eskisehirspor.com Giriş Sayfası
Forum Forum > Diğer > Sohbet / Eğlence / Diğer Konular
  Aktif Konular Aktif Konular
  FAQ FAQ  Forum Arama   Takvim   Kayıt Kayıt  Giriş Giriş

Açık Saha...

 Cevapla Cevapla Sayfa  <1 3839404142 43>
Yazar
Mesaj
  Konu Ara Konu Ara  Konu seçenekleri Konu seçenekleri
Barbaros Liste gör
Usta Yazar


Halil Yaz
Yaş: 77
Katılım: 16/Eyl/2007
Yer: Turkey
Online Durum: Offline
Mesajlar: 1582
  Alıntı Barbaros Alıntı  CevaplaCevapla Direct Link To This Post Tarih: 25/Ağu/2011 saat 23:44
EDEBİYAT DÜNYASINDAN FIKRALAR

Doktorlar kesin olarak içkiyi yasaklarlar Neyzen Tev­fik'e.  O
günlerde Peyami Safa ziyaretine gider.


Odanın kö­şesinde büyük bir şarap fıçısı  görünce şaşırır tabii.

Dayanama­yıp sorar,

- Bu ne üstad, hani sen artık içmeyecektin? Neyzen Tevfik istifini bozmaz:

- Ne yaparsın oğul, içmezsem kuvvetten düşüyorum.

- Peki içkinin ne faydası oluyor?

- Olmaz olur mu? Mesela bu fıçı buraya geldiğinde yerinden

kaldıramıyordum. Ama şimdi tek elimle bile kaldıra­bilirim!..


************************


Sirkeci Garı'ndaki birahanede oturup demlenen Eşref'e, orada

bulunanlardan biri,

- Üstadım, o güzel hicivlerinizin çoğunda isim olmadığı için kime

yazıldığını anlayamıyoruz, der.

- Hicivlerim numarasız gözlük gibidir. Her rezile uyabileceği için

isim belirtmiyorum!..


************


Macar şair Sandor Petöfi, nehrin karşı kıyısına geçmek zorundaydı ama

hiç parası yoktu. Sandalcıya,


- Arkadaş, dedi. Sana verecek param yok, ama istersen

çok güzel bir öğüt verebilirim.

Kayıkçı, kabul eder ve karşıya geçerler. Petöfi, kıyıya adımını atar

atmaz verir öğüdünü:

- Bana yaptığını başkalarına yapma, yoksa aç kalırsın...


***********


Cervantes artık ihtiyarlamıştı. Bir gün bir köy meyhane­sinin önünde

durup genç ve güzel meyhaneci kıza aşkını ilan etmeye başladı.

Kız pek yüz vermedi tabii:

- Otuz yıl önce buradan geçmiş olsaydınız belki aşkını­za karşılık

verebilirdim, dedi.

Cervantes gülümsedi önce:

- Otuz yil ônce de geçtim buradan. Ama o zaman anne­nize rastlamışım

ve tıpkı sizin sözlerinizi söylemiştim ben de ona...


*************


Meşhur bir sigara tiryakisi olan Reşat Nuri Güntekin'e

doktor öğüt veriyordu:

- Sigara bir taraftan iyidir, bir taraftan fena...

Güntekin, doktorun sözünü kesti:

- Merak etme doktor, ben sigarayı yalnız bir tarafından içerim.


*************


Bazı büyük adamların doğdukları ya da yaşadıkları evlerin üzerine,

onlar öldükten sonra birer yazılı levha koyma adetinden söz

ediliyordu.

Florinalı Nazım, Süleyman Nazife sordu:

- Üstad! Ben öldükten sonra kapıma koyacakları levhaya acaba ne yazarlar?

Süleyman Nazif, büyük bir ciddiyetle şu yanıtı verdi:

- Kiralık Ev!..


*************




İkinci Dünya Savaşı'nın ilk günleriydi. Kar*** Lokantası'nda bir

politikacı içkinin de etkisiyle coşmuştu:

- Şu Hitler'in, bizim politikacılarırnızdan nesi fazla?

