Barış çubuğunu kim içti?
|
|
Bursa’yı burada istemiyoruz. Bursa gelirse katliam çıkar... | |
|
Başarı ve hezimet öyküsü! Benzerine yeşil sahalarda az rastlanan bir vaziyet yaratıp, kuyruğu dik tutmak suretiyle saldırıyor ve peş peşe üç gol birden atıyorsun..
Ortada bir başarı öyküsü var, bir de beceriksizliğin daniskası hikayesi...
İkinci yarının başında iki gol birden görüyorsun kalende... Normalde saçı başı dağıtman ve bu goller ikinci yarıda olduğu için de zor toparlaman lazım...
Sen ne yapıyorsun?
Benzerine yeşil sahalarda az rastlanan bir vaziyet yaratıp, kuyruğu dik tutmak suretiyle saldırıyor ve peş peşe üç gol birden atıyorsun...
İşte bunun adı, bizim çocukların kalemsiz yazdıkları bir başarı öyküsüdür...
58'de 2-0 geridesin, 78'de 3-2 önde...
***
O güzel kitabın son sayfalarına geldiğinde ise tam bir fecaat durumla karşılaşıyorsun.
Başarısızlık hikayesi lafı az bile gelir...
Allah aşkına, 5-10 dakika daha dişini sıkamaz mısın, şöyle derin bir nefes alıp sakinleşemez misin?
Düğüm atamaz mısın maça?
Kırkpınar pehlivanları gibi bağlayamaz mısın elenseyi?
***
İşte bu noktada, geriye düşmüşken nasıl beceri dolu bir hamle yapıyorsa teknik adam, bu kez oyunu soğutmak adına çözüm üretmesi gerekiyordu, olmadı.
Tabi şimdi bu son paragraf, yenilgiyi, alıp hocanın omuzlarına yüklemiş gibi bir sonuç çıkarıyor ki, bu da doğru değil.
Hani içerideki arkadaşların tecrübeleri nerede? Ustaların meseleye tam da bu zamanda el atması gerekmiyor muydu?
Neresinden bakarsan bak, kapağından son sayfasına kadar defalarca yeniden okunacak hazin bir hikaye.
Büyükler küçülmedi, hakemler büyüdü…
Büyük takım, küçük takım lafı hiç çıkmadı ağzımdan.. Ayrıcalıklı takımlar, İstanbul takımları ya da semt takımları diye tanımladım hep.. Ancak şu anda mukayeseyi daha sağlıklı yapabilmek için genel kabul görmüş (her ne kadar ben kabul etmesem de) bu tanımı bir defalığına kullanıyorum.
Birçoklarına göre büyük takımların, özellikle iki sezondur beyaz bayrak ayna yapamıyor olmalarında, acaip yenilgiler almalarında, Anadolu takımlarının çatır çatır oynayıp, puan/maç kazanmalarında, ben sadece oyuncu kalitesinin ya da antrenör seviyesinin tek etken olmadığını düşünüyorum..
Aradaki sportif mesafenin kısalmasında en büyük katkıyı hakemler sağladı..
Sistem nedeniyle, büyükler lehine oluşan zaten bir dengesizlik vardı ve hakemler, bu dengeyi gözü kapalı büyük lehine çaldıkları düdüklerle iyiden iyiye bozmaktaydı.
***
En taze örnek, Beşiktaş-Eskişehir maçı.. İki kritik pozisyon var.. Biri top çizgiyi geçti mi geçmedi mi, diğeri Nobre’nin penaltı pozisyonu..
Hüseyin Göçek, iki kararını da Eskişehir lehine verdi.
Eskiden olsa, Bülent Yavuz, Hilmi Ok, kimi sayarsan say, bu iki pozisyonun birinde gol kararı çıkmıştı, diğerinde penaltı..
Hala hata yapılıyor ama toplumsal hafızamız zayıf olduğundan ve hakemlere dönük önyargılarımız nedeniyle, aradaki farkı hissedemiyoruz..
Sonuç;
Büyükler küçülmedi, hakemler büyüdü..
***
Bir küçük tespitim daha var.
Sahada ya da ekranda gördüğüm hakemlerin yüzlerine dikkatle bakıyorum, hepsi android gibi. Adamın gözünde/gönlünde duygudan iz yok..
