|
Mustafa Kemal Atatürk |
Cevapla | Sayfa <12345 29> |
Yazar | |
serkan_esk
Deneyimli Yazar UZAKLAŞTIRILDI Serkan Yaş: 36 Katılım: 31/Tem/2007 Yer: Turkey Online Durum: Offline Mesajlar: 512 |
Alıntı Cevapla Tarih: 11/Ağu/2007 saat 00:50 |
|
|
serkan_esk
Deneyimli Yazar UZAKLAŞTIRILDI Serkan Yaş: 36 Katılım: 31/Tem/2007 Yer: Turkey Online Durum: Offline Mesajlar: 512 |
Alıntı Cevapla Tarih: 11/Ağu/2007 saat 00:54 |
İŞTE KARİZMA BUDUR
BU MASADA 32 KRAL 62 CUMHURBAŞKANI VARDIR |
|
serkan_esk
Deneyimli Yazar UZAKLAŞTIRILDI Serkan Yaş: 36 Katılım: 31/Tem/2007 Yer: Turkey Online Durum: Offline Mesajlar: 512 |
Alıntı Cevapla Tarih: 11/Ağu/2007 saat 00:56 |
sevgili ATAmızın naaşı Anıtkabire taşınırken onu son kez görmek isteyen halkına bir bakın. Var mı böyle bi sevgi yaaa!!! iki üç saniye bakıp da ağlamak işten değil
|
|
serkan_esk
Deneyimli Yazar UZAKLAŞTIRILDI Serkan Yaş: 36 Katılım: 31/Tem/2007 Yer: Turkey Online Durum: Offline Mesajlar: 512 |
Alıntı Cevapla Tarih: 11/Ağu/2007 saat 00:58 |
|
|
lonal
Yazar Levent Yaş: 37 Katılım: 31/Tem/2007 Yer: Madagascar Online Durum: Offline Mesajlar: 234 |
Alıntı Cevapla Tarih: 11/Ağu/2007 saat 01:05 |
....::::Atamızın Anıları:::.... Ölümünden iki yıl önce Atatürk'ün canına kıymak için kurulan bir düzen meydana çıkarılmıştı. Hem bu düzeni kurmakla suçlanan kimse "Milli Mücadele"den beri Ata'nın yolunda çalışmış; sevgi ve güvenini kazanmış, birçok iyiliklerini de görmüş biriydi. Haber, yurtta şaşkınlık ve tiksinme yaratmıştı. Herkes bunu konuşuyor, "Nasıl olur, Nasıl olur!" diyor, birtürlü herhangi bir nedene bağlayamıyordu. Sanık tutuldu. Adalete teslim edildi. Fakat Atatürk, olaydan haberi yokmuş gibi, bu konuda ne düşündüğünü açıklamak için ağzını açmadı. Adalet son sözünü söyleyinceye dek sustu. Atatürk'ün bu suskunluğu, çeşitli yorumlara uğramıştı. Kimi "Bu üzüntülü olayı anmak istemiyor" dedi. Kimi de "Bunun doğru olduğuna inanmıyor" diye düşündü. Sanığa yükletilen suç, yargı yerinde ispat edilemediği için adam aklandı. İşte, yargıç kararını bu yolda verdikten sonradır ki Atatürk bu konuda ağzını ilk ve son kez olarak açtı ve yalnız şunu dedi: "Suça yeltenilmiştir; ancak yargıç buna kanacak ölçüde kanıt bulmuş değildir.
( Mehmet Ali Ağakay ) 23 Nisan 1920... Ankara'da Büyük Millet Meclisi açılmıştır. Memleketin her tarafından birçok mebuslar gelmişti. Bu yeni meclise gelenlerin bir kısmı, Ankara'da hiçbir şeyin olmadığını görünce yeise düşmüşlerdi. Bahsedilen, ne Yeşilordu, ne hazine, ne yatacak otel, hiçbir şey yoktu. Sadece Mustafa Kemal...