Lokantada bulunan Ercüment Ekrem Talû içkisinden bir yudum alıp yanıt verdi:

- Sadece H'si...


Yukarı
Barbaros Liste gör
Usta Yazar


Halil Yaz
Yaş: 77
Katılım: 16/Eyl/2007
Yer: Turkey
Online Durum: Offline
Mesajlar: 1582
  Alıntı Barbaros Alıntı  CevaplaCevapla Direct Link To This Post Tarih: 26/Ağu/2011 saat 11:31
Dayanışma ve paylaşımların yoğun olarak yaşandığı kutsal günlerimizden Ramazan Ayı’nın ve tüm ayların en değerli gecesi olan Kadir Gecesiniz mübarek olsun,  sağlıklı,huzurlu,yaşam sevinci dolu uzun ömür diler, sevgi ve saygılarımı sunarım.
Yukarı
Barbaros Liste gör
Usta Yazar


Halil Yaz
Yaş: 77
Katılım: 16/Eyl/2007
Yer: Turkey
Online Durum: Offline
Mesajlar: 1582
  Alıntı Barbaros Alıntı  CevaplaCevapla Direct Link To This Post Tarih: 26/Ağu/2011 saat 12:26

Birlik, beraberlik ve dayanışmanın mutlak gücüyle kazanılan 30 Ağustos Zaferi, Ulusça emperyalist güçlere karşı verilen büyük mücadelenin sonucunda karanlık günlerin üzerine bir güneş gibi doğmuş, vatan savunması, bağımsızlık söz konusu olduğunda gösterilen kararlılığının ve azmin önemli ve anlamlı bir göstergesi olmuştur.

Terörün ülkenin dört bir yanını kavuran ateşinin yüreğimizi dağladığı şu acı günlerde aydınlık, çağdaş ve onurlu bir ülkenin sahiplenicileri olarak 30 Ağustos Zafer Bayramı ve Silahlı Kuvvetler Günü’nü kutluyor, bu büyük zaferi bizlere yaşatan Ulu Önder Atatürk ve silah arkadaşlarına şükran ve minnetlerimi sunarken, sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Yukarı
Barbaros Liste gör
Usta Yazar


Halil Yaz
Yaş: 77
Katılım: 16/Eyl/2007
Yer: Turkey
Online Durum: Offline
Mesajlar: 1582
  Alıntı Barbaros Alıntı  CevaplaCevapla Direct Link To This Post Tarih: 01/Eyl/2011 saat 21:30
Yukarı
Barbaros Liste gör
Usta Yazar


Halil Yaz
Yaş: 77
Katılım: 16/Eyl/2007
Yer: Turkey
Online Durum: Offline
Mesajlar: 1582
  Alıntı Barbaros Alıntı  CevaplaCevapla Direct Link To This Post Tarih: 01/Eyl/2011 saat 21:31
İyi ol fakat çok iyi olma.
Birazcık huysuz ol fakat çok değil....
İçinden geliyorsa dua et.
Etrafındakilere mümkün olduğunca dostça davran, müşfik ol.
Eğer bir gün kötü davranmanı gerektirecek bir durum karşısında kalırsan; bağır, çağır, kır, dök ve unut!
...Her zaman ve her yerde eline geçen bütün saadeti yakala, en ufak bir parçanın bile kaçmasına izin verme.
Yaşa her şeyden önce yaşa ve sırf tesadüfen bu dünyaya gelmiş olduğun için, laf olsun diye günlerini geçirme.
Eğer gerçek aşkı tanıyacak kadar şanslıysan; bütün kalbin, ruhun ve bedeninle sev!
Hayatını o şekilde yaşa ki; her an kendi elini sıkabilesin ve her gün faydalı olan, hiç olmazsa bir şey yap ki; gecelerin yaklaşırken örtüleri üzerine çekip kendi kendine "ben elimden geleni yaptım" diyebilesin.
Düşüncelerin neyse hayatın da odur. Hayatın gidişini değiştirmek istiyorsan düşüncelerini değiştir.
Yukarı
Barbaros Liste gör
Usta Yazar


