve prestij kaybına uğrama olasılığı yüksek görünüyor. Bu düşüncemizin bir başka nedeni de borçlanmasının büyük bir kısmı dövize endeksli kredilerden oluşan Fenerbahçe'nin, giderek bozulan ekonomik konjonktürün olumsuz etkisinden en fazla etkilenecek kulüplerin başında geliyor olmasıdır. Özellikle TL'nın Euro ve Dolar karşısında aşırı değer yitirmesi, İngiliz kulüplerinde olduğu gibi Fenerbahçe'nin de gelirlerinde bazı olumsuzluklara yol açabilir.

Rapora göre kriz futbolu teğet geçti!

Kişisel değerlendirmem odur ki; Deloitte'un 2007/08 sezonuna ilişkin düzenlemiş olduğu Para Ligi'ne damgasını vuran asıl olay, (Rapor her ne kadar kabul etmese de) ekonomik kriz ve bunun olumsuz etkileridir. Rapor bir yandan futbolun ekonomik krizden çok fazla etkilenmediğini ve krize karşı bir dirence sahip olduğunu ifade etmesine karşın; diğer taraftan krize karşı futbolun bağışıklığının da zorlanacağını dile getirmesi ve rehavete kapılmama anlamına gelecek bazı tavsiye nitelikli yönlendirimlerde bulunması bir çelişkiye ama aynı zamanda bir gerçeğe de işaret ediyor.

Raporda genel olarak, yaşanılan küresel krize karşı futbolun dirençli çıktığı ve krize karşın futbolun kayda değer bir seyirci kitlesi kaybetmediği; bunda da en önemli faktörün taraftarın sadakat duygusu ile kulüplerin yapmış oldukları uzun vadeli naklen yayın gelirleri ile sponsorluk kontratlarının önemli bir etkisinin bulunduğu ifade olunuyor. Ama buna karşın kulüplerin bu gelirlere güvenerek, rehavete kapılmamaları ve gerekli önlemleri almaları da vurgulanıyor.

İkinci eleştiri yapılabilecek konu ise, listede yer alan 20 kulübün gelirlerinde ekonomik krizin etkilerinin sınırlı kaldığı yönünde. Oysa raporun daha henüz giriş kısmında da belirtildiği üzere kulüplerin verileri 9 aylık bir dönemi kapsıyor. Krizin 2008'in Eylül ayından itibaren yaşanmaya ve giderek şiddetini artırdığı dikkate alınırsa, doğal olarak kulüplerin gelirlerine krizin etkisi de sınırlı kalacaktır. Ancak rapor diğer taraftan aşağıdaki tespiti yaparak, aynı zamanda bir çelişkiye de neden oluyor.

Raporun kendi ifadesine göre kriz nedeniyle İngiliz Sterlininin Euro karşısında değer yitirmesi, İngiliz kulüplerinin gelirlerinde önemli erozyonlara neden olmuş… Nitekim İngiliz Sterlini'nin Euro karşısında değer kaybetmesi nedeniyle geçmiş yıllarda En Zengin sıralamasında yer alan bazı Premier Lig kulüplerinin gelirlerindeki kayıp 250 milyon Euro'ya ulaşıyor. Bu hasar oluşmamış olsaydı en az üç İngiliz kulübü daha bu listeye girecekti. (20 takımın yarısının İngilizlerden oluşması da ayrıca bir tartışma konusu!)

Sonuçta bu kulüpler sıralama dışında kalmış ve bu durum Fenerbahçe'ye marjinal bir katkı sağlamıştır. Bu olumsuzluğun sağladığı dışsallık ile Fenerbahçe sahip olduğu 111,3 milyon Euro'luk geliriyle bu listeye 19. sıradan girme başarısı göstermiştir.

Rapora ilişkin geçmişten beri yaptığım bir eleştiri de, rapor düzenlenirken sadece gelirlerin dikkate alınmasıdır. Oysa gelirlerin yanı sıra, kulüplerin mali yükümlülüklerini de dikkate almak daha sağlıklı bir bakış açısı sağlayacaktır. Bu bağlamda örneğin 1.215 milyon Euro borcu bulunan Chelsea'nin 268.9 milyon geliri olmasının pratikte ne anlamı vardır? Futbol sadece gelirden mi ibarettir? Bu gelirler ne pahasına elde edilmektedir? Sadece geliri dikkate alıp, gider ve borcu görmezden gelmek son derece sağlıksız ve yanlıştır ve bizi sektör hakkında yanlış analizlere ve çıkarımlara götürür.

Bütün bunların ötesinde son söz olarak ifade edersek; ne şekilde olursa olsun bir Türk takımının bu listede yer alması Türk futbolu ve futbol ekonomisi için çok önemli bir gelişmedir. Bu gelişme doğal olarak diğer Türk takımlarına da bir vizyon veriyor ve tarihsel bir misyon yüklüyor.

 
Feel the Difference, Feel the Excellence
Yukarı
tatar ilker Liste gör
Usta Yazar


Tatar İlker
Yaş: 41
Katılım: 30/Tem/2007
Yer: Istanbul
Online Durum: Offline
Mesajlar: 2637
  Alıntı tatar ilker Alıntı  CevaplaCevapla Direct Link To This Post Tarih: 24/Şub/2009 saat 00:43
Futbola Yeni Parasal Çeki Düzen!

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
taksar@gmail.com

23.02.2009 - 09:13

Futbol tüm yaşadığımız ekonomik olumsuzluklar ve  parasal sıkıntılar içinde yolunu bulmaya çalışıyor. Yolunu bulurken de, futbola düşünceleri ve eylemleriyle yön veren, daha doğrusu yön vermeye çalışan birisi var. O da UEFA başkanı Michel PLATİNİ. Gerçekten de futbolculuk döneminde olduğu gibi şimdi de futbol adamlığı ve yöneticiliğiyle bu duruşunu devam ettiriyor ve sergilediği bu duruş, futbolun geleceği için bir ümit olmaya devam ediyor. Platini bu güzel oyunun her şeyden önce güzelliğinin yitip gitmesini istemiyor. Futbolu güzel olduğu kadar sezgisel bir oyun olarak ta değerlendiriyor ve geleceğe ilişkin ciddi endişelerini zaman zaman  dile getirmekten de çekinmiyor.

Finansal Dengesizlik Futbolun Dengesini Bozuyor

Platini futbol kulüpleri arasında giderek artan finansal dengesizliğin, rekabeti olumsuz yönde etkilediğini en çok düşünen futbol adamlarından birisi. Görevi gereği rekabeti iyi yönetmek ve futbolu sağlıklı bir geleceğe  taşımak istiyor. Platini bunu yapmak isterken; uygulama ise tam bir anti-Platini gelişim trendi içinde yol almaya devam ediyor. Özellikle zengin iş adamlarının sıkıntı içindeki futbol kulüplerine aktardığı paranın, futbolun balansını zenginden yana bozduğunu herkesten önce gören ve buna karşın sorumluluğunun gereğini yerine getirmeye çalışan bir futbol adamı ve yöneticisi o. Onun tüm bu çabaları aslında futbolun güzel ruhunun kaybolmaması için…

Platini'yi Kızdıran Tablo

Futbol tutkunu Platini'yi kızdıran birkaç tablo var. Onları aşağıda sizlerle paylaşacağız. Ancak bu tablolar içinde İngiliz kulüplerinin Avrupa'da giderek finansal dengesizliği kendi leyhlerine bozduklarının en tipik ve en son örneklerinden birisi şüphesiz ki Deloitte'un 2007-08 sezon verilerine göre düzenlediği Para Ligi sıralamasıdır. Bu sıralamadaki en zengin 20 kulüpten yedisinin İngiliz kulübü olması gerçekten de Avrupalı kulüpler arasındaki finansal dengsizliğin en açık ve somut  örneğini ortaya koyuyor.

1. En Zengin 20 İçindeki Ağırlık

Aşağıdaki tablodan da görülebileceği üzere, bu yıl ki en zengin 20 sıralamasında tam yedi İngiliz kulübü yer alıyor. Yani Avrupa'nın en zengin 20 kulübünün %35'i İngilizlere ait.  2007/08 sezonunda en zengin 20 kulüp içinde yer alan 7 İngiliz kulübünün toplam gelirleri 1.443 milyon Euro'ya ulaşırken; İngiliz kulüplerinin gelirleri, en zengin 20'nin %36.8'ine karşılık geliyor. Bu oran bir önceki sezonda da %36.5 dolayındaydı.  En zengin 20 kulübün ortalama geliri 196,1 milyon Euro'ya ulaşırken; 7 İngiliz Kulübünün ortalama geliri ise 206,2 milyon Euro civarında.