...Bazılarına bu dava çürük gelmiş olacak ki, memleketlerine dönmeye karar verdiler. Bunlar geri dönerlerse Meclis'te huzursuzluk olmayacağını anlayan Mustafa Kemal, kürsüye çıktı. O gün pek heyecanlıydı. Atatürk'ün hayatında belki böyle canlı bir tablo doğmamıştı. Mebuslara hitaben: "İşittim ki, bazı arkadaşlar yoksulluğumuzu bahane ederek, memleketlerine dönmek istiyorlarmış. Ben kimseyi zorla Millî Meclis'e davet etmedim. Herkes kararında hürdür, bunlara başkaları da katılabilirler. Ben bu mukaddes davaya inanmış bir insan sıfatıyla, buradan bir yere gitmemeye karar verdim. Hattâ hepiniz gidebilirsiniz. Asker Mustafa Kemal, mavzerini eline alır, fişeklerini göğsüne dizer, bir eline de bayrağı alır, bu şekilde Elmadağı'a çıkar, orada tek kurşunum kalına kadar vatanı müdafaa ederim. Kurşunlarım bitince bu acîz vücudumu bayrağıma sarar, düşman kurşunlarıyla yaralanır, temiz kanımı, mukaddes bayrağıma içire içire tek başıma can veririm. Ben buna ant içtim." Diye gürleyince, herkesi bir heyecan dalgası sardı. Hiçbiri gözyaşlarını zaptedemiyordu. ( Enver Benhan Şapolyo ) 1924 yılının ilkbaharıydı. Erzurum ve Pasinler'de depremde birçok köyün evleri yıkılmıştı. Zarar gören halkla görüşmek için Pasinler'e gelen Atatürk, halkın içinden ihtiyar bir köylüyü çağırdı:
"Depremden çok zarar gördün mü, baba?" diye sordu. Atatürk ihtiyarın şüphesini görünce, tekrar sordu: "Hükümet sana kaç lira verse, zararını karşılayabilirsin?" İhtiyar, Kürt şivesiyle: "Valle Padişah bilir!" dedi. Atatürk gülümsedi. Yumuşak bir sesle: "Baba, Padişah yok; onları siz kaldırmadınız mı? Söyle bakayım zararın ne?" İhtiyar tekrar etti: "Padişah bilir!.." Bu cevap karşısında kaşları çatılan Atatürk, Kaymakam'a döndü: "Siz daha devrimi yaymamışsınız" dedi. Bu sırada görevini başarmış insanlara özgü bir ağırbaşlılıkla ortaya atılan tahrirat katibi: "Köylere genelge yolladık Paşam" dedi. Atatürk'ün fırtınalı yüzü, daha çok karıştı: "Oğlum, genelgeyle devrim olmaz!..." dedi. ( Ahmet Hidayet Reel |
|
www.unieses.org/ÜNİESES/Boğazın Kırmızı Şimşekleri
Görmesek Bile O Günleri Seviyoruz ESESİM İlk Günkü Gibi |
|
lonal
Yazar Levent Yaş: 37 Katılım: 31/Tem/2007 Yer: Madagascar Online Durum: Offline Mesajlar: 234 |
Alıntı Cevapla Tarih: 11/Ağu/2007 saat 02:09 |
Aziz Nesin'in ATATÜRK'e Hitabı
Atam, hala yasıyorsak:
edepsizlik sayesinde! Altı oku soruyorsan, politika dehlizinde! Hele partin senden sonra, devrimlerin tavizinde! Vasfedeyim halimizi, kalemime ver izin de!
Yata yata çok yorulduk,
|
|
www.unieses.org/ÜNİESES/Boğazın Kırmızı Şimşekleri
Görmesek Bile O Günleri Seviyoruz ESESİM İlk Günkü Gibi |
|
poseidon
Usta Yazar Hüseyin Yaş: 38 Katılım: 01/Ağu/2007 Yer: Estanbul Online Durum: Offline Mesajlar: 2870 |
Alıntı Cevapla Tarih: 11/Ağu/2007 saat 02:35 |
Atatürk'le ilgili bir kaç anektodda benden....