Halil Yaz
Yaş: 77
Katılım: 16/Eyl/2007
Yer: Turkey
Online Durum: Offline
Mesajlar: 1582
  Alıntı Barbaros Alıntı  CevaplaCevapla Direct Link To This Post Tarih: 01/Eyl/2011 saat 22:57
Yarın ESKİŞEHİR'imizin 89.KURTULUŞ YILDÖNÜMÜNÜ KUTLUYORUZ.M.KEMAL ATATÜRK'ün ESKİŞEHİR'liler hakkındaki şu cümlesi bizi anlatmaya yetiyor;

''Askeri hareket icabı olarak ordumuz Eskişehir ve Eskişehir Halkı'na bir fedakarlık yüklemek mecburiyetinde idi... Bu bütün millet için fedakarane bir hareket idi ve bu şehir halkı ona göğüs gerdi. Tebrik ederim... Gördüğüme göre halk aydın ve faaldir. Toprak verimlidir. Az zamanda zayiatı telafi ve fedakarlıklarıyla iftihar edecektir."
Yukarı
Barbaros Liste gör
Usta Yazar


Halil Yaz
Yaş: 77
Katılım: 16/Eyl/2007
Yer: Turkey
Online Durum: Offline
Mesajlar: 1582
  Alıntı Barbaros Alıntı  CevaplaCevapla Direct Link To This Post Tarih: 01/Eyl/2011 saat 23:57
Sayın Başbakan,

8 Mart 2011 Salı günü partinizin grup toplantısında yaptığınız konuşmayı
Silivri 1 No’lu Cezaevi F-3 alt koğuşu 3 No’lu hücremde hüzünlenerek izledim.

Konuşmanızın önemli bir bölümünü tutuklanan gazetecilere ayırdınız.
Özel bir hesap yapmışsınız,
tutuklu gazeteci sayısını 27 olarak çıkartmışsınız.
 “Suçlarını” da tek tek dökmüşsünüz.
Hükümeti devirmeye girişmekten terör örgütüyle
ilişki kurmaya kadar her türlü suçu sayıp eklediniz:

“Onlar gazetecilik yaptıkları için değil,
bu suçlar nedeniyle içerdeler.”

Bu sözleriniz ne adalete ne siyasete ne de vicdana sığar.

Eğer iddianame metinlerinde yazılı olan suçlamalar doğrudan insanlara
yaftalanacaksa
siz
şiir okuduğunuz için yargılanmadınız.
1998 yılında sizin için hazırlanan iddianamede suçunuz şöyle yazılmıştı:
“Halkı din ve ırk farklılığı gözeterek
açıkça kin ve düşmanlığa tahrik etmek.”

12 Aralık 1997’de
Siirt’te yaptığınız konuşmadan sonra açılan davada,
bu suçu işlediğiniz için 10 ay hapis cezasına çarptırıldınız.
Siz hüküm giydiğiniz halde bu suçu asla kabul etmediniz,
bugün de
“Şiir okuduğum için yargılandım” 
demektesiniz.

Biz ise daha hüküm giymemişken
nasıl milletin kürsüsünde
bizi mahkûm edersiniz?

Ergenekon savcısı değilim diyorsunuz ama bu tutumunuz savcılığı da geçti,
doğrudan hüküm vericisi noktasına çıkmış bulunmaktasınız.

***

Sayın Başbakan,

Ergenekon savcıları hazırladıkları iddianamenin benimle ilgili bölümünde şöyle diyorlar:

“Mustafa Balbay
gazetecilik faaliyetlerini yürütürken
İlhan Selçuk’un
Ankara’daki temaslarını da düzenleyerek terör örgütü içinde
özel konumu olan faaliyetlerde bulunmuştur.
Yaptığı haberlerle de kaos ortamı yaratılmasına katkıda bulunmuştur...”