2007/08 Sezonu En Zengin 20 Kulüp İçinde İngiliz Kulüpleri    -     2006/07 Sezonu En Zengin 20 Kulüp İçinde İngiliz Kulüpleri

Sıra  / Kulüp  / Gelir Milyon  Euro  

 
2 M.United 324,8          2 M.United 315,2

5 Chelsea 268,9           4 Chelsea 283,0

6 Arsenal 264,4            5 Arsenal 263,9

7 Liverpool 210,9          8 Liverpool 206,5

14 Tottenham 145,0    10 Tottenham 153,1

17 Newcastle Utd. 125,6  14 Newcastle Utd. 129,4

20 M.City 104,0    

  En Zengin 20 İçindeki İngiliz Kulüplerinin Gelirleri Toplamı 1.443,6   -  En Zengin 20 İçindeki İngiliz Kulüplerinin Gelirleri Toplamı 1.351,1

 En Zengin 20'nin Gelirleri Toplamı 3.920,4   - En Zengin 20'nin Gelirleri Toplamı 3.698,3

 İngiliz Kulüplerinin En Zengin 20'nin Geliri içindeki payları %36.8   - İngiliz Kulüplerinin En Zengin 20'nin Geliri içindeki payları %36.5

 İngiliz Kulüplerinin Ortalaması 206,2  -  İngiliz Kulüplerinin Ortalaması  225,2

 Diğer Kulüplerin Ortalaması 196,1   - Diğer Kulüplerin Ortalaması 184,9

 İngiliz Kulüp Sayısı/En Zengin 20 Kulüp sayısı %35  -  İngiliz Kulüp Sayısı/En Zengin 20 Kulüp sayısı %30

2. İngiliz Futbolu'na akan Yabancı Sermaye

İngiliz futbolu Deloitte'un raporlarına göre yıllık yaklaşık 3.5 milyar dolar civarında bir gelir yaratıyor. Avrupa futbol pastasının yüzde yirmisine karşılık gelen bu tutar, diğer liglerle kıyasladığımızda gerçekten olağanüstü bir rakam olarak karşımıza çıkıyor. Bu denli büyük para yaratan bu lig'de tüm profesyonel kulüpler şirket şeklinde örgütlenmek zorunda oldukları için, bu şirketlerin hisseleri de alınıp satılabilmekte; kulüpler Londra borsasına kote olabilmektedirler. Gerek bu durum, gerekse Premier Lig maçlarının özellikle hafta sonları 172 ülkede canlı yayınlanıyor olması ve yaklaşık 470 milyon insanın bu ligi ilgiyle izlemesi, Premier Lig kulüplerinin yabancı yatırımcı için önemli bir cazibe merkezi olmasına neden oluyor.

Aşağıdaki tablodan da görülebileceği üzere Premier Lig'deki yabancı yatırım tutarı 2.159 milyon Sterlin'e ulaşmış durumda.  Bu tutar, kulüp yatırımı için gelen sermaye olmakla birlikte, Roman Abramovich- Chelsea örneğinde olduğu gibi bir de kulüp sahiplerinin, faaliyetlerin finansmanına yönelik olarak kulüplere işletme sermayesi olarak koydukları tutarları da dikkate aldığımızda bu tutar 4 milyar Sterlin'e ulaşıyor. Bu nedenledir ki, İngiliz kulüplerinin toplam borçları 5.750 milyon  dolara ulaşıyor. Şu anda İngiliz futbol kulüplerinde borç/gelir rasyosu  %157 civarındadır. Bu rasyo bize, İngiliz futbol kulüplerinin ürettiklerinden daha fazla tükettiklerini; yani gelirlerinin çok üstünde bir borçlanmaya gittiklerini gösteriyor.

İngiliz Futbolu'nda Yabancı Sermaye (Milyon Sterlin)

Takım - Kulüp Sahibi - Ülke -  Satın Alma Tutarı - Payı (%)  - Alındığı Tarih

Fulham            Muhammed El fayed       Mısır             32     100      1997

Chelsea          Roman Abramovich         Rusya           150   100      2003

Man. Utd         Malcolm Glazer               ABD               850   100      2005

West Ham       Eggert Magnussan        İzlanda            92    100     2006

Aston Villa       Randy Lerner                ABD                  68    100     2006

Portsmouth     Alexander Gaydamak    Rusya               11    100    2006

Blackpool        Valery Belokon              Litvanya           4,5      20    2006

Liverpool        G.Gilett&T.Hicks             ABD                  508    100   2007

Arsenal           Alisher Usmanov           Rusya                75     14,6  2007

Leicester City  Milan mandaric             Sırbistan            25      100  2007

Q. P. Rangers  Laksmi Mittal                Hindistan         200        20  2007

Man. City         Suleyman El Fahim       B.A.E                144      100  2008

 

3.Borç Batağındaki Premier Lig

Şüphesiz ki Avrupa Futbolunun patronu Micheal Platini'yi endişeye sevk eden ve bazı önlemler alma çabası içine iten en önemli faktör borç batağındaki Premier Lig…

Premier Lig PLC.'nin Genel Müdürü    William Scuddamore'un geçen yılın sonuna doğru yaptığı açıklama ilk kez Platini'yi bu kadar etkilemiş olmalı.  Scuddamore'a göre İngiliz futbol kulüplerinin toplam borçlanmaları 5,750 milyon dolara ulaşmış durumda. Yıllık 3,5 milyar dolar civarında bir gelir yaratan bir Lig'in ulaştığı borç miktarı sadece Platini'yi değil aynı zamanda Scuddamore'u da endişeye itmiş durumda. Bunun sürdürülebilir bir durum olamayacağını ifade eden Scuddamore, kulüpleri kendilerine çeki düzen vermeye davet etti. Ancak görülen o ki, bu iş sadece davetle çözümlenecekmiş gibi de görünmüyor. İşte bu açıklama ve Premier Lig'e oluk gibi akan para  UEFA'yı, diğer takım ve ligleri de alarma geçirdi. Özellikle Arsenal, Liverpool ve diğer bazı PL ekiplerinin yanı sıra Alman Bayern Münich'in teknik adam ve yöneticileri, PL'de bazı kulüplerin hızla haksız rekabete doğru gittiklerini ve kendilerine rekabet üstünlüğü sağladıklarından şikayet etmeye başladılar. Konuya ilişkin en çarpıcı açıklama ve eleştiri Arsenal'ın teknik patronu Arsen Wenger'den geldi. Arsen Wenger, futboldan kazanılmayan bir paranın futbola plase edilemeyeceğini gündeme getirerek, aslında bir yerde vatandaşı Michel Platini'ye de bir şekilde  asist yapmış oldu. Hemen arkasından da zaten bu konuya odaklanmış olan UEFA başkanı Michel Platini de, gündeme dahil olarak; "…bazı İngiliz kulüplerinin Şampiyonlar Ligi'ni sürekli domine ettiklerini; ancak bu başarının arka planında bu kulüplerin sürdürülemez bir borç yapısına sahip olduklarını ve bunun da yarışmacı futbolda dengeleri bozduğunu" ifade etti. Yine Plati'nin danışmanlarından Profesör Cannon da, bu kulüplerin gelirlerini iyi harcamadıklarını, ekonomik kriz ortamında kaynakların iyi kullanılmaması durumunda, bir süre sonra bu kulüplerin "sıfırı tüketeceklerini" ve bunun da futbolu olumsuz etkileyeceğini ifade etti.  Görünen o ki, Premier Lig'de mali disiplin kaybolmuş vaziyette…

4. Hesapsız Transfere Sıkı Denetim

Platini'nin tüm uyarı ve yönlendirmelerine karşın özellikle İngiliz futbol kulüplerine Körfez ülkeleri ve bazı zengin Rus iş adamları olmak üzere dünyanın hemen hemen her yerinden  para yağmaya devam ediyor. En son Abu Dabili Şeyh Mansur Bin Zayed El Nahyan'ın Premier Lig ekiplerinden 144 milyon Sterlin'e aldığı Manchster City'e  aktardığı paralar ve kulübe ayırdığı bir milyar dolara ulaşan transfer bütçesi bardağı taşıran son damla oldu.

Nitekim Manchester City'nin sahibi Şeyh Mansur El Nahyan'ın geçen ay Milan'ın Brezilyalı oyuncusu Kaka'ya önerdiği 110 milyon Euroluk transfer teklifi de bu iddiaları doğrular nitelikteydi. İş sadece Kaka'nın transferiyle bitmiyordu. Manchester City aynı zamanda Manchester United'ın 2008 yılında Avrupa'nın en iyi oyuncusu unvanını almış bulunan genç yıldızı Portekizli Ronaldo'yu da alabilmek için 170 milyon Euro transfer bütçesi ayırdığını deklare etmesi gerçekten Premier Lig'de finansal dengeleri sarsacak boyuttaydı. Premier Lig'de istenilenden çok uzakta bir performans sergileyen ve şu anki haliyle düşmemek için mücadele eden Man.City, Şeyh'in kulübe ayırdığı 1 milyar dolara yakın transfer bütçesiyle ilk bomba transferini yaparak, Real Madrid'te oynayan Brezilyalı Robinho'yu 42 milyon Euro'ya geçen yıl kendi renklerine bağlamıştı. Arkasına aldığı Körfez fonları ile soluksuz transferlerine devam eden Manchester City her ne kadar Milan'ın Kaka'sını ve ezeli rakibi Manchester United'ın Ronaldo'sunu  transfer edemediyse de, 2009 ara transfer döneminde harcadığı toplam  43 milyon Sterlin ile Alman Hamburg takımından  Nigel De Jong'u; West Ham'dan Craig Bellamy ve Chelsea'den de Wayne Bridge'i renklerine bağladı.

5. Transfere Su Gibi Akıtılan Paralar ve Bozulan Ücret Dengesi

Bütün bu olup bitenlere aldırış etmeyen Premier Lig adeta ekonomik krize ve bu açıklamalara nazire edercesine 2009 Ocak ara transfer döneminde,  Premier Lig ekipleri transfere tam 157 milyon Sterlin (yaklaşık 197 milyon euro) para harcadılar.

İngilizlerin transferdeki bu bonkörlüğü karşısında diğer rakipler ne mi yaptı? Premier Lig'in rakibi konumundaki diğer dört büyük ligin adeta elleri ceplerine gitmedi. Ara transfer döneminde Fransız Lig 1 transfere 18 milyon Euro; Alman Bundesliga 22 milyon Euro; İtalyan Serie-A 33 milyon euro ve İspanyol La Liga da 55 milyon Euro  para harcadı.