Hakem dediğin hayat adamı olur, esprili olur, cesaret ve özgüvenin yanına bir tutam da bunlardan koyar.. Ama bakıyoruz, bu genç hakemler özel hayatlarında da pek farklı değiller. Sanki biri piyasaya çıkıp, birbirine benzer bu tip ne kadar adam varsa topluyor, bir kamyonun kasasına koyup, MHK üssüne götürüyor.
Hilmi Ok, Oğuz Sarvan, Muhittin Boşat gibileri de onları eğitiyor..
İyi de bu düzenin yetiştirdiği amcalara/ağbilere bu sistemi emanet etmeye böyle kararlılıkla devam edersek, Türk hakemliği de 25 yılda ancak bu kadar sınıf atlar..
25 yaşında profesör olanlara memleketi emanet ettiğimiz coğrafyada, hakemlere bir bakın, kimlerin kontrolünde…
Çay, tavşan kanı olsun!
Bursa’da kaç antrenör var?
10.. 30.. 100..
Bence daha fazla..
Peki kaç tanesi şu anda takım çalıştırıyor, kaçı işsiz?
Çalışan sayısı, eminim bir elin parmaklarını geçmez..
Diğerleri ne yapıyor peki?
Cidden merak ediyorum!
Geçen perşembe, Orhangazi-Nilüfer Belediyesi maçı için Orhangazi’deydim..
Burak Uçar, Egemen Çimen ve Yavuz Aman ‘la birlikte.. Hem Şenol hocamın (Ulusavaş) takımını, hem de Faruk’un Orhangazi’sini izlemek için..
Kim vardı tribünde antrenör sıfatında, söyleyeyim mi?
Adnan Örnek ve Reşat Çelik..
İşsiz antrenörlerin o gün nerede, ne yaptığını merak ettim.. Bursa’nın iki profesyonel takımının maçı varken, daha önemli ne var diye düşündüm..
Başka ilde, başka kategoride bir futbol maçı mı, yoksa Kültürpark’taki herhangi bir çay bahçesinde iddialı bir okey mücadelesi mi?
Bursa, kendinden olana, değerlerine sahip çıkmıyor öyle mi?
Bak efkarlandım yine.. Canım tavşan kanı bir çay çekti!
Barış çubuğundan kim içti?
Bursa’yı burada istemiyoruz.
Bursa gelirse katliam çıkar…
Ay Bursa, vay Bursa...
***
Bunlar, Beşiktaş-Eskişehir maçında siyah beyazlı tribünlerin tezahuratı..
Hani güya barış çubuğu yakıldı ve iki başkan tüttürdüler ya, bir hatırlatayım istedim..
İki camianın arasında yıllardır yanan ateşin iki tarafında sanki sadece başkan ve yöneticiler var..
Vali var, İçişleri Bakanı var ve hatta sanki Cumhurbaşkanı var..
Hiçbiri yoktu..
Hatta onlar olmasaydı, emin olun zaten kavga da çıkmazdı..
Bu düşmanlığın bitmesi isteniyorsa eğer, cephenin taa gerisindeki komutan çadırlarında ciğerlere çekilen tütünün dumanı değildir belirleyici, tribünlerin içidir, için için yanan tam da içidir..
(Bu yazı dün Bursa Hakimiyet’te Ersel Peker kardeşimin Beşiktaşlı tribün liderleriyle yaptığı röportajdan önce yazılmıştır.)
Sana hiç inanmıyorum artık…
Trabzon-Sivas maçı…
Hadise Sivas ceza alanı içinde Umut ve Hayrettin arasında gelişiyor..
Hayrettin kayarak gelip, Umut’u kar kürer gibi alıp kucağına atıyor saha dışına..
Erman Toroğlu, pozisyonun başka açıdan görüntülerini izlemeye bile gerek duymadan ‘geçin bunları kardeşim, penaltı menaltı yok’ diyor..
Şansal büyüğümüzün ‘dur hocam, başka görüntüsü de var’ demesi nafile..
O anda sakinleşmek için basıyorum kumandanın düğmesine, Digitürk 77’den ayrılıyorum birkaç dakika..
Doğum günün kutlu olsun ama..
Artık sana hiç inanmıyorum be hoca!