Bu ve benzeri cümleler dışında benimle ilgili başka bir şey yok.
Bir gazetenin başyazarı Ankara’ya geldiğinde her kesimle görüşür,
Ankara temsilcisi de ona eşlik eder.
Bundan suç üretiliyor.
Bir gazeteci yaptığı haberin doğruluğuna-yanlışlığına bakar,
kimin işine yarar-yaramaz o başka bir durumdur.

Ergenekon savcıları bile benim gazeteci olduğumu,
bu mesleği icra ederken aynı zamanda
terör örgütü üyeliği de yaptığımı iddia ediyor.
Yani terör suçunu gazetecilikle birlikte işlediğimi öne sürüyor.
Böylece ortaya
gazeteci-yazardan
sonra
gazeteci-terörist
gibi kabul edilemez bir durum çıkıyor.

Örneği vermemin nedeni şu:
Ergenekon savcıları bile bana karşı sizden daha insaflı.
Günün birinde size karşı Ergenekon savcılarına sığınacağım hiç aklıma gelmezdi.

Bu durumda sormak isterim:

Bizim yaptığımız gazetecilik değilse,
sizin gazetecilik tarifiniz nedir?

İktidarın her attığı adıma reform deyip övmek mi?

İktidarın istikrarı bozulmasın diye
tüm olası alternatifleri ortadan kaldırmak için seferber olmak mı?

İletişim fakültelerinde “haber” kavramının en acımasız tarifi şudur:

“Yazı işleri müdürünün haber dediği şeye haber denir.”

İleri demokrasiyle bu kavramı da ilerlettik.

“Başbakan’ın haber dediği şeye haber denir.”

***

Sayın Başbakan,

Son dönemde sıkça saray açıyorsunuz.
Adalet sarayı.

Adalet, saray açmakla dağıtılmaz.


Sizin Siirt konuşmanızın ardından soruşturma,
dava, karar,
Yargıtay tüm evreleriniz 10 ay sürdü.
Biz yıllardır yargılama bekliyoruz.
O gün sizin yanınıza 200 kişi daha koysalardı,
50 ayrı suçtan.
Yargılanmanız kaç yıl sürerdi?
Bir kişi 10 ay ettiğine göre 201 kişi 2010 (iki bin on) ay!
Yani 167 yıl!

Bir de cezaevi koşulları var ki...
 Siz 4 aylık hapiste cezaevini kendiniz seçtiniz,
koğuşunuza halı döşettiniz, toplantı odası yaptırdınız,
beyaz eşya dahil dışarıdan istediğiniz eşyayı getirttiniz
ve
30 bin ziyaretçi kabul ettiniz.

Bu mektubu
hücrede tek başıma yazıyorum...

Cumhuriyetin 100. yılına talipsiniz.

10. yılda yurdumuz demir ağlarla örülmüştü...

Siz 100. yıla demir parmaklıklar örerek gitmektesiniz.