Şüphesiz ki, transfer harcamalarındaki artış, oyuncu bonservis bedelleri ve ücretlerinde de bir artışı beraberinde getirdi. Özellikle takım işletme giderleri bir çığ gibi artmaya başladı. Oyuncu ücret ve maaşlarındaki artış kulüp bütçelerini zorlar duruma geldi. Bugün genel olarak bakıldığında Premier Lig'de oyuncu ücret ve maaşları toplamlarının, toplam gelire oranı yüzde yüzün üzerine çıkmış durumda. Diğer dört büyük ligde ise bu oranın ortalaması %72 civarında.  Buradan da görülebileceği üzere, Premier Lig cost/income rasyosu ciddi şekilde bozulmuş durumda. Bu durum Premier Lig'i yabancı oyuncular açısından bir çekim merkezi haline getirmiştir. Platini bu olumsuzluğun ortadan kaldırılabilmesi için kulüplerin gelirlerinin sadece yüzde 50 veya 60'ını ücret ve oyuncu transferlerine ayırmasına yönelik bir sınırlama getirilmesini düşünüyor.

6. Şampiyonlar Ligi'nde Sportif Performans Üstünlüğü

Son on yılda İngilizler Şampiyonlar Ligi'ni 3 kez kendi müzelerine götürdüler. 1998-99 sezonunda Manchester United; 2004-05 Sezonunda Liverpool ve 2007-08 sezonunda da yeniden Manchester United bu kupayı havaya kaldırdı. İşin çivisinin çıktığı nokta ise son iki sezondur Şampiyonlar Ligi yarı finalindeki 4 kulüpten üçünün İngiliz kulübü olması (Manchester United, Chelsea ve Liverpool) ve son Şampiyona finalin de 2 İngiliz kulübünün (Manchester United ile Chelsea) arasında oynamasıydı. Son on yılın Şampiyonlar Ligi bilançosuna bakıldığında ise her sezon en az bir İngiliz Kulübünün yarı final oynama performansı göstermesidir.

Bu sportif performans haklı olarak UEFA başkanı Michel Platini'yi de endişeye sevk etmiş durumda. Nitekim Platini, "…bazı İngiliz kulüplerinin Şampiyonlar Ligi'ni sürekli domine ettiklerini; ancak bu başarının arka planında bu kulüplerin sürdürülemez bir borç yapısına sahip olduklarını ve bunun da yarışmacı futbolda dengeleri bozduğunu" ifade ediyor.

Platini ne yapmak istiyor?

1. Platini ücretlere üst sınırdan yana

UEFA başkanı Michel Platini, futbol sektörünün mali açıdan çökmesini önlemek için oyunculara yapılan yıllık ödemelere ve transfer ücretlerine bir üst sınır getirilmesini istiyor ve Platini'nin yönlendirmesi doğrultusunda  UEFA bu konuyu öncelikle değerlendirilecekler listesinin başına almış durumda. Nitekim, Platini Brüksel'de Avrupa Parlamentosu'nda yaptığı konuşmada, küresel ekonomik krizin profesyonel spor dalları arasında yer alan futbolun geleceğini tehlikeye soktuğunu söyledi. Her ne kadar Avrupa'nın önde gelen kulüpleri, böyle bir üst sınır konması fikrine karşı çıkıyorlarsa da, Platini'nin önerisi, kulüplerin gelirlerinin sadece yüzde 50 veya 60'ını ücret ve oyuncu transferlerine ayırmasına yönelik bir sınır getirmek yönünde.  UEFA Başkanı, bir kulübün diğerine herhangi bir oyuncu için astronomik ücretler ödemesinin ne kadar ahlaki olduğu sorusunu da kulüplere ve futbol çevresine bu vesileyle yöneltti. 

2.  Kulüplerin Mali Yapılarının Ekonomik Krize Dayanıklı Hale Getirilmesi

Michel Platini kulüplerin ekonomik kriz karşısında yeni bir düzenlemeye yönelerek, kulüp mali yapılarının disiplin altın alınmalarını öngörüyor. "Mevcut yapının, orta vadede mali açıdan çökme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu" ifade eden Platini, yaşanan ekonomik kriz ortamından sporun da etkilenmeyeceğini düşünmenin safça olacağını belirterek, "Kendimizi kandırmayalım, Manchester United ya da Real Madrid gibi dev kulüpler bile mali açıdan Microsoft ya da Exxon'un yanında birer cüce" dedi.  Yine ilginç benzetmeler yapan Platini, "Avrupa birinci liglerindeki çoğu takımın cirosu, kentlerinin en büyük süpermarketinden daha azdır" diyerek, kulüplerin kendilerini dev aynasında görmemeleri gerektiğinin altını çiziyor.

3. Sıkı Rekabet Kurallarından Muafiyet Talebi

Platini, AB'nin spor hukukundaki sıkı rekabet kurallarına ilişkin düzenlemelerin futbolun yapısına pek uymadığını belirterek, bu konuda futbol kulüplerine muafiyet sağlamasını istiyor. Bu bağlamda sporu denetleyen kurumların kendi olanaklarıyla adil bir zeminde mücadele ortamını sağlamasına izin verilmesi gerektiğini belirtiyor.

4. Uluslararası Sermayenin Futbola Para Aktarmasını Denetlemek

Platini'nin orta ve uzun vadeli planlarından belki de en önemlisi;  uluslararası  sermayenin futbolun ruhuna aykırı olması felsefesinden hareketle, bu konuda uzun vadede futbola aktarılacak paraların yine, futboldan kazanılan paralar olması yönünde. FIFA başkanı Blatter ise  "Oyun da güzel, para da" diyerek, konuyu daha farklı bir boyuta taşıyor.  Uluslararası sermayenin kulüplere yaptığı kar amaçlı yatırımlar her ne kadar UEFA Başkanı Michel Platini'nin tepkisine neden olsa da, FIFA Başkanı Sepp Blatter ise bu tip satın almaların futbolu daha da geliştireceğini düşünüyor.

Platini kulüplerin oyunculara ödeyeceği paranın sınırlanmasından yana

Blatter'e göre," Yabancı işadamlarının futbol kulüplerini satın alması, yatırım yapmaları, futbolun gelişimi açısından çok önemli. Eğer bu para kirli yollardan kulüplere akmadığı sürece hiç bir sorun yok" .

Sepp Blatter, İş Adamlarının Futbola yatırım yapmalarından yana.

5. Daha Fazla Şeffaflık

Platini'nin üzerinde durduğu en önemli noktalardan birisi de futbolun yönetiminde şeffaflığın sağlanması. Tüm futbol kulüplerinde kurumsal yönetim ve mali hesaplar bakımından şeffaflığın, kulüp örgüt yapılarına egemen kılınması, futbolun geleceği açısından büyük önem taşıyor. Bu konuda en büyük eleştiriyi de yine İngiliz kulüplerine yapan Platini, finansal bakımdan İngiliz kulüplerinin daha fazla şeffaf olmaları gerektiğini dile getiriyor. Platini Kulüplerin fon akımlarında yer alan parasal tutarların nereden gelip, nereye gittiklerinin net olarak belirlenmesini rekabetin adil olması bakımından son derece önemli buluyor. UEFA bu konuda da bazı düzenlemeleri oluşturmanın arayışı içinde.

6. Futbol Parasallaşırken, Güzel Ruhunu Yitirmemeli

Platini futbolun ne kadar ticarileşse de, asla güzel ruhunu kaybetmemesi gerektiği görüşünü her platformda  dile getiriyor.  Buna ilişkin gereken önlemleri alacağını ve rekabeti daha adil kılmaya çalışacağını da ifade eden Platini ilk iş olarak, büyük takımlar lehine olan kartelleşmeyi kırabilmek amacıyla daha tabana yaygın bir turnuva formatı arayışı içine de girdi. Nitekim bu bağlamda ilk değişiklik  UEFA Kupası ve Şampiyonlar Ligi'nde oldu. Yeni düzenlemelerle büyük takımların lehine olan haksız rekabet bir şekilde minimize edilmiş olacak ve bu şekilde bu turnuvalara daha çok taraftar, daha çok oyuncu ve daha çok kulüp katılım sağlamış olacak.

UEFA'nın resmi internet sitesinde yapılan açıklamada 2009/10 sezonundan itibaren, Şampiyonlar Ligi'nin grup aşamasına katılacak ülkelerin belirlenmesinde yeni bir yol izlenecek. Buna göre, 32 takımlı grup aşamasına, UEFA sıralamasında ilk 12 sırayı alan ülkelerden 22 takım direkt olarak katılma hakkına sahip olacak.  Kalan 10 takım ise ikili eleme sistemi sonunda grup aşamasına yükselecek.

2009/10 sezonundan itibaren UEFA Avrupa Ligi adını alacak olan UEFA Kupası'nda kulüpler  deplasmanlı lig usulüne göre mücadele edecekler. Eski statüye göre grup maçlarında A takımının B takımıyla sadece 1 kez karşılaştığı kupada, bundan böyle her takım kendi sahasında ağırladığı takıma ayrıca konuk olacak.