Yaşlı Nine
Gazi, çiftliğinde dolaşıp hava alırken oldukça yaşlı bir kadına rastladık. Atatürk attan inerek bu ihtiyar kadının yanına sokuldu: -Merhaba nine. Kadın Ata'nın yüzüne bakarak hafif bir sesle: -Merhaba, dedi. -Nereden gelip nereye gidiyorsun? Kadın şöyle bir duralayıp: -Neden sordun ki, dedi. Buraların sabısı mısın? Yoksa bekçisi mi? Paşa gülümsedi. -Ne sahibiyim, ne de bekçisiyim nine. Bu topraklar Türk milletinin malıdır. Buranın bekçisi de Türk milletinin kendisidir. Şimdi nereden gelip nereye gittiğini söyleyecek misin? Kadın başını salladı: -Tabii söyleyeceğim, ben Sincan'ın köylerindenim bey, otun güç bittiği, atın geç yetişdiği kavruk köylerinden birindeyim. Bizim mıhtar bana bilet aldı trene bindirdi, kodum Angara'ya geldim. -Muhtar niçin Ankara'ya gönderdi seni? -Gazi Paşamızı görmem için. Başını pek ağrıttım da .... Benim iki oğlum gavur harbinde şehit düştü. Memleketi gavurdan kurtaran kişiyi bir kez görmeden ölmeyeyim diye hep dua ettim durdum. Rüyalarıma girdi Gazi Paşa. Ben de gün demeyip mıhtara anlatınca, o da bana bilet alıverip saldı Angara’ya, giceleyin geldimdi. Yolu neyi de bilemediğimden işte ağşamdan belli böyle kendimi ordan oraya vurup duruyom bey. -Senin Gazi Paşa'dan başka bir isteğin var mı? Kadının birden yüzü sertleşti. -Tövbe de bey, tövbe de! Daha ne isteyebilirim ki... O bizim vatanımızı gurtardı. Bizi düşmanın elinden kurtardı. Şehitlerimizin mezarlarını onlara çiğnetmedi daha ne isteyebilirim ondan? Onun sayesinde şimdi istediğimiz gibi yaşıyoruz. Şunun bunun gavur dölünün köpeği olmaktan onun sayesinde kurtulmadık mı? Buralara bir defa yüzünü görmek, ona sağol paşam! demek için düştüm. Onu görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek. Sen efendi bir adama benziyon, bana bir yardım ediver de Gazi Paşa’yı bulacağım yeri deyiver. Atatürk'ün gözleri dolu dolu olmuştu, çok duygulandığı her halinden belliydi. Bana dönerek: -Görüyorsun ya Gökçen, işte bu bizim insanımızdır... Benim köylüm,benim vefalı Türk anamdır bu. Attan indim. Yaşlı kadının elini tuttum: -Anacığım dedim, sen gökte aradığını yerde buldun, rüyalarını süsleyen, seni buralara kadar koşturan Gazi Paşa yani Atatürk işte karşında duruyor. Köylü kadın bu sözleri duyunca şaşkına döndü. Elindeki değneği yere fırlatıp, Atatürk'ün ellerine sarıldı. Görülecek bir manzaraydı bu. İkisi de ağlıyordu. İki Türk insanı biri kurtarıcı, biri kurtarılan, ana oğul gibi sarmaş dolaş ağlıyorlardı. Yaşlı kadın belki on defa öptü atanın ellerini. Ata da onun ellerini öptü. Sonra heybesinden küçük bir paket çıkarttı. Daha doğrusu beze sarılmış bir köy peyniri. Bunu Atatürk'e uzattı: -Tek ineğimim sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi Paşa, bunu sana hediye getirdim. Seversen gene yapıp getiririm. Paşa hemen orada bezi açıp peyniri yedi. Çok beğendiğini söyledi. Sonra birlikte köşke kadar gittik. Oradakilere şu emri verdi: -Bu anamızı alın, burada iki gün konuk edin. Sonra köyüne götürün. Giderken de kendisine benim bütçemden üç inek verin armağanım olsun. Büyük adam ölünce Sene 1938, on kasım... İstanbul üniversite'sinde saat 9'u 5 geçenin meşum haberi duyulmuş... Bir alman profesör var, hukuk fakültesinde, o da duymuş, şaşırmış. Derse girsin mi, girmesin mi bir türlü karar veremiyor. O sırada aklına rektöre müracaat etmek gelir. Kalkar, yanına gider. Aralarında şu konuşma geçer: -efendim, mütereddidim. Acaba ne yapsam? -sizde böyle büyük bir adam ölünce ne yaparlarsa, onu yapın. İşte o zaman alman profesör kollarını iki yana sarkıtarak: -bizde bu kadar büyük bir adam ölmedi ki... Der. (yücebaş, hilmi, atatürk'ün nükteleri-fıkraları, Hatıraları, istanbul, kültür kitapevi, 1963, sh. 39) Sen kimsin ?
Dumlupınar savaşı kazanılmıştır. Düşman askerleri geri çekilmektedir. Afyonkarahisar hatları çözülünce birkaç yunan esiri geceleyin mustafa kemal'in çadırına getirilmişti. Bunlardan biri zafer kazanmış kumandanın doğup büyümüş olduğu selanik'ten gelmişti. Yüzü kendisine yabancı gelmemişti. Üniformasında hiç bir işaret yoktu. Mustafa kemal'e sordu: -binbaşımısınız? -hayır. -kaymakam mı? -hayır. -miralay mı? -hayır. -ferik mi? -hayır. -peki nesiniz o halde? -ben mareşal ve türk orduları başkumandanı'yım. Şaş- kınlıktan ağzı açık kalan yunan, kekeler: -ben başkumandanın savaş hattına bu kadar yakın bir yerde dolaşmasını işitmiş değilim de... (olaylar ve atatürk, sh. 67-68) Zülüflü ismail paşa |
|
poseidon
Usta Yazar Hüseyin Yaş: 38 Katılım: 01/Ağu/2007 Yer: Estanbul Online Durum: Offline Mesajlar: 2870 |
Alıntı Cevapla Tarih: 11/Ağu/2007 saat 02:36 |
İşte türk askeri budur!