MUSTAFA BALBAY
Yukarı
Barbaros Liste gör
Usta Yazar


Halil Yaz
Yaş: 77
Katılım: 16/Eyl/2007
Yer: Turkey
Online Durum: Offline
Mesajlar: 1582
  Alıntı Barbaros Alıntı  CevaplaCevapla Direct Link To This Post Tarih: 09/Eyl/2011 saat 19:29
Utanmak… Sadece insana değil, hayvana bile verilen bir özellik… Benim köpeğim bile utanmayı biliyor, bir kabahat işlediğinde, ortadan kaybolup odaya saklanıyor. Çok mecbur kalır da bana bakması gerekirse, gözlerini kaçırmaya çalışıyor. Yani kısaca köpekler... bile yaptığından utanıyor. Siz ki insanım diye gezenler… Siz ki insan-ı mahlûkatız diye yeri göğü inletenler… Bunca şehit verirken bu Vatan, hiç mi utanmazsınız kendinizden? Bir ülkenin saflığını kullanırken, hiç mi gözlerini kaçırmazsınız aynalardan? Ramazandan sonra yapacakları varmış. Bedelini ödeteceklermiş. Heeey insanım diye gezenler! Bizim yavrularımız Ramazanda düşüyorlar buz gibi toprağa. Bizim yavrularımızın Anaları, Ramazanda tanışıyorlar cehennemin korlarıyla. Öyle masa başında tek başına oturmakla olmuyor liderlik. Bizim köyün tek başına muhtarı, kendi ellerinle şekillendirdiğin ordu 51 şehit verdi, o da şimdilik… Siz daha Yurdumun toprağını korumaktan acizken, birde Suriye sınırın da hazırlıklara başlıyorsunuz. Çok mu acıtıyor canınızı Arapların iç işleri, çok mu acıtıyor canınızı Türk olmayan tüm ulusların meseleleri. Diyorum ya köpekler bile utanmayı biliyor. Onlar bile kabahatlerinden sonra kutlama yapmıyor. Siz kalkıp 10. yılınızı kutluyorsunuz. Hayaldi gerçek oldu diyorsunuz. Sorarım size kimin hayalleri gerçek oldu? Gırtlağa kadar borçlandığımız elin gâvurunun mu? İmralı’da rahat ettirmeye çalıştığınız domuz tohumunun mu? Okyanus ötesinden ipinizi oynatan İmamın ordusunun mu? Para diye ağzının suyu akan iş adamlarınızın mı? Omuz omuza durduğunuz Atatürk düşmanlarının mı? Söyleyin kimin hayali gerçek oldu. Sonunda zıvanadan çıkardınız Milleti. Benim bile kalemimden kan damlattınız. Alın size beni daha iyi tehdit edeceğiniz bir yazı. Sizden korkan sizin gibi olsun. Hayatta kaybedecek iki şeyi vardır insan gibi insanın, biri zamanı, diğeri canı. Ya atarsınız Silivri’ye harcarsınız zamanımı, ya salarsınız köpeklerinizi alırsınız canımı. İkisi de bu Vatana feda olsun. Sizin gibi Ne Mutlu Türküm diyemeyen tüm hainlere de bu yazım, sadakam olsun… (Bilge AKSOY) @hsnsabanci.
Yukarı
Barbaros Liste gör
Usta Yazar


Halil Yaz
Yaş: 77
Katılım: 16/Eyl/2007
Yer: Turkey
Online Durum: Offline
Mesajlar: 1582
  Alıntı Barbaros Alıntı  CevaplaCevapla Direct Link To This Post Tarih: 11/Eyl/2011 saat 21:40

Mutluluğun Yolu Düşünceden Geçiyor

11 Eylül 2011 Pazar, 21:09 tarihinde Kişisel Gelişim tarafından eklendi

 

Sabahları mutsuz uyanıyor, ne yaparsanız yapın bir türlü kendinizi mutlu hissedemiyorsanız mutluluğu öğrenme vaktiniz geldi de geçiyor demektir. Peki, mutluluk gerçekten öğrenilebilir mi? İşte mutluluk bilmecesinin cevabı… Her daim mutsuz mu hissediyorsunuz, çevrenizdeki hiçbir şey sizi mutlu edemiyor mu? Bu durumda sorun serotonin hormonunuzda olabilir. Fakat mutlu olamadığınız için mutsuz olmayı bir kenara bırakır; bedeninizi, ruhunuzu ve zihninizi beslerseniz siz de gülümsemeyi başarabilirsiniz.

 

Serotonin ağrıyı azaltıyor

Serotonin hormonu yüksek olan kişiler, kendilerini daha mutlu hissediyor, daha iyi uyuyor ve sabahları kaliteli bir uykunun sonucuyla dinlenmiş olarak uyanıyorlar. Bu kişilerin ağrı eşikleri yükseliyor. Serotonin iştah mekanizmasını da düzenliyor. Stres anında çok yemek gibi bir problem serotonin hormonu yüksek olan kişilerde görülmüyor. Eksikliğinde ise depresif hissediliyor, depresyona neden olabiliyor, uyku bozuklukları görülüyor, sabahları yorgun kalkılıyor, duygulanım bozuklukları yaşanıyor, mutlu edecek olaylar bile serotonin seviyesi düşük olan kişileri mutlu etmeye yetmiyor. Bu kişilerin, ağrı eşikleri düşük olduğu için genelde kronik ağrı çekiyorlar.