Feel the Difference, Feel the Excellence
Yukarı
tatar ilker Liste gör
Usta Yazar


Tatar İlker
Yaş: 41
Katılım: 30/Tem/2007
Yer: Istanbul
Online Durum: Offline
Mesajlar: 2637
  Alıntı tatar ilker Alıntı  CevaplaCevapla Direct Link To This Post Tarih: 04/Mar/2009 saat 08:37
Futbolda endüstriyel sürecin olmazsa olmazı: Markalaşmak

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
taksar@gmail.com

02.03.2009 - 09:00

Geçen hafta Futbol Federasyonu Başkan Vekili Lütfü Arıboğan ve Fatih Terim'in katılımıyla Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş yerleşkesinde "Türk Futbolunun Marka Değeri" konulu bir konferans düzenlendi. Benim katılma fırsatım olmadı. Daha doğrusu haberim olmadı. Ancak Kenan Başaran'ın her zamanki gibi araştırmacı ve takipçi özelliği ile Referans'a yaptığı haber sonrası konudan haberim oldu. Çoğu zamandır bu konuyu dile getirmeye çalışıyorum. En son bundan 1 ay önce TRT bu konuda görüşlerimi almak için bir programında benimle telefon bağlantısı yapmıştı. Bu konuda birkaç makaleyi de www.fesam.org'da yayınlamıştık. Ancak konuya 2005 yılında yayınladığımız Endüstriyel Futbol isimli kitabımızda  genişçe yer ayırmış ve konunun önemi üzerinde durmuştuk.

Gerçekten de marka ve markalaşmak üzerinde durmamız gereken bir konu. Özellikle futbolun giderek parasallaştığı ve ticari bir karaktere büründüğü bir ortamda markadan söz etmemek mümkün değil. Endüstriyel dönüşümün temel dinamiklerinden birisi olan "markalaşma" sayesinde bugün bazı kulüplerin Avrupa'nın en zengin kulübü olup çıktığını görüyoruz.  Deloitte'un her yıl düzenlediği Para Ligi'ne giren kulüplerin marka değerlerinin, kulüplerin parasal gelirlerini ne kadar etkilediğini çok iyi biliyoruz.

Öncelikle Kenan Başaran'ın "Süper Lig, eski Osmanlı topraklarına uzanacak" başlıklı haberinden kısa pasajlarla TFF'ce (Türkiye Futbol Federasyonu) düzenlenen "Türk Futbolunun Marka Değeri" konulu konferansından bazı bilgileri sizlere aktararak, "marka" ve "markalaşma" üzerinde durmaya çalışalım.

Futbol, güçlü bir marka

"Süper Lig, Asya ve Kuzey Afrika pazarına açılarak 5 yılda 10 milyon lira gelir elde edecek. Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) Başkanvekili Lütfü Arıboğan, bir yandan Türk futbolunun marka değerini yükseltmek için çalışmalar yürütürken diğer yandan da yeni pazarlara ulaşmayı hedeflediklerini söyledi. Arıboğan, bu çerçevede ağırlıkla eski Osmanlı coğrafyası olmak üzere Asya, Ortadoğu ve Afrika ülkelerine Süper Lig'in satışı için çalışmalar yürüttüklerini" ifade eden Arıboğan, bu anlamda futbol çok güçlü bir marka. Çünkü Türkiye toplumu futbolla yaşayan bir toplum. Ancak ironik olarak aynı zamanda futbol markasının en çok yıpratıldığı ülkelerden de biriyiz" diyerek konunun farklı bir yönüne dikkati çekmeye çalıştı. Arıboğan, Türk futbolunun marka değerinin üç belirleyici unsuru olduğunu ve bunların da TFF'nin dünyada yarattığı algı ve kurumsallaşma, Milli Takım'ın elde ettiği sonuçlar ve Süper Lig'in değeri olduğunu söyledi.

Hedef global marka

Global bir marka olmak istediklerini söyleyen Arıboğan, bunun için de kulüp takımlarının ve Milli Takım'ın başarılı olması gerektiğini söyledi. Geçmişte kazanılan UEFA Kupası, Süper Kupa ile dünya ve Avrupa üçüncülüklerinin Türk futbolunun marka değerine büyük katkı yaptığını hatırlatan Arıboğan, bunun süreklilik kazanması için özellikle kulüplerin idari ve mali açıdan evrensel düzeylere getirilmesi ve stadyumların yenilenmesi gerektiğini söyledi.

Süper Lig'in değerini yükseltmek için 2010'da yapılacak Süper Lig yayın ihalesinde bir düzenleme yapacaklarını vurgulayan Arıboğan, "Biz, Süper Kupa finalini yurtdışında oynatmaya başladık. Bu organizasyonu başlangıçta bedelsiz sattık ama bugün 50 bin dolara satar hale geldik. Dışarıda bir ilgi olduğunu gördük. Bu çerçevede Süper Lig maçlarını da özellikle eski Osmanlı coğrafyası dediğimiz Kuzey Afrika ve Ortadoğu ile Türkmenistan, Özbekistan ve Azerbaycan gibi Asya ülkelerine yönelik yayın haklarını TFF olarak biz elimizde tutacağız ve bunun pazarlanmasını üstleneceğiz. Yaptığımız araştırmalara göre bu bölgelerde Türkiye futboluna büyük bir ilgi var. 2010'dan itibaren 5 yıl içinde bu bölgelere satacağımız Süper Lig maçlarından 10 milyon dolar gelir elde etmeyi hedefliyoruz" dedi.

İspanya'yı yen, markanı parlat

Milli Takımlar Teknik Direktörü Fatih Terim de marka olmak için bilinir ve ayırt edilir olmak gerektiğini söyleyerek, "2008 Avrupa Futbol Şampiyonası'ndan sonra 'pes etmeyen, sürprizlerle dolu ve her an her şeyi beklenen' bir kimlik yarattık. Bu artık Türkiye'nin tanımıdır. Bunu bundan sonraki şampiyonalarda da tekrarlarsak artık bir Türk futbol markası yaratmış olacağız" dedi.

Endüstriyel futbolda marka ve markalaşmanın önemi üzerine

TFF'nin bu açılımı ve çabasını taktirle karşılıyoruz. Ümit ediyor ve dilerim ki, Federasyon bu konuda daha geniş katılımla, Türk Futbolu'na ufuklar açacak yeni konferanslar ve çalışmalar düzenleyerek, yeni açılımlara yönelir. Bu aslında TFF için tarihsel bir misyondur da bir bakıma.

Bu kadar girişten sonra biz endüstriyel sporun daha doğrusu futbolun olmazsa olmazlarından "marka ve markalaşma" üzerinde durmaya çalışalım.

Endüstriyelleşme her şeyi değiştirdi!

Endüstriyel gelişim futbolun temel genel geçer özelliklerinde önemli değişiklikler yarattı. Bu değişimin futbola etkilerini: 1) Seyirci profilinin, 2) gelir kaynaklarının yapısının, 3) tüketici davranış kalıplarının değişiminde gözlemliyoruz.  

1990'lı yıllardan başlayan endüstriyelleşme süreci ile yetmişli ve seksenli yılların ortalama seyirci profilinin yerini artık, yıllık gelirinin belirli bir kısmını ''taraftar tüketici'' olarak, ''bağlılık körlüğü'' temelinde, kulübüne harcayan, gelir düzeyi daha yüksek, konforlu localarında ve yıllık ciddi tutarda harcamayla kombine kart alan, orta ve üst gelir grubu seyircinin aldığını görüyoruz. Bu bağlamda, seyirci müşteriye dönüşürken; kulübün arz ettiği her türlü mal ve/veya hizmete yönelik talepte de, karakteristik bir değişiklik yaşanıldı ve klasik taraftar profilinin yerini ''taraftar tüketici'' aldı.

Marka doğuyor

Endüstriyelleşmeyle birlikte sportif bir organizasyondan Futbol AŞ'ye giden süreçte, kulüpler arz ettikleri ürünlere yönelik talebin oluşturulmasında çok da zorlanmadılar. Diğer endüstriyel sektörlerle kıyaslandığında, ''taraftar tüketici''den dolayı, ''bağlılık körlüğü'' temelinde çok kolay bir şekilde ürünlerini satan kulüpler, bu sayede elastik olmayan bir talebe de sahip oldular. Çünkü taraftarın kulübüne olan sadakati "bağlılık körlüğünü" oluşturdu. Kulübün sattığı her türlü ürünü kayıtsız şartsız alan, her hal ve karda kulübüne para harcama alışkanlığını ifade eden "bağlılık körlüğü", kulüplerin düşük sportif performans ortamında dahi futbol kulüplerinin sorgulanmaması anlamına geliyor. Bu davranışsal tutum ve alışkanlıklar, doğal olarak  futbol endüstrisine gelirlerini daha da artırabilme olanakları sağladı. Tüketici taraftarın davranış kalıbındaki bu değişme ve talep,  gelir düzeyinin orta ve üst segmentlere doğru kayıyor olması, Futbol AŞ'nin mal ve/veya hizmetlerinde markalaşmayı da zorunlu hale getirdi.  Zaten var olan sadakat, markalaşma ile daha da pekiştirilmiş ve kalıcı bir hale getirildi.

Markalaşmak küreselleşmek demektir!

Markalaşma aynı zamanda endüstriyel futbolda ''uluslararasılaşmak'' demektir. Markanın yaratılması, tüketici davranış kalıplarının değişmesi, talep gelir düzeyinde orta ve üst düzeye doğru yönelim,  yeni futbol ekonomisinin geleceği ve devamlılığı açısından markalaşmayı kaçınılmaz kılıyor. Bu anlamda daha çok satabilmek ve daha çok gelir elde edebilmenin yolu, esnek olmayan talebe daha fazla ama belirli bir markada ürün arz etmekten geçmektedir. Futbol AŞ'nin bu noktada yapacağı en önemli şey, yaratılan markanın, sadece lokal tüketici taraftara değil, uluslararası taraftar tüketiciye de ulaştırılmasıdır. Uluslararasılaşabilmenin tek çözüm yolu ise, uluslararası sportif başarılara ulaşabilmektir. Dünyanın her yerine aynı yoğunluk ve ilgi ile bugün ürün sunabilen kulüplerin, uluslararası sportif başarıya ulaşmış kulüpler olması bir tesadüf değildir.