Bir gün, atatürk'ten türk askeri hakkında ne düşün düğünü sormuşlar: -durun size bir hikaye anlatayım, dedi. Orduları kumandanı idim. Liman van sanders paşa da o sırada kıt'alarımızı teftişe gelmişti. Hastaneden yeni çıkmış bazı asker-eri de her nasılsa bölüklerin arasına karıştırmışlar van sanders: -canım böyle adamları ne diye buraya gönderiyorlar? Diye söylenerek hasta ve cılız neferi göğsünden itti. Mehmetçik derhal yere yuvarlandı. Alman generali davasını ispat etmiş olmanın gururu içinde: -işte gördünüz ya, dedi düşmek için bahane arıyormuş! Oracıkta van sanders'e bir azizlik yapmak aklıma geldi neferin yanına sokularak; -ne kof şeymişsin sen... Dedim. Dikat etsene seni yere yu-arlayan adam bizden değildi. Ne diye karşı durmadın? Şimdi tekrar yanına gelirse, sıkı dur. Gücün yetiyorsa bir kakma da sen ona vur. Sonra van sanders'e dönerek: -sizin takatsız sandığınız nefer boş bulunduğu için yere yıkılmış. Türk askeri amir karşısında, dünyanın en uysal insanı olur. Kendisine söyleyin:"hele gelsin bak bir daha beni yere yıkabilir mi?" diyor. Van sanders askerlerle şakalaşmasını severdi. Gülerek aynı askerin yanına geldi. Fakat eliyle dokunur dokunmaz o mecalsiz mehmet'ten öyle bir kakma yediki, derhal sırt üstü yuvarlandı. Van sanders, mehmetçik'in bu mukabelerine hiddet etmemiş bilakis türk neferine karşı olan hayranlığı artmıştı. O kadar ki yerden kalkınca ilk işi gidip hasta türk neferinin elini sıkmak oldu. Atatürk: -işte türk askeri budur!Diyerek sözlerini bitirmişti. (olaylar ve atatürk, sh. 70-71) Kırk asırlık türk yurdu
1923 senesinin martının onbeşinci pazar günüydü. Atatürk, adana istasyonunda trenden inmiş;sağı solu dolduran halkın coşkun alkışları:"yaşa, varol!"sesleri arasında yaya olarak şehre gidiyordu. Yarı yolda karalar giymiş bir kadın, kalabalığı göze çarptı;sonra onların arasından ikişer levha taşıyan dört genç kız çıktı;atatürk'ün önünde durdular, arkalarında bir kız daha göründü ve önüne geçti. Hıçkırıklar, iniltiler ve yalvarışlarla dolu bir nutuk söylemeye başladı. Bu genç kızın şahsın da henüz esir bulunan iskenderun'lu antakya'nın türk olan bütün halkı;"bizi de kurtar!"diye yalvarıyordu. Herkesin gözleri yaşarmıştı; hıçkırıklarını tutama-yanlar vardı. Atatürk'ün de gözleri nemliydi ve başı eğilmiş gibiy-di. Genç kızın nutku bitince, anlı yükseldi;mavi gözlerinde ve pembe yüzünden bir çelik parıltısı görüldü. Her kelimesi üzerinde kuvvetle durarak: -kırk asırlık türk yurdu yabancı elinde kalamaz! Dedi. On altı yıl sonra hatay davasının en heyecanlı günlerinde hasta ve bitkin olmasına, mutlak istirahat tavsiyesine rağmen, hatay'a yakın olmak için tekrar adana'ya gitti. Dört saat ayakta durmak ve çalışmak gibi olağanüstü metanet gösterdi. Hatay kurtuldu, fakat atatürk'ü kaybettik. İsmail habib bu bahsi şöyle bitirir: "hatay, hatay!... Seni kurtaran aynı zamanda senin şehidin oldu. " (nükte ve fıkralarla atatürk, sh. 97-98) |
|
poseidon
Usta Yazar Hüseyin Yaş: 38 Katılım: 01/Ağu/2007 Yer: Estanbul Online Durum: Offline Mesajlar: 2870 |
Alıntı Cevapla Tarih: 11/Ağu/2007 saat 02:37 |
Babasının tarlası