 

Mutluluk eğitimi

Dr. Işık Akgöl mutluluğun öğrenilebileceğini belirtiyor ve “Mutlu olmak, bana göre bir seçim. Mutlu olmak istiyor musunuz? Aslında bu sorunun cevabına kim ‘Hayır’ diyebilir ki? Sadece yürekten ‘Evet, ben mutlu olmak istiyorum’ dedikten sonra yapmanız gerekenler var. Yıllardır kronik ağrıları olan kişiler ile ilgileniyorum. Kronik ağrısı olan kişilerde fiziksel problemlerin ötesinde psikolojik ve ruhsal sorunlar olduğunu fark ettim. Bu kişiler, tam olarak hastalık olmasa da mutsuzlar, endişeliler, iyi uyumuyorlar, hayattan zevk almıyorlar ve serotonin seviyeleri düşük. Eğer mutluluğu seçerseniz, mutsuzluğu ayıklamanız gerekiyor” diyor.

 

Mutlu olmak üzere karar vermek gerekiyor. Çünkü mutluluk bir seçimse olayların ne olduğu değil, olayları nasıl algıladığınız sizi mutlu ya da mutsuz ediyor. Birisi için son derece mutsuzluk veren bir olay, başkasına mutluluk verebiliyor. Piyangodan para çıkmışsa siz mutluluktan deli olurken, anneniz “Eyvah! Çocuğumun başına neler gelecek?” diye üzülebiliyor yani aynı olaya farklı anlamlar yükleyerek farklı duygular yaşayabiliyoruz.

 

Bedeni mutlu etmenin yolları

Beden mutluluğu için pilates önemli bir spor. Pilates, beden ve zihne hizmet ediyor. Pilates yaparken nefesinizi kullanıyorsunuz ve başka hiçbir şey düşünemiyorsunuz. İkincisi ise Tai Chi; beden, ruh ve zihne egzersiz yaptırıyor. Yoga da beden, ruh ve zihin için gerekli. Masaj ise serotonin hormonunu salgılatan faktörlerden biri. Hareket terapisi de beden, ruh ve zihni bir arada çalıştıran çok önemli bir aktivite.

 

Hayatta mutlu olduğunuz anları saklayıp, kendinizi mutsuz hissettiğinizde bu anıları kullanabilirsiniz. Nasıl mı? İmajinasyon ile gözünüzü kapatıp, o anı bir daha yaşayarak.

 

Eğer bugüne kadar birine karşılıksız olarak bir yardımda bulunmadıysanız gerçekten mutlu olmamışsınız demektir. Sosyal sorumluluk projelerinde yer almak, birilerine gönüllü olarak yardım etmek sizi mutlu hissettirecektir.

 

Ruh ve beden mutluluğu

Zihin ve ruh için felsefeden yardım alınabilir. İnsanın sağlıklı ve mutlu olmak için sosyal hayatının da iyi olması gerekiyor. Bunun için de hobiler edinilmeli. Meditasyon öğrenerek ruhunuzu dinlendirebilir ve arındırabilirsiniz. Dr. Işık Akgöl, “Günümüz insanının en büyük problemi dışarıdan çok fazla bilgi alması. Çoğumuz çok stresliyiz. Stres altındayken mutlu olmak zor. Çünkü stres altındayken kararlarımız ve düşüncelerimiz beynimizde kortekse ulaşmadan hayvanların karar verme mekanizması olan hipotalamus mekanizmasına ulaşıyor ve buradayken karar veriyoruz. Kısacası içgüdüsel davranıyoruz. Bu durumda da zihni durultmak gerekiyor. Zihni meditasyonla ve iyi uyuyarak susturabiliriz. Ayrıca konsantrasyon gerektiren dans etmekle de susturabiliriz” diyor.