Yeni futbol ekonomisi, süreçsel gelişiminde  önce taraftarın profilini, sonra ''bağlılık körlüğü'' temelinde tüketici davranış kalıplarını ve bunlara bağlı olarak da gelir kaynaklarının yapısını değiştiriyor. Bu üç önemli ve temel olguyu bir arada tutan yegane unsur ise, ancak sportif başarı temelinde yükselen ve yaygınlaşabilen markalaşma olmaktadır.

Futbol AŞ'nin, endüstrileşebilme süreci içinde değişikliklerin/evrim sürecinin tamamlanabilmesini teminen üstlenmek durumunda kalacağı en önemli misyonu, markayı pazarlayabilmektir.  Bu anlamda, zamanla gerekli değişikliklerin tamamlanmasından sonra, belirli bir satış stratejisi doğrultusunda, bir futbol kulübüyle cisimleşmiş somut bir ürün olan markanın, yani logonun evrensel pazarlanabilmesi, Futbol AŞ'nin bugün önünde duran en büyük görevdir.

Günümüzde bir kulübün, yarışmacı organizasyonlar içinde olmaksızın markalaşabilmesi mümkün görülmemektedir. Ulusal ya da uluslararası yarışmalarda sportif başarıyı yakalayamayan kulüpler, ciddi borç yükü altında faaliyetlerini devam ettirememe gibi, vahim sonuçlarla karşı karşıya kalmaktadırlar.  Markalaşabilmek, Futbol AŞ'nin geleceği ve kalıcılığı için bugün bir zorunluluk olmasına karşın; markalaşabilmenin çok da kolay bir şey olmadığını burada vurgulayalım. Sportif başarılarla bezenmiş, tarihi bir geçmişi olmayan bir futbol kulübünün markalaşabilmesi olanaksızdır. Markalaşmak bugünden yarına olacak bir şey de değildir. Yeni futbol ekonomisinde, endüstriyel bir ürün olarak marka: O futbol takımının yıllar içinde sahip olduğu olumlu popülaritenin, logolu ürünler bazında futbol piyasasında paraya çevrilebildiği maddi bir değeri ifade eder. Markalaşmak ise, o futbol kulübünün futbol endüstrisi içinde kendisine duyulan güveni, sahip olunan yüksek kredibilite ve moraliteye çevirerek, pazardan daha fazla pay alabilmeye olanak sağlayan soyut bir durumdur.

Marka ve markalaşma futbol açısından ne anlam ifade ediyor?

Marka,  bir kulübün arz etmiş olduğu ürünün üzerinde cisimleşen logoyu, yani bir maddi bir metayı temsil ederken; markalaşmak ise o kulübe duyulan güven temelinde yıllar içinde oluşmuş bir saygınlığı, yani bir kredibilite ve moraliteyi temsil eden soyut bir değerdir. Ancak bu soyut değer sayesinde, Futbol AŞ maddi  bir değer, yani logolu metalar üretebilir.

Future Brand danışma şirketinin yaptığı çalışmaya göre bir futbol markasının değerini belirleyen faktörler: Gelir, kârlılık, takımın popülaritesi ve taraftar kitlesi ile takımın kendi pazarında rakiplerine oranla sahip olduğu risk katsayısıdır.

Bir futbol markasının değerini artıran en temel unsur sadık bir taraftar kitlesidir. Sadık taraftar kitlesine sahip bir takımın gelirlerinin artması çok daha kolaydır. Dünyanın en değerli spor markası olan New York Yankees en fazla taraftarı olan beyzbol takımıdır.

Bir takımın sportif başarısı markalaşma sürecinde çok önemlidir. Ancak marka güçlenip yerleştikten sonra sportif başarısızlıklar bile markanın değerini düşürmez. Çünkü güçlü markalar marka sadakati yaratmış olanlardır, süreklilik gösterir. Avrupa'nın en değerli 4. spor markası olan Ferrari, 1979 yılından 2000 yılına kadar F1'de markalar şampiyonu olamamasına rağmen değerinden bir şey kaybetmemiştir

Avrupa'da marka değeri en yüksek ligler

Avrupa'da marka ve piyasa değeri en yüksek ligler olarak karşımıza beş büyük lig çıkıyor şüphesiz. İngiliz Premier Lig, İspanyol Primera Division, İtalyan Serie-A, Alman Bundesliga ve Fransız Lig 1. Bu beş büyük ligin arkasından ise sahip olduğu piyasa değeri ve yarattığı gelir bakımından Türkcell Süper Lig'i görüyoruz.

Futbol kulüplerinin piyasa değerlerinin ve marka değerlerinin belirlenmesi, doğal olarak reel ve ticari sektör firmalarının piyasa ve marka değerlerinin belirlenmesinden ciddi farklılıklar gösterir. Bu ayrı bir araştırma ve yazı konusu olduğu için burada üzerinde durmayacağız. Ancak özellikle marka değerlerinin belirlenmesi kalitatif değerleri de içermesi nedeniyle  kompleks bir hesaplanma modeli olarak karşımıza çıkar. 

Piyasa değeri en yüksek 10 lige ilişkin tablomuz ise aşağıda yer alıyor. Bu tabloya göre Turkcell Süper Lig 6. sırada kendisine yer bulurken; Hollanda gibi futbolda ekol olmuş ligleri de geride bırakıyor. Turkcell Süper Lig sahip olduğu 674,9 milyon Euro piyasa değeriyle Avrupa'nın en değerli altıncı ligi konumunda. Turkcell Süper Ligi ise 582 milyon Euro'luk piyasa değeriyle Rusya'nın Premier Liga'sı takip ediyor. Sahip olduğu enerji kaynaklarının dünya genel fiyatlarının artması, Rusya ligini daha ön sıralara çıkartmış durumda...

Avrupa'nın en değerli ve en zengin ligi Premiership'te ise ilk beş sırayı ise  Chelsea, Man. Utd., Liverpool, Tottenham ve Arsenal paylaşıyor. Bu beş takımın piyasa değeri yaklaşık 1.4 milyar Euro'yu buluyor. Aynı zamanda bu beş takımın toplam piyasa değeri, 2.8 milyar Euroluk Premiership'in de yüzde 52'sini oluşturuyor... Bu beş takımın yaratmış oldukları yıllık gelir toplamı ise 910 milyon Euro'ya ulaşıyor... Premiership'in yıllık 2,6 milyar dolara yaklaşan gelirinin yüzde 35'ini kendi aralarında paylaşan bu kulüplerden  Man. Utd. 5 kez; Arsenal 3, Chelsea ise 2 kez son on yılda  şampiyon olabilmiş... Aşağıdaki tabloda görülen beş kulüp aynı zamanda Deloitte'un 2007 para liginde de yer alan kulüpler olduğunu anımsatmak istiyorum.

Kurumsallık marka değerinin artırılmasında en önemli faktör

Marka olabilmek ve markalaşabilmek için öncelikle Türk futbolunun sportif anlamda önemli adımlar atması ve özellikle uluslararası arenada sportif performansı yakalaması gerekiyor. Salt sportif performansa ulaşılması markalaşmayı da beraberinde getirmiyor her zaman. Marka değerinin yaratılabilmesi sportif performansın mali başarıya dönüştürülme sürecindeki kurumsallaşmayı ve marka yönetimini ön plana çıkartıyor. Özellikle büyük kulüplerde marka değerinin artırılması ve korunması en önemli stratejik yönetsel önceliklerin başında geliyor. Marka danışmanlığı, marka yönetimi ve pazarlanması, en az yeşil sahalardaki sportif performans kadar önemli…

Her  zaman piyasa değeri, marka değerini belirlemede yeterli olamayabilir!

Marka değeri çok farklı yöntemlerle belirleniyor olmakla birlikte, piyasa değerleri üzerinden de marka değerlemesi yapılabilmektedir. Nitekim bu kapsamda Forbes'ın 2008 yılı için yaptığı dünyanın marka olmuş, en değerli 20 kulübü sıralaması aşağıdaki tabloyla sizlerle paylaşılmaktadır.

İlk sırada Manchester United 1,850 milyon dolarlık değeri ile yer alırken, onu 1,285 milyon ile Real Madrid izliyor. 20. sırada ise İskoç Celtic kulübü 227 milyon dolarlık piyasa değeriyle görülüyor. Her ne kadar Fenerbahçe Forbes'ın bu listesine girememişse de sahip olduğu 544,7 milyon dolarlık piyasa değeri, onu tablodaki çoğu kulübün üzerinde bir yere taşımaktadır.

Forbes'a göre dünyanın en değerli 20 kulübü (2008)

Sıra /  Kulüp / Ülke  / Piyasa değeri (milyon $)  /  Borç/Piyasa değeri (%) / değişim (%)  / Yıllık  Gelir ($milyon)    /     Faaliyet Geliri  ( $milyon)

1 Manchester United İngiltere1,850 60 24 394 111  

2 Real Madrid İspanya1,285 27 24 474 112  

3 Arsenal İngiltere1,2 43 31 329 77  

4 Liverpool İngiltere1,05 65 131 269 60  

5 Bayern Munich Almanya917 0 9 302 72  

6 AC Milan İtalya798 0 ?3 307 54  

7 FC Barcelona İspanya784 7 47 392 92  

8 Chelsea İngiltere764 0 42 382 ?5  

9 Juventus İtalya510 5 ?10 196 35  

10 Schalke 04 Almanya470 48 0 154 36  

11 AS Roma İtalya434 12 94 213 48  

12 Tottenham Hotspur İngiltere414 15 70 207 64  

13 Olympique Lyonnais Fransa 7 19 190 15  

14 Internazionale İtalya403 0 ?27 207 21  

15 Borussia Dortmund İngiltere323 57 63 122 31  

16 Newcastle United İngiltere300 43 16 175 12  

17 Hamburger SV Almanya293 0 32 163 41  

18 Werder Bremen Almanya262 0 n/a 131 11  

19 Valencia İspanya 159 31 145 ?45  

20 Celtic İskoçya227 11 23 151 48  

Piyasa değerlerini baz alan marka değeri belirleme yaklaşımında ülkemizde en değerli kulüp olarak karşımıza 544.7 milyon dolarlık piyasa değeriyle Fenerbahçe Spor Kulübü çıkmaktadır. Fenerbahçe'yi 142,6 milyon dolar ile Galatasaray izlerken; Trabzonspor 133,9 milyon dolar ile üçüncü sırada; Beşiktaş ise 40,2 milyon dolarlık piyasa değeriyle 4. sırada yer alıyor.