Bir gün bir köylü atatürk'ün orman çiftliği hudutları içindeki bir tarlayı, kendi tarlasıymış gibi sürüyordu. Onu gördüler. İhtar ettiler, dinletemediler. Bunun üzerine atatürk'e söylediler. Atatürk teftişe çıktığı zaman o tarafa gitti. Yanındakiler toprağı sürmekte olan köylüyü göstererek: -işte budur! Dediler. Atatürk yavaş yavaş ona doğru yürüdü. Yaklaşınca sordu: -burada ne yapıyorsun? Köylü gülümsüyordu. Son derece sevip saydığımız, fakat asla korkmadığımız bir insan karşısında nasıl durursak köylü de öyle duruyordu. Sakin bir sesle cevap verdi: -tarlayı sürüyorum. -iyi ama, bu tarla senin midir? -değildir. -kimindir? -atatürk'ündür!. Köylü bu cevabı vermekle suçu kabul etmiş oluyordu. Bu itibarla dava kaybolmuş demekti. Atatürk, kendi toprağına tecavüz edildiği için değil, haksızlık yapıldığı için sertlendi ve sordu: -iyi ama, sen başkasının toprağını ona sormadan ve izin alınmadan sürülüp ekilmeyeceğini bilmiyormusun? Köylü hiç telaş etmiyordu. Aynı sükunetle dedi ki: -biliyorum, fakat benim bu tarlayı sürüp ekmeye hakkım vardır! Atatürk'ün kaşları çatıldı ve büyük bir merak ve hayretle ona sordu: -bu hakkı nereden alıyorsun? -çok basit... Atatürk bizim babamız değil mi?İnsan babasının tarlasını sürüp ekerse kabahat mi işlemiş olur? Atatürk'ün yüzünde takdir ve sevgi duygularının en coşkununu anlatan engin bir gülümseme oldu, köylünün sırtını okşadı ve; -haklısın!.. Diyerek uzaklaştı. (nükte ve fıkralarla atatürk, sh. 99-100) İkimiz de "gazi"yiz...
Bir tarihte eskişehir'i ziyaretinde; yakın köylerde gezinti yaparken, asırlık çınarların gölgesine sığınmış bir köy kahvesi önünde otomobili durdurdu. Salih bozok'a; - bu çınarları hatırlıyorum... Dedi; zaferden sonra bir gün yolum düşmüştü!... Eski hatıraları bir an tekrar yaşatmak için; araba dan inip, büyük bir tevuzuyla köy kahvesinin harap iskemlesine oturdu. Biraz sonra kahveci ona, köyünün yegane ikramı olan ayranı temiz bardaklar içinde getirince ügaziü pek memnun oldu. Yaşlı kahveciye sordu: - adın ne?... - yusuf!... - buralarda geçmiş harbi hatırlar mısın?... - nasıl hatırlamam, paşam?... Maiyetinde çavuştum!... - maiyetimde mi... Bütün kuvvetlerin baş kumandanı değil miydin, paşam!... Hep emrinde savaştık. Büyük kurtarıcı zeki köylüyü takdir etmişti. Aferin; gazi yusuf çavuş!... Deyince, eski asker el buğladı: - estağfurullah, paşam!... Gazi sizsiniz!... - rütbe başka... Fakat harpten dönmüş iki asker olmamız sıfatiyle ikimiz de "gazi"yiz!... Ve tepside duran ayran bardaklarından birini bizzat eliyle çavuşa vermek lütfunu göstererek, ilave etti: - şerefine gazi yusuf çavuş!... - şerefte daim ol paşam!... Ağlamaktan ayranı içemeyen kahveciye, o zamanın çok parası olan bir yüzlük verip gülümsedi: - allahaısmarladık, silah arkadaşım!... Atatürkün nükteleri-fıkraları-hatıraları Sh 50-51 |
|
fatihturan
Deneyimli Yazar fthtrn@gmail.com Yaş: 43 Katılım: 31/Tem/2007 Online Durum: Offline Mesajlar: 664 |
Alıntı Cevapla Tarih: 11/Ağu/2007 saat 03:36 |
Harika; ellerinize, yüreğinize sağlık.
|
|
000001
|
|
Cevapla | Sayfa <12345 29> |
|
Forum Kısayol | Forum İzinleri You cannot post new topics in this forum You cannot reply to topics in this forum You cannot delete your posts in this forum You cannot edit your posts in this forum You cannot create polls in this forum You cannot vote in polls in this forum |