 

Dr. Işık Akgöl’e göre eğer bedeninizi, zihninizi ve ruhunuzu formda tutarsanız ve üçü birbiriyle uyumlu olursa mutlu olabilirsiniz. Dr. Akgöl, “Bedeniniz iyi durumdaysa, zihniniz parlaksa ve ruhunuz dinginse mutlusunuz demektir. Bedeniniz nasıl iyi durumda olur? Egzersiz yaparsanız, onu doğru gıdalarla beslerseniz, uykunuzu iyi alırsanız genetik faktörler dışında bedeniniz iyi durumda olur. Aynı şeyleri zihin ve ruh için de yapabilirsiniz” diyor.

 

Serotonini neler yükseltiyor?

- Âşık olmak serotonin seviyesini en çok yükselten etkenler arasında yer alıyor.

- Egzersiz yapmak serotonini yükseltiyor. Güzel bir havada yürümek, koşmak mutlu olmanıza yardımcı oluyor.

- Güneşi görmek de serotonin hormonunun yükselmesini sağlıyor.

- Seks yapmak, orgazm olmak serotonin üzerinde oldukça etkili oluyor.

- Çikolata, muz gibi besinler serotonin seviyesini artırıyor.

Yukarı
Barbaros Liste gör
Usta Yazar


Halil Yaz
Yaş: 77
Katılım: 16/Eyl/2007
Yer: Turkey
Online Durum: Offline
Mesajlar: 1582
  Alıntı Barbaros Alıntı  CevaplaCevapla Direct Link To This Post Tarih: 13/Eyl/2011 saat 20:23
İnsan vardır, yüzü güler, gönlü cömert, ufku geniş; onunla oturdukça oturmak istersiniz; muhabbetinden keyif ve feyiz alır, ilham bulur, farkında bile olmadan ne çok şey öğrenirsiniz. Yanından kalktığınızda az buçuk değişmiş, zenginleşmiş olarak yolunuza gidersiniz. Hafiflemiş olarak, rüzgârda tüy gibi. İçinizde bir gonca gül açılır, katmer katmer renklenir. Elinizde olmadan hayata gülümsersiniz. ...Gene görmek istersiniz o kişiyi, ilk fırsatta yeniden buluşmak. Sohbetine doyamaz, ruhunun dibini bulamazsınız, öylesine derin. Bir saklı cevherdir, ilk bakışta belli olmayan. Uçsuz bucaksız bir denizdir kıyılarına varılmayan. O kadar azdır ki böyleleri, bulunca ömür boyu dostluğunun ipini bırakmak istemez, kıymetini bilirsiniz; güzelliği arayan bir mürit gibi, muhabbete susamış bir münzevi gibi, ateşe meyyal pervane gibi etrafında incecik çemberler çizersiniz. Dostlukla, hayranlıkla…

İnsan vardır, kem bakar, ağılı konuşur, habire şikâyet yahut hakaret veya dedikodu halindedir; karalamayı sever, başkasına leke çalmaktan kendine payeler biçer; kimseyi beğenmez, kendinden gayri; hiçbir yeniliği, farklılığı tasvip etmez; ayaklı sirke küpü, diken diken her sözü; dudaklarının ve gözlerinin etrafında senelerdir surat asmaktan, fesat bakmaktan oluşmuş çizgiler taşır lakin bilmez; köşe bucak kaçmak istersiniz böylesinin gölgesinden bile.

Ne var ki bazen o insan patronunuzdur. Ya da öğretmeniniz. Kapı komşunuzdur veya çalışma arkadaşınız yahut ağabeyiniz. Hemen her gün görmek zorunda kaldığınız biridir. Belki de babanız ya da kayınvalideniz. Belki biricik eşiniz. Vaktiyle ne çok severek evlendiğiniz ama zamanla kalben, zihnen, ruhen ayrı düştüğünüz; gene de bir türlü yüzleşemediğiniz, dürüstçe eleştirmediğiniz… Tavsamaya yüz tutmuş bir ateş gibi kendi kendine tüten bir ilişki. Ne uzaklaşabilir ne katlanabilirsiniz. Ne olduğu gibi sevebilir ne hepten vazgeçebilirsiniz.