Fenerbahçe'nin piyasa değerinin bu kadar yüksek çıkmasının en önemli nedenlerinden birisi; Fenerbahçe Sportif AŞ'nin halka arz modeli ve mevcut şirket yapılanmasıdır. Gelir ağırlıklı bir modele sahip Fenerbahçe Sportif AŞ'nin piyasa değeri, kulübün gelirleri arttıkça yükselmektedir. Her ne kadar Galatasaray ve Trabzonspor da aynı gelir ağırlıklı model ile borsaya kote olmasına karşın, Fenerbahçe ile aralarındaki piyasa değeri farkı, marka değerinin daha iyi pazarlanmasından kaynaklanmaktadır. Gerçekten de yurtiçinde marka değeri en yüksek kulüp olarak Fenerbahçe'yi görüyoruz. Endüstriyel dönüşüm dinamiklerini kendi marka değerinin artırılmasında en iyi kullanan kulüp olarak karşımıza çıkan Fenerbahçe bu nedenle gelirlerini ve buna bağlı olarak piyasa değerini ezeli rakiplerine fark atacak şekilde artırabilmiştir. Yurtdışı bilinirlik ve tanınırlık bakımından Galatasaray'ın bazı avantajları olmasına karşın, Galatasaray bu olanağı iyi kullanamamıştır.

Şubat 2009 itibariyle İMKB'ye kote kulüplerin piyasa değerleri

Kulüp Piyasa değeri  (milyon dolar)

Fenerbahçe 544,7

Galatasaray 142.6

Trabzonspor 133.9

Beşiktaş 40.2

Piyasa değerini baz alan yaklaşım büyük bir yaygınlık gösterirken; bu yöntemin sıkıntılı yanı borsaya kote olmayan kulüpler için piyasa değeri saptamanın güçlüğüdür.

Sonuç

Günümüz futbolunun giderek parasallaşan ve ticarileşen özelliği, futbol kulüplerini ve liglerini endüstriyel bir zorunluluğa; yani markalaşmaya yönlendirmektedir. Marka olabilmek aynı zamanda önemli bir rekabet üstünlüğünü de beraberinde getiriyor. Markalaşmak daha fazla tanınmak ve daha fazla ticari kazanç anlamına geliyor. Bugün Premier Lig'in haftalık 170 ülkede yayınlanıyor ve 470 milyon insan tarafından izleniyor olması, bu ligin küresel bir marka oluğunu ortaya koyuyor.  Bu nedenledir ki Premier Lig'in 3 yıllık satış hakkı 1,314 milyon sterline pazarlanabilmektedir. Peki markalaşmak  ve marka değerini yükseltmek  için neler mi yapılmalı? Bu tamamen ileride ele alacağımız ayrı bir yazı konusu..

Feel the Difference, Feel the Excellence
Yukarı
tatar ilker Liste gör
Usta Yazar


Tatar İlker
Yaş: 41
Katılım: 30/Tem/2007
Yer: Istanbul
Online Durum: Offline
Mesajlar: 2637
  Alıntı tatar ilker Alıntı  CevaplaCevapla Direct Link To This Post Tarih: 09/Mar/2009 saat 11:42
Futbolun para(doksal) sorunları

Tuğrul AKŞAR / EKO-SPOR
taksar@gmail.com

09.03.2009 - 08:48

Bu haftadan başlamak üzere futbolun neden krize girdiğini ve bu krizden nasıl kurtulabileceği üzerinde durmaya çalışacağım. Doç. Dr. Kutlu Merih ile yaptığımız çalışmalar bize futbolun iki şekilde krize girdiğini gösteriyor. Bunlardan ilki futbolun kendi içsel dinamiklerinden kaynaklanan sorun ve sıkıntılar nedeniyle krize girmesine yol açan "İçsel etmenler." Ki bu hafta bu konu üzerinde duracağız. Bu sorunları Kutlu Merih ile birlikte "Futbol Ekonomisi" isimli kitabımızda, "Futbolun paradoksal sorunları" başlığıyla çok detaylı olarak irdeleyip inceledik. Çok öğretici ve orijinal sonuçlara ulaştık. Aslında futbolun entelektüel gelişimine özgün bir katkı olarak ta değerlendirilebilecek yeni paradoksları futbol literatürüne kazandırdık. Bu paradokslar bir yandan futbolun gelişiminin önünü keserken; diğer yandan da diyalektik gelişimin kaçınılmaz sonucu olarak futbola yaşam enerjisi veriyor. Kendi içinde zıtlıkları taşıyan bir yapı, bir yandan zıtların karşılıklı savaşımına neden olurken; diğer yandan bu çatışmadan ortaya çıkan enerji futbolun yaşamsal gelişimine güç sağlıyor. Bunlara biz genel olarak futbolun paradoksları diyoruz. Futbolun içinde bulunduğu sorun ve sıkıntılara çare üretebilmenin yolu, bu paradoksları iyi anlamak ve algılamaktan geçiyor.

Futbolu krize sokan bir diğer ikinci unsur da; ekonomi, politika, mali ve sosyal koşullar gibi olumsuzlukların temelinde yükselen "Dış etmenler." Bu konu üzerinde önümüzdeki hafta detaylıca duracağız ve futbol kulüplerinin bu olumsuzluklara karşı ne tür aksiyonlar alması gerektiğini tartışacağız. Özellikle günümüz küresel ekonomik dengesizliğinin, futbolun balansını nasıl bozduğunu ve onu nasıl krize ittiğini irdelemeye çalışacağız.

Futbolun paradoksları

Futbol Ekonomisi isimli kitabımızın "Futbolun Ticarileşmesinde Paradoksal Sorunlar" başlığı altında kaleme aldığımız bölümde de belirttiğimiz üzere, futbolun paradoksal yapısını anlamak, futbolun neden krize girdiğinin bir bakıma çözümlenmesi oluyor aynı zamanda. Futbolun giderek para(dok)sallaşması onu, kısır bir döngünün içine sokuyor. Bu paradoksları analiz etmeden önce kısaca Paradoks ne anlam ifade ediyor? Bunu okurumuzla çok detaya girmeden paylaşmakta yarar var.

 

Paradoks nedir?

Kökü Yunanca para (=karşı) ve doksa (=anlam, düşünce) sözcüklerinden gelen paradoksu, AnaBritannica "kendi içinde çelişkiliymiş gibi görünen, mantıksal olarak hem doğruluğu, hem de yanlışlığı kanıtlanılabilen önerme" olarak tanımlıyor.

Ünlü paradokslar, on yıllar bazen de yüzyıllar boyunca mantıksal düşünceyi beslemiş, insanları büyülemiş ve hayrete düşürmüştür. Paradokslara, edebiyat, bilim ve matematikten günlük yaşama kadar çok değişik alanlarda rastlanır. Paradoksun bir kısır döngüyü de ifade ettiğini vurgulayalım. Ne tür paradoks olursa olsun ortaya çıkan sorular ve karışıklık hem ilginç, hem de eğlendiricidir. Bu bağlamda, her okuduğumda çok keyif aldığım ve mantık kurgusuna hayran kaldığım aşağıdaki ünlü "avukat paradoksu"nu kısaca anımsayalım.

Yunanlı ünlü avukat Protogras, verdiği özel dersin ücreti ile ilgili olarak öğrencisiyle bir anlaşma yapar. Bu anlaşmaya göre öğrencisi aldığı ilk davayı kazanırsa bu ücreti avukata ödeyecek, kazanamazsa ödemeyecektir. Dersin bitiminden hemen sonra herhangi bir dava almayan öğrenciden ses seda çıkmaz. Sabrını yitiren avukat, bir dava açarak bu ücreti öğrencisinden talep eder. Yeni avukat olan öğrenci bu ilk davasında kendini savunmayı üstlenir. Bu davayı öğrenci kazanırsa ilk davasını kazanmış olacağı için davayı kaybeden hocasına parayı ödemek zorunda kalacaktır. Tersine davayı kaybederse bu kez de davayı kaybettiği için hocasına yine ödeme yapmak zorunda kalacaktır.

Kutlu Merih ile birlikte yaptığımız çalışmalar futbolun günümüzde endüstriyel bir iş kolu haline gelmesine karşın, spor sektöründeki rekabet ve işleyiş yasalarının, iktisadın temel kurallarıyla her zaman örtüşmediğini, asimetrik bir yapısının bulunduğunu ortaya koyuyor. Nitekim, bu anlayış ve mantık temelinde de, futbol endüstrisinin temel dinamiklerini harekete geçiren iki paradoksun olduğunu görüyoruz.

Bu paradokslardan birincisi Sloane paradoksu: Lig bütünlüğü içinde rekabetin kalitesinin yükselmesi, toplam kaliteyi artırır!