Derken ondaki irin usul usul size de sirayet eder. Damla damla akar ruhunuza. Kangrendir ya olumsuz enerji, hızla yayılır, sinsice; bir sağlam uzuvdan bir başkasına sıçrar, bir insandan berikine. Bir de bakarsınız ki aynen onun gibi konuşmakta, onun gibi meselelere yaklaşmaktasınız. İçinizde neşe kalmamış, solmuş gitmiş o terütaze bahar. Bir kuru ayaza kesmiş benliğiniz.
Siz de tıpkı onun gibi şikâyet halindesiniz, yüzünüzde benzer çizgiler.

Merak edersiniz: “Ben ne vakit böyle oldum. Hangi dönemeçte yitirdim inancımı, iyimserliğimi, cesaretimi, girişkenliğimi? Ben ne zaman vazgeçtim aşktan ve aşkı aramaktan?
İçsel yolculuklardan? Değişimden? Öğrenmekten?
Büyümekten? Sahi ne zaman?”

Hiç düşünür müyüz etrafımızdaki, en yakınımızdaki insanların enerjisi bizi nasıl etkiliyor? Günbegün, aybeay, senebesene… Yahut tersine çevirelim soruyu: Bizdeki olumsuzluklar acaba onları nasıl etkiliyor? Sevdiklerimize verdiğimiz zararın bilincinde miyiz? Keşke ara ara kapsamlı bir tadilata girişsek benliğimizde. Keşke daha fazla ertelemeden ve samimiyetle bakabilsek içimize. Oradaki yanlışları, lüzumsuz hırsları, kabuk tutmuş yaraları, tamahkârlıkları tek tek bulup ayıklayabilsek. Bir tabela assak: “Sevdiklerime verdiğim zarar için özür diliyorum. Şu anda tadilat halindeyim, yenileniyorum…
” Köhne binalar bile gençleşirken, kurumuş otlar bile tazelenirken, gerekli özen ve emekle şu hayatta her şey yenilenirken, insan nasıl değişmez, değişemez?

Bir süredir romanların yanı sıra nöroloji alanında çalışmalar yapan bilim adamlarının kitaplarını okuyorum. Kafayı fena halde taktığım, okudukça keyif aldığım isimler var.

Mesela V.S.Ramachandran. Biz şimdiye kadar bilim ile mistisizmin birbirine taban tabana zıt olduğuna inandık ya, Ramachandran bu ikisinin pekâlâ kesişebileceğini söyleyen sıradışı seslerden. Uzun yıllardır Amerika’da yaşayan, ödüller almış bir bilim adamı. Alanında önemli başarılara imza atmış. Aynı zamanda Hint asıllı ve ruhaniyete, maneviyata, mistisizme açık bir damarı var. Çalışmalarında şaşırtıcı biçimde bilimin akılcı, gözlemci, pozitivizme dayalı birikimiyle tasavvufun insanlığı birbirine bağlı gören felsefesini buluşturmakta.

Ramachandran kolları ya da bacakları kesilmiş insanlarla yakından çalışıyor. Bu tür hastaların kaybettikleri uzuvlarının ağrısını hissetmeye devam etmeleri, yani bir hayali sancı çekmeleri bilim dünyasının hâlâ çözemediği bir muamma. Olmayan kolunuz sızlıyor mesela, ne ilaçla ne terapiyle geçiyor. Ramachandran’ın anlattığı ilginç bir örnek var. Kesik eli kaşınan hastanın yanında şayet sağlam bir kişi kendi elini usulca kaşırsa, o hastanın kaşıntısı geçiyor. Zira senkronize hallerimiz. Zira enerji ağlarıyla birbirimizi etkilemekteyiz habire. Bilsek de bilmesek de…"

(Elif Şafak / Sevdiklerimize Verdiğimiz Rahatsızlık İçin Özür Dileriz)
Yukarı
 Cevapla Cevapla Sayfa  <1 3839404142 43>


Forum Kısayol Forum İzinleri Liste gör

Bulletin Board Software by Web Wiz Forums® version 9.50
Copyright ©2001-2008 Web Wiz

Bu sayfa 0,532 saniyede hazırlanmıştır