Bu paradoksa göre: Bir spor olayı, rakiplerin birlikte ürettikleri ortaklaşa bir üründür. Bunun kalitesi verdiği seyir keyfine ve sonucun belirsizliğine ve bu rekabetin neyi etkilediğine bağlıdır. Buna göre bir ligde bir takımın finansal kazançlarını kullanarak, en iyi oyuncuları almasına olanak verilirse, kaybedenler zayıflar ve alınan keyif, belirsizlikler ve riskler yok olur. Bu durum da seyircinin ilgisinin kaybolmasına ve takımların gelirlerinin düşmesine yol açar.

Gerçekten de sporda rekabet temel olmakla birlikte, rekabetin anlamlı olabilmesi bakımından kazananlar kadar kaybedenler de iyi olmalı ki, bu yarışma devam etsin. Yani rekabetsiz ve sonu daha baştan belli olan hiç bir spor karşılaşması, ilgi ve destek görmez. Bu durumun genellik arz etmesi halinde, kazananlar daha güçlenirken, kaybedenler de giderek zayıflamaya başlar. Zaman içinde sporun temel ruhu olan rekabetçi yarışma bu şekilde ortadan kalkar. Bu duruma örnek olarak, üç büyüklerin Süper Ligimizdeki oligarşik egemenliği verilebilir.

İkinci paradoks: "Finansal dengesizlik" paradoksu ya da finansal güç rekabeti geriletiyor!

Şayet ligdeki her kulüp en iyi oyuncuları takımlarına transfer etmekte serbest olursa, kulüpler arasındaki rekabet, ücret ve primlerin yükselmesine yol açar. Parasal olanakları diğer kulüplere göre daha iyi olan kulüplerin, istedikleri futbolcuyu takımlarına transfer edebilmeleri, zaman içinde haksız bir rekabetin de doğumuna yol açıyor. Ortaya çıkan bu haksız rekabet, bu kulüpler arasındaki parasal uçurumların giderek daha da büyümesine neden oluyor. Haksız rekabetin yıkıcı etkisine maruz kalan, olanağı sınırlı diğer kulüpler yarışmalarda sadece "başaltı takımları" ya da "ötekiler" olarak kalıyor. Bu durum ise lig bütünlüğü içinde rekabeti bozarken, güçlüden yana haksız rekabetin de doğmasına neden oluyor. Nitekim Platini'nin bu durumu görerek, 2010 yılından itibaren gerek Şampiyonlar Ligi'nde, gerekse UEFA Kupası'nın formatında değişime gidecek olmasının altında bu neden yatıyor. Platini diğer yandan futbolda finansal dengesizliğin önüne geçebilmek için, kulüplerin harcamalarının, gelirlerinin yüzde 60'ı ila yüzde yetmişi arasında olmasını da tavsiye ediyor.

Bu paradoks, günümüz yaşamının ayrılmaz bir parçası olarak karşımıza çıkıyor. Objektif bir gözle bakıldığında, başta Avrupa olmak üzere, düzenlenen tüm futbol organizasyonlarında zengin ve büyük takımların başat durumda olduklarını görüyoruz. Bu durum: Endüstriyel futbolun kendisini yeniden üretim aracı olan "reyting" için de yaşamsal bir öneme sahip. Çünkü finansal dengesizlik bir yandan "Şampiyon kültürü"nün yaşamasına olanak verirken, diğer taraftan futbol maçlarındaki heyecan fırtınasının dinmesine ve buna bağlı olarak lig reytinginin düşmesine neden oluyor. Daha baştan bir takımın maçı kazanma ihtimalinin yüksekliği mevcutsa o maçın izlenirliği giderek düşüyor ve bu durum uzun vadede gelir kaybına yol açıyor. Aynen Süper ligimizde olduğu gibi. Aşağı yukarı her yıl Süper Ligimizde kimin şampiyon olacağının yüzde 33.3 olasılıkla belirli olması, ligin reytingini düşürüyor, dünyanın en önemli derbisi olarak gösterdiğimiz Fenerbahçe-Galatasaray maçını yurtdışında kimseye satamıyoruz. Kısacası bir ligde finansal toplulaşma(yoğunlaşma), sportif tekelleşmeyi beraberinde getiriyor. Bu durum sadece bizde değil, Premier Lig dahil olmak üzere, dünyanın en önemli liglerinde de etkinliğini gösteriyor. Bu bağlamda bu yıl ki Süper Ligimize bakıldığında ilk beş takımın at başı giden yarışı reytingin yükselmesine olanak sağlıyor. Ancak bütçeler arasındaki fark, sonuçta bir sürprize de yer bırakmayacakmış gibi görünüyor. Yani, bu paradoks burada da çalışıyor!

Bu paradoks, iki farklı paradoksun, yani üçüncü ve dördüncü paradoksların da doğumuna yol açıyor.

Bizim önerdiğimiz paradokslar

Üçüncü paradoks ya da "Just Do It" paradoksu

Futbol endüstrisinin küresel bir niteliğe bürünmesi; futbolun gösteri kısmının, yani show'un giderek yerini, işe ya da diğer deyişle business'e bırakmaya doğru bir yönelim içinde olduğunun da bir göstergesi. Gerçekten de 50'li veya 70'li yılların coşkulu ve seyir zevki en üst noktalarda olan tavan yapmış futbolunun yerini, bugün çok daha mekanik ve yaratıcılıktan uzak, sıkıcı ve giderek de tekdüzeleşen bir futbol almaya başladı. Bu tespiti çoğu turnuvada, çoğu futbol maçında gözlemlemek olası…Buna paralel günümüz futbolcusu da artık bir "sanat icracısı" olmaktan çok, daha çok koşan, mücadele eden bir yapıya evrildi.

Futbolun bir spor olmaktan çıkıp, endüstriyel bir üretim biçimine dönüşmesi; doğal olarak futbolun o kendine özgü, seyir zevkini de yavaş yavaş öldürmeye başladı. Artık Nike'ın sloganında olduğu gibi " just do it" anlayışıyla, "sadece (görevini) yap" mantığı, tesadüfen ortaya çıkmış, içi boş bir kavram değildir. Çünkü, bugün tüm yarışma organizasyonlarında kazanılacak/kaybedilecek çok ciddi paralar bulunuyor... Bu organizasyonların yarattığı ek katma değerler ve diğer gelirlerin de bir şekilde, bu organizasyona dahil olan kulüplere dağıtılıyor olması; estetik kaygıların ikinci plana atılarak, sadece vaat edilen paraya uzanmaya çalışmayı mubah kılan makyevelist bir anlayışı da egemen kıldı. Bu amaçla ruhsuz, tamamen mekanik bir görev anlayışıyla kurgulanmış, her biri farklı bir milliyetten olan toplama takımların bugünlerde boy göstermesi, bilinçli bir stratejinin ürünü olarak karşımıza çıkıyor. Oysa, geçmişte futbolun izlenmesinde en büyük keyif veren faktörlerden birisi, her ülkenin ya da kıtanın takımlarının kendilerine özgü futbol stillerinin bulunmasıydı. Yerleşmiş gelenekleri, yaratıcı yenilikleri ve devrim niteliğindeki sürpriz ve şaşırtıcı buluşları ile sıra dışı oyuncu ve teknik adamlarıyla, pür bir futbol vardı yeşil sahalarda.

1940'lı yıllardan başlayıp, 1980'li yılların ikinci yarısına kadar geçen zaman aralığında; İngiliz futbolu, uzun paslara dayalı yüksek top mücadelesiyle ve kanatlardan öldürücü akınlarla; İtalyan futbolu, sert ve top geçirmeyen savunması ve oyun bozucu yapısıyla; Hollanda futbolu, toplu hücum ve toplu savunma anlayışıyla şekillenen "Total Futbol"la; Alman futbolu, "panzer" lakabını hak eden, yeterince teknik olmayan, çok güçlü ve etkili, tam saha pres yapan, özelliğiyle; Brezilya futbolu, estetiği ön plana çıkartan, "sambacı" oyun anlayışıyla, seyredeni mest eden bir futbol gösterisiyle bilinir ve seyredilirdi. Bu ülkelerin oynadıkları futbolun, futbol kültürüne yerleşip, bir okul haline gelmeleri, ne yazık ki, futbolun endüstriyel sürece girmesiyle birlikte yavaş yavaş ortadan kalkmaya başladı. Önceleri, Alman futbolu, İngiliz futbolu, İtalyan futbolu, Brezilya futbolu, Hollanda futbolu denildiğinde, bu ülkelerin kendine özgü sistemleri, stilleri anlaşılır ve buna göre yorumlar oluşturulurdu. Bu anlamda futbolda "ekol"den kasıt, bu ülkelerin futbol kültürüne olan katkılarının sistemleştirilmiş halinin isimlendirilmesiydi.

Futbolun bir sanat olduğu dönemde, yukarıda sayılan Ulusların birbirlerini kıyaslayan, "karşılıklı üstünlükleri" vardı. Bu ülkelerin oynadıkları farklı tarz ve stiller sonucunda, her ülkeye özgü çeşitli oyuncu profilleri yaratılmıştı. Almanya, yeterince teknik olmayan, çok güçlü ve etkili, tam saha pres yapabilen, santrforlar ile şık ve soylu liberolar çıkarırdı. Fransa dünya futboluna üç efsanevi oyuncuyu Kopa, Platini ve Zidane'ı armağan etmişti. Yugoslavya her zaman futbolcularının teknik kapasitesi ve forvetlerinin golcülüğüyle sivrilmişti. Topla oynamayı ve çalım yapmayı seven Brezilya, birkaç istisna dışında asla büyük bir kaleci çıkaramamıştı. (Authier, Christian, Futbol A.Ş., Kitap Yayınevi, İst. Kasım 2002, sh .43)

Uruguaylı büyük yazar, Eduardo Galeoano da bu durumdan çok sıkılmış olacak ki, Gölgede ve Güneşte Futbol isimli kitabında, "Futbolun öyküsü, zevkten zorunluluğa uzanan hüzünlü bir öyküdür. Spor sanayi dalına dönüştüğü oranda, iş olsun diye oynandığı zamanki güzelliğinden bir şeyler kaybetmiştir. Yüzyılın sonlarını yaşadığımız bu günlerde futbol, işe yaramaz her öğeyi reddetmektedir; kar getirmeyen her öğe de 'işe yaramaz" olarak kabul edilmektedir" şeklinde, endüstriyel futbola sitemlerini dile getiriyor. (Eduardo Galeoano, Gölgede ve Güneşte Futbol, Can Yayınları, 2. basım, İst.,1998, sh. 9)

Endüstriyelliğin ayırt edici özelliği, bant tipi üretim olarak nitelendirilen 'seri üretim'dir. Bu anlamda görev tanımları çok belirgindir. Her şey mekanikleşmiştir. Tüm amaç, belirlenen zaman dilimi içinde en fazla üretimi gerçekleştirmektir. Üretilen ürünler bir tornadan çıkmış gibi tek tiptir. Endüstriyel süreç öncesi, manifaktürer dönem içinde, zanaatkarlar vardı. El yapımı, emek yoğun bir çalışma ile, mallar üretilir ve ihtiyaçlar karşılanırdı. Bu tarihsel üretim tarzı, "el emeği, göz nuru" diye öz olarak ifade edilen bir süreçti. Henüz show business sürecine futbolun evrilmediği yıllarda, yani futbolun sadece bir gösteri-show olduğu dönemde zanaatkar futbolcular vardı. Bu futbolcular tanrı vergisi tüm yeteneklerini sergilemekten bıkmazlar, seyirci de bu yetenekleri seyretmekten yorulmazdı. Ancak, zamanla endüstriyel sürece doğru yol alınmaya başladı, show'un dozajı giderek azalırken, işin business kısmı artmaya başladı. Bunun doğal sonucu da, yaratıcılıktan, heyecandan uzak bir kurgu ve yapılanma ile futbol maçlarının oynanamaya başlandı. Son on beş yılda oynanan üç dünya kupasından, futbola teknik-taktik anlamda sağlanan çok fazla bir katkının olmayışının yanı sıra, oynanan final maçları dahil bu işten alınan zevk ve estetik tadın giderek azalması, bu söylediklerimizi haklı çıkartacak gelişmelerdir.

Nitekim Euro 2004'ü kazanan Yunanistan'ın oynadığı futbolun kimleri tatmin ettiği söylenebilir ki? Göze hoş gelen futbolu sadece bir iki takımın (Çek Cumhuriyeti, Hollanda, Portekiz…) oynamasına karşın; diğer takımların çok fazla pragmatik bir davranış içine girmeleri (buna örnek olarak başta kupayı kazanan Yunanistan örnek gösterilebilir) futbolun seyir yönünün giderek erozyona uğradığının da bir göstergesidir. Endüstriyel futbolun, yani futbolun "Pazar için üretimi"nin gerçekleştirildiği bu süreçte, futbol seyir zevkinin giderek düşmesi, futbol metasının tek pazarlama aracı olan reyting göz önüne alındığında, orta yerde bir paradoksun bulunduğuna işaret ediyor.

Dördüncü paradoks: Endüstriyel futbol bindiği dalı kesiyor!

Endüstriyel futbol, tüm organizasyonların reytingini futbolun mali yönden daha da güçlenmesine olanak vermesi bakımından yüksek tutmak zorunda. Bu amaçla zengin ve büyük kulüplerin hep bu yarışmalar içinde olmaları, "eşyanın tabiatı gereği" olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü, reytingi yüksek takımların maçlarından büyük reklam ve medya gelirlerinin elde edilmesi, endüstriyel futbolun kendisini yeniden üretmesine olanak sağlıyor. Oysa bu durum kulüpler arasındaki haksız rekabetin de giderek artmasına ve buna bağlı olarak kulüpler arasında uçurumların oluşmasına yol açıyor. Futbolun alt yapısını dolaylı olarak etkileyen bu durum, futbolun gelişiminin önünde de büyük bir engeli oluşturuyor. Bir yandan reyting, endüstriyel futbolun kendisini yeniden üretmenin aracı olurken; diğer yandan futbolun sağlıklı gelişiminin de önünü kesiyor.

Yarattığı reyting canavarının etkisi ve yörüngesinden kurtulamayan endüstriyel futbol, adeta futbolun mezar kazıcılığını da yapıyor bir bakıma. Çünkü büyük ve zengin takımlar lehine yaratılan haksız rekabetle reyting tavan yaparken; reyting uğruna elde olunan gelirlerin adil olmayan paylaşımı, diğer takımların da yaşamasını zorlaştırıyor. Futbolu formatlar hale gelen reyting, bugün endüstriyel futbolun kendi bindiği dalı da kesiyor. Her şeyin reytinge göre düzenlendiği ve yönlendirildiği günümüzde futbolu televizyon yönetir konuma gelmiştir. Bu anlamda UEFA eski Genel Sekreteri Gerhard Aigner'in söylediği "Her şeyi televizyon yönetiyor" cümlesi, buraya kadar tüm söylediklerimizi özetliyor.

Reytingin, endüstriyel futbolun mezar kazıcısı olmaya devam edip etmeyeceğini hep birlikte ileride göreceğiz. Ancak bugün bu paradoksun en büyük nemalanıcısı konumundaki UEFA'nın, bu işi kendi düzenlemeleriyle aşmaya çalışması da ayrı bir paradoksu oluşturuyor, orası da ayrı bir sorun...

Beşinci paradoks: Futbol sektöründe gelirler arttıkça verimlilik azalıyor, kârlar düşüyor. (İngiltere vs. -Chelsea paradoksu)

Futbolda içsel dinamiklerin, iktisat teorisindeki dinamikler gibi çalışmadığını, futbolun temel doğrularından birisi olarak her zaman ifade ettik. Gerçekten de futbolda kaldıraçlar, iktisatta ya da finansmanda olduğu gibi çalışmıyor. İktisadın temel ilkelerinden olan kar maksimizasyonu ya da maliyet minimizasyonu ne yazık ki futbol için geçer akçe değil! Düşük bütçeli bir takım yaratılarak/oluşturularak, Avrupa devleriyle mücadele edip, kupa kazanmak teorik olarak mümkün görünmekle birlikte, pratikte çok zor görünüyor. Ya da tam tersi durum da futbolda çok geçerli değil. Örneğin yıldızları bir araya getirmeniz Real Madrid'de olduğu gibi mümkün olabilir ve bir ''galactica'' yaratabilirsiniz ama başarıya da Real de olduğu gibi hasret kalabilirsiniz.

Futbolda ölçek ekonomisi de çalışmıyor. Yani mevcut kadronuzda ilave maliyete katlanmadan, verimliliği artırabilmek çoğu zaman mümkün olamıyor. Bu anlamda yaptığınız yatırımlar sonucunda oluşan başarı kapasitenizi, her yarışmada kullanamıyorsunuz. Her turnuva ve yarışmada yeniden yapılanmak ve takımınızı buna göre oluşturmak zorunda kalabilirsiniz. Bu olayın bir diğer boyutu da futbolda bir yandan gelirleriniz artarken, iktisatta olduğu gibi karınız artmamasıdır. Ya da gelirleriniz arttıkça, giderleriniz bundan daha hızlı artmaya başlayabilir. Bu paradoksa en tipik örnek olarak son yılların en gözde kulübü Chelsea'yi örnek gösterebiliriz. Chelsea bugün Avrupa'nın en zengin beşinci kulübü olmasına ve yıllık 268,9 milyon Sterlin bir gelir elde etmesine karşın, Avrupa'nın giderleri en fazla ve en borçlu kulüplerinden birisi konumunda. Roman Abramovich'in Chelsea'yi satın aldığı 2003 sezonu öncesi toplam gelirleri yaklaşık 110 milyon Euro iken; 2007/08 sezonunda Chelsea'nin cirosu 268,9 milyon Euro'ya yükselmiştir. Geçen beş yıllık süre içinde yüzde 144'lük bir artışı ifade eden bu oran yıllık ortalama yüzde 28 civarında bir artışa karşılık geliyor. Yine aynı dönemde Chelsea'nin giderlerine baktığımızda ise; 2003/04 sezonunda toplam 55 milyon Euro gidere ve ortalama yüzde 67 gibi gider/gelir rasyosuna sahipken; bugün bu rasyo yüzde 79'a çıkmıştır. Buna bağlı olarak operasyonel zararları 2003/04 sezonunda 87,8 milyon Sterlin'den (105 milyon Euro), 2007/08 sezonunda 140 milyon Sterlin'e (168 milyon Euro'ya) yükselmiş durumdadır.

Yine İngiliz ligleri Avrupa futbol pastası içindeki payını sürekli arttırırken, kulüplerin her yıl bir önceki yıla göre operasyonel zararlarının artarak devam ettiğini görüyoruz.

Kısacası, futbolda gelirleri artırabilmeniz verimliliği de arttırabileceğiniz anlamına gelmiyor.

Haftaya futbolun dışsal etmenlerden nasıl etkilenerek krize girdiği ve buna karşın neler yapılması gerektiği üzerinde durmaya çalışacağız…

Feel the Difference, Feel the Excellence
Yukarı
 Cevapla Cevapla Sayfa  <1234 7>


Forum Kısayol Forum İzinleri Liste gör

Bulletin Board Software by Web Wiz Forums® version 9.50
Copyright ©2001-2008 Web Wiz

Bu sayfa 0,547 saniyede hazırlanmıştır